HAŞR
SURESİ
Nurlu
Medîne de inmiştir. Yirmi dört âyettir. Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle
buyuruyor:
"Göklerde
ne var, yer de ne varsa (hepsi) Allah'ı teşbih eder. O, mutlak galiptir. Yegâne
hüküm sahibidir."
İbn-i
Alabaş "Enfâl Sûresi Bedir Savaşı hakkında indiği gibi bu sûre de (Benî
Nadir)' le yapılan savaş için inmiştir," dedi.
Bir
kimse namaz kttar, Allah'ı noksanlıklardan uzak görür ve namazında huzur bulur.
Bu kimse yerdeki her türlü canlılar olduğu gibi, göklerdeki melekler olabilir.
Herşey onu zikreder. Allah azizdir. Mülkü içinde hakimdir. Neyi emrederse
yerine getirir. Kimse engelleyemez. Her işin İslahını yalnız o bilir. Ondan iyi
kimse bilmez.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"O,
kitaplılardan küfredenleri İlk sürgünde yurtlarından çıkarandır..."
Rasûlullah
(s.a.v), Medîne-i Münevvereye geldiği zaman, etraftaki kabilelere "sulh
için" elçiler gönderdi. Üç ayrı yere üç elçi gönderdi. Emrindeki on
kişiyle "Mürsed bin Ebî Mürsed"i bir yerlere gönderdi. Onlar
"Batnurracîy" bölgesine gelince bir ağacın altında mola verdiler.
Yanların-
(Cüz:
28 Ayet: 2) Haşr Sûresi 173
daki
hurmadan yediler. Hurma çekirdeklerini de oraya attılar. Gündüz dinlendiler.
Gece serinlikte yürüdüler. Gece bir yerde mağarada gizlendiler. Oralarda
"Huzeyl" kabilesinden olan bir kadın koyun güdüyordu.
O
kadın ağacın altına geldi. İnceledi. Hurma çekirdeklerinin küçüklüğünden
"Medine hurması" olduğunu anladı. Hemen kavmine koştu: "Ey
kavmim, gelin, gelin! Medîneli bir takım kimseler burdan geçmişler. Siz ne
gafil insanlarsınız," dedi. Onlar hemen etrafı kol-koçan ettiler. Dağlara
sığınmış elçileri ve mücâhitleri buldular. Onlara: "Gelin, inin ordan.
Size güvence veriyoruz. Bîr kötülük yapmayacağız," dediler. Bu hâlin
Rasûlullah (s.a.v)' e malum olması için "Âsim bin Sabit" Allah'a niyazda
bulundu. Fakat müşriklerin hamlesi ile Müslümanlann yedisi şehîd düştü. Âsım'm
etinden bir parça getirmek için adamlar gönderdiler. Fakat Âsım'a yanaşırken o
herife "arılar" üşüştü. O, parça alamadı. Sağ kalanlardan "Habîb
ve 2e-yid" onların sözlerine kandılar. Müşrikler bunları bağlayarak
Mekke'lilere sattılar. Habîb'in Uhud savaşında (Haris bir Âmir); öldürdüğü
unutulmamıştı. Onu oğulları esir aldı. Birkaç gün sonra öldürmek üzere Harem-i
şerife götürdüler. Araya Haram Ayları girdi. O aylarda câhîHyye döneminde bile
adam öldürmezlerdi. Bitiminde onu îdam etmek istediler. İki rekat namaz kıldı.
Sonra bu namaz, idamlıklar için âdet oldu. Arabî kısa bir şiir söyledi: Anlamı
şu: "Müslüman olarak ve müslürnanlık uğruna öldürüldükten sonra, ne
suretle öldürülsem öldürüleyim, önemsizdir. Bunların hepsi Zât-ı Kibriya
uğrundadır. O isterse tarumar olan vücûdumu toplar ve diriltir"
İkinci
esir (Zeyid), "Safvan bin Umeyye" tarafından tutsak oldu. İdam
olunacağı zaman Mekkeli ileri gelen kodamanlar toplandılar. Ebû Sufyân ona:
"— Doğru söyle, senin yerinde Muhammed öldürülse daha memnun olmaz
mısın?" deyince, şu cevâbı verdi: "— Sen ne diyorsun! Ben öleyim de
Onun ayağına bir diken bile batmasın!" Safvanın kölesi tarafından
öldürüldü, şehîd edildi. Şehîd edilmeden önce şunu da söylediği rivayet olunur:
"Allah'ım! Burada benim selâmımı Peygamberim (s.a.v)'e ulaştıracak bir
güvenilir adam yoktur. Ben bu emaneti sana bırakıyorum, Selâmımı ona sen
ulaştır." Müşriklere dönerek de şöyle dedi: "Allah'ım! bunları helak
eyle. Mü'minteri de galip eyle!" Tabiî bu söz üzerine onu derhal şehîd
ettiler...
Rasûlullah
(s.a.v) Medine'yi teşrif edince; orada Ensâr üzerinde hâkim olan,
"ticâret, kuyumculuk ve cengâverlik" mesleklerinde ileri giden, Ehl-i
Kitaptan olan yahûdilerden "Benînadîr, Kureyzâ ve Kaynûka" kabîieri
vardı. Medînede bulunan (Benînadîr)' le'önce bir anlaşma yaptı. Bu sözleşmeye
göre; "Onlar Rasûlullah (s.a.v) karşı gelmeyecekler. Zarar da verme-
174
Haşr
Sûresi (Cüz: 28 Âyet: 2)
yecekler.
Müşterek düşmanlara karşı işbirliği yapacaklar." Yahudilerin
tînetsizlikleri gereği anlaşmaya bağlı kalmadılar. Müşriklere karşı da
müs-lümanlara yardıma olmadılar. Üstelik "Münafıklarla işbirliğini gizlice
yaptılar. Şartları kendi aleyhlerine çevirdiler. Bu yahudiler halka faizle borç
para vererek onların her şeyine ipotek koyarlardı. Bunlara bir ders vermek
zamanı gelmişti.
Rasûlullah
(s.a.v)'ın etraf kabilelere gönderdiği elçilerden ikincisi, "Muhammed bin
Seleme" başkanlığındadır. Irak yolunda onları da şehid eylediler.
Üçüncü
grup gönderme şu şekilde oldu: Benî Âmir'den ve Necîd bölgesinde "Ebüberâ
Âmir b. Mâlik b. Cafer" hicretin dördüncü yılında safer ayında Medîneyi
Münevvereye geldi. Rasûlullah (s.a.v) ile görüştü ve: "— Ey Muhammed! Eğer
Necîd halkına ashabından İslâm'ı öğretmek için Muallimler gönderirsen, umarım
ki müslümanlığa girerler," dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) "— Ben Necîd
halkından endîşe ederim. Dostlarımın hayatlarından da mes'ûlüm," buyurdu.
Fakat Ebûberâ bu hususta garanti verdi. Onların kendi himayesinde olduğunu
söyledi. Buna güvenerek Rasûlullah (s.a.v) "Ehli SuffaMan yetmiş kişi
seçti. Onları "Münzır bin Amrnin maiyetine verdi. Suffe Ashabı
kimseye yük olmamak için gündüzleri odun toplayıp geçimlerini sağlarlardı.
Rasûlullah (s.a.v) Ebûberâ'nın kardeşinin oğlu "Âmir b. TufeyT'e de bir
mektup gönderdi.
Bu
grup Medîneye dört konak mesafedeki (Bi'ri Mauna)1 ya vardılar.
Konakladılar. Mektup (Âmir)' e gönderildi. O, mektubu okumadan yırttı. Hücum
için kabilesini kandıramadı. "Benî Süleym" den bir takım kişilerle (Mauna)'
ya ansızın geldi. Onları gaafıl avladı ve maalesef hepsini şehit etti. Yalnız
(Kaab b. Zeyd) yaralı olarak Medîneye kaçtı, Hz. Peygamber (s.a.v): "Bu,
Ebûberâ'nın işidir. Ben bunu onun ısrarıyla istemeyerek yapmıştım,"
buyurdu. Tam bir ay sabah namazından sonra bu zulmü yapanlara
"rVe'dduâ" etti. Ebû Berâ da üzüntüsünden öldü. Peşinden de Âmir b,
Tufeyl öldü.
Yahudilerin
Medine'de konumu ve ekonomik durumu çok iyiydi. Her bir yahûdi kabilesi bir
Arap kabîlesinin himayesine girmişti. Medînenin bir mahallesinde oturan
Kaynukalılar Hazreç kabilesiyle ittifak etmişlerdi. Evs ile de Nadiroğulları
ile Kurayzoğullan birdi. Bunlar (Buâs) mevkiinde çok şiddetli bîr savaş
yapmışlardı. Kaynukalılar "kuyumculuk" yaparlardı. Rasûlullah
"Evs-Hazrec-muhâcirler arasında kardeşlik" kurmuştu. Hiçbir birlikten
hoşlanmayan yahûdinin bu, işine gelmedi. İslâmın "cihanşümul çağrısı"
onları mahvediyordu. Bir de İslâmın "tefecilik" gibi gayrirneşru
kazançları reddetmesi işlerine geliyordu. Bütün bu ve benzeri sebeblerden
(Cüz:
28 Âyet: 2) Haşr Sûresi 175
dolayı
Hz. Peygamber (s.a.v)'in prestijini sarsıcı her hileye başvurdular. Bir
noktadan sonra da açıkça tavır koydular.
Bedir
Savaşından sonra daha da hırçinlaştılar. Benî Nadir'in reisi "Ka-ab bin
EşreP'di. Bu adam: "Vallahi Muhammed Kureyşin ileri gelenlerini öldürmüşse
eğer, yerin altı bize yerin üstünden daha hayırlıdır," dedi. Daha da
şirretleşerek, rnüslüman kadın ve kızlara aşk şiirleri okumaya başladı. Bu
iflah olmaz herifin gövdesini ortadan kaldırtmak için Rasûlullah (s.a.v)
"Muhammed bin Mesleme"yi gönderdi. Onu gebertti.
Bu
hengâmede Kaynûka yahûdileri daha da ileri giderek bir Müslüman kadının
örtüsünü açtılar. Bunun üzerine bir fırtına koptu. Çıkan olayda bir müslüman
ile bir yahûdi öldürüldü. Rasûlullah onlara nasihat etti. Fakat: Ya Muhammed!
Biz savaş bilmeyen Kureyş değiliz. Bizimle savaşırsan cesaretin ne olduğunu
görürsün!" dediler. Bu anlaşmayı bozmak demekti. Onbeş gün mahalle
ablukadan sonra orayı ettiler.
Uhud
savaşından sonra cesaretleri artmaya başladı. Benînadir Hz. Peygambere suikast
tertipledi. Fakat bu olay gerçekleşmedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v)
onlara şu ültimatomu gönderdi. "On gün içinde Medîneyi terkedin. Kim
kalırsa öldürülecektir!" Münafıkların başı "Abdullah bin Übey b.
Selûl" onlara destek çıkınca bu emre karşt koydular. Rasûlullah 4; hicrî
asırda Rebîulevvel ayında onları birkaç gün kuşatmadan sonra silahlarını
bırakarak göçe zorlar. Bu sûre bu olayları ayrıntılı anlatır.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"...
Onların çıkacaklarını siz sanmamıştıniz. Onlar da kalelerinin kendilerini
Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Böylece Allah (in azabı) da, onlara hesaba
katmadıkları bir yönden geldi..."
O
öyle kudretli bir Allah'tır ki, kâfir olan yahûdileri evlerinden ve
yurtlarından çıkardı. İlk defa yurtlarından çıkarılan onlardır. İkrime (r.a)'
ye göre "Mahşer yeri Şam'dır. İsteyen bu âyeti okusun,11 der.
Onlar dediler ki: "— Nereye çıkalım, gidelim" dediler. Rasûlullah
(s.a.v): "— Mahşer yerine çıkın. Yâni Şamdan tarafa gidin," dedi.
İkrime Mahşerin de Şam civarında kurulacağını bildirir. O evleri muhkem kale
gibi olan Benî Na-
176 Haşr Süresi (Cüz: 28 Âyet: 2-3-4)
dirler
Allah'ın azabından bu evlerin kendilerini koruyacağı vehmine kapıldılar.
Müslümanları evlerinden çıkardılar.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"...
yürekler ine korku salıverdi. Öyle ki, evlerini kendi elleriyle ve mü'mlnlerin
elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri ibret alın."
Yahudiler
yenileceklerini anlayınca Müslümanlara evleri kalmasın diye içerden onlar,
dışardan da mü'minler evlerini yıktılar. İyi düşünenler İçin bu olay, baştan
sona ibretlerle, hikmetlerle doludur.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Eğer
Allah, onlara sürgünü yazmamış olsaydı, muhakkak onları (yine) dünyada
azaplandırır. Ahİrette ise onlara ateş azabı vardır."
Hak
Teâlâ'nın takdiriyle bunlar, Arabistandan Şam iline sürülmekle dünyâda
cezalanmış oldular. Mü'minlerin kılıçları altında helak kıldı. Oğlanları
kızları tutsak edilerek ve mallan da ganîmet şeklinde ele geçirilerek dünyada
azaplandırdı. Âhirette ise ateş ile azap kıldı. Ezeldeki takdiri yerine gelsin
diye...
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Bunun
sebebi şudur: Çünkü onlar gerçekten Allah'a ve Peygamberine muhalefet ettiler.
Kim Allah'a muhalefet ederse, şüphesiz Allah, çetin azaplıdır."
Yâni,
sürülerek dünyâda âvâre âvâre dolaşmaları, Âhirette de cehennem azabına
giriftar olmaları şundan dolayıdır: Bunlar Allah'ın emirlerine
:
28 Âyet: 5-6) Haşr Sûresi 177
ve
Rasûlullah'ın buyruklarına, dîne inanmış gözüktükleri halde, aykırı
davrandılar. Kim ki Hakka baatıl, bâtıla da Hak derse Yaratanına ve
peygamberine düşman olmuş demektir. Âhirette de Allah onları dayanılmaz, bitmez
azaplarla cezalandıracaktır. Hiçbir kimse onlara yardımcı olamaz.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Herhangi
bir hurma ağacını kestiniz, yahut kökleri üstünde dikili bıraktınızsa (hep)
Allah'ın izniyledir. (8u izin de) fasıkları rüsvây edeceği İçin (verilmiş)
tir."
İkrime
(r.a) der ki: Benînadîr'e varınca müslümanların bir bölüğü, on-lan ekonomik
yönden çökertmek için hurma ağaçlarını kesmeye başladılar. Buna engel olmak
isteyenlere de şu mealli âyeti kerimeyi onlara arzet-tiler: "Onlar
yeryüzünde iktidarı ele geçirince orada ekim ve nesli ifsâd etmeye
başlarlar..." (Bakara)
Bu
görüşe karşı olanlar, askerî manevraya engel olan hurma ağaçlarının kesilmesini
istihdaf etmişlerdi. Münafıklar "Muhammed arzı ifsâd etmeyi yasaklıyor.
Ama bu ağaçları kesmekle arzı ifsâd etmiş oluyor," dediler. Bu söz üzerine
bu âyet-i kerîme indirilmiştir, Bu yapılan İş de ilâhî takdir gereğidir. İbn-i
Abbas (r.a)' a göre, bu askerî harekâta mâni olan hurmaların kesilmesi
Nadiroğullanna ve bâzı mü'minlere çok ağır geldi. Acındılar. Bu âyet-i
kerîmeyle zarurî zarar vermenin "yeryüzünde bozgunculuk" olmayacağı,
keyfi olarak tarlaları, bağlan yakmanın, evleri de yıkmanın ancak bozgunculuğa
girdiğini anlıyoruz. Rasûlullah (s.a.v)'den rivayete göre O, "Abdullah
İbn-i Selam ile Ebu Leylâ el- Mâzenî"ye hurma ağaçlarını kesmeyi
emretmiştir. Abdullah dalmdan-budağından, öbürü de köküne yakın kesmiştir.
İkisinin de takdîr-i ilâhî ile olduğu anlaşılıyor. Bir kişi bağını-bahçesîni
kimseye çiğnetmez. Bunu kendine hakaret sayar. Na-diroğullan bu manzarayı
görerek büyük bir rüsvâylık yaşamışlardır.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
178
Haşr
Sûresi (Cüz; 28 Âyet: 7)
"Allah'ın
onlardan Peygamberine verdiği (fey)' e gelince: Siz bunun üzerine ne ata, ne
deveye binip koşmadınız. Fakat Allah peygamberlerini dileyeceği kimselere
musallat eder. Allah her şeye hakkıyle kadirdir."
Rasûlullah
(s.a.v), Nadîroğullarının kale gibi olan evlerini kuşatınca, mallarına el
koydu. Onlar mallarının Bedir gazilerine yapıldığı gibi ulaştı-nlmasını
istediler. Rasûlullah (s.a.v), Muhacirlerin fakirleri arasında o mallan
bölüştürdü. Ensâra vermedi. Onlar bu durumdan hoşlanmadılar. Aralarında
ileri-geri konuştular. Hak Teâlâ bu âyeti indirdi. O Allah ki. Peygamberine bu
mallan dilediğine verme hakkını verdi. O da istediğine (muhacirlerin
fakirlerine) vermekte Allah'tan yetkilidir. Bundan başkalarının bîr yorgunluğu
olmamıştır. Ki böylece ganimete müstehak olalar.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
(Cüz:
28 Âyet: 8-9) Haçr Sûresi 179
ganîmet
malından size ne verildiyse onu alınız. Size ne emrettiyse ona göre amel
ediniz. Bir şey ki sizi ondan yasaklıyor, ondan da uzak durun. Allah'tan
korkunuz. Allah'ın Rasûlü (s.a,v)'ne muhalefet, Allah'a âsi olmakla
eşanlamlıdır. Allah'ın azabı katı ve çetindir.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(Bilhassa
o ganimeti) hicret eden fakirlere aittir ki onlar Allah'tan İhsan ve hosnudluk
ararlar ve Allah'a ve peygamberine yardım ederlerken yurtlarından ve
mallarından (mahrum bırakılarak) çıkarılmışlardır. İşte bunlar sadıkların ta
kendileridir."
Ganîmet
mallan, evlerini ve yurtlarını Rasûlullah'm buyruğu ile terke-dip Medine'ye
gelen muhacirlerin fakirleri içindir, Mekkeliler onlan yurtlarından çıkardılar.
Bunlar size kavuştu. Onların ganimete lâyık olduğunu
bilin.
Onlar
bu hicreti; Allah'ın rızasını kazanmak ve Cennette Onun binbir çeşit
nimetlerinden faydalanmak için yaptılar. Onlar Allah'a ve Rasûlüne itaat
ederler. Onfann emirlerinden dışarı çıkmazlar. Onlar îmanlarında sadıklardır.
Bu âyet-i kerîmeyi duyan Ensar sevindiler ve gönüllerine sürür geldi. Ve
"Ganîmet mallarının hepsini onlar alsınlar. Bizim malımız da onların
olsun." dediler.
Ensârın
bu konuşmasından sonra Hak Teâlâ onlan da sevindirdi, övdü ve şöyle buyurdu:
"Onlardan
evvel (Medîneyl) yurt ve îman (evi) edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret
edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir
ihtiyaç (meyli) bulmazlar.
180 Haşr Sûresi {Cfe 28 Âyet: 10)
Kendilerinde
fakrulhtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim
nefsinin (mala olan) hırsından ye cimriliğinden korunursa, İşte onlar
muratlarına erenlerin ta kendileridir."
Mekkeden
muhacirler gelmeden önce Ensâr Medîneyİ vatan tutmuşlardı. Rasûlullah (s.a.v)
gelmezden önce gönüllerine îmanın şevki düştü. Kendilerine gelecek Mekkeli
müslümanlara kucaklarını rahatça açtılar. Gönüllerine hiçbir sıkıntı düşmedi.
Ganimet mallarının muhacirlerin olduğunu "kendi öz nefislerine tercih
ederek" kabul ediyorlardı. Hattâ "Hepsi on-lann olsun. Bizim malımız
da onların olsun," diyorlardı. Nefsin isteklerinden sakınanlar, hevâyı
nefsi terkederek başkalarını nefislerine tercih edenler, cimrilikten
kurtulanların tâ kendileridir.
Ebû
Hureyre (r.a) der ki: "Bu âyet-î kerîme şu adam hakkında geldi. Onun evine
bir konuk geldi. Onların ise kendilerine ve çocuklarına yetecek kadar yiyecek
vardı. Kendileri de oruçluydular. Hanımına çocuklarını erkenden uyutmasını
söyledi. Akşam misafirle sofraya oturdular. Lâmbanın gazı yokmuş diye-yakmadtlar.
Yemeği misafirin önüne sürdüler. Kendileri de yiyormuş gibi davrandılar.
Kendileri aç kaldılar, fakat konuğu doyurdular." Şöyle de denildi:
"Ensârdan birine bir kızarmış oğlak başı hediye geldi. (Belki komşum
benden daha muhtaç), dedi. Onu onlara gönderdi. O da öbür komşusuna gönderdi.
Böylece yedi kişiyi dolaştı, ilk gönderene geldi. Bunun üzerine bu âyet-i
kerîme geldi." Böylece hepsi de "birbirlerine kendi nefislerini
tercih etmişlerdir." Bu âyet-i kerimenin hükmü umumîdir. Her kim ki
nefsinin isteğini ve cimriliğini yenerek ihtiyacı da olduğu halde-başkalarını
kendi ihtiyaçlarına tercih ederse, Yüce Allah'ın böylelerine ihsanı boldur.
Bunlar, kurtulmuşlardır. VekFin, güzel bir İsnadla, Rasûlullah1 in
şöyle dediği rivayeti vardır: "Zekâtını veren, misafirini ağırlayan,
ihtiyacı olanlara veren kimse nefsinin cimriliğinden kurtulmuştur,"
Alfahü
Teâlâ Muhaciri ve Ensân övdükten sonra onların yolundan gidenleri de şöyle
övmektedir:
"Bunların
arkasından gelenler (şöyle) derler: Ey Rabbüniz, bizi ve îman ile daha önden
bizi geçmiş olan (din) kardeşlerimizi yarlığa, îman etmiş olanlar için
kalplerimizde bir kin bırakma. Ey Rab-bimiz, şüphesiz ki sen çok esirgeyicisin,
çok merhametlisin."
(Cüz:
28 Âyet: 11-12) Haşr Sûresi 181
Muhacirlerden
ve Ensârdan sonra kurtuluşa lâyık olan şu vasıflardaki kimselerdir: Öncelikle
onların izinde giderler. Onlar Peygamberi de görmedikleri halde onları örnek
aldılar. Ashabını gördüler, onların peşinden yürüdüler. Şöyle dua ettiler:
"Ey Rabbimiz! Ensar ve muhacirleri bağışla. Gönlümüzde dîn kardeşlerimize
karşı hiyânet, haset, düşmanlık duygularını barındırma. Mü'min kullan esirge,
yarlığa. Onlara rahmet eyle. Bu gerçek de anlaşılıyor: Bir kimse Ashaba
yakınlık duyar, onlar için bağışlanma diler, gönlünde de onların hiçbirine
karşı kin, nefret, hainlik taşımazsa; bu kimse bir takım hatalar da işlese, bu
özellikleri olan kimselere Ashaba olan ecîre benzer sevap verilir. Fakat buna
mukabil Ashâb-ı Kirama karşı kin, nefret duysa, onun müslümanlıktan bir hazzı
(payı) olamaz. Zira, Hak Teâlâ önce Muhacirleri övdü. Sonra da Ensân övdü.
Peşinden de onları izleyenleri övdü. Bunlar öncekileri ancak hayırla
yâdederler. Bundan şu da anlaşılır: Bizden önce geçen mü'mİnlere,
kardeşlerimize dua etmek üzerimize vaciptir. Atalar, üstadlar için hayır duada
bulunmak. Kendilerine ibâdeti ebedî, terbiyeyi onlar öğretmişlerdi.
Yüce
Allah münafıklar hakkında da şöyle buyuruyor:
"Ehİ-İ
Kitaptan o küfreden kardeşlerine: Andolsun, eğer siz yurtlarınızdan
çıkanlırsanız biz de muhakkak sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir
kimseye ebedî itaat etmeyiz. Eğer sizinle harbedilirse muhakkak ve muhakkak biz
hiçbir kimseye ebedî itaat etmeyiz. Eğer sizinle harbedilirse muhakkak ve
muhakak biz size yardım ederiz, diyen o münafıkları görmedin mi? Halbuki Allah
şahitlik eder ki onlar hakikaten ve katlyyen yalancıdırlar."
O
münafıklar, Benînadir yahudilerini kardeşler edindiler. Müslümanlar sizi
yurtlarınızdan çıkarırlarsa biz de vallahi sizinle çıkarız, dediler. Size
hakaret olan yerde biz Muhammed'e itaat etmeyiz, dediler. Size yardımcı oluruz
dediler.
Allahü
Teâlâ tanıklık verip şöyle buyurdu:
182
Haşr
Sûresi (Cü2: 28 Ayet: 13-14)
"Andolsun
ki onlar çıkarılacak olurlarsa (bu münafıklar) onlar' la beraber çıkmazlar.
Eğer onlar muharebeye tutulurlarsa bunlar onlara yardım etseler bile, andolsun
ki, muhakkak arkalarını dönerler. Sonra da kendilerine yardım olunmaz."
Yani,
bu münafıklar yalan söylüyorlar. Herşey dillerindedir. Gönüllerinde ise o şeyin
niyeti yoktur. îmânları da böyledir. Benînadir şayet yurtlarından çıkarılacak
olsa, onlarla çıkacak değillerdir. Dövüşseler onlara yardımcı olmazlar. Veya
yardımları "derde deva" olmaz. Dönektirler. Bütün bu ve benzeri
olumsuz tutumlarından dolayı kendilerine burada da, Ötelerde de yardım olunmaz.
Bu hezimeti durdurmak gücüne sahip değildirler.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Herhalde
sizin onların yüreklerinde (olan) korkunuz Allah'tan (korkularından) daha
şiddetlidir. Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar İnce anlarpa-ylar güruhudur."
Ey
mü'minler topluluğu! Sizin kalplerinizde Allah'ın öte dünyadaki azabından
korkunuz çok şiddetlidir. Halbuki bunlar sizden korkarlar. İnce düşünme melekesi
olmadığından, mankafa olduklarından Allah'ın azabından korku akıllarına gelmez.
Fikirsizdirler. Sizin kılıcınız altında ölmek zahmetini haketmiş kimselerdir.
Âhİrette de ebedî azap onlar için!
Sonra
Allah yahûdilerin savaşmaktaki zaaflarını şu şekilde beyan buyuruyor:
"Onlar
müstahkem kasabalarda, yahut duvarlar arkasında bulunmaksızın sizinle toplu bir
halde vuruşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları
derlitoplu sanırsın. Halbuki kalpleri darmadağınıktır. Bunun sebebi şudur:
Çünkü onlar akıllarını kullanmaz bir kavimdir."
Bu
yahûdiler sizinle meydan savaşı yapmazlar. Kaleleri ve evleri içinden
vuruşurlar. Veya duvarları siperler edinirler. Fakat kendi aralarındaki
dövüşleri yamandır. Birbirlerini helak ederler. Ama mü'minlerle merdâne
(Cüz:
28 Ayet: 15) Haşr Sûresi 183
muharebe
edemezler. Çünkü çok korkaktırlar. Sen bu "korkak" yahûdilerie
"düzenbaz" münafıkları her bakımdan ittifak etmiş sanırsın.
Münafıklar onları sırf çıkarları için sever gözükürler. Fakat her iki zümrenin de
kalpleri birbirlerini sevemez. Birbirlerine rol yaparlar. Bundan dolayı
akıllarını hayra kullanamazlar. Allahü Teâlâ'nın azabından kurtulamazlar.
Fikirleri yoktur ki Ahret azabından kurtarıcı "Îman-İhlâs ve salih
ameller" işlesinler.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(Onların)
hâli kendilerinden az öncekiler gibidir. Ki onlar, taptıklarının kötü akıbetini
(dünyâda) tatmışlardır. Onlar için (âhirette de) çetin bir azap vardır"
Beriînadir
yahûdilerinin durumu, onlardan önce kendilerini müslü-manlann bozguna uğrattığı,
ilk İslâm-küfür savaşına katılan Mekkeli müşriklerin hâline benzer. Aradan çok
değil, iki yıl geçmiştir. Şirk zulmünün günahının dünyâdaki hezimetidir bu!
Yahudilerle münafıklar "küfürde-şer-de" sözleşmişlerdi. Ama
gerçekleşmemiştir bu yardımlaşma. Bunların hâli şöyle söyleyen şeytanın durumu
gibidir: "İnkâr et de' seni kurtarayım," der. Kâfir olunca da
"ben senden uzağım. Ben, şüphesiz Rabbülâleminden korkarım," der. Bu
hususta ibn-i Abbas (r.a)'dan şöyle bir rivayet vardır: "■—
İsrâiloğullan içinde bir "râhib" vardı. Uzun müddet Allah'a ibâdet
etmişti. Kendisine ne kadar delirmiş ve hastalanmış getirseler ona duâ ederdi.
Elinden de, nefesinden de şifâ bulunurdu. Birgün aklî dengesi bozulmuş
"bakire bir kız" getirdiler. Hem de çok güzeldi. Tedavi etmesi için
yanına bıraktılar. Lanettik şeytan bu olayı izliyordu. Fit vererek
içinî-niyeüni bozdurdu. Râhib kızla zina etti. Kız ondan hâmile kaldı. Karnı
şişmeye başladı. Bu durumda şeytan şu hîle ile geldi. "Sen zahit bir
kişisin. Halkın yanında itibarın var. Her türlü hastalarını iyileştirmen için
sana getiriyorlar. Kızın kardeşleri almaya gelecekler. Kesinlikle senden çocuğa
kaldığına hükmederler. Seni halk içinde rüsvay ederler. Öldürürler de.
Bu
olay başına gelmeden atik davran da sen kızı öldür. Kardeşten kızı almaya
gelince onlara şöyle dersin. H—zaman zaman uğrak tutuyordu.
Kü-çük-zayıf olanlarını iyileştiriyorum. Fakat birgün çok şiddetli bir cin
tutması oldu. Kendini yerden yere vuruyordu. Zaptedemedim. Sonunda Öldü. Size
haber veremedim. Onu bir yere gömdüm." Şeytanın teklifi aklına yattı. Kızı
derhal öldürdü. Bir yere de gömdü. Hemen peşinden, şeytan bir adam kılığına
büründü. Olup bitenleri bütün ayrıntılarıyla kızın kardeşlerine anlattı. Onlar
da halkı da alıp onun savmesine (sığınağına) geldiler. Aşağıya indirdiler.
Suçunu itiraf ettirdiler. Onu îdam etmek için sehpâ kurdular. Şeytan ona
göründü. Dedi ki: "—Bütün bu belâları başına ben ge-
184 Haşr Sûresi (Cüz: 28 Âyet: 16-17}
tirdim.
Şayet söyleyeceğim sözü tekrarlarsan seni kurtarırım. Başka da çâren
kalmadı!" Râhib artık çaresiz kalmıştı. Kabule hazırdı. Şeytan bütün bu
olup-bitenleri bu sözü söyletmek için ona yaptırmıştı: "Bana secde
eyle!" dedi. O da "— Bu sehpâda secde edemem," dedi. Bunun
üzerine O: "—Başını biraz eğersin," dedi. Bunlar kaş-goz hareketi
gibi hızlı geçti. Adamı sallandırdılar. Kâfir gitti.
Yahudilere
yardım edeceklerini söyleyen bu münafıkların durumu da, tıpkı şeytan-râhip
hikâyesine benziyor. Çünkü münafıklar binbir kılığa giren (bukalemun) e
benziyor. Nitekim yahûdilere "sâdık dostlar" olmadılar. Aklını
işleten, "aklıselim" sahibi, bu hâdiseden çok yönlü ders çıkarır.
Akıllt fâsıkların, câhillerin sözüne uyarak dünyâsını ve âhiretini yıkmaz.
Âlimlerin ve mürşitlerin sohbetine katılır. Bunda "izzet" vardır.
Dünya sevgisi gönlünü sarmış âlimlerin ve mürşitlerin sohbetleri doğrultusunda
gitmeyen "içine kurt düşmüş bir ağaç" gibidir.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(Yahudileri
savaşa kışkırtan münafıkların hali de) şeytanın hâli gibidir. Çünkü (şeytan)
insana "küfret" der de o küfredince "ben hakîkaten senden
uzağım. Çünkü ben âlemlerin Kabbi olan Allah'tan korkarım" der! Nihayet
ikisinin de akıbeti hakîkaten ateşin idinde ebedî kakçı olmalarıdır. İşte bu, o
zâlimlerin cezasıdır."
Yâni,
münafıklarla yahûdilerin ilişkileri, şeytan ve rahip ilişkisine benzer. Şeytan
rahibe "Kâfir ol, seni kurtarayım," demişti. O küfredince de:
"Ben senden bizarım, uzağım," demişti. Azapları aynı: Cehennemde
ebedî olarak kalmak! Yahudilerle münafıklar da küfrettiler, inanmadılar. Zâlimlerden
oldular. Şeytan da aynı şekilde kâfirleri aldatır. Tıpkı Kureyş kâfirlerine ve
müşriklerine Bedir Savaşında "Bugün müslümanlar size karşı koyamaz,"
diyerek müşrikleri uzmanlaştırdıklan gibi şeytan" Bugün insanlardan sîzi
yenecek yoktur. Ben de sizin yanınızdayım" (Enfal/48) demişti. Ama iki
ordu karşı karşıya geldiğinde şeytan kaçarak "Ben sizden uzağım. Ben sizin
görmediğinizi görüyorum. Ben de Allah'tan korkarım. Zira Allah'ın cezası
çetindir." (Enfal/48) demişti. Yüce Allah şöyle buyurdu:
{Cüz-.
28 Âyet: 18) Haşr Suresi 185
"Ey
îman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için önden ne göndermiş olduğuna
baksın. Allahtan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyle bilicidir."
îman
edenler de Allahtan korksun. Ona itaat etsinler. Herbiri kendi öz ameline,
nefsine baksın. O kimse yann kıyamet günü hayırdan ne gönderdiyse onu bulacak.
Her kişi ambara ne korsa onu ilerde alır. Tıpkı bunun gibi, âhiret ambarına
hayırdan ne konursa onun faydasını bulur. Salih ameller, zikir, teşbih, namaz,
zekât, sadaka iyilikler, oruçlar, yetimlere, zayıflara acımak, yardım etmek;
zâlimlerden mazlumların haklarını almak, Allaha ve kullarına iyiniyet beslemek,
günahlardan sakınmak, sâlihleri, âbitleri Allah için sevmek, onlara din
üzerinde yardım etmek, zâlimleri, fa-sıkları Allah için sevmemek, onlarla
içli-dışh olmamak v.s. Âhiret ambarına bu ve benzeri amelleri depolayanlar
ebedî mutlu olur ol cennetlerde...
Böyle
olmayanlar da beynamazlıkla, cimrilikten dolayı sadaka-zekat vermeyenler, Fısku
fücur İşleyenler, Allah'ın kullarına keyfi zulümler edenler, bid'at ehli
müteşâyihleri sevip onlarla sohbet edenler, onlara iyilik edip bid'atlarına
yardım edenler, ve bunlara benzer kötü işler yapanlar Âhiret ambarına
aleyhlerine olacak Ikötü ameller" göndermiş olanlar ziyânkâr olup akıbet
yarın kıyamet gününde sonu gelmez nedametle pişman olacaklardır. Ama hiçbir
faydası olmayacak.
Bu
âyet-i kerimede Allah tekrar tekrar "Allah'tan korkun" buyuruyor.
Hayır-şer ne işlerseniz onları Allah bilir. Bunlardan maksat keremiyle,
lûtfiyle bunları ihsan eden odur. İyi işleri öğüdemesi ibâdetlere, hayırlara
canla başla koşmak içindir. Benim rızam bunlardadır. Fasıklığa, zalimliğe el
uzatmayın kî benim gazabım bunlardadır, demektir. Allah Teâlâ her nefsi'
[iuhatab alıyor ki ileriye ne gönderdiğini bilsin. Şuurlu amel etsin. Bilinçli
serden yılsın. Aklını hayra kullanan Onun emirlerine itaat eder. Bu hayırlardan
hangisini yapıyorsa onları daha candan ve daha bol yapsın. Kötülükleri
işleyenler de ömür bitmeden günahlarına tevbe ederek Allah'a dönsünler.
Allah'ın
huzuruna gelsinler. Kalan Ömürlerini o kapıda hayır İşleri işleyerek
geçirsinler. Bunda da çok ciddi olsunlar. O kerîm bir Padişâhdır! Kusurlarını
bağışlar.
Bundan
sonra Hak Teâlâ mü'min kullan öğütleyip şöyle buyurmaktadır:
186 Haşr Sûresi (Cüz: 28 Ayet: 19-20)
"Hem
kendisi Allah'ı unutmuş, hem (Allah) kendilerini kendilerine unutturmuş olanlar
gibi olmayın. Onlar fasıkların ta kendileridir."
îmanlarında
sâdık olanlar, siz sakın ola yahûdiler ve münafıklar gibi olmayın: Dilleriyle
bizi birlerler ve fakat gönülleriyle İnkâr ederler. Buyruğumuzu tutmazlar,
bilâkis buyurmadığımızı işlerler. Allah'ın azabını ve ıkâbını inkâr ederler.
Böylelerinden Hak Teâlâ tevfikini ve yardımını keser. Yarın kıyamet günü
kendilerine lâzım olacak şeyleri unutturdu. Fasık-lardan ve isyancılardan
oldular. Çünkü onlar Allah'ın "Azamet sahibi ve Kahhâr" olduğunu
unuttular. Onu sânına lâyık bir biçimde birlemediler. Allah Teâlâ da onlara
yardım etmeyi, merhameti terketti. Ezelde Allah'a verdikleri sözü bozdular.
Muhammed gelse biz ona iman ederiz, diye ahdettiler. Tevratta-İncil'de onun
vasıflarını okudular. Ama haset duygusunun galeyanı sebebiyle bu husustaki
sözlerini de çiğnediler. Allahü Teâlâ da onlara kendi hallerini unutturdu.
Böylece nefislerini oranın binbir sıkıntılı yerlerinden kurtaracak ameller
işleyemediler. Mü'min olana yaraşan onların işlediklerini yapmadığı gibi,
onlara da yardımcı olmamaktır. Kendilerini fâsıkiar defterine yazdırmamaktır.
Önden amel-i sâühler göndermektir... Allah'ın azamet -kahharlığını unutmamak
gerekir. Böylece başarısı için yardım ede ve ona özellikle acıya... O
isyancılar da özlerinde Allah'ın azabından korkmaları gerekir. Böylece onlar da
tevbe ederek Ona yönelirler.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Âteş
yârânı ile cennet yârânı bir olmaz. Cennet yârânı (ancak) onlar muradlanna
erenlerdir."
Ahirette
cehennemliklerle cennetlikler dinî hususlarda eşit haklara sahip değildir.
Çünkü cehennemlikler dünyâda hem kendilerini aldattılar. Hem de kimisi açık
küfürle kimisi gizli küfürle Müslümanları hep aldatmak yolunu seçtiler. Bunun
tabiî sonucu olarak azaba müstehâk oldular. Ahirette de karşılarına çıkan
sürpriz: Ateş azabı! Fakat buna mukabil Cennetlikler, dünyâda günahlardan
kendilerini geri tutmaya büyük özen gösterdiler. Özellikle büyük günahlardan
Allah korkusuyla çekindiler. Küçük günahları da namazları, cumaları, oruçları
ve verdikleri sadakalar bağışlattı. Çünkü Rasûllah (s.a.v)'dan böyle müjdeler
mervîdir (rivayet edilmiştir). Bu durum muvacehesinde iki zıt zümre aynı
olamaz. Cennetlikler ahirette Allah korkusuyla yapmadıkları günahlardan dolayı
(örnek verelim: Güzel
(Cüz:
28 Âyet: 21) Haşr Sûresi 187
bir
kadının gayri meşrû birleşme teklifini reddetmek gibi); veya kalplerinde
Allah'ın dostlarını sevdikleri halde, bununla da yetinmeyip Allah'ın din ve
ahlâk düşmanlarını aynı dozda tersinden sevmemek celâdetini gösterirler. Bütün
bu ve benzeri tavırlarından Ötürü "hiçbir gölgenin olmadığı ve güneşin de
bir mızrak boyu yaklaşarak beyinleri kaynattığı" Mahşer gününde Arşın
gölgesinde gölgeleneceklerdir. Sonra da cennetlerde binbir çeşit binbir türlü
nînıetler arasında sâdece zevküsafa içinde olacaklardır. Cehennemlikler ise
dünyâda mü'minlere hakaret etmek, iftira etmek için nice plânlar ve projeler
kurmuşlardı. Kendi içlerine kapanıp yaşarlardı. Ahirette de mü'minler ona aynı
mukabeleyi yapacaklar
Onlara
hiçbir ihsan ve yardım olmayacak. Çünkü dünyada gerçek mü'minlere yapmadıkları
kalleşlik kalmamıştı. Şimdi ilahî adalet tam kapasite çalışacak. Cennetlikler,
kıyamette Allah'a manevî yakınlık ve peygamberlere de maddi yakınlık içinde
olacaklar. Altımdan, yakuttan, zeberced-den yataklar üstünde hurilerle
etrafları çevrilmiş bir halde çeşit çeşit ipekten elbiseler giyerek, türlü
türlü nimetler tadarak hoş vakit geçirecekler. Ama Tamu (cehennem) ehli; şeytan
komşuluğunda, Zebaniler arasında ateşten giysiler giyip, ateşten dereler-ovalar
içinde, döşekleri ateş, yedikle-ri-içtikleri ateş olacak. Bu iki kesim bir
olamaz. Cennetlikler kurtulmuşlardır. Cehennemlikler de helak olmuşlardır.
Kurtulanla^yok olan bir olamaz!
Bundan
sonra yüce Allah bizleri şöyle uyarıyor:
"Eğer
biz bu Kur'an'ı bir dağ başına İndirseydik, muhakkak ki onu, Allah
korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misâller (yok mu?) İşte
biz onları, insanlara örnekleri böyle vermekteyiz."
Biz
Kur'anı bir dağa indirseydik; insana verdiğimiz temyiz kabiliyetini
verdiğimizden, iyilikleri işleyenlere "vaad" ve kötülükleri
işleyenlere de "vaîd-tehdîd" bu kitapda geçtiğinden o dağın
"cennet şevkinden ve cehennem korkusundan" parça parça olduğunu
görürdün. Bu bir örnektir. Yâni, insan bu duyarlılıkta değildir. İnsanoğlunun
kalbi bu taştan ve kayadan daha katıdır. Cehennemdeki azabı bildiren âyet-i
kerîmeleri okuduğu, dinlediği halde günah işlemekten vazgeçmezler Veya
cennetlerdeki "O akla-hayâle sığmaz nimetleri" işittikleri halde
onlara kavuşmak için gayret göstermezler. Allah'ın bu örneklerinden ibret
almazlar.
Bu
bakımdan gafil ve câhil olan insandan taş toprak daha iyidir. Çünkü bunlar hâl
diliyle Allah'ı teşbih ederler. İsyan etmezler.
188 Haşr Sûresi [Cüz. 28 Ayet: 22-23)
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"O,
öyle Allah'tır kî kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. (O) gizliyi de
bilendir, aşikârı da. O, çok esirgeyen, çok bağışlayandır."
O
gizli işleri de bilir. Alenî olanı da bilir. Dünyada hâli neyse hepsini tanı
bilir. Âhirette de olacakları bütün ayrıntılarıyla bilir. Bu âlemde- o âlemde
olacakları bilir. Ona gizli bir şey yoktur. Bütün yaratıklara rızıkları-nı
verir. Dünyâda yapmak istediklerine imkân verir. Bu bakımdan inanan-inanmayan
farkına bakmadan bolca vermesinden "O, Rahman"dır.,.. Mü'minleri ise
özellikle âhirette bağışlayacağından ve özel bir muameleye tâbi tutacağından
"O, RahîmHdir.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"O,
öyle Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir Tann yoktur. (O), mülkü melekûtun
yegâne sahibidir. Noksanı mucip bir şeyden pak ve münezzehdir. Selâm ve
Selâmetin tâ kendisidir. Emnüeman verendir. Her şeye nigahbandır. Gâlib-1
mutlaktır. Halkın hâlini kemal-i salâha götürendir. Büyüklükte eşi olmayandır.
Allah (müşriklerin kendisine) katmakta oldukları her ortaktan
münezzehdir."
Mâbud-u
Hak olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Bütün yerlerin ve gönüllerin pâdişâhı
O'dur. O'nun hükümranlığı sonsuza dek sürer. Doğmak-tan-doğrulmaktan ve çocuk
sahibi olmaktan, her türlü ortaktan münezzehtir (uzaktır). Onun hâkimiyetini
sınırlayan hiçbir şey yoktur. O, El-Melik-tir.^ "
El-kuddûs;
Tüm kötü sıfatlardan münezzehtir. Mukaddes sultandır. Zamandan, mekandan ve
altı yönden uzaktır, Bütün yaratıkların zâtını düşünmek haddi değildir. O,
bütün bu yakıştırmalardan uzaktır. Onun Zâtının mâhiyetini kendisinden başkası
asla anlayamaz. Başkasında kutsallık, düşünülmez. O padişah da olsa...
Es*selâm:
Emniyet, esenlik ve selâmet veren demektir. Ona zeval, yokluk arız olamaz. Onun
saltanatında değişiklik, düzeltmek düşünülemez. Ona itaat eden kullarına ebedî
sekmedik veren O'dur. Onları âhiret azabından korur. Ondan kötülük gelmesi ve
kemâlinin zevali yoktur.
(Cüz:
28 Âyet: 24} Haşr Sûresi 189
El-
mümin: Emniyet, güvenlik demektir. Ona inananın emniyetini sağlayandır. Onun
vaadlerinde yalan yoktur. Mü'mine ve tüm kâinata, her-şeye emniyet veren yalnız
O'dur.
El-müheymin:
Koruyan, şahit olan, ihtiyaçları giderendir. Kulların hükmü üzerine galiptir.
Dilediğini yapar. Âciz değldir. Tüm mahlûkatın koruyucusu, yaptıklarını gözetleyen
ve kâinatın ihtiyaçlarını karşılayan yalnız ve ancak O'dur.
El-Azîz:
Kimsenin kendisine karşı çıkamadığı, emirlerine karşı gelemediği, herşeyin
kendisine her zaman muhtaç olduğu yegâne hüküm sahibi O'dur. Benzeri yoktur.
Hükmünde, dilediğine dilediği gibi, dilediğine, bir üst makama hesap vermeden
bağımsızdır.
El-Cebbârs
Bu kâinatın nizâmını kendi kuvvet, irade ve hikmeti ile cebren tdâre eden
O'dur. O, azamet sahibidir. Kahrıyle âlemi emrine mu-sahhar kılar. Kimse
kendini Onun kahrından kurtaramaz.
El-Mütekebbir:
Onun kibriyasına ve azametine kimse ulaşamaz. Bütün ululardan daha uludur. Onun
karşısında herşey hor ve hakirdir. İnsan-şeytanın büyüklük göstermesi
sahteliktir. Büyüklük Onun şanına yaraşır.
Bütün
uluların ululuğu Onun azameti yanında sönüktür.
Tuhaftır
ki kâfirler Onun şanına lâyık olmayan sözler söylerler. Onların bütün
sözlerinden münezzehtir. Onun iktidarı, yetkileri hakkında hiçbir ortağı
yoktur, Bütün ortaklardan münezzehtir. O, mukaddestir.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
f
O, öyle Allah'dir ki, vücûda getireceği her şeyi hikmeti muktezâsınca takdir
edendir. Onları var edendir. Varlıklara suret verendir. En güzel isimler Onun.
Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) Onu teşbih eder. O, galib-İ mutlaktır.
Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir."
O Allah
kî ana rahminde mahlûku yaratandır. Haliktır. Atalarının sulbünden o spermaları
ana rahminde derleyip-toplar. En güzel biçim olan suretini ve vücûdunu
yaratandır. Hiçbiri birbirine benzemez. Herbirine Vahdetinin mührünü vurur.
Musavvır olan cisimde rûh îcâd eden onu harekete getirir. O rûh bütün uzuvlarda
tasarruf sahibidir. Göz, onunla görür. Kulak, onunla işitir. Dil onunla söyler.
El, onunla tutar. Ayak, onunla yürür. Eğer bu ruh olmazsa gövde bir ağaç
parçası gibi cansızdır. Hiçbir
190 Haşr Sûresi {Cüz: 28 Âyet: 24)
organ
görevini yapamaz. O ulu padişahın emsalsiz işleri vardır. Doksan-dokuz isim
Onundur (Esmâühüsnâ) Her kim onları diliyle zikretse gönlüyle ve kafasıyla da
fîkretse herbir ismin bir hassesinden faydalanır. Göklerde ve yerde olanların
hepsi Onu tesbîh ve tenzih ederler. Allah mülkünde "Azîz"dir. Emrini
yerine getirmede "HâkîmMİr. Hiç kimse Onun emrine engel olamaz.
Rasûlullah:
"Kim sabahleyin üç defa (Eûzübillahissemî ilalîmimineş-şeydanirracim"
dedikten sonra Haşr sûresinin sonundaki üç ayeti okursa Allah ona akşama kadar
istiğfar edecek yetmiş bin melek görevlendirir. O kimse o gün ölürse şehîd
olur. Akşama çıktığı zaman okursa yine böyle olur,11 buyurmuştur.
(İmam Ahmed, Tirmizî, Taberânî, Beyhakî)