Haşr suresi, Medine'de
nazil olmuştur ve yirmi dört âyettir.
Bu sure-i celile,
göklerde ve yerde bulunan herşeyin, Allah tealayı teşbih ettiğini beyan ederek
başlıyor.
AUah tealanm, Hendek
savaşı sırasında, müminlere ihanet eden Yahudileri, bu yaptıklarının cezası
olarak yurtlarından çıkardığı açıklanıyor. Fethedilen memleketlerden alınan
ganimet mallarının kimlere taksim edileceği beyan ediliyor.
Münafıkların iki
yüzlülükleri, onların kalblerine müminlerin korkusunun salındığı, müstahkem
kalelere çekilmiş olmalarının onlara bir fayda sağlamayacağı ifade
buyuruluyor.
Sure-i edilenin
sonunda, cennet ehli ile cehennem ehlinin eşit olmayacağı, cennet ehlinin
mutlaka kurtuluşa ermiş olacağı haber veriliyor ve sure "O, yaratan,
yoktan var eden, yarattıklarını şekillendiren AHahtır. En güzel isimler
onundur. Göklerde ve yerde bulunan herşey onu tenzih ve teşbih eder. O,
herşe-ye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir." âyetiyie sona eriyor.[1]
Rahman ve rahim olan
Allanın adıyla.
1- Göklerde
ve yerde bulunan herşey A İlahı teşbih eder. O, herşeye galiptir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
Allah teala bu.âyetti
kerimede, göklerde ve yerde bulunan bütün varlıkların, kendisini layık olmayan
şeylerden arındırdıklarını ve kendisini, layık olan sıfatlarla
sıfatlandırdıklarını beyan etmektedir.
Taberi, âyette geçen
"Teşbih etme" ifadesini "Namaz kılmak ve secde etmek."
olarak izah etmiştir.[2]
2- Kitap
ehlinden inkar edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa siz,
onların çıkacaklarını sanmıyordunuz. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allanın
azabından koruyacağını sanmışlardı. Ama hiç beklemedikleri bir yerden AI la
hin azabı onları yakalayıvcrdi. Allah onların kalblcrinc şiddetli bir korku
saldı da evlerini bizzat kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle yıkıyorlardı.
Ey basiret sahipleri bundan ibret alın.
Mücahid, Katade, Zühri
ve İbn-i Zeyd vb.âlimler bu âyet-i kerimede zikredilen ehl-i kitabın,
Resulullaha suikast teşebbüslerinden dolayı, onun tarafından Medine'den sürgün
edilen ve gidip Hayber ve Şam'a yerleşen Nadr oğullan Yahudileri olduğunu
söylemişlerdir.
Bu olayın şöyle
cerayan ettiği rivayet edilmektedir: "Bi'r-i Maûne gazvesinde sahabe-i
kiramdan yetmiş kişi şehid edilmiş, bunlardan sadece Amr b. Ümeyye ed-Damrî
kaçıp kurtulmuştur. Amr Medine'ye dönerken yolda kendisiyle karşılaşan Âmir
oğullarından iki kişiyi Öldürmüştür. Öldürülen bu iki kişinin, kendilerine
dokunulmayacağına dair Resulullah ile bir antlaşmaları varmış. 4Amr ise bu
antlaşmayı bilmiyormuş. Medine'ye gelince bu durumu Resuluilaha bildirmiş O da:
"Sen bu iki kişiyi öldürdün ben onların diyetlerini mutlaka Ödeyeceğim."
demiştir. Resulullah ile antlaşma yapmış olan Âmiroğullan, Nadr oğullan
Yahudileriyle de daha önce antlaşma yapmışlarmış. Nadr oğulları Medine'nin
doğusunda bir kaç mü uzakta yaşıyorlarmiş. Resulullah bunlara giderek,
Âmiroğullarından öldürülen iki kişinin diyeti hususimde kendisine yardımcı
olmalarım istemiştir. Zira Resuluİlah ile Nadr oğullan arasında bu tür hadiselerde
birbirlerine yardım ettnek üzere bir antlaşma bulunuyormuş. Nadr oğullan
Peygamberimize: "Ey Ebu Kasım, bizden istediğin yardım hususunda sana istediğini
vereceğiz," dediler. Bu sırada Resulullah onların evlerinden birinin
duva-. rının dibinde oturuyordu. Nadr oğullan bir suikast düzenleyerek
birbirlerine şöyle demişlerdir: "Siz bu adamı bir daha bu şekilde
bulamazsınız. Kim şu evin üzerine çıkıp ta onun üzerine taş düşürerek bizi ondan
kurtanr?" Bu teklifi içlerinden Amr b. Cehhaş b. Ka'b kabul etmiş ve
"Bu işe ben varım." demişti. Resulullah da içlerinde Hz. Ebubekir,
Ömer ve Ali'nin de bulunduğu sahabilerden bir toplulukla orada otururken Amr
taşı düşünmek üzere oraya çıkmış, o sırada Resulullaha bu suikast planı
hakkında vahiy gelmiştir. Bunun üzerine Resulullah oradan kalkıp hissetti
nineden ayrılmış ve Medine'ye dönmüştür. Resulullah tekrar duvarın dibine geri
dönmeyince sahabiler onu aramaya başlamışlar ve Medine'den gelen birine
onu'sonnuşlar o da Resulullah, Medine'ye girerken gördüğünü söylemiştir.
Sahabiler oradan aynlıp Medine'ye gelmişler. Resulullah onlara Yahudilerin
hıyanetini bildirmiş ve bu Yahudilerle savaş yapmak için hazırlanmalarını
emretmiştir. Sonra Resulullah Nadr oğullan üzerine yürümüş onlar da kalelerine
sığınarak orada yaşamaya başlamışlardır. Resulullah onların hunnala-nm kesmeyi
ve yakmayı emretmiştir. Nadr oğulları, bulunduklan kalelerden: "Ey
Muhammed, sen yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı yasaklıyor ve bunu ayıplıyordun.
Hunnalann kesilmesi ve yakılması nedir?" diye sesleniyorlardı.
Avf oğullarından
Abdullah b. Übey b. Selul, Vedia b. Malik, Süveyd ve Dâis, Nadr oğullarına bir
kişi göndererek: "Yerinizden aynimayın, kendinizi koruyun. Zira biz sizleri
asla yalnız bırakmayız ve onlara teslim etmeyiz. Savaşırsanız sizinle beraber
savaşırız. Çıkıp giderseniz sizinle beraber gideriz." dediler. Nadr
oğullan bu münafıklardan yardım beklediler fakat hiçbir yardım göremediler.
İçlerine korku düştü. Bunun üzerine onlar Resululiaha, silahlannı bırakarak,
develerinin taşıyabileceği kadar eşyalarını beraberlerinde alıp götürmeleri ve
can güvenliklerinin sağlanması şartıyla Medine'den çıkıp gitmeyi teklif
ettiler. Resuiulîah onların bu tekliflerini kabul etti. Bunun üzerine Nadr
oğullan, develerinin taşıyabileceği kadar eşya alarak Medine'den ayrıldılar.
Giderken evlerini kendi elleriyle yıkıyorlar, develerini
yyükleyebilecekleriniyükleyip götürüyorlardı. Onların bir kısmı Hayber'e,
diğer bir kısmı da Şam'a gitmiştir. Geride bıraktıkları gayr-i menkuller,
savaşmadan elde edildiği için, Allah tealanın emriyle Resulullaha intikal etti.
Resulullah bu mallan dilediği kimselere vermekte serbestti. Nadr oğullanndan
sadece iki kişi müslüman olmuştu. Bunlardan biri, Resulullaha suikast yapacak
olan Amr'ın amcası Yâmin b. Amr, diğeri ise Ebu Said b. Vehb idi. Bunlar
müslüman oldular ve kendi mallarının başında kaldılar.
İşte bu sure-i celile,
bu kabile ve bu olay hakkında nazil olmuştur.[3]
3- Eğer
Allah onları sürüp çıkarmayı yazmamış olsaydı onlara dünyadayken azap ederdi.
Onlar için ahİrcttc cehennem azabı vardır.
Eğer Allah, levh-i
mahfuzda, Nadr oğulları Yahudilerinin, Medine'den sürülüp çıkarılmalarını
takdir etmemiş olsaydı onlan dünyada iken müminlerin elleriyle Öldürtür ve esir
düşürürdü. Böylece daha dünyadayken onlara azabı tattınnış olurdu. Fakat Allah
onların asıl azabını âhirete bıraktı ki, o da cehennem ateşidir.[4]
4- Bunun
sebebi, Allaha ve Resulüne karşı gelmeleridir. Kim Allaha karşj gelirse,
şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.
Allahın, Yahudileri
böyle sürgün ettirmesi ve âhirette de cehennem azabına koymasının sebebi,
onların, Allahın ve Resulünün emirlerine karşı gelmeleridir. Kim, Allahın
emirlerine karş gelirse bilsin ki Allah, cezalandırması çetin olandır.[5]
5- (Ey
müminler) kitap ehlinden inkar edenlerin yurtlarındaki hurma ağaçlarını
kesmeni/ veya kökleri üzerinde dikili bırakmanız, Allahın iz-niylcdir. Ve
Allahın emrinden çıkanları rezil etmesi içindir.
Ey müminler,
Medine'den sürgün edilen Nadr oğullan Yahudilerinin hurmalarından
kestikleriniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıklarınız, Allahın
em-riyledir. Bunu yapmanızdan dolayı üzerinize bir sorumluluk yoktur. Allah
bunu, emrine karşı gelen Yahudileri rezil etmek için yaptırmıştır.
Ayet-i kerimede geçen
ve "Hurma ağacı" diye tercüme edilen kelimesi, İkrime, Yezid b.
Ruman, Katade, Zühri ve Abdullah b. Abbas'a göre, "Acve" diye
adlandırılan hurma ağaçlarının dışındaki bütün hurma ağaçlan için kullanılır.
Mücahid, Amr b. Meymun
ve İbn-i Zeyd'e göre ise kelimesi bütün humna ağaçlan için kullanılır ve Acve
de buna dahildir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre Özel bir renkte bulunan hurma ağaçlandır.
Süfyan es-Sevriise (
sj ) kelimesinin, hurma ağaçlarının en güzeli için kulanıldığım söylemiştir. '
Yezid b. Ruman diyor
ki: "Resululllah (s.a.v.) Nadr oğullarının hurma ağaçlarını kestirip
yaktırınca onlar: "Ey Muhammed, sen, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı
yasaklıyor ve ayıplıyordun. Şimdi sana ne oldu da hurmalarımızı kestirip
yaktırıyorsun?" demişler, bunun üzerine Allah teala bu ayet-i kerimeyi
indirerek Resulullahın, bu işi Allahın izniyle yaptığını bildinniştir.
Katade ve Mücahid ise
diyorlar ki: "Müslümanların bir kısmı Nadr oğulkırının hurma ağaçlarını
keserken diğerleri, bu işin bir fesat çıkarma olacağım düşünerek ağaçlan
kesmenin veya kesmeyip bırakmanın Alllllahın izniyle olduğunu bildirmiştir.
Abdullah b. Ömer diyor
ki:
"Resulullah, Nadr
oğullarının "Buveyre" denen yerdeki hurmalarını kestirip yaktırınca
Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirmiştir[6]
6- Allahın,
Resulüne ganimet olarak verdiği, kâfirlerden geri kalan mallar için, siz ne at
ne deve koşturdunuz. Fakat Allah peygamberlerini Kullarından dildiğinc galip
getirir. Allah herşeye kadirdir.
Allahın peygamberine,
Nadr oğullarının mallarından bıraktığı ganimetleri elde etmekte sizler
yorulmadınız. Onlar için ne at koşturdunuz ne de deve. Bu itibarla bu mallar,
Allahın Resulüne aittir. Allah, peygamberini, dilediğine galip getirir ve
onların mallarını da ganimet olarak peygamberine bırakır, Allah herşeye
kadirdir[7].
7- Allahm,
(fethedilen) şehir halkından ganimet olarak peygamberine verdiği mallar,
Allaha, Peygambere yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlar
içindir/Böylece mallar, içinizdeki zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey
olmasın Peygamber size ne verdiyse onu alın. Sîze neyi yasakladıysa ondan
kaçının. Allahtan korkun. Şüphesiz ki Allah, cezası pek şiddetli olandır.
*Bu âyette, fethedilen
şehirden, Allahm Resulüne verdiği ganimetten bahsedilmektedir. Âlimler, bu
ganimetten neyin kasdedildiği hakkında çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.
Bir kısım âlimler,
âyette geçen ve "Ganimet" diye tercüme edilen "Fey"
kelimesinden maksadın "Cizye ve haraç" olduğunu söylemişlerdir. Bu
hususta Malik b. Evs b. ei-Hadesan diyor ki: "Ömer b. el-Hattab (r.a.) şu
âyeti okudu. "Zekat, Allahtan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara,
zekatı toplayan memurlara, kalbleri İslama ısındırılmak istenenlere, kölelere,
borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolüa kalanlara verilir. Şüphesiz
Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."[8] ve
dedi ki: "İşte zekat bunlar içindir. Hz. Ömer daha sonra: "Eğer Allaha
ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşılaştığı o gün, kulumuz
Muhammed'e indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız, bilin ki savaştan ganimet
olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allanın, peygamberin
ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah herşeye
kadirdir."[9] âyetini okudu ye "Bu
âyette bunların hakkını bildirmektedir." dedi. Daha sonra bu surenin
sekiz, dokuz ve onuncu âyetlerini okudu ve sonra şöyle dedi: "Bu âyet-i
kerime bütün müslümanlan kapsamaktadır. Burada zikredilen ganimette payı
olmayan hiçbir kimse yoktur. Yemin olsun ki eğer yaşayacak olursam bu ganimeti
elde etmek için alnı terlemeyen çobana dahi, develerini sürerken payı
kendisine ulaşacaktır." Ma'merde bu görüştedir.
Diğer bir kısım
âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın,
müslümanlann savaşarak fethettikleri ülkelerden elde ettikleri harp ganimeti
olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, Yezid b. Rûman'dan nakledilmiştir.
Bazı âlimler de bu
ayette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müslümanlann at ve
deve koşturarak savaş yoluyla aldıkları ganimet malları olduğunu söylemişler
ve bunu izah ederken de şöyle demişlerdir: "Önceleri ganimet, bu ve bundan
sonraki âyetlerde zikredilen kimselere aitti. Savaşa girenlere ondan bir pay
veriliyordu. Sonra bu hüküm Enfal suresinin kırk ikinci âyetiyle neshedildi.
Ganimetlerin sadece beşte birinin, burada zikredilen âyetlerde belirtilen
kimselere verileceği, geriye kalan beşte dördünün ise bizzat savaşanlara taksim
edileceği bildirildi. Böylece düşmandan zorla elde edilen ganimet beş kısma
ayrılır oldu. Beşte dördü bizzat savaşanlara taksim ediliyor, geriye kalan
beşte biri de beş kısma taksim ediliyordu. Biri Allaha ve Resulüne, biri,
Resu-lullah hayattayken mevcut olan akrabalarına, biri yetimlere, biri
miskinlere, biri de yolda kalmışlara taksim ediliyordu. Resulullah (s.a.v.)
vefat edince Hz. Ebu-bekir ve Hz. Ömer (r.a.) Resulullah ile akrabalarına ait
olan iki payı, Allah yolunda, Resulullahm sadakası olarak ayırmışlardır.
Başka bir kısım
âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın,
müslümanlarla sulh yapan düşmanın, vermeyi taahhüt ettiği mal olduğunu
söylemişlerdir. Bunlara göre bu âyet-i kerime bundan önceki âyette zikredilen
ganimetin nasıl taksim edileceğini göstennektedir.
Taberi de diyor ki:
"Bu âyette zikredilen ganimet, bundan önceki âyette zikredilen ganimetten
farklı bir ganimettir. Zira bundan önceki âyette zikredilen ganimetler, Allahm,
sadece peygmaberine tahsis ettiği ganimetlerdir.
Bu hususta Malik b.
Evs bu Hadesan, Ömer b. el-Hattab'dan şu hadiseyi nakletmektedir. Malik b. Evs
diyor ki:
"Ömer b.
el-Huttab (r.a.) beni çağırmıştı. O antla içeriye kapıcısı Yerfâ girdi ve dedi
ki: "Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi
Vakkas içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" Ömer: "Evet
içeri al." dedi. Biraz sonra Yeıfâ tekrar geldi ve: "Abbas ve Ali de
içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" dedi. Ömer (r.a.)
"Onlar da girsinler." dedi. Bunlar da içeri girince Abbas şöyle dedi:
"Ey müminlerin em iri, benimle şunun (Ali'nin) arasında hüküm ver."
Bunlar, Nadr oğullarının mallarından, Alİahın, Resulüne ganimet olarak vermiş
olduğu mal hakkında kavga etmişlerdi. Ali ve Abbas birbirlerine ağır sözler söylediler.
Orada bulunanlar: "Ey müminlerin em iri sen bunların arasında hüküm ver ve
birbirlerinden kurtar." dediler. Hz. Ömer: "Sakin olun. Sizi, gökler
ve yer izniyle ayakta duran Allah hakkı için şahitliğe çağırıyorum. Sizler,
Rcsulullah (s.a.v.)in, bizzat kendisini kastederek: "Biz peygamberler,
miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız şeyler sadaka-dır."buyurduğunu
biliyor musunuz? diye sordu. Onlar da "Evet böyle söyledi." dediler.
Bunun üzerine Ömer, Ali ve Abbas'a yönelerek: "Allah hakkı için söyleyin
bana, Resulullah (s.a.v.)in böyle söylediğini siz de biliyor musunuz?" dedi.
Onlar da "Evet." dediler. Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Şimdi ben
bu meseleyi size anlatayım. Allah teala bu ganimette Rcsulullahı, hiçbir
kimseye vermediği bir hakka sahip kıldı. Zikri yüce olan Allah şöyle buyurdu:
"Alİahın, Resulüne ganimet olarak verdiği (kafirlerden geri kalan) mallar
için siz ne at ne de deve koşturdunuz. Fakat Allah, peygamberini, kullarından
dilediğine galip getirir. Allah, herşeye kadirdir."[10] Evet
bu ganimet sadece Resulullaha aitti. Allaha yemin olsun ki o bu malı, siz
olmadan elinde bulundurmalı ye bunu sizden ayrı olarak sadece kendisi
kullanmadı. Bilakis onu size verdi ve aranızda bölüştürdü. Nihayet o mallardan
bunlar kaldı. Resulullah bu maldan ailesinin yıllık nafakasını harcıyor,
geriye kalanını, Alİahın malının konduğu yere (Beytülmala) koyuyordu.
Resulullah hayatı boyunca böyle yaptı. Sonra vefat etti. Ebubekir gelince:"Ben
Resulullahın Halifesiyim." dedi ve bu malı o aldı. O malı, Resulullahın kullandığı
gibi kullandı." Ömer, Ali ve Abbas'a dönerek: "Sizler o zaman
Ebu-bekir'in bu mal hakkında sizin söylediğiniz gibi olduğunu anlatıyordunuz.
Allah biliyor ki o, bu mal hakkında doğru söylemişti. İyilikte bulunmuştu,
olgun davranmıştı ve hakka uymuştu. Sonra Aziz ve Celil olan Allah, Ebubekir'i
vefat ettirdi. Dedim ki: "Ben Resulullahın ve Ebubekir'in Halifesiyim.
Emirliğimin ilk iki yılında bu mallar hususunda Resulullahın ve Ebubekir'in
davrandığı gibi davrandım. Allah da biliyor ki benim bu mallar hakkındaki sözüm
hakti. İyilikte bulundum, olgun davrandım, hakka uydum. Sonra siz ikiniz,
sözünüz bir, işiniz bir olarak bana geldiniz. Önce Abbas sen geldin. Ben sana
eledim ki: "Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Biz peygamberler miras
bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız şeyler sadakadır." Sonra kanaatim
değişti. Bu malı size vermek istedim ve dedim ki: "Dilerseniz bu malı size
verebilirim. Ancak şu şartla ki, bu mal hakkında Alİahın Resulünün, Ebubekir'in
ve halife olduktan sonra benim davrandığım gibi davranacağınıza dair Allaha ahd
edip söz vereceksiniz. Aksi takdirde bu hususta bana bir şey söylemeyin. Siz
bana demiştiniz ki: "Bu şartla o malı bize ver." Ben de onu size
vermiştim. Şimdi sizler benden bunun dışında başka bir hüküm mü istiyorsunuz?
Gökler ve yer, izniyle ayakta duran Allaha yemin olsun ki kıyamet kopuncaya
kadar ben bu mal hakkindabundan başka bir hüküm vermem. Eğer siz o malı idare
etmekten âciz iseniz onu bana verin, ben onu idare ederim."[11]
Bu hadis-i şerif
göstermektedir ki, âyette zikredilen mal, bundan önce zikredilen maldan başka
bir maldır. Zira önceki âyette zikredilen mal, sadece Resulullaha aittir.
Burada zikredilen mal ise çeşitli zümrelere ait olan maldır.
Âyette zikredilen
"Akrabalar"dan maksat, Resulullahın, Haşimoğulların-dan ve Muttalib
oğullarından olan akrabalarıdır. "Yetimier"den maksat, müslü-manlann,
yetim kalan ve mallan olmayan çocuklarıdır. "Yolda kalan"dan maksat,
Allaha isyan etme dışında herhangi bir yolculuk için yola çıkıp ve yolda malı
tükenen kimsedir.
Ayet-i kerimede
"Peygamber size neyi verdiyse onu alın. Neyi de yasak-ladıysa ondan
kaçının." buyurulmaktadır. Taberi âyetin bu kısmım şöyle izah etmektedir:
"Peygamber size, Allanın kendisine, fethedilen yerlerden verdiği ganimetlerden
neyi verirse onu alın. Ganimetlerden bir şeyi saklama gibi bir şeyi de
yasaklarsa ondan kaçının."
Abdullah b. Mes'ud bu
âyet-i kerimeyi genel bir şekilde izah etmiş ve Resulullahın emrettiği herşeye
bağlı kalınmasını, yasakladığı her şeyden de kaçınılmasını ifade ettiğini şu
olayı anlatarak beyan etmiştir. Alkame diyor ki:
"Abdullah b.
Mes'ud şöyle dedi: "Allah, vücutlara "Ben" yapan ve yaptıran,
vücutlarından tüy alan kadınlara, güzelleştirmek için dişlerini töıpületen ve
Allahın yarattığı vücudunu değiştiren kadınlara lanet eder." İbn-i
Mes'ud'un bu sözü EsedoğuHarından, Ümm-i Yakup denen bir kadına ulaştı. Kadm
gelip İbn-i Mes'ud'a şöyle dedi: "Bana şu ve şu şekilde olanlara lanet
okuduğun haberi gel-tli." İbn-i Mes'ud: "Allahın Resulü (s.a.v.)in lanetlediği
ve Allahın kitabında lanetlediği mevcut olan kimseleri niçin lanetlemiyeyim
ki?" dedi. Kadın "Ben Kur1 anın iki kapağı arasını okudum. Senin
söylediğini orada bulamadım." dedi. İbn-i Mes'ud, "Allaha yemin olsun
ki sen onu iyi okumuş olsaydın bunu bulmuş olacaktın. Sen "... Peygamber
size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakla-dıysa ondan da kaçının..."
âyetini okumadın mı?" dedi. Kadın: "Evet okudum." dedi. İbn-i
Mes'ud "İşte Resulullah bunları yasakladı. " dedi. Kadın: "Ben
senin ailenin, bunları yaptığını görüyorum." dedi. İbn-i Mes'ud: "Git
de bak." dedi. Kadın gidip baktı. Aradıklarından bir şey bulamadı. İbn-i
Mes'ud bunun üzerine şöyle dedi: "Eğer benim ailem öyle olsaydı, bizleri
nikah birleştimıezdi."[12]
8- Bu
ganimet mallarında, bilhassa yurtlarından ve mallarından uzaklaştrılmış,
Allahın lütuf ve rızasını isteyen, Allaha ve Resulüne yardım eden fakir
muhacirlerin hakkı vardır. İşte samimi olanlar onlardır.
Allahın, Resulüne
ganimet olarak verdiği mallar, sadece zenginlerin ellerinde dönüp dolaşan bir
maddi varlık olmasın diye, hicret edenlerin fakirleri için de verilir. Bu
fakirler, Allahın lütfunu ve rızasını kazanma, Allaha ve Resulüne yardım etme
uğrunda yurtlarından çıkarıldılar. Mal ve mülklerinden uzaklaştırıldılar, îşte
verdiği sözlerde doğru olanlar bunlardır.[13]
9- Daha
önceden Medine'yi yurt edinip imanı kalblcrine yerleştirenler, hicret edip
kendilerine gelen müminleri severler. Onlara verilen ganimet mallarından
dolayı içlerinde hiçbir çekemezlik duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile,
onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin cimriliğinden korunmuş kimseler,
işle onlar, kurtuluşa erenlerdir.
Âyet-i kerime,
Mekke'den ve diğer yerlerden hicret ederek kendilerine gelen müslümanlan himaye
eden Medineli Ensar'ı övmektedir. Ensur, gerek ganimet mallarının muhacirlere
verilmesi hususunda gerekse kendi öz mallarından onlara vermeleri hususunda son
derece cömert davranmışlar ve nefislerinin cimriliğini yenmiş,ler, böylece
Allah tealanın övgüsüne mazhar olmuşlardır.
Âyet-i kerimede,
Medine'de bulunan Ensar'ın, hicret edip kendilerine gelen miislümanlan
sevdikleri ifade edilmektedir. Hicret eden sahabiler, kendilerine yardım eden
Ensar'ın bu halini Resululhıha şöyle bildirmişlerdir:
Enes b. Malik diyor
ki;
"Resulullah
(s.a.v.) Medine'ye gelince diğer muhacirler onun yanına gelip şöyle dediler:
"Ey Allanın Resulü, biz, gelip yanlarına yerleştiğimiz bu kavimden, çok
olan malından daha çok harcayan ve az olan malından daha güzel yardım eden bir
kavim görmedik. Bunlar bizim masraflarımızı üstlendiler. Kolayca
elde ettikleri mallara bizi ortak
ettiler. Öyle ki bizler, onların, bütün sevapları tek başlarına alacaklarından
korkar okluk." Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: Onlar için Allaha dua
ettiğiniz ve onları övdüğünüz müddetçe bundan (Size sevap kalmayacağından)
korkmayın.[14]
Âyet-i kerimede,
Medineli Ensar'ın,'Mekke ve diğer yerlerden hicret eden müminlere ganimet ve
zekat mallarından verilmesinden dolayı içlerinde herhangi bir burukluk
hissetmedikleri beyan edilmektedir. Peygamber efendimiz Nadr oğullan
Yahudilerin! sürgün ettikten sonra kendisine kalan ganimet mali arazilerini
tamamen muhacirlere taksim etmiş, Ensafdan ise sadece takır okluklarım söyleyen
iki kişiye vermiştir. Bunlar da Sehl b. Huneyt ve Ebu Dücane'dir.
Âyet-i kerimede,
Ensar'm şiddetli ihtiyaçlarına rağmen muhacir kardeşlerini kendilerine tercih
ettikleri beyan edilmektedir. Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:
"Bir adam
Resulullaha geldi ve ona "Ey Allanın Resulü, ben açlıktan bittim."
dedi. Resulullah, hanımlarına bir adam gönderdi. Adam onlarda hiçbir yiyecek
bulamadı. Bunun üzerine "Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu?
Allah ona rahmetini versin." buyurdu. Bunun üzerine Ensar'dan bir kışı
ayağa kalktı ve "Ben misafir ederim ya Resulallah." dedi ve adamı alıp evine
götürdü. Hanımına "Bu, Resulullahın
misafiridir, bundan hiçbir şey esirgeme." dedi. Hanımı: "Vallahi evde
çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur." dedi. Adam: "Çocuklar
akşam yemeğini istediklerinde onlan uyut gel, lambayı söndür. Bu gece karnımızı
dürelim." dedi. Hanımı bunları yaptı. Sonra ev sahibi hakkında sabahleyin
Resulullah şöyle buyurdu: "Allah falan adama ve falan kadına hayret etti.
(Onları takdir etti). "İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[15]
Âyet-i kerimede,
nefsinin cimriliğinden korunmuş kimselerin kurtuluşa erecekleri beyan
edilmektedir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, cimrilik hususunda
şöyle uyurmaktadır:
"Zulümden
kaçının. Zira zulüm kıyamet gününde onu yapan için zulumat (dehşetler)
getirecektir. Siz cimrilikten kaçının. Zira sizden öncekileri cimrilik helak
etmiştir. Cimrilik, onların, birbirlerinin kanlarını akıtmaya ve mahremiyetlerini
çiğnemeye sürüklemiştir.[16]
Alimler, burada geçen
cimriliği çeşitli şekillerde eizah etmişlerdir. Abdullah b. Mes'ud burada
ifade edilen cimrilikten maksadın, kişinin, insanların malını haksız yere
yemesi olduğunu söylemiştir.
Enes b. Malik'ten
nakledilen bir rivayete göre ise, zekatını veren, misafire ikram eden,
felaketler zamanında yardımda bulunan kimse cimriliği yenen kimsedir.
İbn-i Zeyd ise, Al I
ahin haram kıldığı herhangi bir şeye el uzatmayan ve Allanın emrettiği şeyleri
yerine getirmeyi, cimriliği engellemeyen kimse nefsinin cimriliğinden
kurtulmuştur.[17]
10-
Muhacirlerden ve Ensar'dan sonra gelen müminler şöyle dua ederler "Ey
rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Müminlere
karşı kalbimizde bir kin bırakma. Ey rabbimiz, şüphesiz ki sen, çok şefkatli
ve merhametlisin."
Bu âyette zikredilen
ve "Medine'yi kendilerine yurt edinen Ensar'dan sonra geldikleri beyan
edilen insanlardan" kimlerin kasdedildiğı hakkında farklı görüşler
zikredilmiştir.
Bir kısım âlimlere
göre bunlar, Medine'ye hicret eden muhacirlerdir. Buna göre âyetin manası
şöyledir: "Medine'yi kendilerine yurt edinen ve kalbîerine imanı
yerleştiren Ensar'dan sonra Medine'ye gelen muhacirler de şöyle dua ederler:
"Ey rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla.
Müminlere karşı kalbimizde bir kın bırakma. Ey rabbimiz şüphesiz sen çok
şefkatli ve çok merhametlisin."
Mücahid'e göre bu
âyette zikredilen insanlardan maksat, daha sonra müs-İüman olan insanlardır.
Bunların kendilerinden önce geçen müslümanlan hayır ile anacakları
zikredilmiştir.
Katade'ye göre ise
Allah teala, Resulullahın, muhacir ve Ensar'dan olan sahabilerini zikrettikten
sonra bu âyette, onlardan sonra gelen müslümanlan zikretmiş ve bu
müslümanlann, sahabileri hayırla anmalarını emretmiş, onlan dil uzatmayı
yasaklamıştır.
İbn-i Ebi Leyla diyor
ki: "İnsanlar üç zümre olarak değerlendirilmişlerdir. Önce hicret eden
muhacirler. Onlardan sonra gelen ve onlara güzellikle uyan tabiler, bir de
tabilerden sonra gelen müslümanlardır. İşte âyette bu son gurup
zikredilmektedir.[18]
11-12-
Görmez inisin o münafıkları ki kitap ehlinden inkar eden kardeşlerine şöyle
derler: "Yemin olsun ki eğer yurdunuzdan çıkarılırsamz elbette ki sizinle
beraber biz de çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla' İtaat etmeyiz.
Savaşa tutulursanız mutlaka size yardım ederiz." Allah, onları yalancı
olduklarına şahitlik eder.
Yemin olsun ki eğer
kitap ehli olanlar yurtlarından çıkarilsalar, münafıklar onlarla beraber
çıkmazlar. Eğer bir savaşa tutuşsalar onlara yardım etmezler. Yardım etseler
bile mutlaka geri dönüp kaçarlar. Sonra onlar yardım görmemiş olur.
Ey Muhammet!,
münafıkların, kitap ehli olan Yahudi kardeşlerine söyledikleri şu sözleri
işitip, kalb gözünle onların halini görmedin mi? Münafıklar şöyle demişlerdi:
"Şayet sizler evlerinizden, yurdunuzdan çıkarılıp sürgün edilecek
olursanız biz de yerimizi yurdumuzu bırakıp sizinle beraber çıkıp gideriz. Sizi
tek başınıza bırakmamazı isteyen hiçbir kimsenin sözüne itaat etmeyiz. Şayet
Muhammed v& arkadaşları size karşı savaşa girişecek olurlarsa size mutlaka
yardım ederiz. Ey Muhammed, Allah şahitlik eder ki Abdullah b. Übey gibi
münafıklar, Nadr oğulları Yahudilerine verdikleri bu sözlerinde yalancıdırlar.
Şayet Nadr oğulları yerlerinden kovulacak olurlarsa münafıklar onlarla beraber
çıkmazlar. Şayet Muhammed onlara karşı savaşacak olursa münafıklar onlara
yardım etmezler. Münafıklar yardım etseler bile müslümanlara karşı direnemez
gerisin geri dönüp kaçarlar. Böylece Allah, Resulüne karşı Nadr oğullan Yahudilerine
yardım etmemiş olur.
Âyet-i kerimede
zikredilen "Münafıklardan maksat, Abdullah b. Übey b. Selul ve
arkadaşlarıdır. "Kitap ehli"nden maksat, ise Medine'den kovulan Nadr
oğullan Yahudileridir. Resulullahın bu Yahudileri kuşatması sırasında
münafıklar bunlara adam göndererek yerlerinden ayrılmamalarını, müstahkem
mevkilerinde kalmalarını, onları kimseye teslim etmeyeceklerini, savaşırlarsa onlarla
beraber savaşacaklarını, Medine'den çıkarılırsa onlarla beraber çıkıp gideceklerini
söylemişlerdir. Bu vaadleri bekleyen Yahudiler, münafıklardan hiçbir destek
görmemişlerdir. Allah bunların kalblerine korku salmış ve develerinin
götürebileceği kadar mal alıp şehri terketmek istemişler Resuullah da onlara bu
şanla müsaade vermiştir.[19]
13- Ey
müminler, kâfirlerin yüreklerine oturan korkunuz, Allah korkusundan daha
şiddetlidir, lîu da onların, hakkı anlamayan bir kavim olmalarındandır.[20]
14- Onlar,
si/.inlc toplu halde ancak surlarla çevrilmiş müstahkem yerlerden veya
duvarların arkasından savaşabilirler. Onların kendi aralarındaki çekişmeleri
pek çetindir. Sen onları birlik beraberlik içinde sanırsın. Halbuki onların
kalblcrİ darmadağınıktır. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan bir kavimdir.
Ey müminler, Nadr
oğulları Yahudilerinin sinesinde sizin korkunuz Al-lahın korkusundan daha
şiddetlidir. Zira bu kavim, Allahın azametini anlamayan bir topluluktur. Bu
nedenle Allaha karşı gelmeyi hafif görür, onun azabından çok, sizin onları
cezalandırmanızdan korkarlar. Bu Yahudiler ve münafıklar sizinle karşı karşıya
gelip savaşmaya cesaret edemezler. Bunlar ancak kalelerle tahkim edilmiş
kasabalarda veya duvar arkalarından savaşabilirler. Bunların birbirlerine
karşı olan düşmanlıkları da pek beterdir. Ey Muhammed, sen, münafıklarla kitap
ehlinin birlik ve beraberlik içinde okluklarını sanırsın. Halbuki onların
kalbleri birbirinden nefret etmektedir. Bunun sebebi ise Yahudi ve münafıkların,
kentlileri için faydalı olanı zararlı olanlardan ayırmayı akıl edememeleridir.
Zira bunların heva ve hevesleri birbirlerinden farklıdır.[21]
15- O
kâfirlerin durumu, kendilerinden az önceki kâfirlerin durumu gibidir Onlar
yaptıklarının cezasını tatmışlardı. Âhircttc de onlar için can yakıcı bir azap
vardır.
Nadr oğullarından olan
Yahudi kâfirlerin ve münafıkların, Allanın azabına uğramaları bakımından
halleri kendilerinden önceki kâfirlerin halleri gibidir.
Âyette zikredilen
"Önceki kâfirler"den maksat, İbn-i Abbas'a göre, Kay-nuka oğullan
Yahudileridir. Zira bunlar, Nadr oğullarından önce sürgün edilmişlerdir.
Mücahid'e göre ise bunlar, Bedir'de mağlup olan Kureyş müşrikleridir.
Taberi âyet-i
kerimenin genel ifadesinin, zikredilen bu iki gurup kâfiri kapsadığı gibi bunların
dışında olan ve Resulullaha, Nadr oğullarından önce karşı gelen bütün kâfirleri
kapsadığını söylemiştir.
Evet, Nadr oğullarının
ve münafıkların durumu, kendilerinden önce gelen bütün kâfirlerin durumu gibi
olacaktır. O kâfirler nasıl ki yaptıklarının cezasını gönnüşlerse bunlar da
yaptıklarının cezasını görecekler, âhirette de kendileri için can yakıcı bir
azap olacaktır.[22]
16- Yine
onların durumu, insana "İnkar et." deyip insan da inkar edince
"Ben senden uzağım, âlemlerin rabbİ olan Allahtan korkarım diyen şeytanın
durumu gibidir.
Nadr oğulları
Yahudilerine: "Yemin olsun ki eğer yurdunuzdan çıkarılır-sanız elbette ki
sizinle beraber biz de çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla itaat
etmeyiz. Savaşa tutulursanız mutlaka size yardım ederiz." diyen sonra da
sözlerinden dönen münafıkların durumu ve bu münafıkların yardım vaadleri-ne
aldanarak gururlanan Nadr oğullarının durumu, şeytanın vesveselerine alda-nan
sonra da ondan hiçbir yardım göremeyen günahkar insanın durumuna benzer. Zira
şeytan insana "İnkar et" der. İnsan inkar edince de âhirette ona
"Ben senden beriyim. Zira ben, âlemlerin rabbi olan Allahtan
korkarım." der.
Âyette zikredilen
"İnsan" Mücahid'e göre, bütün insanlardır. Bununla, şeytanın
aldatmalarına kanan ve inkara düşaı herhangi bir insan misal verilmiştir.
Hz. Ali, Abdullah b.
Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Tavus ve Mukatil'deıı nakledilen diğer bir görüşe
göre ise âyette zikredilen insandan maksat, Israilo-»ullanndan bir rahiptir. Bu
rahip şeytana aldanarak fuhuş işlemiş sonra da zina ettiği kadının gebeliği ile
bu çirkin işinin ortaya çıkmasından korkarak kadını öldürmüştür. Kadının
akrabaları da onu öldürmeye kalkışınca şeytan kendisine görünmüş ve kendisine
secde etmesi halinde onu kurtaracağını vaadetmiştır. Rahip ona secde ettikten
sonra da kadının akrabaları onu öldürmek için yakalayınca bu defa da "Ben
senden beriyim.Çünkü ben, âlemlerin rabbi olan Allahtan korkanın."
demiştir.[23]
17- Nihayet
her ikisinin âkibeti de ebedi olarak içinde kalacakları ateşe girmektir.
Zalimlerin cezası işte budur.
Şeytanın da, ona itaat
ederek inkara düşen insanın da akıbetleri, devamlı olarak cehennemde kalmaktır.
Nadr oğulları Yahudilerinin ve münafıkların cezası da budur. Zira her zalimin
cezası böyledir.[24]
18- Ey iman
edenler, Allahtan korkun. Herkes yarın ne hazırlayıp gönderdiğine bir baksın.
Allahtan korkun. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Ey, Allahı birleyen ve
peygmaberini tasdik eden müminler, Allanın emirlerini tutup yasaklarından
kaçınarak ondan korkun. Herkes kıyamet günü için nasıl ameller hazırladığına
bir baksın. Allanın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan
sakının. Zira Allah, işlediğiniz amellerden haberdardır. Sizi amellerinize göre
cezalandıracak veya mükafaatlandıracaktır.
Bu âyet-i kerimenin
izahında,Cerir b. Abdullah diyor ki:
"Bir gün öğlenden
önce biz Resulullahın yanında bulunuyorduk. O sırada Resulullahın yanına
yalınayak, çıplak, ortası yarık cübbelerini başlarına geçirmiş, kılıçlarını
kuşanmış bir gurup geldi. Bunların hepsi Mudar kabilesindendi. Resulullahın
yüzündeki ifade onlarda gördüğü fakirlikten dolayı değişti. İçeri girip dışarı
çıktı. Sonra Bilal'e emretti. Bilal ezan okudu kamet getirdi. Resulul-lah
namazı kıldırdı. Sonra bir hutbe irad ederek şu âyetleri okudu: "Ey insanlar,
sizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden de bir çok
erkek ve kadın türetip yeryüzüne yayan rabbinizden korkun. Kendisinin adını
öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz AHahtan ve akrabalık bağlarını
koparmaktan sakının. Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde devamlı
gözetleyicidir."[25]
"Ey iman edenler, AHahtan korkun. Herkes yarına ne hazırlayıp gönderdiğine
bir baksın. AHahtan korkun şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır." Bunun üzerine insanlar, dinarından, dirheminden,
elbisesinden, buğdayından, bir humıanın yarısı kadar da olsa hurmasından sadaka
verdiler. Ensar'dan bir kişi de eliyle zorla taşıyabildiği, hatta taşımakta
âciz kaldığı bir para kesesi getirdi. İnsanlar onu takibettiler. Öyle ki ben,
yiyecek ve elbiselerden iki yığın gör-llüm. Resulullah (s.a.v.)in yüzünün de
altın yaldızlı gümüş gibi parladığını gördüm. Sonra Resulullah şöyle buyurdu:
"Kim İslamda güzel bir çığır açarsa ona hem o işi yapmanın mükafaatı hem
de kendisinden sonra o işi yapanların müka-faatı vardır. Bundan dolayı kimsenin
mükafaatı da eksilmez.
Kim de İslamda kötü
bir çığır açacak olursa ona hem o işi yapmanın günahı hem de kendisinden sonra
o işi yapanların günahı vardır. Bu, onların günahlarından hiçbir şeyi
eksiltmeyecektir."[26]
19- Allanın
unutan, Allanın da kendilerini, kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın.
İşte doğru yoldan çıkanlar bunlardır.
Ey iman edenler,
Alla.hın farz kıldığı emirleri yerine getirmeyerek onlan unutan kimselerden
olmayın. Allah böyle insanlara hayırdan nasip almalarını unutturmuştur.
İşte.bunlar, Allahın itaatinden ayrılıp isyana düşen kimselerdir.[27]
20-
Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa erenler sadece
cennetliklerdir.
Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Yoksa kötülükleri işleyenler
hayatlarında ve ölümlerinde tam eşit olarak, iman edip salih amel işleyenlerle
kendilerini bir tutacağımızı mı sanırlar? Ne kotu hüküm veriyorlar."[28]
"Yoksa biz, iman edip salih amel işleyenleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar
gibi mi tutacağız? Yoksa Allahtan hakkıyla korkanları günahkarlar gibi mi
tutacağız?"[29]
21- Eğer
biz, bu Kur'nnı bir dağa indirseydik, Allanın korkusundan o dağın huşu ile
boyun eğdiğini ve parça parça olduğunu görürdün. Biz, bu musallcri İnsanlara, düşünmeleri
için veriyoruz.
Ey Muhammed, eğer biz
bu Kur'anı bir dağa indirecek olsaydık Kur'anin emir ve yasaklarını yerine
getirememe korkusundan o dağın boyun eğdiğini, hatta parça parça olduğunu
görürdün. Kur'an, Âdemoğluna indirildi. O ise Kur'ani hafife alır, ondaki emir
ve öğütlerden yüz çevirir oldu. İşte biz, insanlara, hissetme duygusuna sahip
olmayan dağların, Allanın emirlerine nasil boyun eğdiklerini misal veririz ki
düşünsünler ve hakka boyun eğsinler.[30]
22- O,
kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan, görülmeyeni de, görüleni de bilen
Allahtır. O, esirgeyen ve bağışlayandır.[31]
23- O, kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan,
hükümran, noksan sıfatlardan uzak, selamete erdiren, emniyete kavuşturan,
gözetip koruyan, her şeye galip olan, istediğini zorla yaptıran, her şeyden
yüce olan Allahtır. Allah müşriklerin ortak koştuklarından münezzehtir.[32]
24- O,
yaratan, yoktan var eden, yarattıklarını şekillendiren Allahtır. En güzel
isimler onundur. Göklerde ve yerde olan herşey onu tenzih ve tes-bih eder. O,
herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ma'kiI b. Yesar diyor
ki:
"Resulullah bu
âyetlerin fazileti hakkında şöyle buyurdu: "Kim sabahladığında üç kere:
"Ben, kovulmuş olan şeytanın şerrinden, herşeyi işiten ve bilen Allaha
sığınırım." der de Haşr suresinin son üç âyetini okuyacak olursa Allah
ona yetmiş bin meleği vekil kılar. Akşam oluncaya kadar o melekler onun için af
dilerler. Şayet o gün ölürse şehit olarak Ölmüş olur. Kim akşamleyin bunu
söyler ve bunları okursa bu dereceye ulaşmış olur."[33]
Âyet-i kerimede, en güzel isimlerin
Allaha ait olduğu zikredilmektedir. Bu isimler, A'raf suresinin yüz sekseninci
âyetinde zikredilmiştir.
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/223.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/225.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/225-227.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/227.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/228.
[6] Buhari, K.Tefsiri el- Kur’an,Sure:59,bab:2/
Tirmizi,K.Tefsir el-Kur’an,Sure:59, bab: 1,Hadis no:3302
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/228-229.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/229.
[8] Tevbe Suresi, 9/60
[9] Enfal Suresi, 8/41
[10] Haşr Suresi,
59/6
[11] Buhari, K.el-Megnzi, bab: 14
[12] Buharı, K.Tcfsir el-KurP:ın, Sure: 59, bab: 4
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/230-234.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/235.
[14] Tirmizî, K.el-Kıyame, bah: 44, Hadis no: 24S7 / Ahıncd
b. Ilanbel, Müsncd, C.3, S.200
[15] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 59, bab: 6
[16] Müslim, K.el-Birr, bab: 56, Hadis no: 2578/Ahmed b.
Hanbel, Müsned,C2, S.160,191
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/236-238.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/239.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/240.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/241.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/241.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/242.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/242-243.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/243.
[25] Nosn Suresi, 4/1
[26] Müslim, K.ez-Zekâl, b;ıh: 69, Ihı.Iis no: 1017 /
Ncsci, K.ez-Zekat, hab: 64 / Aiımetİ h. Hantal, Müsııctl, C.4,
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/243-244
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/245.
[28] Casiye Suresi, 45/21 13- Sâd Suresi, 38/28
[29] Sad Suresi, 38/28
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/245.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/245-246.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/246.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/246.
[33] Tirmizî, K.Patlail el-Kuran, bab: 22, Hadis no: 2922 /
Ahıııcd b. Ilanhel, Müsııed, c.5, S.26
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/246-247.