Bu sure ismini "Ehl-i Kitaptan inkâr edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran O'dur." mealindeki ikinci ayette geçen "haşr: sürgün" kelimesinden almıştır. İlk haşr, Yahudilerin Rasulullah (s.a.) zamanında toplanıp Medine'den Şam taraflarına doğru sürgün edildikleri ilk toplamadır. İkinci haşr ise Hz. Ömer zamanında Hayber'den çıkartılıp Şam'a doğru sürülmeleridir.
Bu sureye, Beni Nadir gazvesinden sonra bu Yahudi kabilesinin sürülme
hadisesinden bahsettiği için Beni Nadir suresi de denilmiştir. Beni Nadir
Rasulullah (s.a.) ile yaptığı ahdi bozan Yahudi kabilesidir. Bu sebeple
Rasulullah (s.a.) onları Medine'den çıkarmıştır.
[1]
Bu surenin önceki sure ile münasebeti şu üç hususta görülür:
1-
Önceki surede Allah ve Rasulüne düşmanlık
edenlerden ve Bedir günü müşrik akrabasını öldüren sahabeden bahsedilmişti. Bu
surenin başında da yine Allah ve Rasulüne düşmanlık yapanlardan, Bedir
gavesin-den sonra meydana gelen Beni Nadir gazvesinden ve Yahudilerin sürülmesinden
bahsedilmektedir.
2- Önceki surenin sonunda
Allah Tealâ "Allah, ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz diye
yazdı." ayet-i kelimesiyle peygamberlere yardım haberini vermişti. Bu
surenin başında da "Allah (m azabı) onlara hesap etmedikleri yerden
geliverdi. Ve Allah kalplerine korku saldı." ayet-i ke-rimesiyle
Yahudilere karşı bu yardım vaadini yerine getirdiğini ifade etmiştir.
3- Önceki surede Allah Tealâ
münafıkların, Yahudilerin halini ve onların birbirlerine karşı sevgilerini
ortaya koymuştu. Bu surede de Beni Nadir Yahudilerinin başına gelenlerden
bahsetmektedir.
[2]
Diğer Medenî sureler gibi Haşr suresinde de Beni Nadir Yahudilerinin
Medine'den çıkarılmaları gibi teşri'î (amelî) hükümlere ağırlık verilmiştir.
Fey ve ganimet hükümlerinden bahsedilmiş, takva emredilmiştir. Ayrıca
bu surede münafıkların Yahudilerle ilişkisi tahlil edilmiş, Kur'an-ı
Ke-rim'in azameti beyan edilmiş, Allah'ın esmâ-i hüsnasından bazıları zikredilmiştir.
Bu surede Cenab-ı Hak kendisini her türlü noksanlıklardan ve insan,
hayvan, bitki, canlı ve cansız kâinattaki bütün eşyadan tenzih ederek ve bu
varlıkların kendi vahdaniyet ve kudretine şahitlik etmelerine ve azametini
dile getirmelerine işaret ederek söze başlamıştır.
Sonra Allah ve peygamber düşmanlarına karşı kazanılan zaferi ifade etmiş, Beni Nadir Yahudilerinin Medine'den çıkarılmalarından, kalelerinin yıkılmasından bahsetmiştir.
Düşmandan, savaşmadan müslümanlara geçen arazi, evler ve mallar demek
olan "fey"in hükmünden, onun nereye sarfedileceğinden, müslü-manlar
arasındaki muhtelif sınıflara nasıl tevzi edileceğinden ve bu tevziin
hikmetinden bahsetmiştir.
Fey ayetlerinden bahsederken Allah Tealâ, muhacirlerin takındığı tavrı
methetmiş, ensarın faziletlerini övmüş, onlardan sonra gelenleri de önce
geçenleri sena etmeleri ve onlar için mağfiret dilemeleri için teşvik etmiştir.
Ve bu meziyetler, münafıkların Yahudilerle münasebetleri ve onlarla
batıl üzere anlaşma yapmaları ile beraber zikredilerek her kişinin ahlâk
anlayışları da ortaya konmuştur. Münafıkların, anlaşma yaptıkları insanları en
sıkıntılı anda yalnız bırakıvermeleri, Yahudilerin korkaklığı onların ahlâkî
yapılarından bazılarıdır. Yine bu surede münafıklar, insanı kötülüğe ve
sapıklığa teşvik edip de en zor anında onu yalnız bırakan şeytana benzetilmiştir.
Sonra Allah Tealâ müminlere takvayı, kıyamet ve kıyametteki büyük
korkular için hazırlanmalarını, geçen ümmetlerin hallerinden ibret almalarını,
cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki büyük farkı, şaki (öte dünyada
bedbaht olacaklar) ve saidlerin (öte dünyada bahtiyar olacakların) ebediyet
yurdundaki yerlerini hatırlamalarını emretmiştir.
Bu sure Kur'an-ı Kerimin ve onu indirenin azametini, celâl sıfatlarıyla
muttasıf oluşunu ve esmâ-i hüsnasını beyan ederek bitmiştir.
[3]
Said b. Mansur, Buhari ve Müslim'in rivayet ettiklerine göre Said b.
Cübeyr İbni Abbas'a "Peki, Haşr suresi?" diye sormuş İbni Abbas: da
"O, Beni Nadir hakkında nazil oldu." demiştir. Nitekim bir rivayete
göre bunun adı Beni Nadir süresidir.
İbni Abbas, Mücahid, Zühri ve daha pek çok alim şöyle dediler:
Rasu-lullah (s.a.) Medine'ye hicret ettiklerinde Beni Nadir ile anlaşma yaptı.
Rasulullah (s.a.) onlara, kendisiyle savaşmamak şartıyla eman verdi. Fakat
onlar aralarındaki bu ahdi bozdular. Allah Tealâ da reddi mümkün olmayan
musibetini ve döndürülmesi mümkün olmayan hükmünü üzerlerine indiriverdi.
Rasulullah (s.a.) onları sürdü, Allah'tan gelecek musibetten kendilerini korur
zannettikleri muhkem kalelerinden çıkardı. Allah'tan gelecek musibete karşı
onları hiçbir şey koruyamadı. Akıllarına bile getiremedikleri şey Allah
tarafından geliverdi ve Rasulullah (s.a.) onları Medine'den sürüp çıkardı. Bir
kısmı Şam taraflarına bir kısmı da Hayber'e gittiler. Rasulullah (s.a.)
onların develerine yükleyebildikleri kadar eşya götürmelerine müsade etmişti.
Onlar da evlerinde taşınabilir ne varsa söküp götürdüler. Ayet-i kerime bunu
şöyle ifade ediyor: "Hem kendi elleriyle hem müminlerin elleriyle evlerini
yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın." yani Allah Tealâ ve Rasulünün
emrine muhalefet edip kitabını yalanlayanların akibetini düşünün, ahirette
vereceği azab-ı elimin yanında onları dünyada rüsva edici o belâyı başlarına
nasıl indiriyor, düşünün.[4]
Seâlibi'nin İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle
buyurdu: "Haşr suresini kim okursa cennet, cehennem, arş, kürsi, gökler,
yerler, haşerat, rüzgar, bulutlar, kuşlar, hayvanlar, ağaçlar, dağlar, güneş,
ay, melekler... hepsi onun için dua ve istiğfar ederler. O gün veya o gece ölürse
şehit olarak ölür."
Yine Seâlibi'nin Yezid Rakkaşi'den onun da Enes'den rivayet ettiğine
göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Haşr suresinin son tarafını
(sondan üç ayet) kim okursa ve o gece ölürse şehid olarak ölür."[5]
Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi'nin Ma kıl b. Yesar'dan rivayet ettiklerine
göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kim sabahleyin üç defa "Eûzü
billâ-hissemii'l-alîmi mineşşeytânirracîm" diyerek Haşr suresinin sonundan
üç ayet okursa, Allah yetmiş bin melek görevlendirir, onlar akşama kadar onun
için istiğfar ederler. O gün ölürse şehit olarak ölür. Akşam okursa aynı
şekilde sabaha kadar istiğfar ederler." Tirmizi, bu hadis hasen gariptir,
demiştir.
[6]
1- Göklerde ve yerdeki her şey
Allah'ı teşbih etmektedir. O güçlüdür, hikmet sahibidir.
2- Ehli Kitaptan inkâr edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran
O'dur. Çıkacaklarını sanmamıştı-nız. Onlar da kalelerinin Allah'tan kendilerini
koruyacağına inanmışlardı. Ama AllahCın azabı) onlara hesap etmedikleri yerden
geliverdi. Ve Allah kalplerine korku saldı. Hem kendi elleriyle hem müminlerin
elleriyle evlerini yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın.
3- Allah onlara sürgünü yazmasaydı muhakkak dünyada onlara azap ederdi.
Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır.
4- Bu, onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim
Allah'a karşı gelirse şüphesiz Allah'ın azabı şiddetlidir.
5- Bir hurma ağacı kestiyseniz veya kökleri üzerinde dikili
bıraktıysa-nız hep Allah'ın izniyledir ve bu izin fasıldan rüsva etmek içindir.
"Mâzanentüm=sanmamıştınız.", "zannû=sandılar,
inandılar" zıt anlamlar taşımakta olduklarından aralarında tezat vardır.
[7]
"Göklerde ve yerdeki" canlı cansız "her şey Allah'ı
teşbih", tenzih ve takdis "etmektedir." "O güçlüdür",
kuvvetlidir, mülkünde her şeye hakimdir, her şeyi yerli yerinde yapan
"hikmet sahibidir.".
Medine'de yaşayan üç Yahudi kabilesinden biri olan Beni Nadir iki defa
sürgün edildi. Birincisi Medine'den Hayber'e, ikincisi Hz. Ömer zamanında Hayber'den
Şam taraflarına doğru oldu. Allah Tealâ buna işaret ederek şöyle buyurdu:
"Ehl-i Kitap'tan inkâr edenleri" Beni Nadir Yahudilerini "ilk
sürgün için" Medine'deki "yurtlarından çıkaran O'dur," Çok güçlü
oldukları ve muhkem kalelerde oturdukları için, ey müminler sizler de onların
"çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da" yüksek ve muhkem
"kalelerinin Allah'tan" gelecek musibet ve azaptan "kendilerine
koruyacağına" kesinlikle "inanmışlardı. Ama Allah"va azabı ve
belâsı "onlara" güçlü oldukları ve kendilerine çok güvendikleri için
hiç akıllarına bile gelmeyen, "hesap etmedikleri yerden geliverdi.
Ve" reisleri Ka'b b. Eşrefin öldürülmesinden dolayı "Allah Tealâ
kalplerine" şiddetli bir "korku saldı. Hem kendi elleriyle hem
müminlerin elleriyle evlerini yıkıyorlar", beğendikleri kerestesini de
alıp götürüyorlardı. Öyleyse "ey akıl sahipleri" bunların haline
bakıp ders ve "ibret alın." Bu son cümle kıyasın bir delil
sayıldığını göstermektedir. Çünkü burada, hükümde eşit olmayı gerektiren ortak
illetten dolayı, bir halden diğerine geçiş ve birinin hükmünü diğerine verme
emredilmek-tedir ki işte bu kıyastır. "Allah onlara", çoluk çocuk
topluca vatanlarından çıkarılma şeklindeki "sürgünü yazmasaydı,
muhakkak" Beni Kurayza'ya yaptığı gibi "dünyada" öldürülerek,
esir edilerek "onlara azap ederdi." Ancak yine de onlar her ne kadar
dünya azabından kurtulmuş olsalar da ahi-ret azabından kurtulamıyacaklar.
"Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır."
Başlarına gelen "6u" belâ, "onların Allah'a ve Rasulüne
karşı gelmeleri", muhalefet ve düşmanlık yapmaları "sebebiyledir.
Kim Allah'a karşı gelirse şüphesiz Allah'ın azabı şiddetlidir."
Siz iyi veya kötü "bir hurma ağacı kestiyseniz veya" kesmeyip
"kökleri üzerinde dikili bıraktıysanız hep Allah'ın izniyle" ve
emriyledir. "Ve" eğer Allah hurmaları kesme konusunda size izin
verdiyse "bu izin fasıkları rüs-va etmek içindir." Ayetin bu kısmı,
kâfirleri zaafa uğratmak için yurtlarının yıkılması ve meyve ağaçlarının
kesilmesinin caiz olduğuna delildir.
[8]
Buhari'nin rivayetine göre İbni Abbas Enfal suresinin Bedir, Haşr suresinin
de Beni Nadir hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Hakim'in "sahihtir" hükmünü vererek rivayet ettiğine göre Hz.
Aişe şöyle demiştir: "Bir Yahudi kabilesi olan Beni Nadir'e karşı yapılan
gazve Bedir gazvesinden altı ay sonra olmuştur. Onların evleri ve hurmalıkları
Medine'nin yakınındaydı. Rasulullah (s.a.) onları muhasara etti. Nihayet
Rasulullah (s.a.) onlarla silâh hariç diğer mal ve eşyalarından develerinin
taşıyabildiğini alarak yurtlarını terketmeleri şartıyla anlaştı. Bunun üzerine
Allah Tealâ onlar hakkında bu sureyi indirdi."
Rivayet olunur ki Rasulullah (s.a.) Medine'ye hicret ettiklerinde onlarla
tarafsız kalmaları şartıyla sulh yaptı. Bedir'de Rasulullah (s.a.) müşriklere
karşı zafer kazanınca kelime oyunu yaparak "O meb'us peygamberdir (yani
Allah tarafından gönderilmiş hak peygamberdir) deyip kabul eder gibi
göründüler. Aslında "muzaffer peygamber" demek istiyorlardı. Uhud'da
müslümanlar hezimete uğrayınca şüpheye düşüp ahitlerini bozdular. Onlardan
Ka'b İbni Eşref kırk kişilik bir heyetle Mekke'ye gitti. Ebu Süf-yan'la
anlaştılar. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) Ka'b'ın süt kardeşi Mu-hammed b.
Mesleme'ye emretti, o da bir hile ile Ka'b'ı öldürdü. Sonra bir sabah şafakta
Rasulullah (s.a.) Beni Nadir'i muhasara etti. Nihayet yurtlarını terkedip
gitmeleri şartıyla anlaştılar. Büyük bir kısmı Şam'a diğer kısmı da Hayber ve
Hira'ya gitti. Bunun üzerine bu surenin ilk altı ayeti nazil oldu.
Tefsir alimlerinin bu surenin Beni Nadir hakkında nazil olduğunu
söylemeleri de bunu açıklamaktadır. Hadise şöyledir: Rasulullah (s.a.) Medine'ye
geldiğinde Beni Nadir Rasulullah'a (s.a.) ne ona karşı ne de onun safında
savaşmamak üzere sulh teklif ettiler. Rasulullah (s.a.) bu teklifi kabul etti.
Hz. Peygamber Bedir'de müşriklere karşı zafer kazanınca "Bu bizim
Tevrat'ta sıfatını gördüğümüz peygamberdir, bunun sancağı yere düşmez."
dediler. Ancak Uhud'da müslümanlar hezimete uğrayınca ahdi bozup açıkça
Rasulullah'a (s.a.) ve müslümanlara düşmanlık yapmaya başladılar. Rasulullah
(s.a.) da onları muhasara etti. Sonra Medine'den çıkmak şartıyla sulh
yaptılar.[9]
Muhasara, Hicretin dördüncü senesi Rabi-ulevvel ayında oldu.
"Bir hurma ağacı kestiyseniz..." ayetinin (5. ayet) nüzul
sebebiyle ilgili olarak Buhari, Müslim ve diğerlerinin İbni Ömer'den
rivayetlerine göre Rasulullah'ın (s.a.) Beni Nadir'in hurma ağaçlarını yakıp
fidanlarını kesmesi üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
İbni İshak'ın Yezid b. Rümman'dan rivayetine göre Rasulullah (s.a.)
Beni Nadir'in üzerine yürüdüğünde kalelerine kapandılar. Rasulullah (s.a.) da
hurmaların kesilip yakılmasını emretti. Onlar da kaleden "Ya Muham-med!
Sen fesadı yasaklar ve kötülerdin, şimdi hurmaların kesilip yakılması ne demek
oluyor?" diye seslendiler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. İbni
Cerir de Katade ve Mücahid'den benzerini rivayet etmiştir.
[10]
"Göklerde ve yerdeki her şey Allah'ı teşbih etmektedir. O
güçlüdür, hikmet sahibidir." Göklerde ve yerde mevcut olan her şey ya dil
ile açıkça veya kalp ile veya lisanı hal ile Allah'ın azametine, celâline boyun
eğerek O'nu bütün noksanlıklardan tenzih ve takdis ederler. O mülkünde
kuvvetli, galip ve kahirdir, yaptıklarında, takdirinde ve hükümlerinde hikmet
sahibidir, insan hikmetim hemen idrak edemese dahi, O her şeyi yerli yerine
koyar.
"Yedi gök ve yer ve onlardakiler O'nu teşbih ederler. Hiçbir şey
yoktur ki O'nu hamd ile teşbih etmesin. Lâkin siz onların teşbihini anlayamazsınız.
" (İsra, 17/44) ayeti de bu ayetin benzeridir.
Cenabı Hakk'ın şu sözü de O'nun kudret ve hikmetinin tecellilerinden
biridir: "Ehl-i Kitaptan inkâr (nankörlük) edenleri ilk sürgün için yurtlarından
çıkaran O'dur." Yani Beni Nadir Yahudilerinin Medine'deki yurtlarından
ilk sürgün için toplanıp çıkarılmaları hükmünü veren Allah Te-alâ'dır. Onların
ilk sürgünleri Medine'dendir. Son sürgünleri ise Hz. Ömer'in onları Hayber'den
Şam taraflarına sürmesidir.
"Çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin Allah 'tan
kendilerini koruyacağına inanmışlardı." Yani ey müslümanlar! Güçlü,
kuvvetli, geniş hurmalıkların ve emlâkin sahibi, sayıca ve silâhça üstün,
muhkem kaleler içindeki Beni Nadir'in yurtlarından çıkmasını siz de
beklemiyordu-mz. Bu ifade nimetin büyüklüğünü beyan etmektedir. Onlar da
kalelerinin Allah'tan gelecek azaba karşı kendilerini koruyacağına, her hangi
bir kötü duruma maruz kalmayacaklarına inanıyorlardı.
"Ama Allah da onlara hesap etmedikleri yerden geliverdi. Ve Allah
kalplerine korku saldı." Yani Allah'ın emri, cezası ve azabı onlara
hatırlarlarına gelmeyen bir cihetten geliverdi. Allah Tealâ peygamberimize
onlarla savaşmasını ve onları sürmesini emretti. Böyle bir şey olacağını
zannetmiyorlardı, bilakis kendilerinin daha güçlü ve kuvvetli olduklarına
inanıyorlardı. Allah da o göğsü dolduran korkuyu kalplerine salıverdi. Buhari,
Müslim ve Nesei'nin Cabir'den rivayet ettikleri hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle
buyurdu: "Bir aylık mesafeden korku ile yardım olundum." (Yani
Rasulullah'ın (s.a.) düşmanları bir aylık mesafede de olsalar onun korkusu
onları sarar.)
"Hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle evlerini
yıkıyorlardı." Yani artık sürüleceklerine inandıkları zaman müslümanlar
istifade etmesin diye içeriden evlerini kendileri yıkarken müminler de
dışardan yıkıyorlardı. Zühri ve Urve b. Zübeyr şöyle dediler: Rasulullah
(s.a.) onlarla develerin taşıyabildiği her şeyin kendilerinin olması şartıyla
anlaşınca hoşlarına giden keresteleri alabilmek için evlerini yıkıyorlar ve
bunları develerine yüklüyorlardı. Müslümanlar da kalanları yıkıyorlardı.
"Ey akıl sahipleri ibret alın." Ey akıl sahipleri bu olup
bitenlerden ibret alın ve şunu iyi bilin ki Allah Tealâ bunun benzerini
hiyanet edip ahdini bozan, Allah'ın ve Rasulünün emrine muhalefet eden herkese
yapabilir.
"Allah onlara sürgünü yazmasaydı muhakkak dünyada onlara azap
ederdi. Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır." Yani Allah Tealâ
onlar hakkında böyle zelil bir şekilde sürülme hükmünü vermemiş olsaydı,
hicretin beşinci senesinde Hendek savaşından sonra Beni Kurayza'ya, ikinci
senesinde Bedir günü müşriklere, Bedir harbinin peşinden Medine'den sürerek
Beni Kaynuka Yahudilerine yaptığı gibi dünyada katlederek, esir ederek onlara
azap ederdi. Kıyamette de cehennemde onlar için şiddetli bir azap vardır.
Bunların sürülmesinin tarihi sebebi ise şöyledir: Rasulullah (s.a.);
Ebubekir, Ömer ve Ali (r.a.)'nin de içinde bulunduğu on kişi ile beraber Beni
Nadir'e gitti. Bir müslümanın Beni Amir'den hata ile öldürdüğü iki kişinin
diyetini ödemek hususunda onlardan yardım isteyecekti. Beni Nadir ile Beni Amir
arasında ittifak ve anlaşma vardı. Beni Nadir görünüşte yardım vaadettiler,
ancak niyetleri Rasulullah (s.a.)'a suikast düzenlemekti. Rasulullah (s.a.) bir
evin duvarının dibinde oturuyordu. Hemen bir suikast planı hazırladılar. Amr b.
Cahş adındaki Yahudi çatıdan Rasulullah'ın (s.a.) üzerine büyük bir taş
bırakacak ve öldürecekti.
Allah Tealâ, derhal Rasulullah'ı (s.a.) bu plandan haberdar etti. Rasulullah
(s.a.) hemen orayı terkederek Medine'ye döndü. Beni Nadir'in üzerine yürümek
ve harp edip onları Medine'den sürmek için hazırlık yapılmasını emretti. Hicrî
dördüncü senenin Rabiulevvel ayında Rasulullah (s.a.) beni Nadir'i muhasara
etti. Muhasara altı gün sürdü. Allah Tealâ onların kalplerine korku saldı. Rasulullah
(s.a.)'dan silâhları hariç mal ve eşyalarından develerinin taşıyabileceği
kadarını götürmek şartıyla canlarını bağışlamasını ve yurtlarını
terketmelerine müsade etmesini istediler. Rasulullah (s.a.) kabul etti. Sonra
bir kısmı Hayber'e, bir kısmı Şam'a gitti.
Muhasara esnasında Rasulullah (s.a.) hurmalarının kesilip yakılmasını
emretti. Onlar da kaleden "Ya Muhammed! Sen fesadı nehyederdin, fasitlik
yapanları ayıplardın. Şimdi hurmaların kesilip yakılması ne demek oluyor?"
diye seslendiler. Bunun üzerine "Bir hurma kestiyseniz veya kes-meyip
kökleri üstünde dikili bıraktıysanız..." ayeti nazil oldu.
Burada Allah Tealâ şu ayetiyle sürülmelerinin sebebini açıkladı:
"Bu, onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim
Allah'a karşı gelirse şüphesiz Allah'ın azabı şiddetlidir." Yani Allah
Tealâ müminleri onların başına musallat kılıp onları tardetti. Çünkü onlar
Allah ve peygamberine muhalefet etmişler ve Allah'ın, Muhammed'in (s.a.) geleceğini
müjdeleyen önceki peygamberlerine indirdiği haberi yalanlamışlardı. Halbuki
onlar Rasulullah'ı (s.a.) kendi çocuklarını nasıl tanıyorlarsa öyle
tanıyorlardı.
Kim itaat etmemek, kâfirlere muhabbet beslemek ve ahdi bozmak suretiyle
Allah ve Rasulüne düşmanlıkta bulursa, Allah onu cezanın en ağı-rıyla
cezalandırır ve dünyada ve ahirette ona azap eder.
Sonra Allah Tealâ harp zaruretlerinin gereği olarak yapmak zorunda
kaldıkları hususlarda müminleri mazur sayarak şöyle dedi: "Bir hurma ağacı
kestiyseniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıysanız hep Allah'ın iz-niyledir
ve bu izin fasıkları rüsva etmek içindir." Yani sizin yaptığınız hurma
ağaçlarını kesip yakma veya bazılarını kesmeme gibi işler hep Allah'ın emri ve
iradesiyledir. Allah Tealâ müminleri aziz, taattan çıkan Yahudileri zelil etmek
ve ağaçların kesiminde onları öfkelendirmek için bu izni vermiştir. Zira
Yahudiler müminleri kendi mallan üzerinde istediklerini yapabildiklerini
görünce öfkeleri artıyordu.[11]
Bu ayet-i kerimeleri şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Rabbimizi teşbih etmek ve
lâyık olmayan şeylerden O'nu tenzih etmek, canlı cansız yerde ve göklerdeki
bütün yaratılmışların vasfıdır. Allah'ın varlığını, birliğini, kudret ve
azametini itiraf için yapılan bu teşbih ve tenzih ya sözle veya lisanı hâl ile
olur.
2- Yahudiler dünyada İslâm'ın
ilk asrında Allah'ın emriyle iki sürgüne maruz kalmışlardır. Bunlardan
birincisi Medine'den Şam'a, diğeri de Hz. Ömer zamanında Hayber'den yine Şam'a
doğru olmuştur. Bu sürgünlerin sebebi
iman etmemeleri ve ahdi bozmalarıdır. Ayrıca diğer insanlar gibi onlar da
hesap ve ceza için haşrolunacaklardır.
3- Yahudiler güçlü oldukları
ve muhkem kalelerde toplandıkları için onların gerek Medine'den gerekse
Hayber'den sürülmeleri akla hayale gelmeyen bir şeydi. Fakat hesap etmedikleri
yerden Allah'ın emri ve azabı geliverdi. Liderleri Ka'b b. Eşrefin
öldürülmesiyle Allah Tealâ kalplerine bir korku saldı. Ka'b'ı öldürenler
Muhammed b. Mesleme, Abbad b. Bişr, Haris b. Evs ve Ebu Abs b. Cebr idi.
Kendilerinden sonra müslümanlar oturmasın diye Yahudiler evlerini
yıkıyorlardı. Müslümanlar da onların Arap yarımadasından izlerini silmek ve
varlıklarına son vermek için yıkım işini tamamlıyorlardı.
İşte bu harekette Allah Tealâ'nın Hz. Peygamber'e (s.a.) yardımı ve
O'na şeref bahşettiği, müminlerin mevkiini kuvvetlendirirken yeryüzünde fesat
çıkaran Yahudileri zelil ettiği açıkça görülmektedir.
4- Yahudilerin bu şekilde
sürgün edilmelerinde akıl sahiplerinin ders alacağı birtakım ibretler vardır.
Bir atasözünde "Akıllı insan başkasından ders alan insandır."
denilir.
5-
Fıkıh usulü alimleri kıyasın
bir hüccet olduğuna "Ey akıl sahiplei ibret alın" ayetini delil
saymışlardır. Çünkü Allah Tealâ bu ayette "ibref'i emretmiştir. Bu
kelimenin masdarı olan "el-ubür" bir şeyden diğerine geçmek intikal
etmek manasına gelir. Bu da kıyasta böyle tahakkuk eder.
Çünkü kıyas, hükmü asıldan fer'a nakletmektir.
6-
"Evlerini
yıkıyorlar..." ayeti kerimesini alimler bize düşman olan kâfirlerin -harp
esnasında, harbin getirdiği bir zaruret olarak- yurtlarının yıkılmasının,
ağaçlarının kesilmesinin, ekinlerinin yakılmasının caiz olduğuna delil
saymışlardır. O halde gerekiyorsa yakıp yıkmakta, gemilerini batırmakta,
mancınık kullanmakta, meyvalı olsun meyvasız olsun ağaçları kesmekte beis yoktur.
Müslim'in Sahih'inde ve diğerlerinde İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre
Rasulullah (s.a.) Beni Nadir'in hurma ağaçlarını kesmiş ve yakmıştı. Sahih olan
görüş de budur. Şafiilere göre müslümanlar çaresiz kalırlarsa bunu
yapabilirler.
7- Taberi şöyle der:
"Düşmandan hiçbir şey almadan yurtlarından sürülmek üzere onlarla sulh
yapmak şimdi caiz değildir. O, İslâm'ın ilk yıllarında var idi. Sonra
nesholundu. Şimdi ise düşman ya öldürülür, ya esir alınır veya cizye konulur.
Bana göre bu zamanın şartlarında çok isabetli bir görüş değildir."
8-
Allah Tealâ'nın Beni Nadir
Yahudileri hakkında Medine ve Hay-ber'den sürülmeleri hükmünü vermesi onlar
için bir rahmettir. Şayet bu olmasaydı Allah Tealâ Beni Kurayza'ya yaptığı
gibi ölüm ve esaretle dünyada onlara azap edecekti.
"Sürgün" ve ihraç etmek" lügat manaları aynı olmakla
beraber Kurtu-bi'nin zikrettiğine göre şu iki hususta farklıdır:
Birincisi: Sürgün çoluk çocuk beraber
olduğu halde ihraç; sürmek sadece kişinin kendisine münhasır olabilir.
İkincisi: Sürgün topluca olduğu halde
ihraç; sürmek tek kişinin ve gurubun gönderilmesine denilebilir.
9- Bu tahrip ve sürgünün
sebebi Allah ve Rasulüne isyan etmektir. Yani Allah'a ve Rasule düşmanlık ve
Allah'ın emrine muhalefettir. Sonra Allah Tealâ caydırıcı olsun kastıyla bu
ikazı herkese teşmil ederek buyurdu ki: "Kim Allah'a isyan ederse Allah'ın
azabı şiddetlidir."
10- Rasulullah'm (s.a.) Beni
Nadir Yahudileri üzerine yürümesi, onların kaleye kapanmaları üzerine
ağaçların kesilip yakılmasını emretmesi Hicretin dördüncü yılının başında
Rabiulevvel ayında oldu. İçki de o zaman haram kılınmıştı.
Abdullah b. Ubey b. Selül ve beraberindeki birtakım münafıklar Beni
Nadire: "Biz sizinle beraberiz, size savaş açılırsa sizin safınızda
savaşırız, sürülürseniz sizinle beraber biz de çıkarız." diyerek onları
kandırdılar, onlar da buna aldandılar.
Harbin seyri münafıkların onlara yardım etmesini gerektirdiği bir sırada onları ortada bırakıverdiler ve Hz. Peygamber (s.a.)'den, silâh hariç diğer mallarından develerine yükleyebildiklerini alıp gitmeleri şartıyla Yahudilerin canlarına dokunmamasını istediler. Onların bir kısmı Şam'a bir kısmı da Hayber'e gitti.
11- Maverdi "bir hurma
kestiyseniz..." ayeti kerimesi hakkında şöyle der: "Bu ayet her
müctehidin isabet ettiğine bir delildir. Çünkü müslüman-ların bir kısmı
ağaçları kesiyor bir kısmı kesmiyordu. Allah Tealâ her ikisini de doğru buldu.
Doğrusu şudur ki ictihadda isabet eden bir kişidir, diğer müctehidler
hatalıdır, ancak günah işlemiş olmazlar." İbnü'l-Arabi, Maver-di'nin bu
sözü üzerine şu yorumu yapmaktadır: "Bu batıldır, zira Rasulul-lah (s.a.)
onlarla beraberdi. Rasulullah'm (s.a.) yanında ictihad olmaz. Bu ancak, Kur'an
inmeyen hususlarda Rasulullah'm (s.a.), kâfirlere eza vermenin umumen caiz
oluşundan ve onların mahvı ve helakine hükmetmenin "fasıkları rüsva etmek
içindir." ayetindeki umumi izne dahil oluşundan hareket ederek ictihad
ettiğine delâlet eder."[12]
6- Ve Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimet için siz at ve deve sürmüş değilsiniz. Ancak Allah elçilerini dilediğine galip kılar. Zira Allah her şeye kadirdir.
7-
Allah'ın fethedilen
beldelerin halkından peygamberine verdiği ganimet -sizden yalnız zenginler
arasında dolaşan bir mal olmaması için- Allah'ın, peygamberin, yakınlarının,
yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Peygamber size ne verdiyse
onu alın, sizi neden nehyetmişse
onu terkedin. Allah'tan korkun.
Zira Allah'ın azabı ganimetler) Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken mallarından
ve yurtlarından çıkartılan ve Allah
ve Rasulune yardım eden fakır
muhacirlerindir. İşte sadıklar bunlardır.
9-
Muhacirlerden önce Medine'yi
ve imanı yurt edinenler,
kendilerine hicret edenleri severler ve
onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde hiçbir haset duymazlar, şiddetli ih-
tiyaçları olsa bile onları kendileri- ne tercih ederler. Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
10-
Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz ,bizi ve Jzden önce iman
eden kardeşlerimizi af eyle. İman edenlere
karşı kalplerimizde hiçbir kin yaratma. Ey Rabbimiz, şüphesiz sen çok
şefkatli, çok merhametlisin."
"Peygamber size ne verdiyse... sizi neden nehyetmişse"
cümleleri arasında mukabele vardır.
"İmanı yurt edinenler" ifadesinde istiare vardır, kalplerde
mekân tutan iman, insanın yerleşip vatan edindiği bir yere benzetilmiştir.
[13]
"Ve Allah'ın onlardan" yani Beni Nadir'den veya surenin
başında adı geçen Ehl-i Kitaptan veya genel olarak kâfirlerden alıp
"peygamberine verdiği şey (ganimet) için siz" ey müslümanlar,
"at ve deve sürmüş", elde etmek için emek sarfetmiş, meşakkat çekmiş
"değilsiniz. Ancak Allah" kâfirlerin kalbine korku salmak suretiyle
"elçilerini dilediğine galip kılar. Zira Allah" bazen birileri
vasıtasıyla bazen vasıtasız, bazen harp ile bazan harpsiz "her"
istediği "şeye kadirdir."
Bu ayette "peygamberine verdiği şey", "fey"
kelimesiyle ifade edilmiştir. Fey'in dindeki anlamı, savaşmadan, bir akın ve
baskın yapmadan veya Beni Nadir'in mallarında olduğu gibi sulh yolu ile elde
edilen kâfir mallarıdır. Ganimet ise savaşla elde edilen mallardır. Bazılarına
göre kâfirden elde edilen taşınmazlara fey', taşınırlara ganimet denir.
"Allah'ın" Kura vadisi ve Yenbu gibi savaşsız
"fethedilen beldelerin halkından peygamberine verdiği ganimet, sizden
yalnız zenginler arasında dolaşan bir mal olmaması için Allah'ın,
peygamberin," Haşimoğulları, Muttalipoğulları gibi peygamberin
"yakınlarının, yetimlerin", müslüman-lardan ihtiyaç sahibi
"yoksulların ve yolda" parasız "kalmışlarındır."
Bir görüşe göre ganimet altıya bölünür "Allah'ın hissesi"
Kabe'nin ve diğer mescitlerin yapım ve bakımına harcanır. Diğer bir görüşe göre
beşe bölünür, Allah'ın hissesi diye bir pay ayrılmaz. Buna göre ayette
"Allah'ın hissesi'nin zikredilmesi O'na tazim içindir. Hz. Peygamberin
vefatından sonra onun hissesi halifeye veya orduya bırakılır veya müslümanların
genel giderlerine kullanılır.
"Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu
terkedin." Ona aykırı davranmak konusunda "Allah'tan korkun.
Zira" aykırı davrananlara "Allah 'in azabı şiddetlidir."
Bu ganimetler, "Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken" İslâm'ın
ilk yıllarında Mekke'den Medine'ye hicrete zorlanarak "mallarından ve
yurtlarından çıkartılan ve mallarıyla-canlarıyla "Allah ve Rasulüne
(dinine) yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte" imanlarında ve
cihadlarında sebat eden "sadıklar bunlardır." Peygamber de hicret
ettiği halde ona fakir muhacir denilmez.
"Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken" cümlesi, onların hicret
gayelerini açıklayan ve saygıyla anılmaları gerektiğini ifade eden bir hal
cümlesidir.
"Muhacirlerden önce" Hicret yurduna yerleşerek
"Medine'yi ve imanı yurt edinenler (ensar) kendilerine hicret edenleri
severler ve" kendileri mahrum bırakılarak sırf "onlara
verilenlerden" ganimetlerden "dolayı gönüllerinde" muhacirlere
karşı "hiçbir haset", kin ve kıskançlık "duymazlar, şiddetli
ihtiyaçları olsa da onları kendilerine tercih ederler" onların maslahatını
kendi yararlarından önde tutarlar. "Kim" aşırı mal sevgisinden ve Allah
yolunda harcama konusunda "nefsinin cimriliğinden korunursa, işte
onlar" dünyada övgüye, ahirette sevaba nail olarak "kurtuluşa
erenlerdir."
"Onlardan" yani muhacir ve ensardan "sonra"
kıyamete kadar "gelecek" olan bütün müminler "şöyle
derler": Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi af eyle.
İman edenlere karşı kalplerimizde hiçbir kin, buğz ve haset yaratma. Ey
Rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli çok merhametlisin, öyleyse sana lâyık olan,
dualarımızı kabul etmendir.
[14]
"Medine'yi ve imanı yurt edinenler..." ayetinin (9. ayet)
nüzul sebebiyle ilgili olarak; İbnül Münzir'in Zeyd b. Esam'dan naklettiğine
göre Ensar "Ey Allah'ın Rasulü! Medine arazisini muhacir kardeşlerimizle
aramızda ikiye taksim et." dediler. Rasulullah (s.a.) "Hayır! Lâkin
ihtiyaçlarını karşılayın, meyvaları taksim edin, arazi sizin arazinizdir."
dedi. Ensar da "Memnuniyetle." deyince bu ayet nazil oldu.
Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre birisi Rasulullah
(s.a.)'a gelip "Ya Rasulallah, aç kaldım." demesi üzerine Rasulullah
(s.a.) hanımlarına haber gönderdi. Onların yanında yiyecek bir şey bulunamayınca
Rasulullah (s.a.): "Bu gece bunu misafir edecek kimse yok mu? Allah ona
rahmet etsin!" buyurdular. Bunun üzerine ensardan biri kalkıp "Ben
edeyim ya Rasulallah" dedi. Evine gitti hanımına: "Bu Allah'ın
Rasulünün misafiridir, elinden gelen ikramı esirgeme." deyince hanımı:
"Vallahi çocukların yiyeceğinden başka bir şey yok." dedi. Kocası da
ona: "Çocuklar akşam yemek istedikleri zaman onları uyut ve kandili
söndür, biz de bu gece karnımızı bağlayalım." dedi. Kadın da öyle yaptı.
Bu ev sahibi sabahleyin Rasulullah'ın (s.a.) yanına gittiğinde Rasulullah
(s.a.) ona: "Filan ve filanların hareketini Allah beğendi.' dedi. İşte bu
hadise üzerine "Şiddetli ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih
ederler." ayeti nazil oldu.
Vahidinin rivayetine göre Abdullah b. Ömer şöyle dedi: Ashabdan birine
bir koyun başı hediye edildi. O da "Kardeşim filan kişi ve ailesinin buna
bizden daha fazla ihtiyaçları var." diyerek ona gönderdi. O da aynı düşünce
ile başka birine gönderdi. Böylece yedi haneyi dolaştıktan sonra ilk haneye
geldi. Bunun üzerine "Şiddetli ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine
tercih ederler." ayeti nazil oldu.
[15]
Dünyada Beni Nadir'in başına gelen evlerini tahrip etmeleri, hurmalarının
kesilip yakılması ve sonra Şam'a sürülmeleri gibi musibetleri, ahi-rette
müstehak oldukları azabı beyan ettikten sonra, Allah Tealâ onlardan alman
malların hükmünü zikretti ki bunlar "fey'dir. Sonra Allah Tealâ savaşla
alman ganimetle savaşsız sulh yoluyla alman fey'in farkını beyan etmek için
ana hatlarıyla fey'in hükmünü zikretti.
Muhasara edilmelerine rağmen Beni Nadir'in malları kayda değer bir
savaş yapılmadan alınmıştır. Çünkü o sırada müslümanların elinde fazla miktarda
at ve binek bulunmuyordu, uzak bir mesafe de katetmemişlerdi. Beni Nadir
Medine'den sadece iki mil mesafedeydi, oraya da yaya gitmişlerdi. Yalnız
Rasulullah (s.a.) deveye binmişti. Savaş hafif olduğu ve binek bulunmadığı için
Allah Tealâ bunu hiç savaş olmamış saydı ve alman bu malları Rasulullah
(s.a.)'a tahsis etti. Rasulullah (s.a.) da onları muhacirler arasında taksim
etti, çok muhtaç durumda olan Ebu Dücane, Sehl b. Huneyf ve Haris b. Samme
hariç ensardan kimseye bu mallardan bir şey vermedi.
[16]
"Ve Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimet için siz at ve
deve sürmüş değilsiniz." Yani Allah Tealâ'nm peygamberine verdiği Beni
Nadir kâfirlerinin malları Rasulullah (s.a.)'a aittir. Çünkü bunlar için savaş
olmadı, bir meşakkat çekilmedi; uzun sefer için ata, deveye binmediniz. Zira
Beni Nadir Medine'ye iki mil gibi yakın bir mesafedeydi. Dolayısıyla onların
diyarı sulh yoluyla fethedildi, onlar buradan sürgün edildikten sonra malları
alındı. İşte bu sebeple gaziler arasında taksim edilmedi. Allah Tealâ bu
malları, istediği gibi yararına sarfetsin diye Rasulullah'a (s.a.) tahsis
etti.
Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesei'nin Hz. Ömer'den
naklettiklerine göre o şöyle dedi: "Müslümanların binek ihtiyacı duymadan
gerçekleştirdiği Beni Nadir gazvesinden elde edilen malları Allah peygamberine
tahsis etmişti. Rasulullah (s.a.) ehlinin yıllık nafakasını ondan ayırdıktan
sonra artanını da cihada hazırlık olmak üzere silâh ve binek için
kullandı."
"Ancak Allah, elçilerini dilediğine galip kılar. Zira Allah her
şeye kadirdir." Yani Yüce Allah, Muhammed(s.a.)'i Beni Nadir'e galip
kılıp hiç savaşsız mallarını ona verdiği gibi, kudreti ile peygamberlerinden
dilediğini düşmanlarına galip kılar. Allah her şeye kadirdir, dilediğine
dilediğini yapar. Sonra Allah Tealâ fey'in hükmünü zikretti.Buna göre düşmanan
alınan mallar üç çeşit olur:
a)
Düşmandan cebren alınan
taşınır ganimetler. Bunlar Enfal suresi 41. ayetinde de beyan edildiği gibi
beşe taksim edilir.
b)
Sulh yoluyla alınan taşınır
mallar. "Allah'ın Rasulüne verdiği..." ayetinde de beyan edildiği
gibi bunlar Rasulullah (s.a.)'a tahsis edilmiştir, dilediği şekilde sarfeder.
c)
Fey olarak alınan gayri
menkul mallar. Bunlar "Allah 'in fethedilen beldelerin halkından
peygamberine verdiği ganimet... Allah'ın, peygamberin, yakınlarının,
yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır." ayeti gereğince
Rasulullah (s.a.)'dan sonra umumi yarar olan yerlere tevzi edilir. Bu ayeti
kerimede Rasulullah'dan (s.a.) sonra fey'in sarfedilceği yerler beyan
edilmektedir. Buna göre Kurayza, Nadir, Fedek ve Hayber gibi müslü-manlar gaza
düzenlemeden savaşsız, sulh yoluyla fethedilen beldelerden Allah'ın, Rasulüne
ganimet olarak verdiği mallar, Rasulullah(s.a.) hayattaiken onu mülkü olur
vefatından sonra da müslümanların yararına harcanır. Meselâ
Rasulullah'ın(s.a.) akrabası olan Haşimoğulları ve Muttaliboğullarına verilir.
Bunların zekât veya sadaka almaları caiz olmadığı için Allah Tealâ onlara
fey'den bir hak vermiştir.
Ayrıca yetimlere -buluğdan önce babalan ölmüş çocuklara-, fakir ve
yoksullara ve yolculuk esnasında paralan ve nafakalan bitmiş yolculara
harcanır.
Böylece fey beşe taksim edilmiş olur:
1- Allah ve Rasulünün hissesi
ki bu Rasulullah'ın (s.a.) hayatında onun olup vefatından sonra müslümanların
maslahatına harcanır.
2-
Rasulullah'ın (s.a.)
akrabalarının hissesi ki onlar Haşim oğulla
rıve Muttaliboğullandır.
3-
Yetimlerin hissesi.
4-
Yoksullann hissesi
5-
Yolculann hissesi.
Ganimete gelince: Beşte biri bu ayette ve ganimet ayetinde (Enfal,
8/41) zikredilen sınıflara harcanır. Kalan dört hisse ise savaşa katılan
mü-cahidlere dağıtılır.
Bu taksimin niçin böyle yapıldığını Allah Tealâ "Sizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir mal olmaması için..." diyerek beyan etmiştir. Yani mallann dolaşımı yalnız zenginler arasında kalıp bundan fakirlerin mahrum kalmamalan, zenginlerin fakirleri ezip bu mallan aralannda taksim etmemeleri için, bu taksimin adı geçenler arasında böyle yapılmasına hükmettik, denilmektedir. İşte bu, herkesin zengin edilmesi ve mal akışının herkes için gerçekleştirilmesi prensibidir.
"Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terke-din." Yani Rasulullah'ın (s.a.) size emrettiğni yapın size yasak ettiği şeyden kaçının. Zira o sadece hayrı emreder ve sadece şerri yasak eder. Rasulullah (s.a.) meselâ size ganimetten bir şey verdiyse onu alın helâldir, ver-mediyse onayaklaşmayın.
Çünü Rasulullah (s.a.) vahiy ile amel eder, arzularma göre konuşmaz. Bu ayet-i kerime aynı zamanda Rasulullah (s.a.)'in emir ve nehiylerine uymayı vacip kılmaktadır.
Buhari ve Müslim'de Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar onu yapın, nehyettiğim şeyden de kaçının." Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizin'nin rivayet ettiklerine göre İbni Mesud şöyle dedi: "Döğme yapan ve yaptıran, yüzündeki kılları yolan ve güzellik için ön dişlerini seyrekleştirip Allah'ın yarattığı şekli değiştiren kadınlara Allah lanet etsin." Esedoğullan'ndan Ümmü Yakup denilen, Kur'an okumasını da bilen bir kadına bu söz ulaşınca kalktı İbni Mesud'a geldi ve "Duydum ki şöyle şöyle demişsin." dedi. İbni Mesud da "Rasulullah'm (s.a.) lanet ettiğine niçin lanet etmeyeyim, hem o Allah'ın Kitab'ında da vardır.' dedi. Kadın "Ben Kur'anı baştan sona okurum, böyle bir şey görmedim." deyince İbni Mesud: "Okusaydm bulurdun, "Rasul size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terkedin." ayetini okumadın mı?" dedi. Kadın "Evet okudum" dedi. Bunun üzerine İbni Mesud "Rasulullah (s.a.) bunu yasak etti." dedi."
"Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir." Yani emirlerine uymak yasaklarını terketmek suretiyle Allahtan korkun. Zira kendisine isyan edip emrine muhalefet eden, nehyettiklerini irtikap edenlere karşı Allah'ın azabı çetindir. Bu ayet-i kerime takvanın buluması vacip olan her şeyi ihtiva ediyor ve bütün emirlere uyup nehiylerden kaçınmayı teşvik ediyor.
Fey'in verileceği yerleri beyan ettikten sonra, Allah Tealâ yine bu fey' den alacaklardan bir sınıf olan fakirlerin halini beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"(Bu ganimetler) Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken mallarından ve yurtlarından çıkartılan ve Allah ve Rasulüne yardım eden fakir muhacirlerindir." Yani bu dört sınıf (Rasulullah'm (s.a.) yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar) muhacir, ensar ve tabiinin fakirleridir. Muhacirlerin fakirleri Mekke müşriklerinin, mallarını ve yurtlarını terkederek Mekke'den çıkmaya zorladıkları, dünyada Allah'ın rızasını, lütfunu ve rızkını, ahirette sevabını isteyen, kâfirlerle cihad ederek Allah ve Rasulüne yardım eden, Allah'ın dinini ve kelime-i
tevhidini yücelten müminlerdir. Yani ganimetin beşte biri, ayette
zikredilen yerlere (Allah'a, Rasule, yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışlara) sarfedilir, kalan beşte dördü ise muhacirlerin ve onlardan
sonragelenlerin fakirlerine verilir[17]
"İştesadıklar bunlardır." Yani bu muhacirler sadakatte kemale
ulaşmış, fiilleriyle sözlerinin doğruluğunu ispat etmiş, imanlarıyla ihlaslı
amellerini birleştirmiş insanlardır.
Sonra Cenabı Hak ensarı methederek onların fazilet ve şerefini, ihtiyaç
içinde oldukları halde muhacirleri kendilerine tercih etmelerini ve ganimetin
onlara verilmesine nasıl razı olduklarını beyan sadedinde şöyle buyurdu:
"Muhacirlerden önce Medine'yi ve imanı yurt edinenler, kendilerine
hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde hiçbir
haset duymazlar, şidddetli ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih
ederler." Yani hicret yurdu Medine'de oturan, muhacirlerin hicretinden önce
Allah ve Rasulüne iman kalplerinde mekân tutan ensar, muhacirleri severler,
onlara malî yardımda bulunurlar,
ganimetin sadece muhacirler arasında taksim edilmesinden dolayı
gönüllerinde onlara karşı hiçbir haset ve kin duymazlar, buna gönülden razı
olarlar, kendileri de fakru zaruret içinde oldukları halde şu dünyadaki
hisselerinde onları kendilerine
terih ederler."Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir. " Yani nefsinin hırs ve cimriliğini yenip bunlardan
korunarak dinin farz kıldığı malının zekâtını veya hakkını veren kişi kurtulmuş
ve matlup olan emellere nail olmuştur.
Tirmizi, Ebu Yala ve İbni Merdüveyh'in Enes b. Malik'ten merfu olarak
rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) "Bir kulda cehennem ateşinin
dumanıyla Allah yolunda aldığı toz asla birleşmez, iman ile cimrilik bir kulun
kalbinde asla birleşmez." buyurmuştur.
Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Cabir b.
Abdullah'dan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Sakın zulmetmeyin, zira zulüm kıyamet günü zulmetler getirir. Cimrilikten sakının, zira cimrilik sizden önceki ümmetleri helak etti. Onları kan dökmeye ve haramları helâl kılmaya sevketti."
Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud'un Abdullah b.
Amr'dan rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Zulümden sakının çünkü zulüm kıyamet günü zulmetler getirir. Her türlü kötü
fiil ve sözden sakının, zira Allah kötülüğü ve bilerek kötülük yapılmasını
sevmez. Sakın cimrilik yapmayın, çünkü cimriliksizden önceki ümmetleri helak
etti.
Onlara zulmü emretti zulmettiler,
günahı emretti günah işlediler, akraba ile ilgiyi kesmeyi emretti
kestiler."
Bu ayet-i kerime ensarın şu beş sıfata haiz olduğuna delâlet
eder:.Hic-ret yurdu Medine'ye önceden yerleşmiş olup imanı kendilerine vatan
edinmeleri, muhacir kardeşlerine karşı muhabbetleri, hırs, tamah ve haset gibi
bayağı sıfatlardan temiz olmaları, şiddetle ihtiyaçları olduğu halde başkalarını
kendilerine tercih etmeleri, cimrilikten uzak cömert insanlar olmaları. Bu
yüzden "Felaha erenler, istediklerine nail olanlar" diye
vasıflandırıldılar.
Sonra Yüce Allah, ganimet mallarından almaya hak kazanan fakirlerden üçüncü kısım olan tabiileri zikrederek şöyle dedi: "Onlardan sonra gelenler şöyle derler: "Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi af eyle. İman edenlere karşı kalbimizde hiçbir kin yaratma. Ey Rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin." Yani zaman bakımından muhacirler ve ensardan sonra gelenler -ki bunlar Tevbe suresinin 100. ayetinde "Önce geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah 'tan razı olmuşlardır." kavli ile beyan edildiğine göre tabiilerdirşöyle derler: "Ey Rabbimiz, günaharımızı af eyle, muhacir ve ensardan geçen salih selefimiz kardeşlerimizi de af eyle, müminlere karşı olabilecek aldatma, buğz ve hasedi kalplerimizden mutlaka çıkar. Çünkü senin ey Rabbimiz, rahmetin çok, merhametin sonsuzdur, dualarımızı kabul eyle."
Tabiinden maksat, muhacir ve ensarın mübarek izlerini ve güzel vasıflarını takip eden, gizli ve aşikâr onlara dua edenlerdir.Ayet-i kerime, bu ümmetin başta ve sondaki bütün nesillerinin birbirine
kenetli olduğuna, ashab-ı kirama muhabbetin vacip olduğuna ve imanda kendilerini geçen din kardeşlerini takdir ettiklerine dair bir delildir. Ve bu ayet-i kerime onlara dua edilmesini, kalplerin kin ve haset gibi marazlardan temizlenmesini teşvik etmektedir.
Zühri'nin rivayetine göre Hz. Ömer şöyle demiştir: "Ve Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimet için siz at ve deve sürmüş değilsiniz." ayetinde beyan edilen ganimet, sadece Rasulullah'a (s.a.) aittir. Fethedilen diğer beldelerden alman ganimetler ise Allah'ın, Rasulün, yakınlarının, yetimlerin, yoksulların, yolda kalmışların, yurtlarından ve mallarından çıkartılan muhacirlerin, onlardan önce Medine'yi ve imanı kendilerine yurt edinenlerin ve onlardan sonra gelenlerin fakirlerinindir. Böylece bu ayet bütün insanları kapsamış, müslümanlardan bu ganimetlerde hakkı olmayan kimse kalmamıştır.[18]
İbni Cerir'in Malik b. Evs'den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer (r.a.) "Zekâtlar fakirler yoksullar...indir." (Tevbe, 9/60) ayetini okudu ve "zekât bunlarındır." dedi. Sonra "Bilin ki ganimet aldığınız şey Allah'ındır, beşte biri Rasulündür, akrabalarınındır..." (Enfal, 8/41) ayetini okudu ve "Bu da bunlarındır." dedi. Sonra açıklamakta
oduğumuz ayetleri okuyarak "Bu da bütün müslümanlanndır, ganimette hakkı olmayan kimse kalmamıştır." demiş ve devamla "Yaşarsam şunu göreceğimden şüphem yok: Hımyer'in dağındaki çoban gelecek ve hiç terlemeden ganimetlerden nasibini alacak." demiştir."[19]
Razi şöyle der: "Bu ayetler bütün müminleri kapsamaktadır. Çünkü onlar ya
muhacirlerdir veya ensardır veya onlardan sonra gelenlerdir. Şu da
beyan edilmiştir ki muhacir ve ensardan sonra gelenlerin özelliği, onları
rahmet ve dua ile anmalarıdır. Böyle olmayıp da onları lanet ve beddua ile
ananlar, bu ayetin nassı gereğince müminlerin haricinde kalır.[20]
Bu ayet-i kerimeler şu hükümlere işaret etmektedir:
1- Beni Nadir ve benzerlerinin
malları gibi harp darp olmadan, meşakkat çekilmeden Allah'ın, Rasulüne nasip
ettiği mallar Rasulullh (s.a.)'a aittir. Dilediği yere sarfeder. Rasulullah
(s.a.) da bunları şiddetli ihtiyaçlarından dolayı muhacirler arasında taksim
etmiş, Ebu Dücane, Sehl b. Hanif ve Haris b. Samme gibi üç muhtaç insan hariç,
bu ganimetlerden ensara bir şey vermemiştir.
2- Fey malları –İbni Abbas'ın
da dediği gibi- Medine'de Kurayza ve Na-dir'den almanlar, Medine'ye üç günlük
mesafedeki Fedek arazisi, Hayber ve Urayne ve Yenbu köyleri. Allah Teala
bunları Rasulullah’a tahsis etmiştir.
3-
Devletin tasarruf hakkı
bulunan mallar üç çeşittir:
a) Zekâtlar: Bunlar
müslümanlardan onları manevi kirlerden temizlemek için alınan mallardır.
b) Ganimetler: Savaş yoluyla
kâfirlerin mallarından müslümanların eline geçenler.
c) Fey: Harp olmadan sulh yolu
ile kâfirlerin mallarından müslümanlara intikal eden mallar. Mesela cizye,
haraç, gayrı müslim tüccardan alınan gümrük vergileri, müşriklerin terkederek
kaçtıkları veya İslâm dünyasında mirasçısı olmadan ölen kâfirlerin mallan bu
sınıfa dahildir.
Zekât, Tevbe suresi 60. ayette beyan edilen sekiz sınıf insana
dağıtılır.
Ganimetler, "Söyle: Enfal, Allah'ın ve Rasulündür." ayetinde
bean edildiği gibi İslâm'ın ilk zamanlarında Rasulullah (s.a.)'a ait idi, onu
istediği yere harcar idi. Sonra bu hüküm Enfal 41. ayeti ile neshedilerek ganimet
beşe taksim edildi. Beşte biri o ayette zikredilen sınıflara, beşte dördü ise
gazilere verildi.
Fey'in akar olanına gelince: Malikelere göre bu devlet reisine
bırakılır, o da yararlı gördüğü yerlere harcar. İsterse ganimet gibi taksim
eder, isterse taksim etmez kamu yararına kullanır. Nitekim Hz. Ömer Irak,
Mısır ve diğer arazileri böyle yapmış, Zübeyr, Bilal ve Selman-ı Farisi gibi
taksim isteyenlere karşı açıklamakta olduğumuz Haşr suresi ayetlerini delil
getirmişti. Ayrıca bu hususta Hz. Ali ve diğer ashab-ı kiramla da istişare
etmişti. Onlar da kendisine araziyi taksim etmeyip haraç karşılığında
toprakları sahipleri elinde bırakması yönünde mütala serdetmişler, o da böyle
yapmıştı. Onun bu istidlalini alimlerden bir kısmı da uygun bulmuştur.[21]
Malikilere göre Haşr süresindeki ayet-i kerime Enfal suresi 41. ayetini gayri
menkul ganimetler yönünden neshetmiştir. Yine Malikilere göre mal, toplandığı
belde halkı muhtaç durumdan kurtulmadıkça oradan başka yere nakledilmez. Oranın
ihtiyacı giderilmişse en yakın belde halkına dağıtılır. Ancak bunun dışındaki
bölgelerde kıtlık veya afet gibi bir hal vaki olursa oraya nakledilir. Nitekim
Hz. Ömer kuraklık senesinde böyle yapmıştı.
Hanefilere göre ganimetler
-taşınır mallar- Tevbe 41. ayette beyan edildiği şekilde beşte biri ayette
zikredilen sınıflara, kalanı da gazilere taksim edilir. Fey, akar=gayri menkul
ise beşe ayrılmaz, bütün müslümanların yararı olan yerlere harcanır. Ganimetin
beşte biri yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışların hissesi olmak üzere
sadece üç hisseye ayrılır. Bu beşte birde hissesi olanların başında Allah'ın
zikredilmesi teberrük içindir. Rasu-lullah'm (s.a.) hissesi de vefatıyla sakıt
olmuştur. Akarın taksimi konusunda Hanefiler ve Malikiler tercihi devlet
başkanına bırakmışlardır. O isterse taksim eder, isterse müslümanların
maslahatı için vakfeder.
Haşr suresi yedinci ayeti, Allah Tealâ'nm kâfirlerden müslümanlara
nasip ettiği malların verileceği yerleri beyan etmektedir. İmam Malikin rivayetine
göre Hz. Ömer: "İnsanların devamı olmasaydı fethedilen yerleri
Rasulullah'm (s.a.) Hayber'i taksim ettiği gibi taksim ederdim." demiştir.
Şafiilere göre ise ganimetle fey'in hükmü aynıdır: Tevbe 41. ayette beyan
edilen ganimete kıyas edilerek fey de beşe taksim edilir. Çünkü her ikisi de
müslümanların galip gelerek aldıkları kâfir malıdır. Galibiyet imarına, devlet
memurlarına, din alimlerine, imam ve müezzinler gibi müslümanların umumunun
maslahatına çalışanlara harcanır. İşte Allah ve Rasulünün hissesi budur.
İkincisi: Hz. Fatıma'dan devam eden Haşimoğullarına verilir.
"Rasulullah'ın (s.a.) yakınları"dan. maksat bunlardır. Diğer üç
hisse de ayette beyan edilenlere verilir.
4- Fey'in taksim edilmesinin
illeti: Fey'in yukarıda geçtiği şekilde taksim edilmesi, bu malların sırf
zenginlerin elinde kalmaması içindir. Böylece İslâm, zümreciliğin ve servetin
küçük bir azınlığın elinde toplanıp ekseriyetin bu mal akışından mahrum
kalmasının önüne geçmiş olmaktadır.
5-
"Peygamber size ne
verdiyse..." ayet-i kerimesi Hz. Peygamber (s.a.)'in bütün emirlerine
uymanın, nehyettiklerinin hepsinden kaçınmanın vacip olduğuna dair açık bir
delildir. Çünkü o, yalnız salih olanı emreder ve yalnız fasid olanı nehyeder.
İbni Mace'nin Ebu Hureyre'de rivayet ettiği şu hadis-i şerif bunu teyid
etmektedir: "Size emrettiğim her şeyi alın, neh -yettiğim her şeyi
terkedin." Ayetin bu umumi ifadesine dayanarak İbni Me-sud ve sahabeden
diğerleri, döğme yaptırmanın ve güzellik için dişleri seyrekleştirmenin haram
olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Rasulullah bunlar: yapanlara lânetetmiş Allah da
Rasulünün nehyettiğini terketmemizi emretmiştir. Ve yine ihramlı iken sarıca
arı öldürmeye cevaz vermişlerdir Çünkü Hz. Ömer bunun öldürülmesini emretmiş.
Hz. Peygamber de: "Benden sonra şu ikisine: Ebu Bekir ve Ömer'e
uyun." buyurmuş, açıklamakta olduğumuz ayet de Rasulullah'a (s.a.) iktida
etmemizi emretmiştir.
"Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiştir." (Nisa,
4/80) ayet gereğince Rasulullah'ın (s.a.) emri Allah'ın emridir. Ebu Rafi'in
rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İçinizden
birinizi şöyk bulmayayım: Rahat koltuğuna yaslanmış, emirlerimden veya
nehiylerim-den bir şey kendisine geldiğinde: Ben bunu bilmiyorum. Biz (sadece)
Allah'ın Kitab'ında bulduğumuza uyarız."[22]
6- "Allah'tan korkun,
zira Allah'ın azabı şiddetlidir." ayeti Allah'ın azabından korunmanın
vacip olduğuna delâlet eder. Zira Allah Tealâ kendisine asi olana karşı
çetindir. Yine bu ayet emir ve nehiylerinde Allah'tan korkup bunları
çiğnememenin vacip olduğuna delâlet eder. Zira Allah in emirlerine muhalefet
edenlere karşı azabı çetindir.
7- Fey'in verileceği dört
sınıf insan (Rasulullah'ın (s.a.) yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda
kalmışlar) bunlar muhacir, ensar ve onlara tab: olan müslümanların
fakirleridir.
8- Allah Tealâ muhacirlerin şu
altı vasfını zikretmiştir:
a)
Fakirdirler.
b)
Hicret etmişlerdir.
c)
Mallarından ve yurtlarından
çıkarılmışlardır.
d)
Onlar Allah'ın ihsanını,
rızasını ve cennetini isterler.
e)
Mallarıyla canlarıyla Allah
ve Rasulüne yardım ederler
f)
Dünya nimetlerini terkettikleri ve meşakkatlara
katlandıkları içir sadıktırlar.
9-
Fey'in muhacirlere verilip
kendilerine verilmediği halde bunu gönül huzuru içinde karşılayan ensarı Allah
Tealâ şu altı vasıfla methetmiştir:
a) Muhacirler Medine'ye
gelmeden önce orayı vatan edinmeşler, iman edip ihlas göstermişlerdir.
b) Muhacirlere muhabbet ve
sevgi göstermişlerdir.
c) Fey'den muhacirlere verilip
kendilerine verilmediğinden dolayı içlerinde hiçbir kin ve haset taşımazlar.
d) Kendilerinin ihtiyacı dahi
olsa başkalarını kendilere tercih ederler.
e) Allah Tealâ onları cimrilik
hastalığından korumuştur.
f)
Felaha erenler, kazananlar,
istediklerine nail olanlar onlardır.
10- "Medine'yi yurt
edinenler..." ayetini delil alarak İmam Malik Medine'nin en faziletli
belde olduğu görüşündedir. Şöyle demiştir: Medine imana ve hicrete bağrını
açmış, diğer yerler ise kılıçla fethedilmiştir.
11- Şöyle demek daha doğru
olur: Bu ayetler birbirine bağlıdır, biri diğerine atfedilmiştir.
"Medine'yi ve imanı makarr (yurt) edinenler..." diye başlayan ayet
"fakir muhacirler..." ayetine atfedilmiştir. "Onlardan sonra
gelenler..." den maksat tabiin ve kıyamete kadar İslâm'a girecek olanlardır.
İbn Ebi Leyla şöyle demiştir: İnsanlar üç sınıftır: Muhacirler, ensar ve onlardan
sonra gelenler. Bu üçün dışında kalmamaya çalış.
12- "Onlardan sonra
gelenler..." ayeti, ashab-ı kirama muhabbet beslemenin vacip olduğuna
delildir. Çünkü Allah Tealâ ashabdan sonra gelenlerin onlara muhabbet
beslemeleri ve onlar için istiğfar etmeleri halinde on-larada fey'den hisse
ayırmıştır. Ashabın hepsine veya birine dil uzatanın veya birisi hakkında şer
düşünenin fey'de hiçbir hakkı yoktur.
13-
Fey hakkındaki Haşr suresinin bu ayetlerine
göre küffardan alınan malların menkul olanı taksim edilir, akar ve arazi gibi
gayri menkul olanı ise bütün müslümanların hakkı olarak veya onların maslahatı
(kamu yararı) için vakıf olarak bırakılır. Nitekim Hz. Ömer Irak, Mısır, Şam
gibi kılıçla fethedilen araziler hakkında böyle yapmıştır. Çünkü Allah Tealâ
fey'in mahiyetini bildirdi ve onu şu üç sınıfa tahsis etti: "Onlardan
sonra gelenler..." ayeti tabiine ve daha sonra kıyamete kadar gelecek
olanlara şamildir. Müslim ve diğerlerinin rivayetlerinde varid olan sahih
hadiste şöyle denilmektedir: Rasulullah (s.a.) kabristana gitti ve
"Esselamü aleyküm ey müminler diyarı! Biz de inşaallah size
kavuşacağız." dedi ve "Kardeşlerimizi görmek istedim." dedi.
Dediler ki: "Ya Rasulallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz?"
Buyurdular ki: "Siz benim ashabımsınız, kardeşlerimiz henüz
gelmeyenlerdir. Ben onları havuz başında bekleyeceğim." Burada da beyan
edildiği gibi "ashabın kardeşleri" onlardan sonra gelen bütün
müslüman-lardır.
14-
"Derler ki: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden
önce iman eden kardeşlerimizi af eyle." ayeti, nesiller sonra da olsa
müminlerin ensar ve muhacirlerin affı için dua etmekle emrolunduklarma delâlet
eder. Avvam b. Havşeb şöyle demiştir: Bu ümmetin ilklerine yetiştim, şöyle
diyorlardı: "Ashabın güzelliklerinden bahsedin ki kalpler onlara ısınsın,
aralarında geçen anlaşmazlıklardan, çekişmelerden bahsetmeyin, yoksa bazıları
bu insanların aleyhlerinde bulunma cesaretini gösterirler."
Ashabın bazılarına lâneteden veya sövüp sayanlar, onları eleştirenler
ise fasıktır; İslâm ahlâkından, dinin ruh ve safiyetinden uzaktır, fazilet sahibi
ve imanda önde gidenlerden hoşlanmayan bidatçı ve sapık biridir. Çünkü Kur'an-ı
Kerim sahabe için istiğfarı emretmiş, erkek ve kadın bütün müminlere karşı kin
ve hasedi nehyetmiştir. Ashabın bazısı veya Rasulullah'm (s.a.) zevceleri
aleyhine söylenen sözler bir Kuran nassına veya sahih sabit bir hadise ters
düşecek dereceye ulaşırsa bu insanı küfre götürür. Bundan Allah'a sığınırız.[23]
11- Münafıkları görmedin mi? Ehli Kitap'tan inkâr eden kardeşlerine
şöyle diyorlardı: "Siz çıkartılırsa-nız, biz de mutlaka sizinle beraber
çıkarız, sizin hakkınızda hiç kimseye boyun eğmeyiz, size savaş açılırsa
mutlaka size yardım ederiz." Allah şahitlik eder ki muhakkak on-
12- Andolsun, onlar çıkarılsalar onlarla beraber çıkmazlar, savaş
açılsa yardım etmezler. Andolsun, onlara yardım etseler muhakkak dönüp kaçarlar,
sonra da yardım olunmazlar.
13- Şüphesiz onların kalplerinde sizin korkunuz Allah'ın korkusundan
fazladır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir.
14- Onlar sizinle topluca, ancak
ya müstahkem şehirlerde veya duvarlar arkasından savaşabilirler. Aralarındaki
düşmanlık şiddetlidir. Sen onları birlik içinde zannedersin, halbuki kalpleri
dağınıktır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen
15- Kendilerinden az önce
işlerinin vebalini tadanlar gibidirler. Onlara elim bir azap vardır.
16- Şeytan gibidirler. Çünkü o, insana 'İnkâr et" der, inkâr
edince de "Ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah'tan
korkarım." der.
17- Bu sebeple her ikisinin
akibeti: Onlar cehennem de ebedi kalacaklardır. İşte bu zalimlerin cezasıdır.
"Münafıkları görmedin mi?" sorusu öğrenmek için değil,
onların yaptığının ne çirkin ve hayret verici olduğunu ifade etmek için
sorulmuştur.
"Sen onları birlik içinde zannedersin, halbuki kalpleri dağınıktır
cümlesinde "birlik-dağmık" kelimeleri arasında tezat vardır.
"Şeytan gibidirler. Çünkü o, insana "inkâr et der."
cümlesinde benzerlik yönü birden fazla olduğu için temsilî teşbih vardır.
[24]
İnkâr ettiklerini gizleyip müslümanmış görüntüsü veren
"Münafıkları görmedin mi?" Beni Nadir ve diğer "Ehl-i
Kitap'tan" olup "inkâr eden kardeşlerine" kâfir dost ve
ahbaplarına "şöyle diyorlardı: Yemin olsun ki siz" Medine'den
"çıkartılırsanız biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız, sizin
hakkınızda" size karşı savaşma konusunda ne peygambere ne de
müslü-manlara, "hiç kimseye boyun eğmeyiz" asla sizi yalnız
bırakmamız konusunda hiç kimsenin emrini dinlemeyiz, "size savaş
açılırsa" yemin olsun ki "mutlaka size yardım ederiz."
diyorlardı. "Allah" onların bunu yapmayacağını bildiği için
"şahitlik eder ki muhakkak onlar yalancıdır."
"Andolsun, onlar çıkarılsalar onlarla beraber çıkmazlar, savaş
açılsa yardım etmezler." Tarih de gösterdi ki onlar böyle yaptılar. Çünkü
Abdullah İbni Ubey ve diğer münafıklar Beni Nadir'e böyle haber gönderdikleri
halde sözlerinden döndüler. İşte bu olayda Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamberliğinin
doğruluğuna ve Kur'an-ı Kerim'in mucize olduğuna delil vardır.
"Andolsun" faraza "onlara yardım" için gelseler ve
"yardım etseler" bile "muhakkak" yenilgi içinde firar
ederler, "dönüp kaçarlar. Sonra da" o Yahudiler "yardım
olunmazlar" bilakis biz onları yüzüstü bırakırız, münafıkların yardımı da
fayda vermez.
"Şüphesiz onların kalplerinde" yer etmiş olan "sizin
korkunuz, Allah'ın korkusundan fazladır." Allah Tealâ münafıkların içini
bildiği halde imansızlıklarının cezasını ahirette vereceği için ondan daha
fazla müslü-manlardan korkuyorlardı. "Bu böyledir. Çünkü onlar
düşünmeyen" Allah m büyüklüğünü bilmeyen, bilmedikleri için de O'ndan
gerektiği gibi korkmayan "bir kavimdir."
"Onlar" yani Yahudiler çok korkak oldukları için
"sizinle topluca ancak ya" etrafı hendeklerle çevrili
"müstahkem şehirlerde veya duvarlar surlar "arkasından
savaşabilirler. Aralarındaki düşmanlık şiddetlidir." Bu yüzden kendi
aralarındaki savaşlar çok çetin geçer. Onların sizden korkmaları korkak veya
zayıf oldukları için değil, Allah kalplerine korku saldığı içindir. "Sen
onları birlik" ve beraberlik "içinde zannedersin," halbuki
kalpleri dağınıktır, inançları ve maksatları farklı olduğu için paramparçadırlar.
"Bu böyledir. Çünkü onlar" çıkarlarının nerede olduğunu "düşünmeyen
bir kavimdir."
Yahudiler, özellikle Beni Nadir Yahudileri "kendilerinden az
önce" Bedir savaşında öldürülüp cezalandırılarak "işlerinin vebalini
tadan" müşrikler veya geçmiş milletlerden helak edilenler
"gibidirler." Yani onlarda öldürülmek ve esir alınmak gibi
inkârlarının acı sonucunu dünyada iken görecekler. Ahirette de "onlara
elim bir azap vardır."
Münafıklar, Yahudileri müslümanlara karşı savaşa kışkırtma konusunda
"şeytan gibidirler. Çünkü o" inkâra kışkırtırken "insana:
"İnkâr et" der. İnkâr edince de" -insanın göreceği azaba ortak
olurum korkusu ile-"ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah'tan
korkarım." der."
İster aldatan ister aldanan olsun "bu sebeple her ikisinin
akıbeti" aynıdır: "Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır." İşte
bu inkarcı "zalimlerin cezasıdır."[25]
"Münafıkları görmedin mi?" ayetinin (11. ayet) nüzul sebebi
İbni Ebi Hatem'in Süddi'den rivayetine göre şöyledir: Kurayza Yahudilerinden
bir grup insan müslüman oldu, aralarında münafıklar da vardı. Bunlar Nadir
halkına "Siz çıkartılırsanız biz de sizinle beraber çıkarız"
diyorlardı. İşe bu ayet bu münafıklar hakkında nazil oldu.
İbni İshak, İbnü'l-Münzir ve Ebu Nuaym'ın İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine
göre bu ayet Abdullah b. Ubey, Rifaa b. Zeyd, Abdullah b. Nebtel ve Medine
halkından bir grup münafık hakkında nazil olmuştur. Bunlar, bu ayetlerde
bildirilen, yardım ederiz, şeklindeki haberleri Beni Nadir'e gönderiyorlardı.
[26]
Beni Nadir Yahudilerinin akibeti ve bunların mallarının da dahil olduğu
fey'in harcama yerlerine dair hükmünü beyan ettikten sonra, Allah Tealâ burada
Yahudilerle münafıklar arasındaki ilişkilerden bahsetti. Münafıklar ensardan
görünüyorlar, ancak Yahudilerle dostluk kuruyorlardı. Bu yüzden inkârda onların
kardeşleri, müslümanlara düşmanlıkta onların dostları idiler. Benzeri ilişkiler
her zaman tekrarlanmaktadır. Bakıyorsunuz imanı ve iradesi zayıf insanlar ve
İslâm ümmetine hıyanet içinde olanlar müslümanlann düşmanlarıyla dost olurlar.
Yine bazı insanlar herhangi bir hususta yardım vaadinde bulunurlar, sonra da en
sıkıntılı anda yalnız bırakırlar.
[27]
"Münafıkları görmedin mi? Ehl-i Kitap'tan inkâr eden kardeşlerine
şöyle diyorlardı: "Siz çıkartılırsanız biz de mutlaka sizinle beraber
çıkarız, sizin hakkınızda hiç kimseye boyun eğmeyiz..." Yani, ey Muhammedi
Abdullah b. Ubey b. Selül, Abdullah b. Nebtel, Rifaa b. Zeyd, Vedia b. Malik,
Sü-veyd, Dais ve benzeri şu münafıkları görmedin mi? Bunlar Beni Nadir
Ya-hudilerine şöyle haber gönderiyorlar: "Dayanın, kalenizi tahkim edin,
teslim olmayın, biz sizi teslim etmeyiz, size savaş açılırsa sizin safınızda
savaşırız, sürülürseniz biz de sizinle beraber çıkarız." Allah Tealâ şu
sözüyle onların yalancılığını ortaya koydu:
"Allah şahitlik eder ki muhakkak onlar yalancıdır." Yani
onlar Yahudilere "Sizinle beraber çıkarız, size yardım ederiz."
diyerek yaptıkları vaatlerinde yalancıdırlar. Bunun yalan olması ya sözlerinde
durma niyetinde olmadıkları için veya söylediklerini yapmadıkları içindir.
Ayetin başındaki "görmedin mi?" ifadesi, kendilerinden
bahsedilenlerin halinin hayret edilecek bir hal olduğunu ifade eden bir
üslûptur, zira onların işi son derece gariptir. Zaten münafıkların Yahudilere
yalan söylediği de ortaya çıktı, zira muhasara esnasında onlara yardım
etmediler. Allah Tealâ da bu Yahudilerin kalbine korku salınca, Rasulullah'tan
(s.a.s) çıkmalarına müsade etmesini ve canlarına dokunulmamasını rica ettiler.
Rasulullah (s.a.) da öyle yaptı. Onlar da evlerini yıkıp bir kısmı Hayber'e bir
kısmı Şam'a gittiler.
Sonra Allah Tealâ onların sahtekârlıklarını ve yalancılıklarını daha
tafsilatıyla tekid ederek şöyle buyurdu:
"Andolsun, onlar çıkarılsalar onlarla beraber çıkmazlar, savaş
açılsa yardım etmezler. Andolsun, onlara yardım etseler muhakkak dönüp kaçarlar,
sonra da yardım olunmazlar." Yani Allah'a yemin olsun ki Beni Nadir
Yahudileri yurtlarından çıkarılsalar münafıklar onlarla beraber çıkmazlar,
müslümanlar Yahudilerle savaşsalar onlara yardım etmezler. Onlara yardım edip
aynı safta savaşacak olsalar, firar ederler. Sonra da artık Yahudi ve
münafıklar asla yardım görmezler, Allah onları zelil eder ve yardım etmez,
münafıkların nifakının da onlara faydası olmaz. Bu ayetin bir benzeri de Enfal
suresi 23. ayetidir: "Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara
duyururdu. Onlara duyursaydı bile yine yüz çevirerek dönerlerdi."
Gerçekte de münafiklar, sürülen Beni Nadir Yahudileriyle beraber çıkmamışlar,
ne Beni Kurayza'ya ne de Hayber Yahudilerine yardım etmemişlerdi. Halbuki
Allah Tealâ münafıklar ve Yahudiler karşısında müminlere yardım edeceğini
müjdelemiş ve Allah'ın bu vaadi gerçekleşmiş, Allah'ın lütfü ile Arap
yarımadası Yahudilerden temizlenmişti.
Münafıkların Yahudilere yardım etmeyişinin sebebini Yüce Allah şöyle
ifade etti:
"Şüphesiz onların kalplerinde sizin korkunuz Allah'ın korkusundan
fazladır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir." Yani siz ey
müslümanlar, münafıklar veya Yahudiler sizden korktukları kadar Allah'tan
korkmuyorlar, Allah'tan daha çok sizden korkuyorlar. Bu korkunun sebebi onların
Allah'ın azamet ve kudretini lâyıkıyla tanımayışlarıdır. Şayet onlarda bu
anlayış olsaydı, sizin değil de Allah'ın korkmaya daha lâyık olduğunu
bilirlerdi.
Bu ayetin bir benzeri de Nisa suresinin 77. ayetidir: "Onlardan
bir grup, Allah'tan korkar gibi, belki daha fazla insanlardan korkarlar."
Sonra Allah Tealâ münafıklar ve Yahudilerin müslümanlarla savaş tarzını
zikrederek şöyle buyurdu:
"Onlar sizinle topluca, ancak ya müstahkem şehirlerde veya
duvarlar arkasından savaşabilirler." Yani Yahudi ve münafıklar ödlek
olduklarından, İslâm ordusuyla yüzyüze gelemezler, onlarla topluca
savaşamazlar. Belki ya kale duvarları veya siperler arkasından -mecbur
kaldıkları takdirde- müdafa savaşı yaparlar.
"Aralarındaki düşmanlık şiddetlidir. Sen onları birlik içinde
zannedersin, halbuki kalpleri dağınıktır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen
bir kavimdir." Yani onların aralarındaki düşmanlık ve savaş şiddetlidir.
Sen onları birlik içinde zannedersin, halbuki onlar dağınıktır. Birlik oluşları
sadece görünüştedir. Aralarındaki kin ve adavetten dolayı gerçekte onların
niyetleri, görüş ve düşünceleri farklıdır. Çünkü onlar hakkı ve Allah'ın emrini
anlamayan, hayatta başarıya götüren birliğin sırrını kavrayamayan bir kavimdir.
Zira anlamış olsalardı Hakk'ı kabul edip ona uyarlar, birlik içinde olurlar,
ihtilâf etmezlerdi.
Bu, onların zayıf düşmesinin sebebinin tefrika ve ihtilâftan kaynaklandığının
delilidir. Günümüzde onlarla savaş halinde olan müslümanlara yakışan, muhkem
bir bina gibi birlik içinde tek saf olmak, doğudan veya batıdan yardım talep
etmeksizin kendilerine güvenmektir.
Sonra Allah Tealâ onlarla benzerlik arzeden birtakım haller zikrederek
şöyle buyurdu:
"Kendilerinden az önce işlerinin vebalini tadanlar gibidirler.
Onlara elim bir azap vardır." Yani hicretin ikinci yılında Bedirde Kureyş
kâfirlerinin başına gelenlerle, hicretten bir buçuk sene sonra Rasulullah'm
(s.a.) Medine'den Şam taraflarına sürdüğü Beni Kaynuka Yahudilerinin başına
gelenlerin bir benzeri de şu Beni Nadir Yahudilerinin başına gelmiştir. Bedir
harbi Beni Nadir harbinden altı ay önce olmuş, bu dünyada inkârlarının kötü
akıbetini tatmışlardır. Ahirette yine onlar için elim bir azap vardır.
Sonra Allah Tealâ münafıkların Yahudilerle irtibatını göstermek için
bir başka misal zikrederek şöyle buyurmuştur:
"Şeytan gibidirler. Çünkü o, insana "İnkâr et." der,
inkâr edince de "Ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah 'tan
korkarım." der." Yani şu münafıkların Yahudilere savaşta yardım
vaadetmeleri, beraber çıkacakları sözünü vermeleri şeytanın işine benzer.
Şeytan insana şerri güzel gösterir, inkâra teşvik eder, insan şeytana uyarak
inkâr edince de ondan uzaklaşır, kıyamet günü karşısına çıkar ve ondan
uzaklaşarak "Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ın azabından korkarım"
der.
Sonra Allah Tealâ onların göreceği azaba işaretle şöyle buyurdu:
"Bu sebeple her ikisinin akıbeti: Onlar cehennemde ebedi
kalacaklardır. İşte bu zalimlerin cezasıdır." Yani inkârı emreden
şeytanın akıbeti ile inkâr eden insanın akıbeti cehenneme gitmek ve orada
devamlı kalmaktır. Ateşte ebedî kalma cezası bütün kâfirlerin cezasıdır. Yahudi
ve münafıklar da bunlardandır.
[28]
Bu ayet-i kerimeler şu hususlara işaret etmektedir:
1-
Küfürde kardeş olmaları sebebiyle
görünüşte Yahudilerle münafıklar arasında bir yardımlaşma, dostluk ve sadakat
vardı. Hz. Peygamber (s.a.)'i inkâr etmede ve ona düşmanlıkta ortak idiler. Bu
sebeple münafıklar, Kurayza ve Nadir Yahudilerine "Medine'de kalma,
savaşta ve sürgünde sizinle beraberiz, sizinle savaş konusunda Muhammed'e asla
boyun eğmeyiz." diyorlardı. Ancak onların hem sözlerinde hem fiillerinde
yalancı olduklarına Allah şahittir.
Bu hadise, yani Peygamber (s.a.)'in gayptan verdiği bu haberler onun
peygamberliğinin sahih olduğuna bir delildir. Çünkü Yahudiler yurtlarından
sürüldüklerinde münafıklar beraber çıkmadılar, savaşta onlara yardım
etmediler.
2-
Allah münafıkları önce
topluca yalanladı sonra tafsilat getirip haber verdi ki Yahudiler yurtlarından
sürülseler münafıklar onlarla beraber çıkmazlar, müslümanlarla savaşsalar
yardım etmezler, yardım etseler bile firar edip onları yalnız bırakırlar.
3-
Beni Nadir'in müslümanlardan
korkusu Allah korkusundan fazladır, yani müslümanlardan daha çok korkarlar.
Böyle korkmalarının sebebi Allah'ın kudret ve azametini kavrayamayan bir kavim
olmalarıdır.
4- Müslümanlardan çok
korkmaları, Allah'ın kalplerine korku salması, tefrika içinde olmaları, ayrıca
Allah Tealâ'nın mümin kullarını teyit edip yardım etmesi gibi sebeplerden
dolayı Yahudi ve münafıklar müslumanlarla topluca savaşamazlar. Onlarla ancak
hendeklerle tahkim edilmiş, kalelerle çevrilmiş şehirlerde veya surların ve
duvarların arkalarında siper alarak savaşabilirler.
Bu dağınıklık ve inkârlarının sebebi, onlarda Allah'ın emrini idrak edecek, hayat nizamını kavrayacak ve başarının esasının birlik ve beraberlik olduğunu anlayacak aklın bulunmayışıdır.
5-
Beni Nadir Yahudilerinin
başına gelen kovulma, Medine'den sürülme ve azap görme gibi musibetler, Beni
Kaynuka ve Bedir'de Kureyş'in başına gelenlere benzemektedir. Nadir ve Kurayza
gazveleri arasında iki sene vardır. Beni Nadir ve Bedir gazvesi arasında da
altı ay vardır. Bu kâfirlerin hepsi için ahirette elim bir azap vardır.
6-
Münafık ve Yahudiler
birbirlerini dar zamanlarında yalnız bırakı-verme ve yardım sözünde durmamakta
şeytana benzerler. Şeytan insana inkârı tavsiye eder, insan inkâr edince de
"Ben Allah'ın azabından korkarım." iddiasıyla ondan uzaklaşır.
Münafık ve Yahudilerin akibeti de şeytanın ve o inkâr eden insanın
akibetine benzer. Zira her ikisi de cehenneme gidecekler ve orada devamlı
kalacaklardır.
[29]
18- Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne
hazırladıgına baksın. Allah'tan korkun, şüp-
hesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
19- AUah'1 unuttukla da kendilerini unutturduğu kimseler İŞte onlar
fasıklar
20- Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
"Herkes yarın için ne hazırladığına baksın" cümlesinden
"yarın" kelimesi, yakın olduğu için "kıyamef'ten kinaye olarak
kullanılmıştır.
"Cehennem" ve "cennet" kelimeleri arasında tezat
vardır.
[30]
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın" yani
kıyamet "için" iyi amellerden "ne hazırladığına baksın. Allah
'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır."
Kıyamet, çok yakın olduğu ve olması kesin olduğundan dolayı
"yarın" kelimesi ile ifade edilmiştir. Ayrıca nekra=belirsiz olarak
kullanılması da büyüklüğü ve vaktinin belirsiz olmasındandır. Sanki
"büyüklüğünden dolayı tam manasıyla bilinmeyen o yarın için ne
hazırladığına baksın" denmek istenmiştir.
"Allah'ın" hakkını tanımadıkları ve bu yüzden Ona saygıyı
"unuttukları için Allah'ın da kendilerini" hayırlı bir şey yapma
konusunda "unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar" kötülükte
aşırı gitmiş "fasıklardır."
Kendilerini ateşten kurtaracak işler yapmayarak cehennemi hak eden
"cehennem ehli ile", kullukta olgunlaşarak cennete lâyık hale gelmiş
"cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar" ebedî nimetlere
kavuşarak "kurtuluşa erenlerdir."
[31]
Münafıkların ve Yahudilerin durumlarını beyan ettikten sonra Allah
Tealâ, emirleri yapmak nehiylerden kaçınmak demek olan takvayı ve dünyada
ahiret için çalışmayı emretti, cennet için hazırlık yapmayı teşvik edip
cehennem ehlinin amelini yapmaktan sakındırdı ve cenneti hak eden cennet
ehlini "kurtuluşa erenler", cehennem ehlini de "fasıklar"
diye vasfetti.
[32]
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne
hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan
haberdardır." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik edenler! Allah'ın
emrettiklerini yapın, yasak ettiklerini terkedin, azabından korkun, herkes
kıyamet günü için salih amellerden neler hazırladığını düşünsün. Allah sizi
hesaba çekmeden önce siz kendinizi hesaba çekin, Allah'tan korkun, zira sizin
amellerinizden ve hallerinizden hiçbiri Allah'a gizli değildir. Bu sebeple O,
küçük büyük, az çok bütün amellerinizin karşılığını verecektir.
Sonra Yüce Allah, Allah'ın haklarını ihmal edenlere benzemeyi
nehye-derek şöyle buyurdu:
"Allah'ı unuttukları için Allah'ın da kendilerini unutturduğu
kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasıklardır." Yani Allah'ın emrini
terkedip Onun kulları üzerine vacip olan haklarını ihmal eden ve Rablerinden
korkmayanlar gibi olmaktan sakının. Ahirette kendilerine faydalı olacak ve
azaptan kurtaracak salih ameller yapmadılar. İşte bunlar Allah haklarını
terkeden-ler, Allah'a taatten tamamen çıkanlar ve kıyamette helak olup hüsrana
uğrayacak olanlardır. Bu meyanda Allah Tealâ Münafikun suresi 9. ayette şöyle
buyurur: "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan
alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır."
Sonra Allah Tealâ iyilik yapanlarla kötülük yapanları mukayese ederek
bunların aynı olmadığını açıklayamak üzere şöyle buyurdu:
"Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir." Yani cehenneme müstahak olanlarla cenneti hak
edenler, kıyamet gününde Allah'ın hükmündeki fazilet ve mertebede eşit değildirler.
Zira cennet ehli istenilen her şeye nail olmuşlar, hoşa gitmeyecek her şeyden
kurtulmuşlardır.
Kur'an-ı Kerim'de bunu ifade eden ayet-i kerimeler çoktur. Mesela:
"Yoksa kötülük işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde, kendilerini iman
edip amel-i salih işleyenlerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm
veriyorlar." (Casiye, 45/21), "Görenle görmeyen, iman edip amel-i
salih işleyenlerle kötülük yapanlar bir olmaz. Ne kadar az
düşünüyorsunuz." (Gafir, 40/58), "Yoksa iman edip amel-i salih
işleyenleri, yer yüzünde fesat çıkaranlar, muttakileri facirler gibi mi
tutalım?" (Sad, 38/28).
Bu, cennet için amel etme hususunda bir teşvik, cehenneme götürecek
işler yapmamak için bir tehdittir. Zira dikkat edilecek olursa bu ayet-i kerimeler
önce takvayı emretmiş sonra haklarını unutmayı nehyetmiş, daha sonra da itaat
edenlerle isyan edenlerin bir mukayesesini yapmıştır. İşte bütün bunlar takva ve
Allah'a itaat emrini tekit içindir. Allah Tealâ "Herkes yarın için ne
hazırladığına baksın." ayeti ile müminleri kıyamet günündeki
menfaatlarını düşünme yönünde irşad, "Allah'ı unuttukları için Allah'ın
kendilerini unutturduğu kimseler" ayet-i kelimesiyle de kâfirleri tehdit
ettikten sonra iki grup arasındaki farkı beyan etmiştir.
[33]
Bu ayet-i kerimelerden şu hususları çıkarmak mümkündür:
1- Allah'ın emirleri ve
nehiyleri, yani farzlarının eda edilmesi ve haramlarından kaçınılması
hususunda Allah'tan korkmak lâzımdır.
2- Allah Tealâ takva emrini
iki defa zikretmiştir. Bu, ya tekid içindir veya birinci takva emri, farzların
edası ve geçmişte işlenen günahlardan tevbe, ikincisi ise gelecekte günahları
terketme hususunda zikredilmiş olabilir.
Rasulullah (s.a.) hutbelerinde hayırlı ve iyi amellere teşvik ederken bu ayeti zikrederdi. Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Münzir b. Cerir'den onun da babasından rivayet ettiği hadiste şöyle deniliyor: Kuşluk vakti idi, Rasulullah'in (s.a.) yanında bulunuyorduk. Bellerinde kılıç, yalın ayak, üstü başı yırtık bir grup insan geldi. Hepsi de Mudar kabilesinden idi. Onların bu perişan ve muhtaç halini görünce Rasulullah'ın (s.a.) yüzü değişti. İçeri girdi, çıktı. Sonra Rasulullah in (s.a.) emretmesi üzerine Bilal ezan okudu, kamet getirdi. Rasulullah namaz kıldırdı sonra bir hitabede bulunarak şu ayetleri okudu: "Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratan ve bu ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar yaratan Rabbinizden korkun...." (Nisa, 4/1) "Herkes yarın için ne hazırladığına baksın." "Herkes dinarından dirheminden, elbisesinden, buğdayından, hurmasından... hatta yarım hurma bile olsa tasaddukta bulunsun." buyurdular. Bunun üzerine ensardan birisi bir çuval getirdi ki zorla taşıyordu, sonra onu başkaları takip etti, derken bir yığın yiyecek, bir yığın da giyecek biriktiğini gözümle gördüm. Baktım Rasullah'ın (s.a.) yüzü altın gibi parıldı-yordu. Buyurdular ki: "İslâm'da kim güzel bir yol (çığır) açarsa, o bunun ecrini alacağı gibi kendinden sonra onunla amel edenlerin ecri kadar da ecir alır ve onların ecrinden de hiçbir şey eksilmez. Kim İslâm'da kötü bir yol (çığır) açarsa, o bunun vebalini alacağı gibi onunla amel edenlerin vebalini de çeker ve onların günahından da hiçbir şey eksilmez."
3- Yüce Rabbimiz kendisinin
emrini terkeden bir kavme benzemeyi haram kıldı ki bunlar kendileri için
hiçbir hayır amel yapmayarak kendilerini unutmuşlar, dolayısıyla fasık
olmuşlar, yani Allah'ın emrinden çıkmışlardı.
Ebu'l-Kasım et-Taberani'nin Nuaym b. Nemha'dan rivayet ettiğine göre
Hz. Ebu Bekir bir hutbesinde şöyle diyordu: "Siz gece - gündüz belirli bir
ecele doğru koşuşturduğunuzu pekala biliyorsunuz. Kim bu ömrü Allah'ın emrinde
geçerebilirse öyle yapsın. Buna da ancak Allah'ın yardımıyla nail
olabilirsiniz." Birtakım insanlar ömürlerini Allah'tan başkası uğrunda harcadıklarından
Allah Tealâ "Allah 'ı unutanlar gibi olmayın." diyerek sizi onlar
gibi olmaktan nehyetti. Tanıdığınız kardeşleriniz şimdi nerede? Önceden
gönderdikleri amellerinin yanına gittiler, şakavet veya saadetle baş başalar.
Medayin şehrini kurup etrafını surlarla çeviren mağrurlar şimdi nerede? Şimdi
onlar kayaların ve kuyuların altındalar. İşte güzellikleri bitmeyen Allah'ın
Kitabı, karanlık gün için onun ziyasından istifade edin, onun nur ve
beyanlarıyla aydınlanın. Allah Tealâ "Onlar hayır işlerde koşuşurlar,
umarak ve korkarak bize yalvarırlardı, onlar bize derin saygı duyarlardı."
diyerek Zekeriyya (a.s.) ve onun âl-i beytini övmüştür. Allah rızası için
söylenmeyen sözde, Allah yolunda harcanmayan malda hayır yoktur. Cehli hilmini
aşan, Allah yolunda kınayanın kınamasından korkan kişide hayır yoktur."
4-
Allah'ın nazarında, cennet
ehli olan müminlerle, cehennem ehli olan kâfirler arasında rütbe ve fazilet
bakımından açık bir fark vardır. Cennet ehli felaha ermiş ve istenilene nail
olmuştur, diğerleri ise fasıktır, helak olmuş ve azaba uğramışlardır.
5-
"Cehennem ehli ile
cennet ehli bir olmaz" ayetini Şafiîler bir zımmiyi kasten öldüren bir
müslümanın kısas yoluyla öldürülmesinin caiz olmadığına ve kâfirin savaş
yoluyla müslümanın malına malik olamayacağına delil getirmişlerdir. Aksi halde
cennet ehli ile cehennem ehlinin eşit olması lâzım gelirdi.
[34]
21- Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak onu Allah korkusundan
başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri biz insanlara
veriyoruz ki belki düşünürler.
22- O, öyle bir Allah'tır ki
O'ndan başka ilâh yoktur, görünmeyeni ve görüneni bilir. O, esirgeyen ve bağışlayandır.
23- O, öyle bir Allah'tır ki
O'ndan başka ilâh yoktur. O maliktir, münezzehtir, noksanlıklardan beridir,
kullarına emniyet veren, amellerini murakabe edendir, kuvvetli ve galip,
kulları dilediği şeye icbar edendir, büyüklükte eşsizdir, şirk koşanların
isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir.
24- O, yaratan, yoktan var eden, şekil verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tenzih eder. O galip ve hikmet sahibidir.
"Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik muhakkak onu Allah korkusundan
başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün." cümlesinde tıpkı "Biz
emaneti göklere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler." (Ahzap, 33/72) ayetinde olduğu temsil vardır.
"Görüneni" ile "görünmeyeni" kelimeleri arasında
tezat vardır.
[35]
"Bu Kur'an'ı" insan gibi temyiz kabiliyeti ve şuur verilmiş
"bir dağa indirseydik muhakkak onu Allah korkusundan başını eğmiş"
uysallaşmış "ve parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri biz"
kalbinin katılaşmasından, düşünce kıtlığından dolayı Kur'an okurken huşu
içinde olamayan "insanlara" bir kınama olmak üzere "veriyoruz
ki belki düşünürler."
"O öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur", duyularla
anlaşılmayan, göze "görünmeyeni ve" maddi olup göze "görüneni
bilir." Önce "görünmeyen" zikredilmiştir. Çünkü görülmeyen yok
demektir, yokluk varlıktan öncedir, görünen ise vardır ve sonradır. "O
esirgeyen ve bağışlayandır."
"O öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. O
maliktir" zatına yakışmayan sıfatlardan temizlenmiş "münezzehtir,
noksanlıklardan beridir, kullarına emniyet veren" kendi adına tebliğ
yapan peygamberlerini sözle veya mucizelerle tasdik eden, her şeyi muhafaza
edip kulların "amellerini murakebe edendir, kuvvetli ve galip, kulları
dilediği şeye icbar edendir, büyüklükte eşsizdir, şirk koşanların isnat
ettikleri" eşi, çocuğu ve ortağı vardır şeklindeki "sıfatlardan
münezzehtir" hiçbir kimse hiçbir şeyde O'na ortak olamaz.
"O" hikmetine göre eşyayı takdir edip "yaratan, yoktan
var eden" yarattığına dilediği gibi "şekil verendir", hadiste
doksan dokuz olarak bildirilen "en güzel isimler O'nundur." Her
türlü noksanlıktan uzak olduğu için "göklerdeki ve yerdeki her şey
O'nu" teşbih ve "tenzih eder. O galip ve hikmet sahibidir."
İlim ve kudretinde olduğu gibi bütün kemâl sıfatlarını kendinde toplamıştır.
[36]
Yahudi ve münafıkların durumlarını açıklayıp takvayı ve kıyamet günü
için hazırlanmayı emrettikten sonra Allah Tealâ bu beyanı getiren Kur'an-ı
Kerim'in şanını yüceltti ve yerin-göğün hükmüne, emrine ve neh-yine boyun
eğdiği, Esmâü'l-Hüsnâ sahibi, Kur'an'ı indiren zatının azametine dikkat çekti
ve bütün noksan sıfatlardan kendisini tenzih etti.
[37]
"Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik muhakkak onu Allah korkusundan
başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün." Yani Kur'an-ı Kerim'in belagatı,
azameti ve kalpleri eriten nasihatlar ihtiva etmesi o kadar yüksek bir
mertebededir ki şayet bu Kur'an bir dağa indirilse ve ona insan gibi akıl
verilmiş olsaydı son derece sert ve katı olmasına rağmen onu Allah korkusundan,
Allah'ın kelâmına hakkıyla tazim edememe korkusundan zillet içinde başını
eğmiş, boyun kırmış ve parça parça olmuş görürdün.
Bu, Kur'an-ı Kerim'in şanını yüceltmedir, ihtiva ettiği vaadlerinden,
uyarılarından ve nasihatlarından dolayı gönüller üzerinde son derece etkili
olmasının temsili bir ifadesidir. Dağ, katılığına ve sertliğine rağmen Kur'an-ı
Kerimi anlayıp Allah korkusundan parça parça olursa, ey insanoğlu, siz
Allah'ın emrini ve Kitab'ını anlayıp dururken kalplerinizin yumuşamaması,
Allah korkusundan dolayı O'na boyun eğmemeniz, hiç doğru olur mu? Bunun için
Allah Tealâ "Bu misalleri biz insanlara veriyoruz ki belki
düşünürler." buyurmuştur. Yani bu misalleri biz bütün insanlara veriyoruz
ki öğütlerinden ders almak, kaçınılması lâzım gelenden kaçınmak için belki
tefekkür ederler. Ra'd suresi 31. ayette Allah Tealâ şöyle buyurur: "Bir
Kur'an ki eğer onunla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parça parça edilseydi
yahut onunla ölüler konuşturulsaydı..." (Ra'd, 13/31).
Mütevatir bir hadiste şöyle rivayet olunmuştur: Rasulullah (s.a.) hutbe
irad edecekleri zaman mesciddeki hurma kütüklerinden birinin yanında durarak
hitap ederdi. İlk defa kendisine bir minber yapılıp konulduğunda Rasulullah
(s.a.) kütüğü geçip minbere çıktı. O sırada kütükten bir inilti duyuldu. Kütük,
daha önce dinleyip durduğu zikir ve vahyi artık duyamayacağı için, ağlarken
susturulmaya çalışılan çocuğun sesi gibi ses çıkarmaya başladı.
Bu ayetle, kâfirlerin kalplerinin katılığına dikkat çekilmek istenmekte
ve Kur'an okunurken huşu duymayan insanlar ayıplanmaktadır. Zira dağlar
Allah'ın kelâmını işitmeleri ve anlamaları halinde Allah korkusundan parça
parça olacaklarsa, bunu duyan ve anlayan siz insanların nasıl olması lâzım
gelir?
Sonra Allah Tealâ bir başka açıdan, onu indirenin vasıflarına dikkat
çekerek şanını yüceltti ve şöyle buyurdu:
"O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur, görüneni ve
gürün-meyeni bilir. O, esirgeyen ve bağışlayandır." Yani şüphesiz Kur'an'ı
indiren Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur, bütün varlıkların Rabbi O'dur.
O'ndan gayri bütün mabudlar batıldır. O hislerin algıladığı ve algılayamadığı
her şeyi bilir, kâinatta bizim müşahede ettiğimiz ve edemediğimiz her şeyi bilir.
Küçük büyük, değerli değersiz, karanhklardaki siyah karıncaya varıncaya kadar,
yerde ve gökte hiçbir şey O'na gizli değildir. O, bütün yaratılmışları kuşatan
geniş rahmet sahibidir. O, dünya ve ahiretin Rahman ve Rahimi'dir. Ayet-i
kerimede "ve benim rahmetim her şeyi kuşatır" (Araf, 7/157),
"Sizin Rabbiniz rahmeti kendi üzerine farz kıldı" (En'am, 5/54) buyurmuştur.
Sonra Allah Tealâ yüce zatının başka sıfatlarını da zikrederek şöyle
buyurdu:
"O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. O maliktir,
münezzehtir, noksanlıklardan beridir, kullarına emniyet veren, amellerini murakabe
edendir, kuvvetli ve galip, kulları dilediği şeye icbar edendir, büyüklükte
eşsizdir, şirk koşanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir." Allah
Tealâ bir defa daha vahdaniyet sıfatını tekid etti. Bu sıfatını bir önceki
ayette olduğu gibi kalplere yerleştirmek için yine ayetin başında zikretti. O
Allah ki tektir, ortağı yoktur, bütün eşyanın sahibidir, hiçbir engelle
karşılaşmadan bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunur, her türlü ayıp ve noksanlıklardan
münezzehtir, zatı, sıfatları ve fiillerinde kemal sahibi olduğu için her türlü
eksiklerden beridir. Varlıklara zulmetmez. Peygamberlere mucizeler vermek
suretiyle onlara "sıdk ve emanet" sıfatlarını ihsan etmiş ve
kullarına zulmetmeyeceği teminatını vermiştir. Peygamberlerine mucize gösterme
izni vererek onların peygamber olduğunu tasdik etmiştir. Kullarının amellerini
murakabe etmektedir. Ayette: "Allah her şeye şahittir." (Buruc, 85/9),
"Sonra Allah onların bütün yaptıklarına şahittir." (Yunus, 10/46)
buyurulmuştur.
O üstündür, mağlup değil galipdir, her şeye üstün gelip onu hükmü altına
alandır. Azamet sahibidir. Her türlü noksanlıktan münezzehtir, zatına lâyık
olmayan şeylerden beridir. Kibir, Allah için medih, kullar için zemdir. Bir
kudsî hadiste Allah şöyle buyurmuştur: "Azamet izarım, kibriya ridamdır.
Kim bunlardan birini benden çekmeye (ortak olmaya) çalışırsa ona azap
ederim."[38]
İzar, belden aşağı bağlanan, rida ise belden yukarısını örten peştamalın
adıdır. (Bu kelimeler gerçek anlamlarında kullanılmamışlardır.)
"Şirk koşanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir."
Yani Allah müşriklerin kendisine isnat ettikleri eş, çocuk ve ortak gibi şirk
vasıflarından münezzihtir.
Sonra Allah Tealâ şöyle buyurdu:
"O, yaratan, yoktan var eden, şekil verendir. En güzel isimler
O'nun-dur. Göklerde ki ve yerde ki her şey O'nu teşbih eder. O galip ve hikmet
sahibidir. " Yani iradesinin muktezası olarak eşyayı takdir edip yaratan,
yoktan var eden, onları varlık alemine çıkaran Odur. Her şeye istediği gibi
değişik şekiller veren O'dur. "Seni dilediği şekilde terkib
edenidir)" (İnfitar, 82/8). Hiç kimsenin kullanamayacağı güzel isim ve
sıfatlar O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey lisanı haliyle ve sözüyle O'nu
tenzih eder. Cenabı Hak-kı'ın hikmetli tasarruflarından biri de, yerde ve
gökteki her şeye zat-ı süb-haniyesini teşbih etmelerini emretmesidir. Bu,
Allah'ın değil kulların mas-lahatınadır. Ayet-i kerimede bu tenzih ve teşbih
şöyle ifade edilmektedir: "Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes O'nu
teşbih eder. O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz
onların teşbihini anlamazsınız." (İsra, 17/44).
Yüce Allah kuvvet sahibi, her şeye galiptir, mağlup edilmeyen kahirdir.
Düşmanından intikamını acı bir şekilde alandır. Hükmünde, takdirinde ve
varlıkları tedbirinde hikmet sahibidir. Hakkında hüküm verdiği bütün işlerde
kemal-i ilim ve kemal-i kudret sahibidir.
Bu makamda Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadisi
zikretmek uygun olur: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır, bunları kim
sayarsa cennete girer. Allah tekdir, teki sever." Bu hadisi aşağıdaki
ilâve ile Tirmizi ve İbni Mace de rivayet etmiştir. Şu zikredeceğimiz metin
Tir-mizi'ye aittir:
Hüvallahüllezi lâ ilahe illâ hüve'r-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik,
el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mümin, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Müte-kebbir,
el-Hâlik, el-Bâri', el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk,
el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbiz, el-Bâsit, el-Hâfıd, er-Râfi', el-Muizz, el-Müzil,
es-Semf, el-Basîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm,
el-Gafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mugîs, el-Hasîb, el-Celîl,
el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi', el-Hakîm, el-Vedûd, el-Me-cîd, el-Bâis,
eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamîd,
el-Muhsî, el-Mübdi', el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy, el-Kay-yûm,
el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mu-kaddim,
el-Müahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâlî, el-Müte-âlî,
el-Berrü, et-Tevvâb, el-Müntekım- el-Afüvv, er-Reûf, Mâlikü'1-Mülk, zü'1-Celâli
ve'1-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi', el-Ganiyy, el-Mugnî, el-Mu'tî, el-Mâni',
ed-Dârr, en-Nâfir, en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedf, el-Bâkî, el-Vâris, er-Re-şîd,
es-Sabûr.
[39]
Bu ayetler şu hususları ifade ediyor:
1-
Yüce Allah Kur'an-ı
Kerim'deki öğütler üzerinde düşünmeye teşvik etmekte ve bu tefekkürü
terketmenin hiçbir şekilde mazereti olamıyacağı-nı beyan etmektedir. Zira bu
Kur'an ile dağlara hitap edilecek olsaydı emirlerine boyun eğecek ve
Kurtubi'nin de ifade ettiği gibi sert ve katı olmalarına rağmen Allah
korkusundan teslim olup parça parça olduğu görülecekti.
2-
Bu misal insanların tefekkür
etmeleri için verilmiştir. Zira yukarıda da geçtiği gibi bu Kur'an dağlara
inseydi Allah'ın vaadine boyun eğer ve vaadinden dolayı parçalanırdı.
3- Allah gizliyi aşikârı,
olmuşu ve olacağı, insanların bildiği bilmediği, gördüğü görmediği her şeyi, ahireti
ve dünyayı bilir. O, engin merhamet sahibi, büyük küçük bütün nimetleri ihsan
edendir.
4- Allah Tealâ yukarıda
sayılan doksan dokuz esma-i hüsnanm sahibidir.
5-
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre o
şöyle dedi: Rasulullah'a (s.a.) ism-i azam nedir, diye sordum. O da "Haşr
suresinin sonunu oku, çok oku" dedi. Soruyu iki defa tekrar ettim, aynı
cevabı verdi. Bu ayet-i kerimeyi esas alarak Cabir b. Zeyd: "İsm-i azam
Allah lafzıdır" dedi.
Enes b. Malik Rasulullah'm (s.a.) "Haşr suresini kim okursa Allah
onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affeder (yani gelecek günahlardan
korur)." dediğini rivayet etti.
Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bir insana bir üzüntü, keder
gelir de o da bu dua (esma-i hüsna) ile dua ederse Allah onun üzüntü ve kederini
giderir, yerine genişlik getirir."
Deylemî'nin İbni Abbas'dan merfu olarak rivayet ettiğine göre o şöyle dedi: "İsm-i azam Haşr suresinin sonundaki altı ayettedir." Abdurrahman Nisaburî'nin Bera'dan rivayet ettiğine göre Hz. Ali ona şöyle dedi: "Ey Be-ra' "Allah'a ism-i azamı ile dua etmek istersen Hadid suresinin başından on ayetle Haşr suresinin sonunu oku, sonra şöyle de: Ey bu sıfatların yegâne sahibi olan Allah'ım! Senden benim için şunu şunu yapmanı niyaz ediyorum." Vallahi bu şekilde kendime beddua etmiş olsam duam kabul olur ve yerin dibine geçerim."
Deylemî'nin Hz. Ali ve İbni Mesud'dan merfu olarak rivayet ettiğine
göre bu surenin son dört ayeti baş ağrısına karşı okunacak bir duadır.
[40]
[1] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/343.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/343.
[3] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/343-344.
[4] İbni Kesir, IV/330.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale
Yayınları: 14/344-345.
[5] Kurtubî, VIII/1.
[6] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/345.
[7] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/346.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/346-347.
[9] Vahidî, Esbâbu'n-Nüzul, s.
236.
[10] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/347-348.
[11] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/348-351.
[12] Ibnul-Arabî,
Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1757.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale
Yayınları: 14/351-353.
[13] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/355.
[14] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/355-356.
[15] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/356.
[16] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/357.
[17] Alûsî, XXVIII/56.
[18] Ebu Davud rivayet etmiştir.
Ancak senedinde inkita, kopukluk vardır.
[19] İbni Kesir, IV/339-340.
[20] Razî, XXK/288.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale
Yayınları: 14/357-362.
[21] Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an,
III/430.
[22] İmam Şafii, Ahmed, Ebu
Davud, Tirmizi, İbni Mace ve Hakim rivayet etmiştir.
[23] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/362-366.
[24] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/368.
[25] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/368-369.
[26] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/369.
[27] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/369.
[28] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/370-372.
[29] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/372-373.
[30] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/374.
[31] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/374.
[32] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/374-375.
[33] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/375-376.
[34] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/376-377.
[35] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/378.
[36] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/378-379.
[37] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/379.
[38] Müslim rivayet etmiştir.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,
Risale Yayınları: 14/379-382.
[40] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/382-383.