Nadir Oğullarının Sürgün Edilmesi
Yahudilerle Münafıklar İşte Köyledirler
Takva Ve Onu Gerekli Kılan Hususlar
Beni Nadr
suresi de denilir. Ulemanın icmaı ile Medenî bir sure
olup 24 ayettir. Bu sure, Nadr oğullarının Medine'den
sürgün edilmeleri kıssasını, İslam'da ganimetin hükmünü, münafıkların Nadir
oğullan karşısında takındıkları tavırların anlatımım içermektedir. Sonra müslümanlara takvalı olmaları ve takvanın gereklerine
sarılmaları yolunda öğüt verilmektedir.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah adıyla
1- Göklerde
olanlar da yerde olanlar da Allah'ı teşbih ederler. O güçlüdür, Hakim'dir.
2- Kilab ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından
çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştmız,
onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın
azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine
korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve manaların elleriyle yıkıyorlardı. Ey
akıl sahiplen! Ders alın.
3- Allah
onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azab
verecekti, Ahirette onlara ateş azabı vardır.
4- Bu,
Allah'a ve peygamberlerine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı
gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir.
5- İnkarcı kitab ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya
onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah 'w izniyledir. Allah
yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır. [2]
Allah'ı tenzih ve
takdis etti. İlk sürgün esnasında, ikinci sürgünleri Hayber'den
çıkarılıp Şam'a sürülmeleridir. Hısın kelimesinin
çoğulu olup kişiyi düşmandan koruyan kaleler demektir.Zannetmemişler ve
akıllarından geçirmemişlerdi.Kalplerine korku düşürdü.Toplu sürgün. Allah ve
Resulüne cephe alıp düşmanlık ettiler. Hurma ağacı. [3]
Bu olayı anlayabilmek
için basit bir tarihî mukaddime yapmak gereğini duymaktayız. Şöyle ki:
Peygamber (S.A.V.) efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman Yahudilerle bir
pakt imzaladı. Bu pakta göre Yahudiler Peygamberimizle, Peygamberimiz de
Yahudilerle savaşmaya-çaktı. Bu pakt, Bedir Gazvesinin ardısıra
müslümanların Kaynuka
oğullarım muhasara edip Medine'den sürgün etmelerine dek yürürlükle kaldı.
Sonra Müslüman askerlerin hezimete uğradığı Uhud
Gazası vuku buldu. Bu hezimet, münafıklarla Yahudilerin gönüllerinde derin bir
etki meydana getirdi. Arap kabileleri de bundan epeyi etkilendiler ki bu da Recî, Bi'r-İ Maûne
gibi olayların peşpeşe meydana gelmesine sebebiyet
verdi. Hüzeylliler, Rccî
vakasında üç seçkin sahabiyi öldürmüş üçünü de esir
almışlardı. Bu esirlerden birini yolda öldürmüşler, ikisini de Kureyş'e satmışlar Kureyş de
onları öldürmüştü. Bunlar Zeyd îbn-i
Desînne ile Hubeyb idiler.
Bi'r-i Maûne faciasına gelince
orada müslümanlardan kırk kişi haksız yere
öldürülmüştü.
Münafıklarla
Yahudiler; Bi'rİ Maûne ve Recî faciaları ile Uhud Gazvesinde
meydana gelen olaylardan cesaretlenerek Muhammed ve sahabîlerini
eksiltme niyetine kapıldılar. Muhammed'in ve müslümanların,
kalplerine bırakılmış olan heybetin zayıflamakta olduğunu sandılar.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz bu konu üzerinde düşündü Medine ve çevresinde bir anlaşmazlık
meydana gelmesin diye Medine'nin zahirî cephesini kuvvetlendirmek için çalıştı.
Peygamber (S.A.V.) efendimiz hikmetli siyasetinin kendisine yerdiği bir
düşünce ile Yahudilerin niyetlerini öğrenmek istedi. Maûne
olayında müslümanlardan birinin öldürmüş olduğu iki
maktulün diyetini, maktullerin kabilesi olan Amir Oğullarına —ki bu kabile de,
Nadr Oğulları ile müttefik idi— ödeme hususunda müslümanlara yardımcı olmaları İçin Nadr
Oğullan mahallesine, on kadar sahabe ile birlikte gitti.
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz geliş gayesini onlara açıkladığında, onlar sevinç ve sürür
gösterisinde bulundular. Bu sevinçlerinin sonunda onlarda şüpheli bir hareket
görüldü. Arar bjn Cahş bin Kaab adındaki Yahudi vasıtasıyla Peygamber (S.A.V.)'i
öldürmeyi planlıyorlardı. Amr, Peygamber (S.A.V.)
efendimizin bir duvar dibinde oturduğunu görünce damdan üzerine taş-atmak İçin
yeltendi. Onun planını gören yüce Allah durumu Peygamberine haber verdi. Bunun
üzerine Peygamber (S.A.V.) tek başına oradan ayrılıp Medine-ye doğru yöneldi. Sahabilerİ, O'nun bazı işleri görmek İçin oradan ayrıldığını
zannettiler. Dönmeyip geciktiğini görünce O'nu aramaya koyuldular ve Medine'ye
gidip Mescide girdiğini anladılar. Mescide gelen sahabilerine,
şüphelendiği Yahudi planını ve kendisine kurdukları suikastı anlatınca müslüman-lar, Nadir Oğullarını
Medine'den sürgün etmeyi kararlaştırdılar ki, atmosfer sakinleşsin ve hava
berraklaşsın. Peygamber (S.A.V.) efendimiz onlara Muhammed bin Mesleme'yİ gönderdi. O da Peygamber adına onlara şöyle
dedi: Benim ülkemden çıkın. Çünkü siz aramızdaki ahdi bozdunuz. Bana suikast
planladınız. Size on gün müddet veriyorum. Bundan sonra sizden her kim burada
görülürse boynu vurulacaktır!
Bu ültimatom üzerine
dünya, Nadr Oğullarına dar gelmeye başladı. Ne
yapacakları hususunda birbirlerine danışmaya başladılar. Onlar bu halde iken
münafık Abdullah bin Übeyy'in elçisi kendilerine
gelerek yurtlarında kalıp, kalelerine kapanmalarını tavsiye etti. Ayrıca Abdullah
bin Übey', adamlarından da ikibin
kişilîK takviye kuvvetinin kendilerine
gönderileceğini bildirdi. Bunun üzerine oıûar da
kalelerine kapanıp direnmeye başladılar. Kalelerinin, kendilerini Peygamber
(S.A.V.)'e karşı koruyacağını zannettiler. Müslümanlar, hücuma geçip yirmi gece onları muhasara altında tuttular.
Peygamber (S.A.V.) efendimiz, hurmalıklarım kesip yakmalarını müslümanlara emretti ki hiçbir Yahudinin
gönlü malına takılmasın ve yurdu İçin hamaset duygularına kapılmasın.
Yahudiler sabırsızlanarak şöyle seslendiler: Ey Muhammedi Sen bozgunculuğu
yasaklar, bozgunculuk yapanı kınardin. Hurmalıkları
kesip yapmak ne oluyor! Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu. [4]
Kutlu ve yüce olan Hak
Teâlâ, gökteki ve yerdeki herşeyİn
kendisini takdis edip noksanlıklardan tenzih ettiğini, O'na dua edip-O'nu
birlediğini, boyun eğip secde ettiğini haber veriyor. "O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların
teşbihlerini anlamazsınız." O üstündür, hikmet sahibidir. Dilediğini yapandır.
Hak ve noksanlıklardan münezzeh olan Allah'tır ki; Nadir oğullarını, ahdi
bozup Resule ve mü'minlere karşı düşmanlık
etmelerinden sonra mallarından ve yurtlarından uzaklaştırıp sürgün etti.
Sayılarının çokluğuna, mallarının fazlalığına, Kureyzalılarla
Hayberlilere yakınlıklarına, münafıkların
kendilerine yardımda bulunmayı arzu etmelerine rağmen Nadir Oğullarım
yurtlarından çıkarıp sürgün eden Allah ne yücedir. Evet onların bu avantajları
dolayısıyla. müsİümanlar, onların, yurtlarından
çıkarılabileceği kanaatini taşımadılar, kalelerin, kendilerini Allah'ın azabına
karşı koruyacağım tahmin etmişlerdi; ama bütün bunlar, Allah'ın azabı karşısında
onlara fayda sağhyamadı. Allah katından, akıllarından
geçmeyen bir belâ ve musibet üzerlerine indi. Allah
onların kalplerine korku bıraktı. Nasıl olmasın ki! Peygamber (S.A.V.)
efendimiz, bir aylık bir mesafeden bile düşmanlarına ürküntü ve korku vermekle
Allah tarafından te'yid edilmişti. Nihayet müslümanlann istedikleri oldu. Nadir Oğullarından her üç kişiye
bir deve verilmek koşulu ile yurtlarından çıkıp uzaklaşmaları üzerinde anlaşmaya
varıldı. Her üç kişi, diledikleri mal, yiyecek veya içeceklerini bu bir deveye
yükleyip gideceklerdi. Yanlarına başka bîr şey alamayacaklardı. Evlerindeki
eşyaların yükçe hafif, pahaca ağır olanlarını kendi elleriyle çıkarıp götüreceklerdi.
"Evlerini kendi elleriyle ve mü'minlerin
elleriyle harap ediyorlardı. Ey'akıl sahipleri İbret
alın!" Allah ve Resulünden korkanlarla korkmayanların akıbetini düşünün!
Allah bu sürgünü onların kaderlerine yazmamış olsaydı dünyada onlara daha
şiddetli bir azap verecekti ki, o azapta öldürülme veya esir düşmedir. Bu
küfürlerinden dolayı da ahîrette onlar İçin ateş
azabı vardır. Bütün bu olup bitenler, onların Allah ve Resulüne karşı düşmanlık
gösterip Resulullah'ı Öldürmeyi planlamalarından ve
elleriyle, dilleriyle O'na tecavüzde bulunmalarından ötürüdür. Allah ve
Resulüne karşı cephe alıp düşmanlık edenler için şiddetli bir azap vardır.
Kur'an'daki ifadeye bak! Peygambere yapılan düşmanlığı, Allah'a
yapılan bir düşmanlık gibi telakki ediyor. Nitekim Peygambere yapılan itaatte
Allah'a yapılan bir itaat olarak kabul edilir. Nadir Oğullarının muhasarasi esnasında müslümanlar
onların hurma ağaçlarım kesip yakıyorlardı. Yahudiler bunun yeryüzünde fesat
çıkarmak olduğunu, fesadınsa Allah tarafından haram kılındığını söylediler.
Onların bu sözlerine karşı hikmet ve üstünlük sahibi olan Cenab-ı
Allah şu cevabı verdi: "Hurma ağaçlann'dan
birini kesmeniz veya kökü üzerinde bırakmanız, bütün bunlar Allah'ın emir ve
izni ile olmuştur. Şüphesiz bunda hayır vardır, Allah, mü'minleri
üstün kılmak, fasıklan da rezil, rüsvay
etmek için bunu emretmiştir." [5]
6- Ey
İnananlar! Onların mallarından, Allah'ın peygamberine verdiği şeyler için siz
ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberine verdiği şeye Kadirdir.
7- Allah'ın,
fethedilen memleketler halkının mallarından peygamberine verdikleri; Allah,
Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; tâki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir
devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan
geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir.
8- Allah'ın
verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan,
Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım
eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.
9- Daha
Önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında
içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri
zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin
tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.
10- Onlardan
sonra gelenler: "Rabbımiz! Bizi ve bizden Önce
inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde mü'minlere
karşı kin bırakma; Rab-bimiz! Şüphesiz sen
şefkatlisin, merhametlisin" derler. [6]
Allah'ın, Resulüne
verdiği şey. İslam bilginlerinin terminoloji-sinde.Fey
kelimesi, kafirlerden savaşsız olarak alınan mal manasına gelir. Ganimet
kelimesi ise bunun tersine olup savaş yolu ile kafirlerden alınan mal manasını
taşır. Fey ile ganimetin, biribirine
muhalif paylaştırma yöntemi vardır.Sürmediniz ve koşturmadınız.'HayI kelimesi bilindiği gibi at manasına gelir. Rikâb kelimesi ise özel olarak deve manasına gelir. Elden
ele dolaşan şey. İmanla birlikte orayı yer ve mekân tuttular.Tercih ederler.
Dünya metaım elde etme hususunda başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.
Nefsinin cimriliği İhtiyaç Kin ve haset. [7]
Kafirlerin dünyada
başlarına gelen musibetlerle ahirette kendileri
İçin.hazırlanan azap hakkında gerekli izahat verildikten sonra bu ayet-i
kerimelerde de, onlardan alınan ganimetlerle fey'in
hükmü açıklanmaktadır. Sonra araya bir saplama yapılarak fey'i
hak eden mü'minlerin sınıflan anlatılmıştır. [8]
Allah'ın, Resulüne,
Nadir Oğullarından alarak verdiği mallara gelince; bunları elde etmek için ne
bîr at'a ne bir deveye bindiniz. Ne de bir güçlüğe göğüs gerdiniz. Ve bir
savaşla karşılaşmadınız. Bu nedenle mezkur mallar, müstehaklanna
beşte biri taksim edildikten sonra Resulullah'a ait
olacaktır. Nitekim bu hüküm ayette de bildirilmektedir.
Ama Allah,
Peygamberlerini, düşmanlarından dilediği kimselerin üzerine salar.
Bunda da, mezkûr
malların Resulullah'a ait olacağı açıklanmaktadır, sa-habilerine bu maldan pay
verilmeyecektir. Çünkü onlar bu mallan elde etmek için ne bir at sürdüler ne
bir deveye bindiler, ne de savaşın şiddetlerinden herhangi biri ile
karşılaştılar. Şüphesiz Allah herşeye kaadirdir. Dilediğini dilediğine musallat eder.
Allah, kulun onunla Rabbİne yaklaşması İçin mal ve meta' yaratmıştır. Bu mal ve
meta', mahallinden başka yere sarf edilir ve yerinden başka yere s'arf etmek için de kafirler onu istila ederlerse aslî
konumu dışına çıkmış olur. Sonra, onu hayır yönlerine sarf edecek olan müslümanm eline dönerse tekrar aslî konumuna dönmüş olur.
Bu nedenle ayet-i kerimede ibaresi kullanılmıştır.
Adamın biri çıkıpta ortaya şöyle bir soru sürebilir: Allah'ın, Nadir
Oğul-İarımn mallarından Resulüne verdiğinin hükmünü
bildik, ama bu mallar başkalarından fey alarak
alındığı takdirde onun hükmü nasıl olacaktır?
Cevap: "Allah'ın,
o kent halkından Resulüne verdiği nimetler Allah'a, Resulüne, (Resule)
akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, (yolda kalmış) yolcuya
aittir."
Fey, beş kısma bölünür. Bu beş kısımdan biri de yine beş
kısma bölünür. Bunun bir hissesi Allah ve Resulüne aittir. Bu bir hisse,
hayatında Resulul-lah'a
sarf edilir. O'nun vefatından sonra Müslümanların umumî maslahatlarına sarf
edilir. Bir hisse de Peygamberin akrabalarına verilir ki, onlar da Haşim ve Abdulmuttalİp
Oğullarıdır. Bîr hisse yetimlere, bir hisse düşkünlere, bir hisse de yolda
kalmış yolculara verilir. Geri kalan c.ört bölüme gelince onlar özel olarak Resulullah'a aittir. Sağlığında onu muhacirlere dağıtmıştı.
İki kişi dışında Ensar'a ondan pay vermemişti. O iki
kişi de yoksulluklarını izhar etmişlerdi. Reslullah'ın
vefatından sonra o mallar kendilerine hususî bir maaş veya bağışta
bulunulmayan ordu neferlerine sarfedilmiştir.
Ganimete gelince o beş
hisseye bölünür.. Beşte bir, Enfal suresinde de anlatıldığı
gibi o beş gruba taksim edilir. Geri kalan beşte dört hisseye gelince o da yine
Enfal sûresinde açıklandığı gibi, savaşa katılan
askerlere dağıtılır.
Fey'in taksimi bu şekilde gerçekleştirilir ki o, aranızda
zenginlerin ellerinde dolaşan bir devlet haline gelmesin ve fakirler ondan
mahrum kalmasın. Şu halde bu gerekçeden de anlaşılıyor ki mezkur mallar,
muhtaç fakirlere sarfedilir. Nitekim Peygamber
(S.A.V.) efendimi:: de onu, Ensar'a değil de
Muhacirlere dağıtmıştı.
Ey Müslümanlar! Resul
size neyi verdiyse om. alın. Sizi neden men etti ise ondan da uzak durun.
Allah'a karşı gelmekten sakının! İslamm düsturu işte
budur. İtibar, lafzın umumîliğinedir, hususîliğine değildir. "(Bir de o
mallar) göç eden fakirlere aittir," Bu ayet-i kerimede sanki Cenab-ı Allah demiştir kî; ben bununla mezkur dört grubu
kast ettim. Bunlar da bilindiği gibi Peygambere yakınlığı bulunan'kimseler,
yetimler, düşkünler ve yolda kalmış yolculardır. Bunlarla da Muhacir olan
yoksullar, Ensar ve Tabiiler kast edilmiştir.
Bazıları ayet-i kerimedeki
mananın şu olduğunu söylemişlerdir: Yurtlarını, mallarını terkedip
sıkıntı ve gurbet hasretine sırf Resulullah'ı
sevdikleri İçin katlanan şu fakirlere pay verildiği için hayret mi ediyorsunuz?
Bunlara ganimetten ve fey'den pay verilmesi için fakir olmaları şart mıdır,
değil midir? Bu hususta iki görüş vardır.
Allah yolunda hicret
ederek yurtlarından ve mallarından elçeken, sırf
"Rahbimiz Allah"tır dedikleri için bu
meşakkatlere katlanan kimseler Resu-, lullah'a ve dinine yardım etmek maksadıyla Allah'tan lütuf
ve Rıza talep ederler. Bu yüce sıfatlarla nitelenenler, iman davasında dürüst
ve sadık olan kimselerdirler. Çünkü onların başlarına gelen zorluklar, sırf
imanlarından ötürü gelmiştir.
"Ve onlardan önce
o yurda (Medine'ye) yerleşen, imana sarılanlar..." Bunlar, —Allah kendilerinden
razı olsun— Ensar'dır. Medine'ye yerleşmiş, orayı islam için bir yurt haline getirmişlerdi. İmanla ülfet
etmiş,.ihlasla Allah'a ve Resulüne inanmışlardı.
Bütün bunlar, muhacirlerin Medine'ye göç etmesinden önce olmuştu. Oraya hicret
eden muhacirleri severler, onlara verilen fey ve
diğer mallardan ötürü muhacirlere karşı kalplerinde kin, haset ve öfke duymazlardı.
Halbuki kendileri de maldan mahrum idiler. Nefisleri, muhacirlere verilen
malların peşine takılmaz, kendileri muhtaç olduğu halde o mallardan hiçbirine
tamah etmezlerdi. Hem onlar, başkalarını kendi nefislerine tercih ederler. Her
hususta, kendileri muhtaç oldukları halde güzel şeylerin önce Muhacirlere
verilmesini arzularlardı. Öyle ki onlardan biri iki karısı bulunduğu için
birini Muhacir kardeşine nikahlamak gayesi ile boşamak istemişti. Medine'ye
yerleştiğinde Resulullah (S.A.V.) efendimizin
muhacirlerle Ensar arasında gerçekleştirdiği
kardeşliğin örneklerinden biri budur. Şüphesiz bu da, nefsin maddî ve dünyevî
kirlerden arınmışlığma, ruhun kuvvetine delalet eder.
Kim nefsinin cimriliğinden korunur ve sakınırsa işte onlar kurtuluşa erenlerdirler.
Cimrilik kronik ve tedavisi güç bir hastalıktır, insana hiçbir hayrı olmaz.
Birçok günahların sebebidir.
Vasıflan anlatılan bu mü'mînlerden sonra yeni dine (İslam'a) giren veya
muhacirlerden sonra Müslüman olup Mekke fethinden ve İslam devletinin
yerleşmesinden sonra iman eden kimselere gelince onlar; "Rabbimiz, bizi ve
bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla" derler. İşte bunlar her ne kadar
zaman bakımından geç müslüman olmuş iseler de sizin
din kardeşleri-nizdirler. Şüphesiz bunlar sizin nesep
kardeşlerinizden daha üstün ve daha kıymetlidirler. Allah'ım, İman eden
kimselere karşı kalplerimizde kin ve haset bırakmaî
Rabbimiz, şüphesiz Sen bize merhamet eden ve şefkat edensin!
Bu ifadelerde, sahabilerin makamlarının üstünlüğü açıkça görülüyor. Şu
halde onlar için hayır dua etmemiz, onlardaki doğruluk ve kamil ihlası bilmemiz gerekmektedir. Bir hadis-İ şeriflerinde
Peygamber (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Benim sahabilerim yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız
hidayete erersiniz." [9]
11- Ey
Muhammedi Münafıkların, kitab ehlinin İnkarcılarından
olan kardeşlerine: "Eğer sîz yurdunuzdan çikanhrsanız
and olsun ki, biz de sizinle beraber çıkarız; sizin
aleyhinizde kimseye asla uymayız; eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım
ederiz" dediklerini görmedin mi? Allah onların yalancı olduklarına şahidlik eder.
12- Onlar
çıkarılmış olsalar, and olsun ki, onlarla beraber
çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, and olsun ki,
onlara yardıma koşmazlar; onlara yardıma gitseler, mutlaka geri dönüp geri
kaçarlar, sonra yardım da görmezler,
13- Ey
İnananlar! Onların yüreklerine korku salan, Allah 'tan çok sizlersiniz; çünkü
onlar, anlamayan kimselerdir.
14- Onlar
sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar
arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi aralarındaki çekişmeleri ise
serttir; onları birlik sanırsın, oysa kaîbleri
birbirinden ayrıdır. Bu, ekletmeyen bir topluluk olmalarındandır.
15- Onların
durumu, kendilerinden az zaman Önce geçmiş ve işlerinin karşılığım tatmış
olanların durumu gibidir. Onlara can yakıcı azab
vardır.
16-
İkiyüzlülerin durumu insana: "İnkâr et!" deyip, insan da inkar
edince: "Doğrusu ben senden uzağım;
alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" diyen şeytanın durumu gibidir.
17- İkisinin
sonucu da, içinde temelli kalacakları ateş olacaktır. Zalimlerin cezası budur. [10]
Arkalarını dönüp savaş
alanından kaçarlar. Sur, duvar. Korku. Savaşları, kuvvetleri. Dağınık halde.
Toplu olarak. Küfürlerinin akibeti.
îşîe bunlar, Yahudilerle münafıkların insanı hayrette
bırakan evsaf ve nitelikleridir. Mü'minİerin çeşitli
sınıflarda bulunmakla birlikte sıfat ve nitelikleri anlatıldıktan sonra
münafıklarla Yahudilerin bu sıfatları anlatılmıştır. [11]
Ey görebilen kimse!
İmanlarında münafıklık yapan ve Nadir Oğullarına haber salarak onlara yardım
vaadinde bulunanlara bak. (Önce de işaret edildiği gibi bu destek haberini
gönderen münafıkların reisi, Abdullah bin Ubey bin Selil'dir). Bu münafıklar, kafir ve Yahudi kardeşlerine
yani Nadir Oğullarına şöyle diyorlardı: Vallahi Muhammed'in ve sahabilerinin isteği üzerine siz yurdunuzdan çıkartırsanız
mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda, başkasına itaat
etmeyiz. Bu, uzun sürse bile böyle olacaktır. Vallahi eğer sizinle savaşılsa
mutlaka size yardım ederiz. Düşmanlarınıza karşı sizinle mukavemet içine
gireriz. O düşmanlarınız müslümanlar olsalar bile
yine sizi desteksiz bırakmayız...
Cenab-ı Allah, münafıkların yeminle te'kid
edilen vaad ve sözlerinde yalan söylediklerine
tanıklık etmektedir. Andolsun ki o Yahudiler
yurtlarından çıkarılacak olsalar münafıklar onlarla beraber çıkmazlar. Ve yine
andolsun ki Yahudilerle (Nadir oğullarıyla)
savaşılacak olursa o münafıklar, onlara asla yardım etmiyeceklerdir.
Bu, gayptan haber verme ve vaaddir.
Bunların hepsi de gerçekleşmiştir. Faraza münafıklar, o Yahudilere yardım
edecek olsalarda mutlaka arkalarını dönüp savaştan
kaçarlar ve etraflarına bakmadan gerisin geri firar ederler. Çünkü onlar
münafıktırlar. Onlar için bu vasıf yeter de artar! Ey Müslümanlar! onların
kalplerinde sizin korkunuz, Allah'ınkinden fazladır. Onlar gizüce
sizden o kadar korkarlar ki, sizinle karşılaştıklarında bu korkunun onda
birini bile izhar etmezler. Allah'tan çok sizden korkarlar. Çünkü onlar
Allah'ın ululuğunu bilmeyen ve anlamayan bir kavimdirler. Allah'ın yüceliğini
bilmiyorlar ki O'ndan hakkı ile korksunlar!
Şu Yahudilerle
münafıklar toplu olarak sizinle savaşamazlar, ancak müstahkem şehirlerde ve
kalelerde sizinle sütre gerisinden savaşabilirler.
Filistin savaşlarında da onların bu şekilde savaştıkları görülmüştür. Onların
kalpleri boştur. Gönülleri korku, zaaf, dünya sevgisi, ölümden hoşlanmama ve müs-lümanlardan kendilerine miras
olarak bırakılan korku ile doludur. Onlar her ne kadar şecaat gösterseler de bu
şecaatleri çok ka'ımadan geçip
giden zahiri bir şecaattir. Onları nitelerken Cenab-ı
Allah ne doğru buyurmuş: "Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir?'
Şairinde dediği gibi, onlar şu vasıftadırlar:
Korkak kimse bir yerde
yalnız kalınca, Tek başına vuruşma ve savaş ilan eder,
"Kendi
aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir" derken Cenab-ı
Allah ne parlak bir İfade kullanmıştır. Ama onlar başkaları İle savaştıklarında
korkağın da korkağı olurlar. Onların toplu olduklarını zannedersin, ama
aslında onların kalpleri ve yönelimleri dağınıktır. Evet Cenab-ı
Allah, Yahudilerin böyle olduklarını söylüyor. O söyleyenlerin en doğru
sözlüsüdür. Yalnız onlarla savaşan müslümanlar,
acaba onlar gibi midirler, yoksa daha mı ileridirler?! Yoksa Müslümanlar
fırkalar, ihtilaflar, kinler ve zaman mesafesinin uzaması dolayısıyla gevşeyip
Amerika ve İngiltere'nin arkasına mı sığındılar? Dinlerini, Kur'-anlannı bırakıp arkaya mı attılar? Güç ve kuvvet ancak
Allah iledir. Ey Müslümanlar şeceatli olun. Yürekli
olun, birleşin. Şu az bir grup olan Yahudi çetelerinin durumu her ne kadar
Amerika, İngiltere ve Rusya'dan yardım görseler de sizi tasalandırmasın ve siz
onların güçlerini önemsemeyin. Çünkü Cenab-ı Allah
buyuruyor: "Sen onları toplu sanırsın. Oysa onların kalpleri dağınıktır.
Böyledir, çünkü onlar, aklım kullanmayan bir topluluktur." Şu Na-dİr Oğullarından olan
Yahudilerin durumu, kendilerinden öncekilerin durumu gibidir. Onlar,
yaptıklarının vebalini ve küfürlerinin akıbetini taddılar.
Cezaları kıyamete ertelenmedi. Onlar için orada ateş azabı da vardır. Bu akıbeti,
Bedir Savaşında müşrikler, Nadir Oğullarından Önce de Kureyza
Oğulları görmüşlerdi.
Şu Nadir Oğullarına
yardım vaadinde bulunupta sonra onlara hıyanet eden
münafıkların durumu, şeytanın durumu gibidir. Çünkü o insana:
"Küfret" demiş, onu küfre teşvik etmiş; insan da Allah'ı inkâr edip
peygamberlerine asî olunca ve küfrünün akıbetine maruz kalınca şeytan, onunla
alakası olmadığını söylemiş ve ondan uzak durmuş, şöyle demiştir; Sen yalan
söylüyorsun. Riya yapıyorsun, şüphesiz ben senden uzağım. Ben alemlerin Rabbi
olan Allah'tan korkarım.
Küfür için insanı
teşvik edenle, küfreden insanın akıbeti şu oldu: Onlar Cehennem ateşinde ebedî
kalmakla cezalandırıldılar. Zalimlerin cezası İşte budur! [12]
18- Ey
inananlar! Allah'tan sakının; herkes yarma ne hazırladığına baksın; Allah'tan
sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.
19- Allah'ı
unutup da, Allah'ın dakendilerini kendilerine
unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.
20-
Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa ermiş kimseler
cennetliklerdir.
21- Ey
Muhammedi Eğer Biz Kur'anı bir dağa indirmiş
olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla baş eğerek parça parça
olduğunu görürdün. Bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.
22- O,
görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır.
O, acıyıcı olandır, acıyandır.
23- O,
kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güvenlik
veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu herşeyegeçiren,
ulu olan Allah'tır. O, acıyıcı olandır.
24- O, vareden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en
güzel adlar kendisinin olan Allah'tır.-Göklerde ve yerde olanlar O'nu teşbih
ederler. O güçlüdür, Hakim'dir. [13]
Yarmiçin, yani kıyamet giinü için.Malik,
yaratıkları ye mülkü üzerinde tam bir tasarrufta bulunan padişah. Noksanlıklardan
son derece uzak olup zat, sıfat ve fiillerinde eksiksiz olan mukaddes.
Manaların güzelliklerine delalet eden isimler.
[14]
Önceki ayetlerde
Yahudi'lerle münafıklardan söz edilerek onların dünya ve ahîretteki
akıbetleri açıklandı. Bu açıklama tamamlandıktan sonra da bu ayet-i kerimelerde
müslümanlara öğüt verilmeye başlandı. Kıyamet günü ve
ondaki haller için uyarıldılar. Asî ile itaatkârın aynı seviyede olmayacaklar:
bildirildi. Mü'minlerin nazarları Kur'an-ı
Kerim ve O'ndaki emirlerle yasaklara celbedildi.
Sonra da kutlu ve yüce Allah'ın bazı sıfatları zikredildi ki bunlar insanın
kalbine ve nefsine sahih İmanı, derin akideyi yerleştirirler.
Bu sure işte bu güzel
ifadelerle nihayete erdirildi. [15]
Ey iman edenler! Her
nerede olursanız olun, her ne işi yaparsanız yapın, Allah'tan korkun ve O'na
karşı gelmekten sakının! Her nefis, kıyamet günü için neler yaptığına bir
baksın. Yaptığı İşler konusunda nefsini hesaba çeksin. Kendisi hesaba
çekilmeden bîr nefis muhasebesi yapsın.
Bu ifadelerde, Kıyamet
günü için insana faydalı olacak işlere bakmaları hususunda mü'minlere
büyük bîr teşvik vardır. Ayrıca mü'minlerin bu işlere
çok az baktıklarına dair bir açıklama vardır. Siz Allah'ın azabından korunmaya
çalışın ve O'na karşı gelmekten sakının. Şüphesiz sizin yapmakta olduğunuz
işlerden Allah haberdardır. Ve bu yaptıklarınızdan dolayı da sizleri hesaba
çekip amelinize göre karşılık verecektir. Eğer hayır işlemişseniz hayır, şer
işlemişseniz şer göreceksiniz.
Allah'ın hukukunu
unutup O'nu hakkıyla takdir etmeyens ilahî vecîbelere
riayet etmeyen kimseler gibi olmaktan sakının. Allah'ı unutupta
bu unutmaları nedeni ile Allah'ın da kendilerine nefislerini unutturduğu ve
nefislerinin yararına salih ameller işlemeyen,
kendilerini kıyamet gününde kurtaracak iyi işler yapmayan kimseler gibi
olmayın. Allah'ı unutanlar var ya, İşte oniar Fısk-ı Fücur da pek ileri
giden, yoldan çıkmış kimselerdirler. Onlar gibi olmaktan sakının. Ve bilinki her hususta Allah'ın emrine muhalefet eden ateş
halkı ile Allah'a karşı gelmekten sakınarak ebedî Cennette yaşama nimetine mazhar olan Cennetlikler aynı olmazlar. Cennetlikler tek
başlarına fevz-ü felaha erip kurtuluşa nail olan
kimselerdirler.
Bu ifadelerde insanlar
için pek büyük bir uyan vardır. Aşın derecede gafletlerinden, ahireti ve ondaki durumları pek az düşünmelerinden ötürü
nerede ise Cennetliklerle Cehennemlikler arasında bir fark bulunmadığını zannediyorlar.
Bu, kardeşine kötülük eden kimseye, 'bu senin kardeşindir.' demek gibi bir
şeydir.
Ey iman edenler!
Bilmez misiniz ki Allah'ın sağlam ipi, üstün kelamı, şerefli Kur'an-ı sizinle beraberdir? Onunla nasıl öğütlenmezsiniz?
Onun kelamını-duyduğunuzda kalbiniz nasıl korku ile dolmaz? Oysa biliyorsunuz
ki bu Kur'an, sertlikte ve katılıkta bir sembol
haline gelen dağın üzerine indiril-seydi Allah'ın
korkusundan o dağın paramparça olduğunu görürdünüz.
' Bu, Kur'an'ın şanının yüceliğini ve ondaki öğütlerle yasakların
tesirinin kuvvetliliğinİ temsil eden ve insana
tahayyül ettiren bir ifadedir. "Bu misalleri, düşünsünler diye insanlara
veriyoruz."
Bilki Kur'an-ı indiren ve
insanlara takvalı olmalarını emreden şanı yüce olan Allah'tır. O Vacibül Vücud'dur. Varlığı,
Zâtının gereğidir. Ezelîdir. Ebedîdir. Her yerde ilim ve kudreti ile hazırdır.
Yok olmaz. Mabuddur. O'ndan başka ibadete layık ve müstehak olan yoktuj. O'ndan
başka hakkıyla mabud bir varhk
yoktur. O esirgeyen ve bağışlayandır. Dünya ve ahirette
kullarına, yaratıklarına rahmet eder. "Rahhmetim
herşeyi kaplamıştır![16]
O'ndan başka Tanrı
yoktur. Mülk ve melekûtun sahibidir. Bütün İşler
O'nun elindedir. Yaratma ve emir O'na aittir. Dilediğini üstün kılar,
dilediğini alçaltın O her işi yapmaya muktedirdir, O mutlak tasarrufa sahip
mukaddes, bütün ayıp ve noksanlıklardan münezzeh, her şeyde kâmildir. Zat,
sıfat ve ef al bakımından kendisine halel getirecek
kusurlardan salimdir. Güvenlik verendir. Kendi nefsini ve elçilerini İndirdiği
kitap İle, yarattığı mucizeler İle doğrulayandır. O münezzehtir, yücedir.
Güvenlik bağışlayandır. Dünya ve ahİrette kullarına
emniyet bahşedendir. Gözetip koruyan, yaratıklarını kontrol edendir. Mülkünü
murakabe edendir. Çünkü O'nun ilmi kapsamlı, kudreti eksiksizdir. O galiptir.
Dilediğini halkına zorla yaptırma gücüne sahip olandır. O'nun emrini
reddedecek, hükmünü aksatacak kimse yoktur. Kendi Rabhğıyla
yüksek olan mütekebbirdir. Benzeri ve dengi yoktur. Tekebbür kelimesi Allah
hakkında kullanıldığında bir medihtir. Yaratıklar
hakkında kullanıldığında kınamadır. Ebu Hüreyre, Resulullah (S.A.V.)
efendimizin Rab-binden nakl ederek kudsi bir hadis-i şerifte şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Kibirlik benim ridam, azamet ise izanındır.
Bunlardan birini elde etmek hususunda benimle çekişen kimseyi helak eder,
sonra da onu ateşe atarım," Müşriklerin O'na ortak koştukları şeylerden O
münezzeh ve yücedir! O yaratandır. Herşeyİ takdir
edendir. Bu kâinatı, kusurlardan uzak olarak icad
edendir. Kendi hikmet ve iradesine uygun olarak kâinattaki mevcudatın şekil ve
suretleri ile şereflerine delalet eden en güzel İsimler Allah'a aittir. Bu
nedenle kâinatta göklerde ve yerde mevcut olan herşey
O'nu tenzih edip teşbihte bulunurlar. O bütün olgunlukları kapsayan hikmet
sahibi ve güçlü olan zattır. İbn-i Abbas'm şöyle dediği rivayet edilir: "Allah'ın en
büyük isimleri (İsm-ı'A'zam)
Haşr Sûresinin sonundaki altı ayettedir!' Berâ' Hz. Ali'nin şöyle dediğini
rivayet eder: "Ey Berâ', Allah'a îsm-i A'zamı ile dua etmek istediğin
zaman Hadİd sûresinin başından on ayet ile Haşr sûresinin son kısmım oku. Sonra da şöyle de: Ey böyle
olan Allah! (Senden başka) böyle olan bir zat yoktur. Benim için şunu şunu yapmanı Senden diliyorum."
Bütün bunlarda önemli
olan ihlas ve ruh saafiyetidir.
Kur'an'ın tümü, özellikle .bu gibi ayetler, insanın
ruhunu lekelerden arındırır, temizler ve duasını makbul kılar. Allah bizleri Kur'an'dan yararlandırsın. Âmin. [17]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/181.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/181-182.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/182.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/182-184.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/184-185.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/185-186.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/186-187.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/187.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/187-189.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/189-191.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/191.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/191-193.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/193-194.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/194.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/194.
[16] A'râf süresi: 156.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/194-196.