Medine'de inmiştir. 13
âyettir.
Bu mübarek sûre,
Medine'de inen ve fıkhî hükümlere ağırlık veren
sûrelerdendir. Sûrenin ana konusu "Allah için sevme ve Allah için nefret
etme" fikri etrafında döner. Bu mesele, iman kulplarının en sağlam
olanıdır. Sûrenin baş tarafı Hâtib b. Ebî Beltea'yi kınamak için
inmiştir. Hâtib, Peygamber (a.s)'in Mekkelilerle
savaş için hazırlanmış olduğunu haber vermek gayesiyle onlara bir mektup
yazmıştı. Bu sûrede Yüce Allah, Allah düşmanlarına dost olmanın hükmünü de
açıklamış ve Hz. İbrahim (a.s.) ve mü'minlerin müşriklerden uzak oldukları hususunda misaller
getirmiştir. Ayrıca müslümanlara karşı s av
aşmayanların hükmü ile hicret eden mü'min kadınların
hükmünü ve bu kadınların imtihan edilmelerinin zaruretini ve diğer dînî
hükümleri açıklamıştır.
Bu mübarek sûre, mü'minlere eziyet edip onları hicrete ve yurtlarım
bırakmaya zorlayan Allah düşmanları ile dost olmaktan sakındırarak başlar:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost
edinmeyin,.."
Sonra bu sûre bu dünya
hayatındaki akrabalık, soy ve dostluğun, kıyamet günü insana hiçbir fayda
vermeyeceğini açıklar. Zira orada insana iman ve iyi amelden başka hiçbir şeyin
faydası olmaz: "Kıyamet günü size ne yakınlarınız, ne de çocuklarınız
fayda verir..."
Daha sonra sûre,
İbrahim (a.s.)'in ve ona uyanların, iman edip müşrik olan kavimlerinden
uzaklaştıklarım misal verdi ki, bu, peygamberlerin babası İbrahim (a.s)'in
peşinden giden her mü'mini harekete geçirici bir
unsur olsun: "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten
güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki, "Biz sizden, ve
Allah'ı bırakıp ta taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek
Allah'a inamncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli
bir düşmanlık ve kin belirmiştir..."
Yine bu sûre, mü'minlere düşman olmayıp onlarla s av aşmayanların
hükmünden bahseder: "Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı yasaklamaz..." Aynı
zamanda sûre mü'minlere eziyet edip onlarla
savaşanların hükmünden de bahseder: "Allah, yalnız sizinle din uğrunda
savaşanlarla dost olmanızı yasaklar..."
Yine bu sûre, mü'min kadınların hicret ettikleri zaman imtihan edilmelerinin,
iman ettikleri belli olunca kâfirlere geri verilmelerinin gerekli olduğunu ve
kâfirin nikâh akdinin geçerli olmadığını açıklar. Daha sonra da, kadınların Rasulullah (s.a.v)'a bîat etmelerinin hükmünü ve bu bîatm şartlarını beyan eder: "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları
imtihan edin...", "Ey peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir
şeyi ortak koşmamak... üzere sana bîat etmeye geldikleri zaman bîatlarım kabul et.
Bu mübarek sûre, mü'minleri, kâfir Allah düşmanları ile dost olmaktan
sakındırarak sona erer: Ey iman edenler! Üzerlerine Allah'ın gazap ettiği bir
kavmi dost edinmeyin. Zira onlar, kâfirlerin, kabirdek
il erden ümit kestikleri gibi, âhiretten ümit
kesmişlerdir... İşte böylece sûrenin başı ile sonu birbirine uysun diye, sûre,
başladığı gibi, Allah'ın düşmanları ile dost olmaktan sakındırarak sona erer. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey iman
edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar
size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar
Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Peygamber'i ve sizi yurdunuzdan
çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yolumda cihat etmek ve rızâmı kazanmak için
çıkmışsanız, onları dost edinmeyin. Dostluk sebebiyle onlara bazı gizli şeyler
ulaştırıyorsunuz. Oysa Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim.
Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
2. Şayet
onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve
dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zâten inkâr edivermenizi istemektedirler.
3. Kıyamet
günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir.
4.
İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek
vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki, "Biz sizden ve sizin Allah'tan
başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya
kadar, sizinle bizim aramızda devamlı bir düşmanlık ve öflse
belirmiştir.1' Yalnız ibrahim'in babasına, "Andoisun
ki senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir
şeyi önlemeye gücüm yetmez" demesi hâriç. "Rabbimiz! dediler, ancak
Sana dayandık, Sana yöneldik, dönüş de ancak Sanadır."
5.
"Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler ifin bir fitne
kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak
Sensin."
6. Andoisun, onlarda sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim
yüzçevirirse bilsin ki, Allah, zengindir, hamde lâyık
olandır.
7. Olur ki
Allah sizinle, düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir.
Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
8. Allah,
sizinle din uğrunda savaşmayan ve sızı yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik
yapmanızı ve âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları
sever.
9. Allah,
yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve
çıkarılmanız için yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır.
10. Ey îman
edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiği
zaman, onları, imtihan edin. Allah onların îmanlarını daha iyi bilir. Eğer siz
de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri
göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar.
Onların (kocalarının) sarfet-tiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini
kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.
Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sar-fettiğinizi isteyin.
Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O
hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
11. Eğer
eşlerinizden biri, sizden kâfirlere kaçar da siz de savaşta galip durumda
olursanız, eşleri gitmiş olanlara ganimetten, harcadıkları kadar verin. İnandığınız
Allah'a karşı gelmekten sakının,
12. Ey
Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık
yapmamak, zina etmemek,
çocuklarını öldürmemek, elleriyle
ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana
karşı gelmemek hususunda sana bîat etmeye geldikleri zaman, bîatlarmı kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile.
Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
13. Ey îman
edenler, kendilerine Allah'ın gazab ettiği bir kavmi
dost edinmeyin. Zira onlar kabirlerde-kiler (in dirilmesin) den kâfirlerin ümit
kestikleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir.
Evliya, dost ve
yardımcı mânâsına gelen kelimesinin çoğulu olup dostlar ve arkadaşlar demektir.
Size üstünlük
sağlarlar ve güçlü olurlar. Aslında, bir şeyi kavrama ve yapma hususunda beceri
demektir. Arapların becerikli kişi için kullandıkları sözünde geçen kelimesi bu
köktendir. Daha sonra bu kelime, mutlak olarak zafer ve kavrama mânâlarında kullanılmıştır.[2]
Üsve, kendisine uyulan önder demektir.
Erhâm, aslında, kadının rahmi mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Daha sonra yakınlık
mânâsında kullanılmış, neticede akrabalık için hakiki mânâsında kullanılır hale
gelmiştir. Yardım ettiler demektir.
kelimesinin çoğuludur.
İsmet ise, insanın tutunduğu ip veya düğümdür. Burada maksat, nikâh akdidir.
Kevâfir, Allah'a inanmayan kadın mânâsına gelen kelimesinin
çoğulu olup "kâfir kadınlar" demektir. [3]
Rasulullah (s.a.v) Mekke'nin fethi için hazırlık yapınca, Hâtib b. Ebı Beltea
bunu haber vermek üzere Mekkelilere bir mektup yazdı ve onlara dedi ki: Rasulullah (s.a.v) sizinle savaşmak istiyor. Tedbirinizi
alın. Sonra Hâtib bu mektubu Mekke'ye giden bir
kadınla gönderdi. Bunun üzerine, bu olayı Rasulullah
(s.a.v)'a bildirmek üzere vahy geldi. Rasulullah (s.a.v) Ali, Zübeyr ve
Mikdat'ı (r. anhum) göndererek
şöyle dedi: "Ravda-i Hâh'a[4]
varıncaya kadar yürüyün. Orada yanında bir mektup bulunan yolcu bir kadın
vardır. Mektubu ondan alıp bana getirin" Sahâbî
diyor ki; "Biz de yola çıkıp Ravda'ya geldik.
Bir de ne görelim, yolcu kadınla karşı karşıyayız. Ona "Mektubu
çıkar" dedik. Kadın, "Bende hiçbir mektup yok" dedi. Ona dedik
ki: "Ya mektubu çıkarırsın, ya
da elbisem atarız." Bunun üzerine kadın mektubu, saç örgülerinin arasından
çıkardı. Mektubu Hz. Peygamber (a.s.)'e getirdik. Bir
de baktık ki mektup, Hâtib b. Ebî
Beltea'dan, Mekke'deki müşriklerden bir kısım
insanlara, Rasulullah (s.a)'m bazı işlerini haber vermek
üzere yazılmış. Rasulullah (s.a): "Hâtib! Bu nedir? "diye sordu. Hâtib,
"Ey Allah'ın Rasulü! Benim hakkımda hüküm
vermede acele davranma. Kuşkusuz ben, Kureyş'ten
olmadığım halde, onlar içerisinde yakınları olan. bir kişiyim. Senin yanında
bulunan Muhacirlerin ise, onlarla yakınlıkları vardır. O sayede Mekke'deki aile
fertlerini ve mallarını koruyorlar. Benim onlarla soy bağım olmadığı için,
istedim ki bir elim olsun da, bu sayede Mekkeliler akrabalarımı korusunlar. Ben
bunu kâfirliğimden dolayı veya dinimden döndüğüm için yapmadım," dedi. Ömer
(r.a.), "Bırak beni, bu münafığın boynunu vurayım" dedi. Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: "O, Bedir savaşma
katılmıştı. Ne biliyorsun, belki de, Allah Bedir'e katılanların durumlarından
haberdar olarak şöyle buyurmuştur: "Dilediğinizi yapın. Kuşkusuz ben sizi
bağışladım". Bunun üzerine Allah, "Ey iman edenler! Benim de
düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin..." mealindeki âyeti
indirdi.[5]
1. Ey mü'minler topluluğu!
Ey, Allah ve RasûTüne inanan sizler! Benim de
düşmanım, sizin de düşmanınız olan kâfirleri dost ve arkadaş edinmeyin. Çünkü
imanın alâmetlerinden biri de, Allah düşmanlarına karşı dostluk ve sevgi
göstermek değil, onlardan nefret etmektir. İbn Cüzey şöyle der: Bu âyet Hâtib'i
(r.a.) kınamak ve her hangi bir kimseyi onun gibi davranmaktan engellemek için
inmiştir. Bununla beraber bu âyette Hâtib (r.a.)
şereflendirilin iştir. Çünkü Yüce Allah, "Ey mü'minler!"
buyurarak mü'min olduğuna dâir şahitlik etmiştir.[6] Onlar
size karşı en çetin düşmanlığı yaptıkları halde onlara sevgi ve muhabbet
gösteriyor ve dost oluyorsunuz. Kurtubî şöyle der:
Yani, müslümanlann sırlarını onlara bildiriyor ve
tavsiyede bulunuyorsunuz.[7] Oysa
ki onlar dininizi ve Allah'ın size apaçık hak olarak indirdiği Kur'ân'mızı inkâr ediyorlar. Mekke'den mü'minleri
çıkardıkları gibi, zulüm ve düşmanlıkla Muhammed (a.s.)'i de çıkarıyorlar. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah
âyette, Peygamberini (a.s.) şereflendirmek için ve bir de o, mü'minler için bir asıl olduğundan dolayı önce onu
zikretti.[8] Mü'minleri çıkarmalarının mânâsı şudur: Yani, mü'minlere baskı yaptılar, eziyet ettiler. Neticede mü'minler Medine'ye göç etmek üzere Mekke'den çıktılar.
Bunu, bir ve tek olan Allah'a inandığınız için yaptılar. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Onlardan ancak Azız ve Hamîd
olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar"[9] buyurmuştur. Bu, cevabı zikredilmeyen bir
şart cümlesidir. Yani, eğer siz Allah'ın rızasını talep etmek maksadıyla O'nun
yolunda cihâd etmek için çıkmışsanız, benim de sizin
de düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin. Âlûsî
şöyle der: Şartın cevabı zikredilmemiş olup önceki kısım buna işaret
etmektedir. Sanki, "Eğer dostlarım iseniz, düşmanlarımı dost
edinmeyin" denilmiştir.[10]
Dostluk sebebiyle onlara bazı gizli şeyler ulaştırıyorsunuz. Oysa ben, sizin
gizli yaptıklarınızı da, açıktan yaptıklarınızı da bilirim. Sizin
hallerinizden hiçbir şey bana gizli kalmaz. Bundan maksat azarlama ve Sitemdir. Kim Allah düşmanları ile
dost olur ve Rasûl'ün sırlarını ifşa ederse, hak ve
doğru yoldan sapmış olur.
Bundan sonra Yüce
Allah, müslümanlara karşı kâfirlerin kalplerinde
bulunan şiddetli düşmanlığı onlara haber vermek üzere şöyle buyurdu: [11]
2. Eğer
onlar sizi ele geçirip üstünlük sağlarlarsa, kalplerinde size karşı olan o
şiddetli düşmanlığı açığa vururlar. Vurmak ve öldürmek suretiyle size ellerini,
sövmek suretiyle de dillerini uzatırlar, Ve kendileri gibi olmanız için inkâr
etmenizi isterlerdi. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah
burada, şartın cevabını geniş zaman kipiyle zikrettikten sonra geçmiş zaman
kipini kullanarak, " İnkâr etmenizi istediler" buyurdu. Çünkü onlar, herşeyden önce, mü'minlerin inkâr
etmesini istediler.[12] Nitekim Yüce Allah meâlen
şöyle buyurmuştur: "Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki,
onlarla eşit olasınız"[13]
3. Akrabalıklarınız
ve kendileri için kâfirlerle dostluk kurduğunuz çocuklarınız kıyamet günü size
hiçbir fayda sağlamayacak, asla bir fayda veremeyecek ve sizden hiçbir zararı
savamayacak-lar. Sâvî şöyle
der : Bu, Hâtib b. Ebî Beltea'nm görüşünün hatalı olduğunu göstermektedir. Sanki
Yüce Allah şöyle buyuruyor: akrabalarınız ve Mekke'deki çocuklarınız, sizi,
Allah'ın Rasûlü (s.a.v)'ne ve mü'minlere
hi-yanet etmeye, onlarla
ilgili haberleri nakletmeye ve düşmanları ile dost olmaya sevketmesin.
Çünkü akrabalıkların ve kendileri için Allah'a isyan ettiğiniz çocukların size
hiçbir faydası olmaz.[14] O
zor günde Allah, mü'minlerle kâfirler arasında
hükmünü verecek, mü'minleri Naîm
cennetlerine, kâfirleri ise cehennemin alt tabakalarına sokacaktır. Allah,
bütün yaptıklarınızı görmektedir. Neticede size, yaptıklarınızın karşılığını
verecektir. [15]
4. Ey mü'minler topluluğu! ibrahim'de
ve onunla beraber olan mü'minlerde, sizin için gerçekten
güzel bir örnek vardır. Onlar kâfirlere demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah'tan
başka taptığınız putlardan uzağız. Sizi ve yürüdüğünüz yolu tanımıyoruz. » Siz
bu hal üzere devam ettiğiniz sürece yani Allah'ı birleyip sadece O'na ibadet
etmedikçe ve işlemekte olduğunuz şirki ve putlara ibadeti terketmedikçe,
sonsuza kadar sizinle bizim aramızda düşmanlık ve kin belirmiştir. Tefsirciler
şöyle der: Yüce Allah mü'minlere, müşriklere düşman
olma ve onlardan uzaklaşma hususunda İbrahim (a.s.)'e ve onunla beraber
olanlara uymalarını emretti. Çünkü iman, Allah düşmanları ile ilişkiyi kesmeyi
ve onlara kin duymayı gerektirir. Ancak, İbrahim'e, babasının bağışlanmasını
istemesi konusunda, uymayın. Çünkü o, müşrik babasının müslüman
olması ümidiyle mağfiret istedi. Ancak "Allah'ın düşmanı olduğunu
anlayınca (af dilemekten vaz-geçip)
ondan uzaklaştı'[16] Bu, ibrahim'in,
babasına söylediği sözlerin devamıdır. Yani, eğer sen Allah'a başkasını ortak
koşarsan, ben Allah'ın azabından hiçbir şeyi senden savamam. Senin için mağfiret
istemekten başka elimden bir şey gelmez. Ey Rabbirniz!
Bütün işlerimizde sadece Sana güvendik. Sadece Sana yönelip tev-be
ettik. Ahiret yurdunda dönüş ancak Sanadır.
Tefsirciler şöyle der: İbrahim (a.s.), Meryem sûresinde anlatıldığı gibi,
"Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim, Çünkü o bana çok
lütufkârdır"[17]
diyerek babasına, onun için mağfiret talep edeceğine söz vermiş ve Şuara sûresinde anlatıldığı gibi, "Babamı bağışla. Çünkü O
sapıklardandır"[18]
diyerek bu mağfiret talebini gerçekleştirmiştir. Bütün bunlar, onun müslüman olması ümidiyle yapılmıştır. Daha sonra İbrahim
(a.s.) babasının kâfir olduğunu anlayınca bundan vazgeçti. Nitekim, Tevbe sûresinde meâlen şöyle buyrulmuştur: İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece
ona verdiği sözden dolayı idi. Onun, Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca, (af
dilemekten vazgeçip) ondan uzaklaştı"[19]
5. Ey
Rabbimiz! Kâfirleri bize musallat kılma da, gücümüzün yetmeyeceği şekilde bir
işkenceyle bizi dinimizden dönmeye zorlamasinlar.[20] Mücâhid şöyle der: Bize, ne onların eliyle, ne de kendi
katından gelen bir azapla azap etme ki, "Eğer haklı olsalardı başlarına bu
gelmezdi" demesinler. İşlediğimiz günahları bizim için bağışla. Ey Allah!
Sen öyle galip ve üstün bir Zâtsın ki, Sana sığınan zelil olmaz. Sen öyle
hakîmsîn ki, içinde hayır ve iyilik bulunan şeyden başkasını yapmazsın.
"Ey Rabbimiz" diye nidanın tekrarlanması, yalvarma ve niyazda
mübalağa içindir. [21]
6. Andolsun İbrahim'de ve onunla beraber bulunan mü'minlerde, kâfirlerden uzak durma hususunda sizin için
güzel bir örnek vardır. Ebussuûd şöyle der: Âyet,
İbrahim'e (a.s.) uymaya daha çok teşvik etmek için tekrarlanmıştır. Bunun
içindir ki, âyete yeminle başlanmıştır.'[22] Bu
güzel örnek, Allah'ın sevabını uman ve âhirette O'nun
azabından korkanlar içindir. Kim imandan ve Allah'a itaattan
yüz çevirirse, bilsin ki Allah onun gibilere ve diğer bütün mahlukata muhtaç
değildir. O, zatında ve sıfatlarında hamde layık
olandır. [23]
7. Olur ki
Allah sizinle, kendilerine düşmanlık yaptığınız müşrik akrabalarınız arasında
bir sevgi ve muhabbet meydana getirir; kinden sonra bir sevgi, düşmanlıktan
sonra bir dostluk hasıl eder. İbn Cüzeyy
şöyle der: Yüce Allah, müslümanlarla kâfirler
arasındaki akrabalık ve dostluğa rağmen, müslümanların
onlara düşman olmalarını ve onlarla ilişkiyi kesmelerini emredip onların da bu
hususta samimi olduklarını görünce, bu âyetle müslumanları
teselli etti ve onlara, a-ralarında sevgi meydana
getireceğini va'detti. Bu sevgi, Mekke'nin fethi günü
olgunlaştı. Çünkü o gün diğer Kureyşliler de İslama girdi.[24]
Allah, daha önce ayrı düşenleri böylece bir araya toplamış oldu. Fahreddin Râzî şöyle der: Âyette
geçen lafzı, Allah'tan bir vaad ifade eder. Nitekim
Yüce Allah onlara verdiği bu sözü, yani müslümanlarla
Mekke kâfirlerini bir araya getirip birleştirme sözünü, Mekke fethedildiği
zaman gerçekleştirmiştir.[25]
Allah güçlüdür, hiçbir şey onu âciz bırakamaz. Kalpleri döndürmeye ve
durumları değiştirmeye kadirdir, Allah kendisine tevbe
edip dönen kimseleri çok bağışlayan ve onlara çok acıyandır. [26]
8. Allah,
dininiz için sizinle savaşmayan ve sizi vatanlarınızdan çıkarmayan o kimselere
iyilik yapmayı yasaklamaz: Bunlar kadınlar, çocuklar ve benzeri kimselerdir.
Âyette geçen ibaresi, harfi cerri ile
mahallen cer edilmiştir. "Allah, onlara iyilik yapıp ihsanda bulunmaktan
sizi men etmez" demektir. Allah onlara adaletli davranmaktan da sizi menetmez.
Şüphesiz Allah, bütün işlerinde ve verdikleri hükümlerde adaletli olanları
sever. İbn Abbâs şöyle der:
Bu âyet Huzâa kabilesi hakkında inmiştir. Şöyleki onlar, Resûlullah (s.a)'a
karşı savaşmamak ve onun aleyhine hiç kimseye yardım etmemek üzere barış
anlaşması yaptılar. Bunun üzerine Yüce Allah, onlara iyilik ve ihsanda bulunma
hususunda mü'minlere izin verdi.[27] Esma
binti Ebîbekr'in (r. anhumâ) şöyle dediği rivayet olunur: "Kureyş Resûlullah
(s.a) ile Hudeybiye
anlaşmasını yapmış olduğu dönemde henüz müşrik olan annem (yanıma) geldi. Bunun
üzerine ben Resûlullah (s.a)'e gelip dedim ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Annem beni çok Özlemiş, görüşmek istiyor. Ona karşı
güzel davranıp iyilikte bulunayım mı?" Resûlullah
(s.a), "Evet, annene iyilikte bulun" dedi.[28] Bunun üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi. [29]
9. Allah
ancak, size karşı düşmanlığını ortaya koyan ve dininizden dolayı sizinle
savaşan ve sizi yurdunuzdan çıkarmak için düşmanlarınıza yardım edenlerle dost
ve ahbâb olmanızı, onları yardımcı edinmenizi
yasaklar. Kim Allah'ın düşmanlarına karşı dostluk gösterir, onları ahbâb ve yardımcı edinirse işte onlar canlarını azaba
soktukları için kendilerine zulmedenlerdir. [30]
10. Ey mü'minler! İnanan kadınlar göç ederek size geldiklerinde
imanlarındaki sadâkatlarmı anlamanız için onları
imtihan edin. Tefsirciler şöyle der: Resûlullah (s.a)
ile Mekke kâfirleri arasında yapılmış olan Hudeybiye
anlaşması şöyle bir madde kapsıyordu: "Müslümanlardan kim Mekkelilere
gelirse geri verilmeyecek; Mekkelilerden yani müşriklerden kim müslümanlara gelirse geri verilecektir." Buna rağmen Ukbe b. Ebî Muayt'in
kızı Ümmü Külsûm hicret
ederek Resûlullah (s.a)'e geldi. Bunun üzerine
ardından iki kardeşi Umâre ile el-Velîd,
Resûlullah (s.a)'e gelerek dediler ki: "Şart
gereği onu bize geri ver." Resûlullah (s.a) ise
"O şart kadınlara değil, sadece erkeklere aittir." dedi. Bunun
üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi. İbn Abbâs şöyle der: Hicret eden kadından, kocasına kızdığı
veya dünyevî bir istekten dolayı hicret etmediğine sadece Allah ve Resulünü
sevdiği ve İslam dinini istediği için çıkıp geldiğine dâir yemin etmesi
istenirdi.[31] Onların iman iddiasındaki
doğruluklarını Allah daha iyi bilir. Çünkü Yüce Allah onların kalplerinden
haberdardır. Bu cümle imtihanın mü'mirilere göre
olduğunu açıklamak İçin gelmiş ara cümlesidir. Yoksa Allah, sırlan bilendir.
Hiçbir şey Ona gizli kalmaz. İmtihandan sonra iman etmiş olduklarım anlarsanız
onları kâfir kocalarına geri vermeyin. Mü'min kadın,
müşrike helâl olmaz. Mü'min erkeğin de müşrik bir
kadınla evlenmesi helâl değildir. Alûsî şöyle der:
Burada cümlenin tekrar edilmesi, bunların biribirine
haram olduğunu ve mü'min kadın ile müşrikin
aralarındaki alakanın kesildiğini vurgulu bir şekilde ifâde etmek içindir.[32]
Kâfir kocalarına onlara verdikleri mehri veriniz. Ebû Hayyân şöyle der: Kâfir
kocaya, müslüman olan karısı için vermiş olduğu, mehir iade edilir ki hem eşini kaybedip hem de ekonomik
zarara uğramasın.[33] Mehirlerini verdiğinizde o muhacir mü'min
kadınlarla evlenmenizde size herhangi bir günah ve vebal yoksa bile, kâfir
ülkesinden İslâm ülkesine hicret eden mü'min
kadınlarla evlenmeyi mubah kıldı. Çünkü İslâm, bu kadınlarla kâfir olan
kocalarını birbirinden ayırmış ve iddet
müddetinin sona ermesiyle ayrılık gerçekleşmiştir.[34]
Kâfir eşlerinizi nikahınızda tutmayın. Çünkü sizinle onların arasında ne nikâh
vardır ne de evlilik alakası... Kurtubî,
"Buradaki ismetten maksat nikâhdır" der ve
şöyle devam eder: Kimin Mekke'de kâfir bir karısı varsa bilsin ki, o kadın bir
şey sayılmaz. O onun karısı değildir. Yurt ayrılığından dolayı o kadının nikâh
bağı kopmuştur.[35] Ey mü'minler!
Eşleriniz kâfirlere katılırsa onlara vermiş, olduğunuz mehiri
isteyin. Müşrikler de Medine'ye hicret eden mü'min
eşlerine verdiklerini istesinler. İbnu'l-Arabî şöyle
der: Müslüman kadınlardan dinden dönerek kâfirlerin yanma giden olduğunda,
kâfirlere, "Onun mehrini getirin"
denilirdi. Kâfir kadınlardan biri müslüman olarak
hicret edip geldiğinde de müslümanlara, "Onun mehrini kâfirlere iade edin" denilirdi. Bu, iki durum
arasında bir adalet idi.[36] İşte
bu, Allah'ın şeriatı ve düşmanlarınızla sizin aranızdaki âdil hükmüdür.
Şüphesiz Allah, kulların yararına olanları bilendir ve onlar için koyduğu kanunlarda
hikmet sahibidir. [37]
11. Müslümanlardan
herhangi birinin eşi kaçar da kâfirlere katılırsa siz de savaşarak kâfirlerden
ganimet almışsanız kaçıp gitmiş olan kimseye, ona vermiş olduğu mehir kadar, elinizdeki ganimetten verin. İbn Abbas şöyle der: Yani
Muhacirlerden (r. anhum) herhangi birinin karısı
kâfirlere katıldığı takdirde Resûlullah (s.a.), o
kimse için, karısına yapmış olduğu harcama kadar ganimetten verilmesini
emreder.[38]
Kurtubî de şöyle der: "Siz de harcadığınızı isteyin,
onlar da harcadıklarını istesinler" mealindeki âyet inince müslümanlar, "Allah'ın verdiği hükme razıyız"
dediler ve durumu müşriklere yazdılar. Fakat müşrikler bunu kabul etmediler.
Bunun üzerine bu âyet indi.[39] Söz
ve fiillerinizde emirlerine muhalefet ettiğiniz takdirde varlığına inanıp
tasdîk ettiğiniz Allah'ın azap ve intikamından korkun. Çünkü Allah'tan korkmak
imanın îcâbmdandır.
Resûlullah (s.a) Mekke'yi feth
ettiğinde Mekkeli erkekler müslüman olmak üzere Resûlullah (s.a)'e bîat ettikleri gibi kadınları da bîat
etmek üzere ona geldiler. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu: [40]
12. Ey
Peygamber! Mü'min kadınlar bîat için sana
geldiklerinde şu altı önemli hususta bî-atlarım al:
Bunların başında Allah'a şirk koşmamaları gelmektedir, Hırsızlık yapmasınlar ve
suçların en çirkini olan zina suçunu işlemesinler. Câhiliye
insanlarının, utanma veya fakirlik korkusuyla yaptıkları gibi kız çocuklarını
diri diri gömmesinler. İbn
Kesir şöyle der: Bu hüküm, çocuk meydana geldikten sonra onu öldürmeyi yasakladığı
gibi ana rahminde cenin olarak öldürmeyi de yasaklar. Nitekim Câhiliye döneminde insanlar utanma ve fakirlik korkusuyla
çocuklarını öldürüyorlardı. Şimdi de câhil kadınlar gebe kalmamak için
kendilerini tehlikeye atıyorlar. Bunu ya kötü bir
maksatla veya benzeri bir gaye ile yapıyorlar.[41] Bu
hüküm her iki türlü öldürmeyi yasaklamıştır. Kocalarından olmayan, buluntu
çocuğu "Bu benim çocuğumdur. Senden olmuştur" diyerek onlara nisbet etmesinler. Tefsirciler şöyle der: Kadın, hamile
kalmadığı için, kocasının ayrılmasından korktuğunda, kocası kendisini
bırakmayıp yanında tutması için bir çocuk bulup onu kocasına nisbet ederdi. Ayetten
maksat buluntu çocuktur. Zina değildir.
Çünkü zina daha önce açık olarak yasaklanmıştır.'[42] İbn Abbas şöyle der: Kocasından
olmayan herhangi bir çocuğu, "onundur" diye iddia etmesin. Ferrâ da şöyle der: Kadın, bir çocuk buluyor ve "Bu
benim çocuğumdur, senden olmuştur" diyordu. Yüce Allah'ın "Ellerinin
ve ayaklarının arasında onu iftira ederler" demesinin sebebi şudur: Anne,
çocuğu doğurduğunda, çocuk onun elleri ve ayaklarının arasına düşer"[43]
İyilik hususunda onlara yaptığın emrine ve kötülük hususunda yasaklamana karşı çıkmasmlar. Aksine dinleyip itaat etsinler, Ey Muhammed!
yukarda geçen şartlar doğrultusunda onların bîatmi
al. Allah'tan, onların geçmiş günahları için af ve bağışlama dile. Kuşkusuz
Allah'ın, rahmeti bol ve mağfireti geniştir.
Ebû Hayyân şöyle der: Rasulullah (s.a.v) erkeklerin biatim aldıktan sonra, Mekke fethinin ikinci günü
Safa tepesinde de, kadınların Matı gerçekleşmişti. Rasulullah (s.a.v) Safa tepesinde, Ömer (r.a.) de onun aşağısında
duruyor ve Rasulullah'ın emriyle kadınların bîatmi alıyor ve emirlerini kadınlara tebliğ ediyordu. Rasulullah (s.a.v)'ın eli,
kesinlikle nâmahrem olan hiçbir kadının eline dokunmamıştı. Esma binti Seken şöyle diyor: Ben, bîat eden kadınların arasında
idim. "Ey Allah'ın Rasulü! Elini uzat da sana
bîat edelim" dedim. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v): "Ben kadınlarla musâfaha yapmam. Fakat,
Allah'ın onları yükümlü tuttuğu şeylerden ben de yükümlü tutarım."
Uhud Savaşında Hamza'nm (r.a.)
karnını yarmış olan Hind b. Utbe,
o kadınlar arasında tanınmıyordu. Rasulullah (s.a.v),
"Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak ve hırsızlık etmemek üzere..."
mealindeki âyeti onlara okuyunca, Hind, kendini
tanıtmayarak şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulü! Ebu Süfyan aşın derecede cimri
bir adamdır. Ben onun malından biraz alıyorum. Bilmiyorum, bu bana helal
midir, değil midir?" Bunun üzerine Ebû Süfyan, "Geçmişte ve gelecekte aldıkların sana
helaldir" dedi. Bunu işiten Rasulullah (s.a.v)
güldü ve Hind'i tanıdı. Ona, "Sen, Hind binti Utbe
misin?" dedi. Hind, "Evet, geçmiştekileri afvet Ey Allah'ın Resulü! Allahda
seni afvetsin." Rasulullah
(s.a.v), "Zina etmemek üzere..." âyetini okuyunca, Hind, "Hiç hür kadın zina eder mi? dedi. Rasulullah (s.a.v), "Çocuklarını öldürmemek
üzere..." olan kısmı okuyunca, Hind, "Biz
onları küçük iken yetiştirdik. Fakat büyüdükleri zaman sen onları öldürdün.
Siz de, onlar da bunu pek iyi bilirsiniz." Hind'in
oğlu Han-zalâ, Bedir Savaşında Öldürülmüştü. Bunu
duyan Ömer (r.a.) gülmekten katıldı. Rasulullah
(s.a.v) da tebessüm etti. Rasulullah (s.a.v):
"Elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri
üzerine..." mealindeki bölümü okuyunca Hind,
"Allah'a yemin olsun ki, iftira çok çirkin bir şeydir. Yüce Allah,
doğruluk ve güzel ahlâktan başka birşey
emretmez" dedi. "iyi iş işlemekte sana karşı çıkmamaları
üzerine..." mealindeki kısmı okuyunca da Hind,
"Vallahi biz bu meclisimize, içimizde herhangi bir şey hususunda sana
isyan duygusu taşıyarak gelmedik" dedi.[44]
İmam Ahmed, Hatice'nin (r. anhâ) kız
kardeşi ve Fatıma'nın (r. anhâ)
teyzesi Ümeyme binti Rukayka'nın şöyle dediğini rivayet eder: Ben, Rasulullah'a bîat etmek için' bir grup kadın içersinde
geldim. Kur'ân'da bulunan, "Allah'a hiçbir şeyi
ortak koşmamamız" gibi hükümlerle bizi mükellef kıldı ve şöyle buyurdu:
"Bunlar, gücünüzün yettiği ve yapabildiğiniz şeyler hususundadır."
Biz de: "Allah ve Rasulü bize karşı, kendi
nefsimizden daha merhametlidir. Ey Allah'ın Rasulü!
Bizimle musâfaha etmeyecek misin? dedik." Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: "Ben kadınlarla musafaha etmem. Benim bir kadına sözüm, yüz kadma sözüm gibidir."[45]
13. Ey mü'minler topluluğu! Din düşmanı kâfirlerle dostluk
kurmayın. Görüşlerini alacak şekilde onları dost ve arkadaş edinmeyin. Çünkü
onlar, Allah'ın kızdığı ve lanetlediği bir kavimdir. Hasan Basrî
şöyle der: Onlar yahudilerdir. Zira Yüce Allah, bunlar
hakkıda, Kendilerine gazap edilenlerin yoluna
değil"[46] buyurmuştur. İbn Abbas da şöyle der: Bunlar Kureyş kâfirleridir. Çünkü, her kâfir üzerinde, Allah'tan
bir gazap vardır.[47] Açık
olan şudur ki, bu âyetin hükmü geneldir. Nitekim İbn
Kesîr de şöyle der: Bunlardan maksat, Allah'ın gazap ve lanet ettiği yahudiler, hristiyanlar ve diğer
kâfirlerdir.[48] O kâfirler, âhiret sevabından've
nimetlerinden ümit kesmiş kimselerdir. Bu, Öldükten sonra dirilmeyi ve haşri kabul etmeyen kâfirlerin, ölülerinin, ikinci kez
hayata dönmelerinden ümit kesmelerine benzer. Onların herhangi bir yakını veya
arkadaşı öldüğünde, "Bu, onu gördüğümüz son andır. Artık ebediyyen diriltümeyecektir"
derlerdi.[49]
Yüce Allah bu mübarek
sûreyi, başladığı şekilde, yani Allah düşmanı kâfirlerle dost olmayı
yasaklayarak bitirdi. Bu, sözü pekiştirme ve başlangıçta ve bitişde âyetlerin birbirine uygunluğu kabilindendir. Bunun
edebiyatta önemli bir yeri vardır. [50]
Bu mübarek sûre,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Gizlediğinizi
de, açığa vurduğunuzu da bilirim" âyetinde tıbâk
sanatı vardır. Çünkü "gizlemek" açığa vurmanın karşılığında
zikredilmiştir.
2. Onlara
gizlice sevgi gösteriyorsunuz. Oysa Ben gizlediğinizi... bilirim"
âyetinde kınama ve sitem vardır.
3. Ey
Rabbimiz! Ancak Sana dayandık ve Sana sığındık. Dönüş de ancak Sanadır
âyetinde, cümle yapısının hasr ifade etmesi için,
sonra gelmesi gerekenler öne alınmıştır. Aslı, ve şeklindedir.
4. Kalıplan
mübalağa kalıplarıdır. Bunlar Kur'ân'da çoktur. de
bunun gibidir
5.
"Allah sizi nehyetmez" ile " Allah
sizi,ancak sizi nehyeder" cümleleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
6.
"Allah onların imanlarım bilir" âyeti insanın sadece zahiri
bilebileceğini, gizli işleri bilmenin Allah'a ait olduğunu göstermektedir.
7. "Bunlar
onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helal olmaz" âyetinde aks ve
tebdil sanatı vardır. Bu da edebî sanat türlerindendir.
8. "Elleri
ıIe ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek
üzere..." âyetinde latif bir kinaye vardır. Yüce Allah bununla, buluntu
çocuktan kinaye yaptı. Bu latif kinayelerdendir.
9. Onlar
kâfirlerin, kabir-lerdekilerin dirilmesinden ümit
kestikleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir"
âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Aynı zamanda
bunda, edebî sanatlardan, "Reddu'1-acez ale's-sadr" denilen sanat
vardır. Şöyleki Yüce Allah1 başlangıç bitişe uygun
olsun diye, sûreyi, başlangıca benzer bir şekilde sona erdirdi.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Mümtahinc
Sûresi"nin tefsiri bitti. [51]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/395-396.
[2] AIûsî, 28/68
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/400-401.
[4] Ravda-i Hâh, Medine'ye yakın
mesafede bir yerdir.
[5] Buhârî, Tefsir, 60/1 Bkz, Rûhu'l-meânî,
28/65; Rurtubî, 18/50
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/401-402.
[6] Teshtl, 4/112
[7] Kurtubî, 18/52
[8] Bahr, 8/253
[9] Burûc sûresi, 85/8
[10] Âlûsi, 28/67
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/402-403.
[12] Keşşaf, 4/295
[13] Nisa sûresi, 4/89
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/403.
[14] Sâvî Haşiyesi, 4/195
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/403.
[16] Tevbe sûresi, 9/114
[17] Meryem sûresi
19/47
[18] uara suresi, 26/86
[19] Tevbe sûresi, 9/114
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/403-404.
[20] Bu birinci görüş İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir. İkinci görüş Mücahid’indir. Birincisi daha tercihe şayandır. Çünkü bu,
kafirler kendilerine hakim olmasın diye kendilerine yaptıkları bir duadır. İbn Atıyye de bunu tercih
etmiştir.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/404.
[22] Ebussuûd, 5/157
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/404-405.
[24] Teshil, 4/114
[25] Tefsîr-i kebîr, 29/303
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/405.
[27] Fahreddin Râzî, Tefsîr-i kebir, 29/34.
[28] Buhârî, Hibe, 51/29; Müslim,
K. Zekat; Ebû Dâvûd, Sünen,
Zekat 34; Ahmed b. Hanbel, Miisned, 6/344
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/405-406.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/406.
[31] Ebû Hayyân,
el-Bahru'1-muhît, S/256.
[32] ÂIÛsî, 28/76.
[33] el-Bahru'l--Muhît, 8/257.
[34] Hazin, 4/79
[35] Kurtubî, 18/65.
[36] Kurtubî, 18/68.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/406-407.
[38] Muhtasaru İbn Kesîr, 3/4S6.
[39] Kurtubî, 18/68 Daha sonra Kurtubî, Katâde'den bu hükmün Berâefsûresiyle nesh edildiği
nakletmiş tir.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/407-408.
[41] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/489
[42] Sâvî Haşiyesi, 4/200; Ebussuud, 5/158; Râzî, 29/308
[43] Âlûsî, 28/80
[44] Bahr, 8/258; Tefsîr-i kebîr,
29/307
[45] Ahmed, Müsned,
6/357; Beyhakî, Sünen 8/148; İbn
Mâce, Cihâd, B. Bey'atu'n-nisâ', hadis no: 2874.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/408-410.
[46] Fatiha sûresi, 1/7
[47] Bahr, 8/259
[48] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/490
[49] Bu âyet-i kerimenin tefsirinde tercih olunan göriiş budur. Bu İbn Abbâs, Katâde ve Hasan Basrî'nin görüşlerinin özetidir. Mücâhid
ise öyle der: Yani onlar, kabirlerdeki kâfirlerin her türlü hayırdan ümit
kestikleri gibi, âhiret nimetlerinden ümit
kesmişlerdir. Birinci görüş en açık olandır. Allah daha iyi bilir.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/410.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/410-411.