HAŞR SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Nüzul Sebebi: 2

Surenin Fazileti: 3

Beni Nadir Yahudilerinin Sürülüşü: 3

Belagat: 3

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi: 4

Açıklaması: 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 6

Fey'ın Hükmü: 7

Belagat: 7

Kelime ve İbareler: 7

Nüzul Sebebi: 8

Ayetler Arası İlişki: 8

Açıklaması: 8

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 11

Münafıkların, Yahudilerin İttifakı Ve Cezaları: 13

Belagat: 13

Kelime ve İbareler: 13

Nüzul Sebebi: 14

Ayetler Arası İlişki: 14

Açıklaması: 14

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 15

Takva Ve Ahiret İçin Çalışma Emri: 16

Belagat: 16

Kelime ve İbareler: 16

Ayetler Arası İlişki: 16

Açıklaması: 16

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 17

Kur'an-ı Kerim Ve Esmau'l-Husna: 18

Belagat: 18

Kelime ve İbareler: 18

Ayetler Arası İlişki: 18

Açıklaması: 18

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 20

 


HAŞR SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu sure ismini "Ehl-i Kitaptan inkâr edenleri ilk sürgün için yurtla­rından çıkaran O'dur." mealindeki ikinci ayette geçen "haşr: sürgün" keli­mesinden almıştır. İlk haşr, Yahudilerin Rasulullah (s.a.) zamanında topla­nıp Medine'den Şam taraflarına doğru sürgün edildikleri ilk toplamadır. İkinci haşr ise Hz. Ömer zamanında Hayber'den çıkartılıp Şam'a doğru sü­rülmeleridir.

Bu sureye, Beni Nadir gazvesinden sonra bu Yahudi kabilesinin sürül­me hadisesinden bahsettiği için Beni Nadir suresi de denilmiştir. Beni Na­dir Rasulullah (s.a.) ile yaptığı ahdi bozan Yahudi kabilesidir. Bu sebeple Rasulullah (s.a.) onları Medine'den çıkarmıştır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin önceki sure ile münasebeti şu üç hususta görülür:

1-  Önceki surede Allah ve Rasulüne düşmanlık edenlerden ve Bedir günü müşrik akrabasını öldüren sahabeden bahsedilmişti. Bu surenin ba­şında da yine Allah ve Rasulüne düşmanlık yapanlardan, Bedir gavesin-den sonra meydana gelen Beni Nadir gazvesinden ve Yahudilerin sürülme­sinden bahsedilmektedir.

2- Önceki surenin sonunda Allah Tealâ "Allah, ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz diye yazdı." ayet-i kelimesiyle peygamberlere yar­dım haberini vermişti. Bu surenin başında da "Allah (m azabı) onlara he­sap etmedikleri yerden geliverdi. Ve Allah kalplerine korku saldı." ayet-i ke-rimesiyle Yahudilere karşı bu yardım vaadini yerine getirdiğini ifade et­miştir.

3- Önceki surede Allah Tealâ münafıkların, Yahudilerin halini ve onla­rın birbirlerine karşı sevgilerini ortaya koymuştu. Bu surede de Beni Nadir Yahudilerinin başına gelenlerden bahsetmektedir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Diğer Medenî sureler gibi Haşr suresinde de Beni Nadir Yahudilerinin Medine'den çıkarılmaları gibi teşri'î (amelî) hükümlere ağırlık verilmiştir. Fey ve ganimet hükümlerinden bahsedilmiş, takva emredilmiştir. Ayrıca

bu surede münafıkların Yahudilerle ilişkisi tahlil edilmiş, Kur'an-ı Ke-rim'in azameti beyan edilmiş, Allah'ın esmâ-i hüsnasından bazıları zikre­dilmiştir.

Bu surede Cenab-ı Hak kendisini her türlü noksanlıklardan ve insan, hayvan, bitki, canlı ve cansız kâinattaki bütün eşyadan tenzih ederek ve bu varlıkların kendi vahdaniyet ve kudretine şahitlik etmelerine ve azame­tini dile getirmelerine işaret ederek söze başlamıştır.

Sonra Allah ve peygamber düşmanlarına karşı kazanılan zaferi ifade etmiş, Beni Nadir Yahudilerinin Medine'den çıkarılmalarından, kalelerinin yıkılmasından bahsetmiştir.

Düşmandan, savaşmadan müslümanlara geçen arazi, evler ve mallar demek olan "fey"in hükmünden, onun nereye sarfedileceğinden, müslü-manlar arasındaki muhtelif sınıflara nasıl tevzi edileceğinden ve bu tevziin hikmetinden bahsetmiştir.

Fey ayetlerinden bahsederken Allah Tealâ, muhacirlerin takındığı tavrı methetmiş, ensarın faziletlerini övmüş, onlardan sonra gelenleri de önce geçenleri sena etmeleri ve onlar için mağfiret dilemeleri için teşvik et­miştir.

Ve bu meziyetler, münafıkların Yahudilerle münasebetleri ve onlarla batıl üzere anlaşma yapmaları ile beraber zikredilerek her kişinin ahlâk anlayışları da ortaya konmuştur. Münafıkların, anlaşma yaptıkları insan­ları en sıkıntılı anda yalnız bırakıvermeleri, Yahudilerin korkaklığı onların ahlâkî yapılarından bazılarıdır. Yine bu surede münafıklar, insanı kötülüğe ve sapıklığa teşvik edip de en zor anında onu yalnız bırakan şeytana ben­zetilmiştir.

Sonra Allah Tealâ müminlere takvayı, kıyamet ve kıyametteki büyük korkular için hazırlanmalarını, geçen ümmetlerin hallerinden ibret alma­larını, cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki büyük farkı, şaki (öte dün­yada bedbaht olacaklar) ve saidlerin (öte dünyada bahtiyar olacakların) ebediyet yurdundaki yerlerini hatırlamalarını emretmiştir.

Bu sure Kur'an-ı Kerimin ve onu indirenin azametini, celâl sıfatlarıy­la muttasıf oluşunu ve esmâ-i hüsnasını beyan ederek bitmiştir. [3]

 

Nüzul Sebebi:

 

Said b. Mansur, Buhari ve Müslim'in rivayet ettiklerine göre Said b. Cübeyr İbni Abbas'a "Peki, Haşr suresi?" diye sormuş İbni Abbas: da "O, Beni Nadir hakkında nazil oldu." demiştir. Nitekim bir rivayete göre bu­nun adı Beni Nadir süresidir.

İbni Abbas, Mücahid, Zühri ve daha pek çok alim şöyle dediler: Rasu-lullah (s.a.) Medine'ye hicret ettiklerinde Beni Nadir ile anlaşma yaptı. Rasulullah (s.a.) onlara, kendisiyle savaşmamak şartıyla eman verdi. Fakat onlar aralarındaki bu ahdi bozdular. Allah Tealâ da reddi mümkün olma­yan musibetini ve döndürülmesi mümkün olmayan hükmünü üzerlerine indiriverdi. Rasulullah (s.a.) onları sürdü, Allah'tan gelecek musibetten kendilerini korur zannettikleri muhkem kalelerinden çıkardı. Allah'tan ge­lecek musibete karşı onları hiçbir şey koruyamadı. Akıllarına bile getire­medikleri şey Allah tarafından geliverdi ve Rasulullah (s.a.) onları Medi­ne'den sürüp çıkardı. Bir kısmı Şam taraflarına bir kısmı da Hayber'e git­tiler. Rasulullah (s.a.) onların develerine yükleyebildikleri kadar eşya gö­türmelerine müsade etmişti. Onlar da evlerinde taşınabilir ne varsa söküp götürdüler. Ayet-i kerime bunu şöyle ifade ediyor: "Hem kendi elleriyle hem müminlerin elleriyle evlerini yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın." yani Allah Tealâ ve Rasulünün emrine muhalefet edip kitabını yalanlayanların akibetini düşünün, ahirette vereceği azab-ı elimin yanında onları dünyada rüsva edici o belâyı başlarına nasıl indiriyor, düşünün.[4]

 

Surenin Fazileti:

 

Seâlibi'nin İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Haşr suresini kim okursa cennet, cehennem, arş, kürsi, gökler, yerler, haşerat, rüzgar, bulutlar, kuşlar, hayvanlar, ağaçlar, dağlar, güneş, ay, melekler... hepsi onun için dua ve istiğfar ederler. O gün veya o gece ölür­se şehit olarak ölür."

Yine Seâlibi'nin Yezid Rakkaşi'den onun da Enes'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Haşr suresinin son tarafını (son­dan üç ayet) kim okursa ve o gece ölürse şehid olarak ölür."[5]

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi'nin Ma kıl b. Yesar'dan rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kim sabahleyin üç defa "Eûzü billâ-hissemii'l-alîmi mineşşeytânirracîm" diyerek Haşr suresinin sonundan üç ayet okursa, Allah yetmiş bin melek görevlendirir, onlar akşama kadar onun için istiğfar ederler. O gün ölürse şehit olarak ölür. Akşam okursa aynı şekilde sabaha kadar istiğfar ederler." Tirmizi, bu hadis hasen gariptir, de­miştir. [6]

 

Beni Nadir Yahudilerinin Sürülüşü:

 

1-  Göklerde ve yerdeki her şey Al­lah'ı teşbih etmektedir. O güçlüdür, hikmet sahibidir.

2- Ehli Kitaptan inkâr edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran O'dur. Çıkacaklarını sanmamıştı-nız. Onlar da kalelerinin Allah'tan kendilerini koruyacağına inanmış­lardı. Ama AllahCın azabı) onlara hesap etmedikleri yerden geliverdi. Ve Allah kalplerine korku saldı. Hem kendi elleriyle hem müminle­rin elleriyle evlerini yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın.

3- Allah onlara sürgünü yazmasaydı muhakkak dünyada onlara azap ederdi. Ahirette de onlar için ce­hennem azabı vardır.

4- Bu, onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah'a karşı gelirse şüphesiz Al­lah'ın azabı şiddetlidir.

5- Bir hurma ağacı kestiyseniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıysa-nız hep Allah'ın izniyledir ve bu izin fasıldan rüsva etmek içindir.

 

Belagat:

 

"Mâzanentüm=sanmamıştınız.", "zannû=sandılar, inandılar" zıt an­lamlar taşımakta olduklarından aralarında tezat vardır. [7]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Göklerde ve yerdeki" canlı cansız "her şey Allah'ı teşbih", tenzih ve takdis "etmektedir." "O güçlüdür", kuvvetlidir, mülkünde her şeye hakim­dir, her şeyi yerli yerinde yapan "hikmet sahibidir.".

Medine'de yaşayan üç Yahudi kabilesinden biri olan Beni Nadir iki de­fa sürgün edildi. Birincisi Medine'den Hayber'e, ikincisi Hz. Ömer zamanında Hayber'den Şam taraflarına doğru oldu. Allah Tealâ buna işaret ede­rek şöyle buyurdu: "Ehl-i Kitap'tan inkâr edenleri" Beni Nadir Yahudilerini "ilk sürgün için" Medine'deki "yurtlarından çıkaran O'dur," Çok güçlü ol­dukları ve muhkem kalelerde oturdukları için, ey müminler sizler de onla­rın "çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da" yüksek ve muhkem "kaleleri­nin Allah'tan" gelecek musibet ve azaptan "kendilerine koruyacağına" ke­sinlikle "inanmışlardı. Ama Allah"va azabı ve belâsı "onlara" güçlü olduk­ları ve kendilerine çok güvendikleri için hiç akıllarına bile gelmeyen, "he­sap etmedikleri yerden geliverdi. Ve" reisleri Ka'b b. Eşrefin öldürülmesin­den dolayı "Allah Tealâ kalplerine" şiddetli bir "korku saldı. Hem kendi el­leriyle hem müminlerin elleriyle evlerini yıkıyorlar", beğendikleri kerestesi­ni de alıp götürüyorlardı. Öyleyse "ey akıl sahipleri" bunların haline bakıp ders ve "ibret alın." Bu son cümle kıyasın bir delil sayıldığını göstermekte­dir. Çünkü burada, hükümde eşit olmayı gerektiren ortak illetten dolayı, bir halden diğerine geçiş ve birinin hükmünü diğerine verme emredilmek-tedir ki işte bu kıyastır. "Allah onlara", çoluk çocuk topluca vatanlarından çıkarılma şeklindeki "sürgünü yazmasaydı, muhakkak" Beni Kurayza'ya yaptığı gibi "dünyada" öldürülerek, esir edilerek "onlara azap ederdi." An­cak yine de onlar her ne kadar dünya azabından kurtulmuş olsalar da ahi-ret azabından kurtulamıyacaklar. "Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır."

Başlarına gelen "6u" belâ, "onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmele­ri", muhalefet ve düşmanlık yapmaları "sebebiyledir. Kim Allah'a karşı ge­lirse şüphesiz Allah'ın azabı şiddetlidir."

Siz iyi veya kötü "bir hurma ağacı kestiyseniz veya" kesmeyip "kökleri üzerinde dikili bıraktıysanız hep Allah'ın izniyle" ve emriyledir. "Ve" eğer Allah hurmaları kesme konusunda size izin verdiyse "bu izin fasıkları rüs-va etmek içindir." Ayetin bu kısmı, kâfirleri zaafa uğratmak için yurtları­nın yıkılması ve meyve ağaçlarının kesilmesinin caiz olduğuna delildir. [8]

 

Nüzul Sebebi:

 

Buhari'nin rivayetine göre İbni Abbas Enfal suresinin Bedir, Haşr su­resinin de Beni Nadir hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Hakim'in "sahihtir" hükmünü vererek rivayet ettiğine göre Hz. Aişe şöyle demiştir: "Bir Yahudi kabilesi olan Beni Nadir'e karşı yapılan gazve Bedir gazvesinden altı ay sonra olmuştur. Onların evleri ve hurmalıkları Medine'nin yakınındaydı. Rasulullah (s.a.) onları muhasara etti. Nihayet Rasulullah (s.a.) onlarla silâh hariç diğer mal ve eşyalarından develerinin taşıyabildiğini alarak yurtlarını terketmeleri şartıyla anlaştı. Bunun üzeri­ne Allah Tealâ onlar hakkında bu sureyi indirdi."

Rivayet olunur ki Rasulullah (s.a.) Medine'ye hicret ettiklerinde onlar­la tarafsız kalmaları şartıyla sulh yaptı. Bedir'de Rasulullah (s.a.) müşrik­lere karşı zafer kazanınca kelime oyunu yaparak "O meb'us peygamberdir (yani Allah tarafından gönderilmiş hak peygamberdir) deyip kabul eder gi­bi göründüler. Aslında "muzaffer peygamber" demek istiyorlardı. Uhud'da müslümanlar hezimete uğrayınca şüpheye düşüp ahitlerini bozdular. On­lardan Ka'b İbni Eşref kırk kişilik bir heyetle Mekke'ye gitti. Ebu Süf-yan'la anlaştılar. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) Ka'b'ın süt kardeşi Mu-hammed b. Mesleme'ye emretti, o da bir hile ile Ka'b'ı öldürdü. Sonra bir sabah şafakta Rasulullah (s.a.) Beni Nadir'i muhasara etti. Nihayet yurtla­rını terkedip gitmeleri şartıyla anlaştılar. Büyük bir kısmı Şam'a diğer kıs­mı da Hayber ve Hira'ya gitti. Bunun üzerine bu surenin ilk altı ayeti nazil oldu.

Tefsir alimlerinin bu surenin Beni Nadir hakkında nazil olduğunu söylemeleri de bunu açıklamaktadır. Hadise şöyledir: Rasulullah (s.a.) Me­dine'ye geldiğinde Beni Nadir Rasulullah'a (s.a.) ne ona karşı ne de onun safında savaşmamak üzere sulh teklif ettiler. Rasulullah (s.a.) bu teklifi kabul etti. Hz. Peygamber Bedir'de müşriklere karşı zafer kazanınca "Bu bizim Tevrat'ta sıfatını gördüğümüz peygamberdir, bunun sancağı yere düşmez." dediler. Ancak Uhud'da müslümanlar hezimete uğrayınca ahdi bozup açıkça Rasulullah'a (s.a.) ve müslümanlara düşmanlık yapmaya baş­ladılar. Rasulullah (s.a.) da onları muhasara etti. Sonra Medine'den çık­mak şartıyla sulh yaptılar.[9] Muhasara, Hicretin dördüncü senesi Rabi-ulevvel ayında oldu.

"Bir hurma ağacı kestiyseniz..." ayetinin (5. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Buhari, Müslim ve diğerlerinin İbni Ömer'den rivayetlerine göre Rasulullah'ın (s.a.) Beni Nadir'in hurma ağaçlarını yakıp fidanlarını kes­mesi üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

İbni İshak'ın Yezid b. Rümman'dan rivayetine göre Rasulullah (s.a.) Beni Nadir'in üzerine yürüdüğünde kalelerine kapandılar. Rasulullah (s.a.) da hurmaların kesilip yakılmasını emretti. Onlar da kaleden "Ya Muham-med! Sen fesadı yasaklar ve kötülerdin, şimdi hurmaların kesilip yakılma­sı ne demek oluyor?" diye seslendiler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. İbni Cerir de Katade ve Mücahid'den benzerini rivayet etmiştir. [10]

 

Açıklaması:

 

"Göklerde ve yerdeki her şey Allah'ı teşbih etmektedir. O güçlüdür, hik­met sahibidir." Göklerde ve yerde mevcut olan her şey ya dil ile açıkça veya kalp ile veya lisanı hal ile Allah'ın azametine, celâline boyun eğerek O'nu bütün noksanlıklardan tenzih ve takdis ederler. O mülkünde kuvvetli, galip ve kahirdir, yaptıklarında, takdirinde ve hükümlerinde hikmet sahibidir, insan hikmetim hemen idrak edemese dahi, O her şeyi yerli yerine koyar.

"Yedi gök ve yer ve onlardakiler O'nu teşbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile teşbih etmesin. Lâkin siz onların teşbihini anlayamazsı­nız. " (İsra, 17/44) ayeti de bu ayetin benzeridir.

Cenabı Hakk'ın şu sözü de O'nun kudret ve hikmetinin tecellilerinden biridir: "Ehl-i Kitaptan inkâr (nankörlük) edenleri ilk sürgün için yurtla­rından çıkaran O'dur." Yani Beni Nadir Yahudilerinin Medine'deki yurtla­rından ilk sürgün için toplanıp çıkarılmaları hükmünü veren Allah Te-alâ'dır. Onların ilk sürgünleri Medine'dendir. Son sürgünleri ise Hz. Ömer'in onları Hayber'den Şam taraflarına sürmesidir.

"Çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin Allah 'tan kendile­rini koruyacağına inanmışlardı." Yani ey müslümanlar! Güçlü, kuvvetli, geniş hurmalıkların ve emlâkin sahibi, sayıca ve silâhça üstün, muhkem kaleler içindeki Beni Nadir'in yurtlarından çıkmasını siz de beklemiyordu-mz. Bu ifade nimetin büyüklüğünü beyan etmektedir. Onlar da kalelerinin Allah'tan gelecek azaba karşı kendilerini koruyacağına, her hangi bir kötü duruma maruz kalmayacaklarına inanıyorlardı.

"Ama Allah da onlara hesap etmedikleri yerden geliverdi. Ve Allah kalplerine korku saldı." Yani Allah'ın emri, cezası ve azabı onlara hatırlar­larına gelmeyen bir cihetten geliverdi. Allah Tealâ peygamberimize onlarla savaşmasını ve onları sürmesini emretti. Böyle bir şey olacağını zannetmi­yorlardı, bilakis kendilerinin daha güçlü ve kuvvetli olduklarına inanıyor­lardı. Allah da o göğsü dolduran korkuyu kalplerine salıverdi. Buhari, Müslim ve Nesei'nin Cabir'den rivayet ettikleri hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bir aylık mesafeden korku ile yardım olundum." (Yani Rasulullah'ın (s.a.) düşmanları bir aylık mesafede de olsalar onun korkusu onları sarar.)

"Hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle evlerini yıkıyorlardı." Yani artık sürüleceklerine inandıkları zaman müslümanlar istifade etme­sin diye içeriden evlerini kendileri yıkarken müminler de dışardan yıkıyor­lardı. Zühri ve Urve b. Zübeyr şöyle dediler: Rasulullah (s.a.) onlarla deve­lerin taşıyabildiği her şeyin kendilerinin olması şartıyla anlaşınca hoşları­na giden keresteleri alabilmek için evlerini yıkıyorlar ve bunları develerine yüklüyorlardı. Müslümanlar da kalanları yıkıyorlardı.

"Ey akıl sahipleri ibret alın." Ey akıl sahipleri bu olup bitenlerden ib­ret alın ve şunu iyi bilin ki Allah Tealâ bunun benzerini hiyanet edip ahdi­ni bozan, Allah'ın ve Rasulünün emrine muhalefet eden herkese yapabilir.

"Allah onlara sürgünü yazmasaydı muhakkak dünyada onlara azap ederdi. Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır." Yani Allah Tealâ onlar hakkında böyle zelil bir şekilde sürülme hükmünü vermemiş olsaydı, hicretin beşinci senesinde Hendek savaşından sonra Beni Kurayza'ya, ikin­ci senesinde Bedir günü müşriklere, Bedir harbinin peşinden Medine'den sürerek Beni Kaynuka Yahudilerine yaptığı gibi dünyada katlederek, esir ederek onlara azap ederdi. Kıyamette de cehennemde onlar için şiddetli bir azap vardır.

Bunların sürülmesinin tarihi sebebi ise şöyledir: Rasulullah (s.a.); Ebubekir, Ömer ve Ali (r.a.)'nin de içinde bulunduğu on kişi ile beraber Be­ni Nadir'e gitti. Bir müslümanın Beni Amir'den hata ile öldürdüğü iki kişi­nin diyetini ödemek hususunda onlardan yardım isteyecekti. Beni Nadir ile Beni Amir arasında ittifak ve anlaşma vardı. Beni Nadir görünüşte yar­dım vaadettiler, ancak niyetleri Rasulullah (s.a.)'a suikast düzenlemekti. Rasulullah (s.a.) bir evin duvarının dibinde oturuyordu. Hemen bir suikast planı hazırladılar. Amr b. Cahş adındaki Yahudi çatıdan Rasulullah'ın (s.a.) üzerine büyük bir taş bırakacak ve öldürecekti.

Allah Tealâ, derhal Rasulullah'ı (s.a.) bu plandan haberdar etti. Rasu­lullah (s.a.) hemen orayı terkederek Medine'ye döndü. Beni Nadir'in üzeri­ne yürümek ve harp edip onları Medine'den sürmek için hazırlık yapılma­sını emretti. Hicrî dördüncü senenin Rabiulevvel ayında Rasulullah (s.a.) beni Nadir'i muhasara etti. Muhasara altı gün sürdü. Allah Tealâ onların kalplerine korku saldı. Rasulullah (s.a.)'dan silâhları hariç mal ve eşyala­rından develerinin taşıyabileceği kadarını götürmek şartıyla canlarını ba­ğışlamasını ve yurtlarını terketmelerine müsade etmesini istediler. Rasu­lullah (s.a.) kabul etti. Sonra bir kısmı Hayber'e, bir kısmı Şam'a gitti.

Muhasara esnasında Rasulullah (s.a.) hurmalarının kesilip yakılması­nı emretti. Onlar da kaleden "Ya Muhammed! Sen fesadı nehyederdin, fasitlik yapanları ayıplardın. Şimdi hurmaların kesilip yakılması ne demek oluyor?" diye seslendiler. Bunun üzerine "Bir hurma kestiyseniz veya kes-meyip kökleri üstünde dikili bıraktıysanız..." ayeti nazil oldu.

Burada Allah Tealâ şu ayetiyle sürülmelerinin sebebini açıkladı:

"Bu, onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Al­lah'a karşı gelirse şüphesiz Allah'ın azabı şiddetlidir." Yani Allah Tealâ müminleri onların başına musallat kılıp onları tardetti. Çünkü onlar Allah ve peygamberine muhalefet etmişler ve Allah'ın, Muhammed'in (s.a.) gele­ceğini müjdeleyen önceki peygamberlerine indirdiği haberi yalanlamışlar­dı. Halbuki onlar Rasulullah'ı (s.a.) kendi çocuklarını nasıl tanıyorlarsa öy­le tanıyorlardı.

Kim itaat etmemek, kâfirlere muhabbet beslemek ve ahdi bozmak su­retiyle Allah ve Rasulüne düşmanlıkta bulursa, Allah onu cezanın en ağı-rıyla cezalandırır ve dünyada ve ahirette ona azap eder.

Sonra Allah Tealâ harp zaruretlerinin gereği olarak yapmak zorunda kaldıkları hususlarda müminleri mazur sayarak şöyle dedi: "Bir hurma ağacı kestiyseniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıysanız hep Allah'ın iz-niyledir ve bu izin fasıkları rüsva etmek içindir." Yani sizin yaptığınız hur­ma ağaçlarını kesip yakma veya bazılarını kesmeme gibi işler hep Allah'ın emri ve iradesiyledir. Allah Tealâ müminleri aziz, taattan çıkan Yahudileri zelil etmek ve ağaçların kesiminde onları öfkelendirmek için bu izni ver­miştir. Zira Yahudiler müminleri kendi mallan üzerinde istediklerini yapa­bildiklerini görünce öfkeleri artıyordu.[11]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimeleri şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Rabbimizi teşbih etmek ve lâyık olmayan şeylerden O'nu tenzih et­mek, canlı cansız yerde ve göklerdeki bütün yaratılmışların vasfıdır. Al­lah'ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini itiraf için yapılan bu teşbih ve tenzih ya sözle veya lisanı hâl ile olur.

2- Yahudiler dünyada İslâm'ın ilk asrında Allah'ın emriyle iki sürgüne maruz kalmışlardır. Bunlardan birincisi Medine'den Şam'a, diğeri de Hz. Ömer zamanında Hayber'den yine Şam'a doğru  olmuştur. Bu sürgünlerin sebebi iman etmemeleri ve ahdi bozmalarıdır. Ayrıca diğer insanlar gibi on­lar da hesap ve ceza için haşrolunacaklardır.

3- Yahudiler güçlü oldukları ve muhkem kalelerde toplandıkları için onların gerek Medine'den gerekse Hayber'den sürülmeleri akla hayale gel­meyen bir şeydi. Fakat hesap etmedikleri yerden Allah'ın emri ve azabı ge­liverdi. Liderleri Ka'b b. Eşrefin öldürülmesiyle Allah Tealâ kalplerine bir korku saldı. Ka'b'ı öldürenler Muhammed b. Mesleme, Abbad b. Bişr, Haris b. Evs ve Ebu Abs b. Cebr idi.

Kendilerinden sonra müslümanlar oturmasın diye Yahudiler evlerini yıkıyorlardı. Müslümanlar da onların Arap yarımadasından izlerini silmek ve varlıklarına son vermek için yıkım işini tamamlıyorlardı.

İşte bu harekette Allah Tealâ'nın Hz. Peygamber'e (s.a.) yardımı ve O'na şeref bahşettiği, müminlerin mevkiini kuvvetlendirirken yeryüzünde fesat çıkaran Yahudileri zelil ettiği açıkça görülmektedir.

4- Yahudilerin bu şekilde sürgün edilmelerinde akıl sahiplerinin ders alacağı birtakım ibretler vardır. Bir atasözünde "Akıllı insan başkasından ders alan insandır." denilir.

5- Fıkıh usulü alimleri kıyasın bir hüccet olduğuna "Ey akıl sahiplei ibret alın" ayetini delil saymışlardır. Çünkü Allah Tealâ bu ayette "ibref'i emretmiştir. Bu kelimenin masdarı olan "el-ubür" bir şeyden diğerine geç­mek intikal etmek manasına gelir. Bu da kıyasta böyle tahakkuk eder.

Çünkü kıyas, hükmü asıldan fer'a nakletmektir.

6- "Evlerini yıkıyorlar..." ayeti kerimesini alimler bize düşman olan kâ­firlerin -harp esnasında, harbin getirdiği bir zaruret olarak- yurtlarının yı­kılmasının, ağaçlarının kesilmesinin, ekinlerinin yakılmasının caiz olduğu­na delil saymışlardır. O halde gerekiyorsa yakıp yıkmakta, gemilerini ba­tırmakta, mancınık kullanmakta, meyvalı olsun meyvasız olsun ağaçları kesmekte beis yoktur. Müslim'in Sahih'inde ve diğerlerinde İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) Beni Nadir'in hurma ağaçlarını kesmiş ve yakmıştı. Sahih olan görüş de budur. Şafiilere göre müslümanlar çaresiz kalırlarsa bunu yapabilirler.

7- Taberi şöyle der: "Düşmandan hiçbir şey almadan yurtlarından sü­rülmek üzere onlarla sulh yapmak şimdi caiz değildir. O, İslâm'ın ilk yılla­rında var idi. Sonra nesholundu. Şimdi ise düşman ya öldürülür, ya esir alınır veya cizye konulur. Bana göre bu zamanın şartlarında çok isabetli bir görüş değildir."

8- Allah Tealâ'nın Beni Nadir Yahudileri hakkında Medine ve Hay-ber'den sürülmeleri hükmünü vermesi onlar için bir rahmettir. Şayet bu ol­masaydı Allah Tealâ Beni Kurayza'ya yaptığı gibi ölüm ve esaretle dünya­da onlara azap edecekti.

"Sürgün" ve ihraç etmek" lügat manaları aynı olmakla beraber Kurtu-bi'nin zikrettiğine göre şu iki hususta farklıdır:

Birincisi: Sürgün çoluk çocuk beraber olduğu halde ihraç; sürmek sa­dece kişinin kendisine münhasır olabilir.

İkincisi: Sürgün topluca olduğu halde ihraç; sürmek tek kişinin ve gu­rubun gönderilmesine denilebilir.

9- Bu tahrip ve sürgünün sebebi Allah ve Rasulüne isyan etmektir. Ya­ni Allah'a ve Rasule düşmanlık ve Allah'ın emrine muhalefettir. Sonra Al­lah Tealâ caydırıcı olsun kastıyla bu ikazı herkese teşmil ederek buyurdu ki: "Kim Allah'a isyan ederse Allah'ın azabı şiddetlidir."

10- Rasulullah'm (s.a.) Beni Nadir Yahudileri üzerine yürümesi, onla­rın kaleye kapanmaları üzerine ağaçların kesilip yakılmasını emretmesi Hicretin dördüncü yılının başında Rabiulevvel ayında oldu. İçki de o za­man haram kılınmıştı.

Abdullah b. Ubey b. Selül ve beraberindeki birtakım münafıklar Beni Nadire: "Biz sizinle beraberiz, size savaş açılırsa sizin safınızda savaşırız, sürülürseniz sizinle beraber biz de çıkarız." diyerek onları kandırdılar, on­lar da buna aldandılar.

Harbin seyri münafıkların onlara yardım etmesini gerektirdiği bir sı­rada onları ortada bırakıverdiler ve Hz. Peygamber (s.a.)'den, silâh hariç diğer mallarından develerine yükleyebildiklerini alıp gitmeleri şartıyla Yahudilerin canlarına dokunmamasını istediler. Onların bir kısmı Şam'a bir kısmı da Hayber'e gitti.

11- Maverdi "bir hurma kestiyseniz..." ayeti kerimesi hakkında şöyle der: "Bu ayet her müctehidin isabet ettiğine bir delildir. Çünkü müslüman-ların bir kısmı ağaçları kesiyor bir kısmı kesmiyordu. Allah Tealâ her ikisi­ni de doğru buldu. Doğrusu şudur ki ictihadda isabet eden bir kişidir, diğer müctehidler hatalıdır, ancak günah işlemiş olmazlar." İbnü'l-Arabi, Maver-di'nin bu sözü üzerine şu yorumu yapmaktadır: "Bu batıldır, zira Rasulul-lah (s.a.) onlarla beraberdi. Rasulullah'm (s.a.) yanında ictihad olmaz. Bu ancak, Kur'an inmeyen hususlarda Rasulullah'm (s.a.), kâfirlere eza ver­menin umumen caiz oluşundan ve onların mahvı ve helakine hükmetme­nin "fasıkları rüsva etmek içindir." ayetindeki umumi izne dahil oluşundan hareket ederek ictihad ettiğine delâlet eder."[12]

 

Fey'ın Hükmü:

 

6- Ve Allah'ın onlardan peygamberi­ne verdiği ganimet için siz at ve de­ve sürmüş değilsiniz. Ancak Allah elçilerini dilediğine galip kılar. Zi­ra Allah her şeye kadirdir.

7- Allah'ın fethedilen beldelerin halkından peygamberine verdiği ganimet -sizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir mal olmaması için- Allah'ın, peygamberin, yakın­larının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Peygamber si­ze ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse  onu  terkedin. Al­lah'tan korkun. Zira Allah'ın azabı ganimetler) Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken mallarından ve  yurtlarından çıkartılan ve Allah ve  Rasulune yardım eden fakır muhacirlerindir. İşte sadıklar bunlardır.

9- Muhacirlerden önce Medine'yi ve  imanı yurt edinenler, kendilerine  hicret edenleri severler ve onlara  verilenlerden dolayı gönüllerinde  hiçbir haset duymazlar, şiddetli ih- tiyaçları olsa bile onları kendileri- ne tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar  kurtuluşa erenlerdir.

10-  Onlardan sonra gelenler şöyle  derler: Rabbimiz ,bizi ve Jzden önce iman eden kardeşlerimizi af  eyle. İman edenlere karşı kalpleri­mizde hiçbir kin yaratma. Ey Rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin."

 

Belagat:

 

"Peygamber size ne verdiyse... sizi neden nehyetmişse" cümleleri ara­sında mukabele vardır.

"İmanı yurt edinenler" ifadesinde istiare vardır, kalplerde mekân tu­tan iman, insanın yerleşip vatan edindiği bir yere benzetilmiştir. [13]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ve Allah'ın onlardan" yani Beni Nadir'den veya surenin başında adı geçen Ehl-i Kitaptan veya genel olarak kâfirlerden alıp "peygamberine ver­diği şey (ganimet) için siz" ey müslümanlar, "at ve deve sürmüş", elde et­mek için emek sarfetmiş, meşakkat çekmiş "değilsiniz. Ancak Allah" kâfir­lerin kalbine korku salmak suretiyle "elçilerini dilediğine galip kılar. Zira Allah" bazen birileri vasıtasıyla bazen vasıtasız, bazen harp ile bazan harpsiz "her" istediği "şeye kadirdir."

Bu ayette "peygamberine verdiği şey", "fey" kelimesiyle ifade edilmiş­tir. Fey'in dindeki anlamı, savaşmadan, bir akın ve baskın yapmadan veya Beni Nadir'in mallarında olduğu gibi sulh yolu ile elde edilen kâfir malları­dır. Ganimet ise savaşla elde edilen mallardır. Bazılarına göre kâfirden el­de edilen taşınmazlara fey', taşınırlara ganimet denir.

"Allah'ın" Kura vadisi ve Yenbu gibi savaşsız "fethedilen beldelerin halkından peygamberine verdiği ganimet, sizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir mal olmaması için Allah'ın, peygamberin," Haşimoğulları, Muttalipoğulları gibi peygamberin "yakınlarının, yetimlerin", müslüman-lardan ihtiyaç sahibi "yoksulların ve yolda" parasız "kalmışlarındır."

Bir görüşe göre ganimet altıya bölünür "Allah'ın hissesi" Kabe'nin ve diğer mescitlerin yapım ve bakımına harcanır. Diğer bir görüşe göre beşe bölünür, Allah'ın hissesi diye bir pay ayrılmaz. Buna göre ayette "Allah'ın hissesi'nin zikredilmesi O'na tazim içindir. Hz. Peygamberin vefatından sonra onun hissesi halifeye veya orduya bırakılır veya müslümanların ge­nel giderlerine kullanılır.

"Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terkedin." Ona aykırı davranmak konusunda "Allah'tan korkun. Zira" aykırı davrananlara "Allah 'in azabı şiddetlidir."

Bu ganimetler, "Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken" İslâm'ın ilk yılla­rında Mekke'den Medine'ye hicrete zorlanarak "mallarından ve yurtların­dan çıkartılan ve mallarıyla-canlarıyla "Allah ve Rasulüne (dinine) yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte" imanlarında ve cihadlarında sebat eden "sadıklar bunlardır." Peygamber de hicret ettiği halde ona fakir muhacir denilmez.

"Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken" cümlesi, onların hicret gayelerini açıklayan ve saygıyla anılmaları gerektiğini ifade eden bir hal cümlesidir.

"Muhacirlerden önce" Hicret yurduna yerleşerek "Medine'yi ve imanı yurt edinenler (ensar) kendilerine hicret edenleri severler ve" kendileri mah­rum bırakılarak sırf "onlara verilenlerden" ganimetlerden "dolayı gönülle­rinde" muhacirlere karşı "hiçbir haset", kin ve kıskançlık "duymazlar, şid­detli ihtiyaçları olsa da onları kendilerine tercih ederler" onların maslaha­tını kendi yararlarından önde tutarlar. "Kim" aşırı mal sevgisinden ve Al­lah yolunda harcama konusunda "nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar" dünyada övgüye, ahirette sevaba nail olarak "kurtuluşa erenlerdir."

"Onlardan" yani muhacir ve ensardan "sonra" kıyamete kadar "gele­cek" olan bütün müminler "şöyle derler": Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi af eyle. İman edenlere karşı kalplerimizde hiçbir kin, buğz ve haset yaratma. Ey Rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli çok merhametlisin, öyleyse sana lâyık olan, dualarımızı kabul etmendir. [14]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Medine'yi ve imanı yurt edinenler..." ayetinin (9. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak; İbnül Münzir'in Zeyd b. Esam'dan naklettiğine göre Ensar "Ey Allah'ın Rasulü! Medine arazisini muhacir kardeşlerimizle aramızda ikiye taksim et." dediler. Rasulullah (s.a.) "Hayır! Lâkin ihtiyaçlarını karşılayın, meyvaları taksim edin, arazi sizin arazinizdir." dedi. Ensar da "Memnuni­yetle." deyince bu ayet nazil oldu.

Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre birisi Ra­sulullah (s.a.)'a gelip "Ya Rasulallah, aç kaldım." demesi üzerine Rasulul­lah (s.a.) hanımlarına haber gönderdi. Onların yanında yiyecek bir şey bu­lunamayınca Rasulullah (s.a.): "Bu gece bunu misafir edecek kimse yok mu? Allah ona rahmet etsin!" buyurdular. Bunun üzerine ensardan biri kalkıp "Ben edeyim ya Rasulallah" dedi. Evine gitti hanımına: "Bu Allah'ın Rasulünün misafiridir, elinden gelen ikramı esirgeme." deyince hanımı: "Vallahi çocukların yiyeceğinden başka bir şey yok." dedi. Kocası da ona: "Çocuklar akşam yemek istedikleri zaman onları uyut ve kandili söndür, biz de bu gece karnımızı bağlayalım." dedi. Kadın da öyle yaptı. Bu ev sahi­bi sabahleyin Rasulullah'ın (s.a.) yanına gittiğinde Rasulullah (s.a.) ona: "Filan ve filanların hareketini Allah beğendi.' dedi. İşte bu hadise üzerine "Şiddetli ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih ederler." ayeti nazil oldu.

Vahidinin rivayetine göre Abdullah b. Ömer şöyle dedi: Ashabdan bi­rine bir koyun başı hediye edildi. O da "Kardeşim filan kişi ve ailesinin bu­na bizden daha fazla ihtiyaçları var." diyerek ona gönderdi. O da aynı dü­şünce ile başka birine gönderdi. Böylece yedi haneyi dolaştıktan sonra ilk haneye geldi. Bunun üzerine "Şiddetli ihtiyaçları olsa bile onları kendileri­ne tercih ederler." ayeti nazil oldu. [15]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Dünyada Beni Nadir'in başına gelen evlerini tahrip etmeleri, hurma­larının kesilip yakılması ve sonra Şam'a sürülmeleri gibi musibetleri, ahi-rette müstehak oldukları azabı beyan ettikten sonra, Allah Tealâ onlardan alman malların hükmünü zikretti ki bunlar "fey'dir. Sonra Allah Tealâ sa­vaşla alman ganimetle savaşsız sulh yoluyla alman fey'in farkını beyan et­mek için ana hatlarıyla fey'in hükmünü zikretti.

Muhasara edilmelerine rağmen Beni Nadir'in malları kayda değer bir savaş yapılmadan alınmıştır. Çünkü o sırada müslümanların elinde fazla miktarda at ve binek bulunmuyordu, uzak bir mesafe de katetmemişlerdi. Beni Nadir Medine'den sadece iki mil mesafedeydi, oraya da yaya gitmiş­lerdi. Yalnız Rasulullah (s.a.) deveye binmişti. Savaş hafif olduğu ve binek bulunmadığı için Allah Tealâ bunu hiç savaş olmamış saydı ve alman bu malları Rasulullah (s.a.)'a tahsis etti. Rasulullah (s.a.) da onları muhacir­ler arasında taksim etti, çok muhtaç durumda olan Ebu Dücane, Sehl b. Huneyf ve Haris b. Samme hariç ensardan kimseye bu mallardan bir şey vermedi. [16]

 

Açıklaması:

 

"Ve Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimet için siz at ve deve sürmüş değilsiniz." Yani Allah Tealâ'nm peygamberine verdiği Beni Nadir kâfirlerinin malları Rasulullah (s.a.)'a aittir. Çünkü bunlar için savaş ol­madı, bir meşakkat çekilmedi; uzun sefer için ata, deveye binmediniz. Zira Beni Nadir Medine'ye iki mil gibi yakın bir mesafedeydi. Dolayısıyla onla­rın diyarı sulh yoluyla fethedildi, onlar buradan sürgün edildikten sonra malları alındı. İşte bu sebeple gaziler arasında taksim edilmedi. Allah Te­alâ bu malları, istediği gibi yararına sarfetsin diye Rasulullah'a (s.a.) tah­sis etti.

Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesei'nin Hz. Ömer'den naklettiklerine göre o şöyle dedi: "Müslümanların binek ihti­yacı duymadan gerçekleştirdiği Beni Nadir gazvesinden elde edilen malları Allah peygamberine tahsis etmişti. Rasulullah (s.a.) ehlinin yıllık nafakası­nı ondan ayırdıktan sonra artanını da cihada hazırlık olmak üzere silâh ve binek için kullandı."

"Ancak Allah, elçilerini dilediğine galip kılar. Zira Allah her şeye kadir­dir." Yani Yüce Allah, Muhammed(s.a.)'i Beni Nadir'e galip kılıp hiç savaş­sız mallarını ona verdiği gibi, kudreti ile peygamberlerinden dilediğini düşmanlarına galip kılar. Allah her şeye kadirdir, dilediğine dilediğini yapar. Sonra Allah Tealâ fey'in hükmünü zikretti.Buna göre düşmanan alı­nan mallar üç çeşit olur:

a) Düşmandan cebren alınan taşınır ganimetler. Bunlar Enfal suresi 41. ayetinde de beyan edildiği gibi beşe taksim edilir.

b) Sulh yoluyla alınan taşınır mallar. "Allah'ın Rasulüne verdiği..." ayetinde de beyan edildiği gibi bunlar Rasulullah (s.a.)'a tahsis edilmiştir, dilediği şekilde sarfeder.

c) Fey olarak alınan gayri menkul mallar. Bunlar "Allah 'in fethedilen beldelerin halkından peygamberine verdiği ganimet... Allah'ın, peygambe­rin, yakınlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır." ayeti ge­reğince Rasulullah (s.a.)'dan sonra umumi yarar olan yerlere tevzi edilir. Bu ayeti kerimede Rasulullah'dan (s.a.) sonra fey'in sarfedilceği yerler be­yan edilmektedir. Buna göre Kurayza, Nadir, Fedek ve Hayber gibi müslü-manlar gaza düzenlemeden savaşsız, sulh yoluyla fethedilen beldelerden Allah'ın, Rasulüne ganimet olarak verdiği mallar, Rasulullah(s.a.) hayattaiken onu mülkü olur vefatından sonra da müslümanların yararına harca­nır. Meselâ Rasulullah'ın(s.a.) akrabası olan Haşimoğulları ve Muttaliboğullarına verilir. Bunların zekât veya sadaka almaları caiz olmadığı için Allah Tealâ onlara fey'den bir hak vermiştir.

Ayrıca yetimlere -buluğdan önce babalan ölmüş çocuklara-, fakir ve yoksullara ve yolculuk esnasında paralan ve nafakalan bitmiş yolculara harcanır.

Böylece fey beşe taksim edilmiş olur:

1- Allah ve Rasulünün hissesi ki bu Rasulullah'ın (s.a.) hayatında onun olup vefatından sonra müslümanla­rın maslahatına harcanır.

2- Rasulullah'ın (s.a.) akrabalarının hissesi ki onlar Haşim oğulla  rıve Muttaliboğullandır.

3- Yetimlerin hissesi.

4- Yoksullann hissesi

5- Yolculann hissesi.

Ganimete gelince: Beşte biri bu ayette ve ganimet ayetinde (Enfal, 8/41) zikredilen sınıflara harcanır. Kalan dört hisse ise savaşa katılan mü-cahidlere dağıtılır.

Bu taksimin niçin böyle yapıldığını Allah Tealâ "Sizden yalnız zengin­ler arasında dolaşan bir mal olmaması için..." diyerek beyan etmiştir. Yani mallann dolaşımı yalnız zenginler arasında kalıp bundan fakirlerin mah­rum kalmamalan, zenginlerin fakirleri ezip bu mallan aralannda taksim etmemeleri için, bu taksimin adı geçenler arasında böyle yapılmasına hük­mettik, denilmektedir. İşte bu, herkesin zengin edilmesi ve mal akışının herkes için gerçekleştirilmesi prensibidir.

"Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terke-din." Yani Rasulullah'ın (s.a.) size emrettiğni yapın size yasak ettiği şey­den kaçının. Zira o sadece hayrı emreder ve sadece şerri yasak eder. Rasu­lullah (s.a.) meselâ size ganimetten bir şey verdiyse onu alın helâldir, ver-mediyse onayaklaşmayın.

Çünü Rasulullah (s.a.) vahiy ile amel eder, arzularma göre konuşmaz. Bu ayet-i kerime aynı zamanda Rasulullah (s.a.)'in emir ve nehiylerine uymayı vacip kılmaktadır.

Buhari ve Müslim'de Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasulul­lah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yet­tiği kadar onu yapın, nehyettiğim şeyden de kaçının." Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizin'nin rivayet ettiklerine göre İbni Mesud şöyle dedi: "Döğme yapan ve yaptıran, yüzündeki kılları yolan ve gü­zellik için ön dişlerini seyrekleştirip Allah'ın yarattığı şekli değiştiren ka­dınlara Allah lanet etsin." Esedoğullan'ndan Ümmü Yakup denilen, Kur'an okumasını da bilen bir kadına bu söz ulaşınca kalktı İbni Mesud'a geldi ve "Duydum ki şöyle şöyle demişsin." dedi. İbni Mesud da "Rasulullah'm (s.a.) lanet ettiğine niçin lanet etmeyeyim, hem o Allah'ın Kitab'ında da vardır.' dedi. Kadın "Ben Kur'anı baştan sona okurum, böyle  bir şey görmedim." deyince İbni Mesud: "Okusaydm bulurdun, "Rasul size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terkedin." ayetini okumadın mı?" dedi. Ka­dın "Evet okudum" dedi. Bunun üzerine İbni Mesud "Rasulullah (s.a.) bu­nu yasak etti." dedi."

"Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir." Yani emirlerine uymak yasaklarını terketmek suretiyle Allahtan korkun. Zira kendisine isyan edip emrine muhalefet eden, nehyettiklerini irtikap edenlere karşı Allah'ın azabı çetindir. Bu ayet-i kerime takvanın buluması vacip olan her şeyi ihtiva ediyor ve bütün emirlere uyup nehiylerden kaçınmayı teş­vik ediyor.

Fey'in verileceği yerleri beyan ettikten sonra, Allah Tealâ yine bu fey' den alacaklardan bir sınıf olan fakirlerin halini beyan ederek şöyle buyur­muştur:

"(Bu ganimetler) Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken mallarından ve yurtlarından çıkartılan ve Allah ve Rasulüne yardım eden fakir muhacirle­rindir." Yani bu dört sınıf (Rasulullah'm (s.a.) yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar) muhacir, ensar ve tabiinin fakirleridir. Muhacirlerin fa­kirleri Mekke müşriklerinin, mallarını ve yurtlarını terkederek Mekke'den çıkmaya zorladıkları, dünyada Allah'ın rızasını, lütfunu ve rızkını, ahirette sevabını isteyen, kâfirlerle cihad ederek Allah ve Rasulüne yardım eden, Allah'ın dinini ve kelime-i

tevhidini yücelten müminlerdir. Yani ganimetin beşte biri, ayette zikredilen yerlere (Allah'a, Rasule, yakınlarına, yetimle­re, yoksullara, yolda kalmışlara) sarfedilir, kalan beşte dördü ise muhacir­lerin ve onlardan sonragelenlerin fakirlerine verilir[17]

"İştesadıklar bunlardır." Yani bu muhacirler sadakatte kemale ulaş­mış, fiilleriyle sözlerinin doğruluğunu ispat etmiş, imanlarıyla ihlaslı amellerini birleştirmiş insanlardır.

Sonra Cenabı Hak ensarı methederek onların fazilet ve şerefini, ihti­yaç içinde oldukları halde muhacirleri kendilerine tercih etmelerini ve ga­nimetin onlara verilmesine nasıl razı olduklarını beyan sadedinde şöyle buyurdu:

"Muhacirlerden önce Medine'yi ve imanı yurt edinenler, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde hiçbir haset duymazlar, şidddetli ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih ederler." Yani hicret yurdu Medine'de oturan, muhacirlerin hicretinden ön­ce Allah ve Rasulüne iman kalplerinde mekân tutan ensar, muhacirleri se­verler, onlara malî yardımda bulunurlar,

ganimetin sadece muhacirler ara­sında taksim edilmesinden dolayı gönüllerinde onlara karşı hiçbir haset ve kin duymazlar, buna gönülden razı olarlar, kendileri de fakru zaruret için­de oldukları halde şu dünyadaki hisselerinde onları kendilerine

terih ederler."Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenler­dir. " Yani nefsinin hırs ve cimriliğini yenip bunlardan korunarak dinin farz kıldığı malının zekâtını veya hakkını veren kişi kurtulmuş ve matlup olan emellere nail olmuştur.

Tirmizi, Ebu Yala ve İbni Merdüveyh'in Enes b. Malik'ten merfu ola­rak rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) "Bir kulda cehennem ateşinin dumanıyla Allah yolunda aldığı toz asla birleşmez, iman ile cimrilik bir kulun kalbinde asla birleşmez." buyurmuştur.

Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Cabir b.

Abdullah'dan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Sakın zulmetmeyin, zira zulüm kıyamet günü zulmetler getirir. Cimrilikten sakının, zira cimrilik sizden ön­ceki ümmetleri helak etti. Onları kan dökmeye ve haramları helâl kılmaya sevketti."

 Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud'un Abdullah b. Amr'dan rivayet ettik­lerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Zulümden sakının çünkü zulüm kıyamet günü zulmetler getirir. Her türlü kötü fiil ve sözden sakının, zira Allah kötülüğü ve bilerek kötülük yapılmasını sevmez. Sakın cimrilik yapmayın, çünkü cimriliksizden önceki ümmetleri helak etti. Onlara zulmü emretti zulmettiler, günahı emretti günah işlediler, akraba ile ilgiyi kesmeyi emretti kestiler."

Bu ayet-i kerime ensarın şu beş sıfata haiz olduğuna delâlet eder:.Hic-ret yurdu Medine'ye önceden yerleşmiş olup imanı kendilerine vatan edin­meleri, muhacir kardeşlerine karşı muhabbetleri, hırs, tamah ve haset gibi bayağı sıfatlardan temiz olmaları, şiddetle ihtiyaçları olduğu halde başkala­rını kendilerine tercih etmeleri, cimrilikten uzak cömert insanlar olmaları. Bu yüzden "Felaha erenler, istediklerine nail olanlar" diye vasıflandırıldılar.

 Sonra Yüce Allah, ganimet mallarından almaya hak kazanan fakirlerden üçüncü kısım olan tabiileri zikrederek şöyle dedi: "Onlardan sonra ge­lenler şöyle derler: "Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşleri­mizi af eyle. İman edenlere karşı kalbimizde hiçbir kin yaratma. Ey Rabbi­miz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin." Yani zaman bakımından muhacirler ve ensardan sonra gelenler -ki bunlar Tevbe suresinin 100. aye­tinde "Önce geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah 'tan razı olmuşlar­dır." kavli ile beyan edildiğine göre tabiilerdirşöyle derler: "Ey Rabbimiz, günaharımızı af eyle, muhacir ve ensardan geçen salih selefimiz kardeşle­rimizi de af eyle, müminlere karşı olabilecek aldatma, buğz ve hasedi kalp­lerimizden mutlaka çıkar. Çünkü senin ey Rabbimiz, rahmetin çok, merha­metin sonsuzdur, dualarımızı kabul eyle."

Tabiinden maksat, muhacir ve ensarın mübarek izlerini ve güzel va­sıflarını takip eden, gizli ve aşikâr onlara dua edenlerdir.Ayet-i kerime, bu ümmetin başta ve sondaki bütün nesillerinin birbiri­ne

kenetli olduğuna, ashab-ı kirama muhabbetin vacip olduğuna ve iman­da kendilerini geçen din kardeşlerini takdir ettiklerine dair bir delildir. Ve bu ayet-i kerime onlara dua edilmesini, kalplerin kin ve haset gibi maraz­lardan temizlenmesini teşvik etmektedir.

Zühri'nin rivayetine göre Hz. Ömer şöyle demiştir: "Ve Allah'ın onlar­dan peygamberine verdiği ganimet için siz at ve deve sürmüş değilsiniz." ayetinde beyan edilen ganimet, sadece Rasulullah'a (s.a.) aittir. Fethedilen diğer beldelerden alman ganimetler ise Allah'ın, Rasulün, yakınlarının, ye­timlerin, yoksulların, yolda kalmışların, yurtlarından ve mallarından çı­kartılan muhacirlerin, onlardan önce Medine'yi ve imanı kendilerine yurt edinenlerin ve onlardan sonra gelenlerin fakirlerinindir. Böylece bu ayet bütün insanları kapsamış, müslümanlardan bu ganimetlerde hakkı olma­yan kimse kalmamıştır.[18]

İbni Cerir'in Malik b. Evs'den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer (r.a.) "Ze­kâtlar fakirler yoksullar...indir." (Tevbe, 9/60) ayetini okudu ve "zekât bun­larındır." dedi. Sonra "Bilin ki ganimet aldığınız şey Allah'ındır, beşte biri Rasulündür, akrabalarınındır..." (Enfal, 8/41) ayetini okudu ve "Bu da bun­larındır." dedi. Sonra açıklamakta

oduğumuz ayetleri okuyarak "Bu da bü­tün müslümanlanndır, ganimette hakkı olmayan kimse kalmamıştır." de­miş ve devamla "Yaşarsam şunu göreceğimden şüphem yok: Hımyer'in da­ğındaki çoban gelecek ve hiç terlemeden ganimetlerden nasibini alacak." demiştir."[19]

Razi şöyle der: "Bu ayetler bütün müminleri kapsamaktadır. Çünkü onlar ya

muhacirlerdir veya ensardır veya onlardan sonra gelenlerdir. Şu da beyan edilmiştir ki muhacir ve ensardan sonra gelenlerin özelliği, onları rahmet ve dua ile anmalarıdır. Böyle olmayıp da onları lanet ve beddua ile ananlar, bu ayetin nassı gereğince müminlerin haricinde kalır.[20]

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimeler şu hükümlere işaret etmektedir:

1- Beni Nadir ve benzerlerinin malları gibi harp darp olmadan, me­şakkat çekilmeden Allah'ın, Rasulüne nasip ettiği mallar Rasulullh (s.a.)'a aittir. Dilediği yere sarfeder. Rasulullah (s.a.) da bunları şiddetli ih­tiyaçlarından dolayı muhacirler arasında taksim etmiş, Ebu Dücane, Sehl b. Hanif ve Haris b. Samme gibi üç muhtaç insan hariç, bu ganimetlerden ensara bir şey vermemiştir.

2- Fey malları –İbni Abbas'ın da dediği gibi- Medine'de Kurayza ve Na-dir'den almanlar, Medine'ye üç günlük mesafedeki Fedek arazisi, Hayber ve Urayne ve Yenbu köyleri. Allah Teala bunları Rasulullah’a tahsis etmiştir.

3- Devletin tasarruf hakkı bulunan mallar üç çeşittir:

a) Zekâtlar: Bunlar müslümanlardan onları manevi kirlerden temizle­mek için alınan mallardır.

b) Ganimetler: Savaş yoluyla kâfirlerin mallarından müslümanların eline geçenler.

c) Fey: Harp olmadan sulh yolu ile kâfirlerin mallarından müslümanlara intikal eden mallar. Mesela cizye, haraç, gayrı müslim tüccardan alı­nan gümrük vergileri, müşriklerin terkederek kaçtıkları veya İslâm dünya­sında mirasçısı olmadan ölen kâfirlerin mallan bu sınıfa dahildir.

Zekât, Tevbe suresi 60. ayette beyan edilen sekiz sınıf insana dağıtılır.

Ganimetler, "Söyle: Enfal, Allah'ın ve Rasulündür." ayetinde bean edildiği gibi İslâm'ın ilk zamanlarında Rasulullah (s.a.)'a ait idi, onu istedi­ği yere harcar idi. Sonra bu hüküm Enfal 41. ayeti ile neshedilerek gani­met beşe taksim edildi. Beşte biri o ayette zikredilen sınıflara, beşte dördü ise gazilere verildi.

Fey'in akar olanına gelince: Malikelere göre bu devlet reisine bırakılır, o da yararlı gördüğü yerlere harcar. İsterse ganimet gibi taksim eder, ister­se taksim etmez kamu yararına kullanır. Nitekim Hz. Ömer Irak, Mısır ve diğer arazileri böyle yapmış, Zübeyr, Bilal ve Selman-ı Farisi gibi taksim isteyenlere karşı açıklamakta olduğumuz Haşr suresi ayetlerini delil getirmişti. Ayrıca bu hususta Hz. Ali ve diğer ashab-ı kiramla da istişare etmişti. Onlar da kendisine araziyi taksim etmeyip haraç karşılığında toprakları sahipleri elinde bırakması yönünde mütala serdetmişler, o da böyle yap­mıştı. Onun bu istidlalini alimlerden bir kısmı da uygun bulmuştur.[21] Malikilere göre Haşr süresindeki ayet-i kerime Enfal suresi 41. ayetini gayri menkul ganimetler yönünden neshetmiştir. Yine Malikilere göre mal, top­landığı belde halkı muhtaç durumdan kurtulmadıkça oradan başka yere nakledilmez. Oranın ihtiyacı giderilmişse en yakın belde halkına dağıtılır. Ancak bunun dışındaki bölgelerde kıtlık veya afet gibi bir hal vaki olursa oraya nakledilir. Nitekim Hz. Ömer kuraklık senesinde böyle yapmıştı.

 Hanefilere göre ganimetler -taşınır mallar- Tevbe 41. ayette beyan edildiği şekilde beşte biri ayette zikredilen sınıflara, kalanı da gazilere tak­sim edilir. Fey, akar=gayri menkul ise beşe ayrılmaz, bütün müslümanların yararı olan yerlere harcanır. Ganimetin beşte biri yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışların hissesi olmak üzere sadece üç hisseye ayrılır. Bu beşte birde hissesi olanların başında Allah'ın zikredilmesi teberrük içindir. Rasu-lullah'm (s.a.) hissesi de vefatıyla sakıt olmuştur. Akarın taksimi konusun­da Hanefiler ve Malikiler tercihi devlet başkanına bırakmışlardır. O isterse taksim eder, isterse müslümanların maslahatı için vakfeder.

Haşr suresi yedinci ayeti, Allah Tealâ'nm kâfirlerden müslümanlara nasip ettiği malların verileceği yerleri beyan etmektedir. İmam Malikin ri­vayetine göre Hz. Ömer: "İnsanların devamı olmasaydı fethedilen yerleri Rasulullah'm (s.a.) Hayber'i taksim ettiği gibi taksim ederdim." demiştir.

Şafiilere göre ise ganimetle fey'in hükmü aynıdır: Tevbe 41. ayette be­yan edilen ganimete kıyas edilerek fey de beşe taksim edilir. Çünkü her ikisi de müslümanların galip gelerek aldıkları kâfir malıdır. Galibiyet imarına, devlet memurlarına, din alimlerine, imam ve müezzin­ler gibi müslümanların umumunun maslahatına çalışanlara harcanır. İşte Allah ve Rasulünün hissesi budur. İkincisi: Hz. Fatıma'dan devam eden Haşimoğullarına verilir. "Rasulullah'ın (s.a.) yakınları"dan. maksat bunlar­dır. Diğer üç hisse de ayette beyan edilenlere verilir.

4- Fey'in taksim edilmesinin illeti: Fey'in yukarıda geçtiği şekilde tak­sim edilmesi, bu malların sırf zenginlerin elinde kalmaması içindir. Böyle­ce İslâm, zümreciliğin ve servetin küçük bir azınlığın elinde toplanıp ekse­riyetin bu mal akışından mahrum kalmasının önüne geçmiş olmaktadır.

5- "Peygamber size ne verdiyse..." ayet-i kerimesi Hz. Peygamber (s.a.)'in bütün emirlerine uymanın, nehyettiklerinin hepsinden kaçınmanın vacip olduğuna dair açık bir delildir. Çünkü o, yalnız salih olanı emreder ve yalnız fasid olanı nehyeder. İbni Mace'nin Ebu Hureyre'de rivayet ettiği şu hadis-i şerif bunu teyid etmektedir: "Size emrettiğim her şeyi alın, neh -yettiğim her şeyi terkedin." Ayetin bu umumi ifadesine dayanarak İbni Me-sud ve sahabeden diğerleri, döğme yaptırmanın ve güzellik için dişleri sey­rekleştirmenin haram olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Rasulullah bunlar: yapanlara lânetetmiş Allah da Rasulünün nehyettiğini terketmemizi em­retmiştir. Ve yine ihramlı iken sarıca arı öldürmeye cevaz vermişlerdir Çünkü Hz. Ömer bunun öldürülmesini emretmiş. Hz. Peygamber de: "Ben­den sonra şu ikisine: Ebu Bekir ve Ömer'e uyun." buyurmuş, açıklamakta olduğumuz ayet de Rasulullah'a (s.a.) iktida etmemizi emretmiştir.

"Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiştir." (Nisa, 4/80) ayet gereğince Rasulullah'ın (s.a.) emri Allah'ın emridir. Ebu Rafi'in rivayet et­tiği hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İçinizden birinizi şöyk bulmayayım: Rahat koltuğuna yaslanmış, emirlerimden veya nehiylerim-den bir şey kendisine geldiğinde: Ben bunu bilmiyorum. Biz (sadece) Al­lah'ın Kitab'ında bulduğumuza uyarız."[22]

6- "Allah'tan korkun, zira Allah'ın azabı şiddetlidir." ayeti Allah'ın azabından korunmanın vacip olduğuna delâlet eder. Zira Allah Tealâ ken­disine asi olana karşı çetindir. Yine bu ayet emir ve nehiylerinde Allah'tan korkup bunları çiğnememenin vacip olduğuna delâlet eder. Zira Allah in emirlerine muhalefet edenlere karşı azabı çetindir.

7- Fey'in verileceği dört sınıf insan (Rasulullah'ın (s.a.) yakınları, ye­timler, yoksullar ve yolda kalmışlar) bunlar muhacir, ensar ve onlara tab: olan müslümanların fakirleridir.

8- Allah Tealâ muhacirlerin şu altı vasfını zikretmiştir:

a) Fakirdirler.

b) Hicret etmişlerdir.

c) Mallarından ve yurtlarından çıkarılmışlardır.

d) Onlar Allah'ın ihsanını, rızasını ve cennetini isterler.

e) Mallarıyla canlarıyla Allah ve Rasulüne yardım ederler

f)  Dünya nimetlerini terkettikleri ve meşakkatlara katlandıkları içir sadıktırlar.

9- Fey'in muhacirlere verilip kendilerine verilmediği halde bunu gönül huzuru içinde karşılayan ensarı Allah Tealâ şu altı vasıfla methetmiştir:

a) Muhacirler Medine'ye gelmeden önce orayı vatan edinmeşler, iman edip ihlas göstermişlerdir.

b) Muhacirlere muhabbet ve sevgi göstermişlerdir.

c) Fey'den muhacirlere verilip kendilerine verilmediğinden dolayı içle­rinde hiçbir kin ve haset taşımazlar.

d) Kendilerinin ihtiyacı dahi olsa başkalarını kendilere tercih ederler.

e) Allah Tealâ onları cimrilik hastalığından korumuştur.

f) Felaha erenler, kazananlar, istediklerine nail olanlar onlardır.

10- "Medine'yi yurt edinenler..." ayetini delil alarak İmam Malik Medi­ne'nin en faziletli belde olduğu görüşündedir. Şöyle demiştir: Medine ima­na ve hicrete bağrını açmış, diğer yerler ise kılıçla fethedilmiştir.

11- Şöyle demek daha doğru olur: Bu ayetler birbirine bağlıdır, biri di­ğerine atfedilmiştir. "Medine'yi ve imanı makarr (yurt) edinenler..." diye başlayan ayet "fakir muhacirler..." ayetine atfedilmiştir. "Onlardan sonra gelenler..." den maksat tabiin ve kıyamete kadar İslâm'a girecek olanlardır. İbn Ebi Leyla şöyle demiştir: İnsanlar üç sınıftır: Muhacirler, ensar ve on­lardan sonra gelenler. Bu üçün dışında kalmamaya çalış.

12- "Onlardan sonra gelenler..." ayeti, ashab-ı kirama muhabbet besle­menin vacip olduğuna delildir. Çünkü Allah Tealâ ashabdan sonra gelenle­rin onlara muhabbet beslemeleri ve onlar için istiğfar etmeleri halinde on-larada fey'den hisse ayırmıştır. Ashabın hepsine veya birine dil uzatanın veya birisi hakkında şer düşünenin fey'de hiçbir hakkı yoktur.

13-  Fey hakkındaki Haşr suresinin bu ayetlerine göre küffardan alı­nan malların menkul olanı taksim edilir, akar ve arazi gibi gayri menkul olanı ise bütün müslümanların hakkı olarak veya onların maslahatı (kamu yararı) için vakıf olarak bırakılır. Nitekim Hz. Ömer Irak, Mısır, Şam gibi kılıçla fethedilen araziler hakkında böyle yapmıştır. Çünkü Allah Tealâ fey'in mahiyetini bildirdi ve onu şu üç sınıfa tahsis etti: "Onlardan sonra gelenler..." ayeti tabiine ve daha sonra kıyamete kadar gelecek olanlara şa­mildir. Müslim ve diğerlerinin rivayetlerinde varid olan sahih hadiste şöyle denilmektedir: Rasulullah (s.a.) kabristana gitti ve "Esselamü aleyküm ey müminler diyarı! Biz de inşaallah size kavuşacağız." dedi ve "Kardeşlerimi­zi görmek istedim." dedi. Dediler ki: "Ya Rasulallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz?" Buyurdular ki: "Siz benim ashabımsınız, kardeşlerimiz henüz gelmeyenlerdir. Ben onları havuz başında bekleyeceğim." Burada da beyan edildiği gibi "ashabın kardeşleri" onlardan sonra gelen bütün müslüman-lardır.

14-  "Derler ki: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşleri­mizi af eyle." ayeti, nesiller sonra da olsa müminlerin ensar ve muhacirle­rin affı için dua etmekle emrolunduklarma delâlet eder. Avvam b. Havşeb şöyle demiştir: Bu ümmetin ilklerine yetiştim, şöyle diyorlardı: "Ashabın güzelliklerinden bahsedin ki kalpler onlara ısınsın, aralarında geçen anlaş­mazlıklardan, çekişmelerden bahsetmeyin, yoksa bazıları bu insanların aleyhlerinde bulunma cesaretini gösterirler."

Ashabın bazılarına lâneteden veya sövüp sayanlar, onları eleştirenler ise fasıktır; İslâm ahlâkından, dinin ruh ve safiyetinden uzaktır, fazilet sa­hibi ve imanda önde gidenlerden hoşlanmayan bidatçı ve sapık biridir. Çünkü Kur'an-ı Kerim sahabe için istiğfarı emretmiş, erkek ve kadın bü­tün müminlere karşı kin ve hasedi nehyetmiştir. Ashabın bazısı veya Rasulullah'm (s.a.) zevceleri aleyhine söylenen sözler bir Kuran nassına veya sahih sabit bir hadise ters düşecek dereceye ulaşırsa bu insanı küfre götü­rür. Bundan Allah'a sığınırız.[23]

 

Münafıkların, Yahudilerin İttifakı Ve Cezaları:

 

11- Münafıkları görmedin mi? Ehli Kitap'tan inkâr eden kardeşlerine şöyle diyorlardı: "Siz çıkartılırsa-nız, biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda hiç kimse­ye boyun eğmeyiz, size savaş açılır­sa mutlaka size yardım ederiz." Al­lah şahitlik eder ki muhakkak on-

12- Andolsun, onlar çıkarılsalar on­larla beraber çıkmazlar, savaş açılsa yardım etmezler. Andolsun, onlara yardım etseler muhakkak dönüp ka­çarlar, sonra da yardım olunmazlar.

13- Şüphesiz onların kalplerinde si­zin korkunuz Allah'ın korkusundan fazladır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir.

14-  Onlar sizinle topluca, ancak ya müstahkem şehirlerde veya duvar­lar arkasından savaşabilirler. Ara­larındaki düşmanlık şiddetlidir. Sen onları birlik içinde zanneder­sin, halbuki kalpleri dağınıktır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen

15-  Kendilerinden az önce işlerinin vebalini tadanlar gibidirler. Onlara elim bir azap vardır.

16- Şeytan gibidirler. Çünkü o, insa­na 'İnkâr et" der, inkâr edince de "Ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım." der.

17-  Bu sebeple her ikisinin akibeti: Onlar cehennem de ebedi kalacak­lardır. İşte bu zalimlerin cezasıdır.

 

Belagat:

 

"Münafıkları görmedin mi?" sorusu öğrenmek için değil, onların yaptı­ğının ne çirkin ve hayret verici olduğunu ifade etmek için sorulmuştur.

"Sen onları birlik içinde zannedersin, halbuki kalpleri dağınıktır cümlesinde "birlik-dağmık" kelimeleri arasında tezat vardır.

"Şeytan gibidirler. Çünkü o, insana "inkâr et der." cümlesinde ben­zerlik yönü birden fazla olduğu için temsilî teşbih vardır. [24]

 

Kelime ve İbareler:

 

İnkâr ettiklerini gizleyip müslümanmış görüntüsü veren "Münafıkları görmedin mi?" Beni Nadir ve diğer "Ehl-i Kitap'tan" olup "inkâr eden kar­deşlerine" kâfir dost ve ahbaplarına "şöyle diyorlardı: Yemin olsun ki siz" Medine'den "çıkartılırsanız biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda" size karşı savaşma konusunda ne peygambere ne de müslü-manlara, "hiç kimseye boyun eğmeyiz" asla sizi yalnız bırakmamız konu­sunda hiç kimsenin emrini dinlemeyiz, "size savaş açılırsa" yemin olsun ki "mutlaka size yardım ederiz." diyorlardı. "Allah" onların bunu yapmayaca­ğını bildiği için "şahitlik eder ki muhakkak onlar yalancıdır."

"Andolsun, onlar çıkarılsalar onlarla beraber çıkmazlar, savaş açılsa yardım etmezler." Tarih de gösterdi ki onlar böyle yaptılar. Çünkü Abdullah İbni Ubey ve diğer münafıklar Beni Nadir'e böyle haber gönderdikleri hal­de sözlerinden döndüler. İşte bu olayda Hz. Muhammed'in (s.a.) peygam­berliğinin doğruluğuna ve Kur'an-ı Kerim'in mucize olduğuna delil vardır.

"Andolsun" faraza "onlara yardım" için gelseler ve "yardım etseler" bi­le "muhakkak" yenilgi içinde firar ederler, "dönüp kaçarlar. Sonra da" o Ya­hudiler "yardım olunmazlar" bilakis biz onları yüzüstü bırakırız, münafık­ların yardımı da fayda vermez.

"Şüphesiz onların kalplerinde" yer etmiş olan "sizin korkunuz, Al­lah'ın korkusundan fazladır." Allah Tealâ münafıkların içini bildiği halde imansızlıklarının cezasını ahirette vereceği için ondan daha fazla müslü-manlardan korkuyorlardı. "Bu böyledir. Çünkü onlar düşünmeyen" Allah m büyüklüğünü bilmeyen, bilmedikleri için de O'ndan gerektiği gibi korkma­yan "bir kavimdir."

"Onlar" yani Yahudiler çok korkak oldukları için "sizinle topluca an­cak ya" etrafı hendeklerle çevrili "müstahkem şehirlerde veya duvarlar surlar "arkasından savaşabilirler. Aralarındaki düşmanlık şiddetlidir." Bu yüzden kendi aralarındaki savaşlar çok çetin geçer. Onların sizden kork­maları korkak veya zayıf oldukları için değil, Allah kalplerine korku saldı­ğı içindir. "Sen onları birlik" ve beraberlik "içinde zannedersin," halbuki kalpleri dağınıktır, inançları ve maksatları farklı olduğu için paramparça­dırlar. "Bu böyledir. Çünkü onlar" çıkarlarının nerede olduğunu "düşünme­yen bir kavimdir."

Yahudiler, özellikle Beni Nadir Yahudileri "kendilerinden az önce" Be­dir savaşında öldürülüp cezalandırılarak "işlerinin vebalini tadan" müşrik­ler veya geçmiş milletlerden helak edilenler "gibidirler." Yani onlarda öldü­rülmek ve esir alınmak gibi inkârlarının acı sonucunu dünyada iken göre­cekler. Ahirette de "onlara elim bir azap vardır."

Münafıklar, Yahudileri müslümanlara karşı savaşa kışkırtma konu­sunda "şeytan gibidirler. Çünkü o" inkâra kışkırtırken "insana: "İnkâr et" der. İnkâr edince de" -insanın göreceği azaba ortak olurum korkusu ile-"ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım." der."

İster aldatan ister aldanan olsun "bu sebeple her ikisinin akıbeti" aynı­dır: "Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır." İşte bu inkarcı "zalimlerin ce­zasıdır."[25]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Münafıkları görmedin mi?" ayetinin (11. ayet) nüzul sebebi İbni Ebi Hatem'in Süddi'den rivayetine göre şöyledir: Kurayza Yahudilerinden bir grup insan müslüman oldu, aralarında münafıklar da vardı. Bunlar Nadir halkına "Siz çıkartılırsanız biz de sizinle beraber çıkarız" diyorlardı. İşe bu ayet bu münafıklar hakkında nazil oldu.

İbni İshak, İbnü'l-Münzir ve Ebu Nuaym'ın İbni Abbas'tan rivayet et­tiklerine göre bu ayet Abdullah b. Ubey, Rifaa b. Zeyd, Abdullah b. Nebtel ve Medine halkından bir grup münafık hakkında nazil olmuştur. Bunlar, bu ayetlerde bildirilen, yardım ederiz, şeklindeki haberleri Beni Nadir'e gönderiyorlardı. [26]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Beni Nadir Yahudilerinin akibeti ve bunların mallarının da dahil ol­duğu fey'in harcama yerlerine dair hükmünü beyan ettikten sonra, Allah Tealâ burada Yahudilerle münafıklar arasındaki ilişkilerden bahsetti. Mü­nafıklar ensardan görünüyorlar, ancak Yahudilerle dostluk kuruyorlardı. Bu yüzden inkârda onların kardeşleri, müslümanlara düşmanlıkta onların dostları idiler. Benzeri ilişkiler her zaman tekrarlanmaktadır. Bakıyorsu­nuz imanı ve iradesi zayıf insanlar ve İslâm ümmetine hıyanet içinde olan­lar müslümanlann düşmanlarıyla dost olurlar. Yine bazı insanlar herhangi bir hususta yardım vaadinde bulunurlar, sonra da en sıkıntılı anda yalnız bırakırlar. [27]

 

Açıklaması:

 

"Münafıkları görmedin mi? Ehl-i Kitap'tan inkâr eden kardeşlerine şöyle diyorlardı: "Siz çıkartılırsanız biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda hiç kimseye boyun eğmeyiz..." Yani, ey Muhammedi Abdul­lah b. Ubey b. Selül, Abdullah b. Nebtel, Rifaa b. Zeyd, Vedia b. Malik, Sü-veyd, Dais ve benzeri şu münafıkları görmedin mi? Bunlar Beni Nadir Ya-hudilerine şöyle haber gönderiyorlar: "Dayanın, kalenizi tahkim edin, tes­lim olmayın, biz sizi teslim etmeyiz, size savaş açılırsa sizin safınızda sava­şırız, sürülürseniz biz de sizinle beraber çıkarız." Allah Tealâ şu sözüyle onların yalancılığını ortaya koydu:

"Allah şahitlik eder ki muhakkak onlar yalancıdır." Yani onlar Yahudi­lere "Sizinle beraber çıkarız, size yardım ederiz." diyerek yaptıkları vaatle­rinde yalancıdırlar. Bunun yalan olması ya sözlerinde durma niyetinde ol­madıkları için veya söylediklerini yapmadıkları içindir.

Ayetin başındaki "görmedin mi?" ifadesi, kendilerinden bahsedilenle­rin halinin hayret edilecek bir hal olduğunu ifade eden bir üslûptur, zira onların işi son derece gariptir. Zaten münafıkların Yahudilere yalan söyle­diği de ortaya çıktı, zira muhasara esnasında onlara yardım etmediler. Al­lah Tealâ da bu Yahudilerin kalbine korku salınca, Rasulullah'tan (s.a.s) çıkmalarına müsade etmesini ve canlarına dokunulmamasını rica ettiler. Rasulullah (s.a.) da öyle yaptı. Onlar da evlerini yıkıp bir kısmı Hayber'e bir kısmı Şam'a gittiler.

Sonra Allah Tealâ onların sahtekârlıklarını ve yalancılıklarını daha tafsilatıyla tekid ederek şöyle buyurdu:

"Andolsun, onlar çıkarılsalar onlarla beraber çıkmazlar, savaş açılsa yardım etmezler. Andolsun, onlara yardım etseler muhakkak dönüp kaçar­lar, sonra da yardım olunmazlar." Yani Allah'a yemin olsun ki Beni Nadir Yahudileri yurtlarından çıkarılsalar münafıklar onlarla beraber çıkmazlar, müslümanlar Yahudilerle savaşsalar onlara yardım etmezler. Onlara yar­dım edip aynı safta savaşacak olsalar, firar ederler. Sonra da artık Yahudi ve münafıklar asla yardım görmezler, Allah onları zelil eder ve yardım et­mez, münafıkların nifakının da onlara faydası olmaz. Bu ayetin bir benzeri de Enfal suresi 23. ayetidir: "Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onla­ra duyururdu. Onlara duyursaydı bile yine yüz çevirerek dönerlerdi."

Gerçekte de münafiklar, sürülen Beni Nadir Yahudileriyle beraber çık­mamışlar, ne Beni Kurayza'ya ne de Hayber Yahudilerine yardım etmemiş­lerdi. Halbuki Allah Tealâ münafıklar ve Yahudiler karşısında müminlere yardım edeceğini müjdelemiş ve Allah'ın bu vaadi gerçekleşmiş, Allah'ın lütfü ile Arap yarımadası Yahudilerden temizlenmişti.

Münafıkların Yahudilere yardım etmeyişinin sebebini Yüce Allah şöy­le ifade etti:

"Şüphesiz onların kalplerinde sizin korkunuz Allah'ın korkusundan fazladır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir." Yani siz ey müslümanlar, münafıklar veya Yahudiler sizden korktukları kadar Al­lah'tan korkmuyorlar, Allah'tan daha çok sizden korkuyorlar. Bu korkunun sebebi onların Allah'ın azamet ve kudretini lâyıkıyla tanımayışlarıdır. Şa­yet onlarda bu anlayış olsaydı, sizin değil de Allah'ın korkmaya daha lâyık olduğunu bilirlerdi.

Bu ayetin bir benzeri de Nisa suresinin 77. ayetidir: "Onlardan bir grup, Allah'tan korkar gibi, belki daha fazla insanlardan korkarlar."

Sonra Allah Tealâ münafıklar ve Yahudilerin müslümanlarla savaş tarzını zikrederek şöyle buyurdu:

"Onlar sizinle topluca, ancak ya müstahkem şehirlerde veya duvarlar arkasından savaşabilirler." Yani Yahudi ve münafıklar ödlek oldukların­dan, İslâm ordusuyla yüzyüze gelemezler, onlarla topluca savaşamazlar. Belki ya kale duvarları veya siperler arkasından -mecbur kaldıkları takdir­de- müdafa savaşı yaparlar.

"Aralarındaki düşmanlık şiddetlidir. Sen onları birlik içinde zanne­dersin, halbuki kalpleri dağınıktır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir." Yani onların aralarındaki düşmanlık ve savaş şiddetlidir. Sen onları birlik içinde zannedersin, halbuki onlar dağınıktır. Birlik oluşla­rı sadece görünüştedir. Aralarındaki kin ve adavetten dolayı gerçekte onla­rın niyetleri, görüş ve düşünceleri farklıdır. Çünkü onlar hakkı ve Allah'ın emrini anlamayan, hayatta başarıya götüren birliğin sırrını kavrayamayan bir kavimdir. Zira anlamış olsalardı Hakk'ı kabul edip ona uyarlar, birlik içinde olurlar, ihtilâf etmezlerdi.

Bu, onların zayıf düşmesinin sebebinin tefrika ve ihtilâftan kaynak­landığının delilidir. Günümüzde onlarla savaş halinde olan müslümanlara yakışan, muhkem bir bina gibi birlik içinde tek saf olmak, doğudan veya batıdan yardım talep etmeksizin kendilerine güvenmektir.

Sonra Allah Tealâ onlarla benzerlik arzeden birtakım haller zikrede­rek şöyle buyurdu:

"Kendilerinden az önce işlerinin vebalini tadanlar gibidirler. Onlara elim bir azap vardır." Yani hicretin ikinci yılında Bedirde Kureyş kâfirleri­nin başına gelenlerle, hicretten bir buçuk sene sonra Rasulullah'm (s.a.) Medine'den Şam taraflarına sürdüğü Beni Kaynuka Yahudilerinin başına gelenlerin bir benzeri de şu Beni Nadir Yahudilerinin başına gelmiştir. Be­dir harbi Beni Nadir harbinden altı ay önce olmuş, bu dünyada inkârlarının kötü akıbetini tatmışlardır. Ahirette yine onlar için elim bir azap vardır.

Sonra Allah Tealâ münafıkların Yahudilerle irtibatını göstermek için bir başka misal zikrederek şöyle buyurmuştur:

"Şeytan gibidirler. Çünkü o, insana "İnkâr et." der, inkâr edince de "Ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah 'tan korkarım." der." Yani şu münafıkların Yahudilere savaşta yardım vaadetmeleri, beraber çıkacak­ları sözünü vermeleri şeytanın işine benzer. Şeytan insana şerri güzel gös­terir, inkâra teşvik eder, insan şeytana uyarak inkâr edince de ondan uzak­laşır, kıyamet günü karşısına çıkar ve ondan uzaklaşarak "Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ın azabından korkarım" der.

Sonra Allah Tealâ onların göreceği azaba işaretle şöyle buyurdu:

"Bu sebeple her ikisinin akıbeti: Onlar cehennemde ebedi kalacaklar­dır. İşte bu zalimlerin cezasıdır." Yani inkârı emreden şeytanın akıbeti ile inkâr eden insanın akıbeti cehenneme gitmek ve orada devamlı kalmaktır. Ateşte ebedî kalma cezası bütün kâfirlerin cezasıdır. Yahudi ve münafıklar da bunlardandır. [28]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimeler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Küfürde kardeş olmaları sebebiyle görünüşte Yahudilerle münafık­lar arasında bir yardımlaşma, dostluk ve sadakat vardı. Hz. Peygamber (s.a.)'i inkâr etmede ve ona düşmanlıkta ortak idiler. Bu sebeple münafık­lar, Kurayza ve Nadir Yahudilerine "Medine'de kalma, savaşta ve sürgünde sizinle beraberiz, sizinle savaş konusunda Muhammed'e asla boyun eğme­yiz." diyorlardı. Ancak onların hem sözlerinde hem fiillerinde yalancı ol­duklarına Allah şahittir.

Bu hadise, yani Peygamber (s.a.)'in gayptan verdiği bu haberler onun peygamberliğinin sahih olduğuna bir delildir. Çünkü Yahudiler yurtların­dan sürüldüklerinde münafıklar beraber çıkmadılar, savaşta onlara yar­dım etmediler.

2- Allah münafıkları önce topluca yalanladı sonra tafsilat getirip ha­ber verdi ki Yahudiler yurtlarından sürülseler münafıklar onlarla beraber çıkmazlar, müslümanlarla savaşsalar yardım etmezler, yardım etseler bile firar edip onları yalnız bırakırlar.

3- Beni Nadir'in müslümanlardan korkusu Allah korkusundan fazla­dır, yani müslümanlardan daha çok korkarlar. Böyle korkmalarının sebebi Allah'ın kudret ve azametini kavrayamayan bir kavim olmalarıdır.

4- Müslümanlardan çok korkmaları, Allah'ın kalplerine korku salma­sı, tefrika içinde olmaları, ayrıca Allah Tealâ'nın mümin kullarını teyit edip yardım etmesi gibi sebeplerden dolayı Yahudi ve münafıklar müslu­manlarla topluca savaşamazlar. Onlarla ancak hendeklerle tahkim edil­miş, kalelerle çevrilmiş şehirlerde veya surların ve duvarların arkalarında siper alarak savaşabilirler.

Bu dağınıklık ve inkârlarının sebebi, onlarda Allah'ın emrini idrak edecek, hayat nizamını kavrayacak ve başarının esasının birlik ve beraber­lik olduğunu anlayacak aklın bulunmayışıdır.

5- Beni Nadir Yahudilerinin başına gelen kovulma, Medine'den sürül­me ve azap görme gibi musibetler, Beni Kaynuka ve Bedir'de Kureyş'in ba­şına gelenlere benzemektedir. Nadir ve Kurayza gazveleri arasında iki se­ne vardır. Beni Nadir ve Bedir gazvesi arasında da altı ay vardır. Bu kâfir­lerin hepsi için ahirette elim bir azap vardır.

6- Münafık ve Yahudiler birbirlerini dar zamanlarında yalnız bırakı-verme ve yardım sözünde durmamakta şeytana benzerler. Şeytan insana inkârı tavsiye eder, insan inkâr edince de "Ben Allah'ın azabından korka­rım." iddiasıyla ondan uzaklaşır.

Münafık ve Yahudilerin akibeti de şeytanın ve o inkâr eden insanın akibetine benzer. Zira her ikisi de cehenneme gidecekler ve orada devamlı kalacaklardır. [29]

 

Takva Ve Ahiret İçin Çalışma Emri:

 

18- Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladıgına baksın. Allah'tan korkun, şüp-

hesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

19- AUah'1 unuttukla da kendilerini unutturduğu kimseler İŞte onlar fasıklar

20- Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

 

Belagat:

 

"Herkes yarın için ne hazırladığına baksın" cümlesinden "yarın" keli­mesi, yakın olduğu için "kıyamef'ten kinaye olarak kullanılmıştır.

"Cehennem" ve "cennet" kelimeleri arasında tezat vardır. [30]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın" yani kıyamet "için" iyi amellerden "ne hazırladığına baksın. Allah 'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Kıyamet, çok yakın olduğu ve olması kesin olduğundan dolayı "yarın" kelimesi ile ifade edilmiştir. Ayrıca nekra=belirsiz olarak kullanılması da büyüklüğü ve vaktinin belirsiz olmasındandır. Sanki "büyüklüğünden dola­yı tam manasıyla bilinmeyen o yarın için ne hazırladığına baksın" denmek istenmiştir.

"Allah'ın" hakkını tanımadıkları ve bu yüzden Ona saygıyı "unuttukla­rı için Allah'ın da kendilerini" hayırlı bir şey yapma konusunda "unuttur­duğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar" kötülükte aşırı gitmiş "fasıklardır."

Kendilerini ateşten kurtaracak işler yapmayarak cehennemi hak eden "cehennem ehli ile", kullukta olgunlaşarak cennete lâyık hale gelmiş "cen­net ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar" ebedî nimetlere kavuşarak "kur­tuluşa erenlerdir." [31]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Münafıkların ve Yahudilerin durumlarını beyan ettikten sonra Allah

Tealâ, emirleri yapmak nehiylerden kaçınmak demek olan takvayı ve dün­yada ahiret için çalışmayı emretti, cennet için hazırlık yapmayı teşvik edip cehennem ehlinin amelini yapmaktan sakındırdı ve cenneti hak eden cen­net ehlini "kurtuluşa erenler", cehennem ehlini de "fasıklar" diye vasfetti. [32]

 

Açıklaması:

 

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladığı­na baksın. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik edenler! Allah'ın emrettiklerini ya­pın, yasak ettiklerini terkedin, azabından korkun, herkes kıyamet günü için salih amellerden neler hazırladığını düşünsün. Allah sizi hesaba çek­meden önce siz kendinizi hesaba çekin, Allah'tan korkun, zira sizin amelle­rinizden ve hallerinizden hiçbiri Allah'a gizli değildir. Bu sebeple O, küçük büyük, az çok bütün amellerinizin karşılığını verecektir.

Sonra Yüce Allah, Allah'ın haklarını ihmal edenlere benzemeyi nehye-derek şöyle buyurdu:

"Allah'ı unuttukları için Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasıklardır." Yani Allah'ın emrini terkedip Onun kulları üzerine vacip olan haklarını ihmal eden ve Rablerinden korkmayan­lar gibi olmaktan sakının. Ahirette kendilerine faydalı olacak ve azaptan kurtaracak salih ameller yapmadılar. İşte bunlar Allah haklarını terkeden-ler, Allah'a taatten tamamen çıkanlar ve kıyamette helak olup hüsrana uğ­rayacak olanlardır. Bu meyanda Allah Tealâ Münafikun suresi 9. ayette şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı an­maktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır."

Sonra Allah Tealâ iyilik yapanlarla kötülük yapanları mukayese ede­rek bunların aynı olmadığını açıklayamak üzere şöyle buyurdu:

"Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar kurtu­luşa erenlerdir." Yani cehenneme müstahak olanlarla cenneti hak edenler, kıyamet gününde Allah'ın hükmündeki fazilet ve mertebede eşit değildir­ler. Zira cennet ehli istenilen her şeye nail olmuşlar, hoşa gitmeyecek her şeyden kurtulmuşlardır.

Kur'an-ı Kerim'de bunu ifade eden ayet-i kerimeler çoktur. Mesela: "Yoksa kötülük işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde, kendilerini iman edip amel-i salih işleyenlerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hü­küm veriyorlar." (Casiye, 45/21), "Görenle görmeyen, iman edip amel-i salih işleyenlerle kötülük yapanlar bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz." (Gafir, 40/58), "Yoksa iman edip amel-i salih işleyenleri, yer yüzünde fesat çıkaranlar, muttakileri facirler gibi mi tutalım?" (Sad, 38/28).

Bu, cennet için amel etme hususunda bir teşvik, cehenneme götürecek işler yapmamak için bir tehdittir. Zira dikkat edilecek olursa bu ayet-i ke­rimeler önce takvayı emretmiş sonra haklarını unutmayı nehyetmiş, daha sonra da itaat edenlerle isyan edenlerin bir mukayesesini yapmıştır. İşte bütün bunlar takva ve Allah'a itaat emrini tekit içindir. Allah Tealâ "Her­kes yarın için ne hazırladığına baksın." ayeti ile müminleri kıyamet gü­nündeki menfaatlarını düşünme yönünde irşad, "Allah'ı unuttukları için Allah'ın kendilerini unutturduğu kimseler" ayet-i kelimesiyle de kâfirleri tehdit ettikten sonra iki grup arasındaki farkı beyan etmiştir. [33]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimelerden şu hususları çıkarmak mümkündür:

1- Allah'ın emirleri ve nehiyleri, yani farzlarının eda edilmesi ve ha­ramlarından kaçınılması hususunda Allah'tan korkmak lâzımdır.

2- Allah Tealâ takva emrini iki defa zikretmiştir. Bu, ya tekid içindir veya birinci takva emri, farzların edası ve geçmişte işlenen günahlardan tevbe, ikincisi ise gelecekte günahları terketme hususunda zikredilmiş ola­bilir.

Rasulullah (s.a.) hutbelerinde hayırlı ve iyi amellere teşvik ederken bu ayeti zikrederdi. Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Münzir b. Cerir'den onun da babasından rivayet ettiği hadiste şöyle deniliyor: Kuşluk vakti idi, Rasulullah'in (s.a.) yanında bulunuyorduk. Bellerinde kılıç, yalın ayak, üs­tü başı yırtık bir grup insan geldi. Hepsi de Mudar kabilesinden idi. Onla­rın bu perişan ve muhtaç halini görünce Rasulullah'ın (s.a.) yüzü değişti. İçeri girdi, çıktı. Sonra Rasulullah in (s.a.) emretmesi üzerine Bilal ezan okudu, kamet getirdi. Rasulullah namaz kıldırdı sonra bir hitabede bulu­narak şu ayetleri okudu: "Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve on­dan da eşini yaratan ve bu ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar yaratan Rabbinizden korkun...." (Nisa, 4/1) "Herkes yarın için ne hazırladığına bak­sın." "Herkes dinarından dirheminden, elbisesinden, buğdayından, hurma­sından... hatta yarım hurma bile olsa tasaddukta bulunsun." buyurdular. Bunun üzerine ensardan birisi bir çuval getirdi ki zorla taşıyordu, sonra onu başkaları takip etti, derken bir yığın yiyecek, bir yığın da giyecek bi­riktiğini gözümle gördüm. Baktım Rasullah'ın (s.a.) yüzü altın gibi parıldı-yordu. Buyurdular ki: "İslâm'da kim güzel bir yol (çığır) açarsa, o bunun ecrini alacağı gibi kendinden sonra onunla amel edenlerin ecri kadar da ecir alır ve onların ecrinden de hiçbir şey eksilmez. Kim İslâm'da kötü bir yol (çığır) açarsa, o bunun vebalini alacağı gibi onunla amel edenlerin ve­balini de çeker ve onların günahından da hiçbir şey eksilmez."

3- Yüce Rabbimiz kendisinin emrini terkeden bir kavme benzemeyi ha­ram kıldı ki bunlar kendileri için hiçbir hayır amel yapmayarak kendilerini unutmuşlar, dolayısıyla fasık olmuşlar, yani Allah'ın emrinden çıkmışlardı.

Ebu'l-Kasım et-Taberani'nin Nuaym b. Nemha'dan rivayet ettiğine gö­re Hz. Ebu Bekir bir hutbesinde şöyle diyordu: "Siz gece - gündüz belirli bir ecele doğru koşuşturduğunuzu pekala biliyorsunuz. Kim bu ömrü Allah'ın emrinde geçerebilirse öyle yapsın. Buna da ancak Allah'ın yardımıyla nail olabilirsiniz." Birtakım insanlar ömürlerini Allah'tan başkası uğrunda har­cadıklarından Allah Tealâ "Allah 'ı unutanlar gibi olmayın." diyerek sizi on­lar gibi olmaktan nehyetti. Tanıdığınız kardeşleriniz şimdi nerede? Önce­den gönderdikleri amellerinin yanına gittiler, şakavet veya saadetle baş başalar. Medayin şehrini kurup etrafını surlarla çeviren mağrurlar şimdi nerede? Şimdi onlar kayaların ve kuyuların altındalar. İşte güzellikleri bit­meyen Allah'ın Kitabı, karanlık gün için onun ziyasından istifade edin, onun nur ve beyanlarıyla aydınlanın. Allah Tealâ "Onlar hayır işlerde ko­şuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı, onlar bize derin saygı du­yarlardı." diyerek Zekeriyya (a.s.) ve onun âl-i beytini övmüştür. Allah rı­zası için söylenmeyen sözde, Allah yolunda harcanmayan malda hayır yok­tur. Cehli hilmini aşan, Allah yolunda kınayanın kınamasından korkan ki­şide hayır yoktur."

4- Allah'ın nazarında, cennet ehli olan müminlerle, cehennem ehli olan kâfirler arasında rütbe ve fazilet bakımından açık bir fark vardır. Cennet ehli felaha ermiş ve istenilene nail olmuştur, diğerleri ise fasıktır, helak olmuş ve azaba uğramışlardır.

5- "Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz" ayetini Şafiîler bir zımmiyi kasten öldüren bir müslümanın kısas yoluyla öldürülmesinin caiz olmadı­ğına ve kâfirin savaş yoluyla müslümanın malına malik olamayacağına de­lil getirmişlerdir. Aksi halde cennet ehli ile cehennem ehlinin eşit olması lâzım gelirdi. [34]

 

Kur'an-ı Kerim Ve Esmau'l-Husna:

 

21- Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak onu Allah korkusundan başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri biz insanla­ra veriyoruz ki belki düşünürler.

22-  O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur, görünmeyeni ve görüneni bilir. O, esirgeyen ve ba­ğışlayandır.

23-  O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. O maliktir, mü­nezzehtir, noksanlıklardan beridir, kullarına emniyet veren, amellerini murakabe edendir, kuvvetli ve ga­lip, kulları dilediği şeye icbar eden­dir, büyüklükte eşsizdir, şirk ko­şanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir.

24- O, yaratan, yoktan var eden, şe­kil  verendir.  En  güzel  isimler O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tenzih eder. O galip ve hikmet sahibidir.

 

Belagat:

 

"Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik muhakkak onu Allah korkusundan başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün." cümlesinde tıpkı "Biz emane­ti göklere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler." (Ahzap, 33/72) ayetinde olduğu temsil vardır.

"Görüneni" ile "görünmeyeni" kelimeleri arasında tezat vardır. [35]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Bu Kur'an'ı" insan gibi temyiz kabiliyeti ve şuur verilmiş "bir dağa indirseydik muhakkak onu Allah korkusundan başını eğmiş" uysallaşmış "ve parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri biz" kalbinin katılaşmasın­dan, düşünce kıtlığından dolayı Kur'an okurken huşu içinde olamayan "in­sanlara" bir kınama olmak üzere "veriyoruz ki belki düşünürler."

"O öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur", duyularla anlaşıl­mayan, göze "görünmeyeni ve" maddi olup göze "görüneni bilir." Önce "gö­rünmeyen" zikredilmiştir. Çünkü görülmeyen yok demektir, yokluk varlık­tan öncedir, görünen ise vardır ve sonradır. "O esirgeyen ve bağışlayandır."

"O öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. O maliktir" zatına yakışmayan sıfatlardan temizlenmiş "münezzehtir, noksanlıklardan beri­dir, kullarına emniyet veren" kendi adına tebliğ yapan peygamberlerini söz­le veya mucizelerle tasdik eden, her şeyi muhafaza edip kulların "amelleri­ni murakebe edendir, kuvvetli ve galip, kulları dilediği şeye icbar edendir, büyüklükte eşsizdir, şirk koşanların isnat ettikleri" eşi, çocuğu ve ortağı vardır şeklindeki "sıfatlardan münezzehtir" hiçbir kimse hiçbir şeyde O'na ortak olamaz.

"O" hikmetine göre eşyayı takdir edip "yaratan, yoktan var eden" ya­rattığına dilediği gibi "şekil verendir", hadiste doksan dokuz olarak bildiri­len "en güzel isimler O'nundur." Her türlü noksanlıktan uzak olduğu için "göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu" teşbih ve "tenzih eder. O galip ve hik­met sahibidir." İlim ve kudretinde olduğu gibi bütün kemâl sıfatlarını ken­dinde toplamıştır. [36]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Yahudi ve münafıkların durumlarını açıklayıp takvayı ve kıyamet gü­nü için hazırlanmayı emrettikten sonra Allah Tealâ bu beyanı getiren Kur'an-ı Kerim'in şanını yüceltti ve yerin-göğün hükmüne, emrine ve neh-yine boyun eğdiği, Esmâü'l-Hüsnâ sahibi, Kur'an'ı indiren zatının azameti­ne dikkat çekti ve bütün noksan sıfatlardan kendisini tenzih etti. [37]

 

Açıklaması:

 

"Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik muhakkak onu Allah korkusundan başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün." Yani Kur'an-ı Kerim'in bela­gatı, azameti ve kalpleri eriten nasihatlar ihtiva etmesi o kadar yüksek bir mertebededir ki şayet bu Kur'an bir dağa indirilse ve ona insan gibi akıl verilmiş olsaydı son derece sert ve katı olmasına rağmen onu Allah korku­sundan, Allah'ın kelâmına hakkıyla tazim edememe korkusundan zillet içinde başını eğmiş, boyun kırmış ve parça parça olmuş görürdün.

Bu, Kur'an-ı Kerim'in şanını yüceltmedir, ihtiva ettiği vaadlerinden, uyarılarından ve nasihatlarından dolayı gönüller üzerinde son derece etkili olmasının temsili bir ifadesidir. Dağ, katılığına ve sertliğine rağmen Kur'an-ı Kerimi anlayıp Allah korkusundan parça parça olursa, ey insa­noğlu, siz Allah'ın emrini ve Kitab'ını anlayıp dururken kalplerinizin yu­muşamaması, Allah korkusundan dolayı O'na boyun eğmemeniz, hiç doğru olur mu? Bunun için Allah Tealâ "Bu misalleri biz insanlara veriyoruz ki belki düşünürler." buyurmuştur. Yani bu misalleri biz bütün insanlara veri­yoruz ki öğütlerinden ders almak, kaçınılması lâzım gelenden kaçınmak için belki tefekkür ederler. Ra'd suresi 31. ayette Allah Tealâ şöyle buyu­rur: "Bir Kur'an ki eğer onunla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parça parça edilseydi yahut onunla ölüler konuşturulsaydı..." (Ra'd, 13/31).

Mütevatir bir hadiste şöyle rivayet olunmuştur: Rasulullah (s.a.) hut­be irad edecekleri zaman mesciddeki hurma kütüklerinden birinin yanında durarak hitap ederdi. İlk defa kendisine bir minber yapılıp konulduğunda Rasulullah (s.a.) kütüğü geçip minbere çıktı. O sırada kütükten bir inilti duyuldu. Kütük, daha önce dinleyip durduğu zikir ve vahyi artık duyama­yacağı için, ağlarken susturulmaya çalışılan çocuğun sesi gibi ses çıkarma­ya başladı.

Bu ayetle, kâfirlerin kalplerinin katılığına dikkat çekilmek istenmekte ve Kur'an okunurken huşu duymayan insanlar ayıplanmaktadır. Zira dağ­lar Allah'ın kelâmını işitmeleri ve anlamaları halinde Allah korkusundan parça parça olacaklarsa, bunu duyan ve anlayan siz insanların nasıl olma­sı lâzım gelir?

Sonra Allah Tealâ bir başka açıdan, onu indirenin vasıflarına dikkat çekerek şanını yüceltti ve şöyle buyurdu:

"O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur, görüneni ve gürün-meyeni bilir. O, esirgeyen ve bağışlayandır." Yani şüphesiz Kur'an'ı indiren Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur, bütün varlıkların Rabbi O'dur. O'ndan gayri bütün mabudlar batıldır. O hislerin algıladığı ve algılayamadığı her şeyi bilir, kâinatta bizim müşahede ettiğimiz ve edemediğimiz her şeyi bi­lir. Küçük büyük, değerli değersiz, karanhklardaki siyah karıncaya varın­caya kadar, yerde ve gökte hiçbir şey O'na gizli değildir. O, bütün yaratıl­mışları kuşatan geniş rahmet sahibidir. O, dünya ve ahiretin Rahman ve Rahimi'dir. Ayet-i kerimede "ve benim rahmetim her şeyi kuşatır" (Araf, 7/157), "Sizin Rabbiniz rahmeti kendi üzerine farz kıldı" (En'am, 5/54) bu­yurmuştur.

Sonra Allah Tealâ yüce zatının başka sıfatlarını da zikrederek şöyle buyurdu:

"O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. O maliktir, münez­zehtir, noksanlıklardan beridir, kullarına emniyet veren, amellerini mura­kabe edendir, kuvvetli ve galip, kulları dilediği şeye icbar edendir, büyük­lükte eşsizdir, şirk koşanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir." Allah Tealâ bir defa daha vahdaniyet sıfatını tekid etti. Bu sıfatını bir önceki ayette olduğu gibi kalplere yerleştirmek için yine ayetin başında zikretti. O Allah ki tektir, ortağı yoktur, bütün eşyanın sahibidir, hiçbir engelle karşılaşmadan bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunur, her türlü ayıp ve nok­sanlıklardan münezzehtir, zatı, sıfatları ve fiillerinde kemal sahibi olduğu için her türlü eksiklerden beridir. Varlıklara zulmetmez. Peygamberlere mucizeler vermek suretiyle onlara "sıdk ve emanet" sıfatlarını ihsan etmiş ve kullarına zulmetmeyeceği teminatını vermiştir. Peygamberlerine muci­ze gösterme izni vererek onların peygamber olduğunu tasdik etmiştir. Kul­larının amellerini murakabe etmektedir. Ayette: "Allah her şeye şahittir." (Buruc, 85/9), "Sonra Allah onların bütün yaptıklarına şahittir." (Yunus, 10/46) buyurulmuştur.

O üstündür, mağlup değil galipdir, her şeye üstün gelip onu hükmü al­tına alandır. Azamet sahibidir. Her türlü noksanlıktan münezzehtir, zatına lâyık olmayan şeylerden beridir. Kibir, Allah için medih, kullar için zemdir. Bir kudsî hadiste Allah şöyle buyurmuştur: "Azamet izarım, kibriya ridamdır. Kim bunlardan birini benden çekmeye (ortak olmaya) çalışırsa ona azap ederim."[38] İzar, belden aşağı bağlanan, rida ise belden yukarısını ör­ten peştamalın adıdır. (Bu kelimeler gerçek anlamlarında kullanılmamış­lardır.)

"Şirk koşanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir." Yani Allah müşriklerin kendisine isnat ettikleri eş, çocuk ve ortak gibi şirk vasıfların­dan münezzihtir.

Sonra Allah Tealâ şöyle buyurdu:

"O, yaratan, yoktan var eden, şekil verendir. En güzel isimler O'nun-dur. Göklerde ki ve yerde ki her şey O'nu teşbih eder. O galip ve hikmet sahi­bidir. " Yani iradesinin muktezası olarak eşyayı takdir edip yaratan, yoktan var eden, onları varlık alemine çıkaran Odur. Her şeye istediği gibi değişik şekiller veren O'dur. "Seni dilediği şekilde terkib edenidir)" (İnfitar, 82/8). Hiç kimsenin kullanamayacağı güzel isim ve sıfatlar O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey lisanı haliyle ve sözüyle O'nu tenzih eder. Cenabı Hak-kı'ın hikmetli tasarruflarından biri de, yerde ve gökteki her şeye zat-ı süb-haniyesini teşbih etmelerini emretmesidir. Bu, Allah'ın değil kulların mas-lahatınadır. Ayet-i kerimede bu tenzih ve teşbih şöyle ifade edilmektedir: "Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes O'nu teşbih eder. O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların teşbihini anlamaz­sınız." (İsra, 17/44).

Yüce Allah kuvvet sahibi, her şeye galiptir, mağlup edilmeyen kahir­dir. Düşmanından intikamını acı bir şekilde alandır. Hükmünde, takdirin­de ve varlıkları tedbirinde hikmet sahibidir. Hakkında hüküm verdiği bü­tün işlerde kemal-i ilim ve kemal-i kudret sahibidir.

Bu makamda Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadisi zikretmek uygun olur: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır, bunları kim sayarsa cennete girer. Allah tekdir, teki sever." Bu hadisi aşağıdaki ilâve ile Tirmizi ve İbni Mace de rivayet etmiştir. Şu zikredeceğimiz metin Tir-mizi'ye aittir:

Hüvallahüllezi lâ ilahe illâ hüve'r-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mümin, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Müte-kebbir, el-Hâlik, el-Bâri', el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbiz, el-Bâsit, el-Hâfıd, er-Râfi', el-Muizz, el-Müzil, es-Semf, el-Basîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mugîs, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi', el-Hakîm, el-Vedûd, el-Me-cîd, el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mübdi', el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy, el-Kay-yûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mu-kaddim, el-Müahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâlî, el-Müte-âlî, el-Berrü, et-Tevvâb, el-Müntekım- el-Afüvv, er-Reûf, Mâlikü'1-Mülk, zü'1-Celâli ve'1-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi', el-Ganiyy, el-Mugnî, el-Mu'tî, el-Mâni', ed-Dârr, en-Nâfir, en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedf, el-Bâkî, el-Vâris, er-Re-şîd, es-Sabûr. [39]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususları ifade ediyor:

1- Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'deki öğütler üzerinde düşünmeye teşvik etmekte ve bu tefekkürü terketmenin hiçbir şekilde mazereti olamıyacağı-nı beyan etmektedir. Zira bu Kur'an ile dağlara hitap edilecek olsaydı emirlerine boyun eğecek ve Kurtubi'nin de ifade ettiği gibi sert ve katı ol­malarına rağmen Allah korkusundan teslim olup parça parça olduğu görü­lecekti.

2- Bu misal insanların tefekkür etmeleri için verilmiştir. Zira yukarı­da da geçtiği gibi bu Kur'an dağlara inseydi Allah'ın vaadine boyun eğer ve vaadinden dolayı parçalanırdı.

3- Allah gizliyi aşikârı, olmuşu ve olacağı, insanların bildiği bilmediği, gördüğü görmediği her şeyi, ahireti ve dünyayı bilir. O, engin merhamet sahibi, büyük küçük bütün nimetleri ihsan edendir.

4- Allah Tealâ yukarıda sayılan doksan dokuz esma-i hüsnanm sahibi­dir.

5-  Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre o şöyle dedi: Rasulullah'a (s.a.) ism-i azam nedir, diye sordum. O da "Haşr suresinin sonunu oku, çok oku" dedi. Soruyu iki defa tekrar ettim, aynı cevabı verdi. Bu ayet-i keri­meyi esas alarak Cabir b. Zeyd: "İsm-i azam Allah lafzıdır" dedi.

Enes b. Malik Rasulullah'm (s.a.) "Haşr suresini kim okursa Allah onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affeder (yani gelecek günahlar­dan korur)." dediğini rivayet etti.

Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bir insana bir üzüntü, keder gelir de o da bu dua (esma-i hüsna) ile dua ederse Allah onun üzüntü ve kederini gi­derir, yerine genişlik getirir."

Deylemî'nin İbni Abbas'dan merfu olarak rivayet ettiğine göre o şöyle dedi: "İsm-i azam Haşr suresinin sonundaki altı ayettedir." Abdurrahman Nisaburî'nin Bera'dan rivayet ettiğine göre Hz. Ali ona şöyle dedi: "Ey Be-ra' "Allah'a ism-i azamı ile dua etmek istersen Hadid suresinin başından on ayetle Haşr suresinin sonunu oku, sonra şöyle de: Ey bu sıfatların yegâ­ne sahibi olan Allah'ım! Senden benim için şunu şunu yapmanı niyaz edi­yorum." Vallahi bu şekilde kendime beddua etmiş olsam duam kabul olur ve yerin dibine geçerim."

Deylemî'nin Hz. Ali ve İbni Mesud'dan merfu olarak rivayet ettiğine göre bu surenin son dört ayeti baş ağrısına karşı okunacak bir duadır. [40]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/343.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/343.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/343-344.

[4] İbni Kesir, IV/330.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/344-345.

[5] Kurtubî, VIII/1.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/345.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/346.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/346-347.

[9] Vahidî, Esbâbu'n-Nüzul, s. 236.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/347-348.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/348-351.

[12] Ibnul-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1757.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/351-353.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/355.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/355-356.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/356.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/357.

[17] Alûsî, XXVIII/56.

[18] Ebu Davud rivayet etmiştir. Ancak senedinde inkita, kopukluk vardır.

[19] İbni Kesir, IV/339-340.

[20] Razî, XXK/288.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/357-362.

[21] Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an, III/430.

[22] İmam Şafii, Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace ve Hakim rivayet etmiştir.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/362-366.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/368.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/368-369.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/369.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/369.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/370-372.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/372-373.

[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/374.

[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/374.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/374-375.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/375-376.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/376-377.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/378.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/378-379.

[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/379.

[38] Müslim rivayet etmiştir.

[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/379-382.

[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/382-383.