HADID SURESİ 2

Takdim.. 2

İsmi 2

Kelimelerin İzahı 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 7

Kelimelerin İzahı 7

Nüzul Sebebi 7

Âyetlerin Tefsiri 7

Edebî Sanatlar. 11

 


HADID SURESİ

 

Medine'de inmiştir. 29 âyettir.

 

Takdim

 

Bu mübarek sûre, Medine'de inen sûrelerdendir. Bu sûreler yaşama, eğitim ve yönlendirmeye önem verir. İslam toplumunun yapısını saf inanç, güzel ahlak ve hikmetli kanun koyma esasına göre kurar.

Bu mübarek Hadîd sûresi üç ana konuyu ele alır. Bunlar:

1. Kâinatın tümü Yüce Allah'ındır. Onu yaratan, yoktan meydana ge­tiren ve onda dilediği gibi tasarrufta bulunan Yüce Allah'tır.

2. Allah'ın dinini güçlendirmek ve İslam nurunu yüceltmek için mal ve canı feda etmenin gerekliliği.

3. İnsanın dünyaya aldanmaması için, içindeki aldatıcı süs ve batıl şeyler ile birlikte dünyanın hakikatini tasvir etmek.

Bu mübarek sûre, Yüce Yaratıcının büyüklüğünden söz ederek başlar ki ağaç, taş, toprak, insan, hayvan ve cansız varlık olarak kainatta ne varsa, hepsi O'nu teşbih eder. Bunların hepsi O'nun büyüklüğünü ikrar ve birliğine şahitlik eder.

Bundan sonra sûre, Yüce Allah'ın güzel sıfatlarını ve yüce isimlerini anlatır: O, başlangıcı olmayan, nihayeti olmayan Son'dur. Mahluk atındaki alâmetlerle Zâhir'dir. Hakikatinin künhünü kimsenin bilemeyeceği Bâtın1 -dır. İnsanı yaratan ve kainatı yöneten O'dur.

Bunun ardından, müslümanları, İslamı aziz kılacak ve şanını yücelte­cek şeyleri Allah yolunda harcamaya, cömertliğe çağıran âyetler gelir. Mü'minin, dünyada mutluluğa, âhirette sevaba nail olması için malı ve ca­niyle cihâd etmesi gerekir.

Bu sûre aynı zamanda, iman edenlerle münafıkları anlatır. Mü'minle-rin nuru önlerinde ve yanlarında koşar. Münafıklar ise, karanlıklarda boca­larlar. Nitekim onlar, dünyada da cehalet ve sapıklık karanlıklarında hay­vanlar gibi yaşarlar.

Bu sûre dünya ve âhiretin hakikatim anlatır ve onları en ince bir şekilde tasvir eder. Dünya yokluk yurdudur, geçicidir, fânidir. İyi gelişen ekine benzer ki, o ekin, yağmurun yağmasıyia kuvvetli biter, sonra sararır, solar, nihayet rüzgârın savuracağı kupkuru çer-çöp haline gelir. Öte yandan âhiret ise, ebedîlik ve kalıcılık yurdudur. Orada yorulma ve meşakkat yok­tur. Ne üzüntü vardır, ne de bedbahtlık.

Bu mübarek sûre, muhterem peygamberlerin gönderilmesindeki gayeyi bildirerek, Yüce Allah'tan korkmayı ve peygamberlerine uymayı emrederek sona erer: [1]

 

İsmi

 

Bu mübarek sûrenin içinde, demir mânâsına gelen hadîd zikredildiği için buna Hadîd Sûresi denildi. Demir savaşta da barışta da insanın gücü, inşaat ve imar faliyetlerinin de malzemesidir. Demirden, büyük köprüler ve yüksek apartmanlar yapılır Zırhlar, kılıçlar ve mızraklar elde edilir. Tank­lar, deniz altılar , ağır toplar yapılır. Daha birçok faydalan vardır. [2]

 

Bismülâhirrahmînirrahîm

1. Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı teş­bih etmektedir. O, azizdir, hakimdir.

2. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O, diriltir, öldürür. O, her şeye gücü yetendir.

3. O ilktir, sondur, zahirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir.

4. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gök­ten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O si­zinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.

5. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Bütün işler ancak O'na döndürülür.

6. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye ka­tar. O, kalblerde olanı bilir.

7. Allah'a ve Resûl'üne îman edin. Sizi halîfe kılıp sarf yetkisi verdiği şeylerden harcayın. Sizden îman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfaat vardır.

8. Peygamber sizi, Rabbinize îman etmeye çağırdı­ğı halde niçin Allah'a inanmıyorsunuz? Halbuki O, siz­den kesin söz almıştı. Eğer inanacaksanız (hemen ina­nın).

9. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için ku­luna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.

10. Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsu­nuz? Halbuki göklerin ve yerin mîrâsı Allah'ındır. El­bette içinizden fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra infak edip savaşanlarla bir değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı   va'detmiştir.  Allah'ın,  yaptıklarınızdan  haberi vardır.

11. Kim Allah'a güzel bir borç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükâfaatı da vardır.

12. Mü'min erkeklerle rnü'min kadınları, önlerin­den ve sağlarından nurları koşarken gördüğün günde, (onlara), "Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde  ebedî kalacağınız  cennetlerdir."   denilir. İşte büyük kurtuluş budur..

13. Münafık erkeklerle münafık kadınların, mü'-minlere, "Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık ala­lım." diyeceği günde kendilerine, "Arkanıza dönün de bir ışık arayın!" denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sûr çekilir.

14. Münafıklar onlara, "Biz sizinle beraber değil miydik?"   diye   seslenirler.   Mü'minler   de   derler   ki, "Evet  ama, siz kendi canınızı yaktınız, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok alda­tan  (şeytan)  sizi, Allah katında bile aldattı.  Nihayet Allah'ın emri gelip çattı!

15. Bugün artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden fidye kabul edilir, varacağınız yer ateştir. O,  sizin yardımcinizdir. Ne kötü bir dönüş yeridir!

 

Kelimelerin İzahı

 

Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tuttu, onu yüceltti ve takdis etti. Aziz, her şeye gücü yeten, kuvvetli demektir.

Evvel, bütün varlıklardan Önce var olan manasınadır.  Âhır, varlıklar yok olduktan sonra kalan demektir. 

Girer

Yükselir.

Zahir; varlığı, yaptıkları ve alâmetleri ile görünen demektir. 

Bâtın, zâtının künhü ile gözlerin görmesinden gizli, görüleme­yen.

Husnâ; güzel sevap yani cennet demektir.

Bizi bekleyin.

Aydınlanalım, yol bulalım.

Sûr, cennet ile cehennem arasındaki engel, perde. Garûr; şeytan ve başkasını aldatan her şey. Bunun ism-i faili vezninde gelir. [3]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Kainatta bulunan insan, hayvan ve bitki­den ne varsa, hepsi Allah'ı yüceltir ve kötü şeylerden uzak tutarlar. Sâvî şöyle der: Teşbih, Yüce Allah'ı, O'na layık olmayan her şeyden, sözle, fiille ve inançla uzak tutmaktır. Bir kimse yerde veya suda gidip uzaklaştığında, denilir. İşte teşbih, bundan alınmıştır. Akıl sahiplerinin teşbihi dil ile, cansız varlıkların teşbihi ise hâl lisanı ile olur. Yani o varlıkların  zatları,  yaratıcılarının,  her türlü noksandan  uzak olduğunu gösterir. Bir görüşe göre, bunların teşbihi de dil iledir. Nitekim   Yüce Allah meâlen, "Ne var ki, siz onların teşbihlerini anlamazsınız"[4]  buyurmuştur.[5]  Hâzin şöyle der: Akıl sahiplerinin teşbihi, Yüce Allah'ı her türlü kötü şey­den ve O'nun azametine layık olmayan şeylerden uzak tutmalarıdır. Konu­şan ve cansız varlıklardan akıl sahibi olmayanların teşbihi hususunda âlim­ler ihtilaf etmişlerdir. Bir görüşe göre, akılsızların teşbihi, yaratıcısına de­lâlet etmesidir. Sanki o, Yüce Allah'ı teşbih ettiğini söylemektedir. Bir gö­rüşe göre de, akılsızların teşbihi, söz iledir: Yüce Allah'ın, "Onu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki, siz onların teşbihlerini (yani sözlerini) anlamazsınız"[6] mealindeki âyeti bunu gösterir. Gerçek şu ki, teş­bih, sadece akıl sahibi ve Allah'ı bilen kimsenin söylediği sözdür. Akılhların dışındakilerin teşbihine gelince, bunların teşbihi iki türlü yorumlanabi­lir: Biri, bu varlıklar Yüce Allah'ın büyüklüğünü ve noksan sıfatlardan uzaklığım  gösterir.  İkincisi, bütün varlıklar toptan Yüce Allah'a boyun eğmiştir.  Yüce Allah, nasıl isterse onlarda tasarruf eder. Eğer teşbihi, "sözle olur" diye yorumlarsak, "Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı teşbih eder" mealindeki âyette teşbih edenlerden maksat, melekler ve Allah'ı bi­len mü'minlerdir. Eğer teşbihi, "manevi teşbih" diye yorumlarsak, bütün gökler ve onlarda bulunan güneş, ay, yıldızlar ve diğerleri; yerlerin her zer­resi  ve  onlarda bulunan  dağlar,  denizler,   ağaçlar,  hayvanlar ve diğer varlıklar... Evet bütün bunlar Yüce Allah'ın büyüklüğünü teşbih eder ve O'na boyun eğerler. Allah bunlarda, istediği gibi tasarrufta bulunur. Eğer; "Bazı sûre başlarında, geçmiş zaman kipiyle "Allah'ı teşbih etti", bazılarında ise Allah'ı teşbih eder" şeklinde geniş zaman kipiyle gelmiştir. Bundan maksat nedir?" denilirse, derim ki: "Bunda, bütün varlık­ların, herhangi bir zamana mahsus olmamak üzere, bütün mahlukların, sü­rekli olarak teşbih ettiğine bir işaret vardır. Hattâ, geçmişte de sürekli ola­rak teşbih ettiğine, gelecekte de sonsuza kadar teşbih edeceğine işaret var­dır.[7] O, işinde üstündür. Hiçbir şey O'nu engelleyemez ve 0'nunla çekişemez. Fiillerinde hikmet sahibidir. Hikmet ve menfaatin gerek­tirdiği şeylerin dışında bir şey yapmaz.

Bundan sonra Yüce Allah büyüklük ve kudretini anlatmak üzere şöyle buyurdu. [8]

 

2. Yüce Allah yarattıklarının mâliki ve onlarda tasarruf edendir. Dilediğine hayat verir, dilediğini öldürür. Kur-tubî şöyle der: Dünyada dirileri öldürür. Âhirette ise, öldükten sonra dirilt­me ve haşri gerçekleştirmek için ölülere hayat verir.[9] O'nun herşeye gücü yeter. Yerde ve gökte hiçbir şey O'nu âciz bırakamaz. "Kadir" lafzı "kadir" in mubâlağasıdır. Çünkü fâîl, mübalağa kalıplanndan­dır. [10]

 

3. O'nun varlığının başlangıcı ve bekâsının sonu yoktur. Varlığım gösteren deliller sayesinde, akıl sahipleri için zahir; gözlerin göremeyeceği, akılların, zâtının künhünü tanıyanı ayacağı şekilde bâtındır.[11] Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sen evvelsin. Senden Önce hiçbir şey yoktur. Sen âhirsin. Senden sonra hiçbir şey yoktur. Sen zahirsin. Senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen bâtınsın. Senin altında hiçbir şey yoktur.'[12] Şeyhzade şöyle der: Zemahşerî "el-Bâtın" kelimesini "duyularla idrak edi­lemeyen" şeklinde tefsir etmiştir. Bu, keyfî bir tefsir olup âhirette Allah'ın görülmesinin mümkün olmayacağına dâir mezhebinin görüşünü te'yîd et­mek üzere söylemiştir. Gerçek şudur ki, Yüce Allah varlığı ile zahir, künhü ile bâtındır. O, ezelî ve ebedî olarak bu iki sıfatı zâtında taşımaktadır.[13]  Yüce Allah, kâinattaki her zerreyi bilendir. Gökte ve yerde hiçbir şey, O'nun bilgisinden uzak kalmaz. [14]

 

4. Gökleri ve yeri altı günde yara­tan O'dur. Onları altı gün kadar bir müddette yarattı. Dileseydi onları göz açıp kapayana kadar bir müddette yaratırdı. Bu, Yüce Allah'ın gücünü ve kudretinin sonsuzluğunu ortaya koymaktır. Nitekim, "Yere gireni bilir" mealindeki  âyet de, hikmetini ve ilminin sonsuzluğunu ortaya koymak içindir. Bir şeye benzetme olmaksızın ve keyfiyeti belirturneden, azametine yakışır bir şekilde Arş'a istiva etti.[15]  Yerin içine giren yağmuru ve ölüleri, ondan çıkarılan maden, bitki ve diğer şeyleri bilir. Gökten inen rızik, melek, rahmet ve azabı bilir. Göğe yükselen melekleri ve salih amelleri de bilir. Nitekim âyet-i kerimede meâlen, "Ona ancak güzel "söz yükselir"[16] buyrulmuştur. Yüce Allah, ilmi ve kuşatmasıyle, herkesle beraberdir. İbn Abbas şöyle der; "Nerede olursanız olun, O sizi bilendir". İbn Kesîr de şöyle der: Karada veya denizde, gece veya gündüz, evlerde ve çöllerde, nerede ve nasıl olursanız olun, Yüce Allah sizi gözetleyici ve amellerinizi görücüdür. Bütün bunlar, aynı derecede O'nun bilgisindedir. Sözünüzü işitir, yerinizi görür, sırlarınızı ve gizli konuşmalarınızı bilir.[17]  Allah kulların işlerini gözetleyen, küçük-büyük herşeyden haberdar olandır. [18]

 

5. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Haşrİ ve neşri isbat için bir hazırlık ve bunu pekiştirmek için Yüce Allah âyeti tekrar etti. Yani Allah gerçek ilahtır. M ah lukat üzerinde istediği gibi tasarruf edendir. Âhirette bütün mahlukatm işleri sadece O'na döne­cektir. O, amellerinin karşılığını onlara verecektir. [19]

 

6. Yüce Allah kâinatta istediği gibi tasarruf eder, hikmeti ve gücüyle gece ve gündüzü döndürür. Bunlardan her-birini diğerine sokar. Bazan geceyi uzatıp gündüzü eksiltir, bazan da aksini yapar. O, sırları, gizli şeyleri ve kalplerden geçen niyet­leri ve gizli düşünceleri bilir. Bu özellikleri taşıyan zâttan başkasına iba­det edilmesi caiz değildir.

Yüce Allah, büyüklüğünü ve gücünü gösteren delilleri anlattıktan sonra, kendisini birlemeyi ve O'na itaati emrederek şöyle buyurdu: [20]

 

7. Allah'ın bir ve Mu-hammed'in,O'nun kulu ve Rasûlü olduğunu tasdik edin. Tasarrufları konu­sunda Allah'ın sizi vekil kıldığı mallardan harcayın. Zira o mallar gerçekte sizin değil, Allah'ındır. İbn Cüzey söyle der: Yani, ellerinizdeki mallar, Allah'ın mallarıdır. Çünkü onları Allah yaratmıştır. Fakat Allah onlardan sizi faydalandırdı ve onların tasarrufu konusunda sizi vekil kıldı. Mallar konusunda siz vekiller durumundasınız. O halde, onlara sahip olanın, har-canmasmı emrettiği yere harcamamazlık etmeyin.[21] Maksat malı Allah yolunda harcamaya teşvik ve dünyadan uzaklaştırmadır. Bunun içindir ki, daha sonra şöyle buyurdu: Sadık bir şekilde iman eden ve Allah rızasını elde etmek için O'nun yolunda harcama yapan kimseler için büyük bir mükâfat yani cennet vardır. Ebussuud şöyle der: Âyette açık vurgular vardır. Şöyle ki: Yüce Allah cümleyi şeklinde isim cümlesi olarak getirdi. ve fiilleri ile, iman ve Allah yolunda harcama tekrar zikredildi. " onlar için vardır" ifadesiyle isnadı tekrarladı. " büyük bir mükâfat" terkibinde "ecir" kelimesini belirsiz olarak getirmek ve "kebir" kelimesiyle de sıfat yapmak suretiyle, mükâfa­tın büyüklüğünü vurguladı.[22]

 

8. Bu, kınama ifade eden bir sorudur. Yani, Allah'a iman etmemeniz konusunda hangi mazeretiniz var?  Oysa ki Peygamber kesin deliller ve kati hüccetlerle sizi Rabbinize ve yaratıcınıza iman etmeye çağırıyor Allah, kendisinin var­lığını gösteren delilleri akıllarınıza yerleştirmek suretiyle sizden kesin söz almıştı.  Ebussuud: "Bu söz alma, delilleri göz önüne dökmek ve onlara daha açıktır. bakma imkânım sağlamak suretiyle olmuştur" der.[23] Hâzin de şöyle der: Sizi Âdem'in belinden çıkardığı ve size, Allah'ın, Rabbiniz olduğunu, O'n-dan başka ilâhınız olmadığını bildirdiği zaman sizden söz aldı. Bir görüşe göre, size akıl vermek ve Peygambere uymaya davet eden hüccet ve delil­leri Önünüze dikmek suretiyle sizden söz aldı.[24] Bu, cevabı zik­redilmemiş bir şart cümlesidir. Yani, her hangi bir zaman içersinde iman edeceksiniz, hüccet ve deliller getirildiği için, şimdi imanın en uygun za­manıdır. Bundan sonra Yüce Allah, iman etmenin gerektiğini gösteren bazı delilleri anlatmak üzere şöyle buyurdu: [25]

 

9. İfadesinde mucize, hükümlerinde açık olan Yüce Kur'ân'ı Muhammed'e (a.s.) indiren O'dur. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah "apaçık âyetler" ile Kur'ân'ı kastediyor. Bir görüşe göre, bundan maksat mucizelerdir. Yani, kendisinde mucizeler olduğu için, Muhammed'e (a.s.) iman etmeniz gerekir. Kur'ân ise, bu mucizelerin en büyüğüdür.[26]  Size, inkâr karanlıklarından iman nuruna çıkarmak için Kur'ân'ı indirdi, Kuşkusuz Allah size karşı çok merhametli, çok şefkatlidir. Zira sizin doğru yolu bulmanız için, size gösterdiği aklî delillerle   yetinmeyip kitaplar indirdi, peygamber gönderdi. [27]

 

10. Sizi, Allah yo­lunda ve Rabbinize yaklaşmanızı sağlayacak hususlarda harcamaktan alı­koyan nedir? Oysa siz ölecek ve mallarınızı geride bırakacaksınız. O mal­lar Allah'a döneceklerdir. Fahreddin Râzî şöyle der: Yanı, şüphesiz siz öle­cek ve mallarınızı başkalarına miras bırakacaksınız. Onları, Allah'a itaat uğrunda  harcasanız   ya!![28] Bu, Allah yolunda harcamaya en etkili bir teşviktir. Mekke'nin fethinden önce, malını Allah yolunda harcayıp Peygamberle (a.s.) birlikte düşmana karşı savaşan ile fetihten sonra Allah yolunda malını harcayan ve savaşan kimse fazilette eşit olmaz. Tefsirciler şöyle der: Fetihten Önce İslamın cihâda ve Allah yolunda harcamaya daha çok ihtiyacı olduğu için, fetihten önceki harcamanın değeri daha büyüktür. Fetihten sonra Yüce Allah İslamı güç­lendirdi, ona yardım edenleri çoğalttı ve insanlar bölük bölük Allah'ın dini­ne girdiler. Onların mükâfatı, Mek­ke fethinden sonra Allah yolunda malını harcayan ve Allah'ın dinini yücelt­mek için savaşanlardan daha büyük ve mevkileri daha yüksektir. Kelbî şöyle der: Bu âyet, Ebubekir (ra) hakkında inmiştir. Zira o, ilk müslüman, malını Allah yolunda harcayan ve Rasulullah (s.a.v)'ı savunan ilk şahıstır.[29] Gerek fetihten önce iman edip malını harcayan, gerekse fetihten sonra iman edip malını harcayanlardan her birine, derece­leri farklı olmakla birlikte, cennet vadetmiştir. Allah, yaptıklarınızı bilen, niyetleriniz ve sırlarınızdan haberdar olan ve onların karşılığım size verecek olandır. Ayette vaad ve tehdit vardır. [30]

 

11. Kim Allah'a güzel bir borç verirse.. Yani kim, Allah rızası için O'nun yolunda malını harcarsa.. Allah, onun harcamasının karşılığını kat kat verir. Bununla beraber onun için değerli büyük bir mükâfat yani cennet vardır. İbn Kesîr şöyle der: Yani onun için güzel bir mükâfat ve büyük bir bağış yani cennet vardır. Bu âyet inince Ensâr'dan Ebuddehdah dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Gerçekten Allah bizden borç mu istiyor?" Rasulullah (s.a.v): "Evet, ey Ebuddehdah" buyurdu. Bunun üzerine O: "Ey Allah'ın Rasulü! Elini bana göster" dedi. Rasulullah elini ona verdi. Ebuddehdah dedi ki: "Ben bağımı Rabbime borç verdim." Ebuddehdah'ın bu bağda 600 hurma ağacı vardı. Hanımı Ümmüd-dehdah ve çoluk çocuğu da bağda İdi. Ebuddehdah gelip "ey Ümmüddehdah!" diye seslendi. Hanımı, "Buyur" diye cevap verdi. Ebuddehdah: "Bağ­dan çık. Ben onu Yüce Rabbime borç verdim" dedi. Karısı: "Ey Ebuddeh­dah! İyi bir alışveriş yapmışsın" dedi ve oradan mal ve çocuklarını alıp çıktı.[31]

Bundan sonra Yüce Allah, itaatkâr mü'minlerden ve onlar sırat üze­rinde iken önlerinde gidecek olan nurdan haber verdi: [32]

 

12. Hatırla o günü ki, o gün, mü'min erkek ve kadınların nurlarının, sırat üzerinde aydınlanmaları için önlerinde ve her taraflarında parladığını görürsün. O gün, mü'minlerin yüzleri de, gece karanlığındaki ayın parlaklığı gibi parlar. Onlara şöyle denilir: Bugün, ebedîlik ve Naîm cennetleri ile sevinin. Onların köşklerinin altından cennet nehirleri akar. Orada ebedî kalacaksınız. dili İşte bu öyle bir kazançtır ki, on­dan öte kazanç yoktur. Çünkü bu, ebedî mutluluk sebebidir. Rivayete göre, her birinin nuru, iman derecesine göredir. Nurları birbirinden farklıdır. Öyleleri vardır ki, nuru, ayağının önünü aydınlatır. Öylesi de vardır ki, nuru bir yanar bir söner.[33] Zemahşerî şöyle der: Bahtiyar kimselerin amel defter­leri önlerinden ve sağ taraflarından verileceği için Yüce Allah,    önlerinden ve sağ yanlarından" buyurdu. Nitekim bedbahtların amel defterleri de sol taraflarından ve arkalarından verilir.[34]

Yüce Allah, kıyamet günü mü'minlerin durumunu açıkladıktan sonra, ardından münafıkların durumunu açıklayarak şöyle buyurdu: [35]

 

13. O gün münafık erkeklerle münafık kadınlar, mü'minlere: "Bizi bekleyin, nurunuz­dan biraz aydınlanalım" derler. Tefsirciler der ki:  Yüce Allah kıyamet gününde  mü'minlere  amellerinin derecesine  göre   bir  nûr  verir.  Sırat üzerinde o nûr sayesinde yürürler. Kâfir ve münafıkları da nursuz bırakır, münafıklar mü'minlerin nurundan aydınlanmak ister. Onlar yürürken Yüce Allah onlara bir rüzgâr ve bir karanlık gönderir de ayak bastıkları yerleri göremeyecek şekilde karanlıkta kalırlar. Bunun üzerine mü'minlere, "Bizi bekleyin de nurunuzdan aydınlanalım" derler. Mü'minler alay edip eğlenerek: "Dünyaya dönün. Bu nurları orada arayın" derler. Ebû Hayyân şöyle der: Mü'minler onların arkalarında nûr olmadığım biliyorlar. Bu, onların ümitlerini kesmek için söylenmiştir.[36] Mü'minlerle münafıklar arasına, bir kapılı bir sûr çekilir. Bu, cennet ehli ile cehennem ehli arasında bir engel teşkil eder. Mü'minlerin tarafını teşkil eden iç yüzünde rahmet, yani cennet vardır. Kâfirlerin tarafını teşkil eden dış yüzünde ise azap yani ateş vardır. İbn Kesîr şöyle der: Bu, kıyamet günü mü'minlerle münafıklar arasını ayırmak için konulan bir sûrdur. Mü'minler oraya varınca, kapısından girer­ler. Mü'minler içeri girdiklerinde kapı kapanır ve münafıklar surun arkasın­da şaşkınlık, karanlık ve azap içinde kalırlar.[37]

 

14. Münafıklar mü'miniere şöyle seslenir: Dünyada sizinle beraber değil miydik? Sizin gibi namaz kılmıyor ve sizin gibi oruç tutmuyor muyduk? Cumaya ve cemaatlere gelmiyor muyduk? Sizinle bir­likte savaşmıyor muyduk?  Mü'minler onlara der ki: Evet, görünüşte bizimle idiniz. Fakat, münafıklık yaparak kendinizi helak ettiniz. Mü'minlerin başına musibetler gelmesini beklediniz. Din hususunla şüphe içinde oldunuz ve boş kuruntular, Allah'ın rahmeti geniştir diye sizi aldattı. Neticede size ölüm geldi ve hilekar şeytan, "Allah affedicidir, kerimdir, size azap et­mez" diyerek sizi aldattı. Katâde şöyle der: Allah onları cehennem ateşine atincaya kadar sürekli olarak şeytanın aldatmasına kapıldılar.[38]  Tefsirciler şöyle der: Garur, şeytandır. Çünkü o insanı aldatır ve tuzağa düşürür. Yüce Allah meâlen, "Ey insanlar! Allah'ın va'di haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın. Şeytan sizin düşmanmızdır. Siz de onu düşman saym"[39]  buyurmuştur. [40]

 

15. Ey münafıklar topluluğu! O zor günde sizden ne bir bedel, ne de bir fidye kabul edilir. Allah'ı ve âyetlerini inkâr eden kâfirlerden de kabul edilmez. Hadiste şöyle buyrul-muştur: Yüce Allah kafire şöyle der: Ne dersin, dünyanın kat kat fazlası se­nin olsa, cehennem azabına karşılık oların hepsini fidye olarak verir miy­din?! Kâfir, "Evet, ya Rabbi!" der. Yüce Allah şöyle buyurur: Sen, baban Âdem'in belinde iken, senden, bundan daha kolayını, yani bana ortak koşmamanı istemiştim de sen, ille de "şirk" diye diretmiştin.[41] Makamınız ve yeriniz cehennem ateşidir. Cehennem yardımcınız ve dayanağmızdir. Ondan başka hiçbir yardımcınız yoktur. Ce­hennem dönülüp varılacak ne kötü bir yerdir. Bu onlarla alay etmektir. Alimlerden biri şöyle demiştir: Mutlu kişi, tamâa aldanmaya ve hileye meyletmeyen kimsedir. Kim uzun emelli olursa, amel etmeyi unutur ve eceli hatırlamaz.[42]

 

16. İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen gerçek  için kalblerinin saygıyla  yumuşaması  zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Kendilerine kitap verilen o kimselerin  üzerinden  uzun zaman  geçti de  kalbleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.

17. Bilin ki Allah, ölümünden sonra yeryüzünü canlandırıyor. Aklınız ersin diye gerçekten, size âyetle­ri açıkladık.

18. Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren ka­dınlara ve Allah'a güzel bir borç verenlere, verdikleri kat kat artırılır ve onlara şerefli bir mükâfaat vardır.

19. Allah'a ve peygamberlerine îman edenler, evet işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfaatları ve nurları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanla­yanlara gelince, onlar da cehennemliklerdir.

20. Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranıza bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olmakla övünmekten ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçilerin de hoşuna giden bir bitki gibi, önce yeşerir sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Âhirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada  Allah'ın mağfireti ve rızâsı vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir maldan başka bir şey değildir.

21. Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygam­berlerine  inananlar  için  hazırlanmış  olup  genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun, İşte bu, Allah'ın lûtfudur ki  onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

22. Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.

23. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasıniz diye (yazmıştır). Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.

24. Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüzçevirirse şüphesiz ki Allah zengin­dir, hamd'e lâyıktır.

25. Andolsun  biz peygamberlerimizi açık  delil­lerle gönderdik ve inşaların adaleti yerine getirmeleri için beraberinde kitabı ve nizâmı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için

faydalar vardır. Bu, Allah'ın dînine ve peygamberleri­ne görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüp­hesiz Allah kuvvetlidir, dâima üstündür.

26. Andolsun ki biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönder­dik, peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan bazıları doğru yoldadır; İçlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.

27. Sonra bunların izinden ardarda peygamber­lerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkaların­dan gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yü­reklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukla­rı ruhbanlığa gelince, onlara onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızâsını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan îman edenlere nıükâfaatlarmı verdik. İçlerinden çoğu da yol­dan çıkmışlardır.

28. Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Peygam-ber'ine inanın ki, O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağış­lasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

29. Böylece Kitab ehli, Allah'ın lûtfundan hiçbir şey  elde edemeyeceklerini  bilsinler. Lütuf bütünüyle Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde münafık ve kâfirlerin dünya hayatına al-dandıklarım anlattıktan sonra burada mü'minlerin onlar gibi veya dünya hayatına aldanarak Ehl-i kitab gibi olmamaları için dikkatlerini çekti. Son­ra dünya hayatı ve onun aldatıcı, yalan metaı için bir misal getirdi. Tak­vanın ve iyi amelin faziletini anlatarak bu mübarek sûreye son verdi. Mü'm inlere, Peygamberin (s.a.v.) gösterdiği doğru yola uymak suretiyle kat kat sevap ve nur kazanma yolunu gösterdi. [43]

 

Kelimelerin İzahı

 

Vakti gelmedi mi? Zamanı geldiğinde, denir. Geniş zamanı kalıbmdadır. Şair şöyle der:

Ey gönül! Benim için cehaleti bırakma zamanı gelmedi mi? Şu görünen ihtiyarlığın bize akıl verme zamanı gelmedi mi?[44] Boyun eğer, yumuşak davranır, Emed, müddet veya zaman demektir.

Kurur. Daha Önce yeşil ve güzel iken, ekin kuruyunca denir.

Hutâm, rüzgârla savrulan kırıntı demektir.

Arkasından gönderdik, kattık.

Kifleyn, nasip mânâsına gelen kelimesinin müsennâsıdır.

İki nasip demektir. [45]

 

Nüzul Sebebi

 

Mü'minler Medine'ye gelince bolluk ve rahata kavuştular. Böylece, yapmakta oldukları bazı konularda gevşek davrandılar. Bunun üzerine azar­landılar. Şu âyet onlar hakkında inmiştir: "İman edenleri, Allah'ı anmak için kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı daha gelmedi mi?" İbn Mes'ûd der ki: Müslüman olmamızla, Yüce Allah'ın bu âyeti indirerek bizi ayıplaması arasında sadece 4 sene vardı".[46]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

16. Allah'ın öğütleri için, mü'minlerin kalplerinin yumuşaması ve incelmesi zamanı gelmedi mi? nen Kur'ân-ı Kerîm âyetlerine karşı kalplerinin incelme vakti gelmedi mi? Onlar daha önce Allah'ın ken­dilerine Tevrat ve İncil'i verdiği yahudi ve hristiyanlar gibi olmasınlar. Onlarla peygamberleri arasında zaman uzadı da kalp­leri katilaştı. Taş gibi oldu veya taştan daha katı hale geldi. İbn Abbas şöyle der: "Kalpleri katılaştTdan maksat şudur: Dünyaya meylettiler ve Kur'ân'm Öğütlerinden yüz çevirdiler. Ebû Hayyân da şöyle der: İyilik ve itaat için hiçbir tepki göstermeyecek şekilde sertleşti.[47] Maksat şudur: Yüce Allah mü'm inleri, ellerinde Kur'ân bulunduğu halde yahudi ve hris­tiyanlar gibi olmaktan sakındırıyor. Zaman uzaymca onların  kalpleri katılaşmıştı. Eh kitabtan çoğu Allah'a itaattan çıkmışlar ve aşırı derecede kalpleri katılaştığı için, dinlerinin ilke ve öğretilerini terketmişlerdir. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah mü'minleri, kendilerinden önce kitabı yüklenmiş olan yahudi ve hristiyanlara benzemekten sakındırdı. Çünkü bunların, peygamberleriyle aralarındaki zaman uzaymca, elleriyle Allah'ın kitabını değiştirdiler, onu arkalarına attılar ve Allah'ı bırakıp ra­hiplerini ve din âlimlerini rablar edindiler. İşte o zaman kalpleri katılaştı. Artık hiç bir öğüdü kabul etmezler, hiç bir vaad ve tehditle kalpleri yumuşamaz.[48]

 

17. Ey mü'minler topluluğu! Bilin ki Allah, çoraklayıp kurumuş yeri yağmurla diriltir. Daha önce kupkuru iken ondan bitkiler çıkarır. Bu, katı kalplerin zikir ve Kur'ân tilâvetiyle dirilti-leceğine dâir bir temsildir. Çorak yerin, bol yağmurla hayat bulmasına benzer. İbn Abbas şöyle der: Allah, daha önce kalpleri katı iken onları yumuşatır ve itaatkâr hale getirir. Aynı şekilde, ölü kalplere de ilim ve hikmetle hayat verir.[49] Ebû Hayyân da şöyle der: Görülüyor ki bu, katılaşmış kalplerin yumuşatılması ve Allah'ın zikrinin onları etkilemesi için bir tem­sildir. Nasıl bol yağmur yeryüzüne tesir eder ve kurumuş olan yer bol ürün vermeye dönerse, aynı şekilde nefret eden kalpler, kendilerinde huşu ve itaatin eseri görülerek dönerler.[50] Birliğimizi ve gücümüzün  sonsuzluğunu gösteren  delilleri   size  açıkladık ki,  Allah'ın Kur'ân'da indirdiklerini düşünesiniz. [51]

 

18. Mallarım, Allah rızası için fakirlere veren ve gönül hoşluğu ile, iyilik ve ihsan yollarında Allah için harcayanlar var ya, Onların sevapları, bire   karşı on yazılarak kat kat verilir. Bundan fazla olarak onlar için bolca güzel sevap yani cennet vardır. Tefsirciler der ki: Kelimesinin aslı idi. İğâm edilerek bu şekli aldı. Karzhasen, gönül hoşluğu ve sami­miyetle fakire sadaka vermektir. Sanki  insan, fakire yaptığı bu iyilikle, Allah'a, âhiret yurdunda karşılığını almaya hak kazanacağı, bir borç vermiş olur. [52]

 

19. Allah'ın varlığını ve birliğini tasdik eden ve peygamberlerine seksiz şüphesiz büyük ve kâmil bir imanla iman edenler var ya, İşte bu sıfatları taşıyanlar, en yüksek mertebeleri birlikte elde edenler yani sıddîklık ve Allah yolunda şehitlik derecelerini kazananlardır. Mücâhid şöyle der: Allah ve peygamberlerine iman eden herkes sıddîk ve şehittir"[53] Âhirette bolca sevap­ları ve önlerinde ve sağ tarafları-nda koşan nurları vardır Allah'ın birliğini inkâr edip âyetlerini yalanlayan­lar... İşte onlar, cehennemde ebedî kalacak olanlardır. Beyzâvî şöyle der:

Bu âyette, cehennemde ebedî kalmanın kâfirlere mahsus olduğuna delil vardır. Şöyle ki, ifadesi, tahsis bildirir. "Cehennem ashâ-" ifadesi, devamlı onunla birlikte olunacağını gösterir. [54]

Yüce Allah, mti'min ve kâfirlerin durumlarını anlattıktan sonra, dün­yanın değersizliğini ve âhiretin mükemmelliğini anlatmak üzere şöyle bu­yurdu: [55]

 

20. Ey muhataplar toplu­luğu! Bilin ki, bu dünya hayatı, çocukların oyun oynayarak kendilerini yor­dukları gibi, insanların kendilerini yorduğu oyundan başka bir şey değildir. Bu dünya hayatı, insanı âhiretten ve Allah'a itaatten alıkoyan bir meşgale; güzel elbise, kıymetli binek ve yüksek evler gibi, kendisiyle câhillerin süs­lendiği bir zinettir. Aynı zamanda soy, sop, mal ve çocuklarla övünmekten ibarettir. Nitekim şair şöyle der:

Görüyorum ki, köşklerin sahipleri öldüklerinde, kabirlerin üstüne kayalarla mezar yapıyorlar. Fakirlere karşı, kabirlerde dahi övünüp iftihar etmekten başka bir şey kabul etmiyorlar.[56]

Dünya hayatı, sadece, mal ve çocukların çokluğu ile Övünmektir. İbn Abbas şöyle der: İnsan, Allah'ı kızdırarak mal toplar. O malla, Allah'ın dostlarına karşı Övünür ve onu Allah'ın kızdığı yerlere har­car. İşte bu, üst üste gelmiş karanlıklardır.[57] Dünya hayatının durumu, bir yere bolca yağan yağmura benzer ki, onun bitirdiği bitki ziraatçıların hoşuna gider. Yeşillenmiş ve güzelleş­miş olan o bitki, sonra kupkuru olur. Daha önce yemyeşil ve parlak iken, da­ha sonra rengini sararmış görürsün. Kuruduktan sonra, artık ufalanır ve rüzgârın savuracağı kırıntı haline gelir. İşte dünyanın durumu da böyledir. Kurtubî şöyle der: Burada "kuffâr"dan maksat, ziraatçilerdir. To­humu Örttükleri için onlara "kuffâr" denilmiştir. Âyetin mânâsı şudur: Dünya hayatı, yağmurun çokluğundan dolayı yeşillendiği için, seyredenle­rin hoşuna giden ekine benzer. Sonra çok geçmeden, hiç olmamış gibi, çer çöp haline gelir. Ziraatçilerin hoşuna gittiği zaman, son derece güzel olduğu zamandır.[58]  Âhiretteki karşılık ise, ya kâfirler için şiddetli azap, veya itaat edenler için, Allah'tan bir ba­ğış ve hoşnutluktur. Değersizliği ve hızla geçmesi hususunda, dünya hayatı, geçici bir meradan başka bir şey değildir. Ona an­cak gafiller ve cahiller aldanır. Sâid b. Cübeyr şöyle der: Dünya, eğer seni âhiret için çalışmaktan alıkoyuyorsa bir aldanma metaı olur. Yok eğer seni, Allah'ın rızasını ve âhireti kazanmaya davet ediyorsa, ne güzel meta ve ne güzel vesiledir.[59]

Yüce Allah, dünyanın değersizliğini ve onun şanının düşüklüğünü, âhiretin büyüklüğünü ve şanının yüceliğini anlattıktan sonra, Allah'ın rızasını elde etmek için yarış yapmaya teşvik etti ki, bu rızaya nail olmak, ebedîlik ve hesap yurdunda sonsuz mutluluğun sebebidir. Yüce Allah buna teşvik ederek şöyle buyurdu: [60]

 

21. Ey İnsanlar! Rabbiniz tarafından bağışlanma­nızı gerektiren iyi amelleri işlemede yarışın. Ebû Hayyan şöyle der: İfade­nin yarışın" lafzıyle gelmesi gösteriyor ki, sanki insanlar, bir yarış meydanında olup, bir gayeye doğru yarışarak koşuyorlar. Yani bağışlanma sebebi olan iman ve iyi amele doğru yarışınız.[61]  Genişliği, toplam olarak yerle birlikte yedi gök kadar olan geniş cen­nete koşun. Süddî şöyle der: Yüce Allah, cennetin genişliğini, yedi kat gök ve yedi kat yerin genişliğine benzetti. Kuşkusuz, uzunluğu genişliğinden daha fazladır. Uzunluğunun, bundan kat kat fazla olduğuna dikkat çekmek için genişliğini söyledi.[62]  Beyzâvî der ki: Genişliği bu kadar olursa uzun­luğunu var sen hesap et.[63] Allah o cenneti, kendisine ve peygamberlerine inanan ve tasdik edenler için hazırlamıştır. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet gösteriyor ki, cennet yaratılmış ve şu anda vardır. Çünkü henüz yaratılmamış olan bir şey, "Hazırlanmıştır" şeklinde nitelenmez. Bu va'dedilen bağışlanma ve cennet, Allah'ın büyük lütfudur. Onu, kullarından dilediğine, mecbur olmadan verir.

Allah, büyük lütuf ve ihsan sahibidir. [64]

 

22. Yer yüzünde meydana gelen kıtlık, deprem, ekinlere gelen âfet, meyvelerin az olması ve kendinizde meydana  gelen  hastalık,   ağrı,   fakirlik  ve  çoluk-çocuğun  ölümü  gibi, başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratıp meydana getirmeden önce Levh-i Mahfûz'da, yazılı bulunmasın. İbn Cüzey şöyle der: Yani bütün işler, ezelde takdir edilmiş ve meydana gelmeden önce Levh-i Mahfûz'da yazılmıştır. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Yüce Allah, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri yaratmadan ellibin sene önce her şeyin kaderim yazmıştır.'[65] Çokluğuna rağmen bunları yapmak, her ne kadar kullara zor gelse de, Allah'a kolay ve basittir. Bundan sonra Yüce Allah, her şeyin kaza ve kader ile meydana gel­diğini bize bildirmesindeki hikmeti açıklamak üzere şöyle buyurdu: [66]

 

23. Yüce Allah bütün bunları Levh-i Mahfûz'da yazdı ki, dünya nimetlerinden elde edemediklerinize üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği dünya nimeti ve süsüyle de şımarmayasmız. Tefsirciler şöyle der: Üzüntüden maksat, ümitsizliğe düşüren üzüntüdür. Sevinçten maksat da, şımarıklığa iten sevinçtir. Bunun içindir ki, İbn Abbas şöyle demiştir: Üzülmeyen ve sevinmeyen hiç kimse yoktur. Fakat mü'min, musîbeti sabır, ganimeti de şükürle karşılar.[67] Yani, kendini­zi helak edecek kadar üzülmeyin; sizi azdırıp şımartacak şekilde de aşırı sevinmeyin. Bunun içindir ki, ariflerden biri şöyle demiştir: Kim, Allah'ın kaderdeki sırrını anlarsa, ona musibetler değersiz gelir.[68] Hz. Ömer (r.a.) der ki: Bana gelen her musibette üç nimet bulmuşumdur: Birincisi, musî-bet, dinim hakkında olmamıştır. İkincisi, olduğundan daha büyük değildir. Üçüncüsü, Allah ona karşılık büyük sevap ve mükâfat verecektir. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurur: "Sabredenleri müjdele. İşte onlar, ken­dilerine bir belâ geldiği zaman, "Biz Allah için varız ve O'na döneceğiz" derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve merhamet onlar içindir. Doğru yo­lu bulanların ta kendileridir onlar"[69] Allah dünya nimetlerinden kendisine lütfettiği şeyler sebebiyle insanlara karşı öğünen ve kibirli ve gururlu davranan hiç kimseyi sevmez.

Bundan sonra Yüce Allah, o yerilen kimselerin niteliklerini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [70]

 

24. Onlar, Allah yolunda harcama husu­sunda cimrice davranan, bununla yetinmeyip insanlara da cimriliği emre­den ve onları tutuculuğa teşvik edenlerdir. Kim, Allah yolunda harcamadan yüz çevirirse, bilinmelidir ki, Allah'ın ona ve harcamasına ihtiyacı yoktur. O, zâtında ve sıfatlarında övgüye layıktır. Şükretmemek O'na zarar vermez. İtaat edenlerin itaatinin da O'na bîr yararı yoktur. Bu âyette tehdit ve uyan vardır. [71]

 

25. Buradaki mahzûf bir yeminin cevabıdır." Yani, Allah'a andolsun ki, peygamberlerimizi kesin delil ve açık mucize­lerle göndermiştik. Peygamberlerle birlikte insanlığı saadete götüren semavî kitaplar gönderdik. İnsanların arasında kendisiyle hükmedilen kanunu indirdik ki, İnsanlar, muamelelerinde hak ve adaletle iş görsünler. Bazı tefsirciler. "Mizan'dan maksat adalettir" der. İbn Zeyd ise, "Tartma ve muamele yapma âletidir" der. Biz demiri de indirip yani yaratıp meydana getirdik. Onda büyük bir güç vardır. Zırh, mızrak, kalkan, tank ve benzeri savaş araçları bundan yapılır, Ayrıca bunda saban demiri, bıçak, balta ve benzeri şeylerin yapılması gibi, insanlar için birçok faydalar vardır. Demirin araç olarak kullanılmadığı hiçbir sanat yoktur. Ebû Hayyân şöyle der: Emirler ve bütün hükümler gökten indirildiği için, Yüce Allah bunların hepsini gökten indirilmiş saydı ve "Demiri yarattık" yerine "indirdik" ifadesini kul­landı. Nitekim bir âyet-i kerimede meâlen, "Sizin için, hayvanlardan sekiz çift indirmiştir"[72] buyurmuştur. Yüce Allah'ın "hadîd" den maksadı, cumhu­ra göre, demir madeninin cinsidir.[73] Cümle, zikredilmeyen gizli bir cümle üzerine atfedilmiştir. Yani, demiri yarattık ki, mü'minler onunla düşmanlarına karşı savaşsın, Allah'ın dinini yücelt­mek için cihâd etsinler ve Allah, peygambere iman etmiş olarak kılıçları, mızrakları ve diğer silahları kullanmak suretiyle, kimin, Allah'ın dinine ve peygamberlerine yardım edeceğini bilsin. İbn Abbas, "Allah'ı görmeden, di­nine yardım edenleri bilsin" manasınadır der.[74]  Kuşkusuz Allah, düşmanlarından bizzat kendisi intikam alabilir. Üstündür, mağlup edilmez. O kendi gücü ve kuvveti sayesinde, hiçbir kimseye muhtaç olmaz. Beyzâvî şöyle der: Yok etmek istediğini yok edecek güce sahiptir. Hiç kimsenin yardımına muhtaç olmayacak derecede güçlüdür. Yüce Allah mü'minlere cihâdı emretti ki, ondan faydalansınlar ve sevap kazansınlar.[75]  İbn Kesîr de şöyle der: Yani, Yüce Allah demiri, kendisine delil getirildik­ten sonra hakkı kabul etmeyip ona karşı inat eden kimseleri yola getirici kıldı. Bunun içindir ki, Rasulullah (s.a.v) Mekke'de onüç sene kaldı. Bu za­man içersinde ona sûreler vahyediliyor, müşriklere hüccet ve delil getiri­yordu. Allah'ın emrine muhalefet edenlere karşı hüccet geldikten sonra, Yüce Allah hicreti meşru kıldı ve mü'minlere kılıçla savaşmayı ve düşma­nın boynunu vurmayı emretti.[76]  İşte bu sebeple Rasulullah (s.a.v) buyurmuş­tur ki: Kıyametten hemen önce, ben. kılıçla gönderildim. Rızkım, mızrağı­mın gölgesi altında kılındı. Emrime karşı çıkanlara da zillet ve alçaklık verildi. Kim bir kavme benzerse, o onlardandır.[77] Bundan sonra Yüce Allah "Şüphesiz Allah, kuvvetlidir, güçlüdür, buyurdu. Yani O, insanlara muhtaç olmadan dilediğine yardım eder. Cihâdı, sadece, insanları birbirleriyle im­tihan etmek için meşru kılmıştır.[78]

 

26. Yüce Allah, önceki âyetlerde peygamberleri gönderdiğini anlattıktan sonra burada, peygamber­lerin şeyhi Nûh (a.s) ile peygamberlerin babası İbrahim (a.s.)'i anlattı. Bu ikisinin soyuna peygamberlik ve semavî kitapları verdiğini açıkladı. Yani, Allah'a andolsun ki, Nûh ve ibrahim'i peygamber olarak gönderdik ve on­ların nesillerine peygamberlik verdik. Nitekim onların soyuna dört büyük kitabı yani Tevrat'ı, Zebur'u, İncil'i ve Kur'ân'ı indirdik. Nûh  (a.s.) ve İbrahim (a.s.)'in şereflerini artırmak ve övülen hatıra ve isimlerini ebedî­leştirmek için Yüce Allah onları özel olarak zikretti. Nûh ve İbrahim'in soyundan, doğru yolu bulanlar vardır. Onların çoğu ise, isyan edip itaatten ve doğru yoldan çıkmışlardır. [79]

 

27. Sonra onların ardından, değerli peygamber­lerimizi gönderdik. Onları yani Musa, İlyâs, Dâvûd, Süleyman, Yûnus ve diğerlerini, peşpeşe peygamber olarak gönderdik, O pey­gamberlerin ardından da Meryem oğlu İsa'yı gönderdik. O, İsraüoğulların-dan gönderilen peygamberlerin sonuncusudur. Ona, içinde Mu-hammed (a.s.)'in geleceğine dâir müjde bulunan İncil'i indirdik. Onun peşinden giden Havarilerin kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik. İbn Cüzey şöyle der: Bu, birbirlerini sevmesi dolayısıyle Yüce Allah tarafından onlara bir övgüdür. Nitekim Hz. Peygam­ber (a.s.) Efendimizin Ashabını da "Kendi aralarında merhametlidirler"[80] diye nitelemiştir.[81] Keşişler ve rahiplerin kendi­liklerinden icat ettikleri ruhbaniyete gelince, onu onlara biz, ne farz kıldık, ne de emrettik. Ebû Hayyân şöyle der: Ruhbanlık, kadınlardan ve dünyevî isteklerden uzak durmak ve kiliselere kapanmaktır. " Onu, kendilikle­rinden icat ettiler" demektir.[82] Biz onlara sadece, Allah'ın razı olduğu şeyi yapmalarını emrettik. Bu istisna, munkatıdır. Yani biz on­lara rahipliği emretmedik. Fakat onlar kendiliklerinden, Allah'ın rızâsını kazanmak rnaksadıyle bunu yaptılar, Rahipliğin hakkını veremediler ve gerektiği gibi ona devam edemediler. İbn Kesîr şöyle der: Bu, iki yönden onları kınamadır. Biri, Allah'ın dininde, Onun emretmediği şeyi ortaya atmak; ikincisi ise, kendilerini Allah'a yaklaştıracak vesile olduğunu iddia edip üzerlerine aldıkları şeyi yerine getirememeleridir.[83] Hadiste şöyle buyrulmuştur: Her ümmette ruhbanlık vardır. Ümmetimin ruhbanlığı ise, Allah yolunda cihâddır.[84]  İsa'ya tâbi olanlardan, sözlerinde durup Muhammed (a.s.)'e îman eden salih kimselere sevaplarını kat kat verdik. Hristiyanlardan çoğu da itaat sınırından çıkıp Allah'ın haram kıldığı şeyleri yapmaktadırlar. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mal­larını haksız yollardan yerler ve Allah yolundan engellerler"[85]  buyurmuştur. [86]

 

28. Ey Allah'ı tasdik eden mü'minler! Emirlerine sarılıp yasaklarından kaçınarak Allah'tan korkun. İman üzere sebat ve devam edin. Böyle yaparsanız, size iki kat rah­met verir. Âhirette size, sayesinde sırat üzerinde yürüyeceğiniz bir nur verir, geçmiş günahlarınızı bağışlar Allah'ın mağfireti büyük, rahmeti geniştir. [87]

 

29. Bunu vurgulu bir şekilde anlattık ki, Ehl-i kitab, Allah'ın lütfunu kendilerine tahsis edeme­yeceklerini ve peygamberliği kendi tekellerine almalarının mümkün ol­madığım anlasın, terkibindeki "il zâid olup, âyet " bilsin" manasınadır. Tefsirciler şöyle der: Ehl-i kitâb, "vahy ve peygamberlik bizdedir. Kitap ve Şeriat sadece bizimdir. Allah, bu büyük lütfü, bütün âlemler arasından bize tahsis etmiştir" diyorlardı. Yüce Allah bu âyetle onları reddetti. Peygamberlik, hidayet ve imanın Allah'ın elinde olduğu­nu, onu kullarından dilediğine vereceğini bilsinler. Allah'­ın lütuf ve ihsanı büyüktür. [88]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "diriltir" ile " öldürür", " ilk" ile " son" ve " za­hir" ile bâtın" arasında tıbâk vardır.

2. "Yere gireni ve ondan çıkanı bilir" ile " Gökten ineni ve oraya çıkanı bilir" arasın­da mukabele vardır.

3. "Geceyi gündüze, gündüzü geceye sokar" âyetinde "Reddu'1-acez" vardır. Önceki ile birlikte bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.

4. "Sizden, fetihten önce harca­yan ve savaşan eşit değildir" âyetinde, hazif yoluyla îcâz vardır. Burada " Fetihten sonra Allah yolunda harcayan ve sava­şan" cümlesi hazfedilmiştir. Çünkü bu, sözden anlaşılmaktadır. Buna "îcâz yoluyla hazif" denilir.

5. "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye" âyetinde latif bir istiare vardır. "Sizi şirk karanlıklarından iman nuru­na çıkarmak için" demektir. Yüce Allah lafzını, inkâr ve sapıklık için; " nur" lafzını da "iman ve hidayet" için müsteâr olarak kullandı. Bu daha önce geçmişti.

6. "Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa" ifadesinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, amelinde sami­mi olarak, kendi rızâsını kazanmak için malını harcayan kimseyi istiâre-i temsîliyye yoluyla, Rabbine, ödenmesi gereken bir borç veren kimseye ben­zetti.

7. "Varacağınız yer ateştir. Yardımcınız odur", yani cehennem ateşinden başka ne dostunuz vardır, ne de desteğiniz âyetinde alay üslubu kullanılmıştr. Bu onlarla alaydır.

8. "içinde rahmet vardır" ile ' Dışında azap vardır" cümleleri arasında latîf bir mukabele vardır.

9. Bir yağmur gibi ki, bitki­si ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da onu sapsarı görürsün..." cümle­sinde teşbîh-i temsili vardır. Çünkü vech-i şebeh birkaç şeyden alınmıştır.

10. "Gönderdik" ile " elçilerimizi" kelimeleri arasında şekil ve harf değişikliğinden dolayı nakıs cinas vardır.

11. âyetinde ve âyetinde, dizili inci gibi sec'i murassa vardır. Bu,, Kur'ân'da çoktur.

Allah'ın yardımıyle "Hadîd Sûresi"nin tefsiri bitti. [89]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/315-316.

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/316.

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/320.

[4] İsrâ sûresi, 17/44

[5] Sâvî Haşiyesi, 4/168

[6] İsrâ sûresi, 17/44

[7] Hâzin, 4/29

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/320-321.

[9] Kıırtubî 17/236    

[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/321.

[11] Bu, "zahir ve bâtırTın tefsirindeki görüşlerin en tercihe şayan olanıdır. Ebussuud ve Alusıde bunu tercih etmişlerdir.

[12] Müslim, K.ez- Zikr ve'd-Dua, 48/61(2713); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/404.

[13] Beyzâvî Haşiyesi, 3/448

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/321-322.

[15] Istivâ'nın mânâsı hakkında geniş bilgi için, A'raf sûresinin 54. âyetine bakınız.

[16] Fâtır sûresi, 25/10

[17] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/445

ibn Cüzey şöyle der: Bir grup, istivayı zahirî mânâda tefsir etîi. Birbaşka grup ta, "Sonra göğe yöneldi" (Fussilet sûresi, 41/11) âyetinde olduğu gibi, "kastetti" mânâsında tefsîr etti. Ancak, eğer o mânâda olsaydı, Yucc Allah, derdi. Bir başka grup ise, "hüküm­ranlığı ve gücü ile istilâ etti" diye tefsîr ettiler. Gerçek olan, nasıi olduğunu düşünmeksizin ona iman etmektir. Çünkü kurtuluş, teslim olmadadır. Allah için, İmam Malik ne güzel yapmıştır. Birisi ona bunu sorduğunda şöyle dedi: İstiva malumdur. Keyfiyeti meçhuldür. Onu sormak bid'attır. Ebû Hanife, Cafer-i Sadık ve Hasan Basrî'den de, İmam Malİk'in sözüne benzer bir söz rivayet edilmiştir. Istivâ'nın mânâsı hakkında ne Sahâbîler ne de Tabiîler konuşmuştur. Aksine onlar bu hususta susmuşlardır. İşte bunun içindir ki, İmam Malik, "Onun ne olduğunu sormak bid'attir" demiştir. Bkz. Teshil, 3/43 İstivâ'nın tefsiri hakkında, C.l, S. 450 (Tercüme 2/313) de yazdıklarımıza bakın. Bu hususta orada geniş bilgi vardır.

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/322.

[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/322-323.

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/323.

[21] Teshîl, 4/95. Bir görüşe göre mânâ şöyledir: Öncekilerin elinde bulunup ta Allah'ın onla­ra sizi vâris kılmasıyla size intikal eden mallardan harcayın. O mallarda, sizden sonra gelen­leri de size vâris kılacaktır. Birinci görü

[22] Ebussuud, 5/137

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/323.

[23] Ebussuud, 5/137

[24] Hâzin, 4/31

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/323-324.

[26] Kurtubî, 17/239

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/324.

[28] Tefsîr-i kebîr, 29/218

[29] Hâzin, 4/32

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/324-325.

[31] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/448; İbn Kesir 8/40

[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/325.

[33] Bahr, 8/220

[34] Keşşaf, 4/342

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/325-326.

[36] Bahr, 8/221

[37] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/450

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/326.

[38] Hâzin, 4/34

[39] Fâtir sûresi, 35/5-6

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/326-327.

[41] Âlûsî, 27/178

[42] Kurtubî, 17/247

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/327.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/331.

[44] Kunubî. 17/247

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/331-332.

[46] Müslim; Tefsir, 54/24.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/332.

[47] Bahr, 8/223

[48] Muhlasarİbn Kcsîr, 3/451

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/332-333.

[49] Hâzin, 4/35

[50] Bahr, 8/223

[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/333.

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/333.

[53] Tefsir-i kebîr, 29/232

[54] Bcyzâvî, 3/453

[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/333-334.

[56] Bu iki beyti, değerli hocamız, Haleb âlimi Şeyh Abdulfettah Ebû Ğudde'den işitmiş ti m. Allah ona uzun ömür versin.

[57] Tefsîr-i Kebîr, 29/233

[58] Kurtubî, 17/255

[59] Tefsîr-i kebîr, 29/239

[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/334-335.

[61] Bahr, 8/225

[62] Tefsîr-i kebîr, 29/234

[63] Beyzâvî, 3/454

[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/335.

[65] Ahmed b. Hanbel, Müsned 2/169; Teshil, 4/99

[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/335-336.

[67] Kurtubî, 17/255

[68] Tcfsîr-i kebîr, 29/239

[69] Bakara sûresi, 2/155-157

[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/336.

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/336.

[72] Zümer sûresi, 39/6

[73] Bahr, 8/226

[74] Celâfeyn, 4/176

[75] Beyzâvî, 3/456

[76] İbn Kesîr, 8/53

[77] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/50,92; Ebû Dâvûd, Libâs, 26/5 (4031)

[78] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/455

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/336-338.

[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/338.

[80] Hueurât sûresi, 48/29

[81] TeshîL 4/100

[82] Bahr, 8/228

[83] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/456

[84] Ahmed b. Hanbel 2/266

[85] Tevbe sûresi, 9/34

[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/338-339.

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/339.

[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/339.

[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/339-340.