HAŞR SÛRESİ 2

Nadir Oğullarının Sürgün Edilmesi 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 3

Ganimet Ve Hükmü. 3

Bazı Kelimeler: 4

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 4

Açıklama: 4

Yahudilerle Münafıklar İşte Köyledirler. 5

Bazı Kelimeler: 5

Açıklama: 5

Takva Ve Onu Gerekli Kılan Hususlar. 6

Bazı Kelimeler: 7

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 7

Açıklama: 7


HAŞR SÛRESİ

 

Beni Nadr suresi de denilir. Ulemanın icmaı ile Medenî bir sure olup 24 ayettir. Bu sure, Nadr oğullarının Medine'den sürgün edilmeleri kıssasını, İs­lam'da ganimetin hükmünü, münafıkların Nadir oğullan karşısında takın­dıkları tavırların anlatımım içermektedir. Sonra müslümanlara takvalı olma­ları ve takvanın gereklerine sarılmaları yolunda öğüt verilmektedir.[1]

 

Nadir Oğullarının Sürgün Edilmesi

 

Rahman ve Rahim olan Allah adıyla

1- Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ı teşbih ederler. O güç­lüdür, Hakim'dir.

2- Kilab ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştmız, onlar da, kaleleri­nin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı on­lara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elle­riyle ve manaların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahiplen! Ders alın.

3- Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azab verecekti, Ahirette onlara ateş azabı vardır.

4- Bu, Allah'a ve peygamberlerine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir.

5- İnkarcı kitab ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah 'w izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Allah'ı tenzih ve takdis etti. İlk sürgün esna­sında, ikinci sürgünleri Hayber'den çıkarılıp Şam'a sürülmeleridir. Hısın kelimesinin çoğulu olup kişiyi düşmandan koruyan kaleler demektir.Zannetmemişler ve akıllarından geçirmemişlerdi.Kalplerine korku düşürdü.Toplu sürgün. Allah ve Resulüne cephe alıp düşmanlık ettiler. Hurma ağacı. [3]

 

Nadir Oğullarının Sürgünü:

 

Bu olayı anlayabilmek için basit bir tarihî mukaddime yapmak gereğini duymaktayız. Şöyle ki: Peygamber (S.A.V.) efen­dimiz Medine'ye hicret ettiği zaman Yahudilerle bir pakt imzaladı. Bu pakta göre Yahudiler Peygamberimizle, Peygamberimiz de Yahudilerle savaşmaya-çaktı. Bu pakt, Bedir Gazvesinin ardısıra müslümanların Kaynuka oğullarım muhasara edip Medine'den sürgün etmelerine dek yürürlükle kaldı. Sonra Müslüman askerlerin hezimete uğradığı Uhud Gazası vuku buldu. Bu hezimet, münafıklarla Yahudilerin gönüllerinde derin bir etki meydana getirdi. Arap kabileleri de bundan epeyi etkilendiler ki bu da Recî, Bi'rMaûne gibi olayların peşpeşe meydana gelmesine sebebiyet verdi. Hüzeylliler, Rccî vak­asında üç seçkin sahabiyi öldürmüş üçünü de esir almışlardı. Bu esirlerden birini yolda öldürmüşler, ikisini de Kureyş'e satmışlar Kureyş de onları öl­dürmüştü. Bunlar Zeyd îbn-i Desînne ile Hubeyb idiler.

Bi'r-i Maûne faciasına gelince orada müslümanlardan kırk kişi haksız yere öldürülmüştü.

Münafıklarla Yahudiler; Bi'rİ Maûne ve Recî faciaları ile Uhud Gazve­sinde meydana gelen olaylardan cesaretlenerek Muhammed ve sahabîlerini eksiltme niyetine kapıldılar. Muhammed'in ve müslümanların, kalplerine bı­rakılmış olan heybetin zayıflamakta olduğunu sandılar.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bu konu üzerinde düşündü Medine ve çev­resinde bir anlaşmazlık meydana gelmesin diye Medine'nin zahirî cephesini kuvvetlendirmek için çalıştı. Peygamber (S.A.V.) efendimiz hikmetli siyaseti­nin kendisine yerdiği bir düşünce ile Yahudilerin niyetlerini öğrenmek istedi. Maûne olayında müslümanlardan birinin öldürmüş olduğu iki maktulün di­yetini, maktullerin kabilesi olan Amir Oğullarına —ki bu kabile de, Nadr Oğul­ları ile müttefik idi— ödeme hususunda müslümanlara yardımcı olmaları İçin Nadr Oğullan mahallesine, on kadar sahabe ile birlikte gitti.

Peygamber (S.A.V.) efendimiz geliş gayesini onlara açıkladığında, onlar sevinç ve sürür gösterisinde bulundular. Bu sevinçlerinin sonunda onlarda şüp­heli bir hareket görüldü. Arar bjn Cahş bin Kaab adındaki Yahudi vasıtasıyla Peygamber (S.A.V.)'i öldürmeyi planlıyorlardı. Amr, Peygamber (S.A.V.) efen­dimizin bir duvar dibinde oturduğunu görünce damdan üzerine taş-atmak İçin yeltendi. Onun planını gören yüce Allah durumu Peygamberine haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) tek başına oradan ayrılıp Medine-ye doğru yöneldi. Sahabilerİ, O'nun bazı işleri görmek İçin oradan ayrıldığı­nı zannettiler. Dönmeyip geciktiğini görünce O'nu aramaya koyuldular ve Me­dine'ye gidip Mescide girdiğini anladılar. Mescide gelen sahabilerine, şüphe­lendiği Yahudi planını ve kendisine kurdukları suikastı anlatınca müslüman-lar, Nadir Oğullarını Medine'den sürgün etmeyi kararlaştırdılar ki, atmosfer sakinleşsin ve hava berraklaşsın. Peygamber (S.A.V.) efendimiz onlara Mu­hammed bin Mesleme'yİ gönderdi. O da Peygamber adına onlara şöyle dedi: Benim ülkemden çıkın. Çünkü siz aramızdaki ahdi bozdunuz. Bana suikast planladınız. Size on gün müddet veriyorum. Bundan sonra sizden her kim burada görülürse boynu vurulacaktır!

Bu ültimatom üzerine dünya, Nadr Oğullarına dar gelmeye başladı. Ne yapacakları hususunda birbirlerine danışmaya başladılar. Onlar bu halde iken münafık Abdullah bin Übeyy'in elçisi kendilerine gelerek yurtlarında kalıp, kalelerine kapanmalarını tavsiye etti. Ayrıca Abdullah bin Übey', adamlarından da ikibin kişilîK takviye kuvvetinin kendilerine gönderileceğini bildirdi. Bu­nun üzerine oıûar da kalelerine kapanıp direnmeye başladılar. Kalelerinin, kendilerini Peygamber (S.A.V.)'e karşı koruyacağını zannettiler. Müslüman­lar, hücuma geçip yirmi gece onları muhasara altında tuttular. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, hurmalıklarım kesip yakmalarını müslümanlara emretti ki hiçbir Yahudinin gönlü malına takılmasın ve yurdu İçin hamaset duygula­rına kapılmasın. Yahudiler sabırsızlanarak şöyle seslendiler: Ey Muhammedi Sen bozgunculuğu yasaklar, bozgunculuk yapanı kınardin. Hurmalıkları ke­sip yapmak ne oluyor! Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu. [4]

 

Açıklama:

 

Kutlu ve yüce olan Hak Teâlâ, gökteki ve yerdeki herşeyİn kendisini tak­dis edip noksanlıklardan tenzih ettiğini, O'na dua edip-O'nu birlediğini, bo­yun eğip secde ettiğini haber veriyor. "O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların teşbihlerini anlamazsınız." O üstündür, hikmet sahibidir. Dilediğini yapandır. Hak ve noksanlıklardan münezzeh olan Al­lah'tır ki; Nadir oğullarını, ahdi bozup Resule ve mü'minlere karşı düşman­lık etmelerinden sonra mallarından ve yurtlarından uzaklaştırıp sürgün etti. Sayılarının çokluğuna, mallarının fazlalığına, Kureyzalılarla Hayberlilere ya­kınlıklarına, münafıkların kendilerine yardımda bulunmayı arzu etmelerine rağmen Nadir Oğullarım yurtlarından çıkarıp sürgün eden Allah ne yücedir. Evet onların bu avantajları dolayısıyla. müsİümanlar, onların, yurtlarından çıkarılabileceği kanaatini taşımadılar, kalelerin, kendilerini Allah'ın azabına karşı koruyacağım tahmin etmişlerdi; ama bütün bunlar, Allah'ın azabı kar­şısında onlara fayda sağhyamadı. Allah katından, akıllarından geçmeyen bir belâ ve musibet üzerlerine indi. Allah onların kalplerine korku bıraktı. Nasıl olmasın ki! Peygamber (S.A.V.) efendimiz, bir aylık bir mesafeden bile düş­manlarına ürküntü ve korku vermekle Allah tarafından te'yid edilmişti. Ni­hayet müslümanlann istedikleri oldu. Nadir Oğullarından her üç kişiye bir deve verilmek koşulu ile yurtlarından çıkıp uzaklaşmaları üzerinde anlaşma­ya varıldı. Her üç kişi, diledikleri mal, yiyecek veya içeceklerini bu bir deveye yükleyip gideceklerdi. Yanlarına başka bîr şey alamayacaklardı. Evlerindeki eşyaların yükçe hafif, pahaca ağır olanlarını kendi elleriyle çıkarıp götüre­ceklerdi. "Evlerini kendi elleriyle ve mü'minlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey'akıl sahipleri İbret alın!" Allah ve Resulünden korkanlarla korkmayanla­rın akıbetini düşünün! Allah bu sürgünü onların kaderlerine yazmamış ol­saydı dünyada onlara daha şiddetli bir azap verecekti ki, o azapta öldürülme veya esir düşmedir. Bu küfürlerinden dolayı da ahîrette onlar İçin ateş azabı vardır. Bütün bu olup bitenler, onların Allah ve Resulüne karşı düşmanlık gösterip Resulullah'ı Öldürmeyi planlamalarından ve elleriyle, dilleriyle O'na tecavüzde bulunmalarından ötürüdür. Allah ve Resulüne karşı cephe alıp düş­manlık edenler için şiddetli bir azap vardır.

Kur'an'daki ifadeye bak! Peygambere yapılan düşmanlığı, Allah'a yapı­lan bir düşmanlık gibi telakki ediyor. Nitekim Peygambere yapılan itaatte Al­lah'a yapılan bir itaat olarak kabul edilir. Nadir Oğullarının muhasarasi es­nasında müslümanlar onların hurma ağaçlarım kesip yakıyorlardı. Yahudi­ler bunun yeryüzünde fesat çıkarmak olduğunu, fesadınsa Allah tarafından haram kılındığını söylediler. Onların bu sözlerine karşı hikmet ve üstünlük sahibi olan Cenab-ı Allah şu cevabı verdi: "Hurma ağaçlann'dan birini kes­meniz veya kökü üzerinde bırakmanız, bütün bunlar Allah'ın emir ve izni ile olmuştur. Şüphesiz bunda hayır vardır, Allah, mü'minleri üstün kılmak, fasıklan da rezil, rüsvay etmek için bunu emretmiştir." [5]

 

Ganimet Ve Hükmü

 

6- Ey İnananlar! Onların mallarından, Allah'ın peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberine verdiği şeye Kadirdir.

7- Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından peygambe­rine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kal­mışlar içindir; tâki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir.

8- Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mal­larından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlar­dır.

9- Daha Önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleş­tirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilen­ler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret için­de bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlı­ğından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.

10- Onlardan sonra gelenler: "Rabbımiz! Bizi ve bizden Önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma; Rab-bimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin" derler. [6]

 

Bazı Kelimeler:

 

Allah'ın, Resulüne verdiği şey. İslam bilginlerinin terminoloji-sinde.Fey kelimesi, kafirlerden savaşsız olarak alınan mal manasına gelir. Ganimet kelimesi ise bunun tersine olup savaş yolu ile kafirlerden alınan mal manasını taşır. Fey ile ganimetin, biribirine muhalif paylaştırma yöntemi vardır.Sürmediniz ve koşturmadınız.'HayI kelimesi bi­lindiği gibi at manasına gelir. Rikâb kelimesi ise özel olarak deve manasına gelir. Elden ele dolaşan şey. İmanla birlikte ora­yı yer ve mekân tuttular.Tercih ederler. Dünya metaım elde et­me hususunda başkalarını kendi nefislerine tercih ederler. Nef­sinin cimriliği İhtiyaç Kin ve haset. [7]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Kafirlerin dünyada başlarına gelen musibetlerle ahirette kendileri İçin.ha­zırlanan azap hakkında gerekli izahat verildikten sonra bu ayet-i kerimelerde de, onlardan alınan ganimetlerle fey'in hükmü açıklanmaktadır. Sonra araya bir saplama yapılarak fey'i hak eden mü'minlerin sınıflan anlatılmıştır. [8]

 

Açıklama:

 

Allah'ın, Resulüne, Nadir Oğullarından alarak verdiği mallara gelince; bunları elde etmek için ne bîr at'a ne bir deveye bindiniz. Ne de bir güçlüğe göğüs gerdiniz. Ve bir savaşla karşılaşmadınız. Bu nedenle mezkur mallar, müstehaklanna beşte biri taksim edildikten sonra Resulullah'a ait olacaktır. Nitekim bu hüküm ayette de bildirilmektedir.

Ama Allah, Peygamberlerini, düşmanlarından dilediği kimselerin üze­rine salar.

Bunda da, mezkûr malların Resulullah'a ait olacağı açıklanmaktadır, sa-habilerine bu maldan pay verilmeyecektir. Çünkü onlar bu mallan elde et­mek için ne bir at sürdüler ne bir deveye bindiler, ne de savaşın şiddetlerin­den herhangi biri ile karşılaştılar. Şüphesiz Allah herşeye kaadirdir. Dilediği­ni dilediğine musallat eder.

Allah, kulun onunla Rabbİne yaklaşması İçin mal ve meta' yaratmıştır. Bu mal ve meta', mahallinden başka yere sarf edilir ve yerinden başka yere s'arf etmek için de kafirler onu istila ederlerse aslî konumu dışına çıkmış olur. Sonra, onu hayır yönlerine sarf edecek olan müslümanm eline dönerse tek­rar aslî konumuna dönmüş olur. Bu nedenle ayet-i kerimede ibaresi kullanılmıştır.

Adamın biri çıkıpta ortaya şöyle bir soru sürebilir: Allah'ın, Nadir Oğul-İarımn mallarından Resulüne verdiğinin hükmünü bildik, ama bu mallar baş­kalarından fey alarak alındığı takdirde onun hükmü nasıl olacaktır?

Cevap: "Allah'ın, o kent halkından Resulüne verdiği nimetler Allah'a, Resulüne, (Resule) akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, (yolda kal­mış) yolcuya aittir."

Fey, beş kısma bölünür. Bu beş kısımdan biri de yine beş kısma bölünür. Bunun bir hissesi Allah ve Resulüne aittir. Bu bir hisse, hayatında Resulul-lah'a sarf edilir. O'nun vefatından sonra Müslümanların umumî maslahatla­rına sarf edilir. Bir hisse de Peygamberin akrabalarına verilir ki, onlar da Haşim ve Abdulmuttalİp Oğullarıdır. Bîr hisse yetimlere, bir hisse düşkünlere, bir hisse de yolda kalmış yolculara verilir. Geri kalan c.ört bölüme gelince onlar özel olarak Resulullah'a aittir. Sağlığında onu muhacirlere dağıtmıştı. İki ki­şi dışında Ensar'a ondan pay vermemişti. O iki kişi de yoksulluklarını izhar etmişlerdi. Reslullah'ın vefatından sonra o mallar kendilerine hususî bir ma­aş veya bağışta bulunulmayan ordu neferlerine sarfedilmiştir.

Ganimete gelince o beş hisseye bölünür.. Beşte bir, Enfal suresinde de an­latıldığı gibi o beş gruba taksim edilir. Geri kalan beşte dört hisseye gelince o da yine Enfal sûresinde açıklandığı gibi, savaşa katılan askerlere dağıtılır.

Fey'in taksimi bu şekilde gerçekleştirilir ki o, aranızda zenginlerin elle­rinde dolaşan bir devlet haline gelmesin ve fakirler ondan mahrum kalma­sın. Şu halde bu gerekçeden de anlaşılıyor ki mezkur mallar, muhtaç fakirle­re sarfedilir. Nitekim Peygamber (S.A.V.) efendimi:: de onu, Ensar'a değil de Muhacirlere dağıtmıştı.

Ey Müslümanlar! Resul size neyi verdiyse om. alın. Sizi neden men etti ise ondan da uzak durun. Allah'a karşı gelmekten sakının! İslamm düsturu işte budur. İtibar, lafzın umumîliğinedir, hususîliğine değildir. "(Bir de o mal­lar) göç eden fakirlere aittir," Bu ayet-i kerimede sanki Cenab-ı Allah demiş­tir kî; ben bununla mezkur dört grubu kast ettim. Bunlar da bilindiği gibi Peygambere yakınlığı bulunan'kimseler, yetimler, düşkünler ve yolda kalmış yolculardır. Bunlarla da Muhacir olan yoksullar, Ensar ve Tabiiler kast edil­miştir.

Bazıları ayet-i kerimedeki mananın şu olduğunu söylemişlerdir: Yurtla­rını, mallarını terkedip sıkıntı ve gurbet hasretine sırf Resulullah'ı sevdikleri İçin katlanan şu fakirlere pay verildiği için hayret mi ediyorsunuz?

Bunlara ganimetten ve fey'den pay verilmesi için fakir olmaları şart mı­dır, değil midir? Bu hususta iki görüş vardır.

Allah yolunda hicret ederek yurtlarından ve mallarından elçeken, sırf "Rahbimiz Allah"tır dedikleri için bu meşakkatlere katlanan kimseler Resu-, lullah'a ve dinine yardım etmek maksadıyla Allah'tan lütuf ve Rıza talep eder­ler. Bu yüce sıfatlarla nitelenenler, iman davasında dürüst ve sadık olan kim­selerdirler. Çünkü onların başlarına gelen zorluklar, sırf imanlarından ötürü gelmiştir.

"Ve onlardan önce o yurda (Medine'ye) yerleşen, imana sarılanlar..." Bun­lar, —Allah kendilerinden razı olsun— Ensar'dır. Medine'ye yerleşmiş, orayı islam için bir yurt haline getirmişlerdi. İmanla ülfet etmiş,.ihlasla Allah'a ve Resulüne inanmışlardı. Bütün bunlar, muhacirlerin Medine'ye göç etmesinden önce olmuştu. Oraya hicret eden muhacirleri severler, onlara verilen fey ve diğer mallardan ötürü muhacirlere karşı kalplerinde kin, haset ve öfke duy­mazlardı. Halbuki kendileri de maldan mahrum idiler. Nefisleri, muhacirle­re verilen malların peşine takılmaz, kendileri muhtaç olduğu halde o mallar­dan hiçbirine tamah etmezlerdi. Hem onlar, başkalarını kendi nefislerine tercih ederler. Her hususta, kendileri muhtaç oldukları halde güzel şeylerin önce Muhacirlere verilmesini arzularlardı. Öyle ki onlardan biri iki karısı bulun­duğu için birini Muhacir kardeşine nikahlamak gayesi ile boşamak istemişti. Medine'ye yerleştiğinde Resulullah (S.A.V.) efendimizin muhacirlerle Ensar arasında gerçekleştirdiği kardeşliğin örneklerinden biri budur. Şüphesiz bu da, nefsin maddî ve dünyevî kirlerden arınmışlığma, ruhun kuvvetine delalet eder. Kim nefsinin cimriliğinden korunur ve sakınırsa işte onlar kurtuluşa eren­lerdirler. Cimrilik kronik ve tedavisi güç bir hastalıktır, insana hiçbir hayrı olmaz. Birçok günahların sebebidir.

Vasıflan anlatılan bu mü'mînlerden sonra yeni dine (İslam'a) giren veya muhacirlerden sonra Müslüman olup Mekke fethinden ve İslam devletinin yerleşmesinden sonra iman eden kimselere gelince onlar; "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla" derler. İşte bunlar her ne ka­dar zaman bakımından geç müslüman olmuş iseler de sizin din kardeşleri-nizdirler. Şüphesiz bunlar sizin nesep kardeşlerinizden daha üstün ve daha kıymetlidirler. Allah'ım, İman eden kimselere karşı kalplerimizde kin ve ha­set bırakmaî Rabbimiz, şüphesiz Sen bize merhamet eden ve şefkat edensin!

Bu ifadelerde, sahabilerin makamlarının üstünlüğü açıkça görülüyor. Şu halde onlar için hayır dua etmemiz, onlardaki doğruluk ve kamil ihlası bil­memiz gerekmektedir. Bir hadis-İ şeriflerinde Peygamber (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Benim sahabilerim yıldızlar gibidir. Hangisine uyar­sanız hidayete erersiniz." [9]

 

Yahudilerle Münafıklar İşte Köyledirler

 

11- Ey Muhammedi Münafıkların, kitab ehlinin İnkarcılarından olan kardeşlerine: "Eğer sîz yurdunuzdan çikanhrsanız and olsun ki, biz de sizin­le beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız; eğer savaşa tutu­şursanız mutlaka size yardım ederiz" dediklerini görmedin mi? Allah onla­rın yalancı olduklarına şahidlik eder.

12- Onlar çıkarılmış olsalar, and olsun ki, onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, and olsun ki, onlara yardıma koşmazlar; onlara yar­dıma gitseler, mutlaka geri dönüp geri kaçarlar, sonra yardım da görmezler,

13- Ey İnananlar! Onların yüreklerine korku salan, Allah 'tan çok siz­lersiniz; çünkü onlar, anlamayan kimselerdir.

14- Onlar sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi aralarındaki çekiş­meleri ise serttir; onları birlik sanırsın, oysa kaîbleri birbirinden ayrıdır. Bu, ekletmeyen bir topluluk olmalarındandır.

15- Onların durumu, kendilerinden az zaman Önce geçmiş ve işlerinin karşılığım tatmış olanların durumu gibidir. Onlara can yakıcı azab vardır.

16- İkiyüzlülerin durumu insana: "İnkâr et!" deyip, insan da inkar edince:  "Doğrusu ben senden uzağım; alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" diyen şeytanın durumu gibidir.

17- İkisinin sonucu da, içinde temelli kalacakları ateş olacaktır. Za­limlerin cezası budur. [10]

 

Bazı Kelimeler:

 

Arkalarını dönüp savaş alanından kaçarlar. Sur, duvar. Korku. Savaşları, kuvvetleri. Dağınık halde. Toplu olarak. Küfürlerinin akibeti.

îşîe bunlar, Yahudilerle münafıkların insanı hayrette bırakan evsaf ve ni­telikleridir. Mü'minİerin çeşitli sınıflarda bulunmakla birlikte sıfat ve nite­likleri anlatıldıktan sonra münafıklarla Yahudilerin bu sıfatları anlatılmıştır. [11]

 

Açıklama:

 

Ey görebilen kimse! İmanlarında münafıklık yapan ve Nadir Oğulları­na haber salarak onlara yardım vaadinde bulunanlara bak. (Önce de işaret edildiği gibi bu destek haberini gönderen münafıkların reisi, Abdullah bin Ubey bin Selil'dir). Bu münafıklar, kafir ve Yahudi kardeşlerine yani Nadir Oğullarına şöyle diyorlardı: Vallahi Muhammed'in ve sahabilerinin isteği üze­rine siz yurdunuzdan çıkartırsanız mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız. Si­zin hakkınızda, başkasına itaat etmeyiz. Bu, uzun sürse bile böyle olacaktır. Vallahi eğer sizinle savaşılsa mutlaka size yardım ederiz. Düşmanlarınıza karşı sizinle mukavemet içine gireriz. O düşmanlarınız müslümanlar olsalar bile yine sizi desteksiz bırakmayız...

Cenab-ı Allah, münafıkların yeminle te'kid edilen vaad ve sözlerinde yalan söylediklerine tanıklık etmektedir. Andolsun ki o Yahudiler yurtlarından çı­karılacak olsalar münafıklar onlarla beraber çıkmazlar. Ve yine andolsun ki Yahudilerle (Nadir oğullarıyla) savaşılacak olursa o münafıklar, onlara asla yardım etmiyeceklerdir.

Bu, gayptan haber verme ve vaaddir. Bunların hepsi de gerçekleşmiştir. Faraza münafıklar, o Yahudilere yardım edecek olsalarda mutlaka arkalarını dönüp savaştan kaçarlar ve etraflarına bakmadan gerisin geri firar ederler. Çünkü onlar münafıktırlar. Onlar için bu vasıf yeter de artar! Ey Müslümanlar! onların kalplerinde sizin korkunuz, Allah'ınkinden fazladır. Onlar gizüce siz­den o kadar korkarlar ki, sizinle karşılaştıklarında bu korkunun onda birini bile izhar etmezler. Allah'tan çok sizden korkarlar. Çünkü onlar Allah'ın ululuğunu bilmeyen ve anlamayan bir kavimdirler. Allah'ın yüceliğini bilmiyor­lar ki O'ndan hakkı ile korksunlar!

Şu Yahudilerle münafıklar toplu olarak sizinle savaşamazlar, ancak müs­tahkem şehirlerde ve kalelerde sizinle sütre gerisinden savaşabilirler. Filistin savaşlarında da onların bu şekilde savaştıkları görülmüştür. Onların kalpleri boştur. Gönülleri korku, zaaf, dünya sevgisi, ölümden hoşlanmama ve müs-lümanlardan kendilerine miras olarak bırakılan korku ile doludur. Onlar her ne kadar şecaat gösterseler de bu şecaatleri çok ka'ımadan geçip giden zahiri bir şecaattir. Onları nitelerken Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir?' Şairinde dediği gibi, onlar şu vasıftadırlar:

Korkak kimse bir yerde yalnız kalınca, Tek başına vuruşma ve savaş ilan eder,

"Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir" derken Cenab-ı Allah ne parlak bir İfade kullanmıştır. Ama onlar başkaları İle savaştıklarında korka­ğın da korkağı olurlar. Onların toplu olduklarını zannedersin, ama aslında onların kalpleri ve yönelimleri dağınıktır. Evet Cenab-ı Allah, Yahudilerin böyle olduklarını söylüyor. O söyleyenlerin en doğru sözlüsüdür. Yalnız onlarla sa­vaşan müslümanlar, acaba onlar gibi midirler, yoksa daha mı ileridirler?! Yoksa Müslümanlar fırkalar, ihtilaflar, kinler ve zaman mesafesinin uzaması dolayı­sıyla gevşeyip Amerika ve İngiltere'nin arkasına mı sığındılar? Dinlerini, Kur'-anlannı bırakıp arkaya mı attılar? Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Ey Müslü­manlar şeceatli olun. Yürekli olun, birleşin. Şu az bir grup olan Yahudi çete­lerinin durumu her ne kadar Amerika, İngiltere ve Rusya'dan yardım görse­ler de sizi tasalandırmasın ve siz onların güçlerini önemsemeyin. Çünkü Ce­nab-ı Allah buyuruyor: "Sen onları toplu sanırsın. Oysa onların kalpleri da­ğınıktır. Böyledir, çünkü onlar, aklım kullanmayan bir topluluktur." Şu Na-dİr Oğullarından olan Yahudilerin durumu, kendilerinden öncekilerin duru­mu gibidir. Onlar, yaptıklarının vebalini ve küfürlerinin akıbetini taddılar. Cezaları kıyamete ertelenmedi. Onlar için orada ateş azabı da vardır. Bu akı­beti, Bedir Savaşında müşrikler, Nadir Oğullarından Önce de Kureyza Oğul­ları görmüşlerdi.

Şu Nadir Oğullarına yardım vaadinde bulunupta sonra onlara hıyanet eden münafıkların durumu, şeytanın durumu gibidir. Çünkü o insana: "Küfret" demiş, onu küfre teşvik etmiş; insan da Allah'ı inkâr edip peygam­berlerine asî olunca ve küfrünün akıbetine maruz kalınca şeytan, onunla ala­kası olmadığını söylemiş ve ondan uzak durmuş, şöyle demiştir; Sen yalan söylüyorsun. Riya yapıyorsun, şüphesiz ben senden uzağım. Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.

Küfür için insanı teşvik edenle, küfreden insanın akıbeti şu oldu: Onlar Cehennem ateşinde ebedî kalmakla cezalandırıldılar. Zalimlerin cezası İşte budur! [12]

 

Takva Ve Onu Gerekli Kılan Hususlar

 

18- Ey inananlar! Allah'tan sakının; herkes yarma ne hazırladığına baksın; Allah'tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.

19- Allah'ı unutup da, Allah'ın dakendilerini kendilerine unutturdu­ğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.

20- Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa ermiş kim­seler cennetliklerdir.

21- Ey Muhammedi Eğer Biz Kur'anı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu mi­salleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.

22- O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka tanrı ol­mayan Allah'tır. O, acıyıcı olandır, acıyandır.

23- O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal, esen­lik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu herşeyegeçiren, ulu olan Allah'tır. O, acıyıcı olandır.

24- O, vareden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en güzel ad­lar kendisinin olan Allah'tır.-Göklerde ve yerde olanlar O'nu teşbih ederler. O güçlüdür, Hakim'dir. [13]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yarmiçin, yani kıyamet giinü için.Malik, yaratıkları ye mülkü üzerinde tam bir tasarrufta bulunan padişah. Noksan­lıklardan son derece uzak olup zat, sıfat ve fiillerinde eksiksiz olan mukad­des. Manaların güzelliklerine delalet eden isimler. [14]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Önceki ayetlerde Yahudi'lerle münafıklardan söz edilerek onların dünya ve ahîretteki akıbetleri açıklandı. Bu açıklama tamamlandıktan sonra da bu ayet-i kerimelerde müslümanlara öğüt verilmeye başlandı. Kıyamet günü ve ondaki haller için uyarıldılar. Asî ile itaatkârın aynı seviyede olmayacaklar: bildirildi. Mü'minlerin nazarları Kur'an-ı Kerim ve O'ndaki emirlerle yasak­lara celbedildi. Sonra da kutlu ve yüce Allah'ın bazı sıfatları zikredildi ki bunlar insanın kalbine ve nefsine sahih İmanı, derin akideyi yerleştirirler.

Bu sure işte bu güzel ifadelerle nihayete erdirildi. [15]

 

Açıklama:

 

Ey iman edenler! Her nerede olursanız olun, her ne işi yaparsanız ya­pın, Allah'tan korkun ve O'na karşı gelmekten sakının! Her nefis, kıyamet günü için neler yaptığına bir baksın. Yaptığı İşler konusunda nefsini hesaba çeksin. Kendisi hesaba çekilmeden bîr nefis muhasebesi yapsın.

Bu ifadelerde, Kıyamet günü için insana faydalı olacak işlere bakmaları hususunda mü'minlere büyük bîr teşvik vardır. Ayrıca mü'minlerin bu işlere çok az baktıklarına dair bir açıklama vardır. Siz Allah'ın azabından korun­maya çalışın ve O'na karşı gelmekten sakının. Şüphesiz sizin yapmakta oldu­ğunuz işlerden Allah haberdardır. Ve bu yaptıklarınızdan dolayı da sizleri he­saba çekip amelinize göre karşılık verecektir. Eğer hayır işlemişseniz hayır, şer işlemişseniz şer göreceksiniz.

Allah'ın hukukunu unutup O'nu hakkıyla takdir etmeyens ilahî vecîbe­lere riayet etmeyen kimseler gibi olmaktan sakının. Allah'ı unutupta bu unut­maları nedeni ile Allah'ın da kendilerine nefislerini unutturduğu ve nefisleri­nin yararına salih ameller işlemeyen, kendilerini kıyamet gününde kurtara­cak iyi işler yapmayan kimseler gibi olmayın. Allah'ı unutanlar var ya, İşte oniar Fısk-ı Fücur da pek ileri giden, yoldan çıkmış kimselerdirler. Onlar gi­bi olmaktan sakının. Ve bilinki her hususta Allah'ın emrine muhalefet eden ateş halkı ile Allah'a karşı gelmekten sakınarak ebedî Cennette yaşama ni­metine mazhar olan Cennetlikler aynı olmazlar. Cennetlikler tek başlarına fevz-ü felaha erip kurtuluşa nail olan kimselerdirler.

Bu ifadelerde insanlar için pek büyük bir uyan vardır. Aşın derecede gaf­letlerinden, ahireti ve ondaki durumları pek az düşünmelerinden ötürü nere­de ise Cennetliklerle Cehennemlikler arasında bir fark bulunmadığını zan­nediyorlar. Bu, kardeşine kötülük eden kimseye, 'bu senin kardeşindir.' de­mek gibi bir şeydir.

Ey iman edenler! Bilmez misiniz ki Allah'ın sağlam ipi, üstün kelamı, şerefli Kur'an-ı sizinle beraberdir? Onunla nasıl öğütlenmezsiniz? Onun ke­lamını-duyduğunuzda kalbiniz nasıl korku ile dolmaz? Oysa biliyorsunuz ki bu Kur'an, sertlikte ve katılıkta bir sembol haline gelen dağın üzerine indiril-seydi Allah'ın korkusundan o dağın paramparça olduğunu görürdünüz.

' Bu, Kur'an'ın şanının yüceliğini ve ondaki öğütlerle yasakların tesirinin kuvvetliliğinİ temsil eden ve insana tahayyül ettiren bir ifadedir. "Bu misal­leri, düşünsünler diye insanlara veriyoruz."

Bilki Kur'an-ı indiren ve insanlara takvalı olmalarını emreden şanı yüce olan Allah'tır. O Vacibül Vücud'dur. Varlığı, Zâtının gereğidir. Ezelîdir. Ebe­dîdir. Her yerde ilim ve kudreti ile hazırdır. Yok olmaz. Mabuddur. O'ndan başka ibadete layık ve müstehak olan yoktuj. O'ndan başka hakkıyla mabud bir varhk yoktur. O esirgeyen ve bağışlayandır. Dünya ve ahirette kullarına, yaratıklarına rahmet eder. "Rahhmetim herşeyi kaplamıştır![16]

O'ndan başka Tanrı yoktur. Mülk ve melekûtun sahibidir. Bütün İşler O'nun elindedir. Yaratma ve emir O'na aittir. Dilediğini üstün kılar, dilediğini alçaltın O her işi yapmaya muktedirdir, O mutlak tasarrufa sahip mukad­des, bütün ayıp ve noksanlıklardan münezzeh, her şeyde kâmildir. Zat, sıfat ve ef al bakımından kendisine halel getirecek kusurlardan salimdir. Güven­lik verendir. Kendi nefsini ve elçilerini İndirdiği kitap İle, yarattığı mucizeler İle doğrulayandır. O münezzehtir, yücedir. Güvenlik bağışlayandır. Dünya ve ahİrette kullarına emniyet bahşedendir. Gözetip koruyan, yaratıklarını kont­rol edendir. Mülkünü murakabe edendir. Çünkü O'nun ilmi kapsamlı, kud­reti eksiksizdir. O galiptir. Dilediğini halkına zorla yaptırma gücüne sahip olandır. O'nun emrini reddedecek, hükmünü aksatacak kimse yoktur. Kendi Rabhğıyla yüksek olan mütekebbirdir. Benzeri ve dengi yoktur. Tekebbür ke­limesi Allah hakkında kullanıldığında bir medihtir. Yaratıklar hakkında kul­lanıldığında kınamadır. Ebu Hüreyre, Resulullah (S.A.V.) efendimizin Rab-binden nakl ederek kudsi bir hadis-i şerifte şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kibirlik benim ridam, azamet ise izanındır. Bunlardan birini elde etmek hu­susunda benimle çekişen kimseyi helak eder, sonra da onu ateşe atarım," Müş­riklerin O'na ortak koştukları şeylerden O münezzeh ve yücedir! O yaratan­dır. Herşeyİ takdir edendir. Bu kâinatı, kusurlardan uzak olarak icad eden­dir. Kendi hikmet ve iradesine uygun olarak kâinattaki mevcudatın şekil ve suretleri ile şereflerine delalet eden en güzel İsimler Allah'a aittir. Bu nedenle kâinatta göklerde ve yerde mevcut olan herşey O'nu tenzih edip teşbihte bu­lunurlar. O bütün olgunlukları kapsayan hikmet sahibi ve güçlü olan zattır. İbn-i Abbas'm şöyle dediği rivayet edilir: "Allah'ın en büyük isimleri (İsm-ı'A'zam) Haşr Sûresinin sonundaki altı ayettedir!' Berâ' Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Ey Berâ', Allah'a îsm-i A'zamı ile dua etmek istedi­ğin zaman Hadİd sûresinin başından on ayet ile Haşr sûresinin son kısmım oku. Sonra da şöyle de: Ey böyle olan Allah! (Senden başka) böyle olan bir zat yoktur. Benim için şunu şunu yapmanı Senden diliyorum."

Bütün bunlarda önemli olan ihlas ve ruh saafiyetidir. Kur'an'ın tümü, özellikle .bu gibi ayetler, insanın ruhunu lekelerden arındırır, temizler ve dua­sını makbul kılar. Allah bizleri Kur'an'dan yararlandırsın. Âmin. [17]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/181.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/181-182.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/182.

[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/182-184.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/184-185.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/185-186.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/186-187.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/187.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/187-189.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/189-191.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/191.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/191-193.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/193-194.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/194.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/194.

[16] A'râf süresi: 156.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/194-196.