HAŞR SURESİ 2

 


HAŞR SURESİ

 

Haşr suresi, Medine'de nazil olmuştur ve yirmi dört âyettir.

Bu sure-i celile, göklerde ve yerde bulunan herşeyin, Allah tealayı teşbih ettiğini beyan ederek başlıyor.

AUah tealanm, Hendek savaşı sırasında, müminlere ihanet eden Yahudi­leri, bu yaptıklarının cezası olarak yurtlarından çıkardığı açıklanıyor. Fethedilen memleketlerden alınan ganimet mallarının kimlere taksim edileceği beyan edili­yor.

Münafıkların iki yüzlülükleri, onların kalblerine müminlerin korkusunun salındığı, müstahkem kalelere çekilmiş olmalarının onlara bir fayda sağlamaya­cağı ifade buyuruluyor.

Sure-i edilenin sonunda, cennet ehli ile cehennem ehlinin eşit olmayaca­ğı, cennet ehlinin mutlaka kurtuluşa ermiş olacağı haber veriliyor ve sure "O, yaratan, yoktan var eden, yarattıklarını şekillendiren AHahtır. En güzel isimler onundur. Göklerde ve yerde bulunan herşey onu tenzih ve teşbih eder. O, herşe-ye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir." âyetiyie sona eriyor.[1]

 

Rahman ve rahim olan Allanın adıyla.

 

1- Göklerde ve yerde bulunan herşey A İlahı teşbih eder. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah teala bu.âyetti kerimede, göklerde ve yerde bulunan bütün varlık­ların, kendisini layık olmayan şeylerden arındırdıklarını ve kendisini, layık olan sıfatlarla sıfatlandırdıklarını beyan etmektedir.

Taberi, âyette geçen "Teşbih etme" ifadesini "Namaz kılmak ve secde et­mek." olarak izah etmiştir.[2]

 

2- Kitap ehlinden inkar edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa siz, onların çıkacaklarını sanmıyordunuz. Onlar da kaleleri­nin, kendilerini Allanın azabından koruyacağını sanmışlardı. Ama hiç bek­lemedikleri bir yerden AI la hin azabı onları yakalayıvcrdi. Allah onların kalblcrinc şiddetli bir korku saldı da evlerini bizzat kendi elleriyle ve mü­minlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri bundan ibret alın.

Mücahid, Katade, Zühri ve İbn-i Zeyd vb.âlimler bu âyet-i kerimede zikredilen ehl-i kitabın, Resulullaha suikast teşebbüslerinden dolayı, onun tara­fından Medine'den sürgün edilen ve gidip Hayber ve Şam'a yerleşen Nadr oğul­lan Yahudileri olduğunu söylemişlerdir.

Bu olayın şöyle cerayan ettiği rivayet edilmektedir: "Bi'r-i Maûne gazve­sinde sahabe-i kiramdan yetmiş kişi şehid edilmiş, bunlardan sadece Amr b. Ümeyye ed-Damrî kaçıp kurtulmuştur. Amr Medine'ye dönerken yolda kendi­siyle karşılaşan Âmir oğullarından iki kişiyi Öldürmüştür. Öldürülen bu iki kişi­nin, kendilerine dokunulmayacağına dair Resulullah ile bir antlaşmaları varmış. 4Amr ise bu antlaşmayı bilmiyormuş. Medine'ye gelince bu durumu Resuluilaha bildirmiş O da: "Sen bu iki kişiyi öldürdün ben onların diyetlerini mutlaka Öde­yeceğim." demiştir. Resulullah ile antlaşma yapmış olan Âmiroğullan, Nadr oğullan Yahudileriyle de daha önce antlaşma yapmışlarmış. Nadr oğulları Me­dine'nin doğusunda bir kaç mü uzakta yaşıyorlarmiş. Resulullah bunlara gide­rek, Âmiroğullarından öldürülen iki kişinin diyeti hususimde kendisine yardım­cı olmalarım istemiştir. Zira Resuluİlah ile Nadr oğullan arasında bu tür hadise­lerde birbirlerine yardım ettnek üzere bir antlaşma bulunuyormuş. Nadr oğullan Peygamberimize: "Ey Ebu Kasım, bizden istediğin yardım hususunda sana iste­diğini vereceğiz," dediler. Bu sırada Resulullah onların evlerinden birinin duva-. rının dibinde oturuyordu. Nadr oğullan bir suikast düzenleyerek birbirlerine şöyle demişlerdir: "Siz bu adamı bir daha bu şekilde bulamazsınız. Kim şu evin üzerine çıkıp ta onun üzerine taş düşürerek bizi ondan kurtanr?" Bu teklifi içle­rinden Amr b. Cehhaş b. Ka'b kabul etmiş ve "Bu işe ben varım." demişti. Resu­lullah da içlerinde Hz. Ebubekir, Ömer ve Ali'nin de bulunduğu sahabilerden bir toplulukla orada otururken Amr taşı düşünmek üzere oraya çıkmış, o sırada Re­sulullaha bu suikast planı hakkında vahiy gelmiştir. Bunun üzerine Resulullah oradan kalkıp hissetti nineden ayrılmış ve Medine'ye dönmüştür. Resulullah tek­rar duvarın dibine geri dönmeyince sahabiler onu aramaya başlamışlar ve Medi­ne'den gelen birine onu'sonnuşlar o da Resulullah, Medine'ye girerken gördüğü­nü söylemiştir. Sahabiler oradan aynlıp Medine'ye gelmişler. Resulullah onlara Yahudilerin hıyanetini bildirmiş ve bu Yahudilerle savaş yapmak için hazırlan­malarını emretmiştir. Sonra Resulullah Nadr oğullan üzerine yürümüş onlar da kalelerine sığınarak orada yaşamaya başlamışlardır. Resulullah onların hunnala-nm kesmeyi ve yakmayı emretmiştir. Nadr oğulları, bulunduklan kalelerden: "Ey Muhammed, sen yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı yasaklıyor ve bunu ayıplıyordun. Hunnalann kesilmesi ve yakılması nedir?" diye sesleniyorlardı.

Avf oğullarından Abdullah b. Übey b. Selul, Vedia b. Malik, Süveyd ve Dâis, Nadr oğullarına bir kişi göndererek: "Yerinizden aynimayın, kendinizi koruyun. Zira biz sizleri asla yalnız bırakmayız ve onlara teslim etmeyiz. Sava­şırsanız sizinle beraber savaşırız. Çıkıp giderseniz sizinle beraber gideriz." dediler. Nadr oğullan bu münafıklardan yardım beklediler fakat hiçbir yardım gö­remediler. İçlerine korku düştü. Bunun üzerine onlar Resululiaha, silahlannı bı­rakarak, develerinin taşıyabileceği kadar eşyalarını beraberlerinde alıp götürme­leri ve can güvenliklerinin sağlanması şartıyla Medine'den çıkıp gitmeyi teklif ettiler. Resuiulîah onların bu tekliflerini kabul etti. Bunun üzerine Nadr oğullan, develerinin taşıyabileceği kadar eşya alarak Medine'den ayrıldılar. Giderken ev­lerini kendi elleriyle yıkıyorlar, develerini yyükleyebilecekleriniyükleyip götü­rüyorlardı. Onların bir kısmı Hayber'e, diğer bir kısmı da Şam'a gitmiştir. Geri­de bıraktıkları gayr-i menkuller, savaşmadan elde edildiği için, Allah tealanın emriyle Resulullaha intikal etti. Resulullah bu mallan dilediği kimselere ver­mekte serbestti. Nadr oğullanndan sadece iki kişi müslüman olmuştu. Bunlar­dan biri, Resulullaha suikast yapacak olan Amr'ın amcası Yâmin b. Amr, diğeri ise Ebu Said b. Vehb idi. Bunlar müslüman oldular ve kendi mallarının başında kaldılar.

İşte bu sure-i celile, bu kabile ve bu olay hakkında nazil olmuştur.[3]

 

3- Eğer Allah onları sürüp çıkarmayı yazmamış olsaydı onlara dün­yadayken azap ederdi. Onlar için ahİrcttc cehennem azabı vardır.

Eğer Allah, levh-i mahfuzda, Nadr oğulları Yahudilerinin, Medine'den sürülüp çıkarılmalarını takdir etmemiş olsaydı onlan dünyada iken müminlerin elleriyle Öldürtür ve esir düşürürdü. Böylece daha dünyadayken onlara azabı tattınnış olurdu. Fakat Allah onların asıl azabını âhirete bıraktı ki, o da cehennem ateşidir.[4]

 

4- Bunun sebebi, Allaha ve Resulüne karşı gelmeleridir. Kim Allaha karşj gelirse, şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.

Allahın, Yahudileri böyle sürgün ettirmesi ve âhirette de cehennem aza­bına koymasının sebebi, onların, Allahın ve Resulünün emirlerine karşı gelme­leridir. Kim, Allahın emirlerine karş gelirse bilsin ki Allah, cezalandırması çetin olandır.[5]

 

5- (Ey müminler) kitap ehlinden inkar edenlerin yurtlarındaki hur­ma ağaçlarını kesmeni/ veya kökleri üzerinde dikili bırakmanız, Allahın iz-niylcdir. Ve Allahın emrinden çıkanları rezil etmesi içindir.

Ey müminler, Medine'den sürgün edilen Nadr oğullan Yahudilerinin hur­malarından kestikleriniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıklarınız, Allahın em-riyledir. Bunu yapmanızdan dolayı üzerinize bir sorumluluk yoktur. Allah bunu, emrine karşı gelen Yahudileri rezil etmek için yaptırmıştır.

Ayet-i kerimede geçen ve "Hurma ağacı" diye tercüme edilen kelimesi, İkrime, Yezid b. Ruman, Katade, Zühri ve Abdullah b. Abbas'a göre, "Acve" diye adlandırılan hurma ağaçlarının dışındaki bütün hurma ağaçlan için kullanılır.

Mücahid, Amr b. Meymun ve İbn-i Zeyd'e göre ise keli­mesi bütün humna ağaçlan için kullanılır ve Acve de buna dahildir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre Özel bir renkte bulunan hurma ağaçlandır.

Süfyan es-Sevriise ( sj ) kelimesinin, hurma ağaçlarının en gü­zeli için kulanıldığım söylemiştir. '

Yezid b. Ruman diyor ki: "Resululllah (s.a.v.) Nadr oğullarının hurma ağaçlarını kestirip yaktırınca onlar: "Ey Muhammed, sen, yeryüzünde bozgun­culuk çıkarmayı yasaklıyor ve ayıplıyordun. Şimdi sana ne oldu da hurmaları­mızı kestirip yaktırıyorsun?" demişler, bunun üzerine Allah teala bu ayet-i keri­meyi indirerek Resulullahın, bu işi Allahın izniyle yaptığını bildinniştir.

Katade ve Mücahid ise diyorlar ki: "Müslümanların bir kısmı Nadr oğulkırının hurma ağaçlarını keserken diğerleri, bu işin bir fesat çıkarma olacağım düşünerek ağaçlan kesmenin veya kesmeyip bırakmanın Alllllahın izniyle oldu­ğunu bildirmiştir.

Abdullah b. Ömer diyor ki:

"Resulullah, Nadr oğullarının "Buveyre" denen yerdeki hurmalarını kes­tirip yaktırınca Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirmiştir[6]

 

6- Allahın, Resulüne ganimet olarak verdiği, kâfirlerden geri kalan mallar için, siz ne at ne deve koşturdunuz. Fakat Allah peygamberlerini Kullarından dildiğinc galip getirir. Allah herşeye kadirdir.

Allahın peygamberine, Nadr oğullarının mallarından bıraktığı ganimetleri elde etmekte sizler yorulmadınız. Onlar için ne at koşturdunuz ne de deve. Bu itibarla bu mallar, Allahın Resulüne aittir. Allah, peygamberini, dilediğine galip getirir ve onların mallarını da ganimet olarak peygamberine bırakır, Allah her­şeye kadirdir[7].                                                                           

 

7- Allahm, (fethedilen) şehir halkından ganimet olarak peygamberi­ne verdiği mallar, Allaha, Peygambere yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlar içindir/Böylece mallar, içinizdeki zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey olmasın Peygamber size ne verdiyse onu alın. Sîze neyi yasakladıysa ondan kaçının. Allahtan korkun. Şüphesiz ki Allah, ceza­sı pek şiddetli olandır.

*Bu âyette, fethedilen şehirden, Allahm Resulüne verdiği ganimetten bahsedilmektedir. Âlimler, bu ganimetten neyin kasdedildiği hakkında çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.

Bir kısım âlimler, âyette geçen ve "Ganimet" diye tercüme edilen "Fey" kelimesinden maksadın "Cizye ve haraç" olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Malik b. Evs b. ei-Hadesan diyor ki: "Ömer b. el-Hattab (r.a.) şu âyeti okudu. "Zekat, Allahtan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekatı toplayan me­murlara, kalbleri İslama ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allah yo­lunda cihad edenlere ve yolüa kalanlara verilir. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."[8] ve dedi ki: "İşte zekat bunlar içindir. Hz. Ömer daha sonra: "Eğer Allaha ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşılaştığı o gün, kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsa­nız, bilin ki savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mut­laka Allanın, peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcula­rındır. Allah herşeye kadirdir."[9] âyetini okudu ye "Bu âyette bunların hakkını bildirmektedir." dedi. Daha sonra bu surenin sekiz, dokuz ve onuncu âyetlerini okudu ve sonra şöyle dedi: "Bu âyet-i kerime bütün müslümanlan kapsamakta­dır. Burada zikredilen ganimette payı olmayan hiçbir kimse yoktur. Yemin ol­sun ki eğer yaşayacak olursam bu ganimeti elde etmek için alnı terlemeyen ço­bana dahi, develerini sürerken payı kendisine ulaşacaktır." Ma'merde bu görüş­tedir.

Diğer bir kısım âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksa­dın, müslümanlann savaşarak fethettikleri ülkelerden elde ettikleri harp ganime­ti olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, Yezid b. Rûman'dan nakledilmiştir.

Bazı âlimler de bu ayette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müs­lümanlann at ve deve koşturarak savaş yoluyla aldıkları ganimet malları oldu­ğunu söylemişler ve bunu izah ederken de şöyle demişlerdir: "Önceleri ganimet, bu ve bundan sonraki âyetlerde zikredilen kimselere aitti. Savaşa girenlere on­dan bir pay veriliyordu. Sonra bu hüküm Enfal suresinin kırk ikinci âyetiyle neshedildi. Ganimetlerin sadece beşte birinin, burada zikredilen âyetlerde belir­tilen kimselere verileceği, geriye kalan beşte dördünün ise bizzat savaşanlara taksim edileceği bildirildi. Böylece düşmandan zorla elde edilen ganimet beş kısma ayrılır oldu. Beşte dördü bizzat savaşanlara taksim ediliyor, geriye kalan beşte biri de beş kısma taksim ediliyordu. Biri Allaha ve Resulüne, biri, Resu-lullah hayattayken mevcut olan akrabalarına, biri yetimlere, biri miskinlere, biri de yolda kalmışlara taksim ediliyordu. Resulullah (s.a.v.) vefat edince Hz. Ebu-bekir ve Hz. Ömer (r.a.) Resulullah ile akrabalarına ait olan iki payı, Allah yo­lunda, Resulullahm sadakası olarak ayırmışlardır.

Başka bir kısım âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksa­dın, müslümanlarla sulh yapan düşmanın, vermeyi taahhüt ettiği mal olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre bu âyet-i kerime bundan önceki âyette zikredilen ganimetin nasıl taksim edileceğini göstennektedir.

Taberi de diyor ki: "Bu âyette zikredilen ganimet, bundan önceki âyette zikredilen ganimetten farklı bir ganimettir. Zira bundan önceki âyette zikredilen ganimetler, Allahm, sadece peygmaberine tahsis ettiği ganimetlerdir.

Bu hususta Malik b. Evs bu Hadesan, Ömer b. el-Hattab'dan şu hadiseyi nakletmektedir. Malik b. Evs diyor ki:

"Ömer b. el-Huttab (r.a.) beni çağırmıştı. O antla içeriye kapıcısı Yerfâ girdi ve dedi ki: "Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi Vakkas içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" Ömer: "Evet içeri al." dedi. Biraz sonra Yeıfâ tekrar geldi ve: "Abbas ve Ali de içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" dedi. Ömer (r.a.) "Onlar da girsinler." dedi. Bunlar da içeri girince Abbas şöyle dedi: "Ey müminlerin em iri, benimle şunun (Ali'nin) arasında hüküm ver." Bunlar, Nadr oğullarının mallarından, Alİahın, Resulüne ganimet olarak vermiş olduğu mal hakkında kavga etmişlerdi. Ali ve Abbas birbirlerine ağır sözler söylediler. Orada bulunanlar: "Ey müminlerin em iri sen bunların arasında hüküm ver ve birbirlerinden kurtar." dediler. Hz. Ömer: "Sakin olun. Sizi, gökler ve yer izniyle ayakta duran Allah hakkı için şa­hitliğe çağırıyorum. Sizler, Rcsulullah (s.a.v.)in, bizzat kendisini kastederek: "Biz peygamberler, miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız şeyler sadaka-dır."buyurduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar da "Evet böyle söyledi." dediler. Bunun üzerine Ömer, Ali ve Abbas'a yönelerek: "Allah hakkı için söy­leyin bana, Resulullah (s.a.v.)in böyle söylediğini siz de biliyor musunuz?" de­di. Onlar da "Evet." dediler. Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Şimdi ben bu mese­leyi size anlatayım. Allah teala bu ganimette Rcsulullahı, hiçbir kimseye verme­diği bir hakka sahip kıldı. Zikri yüce olan Allah şöyle buyurdu: "Alİahın, Resu­lüne ganimet olarak verdiği (kafirlerden geri kalan) mallar için siz ne at ne de deve koşturdunuz. Fakat Allah, peygamberini, kullarından dilediğine galip geti­rir. Allah, herşeye kadirdir."[10] Evet bu ganimet sadece Resulullaha aitti. Allaha yemin olsun ki o bu malı, siz olmadan elinde bulundurmalı ye bunu sizden ayrı olarak sadece kendisi kullanmadı. Bilakis onu size verdi ve aranızda bölüştürdü. Nihayet o mallardan bunlar kaldı. Resulullah bu maldan ailesinin yıllık nafaka­sını harcıyor, geriye kalanını, Alİahın malının konduğu yere (Beytülmala) koyu­yordu. Resulullah hayatı boyunca böyle yaptı. Sonra vefat etti. Ebubekir gelince:"Ben Resulullahın Halifesiyim." dedi ve bu malı o aldı. O malı, Resulullahın kullandığı gibi kullandı." Ömer, Ali ve Abbas'a dönerek: "Sizler o zaman Ebu-bekir'in bu mal hakkında sizin söylediğiniz gibi olduğunu anlatıyordunuz. Allah biliyor ki o, bu mal hakkında doğru söylemişti. İyilikte bulunmuştu, olgun dav­ranmıştı ve hakka uymuştu. Sonra Aziz ve Celil olan Allah, Ebubekir'i vefat et­tirdi. Dedim ki: "Ben Resulullahın ve Ebubekir'in Halifesiyim. Emirliğimin ilk iki yılında bu mallar hususunda Resulullahın ve Ebubekir'in davrandığı gibi davrandım. Allah da biliyor ki benim bu mallar hakkındaki sözüm hakti. İyilikte bulundum, olgun davrandım, hakka uydum. Sonra siz ikiniz, sözünüz bir, işiniz bir olarak bana geldiniz. Önce Abbas sen geldin. Ben sana eledim ki: "Resulul­lah (s.a.v.) buyurdu ki: "Biz peygamberler miras bırakan olmayız. Bizim bırak­tığımız şeyler sadakadır." Sonra kanaatim değişti. Bu malı size vermek istedim ve dedim ki: "Dilerseniz bu malı size verebilirim. Ancak şu şartla ki, bu mal hakkında Alİahın Resulünün, Ebubekir'in ve halife olduktan sonra benim davrandığım gibi davranacağınıza dair Allaha ahd edip söz vereceksiniz. Aksi tak­dirde bu hususta bana bir şey söylemeyin. Siz bana demiştiniz ki: "Bu şartla o malı bize ver." Ben de onu size vermiştim. Şimdi sizler benden bunun dışında başka bir hüküm mü istiyorsunuz? Gökler ve yer, izniyle ayakta duran Allaha yemin olsun ki kıyamet kopuncaya kadar ben bu mal hakkindabundan başka bir hüküm vermem. Eğer siz o malı idare etmekten âciz iseniz onu bana verin, ben onu idare ederim."[11]

Bu hadis-i şerif göstermektedir ki, âyette zikredilen mal, bundan önce zikredilen maldan başka bir maldır. Zira önceki âyette zikredilen mal, sadece Resulullaha aittir. Burada zikredilen mal ise çeşitli zümrelere ait olan maldır.

Âyette zikredilen "Akrabalar"dan maksat, Resulullahın, Haşimoğulların-dan ve Muttalib oğullarından olan akrabalarıdır. "Yetimier"den maksat, müslü-manlann, yetim kalan ve mallan olmayan çocuklarıdır. "Yolda kalan"dan mak­sat, Allaha isyan etme dışında herhangi bir yolculuk için yola çıkıp ve yolda malı tükenen kimsedir.

Ayet-i kerimede "Peygamber size neyi verdiyse onu alın. Neyi de yasak-ladıysa ondan kaçının." buyurulmaktadır. Taberi âyetin bu kısmım şöyle izah et­mektedir: "Peygamber size, Allanın kendisine, fethedilen yerlerden verdiği ga­nimetlerden neyi verirse onu alın. Ganimetlerden bir şeyi saklama gibi bir şeyi de yasaklarsa ondan kaçının."

Abdullah b. Mes'ud bu âyet-i kerimeyi genel bir şekilde izah etmiş ve Re­sulullahın emrettiği herşeye bağlı kalınmasını, yasakladığı her şeyden de kaçı­nılmasını ifade ettiğini şu olayı anlatarak beyan etmiştir. Alkame diyor ki:

"Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: "Allah, vücutlara "Ben" yapan ve yaptı­ran, vücutlarından tüy alan kadınlara, güzelleştirmek için dişlerini töıpületen ve Allahın yarattığı vücudunu değiştiren kadınlara lanet eder." İbn-i Mes'ud'un bu sözü EsedoğuHarından, Ümm-i Yakup denen bir kadına ulaştı. Kadm gelip İbn-i Mes'ud'a şöyle dedi: "Bana şu ve şu şekilde olanlara lanet okuduğun haberi gel-tli." İbn-i Mes'ud: "Allahın Resulü (s.a.v.)in lanetlediği ve Allahın kitabında la­netlediği mevcut olan kimseleri niçin lanetlemiyeyim ki?" dedi. Kadın "Ben Kur1 anın iki kapağı arasını okudum. Senin söylediğini orada bulamadım." dedi. İbn-i Mes'ud, "Allaha yemin olsun ki sen onu iyi okumuş olsaydın bunu bulmuş olacaktın. Sen "... Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakla-dıysa ondan da kaçının..." âyetini okumadın mı?" dedi. Kadın: "Evet okudum." dedi. İbn-i Mes'ud "İşte Resulullah bunları yasakladı. " dedi. Kadın: "Ben senin ailenin, bunları yaptığını görüyorum." dedi. İbn-i Mes'ud: "Git de bak." dedi. Kadın gidip baktı. Aradıklarından bir şey bulamadı. İbn-i Mes'ud bunun üzerine şöyle dedi: "Eğer benim ailem öyle olsaydı, bizleri nikah birleştimıezdi."[12]

 

8- Bu ganimet mallarında, bilhassa yurtlarından ve mallarından uzaklaştrılmış, Allahın lütuf ve rızasını isteyen, Allaha ve Resulüne yardım eden fakir muhacirlerin hakkı vardır. İşte samimi olanlar onlardır.

Allahın, Resulüne ganimet olarak verdiği mallar, sadece zenginlerin elle­rinde dönüp dolaşan bir maddi varlık olmasın diye, hicret edenlerin fakirleri için de verilir. Bu fakirler, Allahın lütfunu ve rızasını kazanma, Allaha ve Resulüne yardım etme uğrunda yurtlarından çıkarıldılar. Mal ve mülklerinden uzaklaştı­rıldılar, îşte verdiği sözlerde doğru olanlar bunlardır.[13]

 

9- Daha önceden Medine'yi yurt edinip imanı kalblcrine yerleştiren­ler, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler. Onlara verilen gani­met mallarından dolayı içlerinde hiçbir çekemezlik duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin cimriliğinden korunmuş kimseler, işle onlar, kurtuluşa erenlerdir.

Âyet-i kerime, Mekke'den ve diğer yerlerden hicret ederek kendilerine gelen müslümanlan himaye eden Medineli Ensar'ı övmektedir. Ensur, gerek ga­nimet mallarının muhacirlere verilmesi hususunda gerekse kendi öz mallarından onlara vermeleri hususunda son derece cömert davranmışlar ve nefislerinin cim­riliğini yenmiş,ler, böylece Allah tealanın övgüsüne mazhar olmuşlardır.

Âyet-i kerimede, Medine'de bulunan Ensar'ın, hicret edip kendilerine ge­len miislümanlan sevdikleri ifade edilmektedir. Hicret eden sahabiler, kendileri­ne yardım eden Ensar'ın bu halini Resululhıha şöyle bildirmişlerdir:

Enes b. Malik diyor ki;

"Resulullah (s.a.v.) Medine'ye gelince diğer muhacirler onun yanına gelip şöyle dediler: "Ey Allanın Resulü, biz, gelip yanlarına yerleştiğimiz bu kavim­den, çok olan malından daha çok harcayan ve az olan malından daha güzel yar­dım eden bir kavim görmedik. Bunlar bizim masraflarımızı üstlendiler. Kolayca elde ettikleri mallara bizi ortak ettiler. Öyle ki bizler, onların, bütün sevapları tek başlarına alacaklarından korkar okluk." Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: On­lar için Allaha dua ettiğiniz ve onları övdüğünüz müddetçe bundan (Size sevap kalmayacağından) korkmayın.[14]

Âyet-i kerimede, Medineli Ensar'ın,'Mekke ve diğer yerlerden hicret eden müminlere ganimet ve zekat mallarından verilmesinden dolayı içlerinde herhangi bir burukluk hissetmedikleri beyan edilmektedir. Peygamber efendi­miz Nadr oğullan Yahudilerin! sürgün ettikten sonra kendisine kalan ganimet mali arazilerini tamamen muhacirlere taksim etmiş, Ensafdan ise sadece takır okluklarım söyleyen iki kişiye vermiştir. Bunlar da Sehl b. Huneyt ve Ebu Dücane'dir.

Âyet-i kerimede, Ensar'm şiddetli ihtiyaçlarına rağmen muhacir kardeşle­rini kendilerine tercih ettikleri beyan edilmektedir. Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

"Bir adam Resulullaha geldi ve ona "Ey Allanın Resulü, ben açlıktan bit­tim." dedi. Resulullah, hanımlarına bir adam gönderdi. Adam onlarda hiçbir yi­yecek bulamadı. Bunun üzerine "Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Allah ona rahmetini versin." buyurdu. Bunun üzerine Ensar'dan bir kışı ayağa kalktı ve "Ben misafir ederim ya Resulallah."  dedi ve adamı alıp evine götürdü. Hanımına "Bu, Resulullahın misafiridir, bundan hiçbir şey esirgeme." dedi. Hanımı: "Vallahi evde çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur." de­di. Adam: "Çocuklar akşam yemeğini istediklerinde onlan uyut gel, lambayı söndür. Bu gece karnımızı dürelim." dedi. Hanımı bunları yaptı. Sonra ev sahibi hakkında sabahleyin Resulullah şöyle buyurdu: "Allah falan adama ve falan ka­dına hayret etti. (Onları takdir etti). "İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[15]

Âyet-i kerimede, nefsinin cimriliğinden korunmuş kimselerin kurtuluşa erecekleri beyan edilmektedir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, cimri­lik hususunda şöyle uyurmaktadır:

"Zulümden kaçının. Zira zulüm kıyamet gününde onu yapan için zulumat (dehşetler) getirecektir. Siz cimrilikten kaçının. Zira sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir. Cimrilik, onların, birbirlerinin kanlarını akıtmaya ve mahremi­yetlerini çiğnemeye sürüklemiştir.[16]

Alimler, burada geçen cimriliği çeşitli şekillerde eizah etmişlerdir. Ab­dullah b. Mes'ud burada ifade edilen cimrilikten maksadın, kişinin, insanların malını haksız yere yemesi olduğunu söylemiştir.

Enes b. Malik'ten nakledilen bir rivayete göre ise, zekatını veren, misafire ikram eden, felaketler zamanında yardımda bulunan kimse cimriliği yenen kim­sedir.

İbn-i Zeyd ise, Al I ahin haram kıldığı herhangi bir şeye el uzatmayan ve Allanın emrettiği şeyleri yerine getirmeyi, cimriliği engellemeyen kimse nefsi­nin cimriliğinden kurtulmuştur.[17]

 

10- Muhacirlerden ve Ensar'dan sonra gelen müminler şöyle dua ederler "Ey rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Müminlere karşı kalbimizde bir kin bırakma. Ey rabbimiz, şüphe­siz ki sen, çok şefkatli ve merhametlisin."

Bu âyette zikredilen ve "Medine'yi kendilerine yurt edinen Ensar'dan sonra geldikleri beyan edilen insanlardan" kimlerin kasdedildiğı hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Bir kısım âlimlere göre bunlar, Medine'ye hicret eden muhacirlerdir. Bu­na göre âyetin manası şöyledir: "Medine'yi kendilerine yurt edinen ve kalbîerine imanı yerleştiren Ensar'dan sonra Medine'ye gelen muhacirler de şöyle dua ederler: "Ey rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi ba­ğışla. Müminlere karşı kalbimizde bir kın bırakma. Ey rabbimiz şüphesiz sen çok şefkatli ve çok merhametlisin."

Mücahid'e göre bu âyette zikredilen insanlardan maksat, daha sonra müs-İüman olan insanlardır. Bunların kendilerinden önce geçen müslümanlan hayır ile anacakları zikredilmiştir.

Katade'ye göre ise Allah teala, Resulullahın, muhacir ve Ensar'dan olan sahabilerini zikrettikten sonra bu âyette, onlardan sonra gelen müslümanlan zik­retmiş ve bu müslümanlann, sahabileri hayırla anmalarını emretmiş, onlan dil uzatmayı yasaklamıştır.

İbn-i Ebi Leyla diyor ki: "İnsanlar üç zümre olarak değerlendirilmişler­dir. Önce hicret eden muhacirler. Onlardan sonra gelen ve onlara güzellikle uyan tabiler, bir de tabilerden sonra gelen müslümanlardır. İşte âyette bu son gurup zikredilmektedir.[18]

 

11-12- Görmez inisin o münafıkları ki kitap ehlinden inkar eden kar­deşlerine şöyle derler: "Yemin olsun ki eğer yurdunuzdan çıkarılırsamz el­bette ki sizinle beraber biz de çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla' İtaat etmeyiz. Savaşa tutulursanız mutlaka size yardım ederiz." Allah, on­ları yalancı olduklarına şahitlik eder.

Yemin olsun ki eğer kitap ehli olanlar yurtlarından çıkarilsalar, mü­nafıklar onlarla beraber çıkmazlar. Eğer bir savaşa tutuşsalar onlara yar­dım etmezler. Yardım etseler bile mutlaka geri dönüp kaçarlar. Sonra on­lar yardım görmemiş olur.

Ey Muhammet!, münafıkların, kitap ehli olan Yahudi kardeşlerine söyle­dikleri şu sözleri işitip, kalb gözünle onların halini görmedin mi? Münafıklar şöyle demişlerdi: "Şayet sizler evlerinizden, yurdunuzdan çıkarılıp sürgün edile­cek olursanız biz de yerimizi yurdumuzu bırakıp sizinle beraber çıkıp gideriz. Sizi tek başınıza bırakmamazı isteyen hiçbir kimsenin sözüne itaat etmeyiz. Şa­yet Muhammed v& arkadaşları size karşı savaşa girişecek olurlarsa size mutlaka yardım ederiz. Ey Muhammed, Allah şahitlik eder ki Abdullah b. Übey gibi münafıklar, Nadr oğulları Yahudilerine verdikleri bu sözlerinde yalancıdırlar. Şayet Nadr oğulları yerlerinden kovulacak olurlarsa münafıklar onlarla beraber çıkmazlar. Şayet Muhammed onlara karşı savaşacak olursa münafıklar onlara yardım etmezler. Münafıklar yardım etseler bile müslümanlara karşı direnemez gerisin geri dönüp kaçarlar. Böylece Allah, Resulüne karşı Nadr oğullan Yahu­dilerine yardım etmemiş olur.

Âyet-i kerimede zikredilen "Münafıklardan maksat, Abdullah b. Übey b. Selul ve arkadaşlarıdır. "Kitap ehli"nden maksat, ise Medine'den kovulan Nadr oğullan Yahudileridir. Resulullahın bu Yahudileri kuşatması sırasında münafıklar bunlara adam göndererek yerlerinden ayrılmamalarını, müstahkem mevkilerinde kalmalarını, onları kimseye teslim etmeyeceklerini, savaşırlarsa onlarla beraber savaşacaklarını, Medine'den çıkarılırsa onlarla beraber çıkıp gi­deceklerini söylemişlerdir. Bu vaadleri bekleyen Yahudiler, münafıklardan hiç­bir destek görmemişlerdir. Allah bunların kalblerine korku salmış ve develeri­nin götürebileceği kadar mal alıp şehri terketmek istemişler Resuullah da onlara bu şanla müsaade vermiştir.[19]

 

13- Ey müminler, kâfirlerin yüreklerine oturan korkunuz, Allah kor­kusundan daha şiddetlidir, lîu da onların, hakkı anlamayan bir kavim ol­malarındandır.[20]

 

14- Onlar, si/.inlc toplu halde ancak surlarla çevrilmiş müstahkem yerlerden veya duvarların arkasından savaşabilirler. Onların kendi arala­rındaki çekişmeleri pek çetindir. Sen onları birlik beraberlik içinde sanır­sın. Halbuki onların kalblcrİ darmadağınıktır. Çünkü onlar, akıllarını kul­lanmayan bir kavimdir.

Ey müminler, Nadr oğulları Yahudilerinin sinesinde sizin korkunuz Al-lahın korkusundan daha şiddetlidir. Zira bu kavim, Allahın azametini anlama­yan bir topluluktur. Bu nedenle Allaha karşı gelmeyi hafif görür, onun azabın­dan çok, sizin onları cezalandırmanızdan korkarlar. Bu Yahudiler ve münafıklar sizinle karşı karşıya gelip savaşmaya cesaret edemezler. Bunlar ancak kalelerle tahkim edilmiş kasabalarda veya duvar arkalarından savaşabilirler. Bunların bir­birlerine karşı olan düşmanlıkları da pek beterdir. Ey Muhammed, sen, müna­fıklarla kitap ehlinin birlik ve beraberlik içinde okluklarını sanırsın. Halbuki on­ların kalbleri birbirinden nefret etmektedir. Bunun sebebi ise Yahudi ve müna­fıkların, kentlileri için faydalı olanı zararlı olanlardan ayırmayı akıl edememele­ridir. Zira bunların heva ve hevesleri birbirlerinden farklıdır.[21]

 

15- O kâfirlerin durumu, kendilerinden az önceki kâfirlerin durumu gibidir Onlar yaptıklarının cezasını tatmışlardı. Âhircttc de onlar için can yakıcı bir azap vardır.

Nadr oğullarından olan Yahudi kâfirlerin ve münafıkların, Allanın azabı­na uğramaları bakımından halleri kendilerinden önceki kâfirlerin halleri gibidir.

Âyette zikredilen "Önceki kâfirler"den maksat, İbn-i Abbas'a göre, Kay-nuka oğullan Yahudileridir. Zira bunlar, Nadr oğullarından önce sürgün edil­mişlerdir. Mücahid'e göre ise bunlar, Bedir'de mağlup olan Kureyş müşrikleri­dir.

Taberi âyet-i kerimenin genel ifadesinin, zikredilen bu iki gurup kâfiri kapsadığı gibi bunların dışında olan ve Resulullaha, Nadr oğullarından önce karşı gelen bütün kâfirleri kapsadığını söylemiştir.

Evet, Nadr oğullarının ve münafıkların durumu, kendilerinden önce gelen bütün kâfirlerin durumu gibi olacaktır. O kâfirler nasıl ki yaptıklarının cezasını gönnüşlerse bunlar da yaptıklarının cezasını görecekler, âhirette de kendileri için can yakıcı bir azap olacaktır.[22]

 

16- Yine onların durumu, insana "İnkar et." deyip insan da inkar edince "Ben senden uzağım, âlemlerin rabbİ olan Allahtan korkarım diyen şeytanın durumu gibidir.

Nadr oğulları Yahudilerine: "Yemin olsun ki eğer yurdunuzdan çıkarılır-sanız elbette ki sizinle beraber biz de çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla itaat etmeyiz. Savaşa tutulursanız mutlaka size yardım ederiz." diyen sonra da sözlerinden dönen münafıkların durumu ve bu münafıkların yardım vaadleri-ne aldanarak gururlanan Nadr oğullarının durumu, şeytanın vesveselerine alda-nan sonra da ondan hiçbir yardım göremeyen günahkar insanın durumuna ben­zer. Zira şeytan insana "İnkar et" der. İnsan inkar edince de âhirette ona "Ben senden beriyim. Zira ben, âlemlerin rabbi olan Allahtan korkarım." der.

Âyette zikredilen "İnsan" Mücahid'e göre, bütün insanlardır. Bununla, şeyta­nın aldatmalarına kanan ve inkara düşaı herhangi bir insan misal verilmiştir.

Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Tavus ve Mukatil'deıı nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyette zikredilen insandan maksat, Israilo-»ullanndan bir rahiptir. Bu rahip şeytana aldanarak fuhuş işlemiş sonra da zina ettiği kadının gebeliği ile bu çirkin işinin ortaya çıkmasından korkarak kadını öldürmüştür. Kadının akrabaları da onu öldürmeye kalkışınca şeytan kendisine görünmüş ve kendisine secde etmesi halinde onu kurtaracağını vaadetmiştır. Rahip ona secde ettikten sonra da kadının akrabaları onu öldürmek için yakala­yınca bu defa da "Ben senden beriyim.Çünkü ben, âlemlerin rabbi olan Allahtan korkanın." demiştir.[23]

 

17- Nihayet her ikisinin âkibeti de ebedi olarak içinde kalacakları ateşe girmektir. Zalimlerin cezası işte budur.

Şeytanın da, ona itaat ederek inkara düşen insanın da akıbetleri, devamlı olarak cehennemde kalmaktır. Nadr oğulları Yahudilerinin ve münafıkların ce­zası da budur. Zira her zalimin cezası böyledir.[24]

 

18- Ey iman edenler, Allahtan korkun. Herkes yarın ne hazırlayıp gönderdiğine bir baksın. Allahtan korkun. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınız­dan haberdardır.

Ey, Allahı birleyen ve peygmaberini tasdik eden müminler, Allanın emir­lerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Herkes kıyamet günü için nasıl ameller hazırladığına bir baksın. Allanın emirlerini yerine getirip yasakla­rından kaçınarak ondan sakının. Zira Allah, işlediğiniz amellerden haberdardır. Sizi amellerinize göre cezalandıracak veya mükafaatlandıracaktır.

Bu âyet-i kerimenin izahında,Cerir b. Abdullah diyor ki:

"Bir gün öğlenden önce biz Resulullahın yanında bulunuyorduk. O sırada Resulullahın yanına yalınayak, çıplak, ortası yarık cübbelerini başlarına geçir­miş, kılıçlarını kuşanmış bir gurup geldi. Bunların hepsi Mudar kabilesindendi. Resulullahın yüzündeki ifade onlarda gördüğü fakirlikten dolayı değişti. İçeri girip dışarı çıktı. Sonra Bilal'e emretti. Bilal ezan okudu kamet getirdi. Resulul-lah namazı kıldırdı. Sonra bir hutbe irad ederek şu âyetleri okudu: "Ey insanlar, sizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden de bir çok er­kek ve kadın türetip yeryüzüne yayan rabbinizden korkun. Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz AHahtan ve akrabalık bağlarını ko­parmaktan sakının. Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde devamlı gözetleyicidir."[25] "Ey iman edenler, AHahtan korkun. Herkes yarına ne hazırlayıp gönderdiği­ne bir baksın. AHahtan korkun şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." Bunun üzerine insanlar, dinarından, dirheminden, elbisesinden, buğdayından, bir humıanın yarısı kadar da olsa hurmasından sadaka verdiler. Ensar'dan bir ki­şi de eliyle zorla taşıyabildiği, hatta taşımakta âciz kaldığı bir para kesesi getir­di. İnsanlar onu takibettiler. Öyle ki ben, yiyecek ve elbiselerden iki yığın gör-llüm. Resulullah (s.a.v.)in yüzünün de altın yaldızlı gümüş gibi parladığını gör­düm. Sonra Resulullah şöyle buyurdu: "Kim İslamda güzel bir çığır açarsa ona hem o işi yapmanın mükafaatı hem de kendisinden sonra o işi yapanların müka-faatı vardır. Bundan dolayı kimsenin mükafaatı da eksilmez.

Kim de İslamda kötü bir çığır açacak olursa ona hem o işi yapmanın gü­nahı hem de kendisinden sonra o işi yapanların günahı vardır. Bu, onların gü­nahlarından hiçbir şeyi eksiltmeyecektir."[26]

 

19- Allanın unutan, Allanın da kendilerini, kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte doğru yoldan çıkanlar bunlardır.

Ey iman edenler, Alla.hın farz kıldığı emirleri yerine getirmeyerek onlan unutan kimselerden olmayın. Allah böyle insanlara hayırdan nasip almalarını unutturmuştur. İşte.bunlar, Allahın itaatinden ayrılıp isyana düşen kimselerdir.[27]

 

20- Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa erenler sa­dece cennetliklerdir.

Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Yoksa kötülükleri işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde tam eşit olarak, iman edip salih amel iş­leyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanırlar? Ne kotu hüküm veriyorlar."[28] "Yoksa biz, iman edip salih amel işleyenleri, yeryüzünde bozgunculuk çıka­ranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allahtan hakkıyla korkanları günahkarlar gibi mi tutacağız?"[29]

 

21- Eğer biz, bu Kur'nnı bir dağa indirseydik, Allanın korkusundan o dağın huşu ile boyun eğdiğini ve parça parça olduğunu görürdün. Biz, bu musallcri İnsanlara, düşünmeleri için veriyoruz.

Ey Muhammed, eğer biz bu Kur'anı bir dağa indirecek olsaydık Kur'anin emir ve yasaklarını yerine getirememe korkusundan o dağın boyun eğdiğini, hatta parça parça olduğunu görürdün. Kur'an, Âdemoğluna indirildi. O ise Kur'ani hafife alır, ondaki emir ve öğütlerden yüz çevirir oldu. İşte biz, insanla­ra, hissetme duygusuna sahip olmayan dağların, Allanın emirlerine nasil boyun eğdiklerini misal veririz ki düşünsünler ve hakka boyun eğsinler.[30]

 

22- O, kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan, görülmeyeni de, gö­rüleni de bilen Allahtır. O, esirgeyen ve bağışlayandır.[31]

 

23-  O, kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan, hükümran, noksan sıfatlardan uzak, selamete erdiren, emniyete kavuşturan, gözetip koruyan, her şeye galip olan, istediğini zorla yaptıran, her şeyden yüce olan Allahtır. Allah müşriklerin ortak koştuklarından münezzehtir.[32]

 

24- O, yaratan, yoktan var eden, yarattıklarını şekillendiren Allahtır. En güzel isimler onundur. Göklerde ve yerde olan herşey onu tenzih ve tes-bih eder. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ma'kiI b. Yesar diyor ki:

"Resulullah bu âyetlerin fazileti hakkında şöyle buyurdu: "Kim sabahla­dığında üç kere: "Ben, kovulmuş olan şeytanın şerrinden, herşeyi işiten ve bilen Allaha sığını­rım." der de Haşr suresinin son üç âyetini okuyacak olursa Allah ona yetmiş bin meleği vekil kılar. Akşam oluncaya kadar o melekler onun için af dilerler. Şayet o gün ölürse şehit olarak Ölmüş olur. Kim akşamleyin bunu söyler ve bunları okursa bu dereceye ulaşmış olur."[33] Âyet-i kerimede, en güzel isimlerin Allaha ait olduğu zikredilmektedir. Bu isimler, A'raf suresinin yüz sekseninci âyetinde zikredilmiştir.

 

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/223.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/225.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/225-227.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/227.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/228.

[6] Buhari, K.Tefsiri el- Kur’an,Sure:59,bab:2/ Tirmizi,K.Tefsir el-Kur’an,Sure:59, bab: 1,Hadis no:3302

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/228-229.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/229.

[8] Tevbe Suresi, 9/60

[9] Enfal Suresi, 8/41

[10] Haşr  Suresi, 59/6

[11] Buhari, K.el-Megnzi, bab: 14

[12] Buharı, K.Tcfsir el-KurP:ın, Sure: 59, bab: 4

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/230-234.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/235.

[14] Tirmizî, K.el-Kıyame, bah: 44, Hadis no: 24S7 / Ahıncd b. Ilanbel, Müsncd, C.3, S.200

[15] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 59, bab: 6

[16] Müslim, K.el-Birr, bab: 56, Hadis no: 2578/Ahmed b. Hanbel, Müsned,C2, S.160,191

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/236-238.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/239.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/240.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/241.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/241.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/242.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/242-243.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/243.

[25] Nosn Suresi, 4/1

[26] Müslim, K.ez-Zekâl, b;ıh: 69, Ihı.Iis no: 1017 / Ncsci, K.ez-Zekat, hab: 64 / Aiımetİ h. Hantal, Müsııctl, C.4,

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/243-244

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/245.

[28] Casiye Suresi, 45/21 13- Sâd Suresi, 38/28

[29] Sad Suresi, 38/28

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/245.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/245-246.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/246.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/246.

[33] Tirmizî, K.Patlail el-Kuran, bab: 22, Hadis no: 2922 / Ahıııcd b. Ilanhel, Müsııed, c.5, S.26

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/246-247.