Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Göklerde ve yerde olanların tamamı Allah'ı teşbih etmektedir. O yegâne galip ve her işinde hikmet sahibidir.
2- Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) yalnız O'nun-dur; O diriltir, O öldürür ve O her şeye kadirdir.
3- O evvel (herşeyden önce)dir. O ahir (kendisinden sonra hiçbir şeyin kalmayacağı zat) tır. O Zahir (delilleriyle varlığı aşikâre) dır. O batın (gerçek mahiyeti Zât'ınin hakikati nisan için gizli) dir. Ve O her şeyi bilir. [1]
Medine Dönemi'nde Nazil Olmuştur. 29 ayettir. (1-3) «Göklerde ve yerde olanların...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu sure cemaatin İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Medine' de nazil olmuştur. Nakkaş ve bazı müfessirler «Bu sure tefsircile-rin ittifakıyla Medine'de nazil oldu» demişlerdir. Fakat bir grup bu surenin Mekki olduğunu ifade etmek suretiyle Nakkaş'ın icma hükmünü nakzetmişlerdir.
îbn Atiyye «Şüphe yoktur ki bu surede Medine'de inen Kur'an (ayet) vardır. Fakat hu surenin baş tarafı Mekke'de inmişe benzemektedir» diyor
Bu surenin ayetleri Iraklıların sayımına göre 29, başka sayımlara göre 28'dir. Kelimeleri 544, harfleri 2476'dır.
«Sebbehe» fiili yerler ve göklerde bulunan her şey onu kötülükten tenzih etti, demektir. îbn Abbas «Sebbehe» fiili salât etti mânâsına da gelir» demiştir.
«Göklerde olanlarsdan maksat melekler, «yerde olanlar»üan maksat da ister ruhlu isterse ruhsuz olsunlar bütün mahlûkattır. Bazıları da «Bu teşbih delâlet teşbihidir. Yani yerde ve gökte olanlar O'nun varlığına delâlet ederler demektir» dediler. Zeccac, «Bu yorumu reddederim». «Eğer bu teşbih delâlet teşbihi olsaydı an-
laşılmast gerekirdi. O halde Cenab-ı Hak niçin «Fakat siz onların teşbihini anlamıyorsunuz» demiştir?» dedi.
Zeccac, «Bu teşbihten maksat sözle olan teşbihtir» dedikten 1 sonra delil olarak şu ayeti getirdi. «Biz Davud'a dağlan musahhar kıldık. Onlar teşbih ederler».
Evet, dağların teşbihinden maksat delâlet teşbihi olsaydı o vakit «Davudla betahsis bunlar teşbih ettiler» demenin mânâsı ne olabilirdi? Derim ki: Zeccac'in sözleri doğrudur. [2]
Cenab-ı Hak göklerin ve yerin mülküne sahiptir. Yani O'nun emri bunlarda geçerliliğini devam ettirmektedir. Bazıları «Gökle, rin ve yerin mülkünden maksat, yağmur, bitki ve diğer nzik hazineleri ve depolandır» demişlerdir.
«O (Allah), dünyada dirileri öldürür, ahirette de ölüleri diriU tir, haşre gönderir». Veya «O, Ölü olan meni damlalannı diriltir.» Dirileri de öldürüyor, halbuki onlar diri idiler.
«Evvel O'dur, ahir O'dur, zahir O'dur, bâtın O'dur» tabirlerinden maksat nedir? Allah'ın Easûlü, bunu bir hadisinde açıklamaktadır. Müslim bu hadisi Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder: «Ya-tabî Sen eUevvel'sin. Senden önce hiçbir şey yoktu. Sen eUahir' sin. Senden sonra hiçbir şey var olmayacaktır. Sen zahirsin. Senden üstün bir şey yoktur. Sen bâtınsın. Senden Öte bir şey yok. Bizim borcumuzu boynumuzdan kaldır. Bizi fakirlikten zengin kıl». Hadisi Müslim, Tirmizi, İbn Ebi Şeybe ve Beyhaki Ebu Hureyre* den rivayet etmişlerdir.
Kalbinde Allah ile ilgili bir vesvese bulunan bir kimse bu ayeti sık sık tekrar etmelidir. Zira Ebu Davud, Ebu Zümeyr'den şöyle rivayet ediyor: «İbn Abbas'a 'Bu hususta bende bir vesvese var' dedim. O da bana «Nefsinde herhangi bir şey hissettiğin zaman bu ayeti oku» dedi». »
Ebu Şey, tbn Ömer ve Ebu Said el-Hudri'den şöyle rivayet ediyor: Allah'ın Rasûlü: «Halk durmadan her şeyden sorar. Hatta şu Allah'tır, her şeyden önce idi. Acaba Allah'tan önce ne vardı? Eğer sizden bu sorulursa onlara «Evvel O'dur, ahir O'dur, bâtın O'dur ve O her şeyi bilendir» ayetini okuyun» buyurdu. [3]
4- Gökleri ve yeri altı günde (devrede) yaratan, sonra Arşa istiva eden O'dur. O kürrei arza gireni, oradan çıkanı; gökten ineni, göğe yükseleni bilir. Nerede olursanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür!
5- Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O'nundur. Bütün işler Allah'a döner.
6 - Geceyi gündüze, gündüzü de geceye katar. Sinelerde gizli bulunan her şeyi hakkıyla bilir.
7- Allah ile peygamberine iman edin. Allah'ın sizi varis kıldığı mallardan sarf edin. İçinizden iman edip mallardan sarfeden-ler için büyük mükâfat vardır.
8- Size ne oldu ki Peygamber sizi Babbinize inanmanız için davet ettiği halde, Allah'a inanmıyorsunuz. Eğer mümin iseniz Allah sizden (inanmanız hususunda) misak da almıştı.
9 - Sizi o karanlıklardan nura çıkarması için kuluna açık açık ayetler indiren O'dur. Muhakkak ki Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir!
10- Size ne oluyor ki Allah yolunda harcamıyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden Mekke'nin Feth(in)den önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra infak edip savaşanlarla bir değildir. Onlann derecesi sonradan infak eden ve savaşanların derecesinden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı va'detmiştir. Allah sizin işlediklerinizden haberdardır.
11- Kimdir O, Allah'a güzel bir borç verecek olan? Allah da onun verdiğini kat kat kılacaktır. Ona çok değerli bir mükâfat da vardır! [4]
(4-11) «Gökleri ve yeri altı günde...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Nerede olsanız o sizinle beraberdir» ayeti Cenab-ı Hak'kın il minin her şeyi ihata ettiğini ve hiçbir şeyin o ilmin dışına çıkmadığını tasvir etmek için bir temsildir. Bazıları «Beraberlik ilimden fcinayedir» demişlerdir. Yani sizi bilir, demektir. Selef de bu ayeti böyle tefsir etmiştir. Beyhaki «Esma ve Sıfat» adlı kitabında îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Nerede olursanız olunuz, O sizi bilir».
Stifyani Sevri'den bu ayetin mânâsı sorulunca şöyle cevap verdi: «O'nun ilmi sizinle beraberdir».
El-Bahr'da Ebu Hayyan, ümmetin bu tevil üzere ittifak ettiğini nakletmektedir. Bu ayet zahirine hamledilemez. Yani «Ce. nab-ı Hak'km zatı sizinle, sizin zatınızla beraberdir» denilemez. [5]
Ayetlerde tevili terketmek daha sağlam bir yoldur. Çünkü ilimsiz Cenab-i Hak adına bir şey söyleme yetkisine sahip değiliz. Biz ancak Selefi Salihinin ayetler hakkında yaptığı tevilleri nakledebiliriz ve tevil edebiliriz. Bu hususta onlara tâbi oluruz. Eğe onlar tevil etmişse biz de tevil ederiz. Onlar bir ayeti tevil ettiler diye başka ayetlerin tevili için onu merdiven olarak kullanamayız.
«O, göğüslerde olanları bilmektedir»; yani kalblerde olanlar dahi O'na gizli değildirler. Sıfatı böyle olan bir zatı bırakıp da başkasına tapmak elbette küfürdür ve sapıklıktır.
7. ayetin başındaki «Allah ve Rasûlü'ne iman edin» cümlesinden maksat, Allah'ın bir, Rasûlullah'ın da O'nun Rasûlü olduğunu tasdik edin demektir.
«înfak edin»den maksat sadaka verin demektir. Veya Allah yolunda infak edin veya farz olan zekâtı verin veya diğer taatlar-da harcama yapın! Bu harcamayı Cenab-ı Hak'kın bizi vekil kıldığı maldan yapacağız. Bu tabir mülkün esasının Allah'a ait olduğunu, kulun mülkte Allah'ı razı edecek, kula da sevap getirecek tasarruftan başka birhakkı olmadığını ifade ediyor.
8. ayetin başındaki «Ma» edatı istifham'dır ve bununla tevbih (kınanma) kastedilmektedir: «İman etmeyişinizde hangi Özrü belirtebilirsiniz? Halbuki bütün illetler silinmiştir. Peygamber de si. si davet ediyor».
Cenab-ı Hak «Peygamber sizi davet ediyor» tabiriyle şeriatlar varid olmazdan önce hüküm yoktur, hakikatini açıklamaktadır. Sizden misakınız alınmıştır. Yani Allah sizden misakınızı almıştır.
Mücahid «Bu misaktan maksat, Ademoğultan'nm babalan olan Adem'in belinde iken onlardan alınan imsaktir» demiştir. O misak «Allah sizin Rabbinizdir. Sizin için ondan başka bir mabud yoktur» şeklindeki misaktır.
Bazıları «Cenab-ı Hak size aklı vermek suretiyle misakmızı alrmş, "peygambere mutabaatt iktiza eden delil ve hüccetler de sizin aleyhinizde artık kalmamıştır» dediler.
«Eğer inanacaksanız» cümlesi mümin olduğunuz takdirde boy. ledir demektir. Veya eğer hüccetlere imanınız varsa durum budur. Veya bir gün hakka iman edecekseniz şu an, iman etmeniz için en elverişli andır. Çünkü deliller ve hüccetler Hz. Muhammed' in gönderilmesiyle ikame edilmiş burhanlar sıhhatli bir şekilde tecelli etmiştir.
«Apaçık ayetler»den maksat Kur'an'dır veya Hz. Muhammed' in mucizeleridir.
«Cendb-ı Hak sizin için Hz. Mtihammed'e iman etmeyi gerekli kılmıştır». Çünkü onun beraberinde mucizeler vardır. O mucizelerin en büyükleri de Kur'an-ı Kerim'dir. Cenab-ı Hak kuluna bu açık ayetleri indirmiştir ki Kur'an ile veya peygamberle veya peygamberin Allah'ın kulluğuna davet etmesiyle sizi karanlıklardan (yani şirk ve küfrün her çeşidinden) imana, nura çıkarsın!
10. ayetin basındaki «ma» edatı istifham içindir. Yani Allah yolunda infak etmekten sizi hangi şey menediyor? Sizi Rabbinize yaklaştıracak konularda size hangi şey engel olmaktadır? Halbuki siz öleceksiniz, mallarınızı miras olarak başkasına bırakacaksınız. O malların sonuncusu da Cenab-ı Hak'kadır. Yani Cenab-ı Hak bu ayette, infak etmekten kaçman müminleri kınamaktadır.
10. ayette bahsedilen fetihten maksat müfessirlerin çoğuna göre Mekke fethidir. Sabi ve Zühri ise «Hudeybiye fethidir» de-mişlerdir. Katade «İki savaş vardır, biri diğerinden üstündür. îki nafaka vardır, bunların biri diğerinden daha üstündür» demiştir: Mekke fethinden önce savaşmak ve nafaka vermek, Allah yolun-da infak etmek, harcamak; fetihten sonra yapılan savaştan ve infak etmekten daha üstündür. Yani sizden fethi Mekke'den önce infak edip savaşanlar ile fethi Mekke'den sonra infak edip savaşanlar eşit olamazlar. Mekke fethinden Önceki infak niçin daha yücedir? Çünkü insanlar ona muhtaçtırlar, iman zafiyeti vardı, înfak edenlere bu iş gayet ağır geliyordu. Sevaplar da yorgunluk nisbetindedir.
«Allah hepsine en güzel mükâfatı va'detmiştir»; yani fetihten önce Allah yolunda infak edenlere ve savaşanlara da fetihten sonra gelenlere de Allah cenneti va'detmiştir. Fakat cennetteki dereceleri değişiktir. Kimisi üstün dereceye sahiptir, kimi de biraz daha aşağı bir derecededir.
«Kimdir o Allah'a güzel borç veren?» ayetinin tefsiri Bakara Suresi'nde geçmişti. Araplar her güzel fiili işleyen adam için «O borç verdi» derler. Buna borç denilmesinin nedeni borcun bedelinin gelecek zamanda alınmak üzere verilmesidir. Bu da öyledir. Dünyada veren ahirette veya dünyada alır. Yani Allah yolunda infak eden kimseye Cenab-ı Hak kat kat verir. [6]
12- (Ey Rasûlüm!) O gün mümin erkekleri ve mümin kadınları önlerinde ve sağlarında nurları koşarken görürsün. «Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalacağınız, altından ırmaklar akan cennetlerdirı» denir onlara. İşte büyük kurtuluş ve zafer budur!
13- O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar iman edenlere: «Bize bakın (veya bizi bekleyin)! Nurunuzdan bir parça ışık alalım.» diyeceklerdir. (Onlara) «Arkanıza dönün de orada nur arayın» denilir. Nihayet onların arasına kapılı bir duvar çekilmiştir. Onun içinde rahmet, dışında da azap vardır!
14- Onlar (münafıklar) cennet ehline «Biz sizinle beraber değil miydik?» diye seslenirler. Müminler «Evet, ama siz kendi canınızı yaktınız, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan sizi Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı» derler.
15- İşte bugün ne sizden ne de küfür edenlerden hiçbir fidye alınmayacaktır. Yeriniz ise ateştir. O size yaraşandır. Ne kötü bir uğraktır o!
16- İman edenler için Allah'ı ve haktan inmiş olanı anmak için kalplerinin yumuşama zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçen ve bundan ötürü de kalpleri katı la şan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu f asıklardır!
17- Bilin ki Allah Ölümünden sonra yeri canlandırır. Aklınız ersin diye size ayetleri açıkladık.
18- Sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir borç ile borç verenler yok mu? İşte onlara verdikleri kat kat Ödenir. Onlar için gayet iyi bir mükâfat vardır. [7]
(12-18) «(Ey Rasûlüm!) O gün mümin erkekleri ve...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Müminlerin nurunun sayedilmesi»nden maksat, Hasan Bas-ri'ye göre, köprüyü geçmeleridir. O, nurdan maksat, içinde yürüdükleri ziyadır. O, nur onların Önlerinde ve sağlarındadır. Dahhak «Onların yollan hidayetleridir. Sağlarından maksat da kitapları, dır» demiş ve Taberi de bu görüşe katılmıştır. Yani onların imanları ve salih amelleri önlerinde yürür, sağ ellerinde de amel defterleri vardır. Bazı kıraat alimleri «Eyman» lâfzım «iman» şeklinde okumuştur. Bu takdirde küfrün zıddı olan iman kastedli-mektedir!
«Bugün müjdeniz cennetlere girmektir» cümlesi Allah tarafından cennet ehline söylenmiş sözdür. «Umuruna» fiili intizar mânâsım taşıyan nezr kökünden gelmektedir. Yani bize biraz mühlet verin, bekleyin ki sizin nurunuzdan iktibas edelim!
İbn Abbas ve Ebu Umame der ki: «Kıyamet Günü'nde insanları bir zulmet kaplar» Maverdi «Bu zulmetin kaplaması hüküm verildikten sonradır» diyor. Sonra o insanlara bir nur verilir, o nurun ışığında yürürler. Müfessirler «Allah müminlere Kıyamet Günü'nde amelleri nisbetinde nur verecektir. O nurla sıratın üzerinden geçeceklerdir. Münafıklara da nur verilir, fakat bu onları aldatmak içindir. Çünkü Cenab-ı Hak «O onları aldatıyor» buyurmuştur» demişlerdir.
«Onun batınında rahmet vardır»; yani müminler tarafında rahmet vardır, cennet vardır!
«El-Emani» kelimeisi bâtıllar mânâsını ifade eder. Bazılarına göre, «Tülü Emel» demektir. Bazıları «Onların dünyada müminler zayıf düşsünler faşlarına felaket gelsin şeklindeki temennileridir» demiştir. Katade «El-Emani burada şeytanın aldatmasıdır» der. Bazıları- da «El-Emani'den maksat dünyadır» demişlerdir.
«Allah'ın e?nn»nden maksat ölümdür veya peygamberine yardım etmesidir. Katade «Allah'ın emrinden maksat onları ateşe atmaktır» demiştir.
«ELGarur»dan maksat şeytandır. Bazılarına göre dünyadır. Ganır kelimesi mübalağa sigası olarak geliyor. Çünkü dünyanın veya şeytanın çok aldatması vardır!
Bazı kıraat alimleri kelimeyi «eUGurur» şeklinde okumuşlardır ki o zaman bâtıllar demektir.
15. ayet ile Cenab-ı Hak münafıkların ve kâfirlerin kurtuluş ümidlerini tamamen yıkıyor; böyle bir imkân olmayacaktır, diyor. Yani sizden herhangi bir bedel, herhangi bir ivaz veya başka bir nefsi kendi yerine feda etmek gibi hiçbir şey kabul edilmez.
«O sizin mevlanızdır1»; yani sizin için ateş en uygunudur. Bir şeyden ayrılmayan nesnelere o şeyin mevlasıdır denilir. Onun için «Azap sizin mevlanızdır» denilmiştir. [8]
Rivayete göre Ashab-ı Kiram Medine'ye yerleştiklerinde aralarında çokça espri yapıyor ve gülüyorlardı. Bunun üzerine 16. ayet nazil oldu. Bu ayet inçliğinde Hz. Peygamber sahabilere «Allah sizin huşun geciktirmenizi haber veriyor» dedi. Onlar da «Biz korktuk ya Rasûlullah» dediler. Bazıları da «Bu ayet hicretten bir sene sonra münafıklar hakkında nazil olmuştur» demiştir. Çünkü münafıklar Selmani Farisî'den kendilerine Tevrat'ın acaibliklerinden bahsetmesini istediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Elif, Lam, Ra. Bunlar apaçık kitabîn ayetleridir. Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ki anlayasımz. Biz bu Kur'an'z vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen ondan Önce bunları bilmeyenlerden idin» (Yusuf: 1, 2, 3) buyurdu. Böylece Cenab-ı Hak onla-ra bu kıssanın diğerlerinden daha güzel ve yararlı olduğunu haber verince onlar Hz. Selman'm yakasını bıraktılar. Bir zaman sonra yine aynı talepte bulundular. O zaman da Cenab-ı Hak «İman edenler için kalbleri Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı saygı duyacakları vakit hâlâ gelmedi mi?» ayetini indirdi. İşte bu tevile göre iman edenlerden maksat aleniyette dil ile iman edenlerdir.
Süddi ayeti «Zahirde iman edenler kalbinde küfrü saklayanlardır» şeklinde yorumlamıştır. Bazıları «Bu ayetler müminler hakkında nazil olmuştur» demiştir.
18. ayet insanları sadaka vermeye teşvik etmektedir. Hasan Basrî «Kur'an'da gelen karzı hasenden maksat, farz olmayan sadakalardır» demiştir. Bazıları «İster sadaka, ister başka cinsten olan salih amellerdir» demiştir.
Rivayete göre Ashab-i Kiram Medine'ye yerleştiklerinde aralarında çokça espri yapıyor ve gülüyorlardı. Bunun üzerine 16. ayet nazil oldu. Bu ayet indiğinde Hz. Peygamber sahabilere «Allah sizin huşuu geciktirmenizi haber veriyor» dedi. Onlar da «Biz korktuk ya Rasûlullah» dediler. Bazıları da «Bu ayet hicretten bir sene sonra münafıklar hakkında nazil olmuştur» demiştir. Çünkü münafıklar Selmani Farisî'den kendilerine Tevrat'ın acaibliklerinden bahsetmesini istediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Elif, Lam, Ra. Bunlar apaçık kitabın ayetleridir. Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ki anlamasınız. Biz bu Kur'an'ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelim anlatıyoruz. Sen ondan önce bunları bilmeyenlerden, idin» (Yusuf: l, 2, 3) buyurdu. Böylece Cenab-ı Hak onlara bu kıssanın diğerlerinden daha güzel ve yararlı olduğunu haber verince onlar Hz. Selman'm yakasını bıraktılar. Bir zaman sonra yine aynı talepte bulundular. O zaman da Cenab-ı Hak «İman edenler için kalbleri Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı saygı duyacakları vakit hâlâ gelmedi mi?» ayetini indirdi. İşte bu tevile göre iman edenlerden maksat aleniyette dil ile iman edenlerdir.
Süddi ayeti «Zahirde iman edenler kalbinde küfrü saklayanlardır» şeklinde yorumlamıştır. Bazıları «Bu ayetler müminler hakkında nazil olmuştur» demiştir.
18. ayet insanları sadaka vermeye teşvik etmektedir. Hasan Basrî «Kur'an'da gelen karzı hasenden maksat, farz olmayan sadakalardır» demiştir. Bazıları «İster sadaka, ister başka cinsten olan salih amellerdin) demiştir. [9]
19- Allah'a ve peygamberlerine inananlarsa, Rablerinin nez-dinde sözü özü gerçek olanlar ve şehitlerdir. Onlann ecri ve aydınlığı vardır. Kâfir olup da ayetlerimizi yalan sayanlar ise, cehennemlik olanlardır.
20- Bilin ki dünya hayatı ancak oyundur, eğlencedir, süstür. Birbiriniz arasında öğünmedir. Mal yığma ve çoluk çocuğu çoğaltma yansıdır. Bu, tıpkı bir yağmur gibidir. Bitirdiği o ekincilerin hoşuna gider. Sonra da kurur. Onu sararmış ve solmuş ve sonra da bir saman kırıntısına dönmüş görürsünüz. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah tarafından bir mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka birşey değildir.
21- Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği yerler ve göğün genişliği gibi olan cennete koşuşun. Bu Allah'a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır. O Allah'ın ihsanıdır. Onu dilediği kimselere verir. Allah büyük bir fazl (ihsan) sahibidir.
22 - Yeryüzünde ve Öz nefsinizde (başınıza gelen) hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmazdan önce o, bir kitapta bulunmasın. Bu Allah için pek kolaydır.
23- Ki elinizden çıkana tasalanmayasmız ve size verdiği ile sevinip şımarmayasımz. Allah kendilerini beğenenleri, övünenleri sevmez.
24 - O Övünenler ki cimrilik edip, insanlara da cimriliği emrederler. Kim (Allah'tan) yüz çevirirse şüphesiz ki Allah zengindir ve hamdedilmeye layıktır. [10]
(19-24) «Allah'a ve peygamberine inananlarsa...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Ayetin başındaki «ellezine» mübtedadır. «Ulaike» ise ikinci mübtedadır. «Hum» üçüncü mübtedadır. «Es-Sıddîkûne ve'ş-Şühe-daü» üçüncü mübtedanın haberidir. O cümle ikinci mübtedanın haberi, onun cümlesi de birinci mübtedanın haberidir. Yani onlar Rablerinin katında onun hükmünde ve ilminde sıddık ve şehitlerin tâ kendileridir. Onlar Allah'ın hükmünde sıddık ve şehitlerin hük-mündedirler. Çünkü onlar evvelâ Peygamber'i tasdik ettiler ve tasdik onların kalbine yerleşti, Allah yolunda savaştılar, şehit olmak istediler. Allah yolunda mücadele edip öldürülen bir kimseye şehit denilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak ve melekleri onun hakkında cennetle şehadet etmektedirler. Bazıları «O ölmemiştir, diridir. Sanki hazırdır» demiştir. Bazıları ise «Çünkü rahmet melekleri daima onun yanına varırlar», bazı kimseler de «O, Allah'ın kendisine va'. dettiği keramet ve lütfü gördüğünden ona şehit denilmiştir» derler.
«Onlar için ecirleri ve nurları vardır» cümlesi'nin «ellezîne» nin ikinci haberi olması muhtemeldir. «Lehum» tabirindeki zamir mevsule racidir. Diğer iki zamir ise sıddık ve şehitlere racidir. Bu ayetten maksat, onların kemâl sıfatlarıyla muttasıf olmalarından dolayı elde ettikleri ecirleri açıklamaktır. «İşte onlar var ya onlar için sıddtklann, şehitlerin ecirleri gibi ecir vardır, nurları gibi nurlar vardır».
«Onlar canimin (ateşin) arkadaşlarıdır» tabirinden maksat, ebediyyen ateşte kalacaklar demektir. Cenab-ı Hak iki grubun halini açıkladıktan sonra kâfir grubun güvendiği dünya halini açıklamaya başladı ve «bilin» tabiriyle ayet devam etti. Bu işaret eder ki onları aldatan, onların güvendikleri dünya çok kıymetsiz nesnelerdendir. Akıl sahipleri böyle şeylere güvenmez ve dayanmazlar. Oyuncaktır, meyvesi yoktur. Yorgunluktan başka bir şey getirmez. Lehivdir, inşam esas hedeflerinden saptırır. Ziynettir, süstür, zati bir şeref getirmez. Soy soplarla iftihar etmektir. Mal ve evlatla başkasına karşı böbürlenmektir. Tıpkı bitkileri (kâfirlerin) ekicilerin de hoşuna giden bir yağmur gibidir.
İbn Mesud «Buradaki kâfirlerden maksat çiftçilerdir» der. Çünkü onlar tohumlan yere serpip toprakla örttükleri için onlara setr ve örtmek mânâsına gelen küffar vasfı verilmiştir. Onlan bütün sınıflar içerisinde zikretmenin nedeni açıktır. Çünfcü yağmur onlarla ilgilidir. Veya bu kâfirlerden imanın zıddı olan küfür kas-tedlimektedir. Yani Allah'ı ve sıfatlarını inkâr edenler. Onların be-tahsis zikredilmesi dünya ziynetlerine herkesten daha fazla daldıkları içindir. Zira mümin bir kimse hayret verici bir iş görse hemen fikri o işten onu icad edenin kudretine doğru kayar. Kâfir ise hoşuna giden bir şey görse fikri orada saplanır, kalır.
«Yelicu» fiili son noktaya kadar hareket eder, vardığı noktaya kadar varır, demektir. Yani yeşillikten sonra kurur, onu yeşil gördükten sonra sararmış görürsün.
«Hutam» kelimesi parçalanmış, kırılmış, hurdahaş olmuş demektir. Bu ayet, uzun seneler dünyada mevcut olanın hepsini bir tek yağmurla meydana gelen, şiddetle, süratle yok olup giden bir bitkiye benzetme mânâsını kapsadığından dolayı onun zevalinin süratli olduğunu, izmihlalinin çok yakın bulunduğunu dile getirmektedir. Cenab-ı Hak, iman edenler ondan kaçsın, ona dalmaktan sakınsılar diye Önce dünyanın hakir olduğunu ortaya koymuştur. Sonra da ahiretin şanının yüceliğine, oradaki lezzet ve elemlerin çok büyük olduğuna işaret etti ki onun daimi ve bitmez-tü-kenmez nimetini elde etmek için insanlar çalışsınlar, onun elem verici azabından korunmak için de sakınsınlar. Cenab-ı Hak önce azabı Öne alarak buyurdu: Ahirette şiddetli bir azap vardır. Çünkü o, hali belirtilen dünya hayatına dalan kimselerin akıbetidir. Bir de yüce bir mağfiret vardır orada, yüce bir nzık, ndvan vardır. Bunun takdirini ancak AUah yaparî
Cenab-ı Hak şiddetli azap karşısında iki nimeti zikretti. Bu da rahmetin galip olduğuna işaret eder. Yani ahirette ya şiddetli azap veya mağfiret vardır.
«Dünya hayatî gurur metaldir» cümlesi daha Önceki mânâyı tekid etmektedir. Yani kâfiri aldatır. Mümine gelince, dünya onun için cennete götüren bir metadır.
«Rabbinizden olan bir mağfirete koşuşun»; Yani salih ameller yapmak suretiyle Rabbinizden gelen mağfireti elde etmeye çalışın veya tevbe ile bu koşmayı yapın. Çünkü tevbe mağfirete götürür. (Bu yorum Kelbi'den gelmektedir).
«Genişliği gök ve yerin genişliği gibi olan bîr cennete koşuşun». Yani yer ve gökler parça parça birbirlerine eklenirse onlarm genişliği kadar bir cennet olur.
«Hiddet» fiili hazırlanmış demektir. Bu ayet cennetin elan mevcut olduğunun delilidir. Çünkü Cenab-ı Hak mazi sığasını kullanıyor: Hazırlanmıştır. Tevil etmek de zahirin hilafıdır. Zaten Kur'an'in zahiri buna delâlet eder, tevile ihtiyaç yoktur.
Aynı zamanda bu ayet sadece imanın cennete götürmeye kâfi olduğu hükmünü de getirmektedir. Çünkü iman burada tek olarak zikredilmiştir, «Amel ba harfiyle tadiye edilmiş ifnana dahil dır» hükmü kabul edilmez. Kelamcılar böyle söylemişlerdir.
«Ancak bir kitapta'dır» tabirinden maksat, Levh'il-Mahfuz'da sabit ve yazılıdır veya Allah'ın ilmindedir, demektir. «Berae» fiili yaratmak mânâsım ifade eder. «Nebraeha»da,k.i zamir, İbn Abbas, Katade ve Hasan'm rivayetine göre kendilerine racidir. Bazıları da «Yer mânâsına gelen arz kelimesine racidir» demişlerdir.
Mehdevi «Zamir bütün bunlara raci olabilir» diyor. Bir grup da «Her ne kadar mahlûkatın bahsi ayette geçmemişse de mahlû-kata racidir» demiştir.
22. ayet «Hadiseler vukubulmazdan önce Allah'ın malumu de* ğildir» diyen Hişam bin Hakem'in iddiasını reddetmektedir. El-îk-lil'de «Bu ayette kaderiyecilerin reddi de vardır. Aynı zamanda bu, merfu bir hadiste de gelmiştir» denilmektedir.
23. ayette yasaklanan hüzünden maksat aşınsidır. Yani insanı çileden çıkaran ve ona adeta kaza ve kadere karşı gelmek gibi bir durum veren üzüntüdür. Yasaklanan sevinme de inşam şükrü eda etmekten uzaklaştıran ve tuğyan haline getiren bir sevgidir. Yok. sa insanın tabiatında bulunan ve Allah'ın emrine teslim olmakla beraber olan üzüntü, Allah'ın nimetlerine karşı duyulan sevgi ve onlan şükürle karşılamak gibi hususlarda bir beis yoktur.
«MuhtaU elindeki dünyalıkla böbürlenen demektir. «Fehur» da o dünyalıkla insanlara karşı fahr, gurur taslayan demektir.
24. ayet «muhtal» kelimesini tefsir etmektedir: «Onlar hem kendileri cimrilik yaparlar ve hem de halka cimrilik yapmalarını emrederler». Bu emir hakiki veya mecazi bir emir de olabilir. Zira onlar önder idiler, halka sanki bu hususları emrediyorlarmış gibidirler.
Said bin Cübeyr «İlimle cimrilik yapıp halka da cimrilik yapmayı emredenden maksat kendisi öğretmediği gibi başkalarına da öğretilmemesini emreden kişidir» demiştir.
Zeyd bin Eşlem «Burada Allah'ın hakkını yerine getirmekteki cimrilik kastedilmektedir» demiştir. Bazıları da «Burada sadaka ve haklar hususundaki cimrilik kastedilmektedir» demiştir. Tavus ise «Elindekinde bahillik yapmakdır» dedi. Bu üç görüş de birbirlerine yakındır.
Gönül erbabı cimrilik ile cömertlik arasında iki alameti farika getirmişlerdir. Biri; cimri o kimsedir ki vermemekle lezzet alır. Cömert o kimsedir ki vermekle lezzet alır. İkincisi, cimri o kimsedir ki istenildiği zaman verir. Cömert o kimsedir ki istenilmeden verir. [11]
25- Andolsun ki biz peygamberlerimizi apaçık beyyineler (deliller) ile gönderdik. İnsanlar adalet ve insaf ile hareket etsinler diye onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Demiri son derece sert, mukavemetli ve insanlara çok faydalı olmak üzere indirdik (yarattık). Bu, Allah kendisine (dinine) ve peygamberlerine gaybte yardım edenleri bilsin diyedir. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir ve yegâne galiptir.
26- Andolsun ki biz Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik. Nübüvveti ve Kitabı ikisinin zürriyetlerine verdik. Onların içinde doğru yolu bulanlar vardı. Fakat çoğu haddi aşmış azgınlardı.
27- Sonra arkalarından peşpeşe peygamberlerimizi gönderdik. Arkalarından Meryem'in oğlu İsa'yı da gönderdik ve ona İncil'i verdik. Kendisine bağlı olanların kalplerine ince bir duygu ve merhamet ihsan ettik. Ruhbanlığa gelince, biz onu onlara farz-etmedik. Onu kendileri Allah'ı hoşnud etmek için ortaya çıkardılar. Durum böyle iken ona da hakkıyla riayet etmediler. Onlardan iman edenlere ecirlerini verdik. Çokları ise fasıktırlar.
28- Ey iman edenler! Allah'tan (azabından) korkunuz. Ve peygamberine iman ediniz ki size rahmetinden iki kat nasip versin ve size bir nur ihsan etsin ki onunla yürüyesiniz. Hem de sizi bağışlasın. Allah çokça bağışlayandır, çokça merhamet edendir.
29- Kitap ehli olanlar şunu bilsinler ki Allah'ın inayetinden bir şeyi geri vermeye onlann gücü yetmez. Şüphesiz ki fazilet Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah büyük fazilet sahibidir. [12]
(25-29) «Andolsun ki biz peygamberlerimizi...»
Bu Ayetlerin Tefsiri
Ayetin zahirinden anlaşıldığuıa göre bütün peygamberler Ademoğullan'ndan gelmiştir. «Beyyinat»tan maksat, daha önce de geçtiği gibi, hüccet ve mucizelerdir. «El-Kitab»ta.n maksat, kitapların cinsidir. Tevrat, İncil, Zebur, Kur'an ve diğer inen kitapları kapsamaktadır. «Mizan» insanlar arasında bilinmekte olan terazidir. (Bu, İbn Zeyd ve bir grup alimin yorumudur). Mizan'in indirilmesinden maksat onun sebeplerini indirmek ve halka onu öğrenin diye verilen emirdir. İnsanların adaletle kaim olmaları, kitapların ve mizanların indirilmesinin nedenidir ve bu ibarenin mânâsı adalet yapmaları demektir. Muamelat işlerinde mizanı kullanmak suretiyle müsavatı gözetmektir. [13]
«Demiri indirdik» ifadesinden maksat, Hasan Basri'ye göre «onu yarattık» demektir. Zira Cenab-ı Hak «Enzele» sigasını Zü-mer Suresinin 6. ayetinde yarattık mânâsında kullanmıştır. Bu bir şeyi kendisinden ayrılmayan lazımiyla tefsir etmektir. Zira her mahlûk Levh'il-Mahfuz'da sabit olduğu için indirilmiş sayılır.
Kutrab «Enzele siyası burada «Hazırladık. Size bir ikram olarafc verdik» demektir. Misafire ikram mânâsına gelen nüzul fcö. künden gelir» demiştir.
«Onda şiddetli bir azap vardır». Zira harpte kullanılan bütün aletler demirden yapılmıştır. Bu ayet gerek kitabın gerekse miza-nın kılıçla onları icra edene muhtaç olduğuna işaret etmektedir. Evet, adaletle hükmetmek kılıçla kaim olmaya bağlıdır. Zira nefislerin adeti zulmetmektir.
«İnsanlar için demirde yararlar da vardır», yani insanlar maişetlerinde demire muhtaçtırlar. Kürek, kazma, tırmık, araba, makas, bıçak, balta, keser gibi hayatın gerekleri olan aletler demirden yapılmaktadır. Hiçbir alet yoktur ki demirden olmasın veya onu yapan, meydana getiren fabrika demirden olmasın. Bu cümle de delâlet eder ki adaleti yerine getiren kılıç sahibine ihtiyaç olduğu gibi, onda kullanılan maddelere de ihtiyaç vardır. Ve o maddeleri meydana getiren mühendis, işçi ve mütehassıs kişilere de ihtiyaç vardır. Böylece muhtaç olduğumuz medeniyet tam manasıyla ta-hakkuk etmiş olur.
«Demiri indirdik ki Allah kimin gaybta Allah'a ve Rasûllerine yardım edeceğini bilsin» cümlesi mukadder bir cümlenin üzerine atfedilmektedir. Yani onlara yarar versin!
«Kesinlikle Allah kuvvet sahibidir ve galiptir.» cümlesi, insan-ların cihad ve savaşla mükellef kılınmalarının, Allah'ın onlann yardımlarına ihtiyaç duyduğundan ileri gelmediğine işaret etmektedir. Allah insanlara cihad teklifini, kendi dinini izhar ve dinine yardım etsinler diye yüklememiştir. Ancak Cenab-ı Hak demiri, insanlar ondan yararlansın, cihad emrini yerine getirerek emre itaat etmenin sevabına ersinler diye yaratmıştır. Çünkü Allah, sahip bulunduğu kudret ve izzetiyle her türlü yardıma ihtiyaç duymaktan yücedir, hiçbir şeye muhtaç değildir.
Zemahşeri «Peygamberlerden maksat meleklerden olan elçilerdir» diyor. Onları biz peygamberlere gönderdik anlamındadır Beyyinat'tan maksat da mucizelerdir. Zira melekler ve mucizeler de tıpkı hüccetlerle gönderildiği gibi gönderilirler ki onlann mucize olduğunu haber versinler. [14]
«Teraziyi/mizam indirdik» sözündeki teraziden kastedilen ,ha-kiki mânâdır. Zira rivayete göre Cebrail teraziyi indirdi, onu Hz. Nuh'a verdi ve «Kammine emret, bununla tartsınlar» dedi. Fakat birçok alim «Teraziyi indirdik» sözünü adaletle tefsir etmişlerdir.
«Nuh ve İbrahim'in zürriyetinde kılınan kitapaton maksat, îbn Abbas'a göre kalemle yazmaktır. Cenab-ı Hak, Hz. Nuh ve Hz. ibrahim'den sonra Hz. İsa'ya gelinceye kadar peygamber gönderdi. Hz. İsa'nın etbaının kalbine kılınan rafet ve rahmetten maksat, onlann birbirlerine şefkat göstermeleri, merhamet etmeleridir. Bunun benzeri tıpkı Rasûlullah'm ashabı hakkında da gelmiştir, Onlar aralarında birbirlerine merhamet ederlerdi. Meşhur görüşe göre rafet, rahmetin kendisidi. Fakat bazı alimler «İki kelime aynı anda kullanıldığı takdirde rafeVten maksat şerri defeden nesnedir. Rahmet'ten maksat da yararı celbeden nesnedir» demiştir. Bunun için çoğu yerde rafet, rahmetten önce gelmiştir. Çünkü şerri defetmek yararı celbetmekten daha mühimdir.
«Ruhbaniyet» mübalağalı bir şekilde ibadete dalmak, riyazet çekmek, halktan uzaklaşmaktır. Bunun esas mânâsı ruhbana nis-bet edilen fiü demektir. Ruhban ise Allah'tan korkan kişidir. Yani biz İsa'nın etbaının kalbinde rafet ve rahmeti yarattık. Bir de onlar tarafından icad edilen ruhbanlık sevgisi yarattık!
Cenab-i Hak kullann fiillerini kılan, yani yaratandır. Fakat o fiillerin kâsibi kullardır. «Allah'ın rızasını kazanmak için onu kendileri icad ettiler» cümlesindeki istisna, munkatıdır. Yani biz onu onların boynuna re'sen farz kılmadık. Onlar onu kendiliklerinden icad ettiler ve Allah'ın rızasını elde etmek için de onu nefisleri için lüzumlu kıldılar. Fakat onu gereği gibi koruyamadılar. Nezir gibi Allah'la yapılan bir and olmak hasebiyle onu gözetmeleri vacibti. Fakat bunu yapmadıkları için yerilmektedirler. Bu ayetle bir kimse herhangi bir nafile ibadeti adet edinirse onu bırakmak kendisi için mekruh olur şeklinde istidlal edilmiştir.
{<Onlarâan iman edenler»den maksat, sıhhatli bir şekilde iman edenlerdir. O kimseler Rasûlullah'm dönemine yetiştiler ve ona iman ettiler. Yani biz onlardan sıhhatli bir imana sahip olanlara ve ruhbanlıklarını gözetenlere ecirlerini verdik. Yani onlara mahsus olan ücretlerini verdik. Bu hem önce onların yaptıklarına karşılık olarak verilen ücrettir, hem de Rasûlullah'a iman etmelerine karşılık olarak verilen ücrettir. Burada onlardan peygamberlik zamanına kadar ruhbanlığı gözeten, fakat Peygamber'e iman etme-yen kimseler kastedilmemektedir. Zira Peygamber'e iman etme-dikten sonra onun ruhbanlığı manasızdır ve katıksız bir küfürdür.
Zeccac «Onu gereği gibi gözetmediler» ayeti hakkında «Bu, iki kısma ayrılır» demiştir.
1- Nefislerine gerekli kıldıkları ruhbanlıkta kusurludurlar.
2- Rasûlullah peygamber olarak geldikten sonra iman etmeleri gerekirdi. İman etmedikleri takdirde Allah'ın taatini ter-ketmiş olurlar ve ruhbanlığı da gözetmiş sayılmazlar. Çünkü Ce-nab-ı Hak «Biz onları iman edenlere verdik» diyor. «İman edenleri» de Rasûlullah'm zamanına yetişen ve ona iman edenler şeklinde tefsir etmek en uygunudur.
«Onlardan birçoğu fasıkttrlar» tabiri Rasûlullah'a iman etmeyenler için kullanılmıştır.
Hakim ve Beyhaki, îbn Mesud'dan şöyle rivayet ederler:
«Bizden Öncekiler yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Yetmişikî f%u kadan üçü kurtuldu, diğerleri helak oldu»:
1- Bir grup krallara karşı çıktı. Allah'ın dini, İsa ibn Mer-yem'in dini için onlarla savaştılar.
2 - Bir grup krallara savaş açma gücüne sahip değildi. Milletlerinin arasında durdular, onları Allah'ın dinine, İsa'nın dinine davet ettiler. Krallar onları öldürdü, kimi de biçkilerle biçildi.
3- Bir grup da krallarla mücadele gücüne sahip olmadığı gibi kavminin arasında da durmadı. Dağlarda seyahat ettiler ve oralarda ruhbanlık yaptılar.
İşte «ihdas ettikleri ruhbanlığı biz onlara yazmamıştık. Yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için onu kendileri icad etmiştir. Fakat onu gereği gibi de yapamadılar. Biz de onların iman edenlerine mükâfatlarını verdik. Onlar bana iman eden ve beni tasdik edenlerdir. Onların çoğu fasıkttrlar» cümlesinde sözkonusu edilenler Hz. Muhammed'i inkâr eden kimselerdir!
Bu rivayet, Zeccac tarafından güzel görünen yorumu desteklemektedir. Bu rivayette onların ruhbanlığı icad etmelerinin sebebi de belirtilmektedir. Bu ayette mutlak mânâda bidati zemmetmek diye bir şey bahis konusu değildir. Ayetin zahirinin de delâlet ettiği gibi, iltizam edilen bir şeyi gözetmemeleri, ona riayet etmemeleri zemmedilmektedir.
«Rahmetten olan iki kifil»den maksat, (Ebu Musa el-Eş'ari'nın ifade buyurduğu gibi) iki kat demektir ve bu kelime Habeş dilinden gelmiştir. Başka alimler de «İki nasib manasınadır» demiş, lerdir. Ayetten maksat, onlara iki ecir verilecektir. Onlar da ehli kitaptan iman eden kimselerdir. Sanki şöyle deniliyor: Allah'ın size va'dettiği size gelecektir. O da ehli kitaptan kim iman ederse ona iki ecir verilecektir. Zira siz geçmiş peygamberlere ve peygamberlerin sonuncusuna da iman etmekle onlar gibisiniz. Peygamber arasında herhangibir tefrik yapmazsınız.
Ragıb «Kifl kişiye yetecek derecedeki payıdır» der. Sanki bu pay kişinin durumunu tekeffül etmiştir. Allah tarafından teşvik ve tergib edilen iki pay, «Ey Rabbimiz! Dünyada da, aîdrette de bize hasene ver» ayetinin mânâsıdır.
29. ayetin hülâsası şudur: «Sisin kitabınıza bizden iman eden kimse için iki ecir vardır. Ve bizden sizin kitabınıza iman etmeyene de sizin ecirleriniz gibi bir ecir vardır» diyen ehli kitap bilsin ki onlar Allah'ın fazlından ne iki ecre ne de başkasına nail olamayacaklar, Hz. Muhammed'e iman etmedikçe onu elde etme imkânı onlara verilmeyecektir.
Bazıları «Kişi Hıristiyanlıktan Önce şeriat getiren peygambe-rine iman ettiğinden dolayı sevap alır. Şeriatın neshedilmesi buna bir engel teşkil etmez. Çünkü her peygambere iman etmek farzdır, isterse şeriatı neshedilsin, isterse nesh edilmesin» demişlerdir. [15]
HADİD SURESÎ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/616.
[2] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 17, sh: 235
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/617-619.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/621.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/622.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/622-625.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/627.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/628-629.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/630.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/7.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/8-12.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/14.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/15.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/15-17.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/17-20.