MÜMTEHİNE SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Kafirleri Dost Edinmeyin. 2

Belagat: 2

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi 3

Açıklaması: 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 4

Hz. İbrahim'i (A.S.) Ve Yanındaki Müminleri Örnek Almak: 5

Belagat: 5

Kelime ve İbareler: 6

Nüzul Sebebi: 6

Ayetler Arası İlişki: 6

Açıklaması: 6

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 8

Müslümanların Gayri Müslimlerle İlişkisi: 9

Belagat: 9

Kelime ve İbareler: 9

Nüzul Sebebi: 9

Ayetler Arası İlişki: 9

Açıklaması: 9

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 10

Küfür Yurdundan İslâm Yurduna Hicret Eden Mümin Kadınların Hükmü: 10

Belagat: 10

Kelime ve İbareler: 11

Nüzul Sebebi: 11

Ayetler Arası İlişki: 11

Açıklaması: 12

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 13

Kadınların Biati: 15

Belagat: 15

Kelime Ve İbareler: 15

Nüzul Sebebi: 15

Ayetler Akası İlişki: 16

Açıklaması 16

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 17


MÜMTEHİNE SURESİ

 

 

Surenin İsmi:

 

Nasıl ki münafıkların ayıplarım ortaya koyan "Berâe" suresi "rüsva eden" manasına gelen Fâdıha, Müba'sira adlarını almışsa, bu sure de "Mümtehine" adını almıştır. Bu sureye, onuncu ayetinde geçen "O kadınla­rı imtihan edin, Allah onların imanını en iyi bilendir." lafzından alınarak "imtihan edilen kadın" manasına mümtehine ismi de verilmiştir. Bu ayet Abdurrahman b. Avf in hanımı Ukbe b. Ebî Muayt'm kızı Ümmü Gülsüm hakkında nazil olmuştur. Abdurrahman'ın İbrahim adındaki oğlu da bu kadındandır.. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bir önceki sure olan Haşr suresi ile ilgisi şu iki noktada görülür:

1- Haşr suresinde önce müminlerin birbirleriyle dostluklarından bah­sedildikten sonra münafıkların Ehl-i Kitap'tan olan kâfirlerle dostlukların­dan bahsedilmiştir. Bu sure de, bu konuda müminlerin münafıklara benze­memeleri için kâfirleri dost edinmemelerine dair yasakla söze başlamış, sure boyunca bu yasak tekrar edilmiş ve yine bu yasakla bitmiştir.

2- Haşr suresi Ehl-i Kitap'tan olup da müslümanlarla anlaşma yapan­lardan bahsetmişti. Bu sure ise anlaşma yapan müşriklerden bahsetmek­tedir. Çünkü bu sure Hudeybiye sulhu hakkında nazil olmuştur. Her iki su­renin de ortak tarafı müslümanlann diğer insanlarla alâkalarını beyan et­meleridir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Medine'de nazil olan surelerin çoğunda görüldüğü gibi bunun da ko­nusu şer'î hükümlerdir. Burada müşriklerden anlaşma yapanların, müslü­manlarla savaşmayanların hükümlerinden hicret eden mümin hanımlar­dan ve onların iman imtihanından bahsedilmektedir.

Surenin başında müşriklerle dostluk yasaklanmakta ve bunun sebep­leri beyan edilmektedir ki bunlar şöyle sıralanabilir: Müminlere eza ver­meleri, Allah'a ve müminlere düşmanca davranmaları ve onları vatanlarını terkederek hicrete mecbur bırakmalarıdır.

Sonra sure akrabalığın veya dostluğun kıyamette hiçbir fayda getirmeyeceğini, insana ancak iman ve salih amelin fayda vereceğini zikret­mektedir.

Bunun ardından, müminler kendisini örnek alsınlar diye İbrahim (a.s.)'ı ve beraberindeki müminlerin kıssasını ve onların müşriklerden na­sıl teberri edip uzak durdukları zikredilmiştir.

Sonra müslümanlarm Ehl-i Kitap ile savaş ve sulh halindeki ilişkile­rinde takip edilecek esaslar konulmaktadır.

Bunun ardından müslümanlarm müşriklerle alâkalarında, onlardan müslüman olan kadınların İslâm diyarına hicret etmeleri halinde imanla-rındaki samimiyetlerinin imtihan edilmesi zarureti, küfür diyarına geri gönderilmemeleri ve mehirlerinin kâfir kocalarına iade edilmesi ile ilgili hükümlere geçilmiştir.

Sonra Rasulullah'ın o kadınlarla biatinin hükmü, biat şartlan ve mad­deleri, İslâm'da ve İslâm diyarında bunun esaslarından bahsedilmiştir.

Ve sure, İslâm ümmetinin birliğini korumak maksadıyla müminlerin düşmanı olan kâfir ve müşriklerle dostluğun nehyedildiği bir kere daha tekid edilerek bitirilmiştir. [3]

 

Kafirleri Dost Edinmeyin

 

1- Ey iman edenler! Benim de düş­manım sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin. Onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar Hak'tan size geleni inkâr etmişler­di. Peygamberi de sizi de Rabbiniz Allah'a iman ediyorsunuz diye çıka­rıyorlardı onlar. Eğer siz benim yo­lumda cihad için, benim rızamı ara­mak için çıkmışsanız, onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben sizin gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim, içinizden kim bunu yaparsa mu­hakkak ki hak yoldan sapmış olur.

2- Eğer sizi ele geçirirlerse hepini­zin düşmanları olacaklar, ellerini dillerini kötülükle size uzatacaklar­dır. Zaten onlar inkâr etmenizi is­terler.

3- Ne hısımlarınız ne evlâtlarınız si­ze asla fayda veremez. Kıyamet gü­nü Allah aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı görür.

 

Belagat:

 

"Onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben sizin giz­lediğinizi... çok iyi bilenim" cümlesinde kınama ve azarlama vardır, "gizle-diğinizi-açıkladığınızı" kelimeleri arasında tezat vardır. [4]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." Allah'ın düşmanları: Onu inkâr eden veya ortak koşan, semavi kitaplarda indirilenlere iman etmeyenlerdir. Müslümanların düş­manları ise onlara hiyanet eden, zarar veren, onlarla savaşan veya sava­şanlara yardım edenlerdir. Geçmişte Mekke kâfirleri, Allah'ın varlığını ka­bul etmeyen maddeci inkarcılar veya günümüzde birtakım asılsız yorum­larla bir beşerin ilâhlığına inananlar... bu düşmanlara örnek sayılabilir.

"Onlara" peygamberin haberlerini göndererek, dostluk mektupları ya­zarak "sevgi ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar Hak'tan size geleni" yani İs­lâm'ı ve Kur'an'ı "inkâr etmişlerdi. Peygamberi de sizi de Rabbiniz Allah 'a iman ediyorsun diye" zorla Mekke'den "çıkarıyorlardı onlar. Eğer siz benim yolumda cihad için, benim rızamı aramak için" yurtlarınızdan "çıkmışsa­nız, onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben sizin gizle­diğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa" yani onları dost edinirse "muhakkak ki hak yoldan sapmış olur."

"Eğer sizi ele geçirirlerse hepinizin düşmanları olacaklar", döverek, öl­dürerek "ellerini", sövüp sayarak "dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr etmenizi isterler."

"Ne hısımlarınız ne" de kendileri için müşrikleri dost edinmek zorun­da kaldığınız "evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır." Yani korkudan birbirinizden kaçacaksınız. "Allah yap­tıklarınızı görür." [5]

 

Nüzul Sebebi

 

Buhari, Müslim ve diğer muhaddislerin rivayet ettiklerine göre Hz. Ali şunu nakletti: Rasulullah beni Zübeyr ve Mikdad b. Esved'i gönderdi ve dedi ki: "Ravza-i Hah denilen yere kadar gidin. Orada hevdeç içinde deve ile yolculuk yapan bir kadın bulacaksınız. Onda bir mektup var, onu ondan alın getirin." Gittik ve Ravza'da o kadını bulduk "Mektubu çıkar" dedik. "Bende mektup filan yok" dedi. Biz de "Ya mektubu çıkarırsın veya elbiseni soyar ararız" dedik. Bunun üzerine mektubu saç örgülerinin arasından çı­kardı. Alıp Rasulullah'a getirdik. Bir de baktık ki mektup Hatib b. Ebi Bel-tea'dan Mekke müşriklerine yazılmış, onlara Rasulullah'ın Mekke fethi için yaptığı hazırlıkları haber veriyor. Rasulullah "Hatıb, bu ne?" dedi. Ha-tıb: "Ya Rasulallah, acele etmeyin. Ben aslen Kureyşli değilim, sonradan onlara katılmış biriyim. Yanınızdaki muhacirlerden herbirinin Mekke'de, oradaki mallarım, çoluk çocuğunu koruyacak akrabası var. Ben de, benim de oradaki akrabamı koruyacak birisi olsun istedim. Bunu kâfir olduğum veya dinimden döndüğüm, küfre razı olduğum için yapmadım." deyince Ra­sulullah (s.a.) "Doğru söyledi." dedi.

İşte bu sure, bu hadise üzerine nazil oldu. Bu mektup hadisesinin tafsilatı şöyledir:

Ebu Amr b. Sayfi'nin Sârra adında azatlı bir cariyesi vardı. Hicretin sekizinci senesi Rasulullah'ın (s.a.) Mekke fethi için hazırlık yaptığı gün­lerde Medine'ye geldi, muhtaç durumda olduğunu Rasulullah'a arzetti. Ra­sulullah (s.a.) Muttalipoğullarını bu kadına yardıma teşvik etti. Bu arada Hatıb b. Ebi Beltea o kadına on dinar verdi, bir hırka giydirdi. Kureyşe hi­taben yazılmış bir mektup vererek onu Mekke'ye gönderdi. Mektupta şöyle diyordu: "Hatıb b. Ebi Beltea'dan Mekke ehline! Rasulullah üzerinize yürü­yecek, tedbirinizi alın." Sârra yola çıktı. Cebrail hemen mektup haberini bildirdi. Rasulullah Ali, Ammar, Ömer ve birkaç binekliyi peşinden gönder­di ve: "Ravza-i Hah'a kadar gidin, orada bir kadın bulacaksınız, onda bir mektup var, onu alın, vermezse boynunu vurun." dedi. Kadına yetiştiler. Kadın mektubu inkâr etti, yemin etti. Dönmeyi düşündüler. Hz. Ali "Valla­hi ne biz yalancıyız ne de Rasulullah (s.a.) yalancıdır." deyip kılıcını çekti ve kadına "Ya mektubu çıkarırsın veya başını ortaya koyarsın." deyince mektubu saç bağlarının arasından çıkardı. Rasulullah (s.a.) Hatıb'a "Niçin bunu yaptın?" dedi. O da "Ya Rasulallah, müslüman olduğumdan beri in­kâra düşmedim, sana halisane muhabbet beslediğimden beri sana yalan söylemedim, müşriklerden ayrıldığımdan beri onları sevmedim. Ancak ben Kureyş içinde yabancı bir kişiyim. Yanındaki muhacirlerden hepsinin Mek­ke'de akrabası var, Mekke'deki mallarını, çoluk çocuğunu koruyorlar. Ora­daki çoluk çocuğumun başına bir şey gelmesinden korktum, Kureyş nez-dinde bir yardım eli kazanmak istedim. Bildiğiniz gibi Allah onların başına azabını indirecek. Benim mektubum onları bu azaptan kurtaramaz." dedi. Rasulullah da onu tasdik edip mazeretini kabul etti. Hz. Ömer: "Ya Rasu­lallah, bırakın şu münafığın boynunu vurayım" dedi. Rasulullah: Ya Ömer, ne biliyorsun, belki Allah Bedir mücahitlerine bakmıştır da onlara "İstedi­ğinizi yapın sizi affettim." demiştir deyince Hz. Ömer'in gözleri yaşardı ve "Allah ve Rasulü daha iyi bilir." dedi. Bunun üzerine bu sure nazil oldu. [6]

 

Açıklaması:

 

"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin. Onlara sevgi ulaştırıyorsunuz." Yani ey Allah'ı ve Rasulünü tasdik edenler! Benim de sizin de düşmanınız olanları kendinize dost ve yardımcı edinmeyin. Yoksa aranızdaki bu sevgi sebebiyle peygam­berin ve müminlerin haberlerini onlara ulaştırmaya kalkarsınız. Bu ayet-i kerime ne şekilde olursa olsun kâfirlere karşı sevgi beslemenin nehyedildi-ğine delâlet eder.

Buna benzer daha pek çok ayet-i kerime vardır. Mesela: "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirinin dost­larıdır. Sizden onları dost edinen onlardandır." (Maide, 5/51).

"Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesinler." (Ali İmran, 3/28). İlk ayet ağır ve kat'i bir tehdit ihtiva etmektedir.

Bu nehyin iki sebebi ayetin devamında şöyle ifade edilmektedir: "Hal­buki onlar Hak 'tan size geleni inkâr etmişlerdi. Peygamberi de sizi de Rab-biniz Allah'a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı onlar." Yani onlar Al­lah'ı, peygamberi ve size gelen Kur'an'ı ve hidayeti inkâr ettiler. "Onlar, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yutlanndan çıkarılmış olanlardır." (Hac, 22/40), "Onlardan sırf Aziz ve Hamid olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar." (Buruc, 85/9) ayetlerinde de ifade edildiği gi­bi müşrikler Hz. Peygamberi ve müminleri Mekke'den, Allah'a iman edip ibadetlerini sadece O'na yaptıkları için çıkardılar.

Sonra Allah Tealâ onlarla dostluktan kaçınılmasını teşvik ederek şöy­le buyurdu:

a) "Eğer siz benim yolunda cihad için, benim rızamı aramak için çık­mışsanız..." Yani eğer siz benim yolumda cihad için, benim rızamı kazan­mak için çıktıysanız onları dost edinmeyin, benim de sizin de düşmanımız olan bu kişileri dost bilmeyin. Zira bunlar size ve dininize olan kin ve öfke­lerinden dolayı sizi yurtlarınızdan çıkarıp mallarınızdan ettiler.

b) "Onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben gizle­diğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim." Yani bu sevgiden dolayı onla­ra gizlice Hz. Peygamber'in ve müminlerin planlarını ve haberlerini ulaştı­rıyorsunuz. Halbuki ben açıklananları da gönüllerden geçenleri de, en iyi bilenim.

c) "İçinizden kim bunu yaparsa muhakkak ki hak yoldan sapmış olur." Yani, sizden kim düşmanları dost edinirse doğru ve hak yolu kaybetmiş, kendisini cennete ve Allah'ın rızasına ulaştıracak yoldan çıkmış olur.

Sonra Allah Tealâ, kâfirlerle dostluğu men eden ve ister Mekke'de is­ter başka yerde olsun müşriklerin düşmanlığına delâlet eden üç husus da­ha zikrederek şöyle buyurdu:

"Eğer sizi ele geçiririlerse hepinizin düşmanları olacaklar, ellerini dil­lerini kötülükle size uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr etmenizi isterler." Ya­ni onlar sizinle karşılaşırlarsa içlerindeki düşmanlığı açığa vuracaklar ve size karşı harp açarak vurup-kırmak suretiyle ellerini, sövüp saymak sure­tiyle dillerini size uzatacaklardır. Onlar sizin dinden dönüp Rabbinizi in­kâr ederek küfre dönmenizi temenni ederler, hiçbir hayra nail olmamanızı çok isterler, size karşı hem gizli hem açık düşmanlıkları vardır. Böyleleriy-le siz nasıl dost olursunuz?

Yukarıda da geçtiği gibi bu aynı zamanda onlara karşı düşmanlığa bir teşviktir.

Sonra yüce Allah din ve iman rabıtasının dostluk ve akrabalık rabıta­sından daha kuvvetli, daha üstün ve daha faydalı olduğunu zikrederek şöyle buyurdu:

"Ne hısımlarınız ne evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı görür." Yani kıyamet günü evlâtlarınızın ve akrabalarınızın size asla bir yardımı dokunmayacaktır ki -nüzul sebebinde zikredilen Hatıb b. Ebi Beltea kıssasında olduğu gibi- bu­nu elde etmek için onlara dost görünesiniz. Bilakis orada size faydası dokunacak şey, Allah'ın emrettiği kâfirlere düşman olma, onlarla dostluk kur­mama, iman bağlarını ve din kardeşliğini kuvvetlendirme gibi hareketleri-nizdir. Allah ahirette sizi ayıracak O'na itaat edeni cennete, etmeyeni ce­henneme koyacaktır. Allah bütün amellerinize muttalidir ve hayır veya şer hepsinin karşılığını verecektir.

Yani Allah Tealâ sizin hakkınızda şer murat ederse akrabalık fayda vermez; Allah'ın gazabını celbedecek şeylerle onları memnun etmeye kal­karsanız onların size asla bir yararı dokunmayacaktır. Müslümanlardan kim onları memnun etmek için akrabası ile küfür üzere ittifak ederse hüs­rana uğramış ve amelleri boşa gitmiştir. Bir peygamberin akrabası bile ol­sa Allah'tan gelecek azaba karşı hiçbir kimsenin akrabalığı ona fayda ver­mez. Şu ayetler bunu ifade etmektedir: "Sur'a üflendiği zaman artık o gün aralarında ne soy sop (çekişmesi) vardır ne de birbirlerini soruştururlar." (Müminun, 23/101), "O gün kişi biraderinden, anasından babasından, ka­rısından ve oğullarından kaçar. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi) vardır." (Abese, 80/34-37). Şu halde sevgi Allah için olmazsa kıyamet günü fayda vermez.

Ahbed b. Hanbel, Müslim ve Ebu Davud'un Enes'ten rivayet ettikleri­ne göre biri "Ya Rasulallah babam nerede?" dedi. Rasulullah (s.a.) "Cehen­nemde." dedi. Adam dönüp giderken Rasulullah (s.a.) onu çağırdı ve "Be­nim babam ve senin baban cehennemde!" dedi. [7]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetlerden şu hükümler çıkartılabilir:

1- Ne şekilde olursa olsun kâfirleri sevmek ve onlarla yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmak haramdır. Zira bu sure, kâfirlerin inandığına kalben inanıp rıza göstermese bile zahiren de olsa onlarla dostluk kurma­nın yasak olduğu konusunda bir esastır.

2- Hatibin yaptığı gibi itikadını bozmamak ve dinden dönme niyeti ta­şımamak şartıyla sırf akrabalarını ve malını koruma konusunda kâfirlerin desteğini kazanmak için, dünyevî bir maksatla müslümanların aleyhine casusluk yapmak ve haberlerini düşmanlara sızdırmaktan dolayı insan kâ­fir olmaz.

3- Kâfir casusun öldürülüp öldürülmemesi hususunda alimler ihtilâf ettiler: İmam Malik ve Evzai'ye göre zımmi bile olsa öldürülmesi caizdir. Çünkü o artık zimmet ahdini bozmuştur. Cumhura göre ise o bununla ahdi bozmuş sayılmaz. Hanbelilere göre müslümanların stratejik yerlerini har­beden müşriklere bildiren zımminin ahdi bu hareketiyle bozulur. Şafiîlere göre anlaşma yapılırken casusluk yapmanın ahdi bozacağı şart olarak ko­nulmamışsa bu hareketiyle ahid bozulmaz.

Casus müslüman ise Malikî mezhebinin ileri gelen alimlerine göre öl-dürülebilir. Cumhura göre ise öldürülmez fakat hakimin uygun göreceği vurma, hapsetme gibi bir tazir cezası ile cezalandırılır.

Her iki görüşün de delili Hatıb kıssasıdır. "Öldürülür" diyenlerin görü­şüne göre bu kıssanın bu hükme delâleti şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ömer'in öldürme talebini kabul etti. Ancak Hatıb'm Bedir'e iştirak etmiş olmasından dolayı müsade etmedi. Şu halde bu özelliği olmayanlar öldürü-lebilir. Cumhura göre ise Rasulullah (s.a.) onu müslüman olduğu için öl­dürmedi. Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre müşrikler hesabına casusluk yapan Furat b. Hayyan adında birisi Rasulullah'a (s.a.) getirildi. Öldürül­mesini emretti. Furat: "Ey Ensar, kelime-i şehadet getirdiğim halde öldü­rülüyorum." diye bağırmaya başladı. Bunun üzerine Rasulullah salıveril­mesini emretti ve "Sizden durumunu imanına havale ettiklerim olur, Furat b. Hayyan da bunlardan biridir." buyurdu.

4- Ayet-i kerimeler kâfirlere sevgi beslemenin haram olmasına dair beş sebep zikretti. Bunlar: Allah ve Rasulünü inkâr etmeleri, Rasulullah'ı (s.a.) ve müminleri Mekke'den çıkarmaları, onlara karşı düşmanlık besle­yip fiilen savaşmaları, onlara çirkin sözler söylemeleri ve Hz. Peygamberi inkâr konusunda çok hırslı olmalarıdır.

5- Allah Tealâ şu iki sebebi zikrederek düşmanlarla dostluğu haram kılan nehye muhalif davranmaktan sakındırdı: Birincisi: Allah, kalplerin gizlediğini de, Allah'ın varlığını ve birliğini ikrar ederek dillerin izhar etti­ğini de en iyi bilendir. İkincisi: Müslümanlardan kim kâfirleri dost edinir, birtakım sırlarını onlara bildirirse dalâlete düşer.

6- "Onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz?" sözü Hatıb'ı payla­ma ve tekdir etmedir. Bu söz onun faziletine, Rasulullah'm emirlerine uy­duğuna ve O'na imanda sadık olduğuna delâlet eder, zira paylama ve tek­dir ancak seven tarafından sevilene yapılır.

7- Kıyamette insana faydası olacak şey sadece sahih iman ve salih ameldir. Evlât, akrabalar veya soy-sop, bunların hiçbirinin hiçbir surette faydası dokunmaz. Allah Tealâ kullarının yaptıklarını görür ve bunların hayır ise hayır, şer ise şer olarak karşılığını verecektir.

Allah Tealâ kıyamette akraba olsun veya olmasın herkesi ayıracak, müminleri cennete kâfirleri cehenneme koyacaktır. [8]

 

Hz. İbrahim'i (A.S.) Ve Yanındaki Müminleri Örnek Almak:

 

4- İbrahim'de ve beraberindeki mü­minlerde sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavim­lerine "Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesneler­den katiyyen uzağız. Sizi inkâr et­tik. Siz bir tek Allah'a iman edince­ye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz belirmiştir." de­mişlerdi. Yalnız İbrahim'in babası­na "Muhakkak senin için af talep edeceğim, (fakat) sana Allah'tan ge­lecek herhangi bir şeye gücüm yet­mez." demesi müstesna. (Siz şöyle deyin): "Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik, son dönüş de ancak sana­dır."

5- Ey Rabbimiz! Bizi o inkâr edenle­re bir fitne (konusu) yapma. Bizi af eyle ey Rabbimiz. Çünkü sen mut­lak salipsin ve hikmet sahibisin.

6- Andolsun ki onlarda sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar için   bir örnek var(yüz çevirirse şüphesiz Allah her şeyden müs­tağni, her hamde hakkıyla lâyıktır.

7- Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af edici, çok merhametlidir.

 

Belagat:

 

"Sana dayandık, sana yöneldik, sanadır son dönüş" cümlelerinde Arapçadaki cümle kuruluşuna göre "sana" kelimesi sonra gelmesi gerekir­ken hasr, yani vurgu için öne alınmıştır. [9]

 

Kelime ve İbareler:

 

"İbrahim'de" onun sözlerinde ve hareketlerinde "ve beraberindeki mü­minlerde sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimleri­ne "Biz sizden" yani yaptıklarınızdan "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğu­nuz" yıldızlar, putlar ve diğer "nesnelerden katiyyen uzağız", ne sizi ne de ilâhlarınızı bir şey saymıyoruz, "sizi inkâr ettik", sildik. "Siz Allah'a bir" ve tek "olarak iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğuz belirmiştir." demişlerdi. Yalnız İbrahim (a.s.)'in babasına: "Muhak­kak senin için af talep edeceğim, (fakat) sana Allah'tan gelecek" sevap veya azap cinsinden "herhangi bir şeye gücüm yetmez" demesi müstesna." (Siz şöyle deyin): "Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik, son dönüş de ancak sanadır." Yani kâfir birisi için Allah'tan af ta­lep etme konusunda sizin İbrahim (a.s.)'i örnek almanız caiz değildir. Çün­kü onun bu talebi, babasının Allah'ın düşmanı olduğunu öğrenmeden önce idi.

"Ey Rabbimiz!" İnkarcıları başımıza musallat ederek, onlar tarafından dayanamayacağımız azaplara maruz bırakarak "bizi o inkâr edenlere bir fitne (imtihan konusu) yapma." İşlediğimiz günahlardan dolayı "bizi af eyle ey Rabbimiz. Çünkü sen" mülkünde "mutlak galipsin ve" yaptıklarını hep güzel yapan "hikmet sahibisin" deyin siz.

İbrahim'i örnek alma konusunda daha fazla teşvik için tekrarla Allah Tealâ şöyle buyurdu: Ey Muhammed ümmeti müminler! "Andolsun ki on­larda sizin için, Allah 'ı ve ahiret gününü umanlar için güzel bir örnek var­dır. " Beyzavi: "Bu ayet, bir müminin onları örnek almayı terk etmesinin ca­iz olmadığına, terk ederlerse bozuk akideli ilan edileceğine delâlet eder." der. Bu sebeple hemen peşinden Allah Tealâ "Kim yüz çevirirse" yani İbra­him'i ve onunla beraber olan müminleri örnek almaz, kâfirleri dost edin­mek suretiyle bu nasihati dinlemezse "şüphesiz Allah Tealâ" yarattığı "her şeyden müstağni, her hamde hakkıyla lâyıktır." İşte bu son cümle ancak kâ­firlere yapılabilecek bir tehdit olduğundan İbrahim (a.s.)'i örnek almayı terketmenin imana zarar vereceğini ifade eder. "Olur ki Allah Tealâ, sizinle onlardan" yani Mekke müşrikleri akrabalarınız ve diğer kâfirlerden "birbi­rinize düşman olduklarınız" ve sırf Allah'a itaat için kendilerinden uzak durduklarınız "arasında, yakında" onlara iman nasip etmek suretiyle "bir dostluk peyda eder", böylece sizin dostunuz, ahbabınız ve yardımcınız olur­lar. Nitekim Allah Tealâ'nın bu vaadi bilfiil gerçekleşti, o kâfirlerin pek ço­ğu İslâm'a girdi ve müslümanlarm yardımcısı, destekçisi ve dostu oldular. "Allah" buna "hakkıyla kadirdir" ve Mekke fethinden sonra yapmıştır. "Al­lah" içinizden onları dost edinerek onlara haber sızdırma dahil çeşitli gü­nah işleyenleri "çok affedici," sizi cezalandırmakta acele etmemesiyle gös­terdiği gibi size karşı "çok merhametlidir." [10]

 

Nüzul Sebebi:

 

Tefsircilere göre "Olur ki Allah..." ayetinin (7. ayet) nüzul sebebi şöyle­dir: Allah Tealâ müminlerle, müşrik akrabalarını dost bilmeleri hususunda Hz. İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminlerin tavrında güzel bir örnek olduğunu beyan etti. Bu ayet nazil olunca müminler Allah için müşrik ak­rabalarına düşman oldular ve bunu onlara açıkça gösterdiler. Yüce Allah bu konudaki duygularının şiddetini görünce "Olur ki Allah, sizinle onlar­dan birbirinize düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk peyda eder." ayetini indirdi. Nitekim öyle oldu: O müşriklerden pek çoğu müslü-man oldu ve müminlerin dostu ve kardeşi oldu, karıştılar, kız alıp verdiler. Rasulullah (s.a.) Ebu Süfya'nın kızı Ümmü Habibe'yi nikahladı. Ebu Süf-yan yumuşadı. [11]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Kâfirlerle dost olmayı nehyedip onlarla dost olanın bu hareketini red­dettikten ve kardeşlik ve iman bağını güçlendirdikten sonra Allah Tealâ kâfirlerden teberri etme (uzaklaşma) hususunda Hz. İbrahim (a.s.) ve be­raberindeki müminlerin örnek alınmasını emretti ve isterse kardeş veya baba olsun, Allah için kâfirlere buğzetmenin vacip olduğunu zikretti. Zira Hz. İbrahim (a.s.) ve müminler kâfirlere karşı düşmanlıklarını açığa vur­dular ve bu düşmanlığın sebebinin sadece Allah'ı inkâr etmeleri olduğunu açıkladılar. Allah'a iman ettiklerinde bu düşmanlık sevgiye, nefret muhab­bete dönüştü. Sonra Allah Tealâ İbrahim (a.s.)'m sözlerini örnek alma em­rinden onun, daha Allah'ın düşmanı olduğunu bilmeden önce babasına va-ad ettiği onun için Allah'tan affını talep etme sözünü istisna etti. [12]

 

Açıklaması:

 

"İbrahim'de ve beraberindeki müminlerde sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizden ve Al­lah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesnelerden katiyyen uzağız. Sizi in­kâr ettik." Allah, kâfirlerden uzak bulunup onlardan uzak durmayı emret­tiği müminlere hitap ederek, nebilerin babası İbrahim (a.s.) ve beraberin­deki müminlerin kavimlerine karşı söyledikleri "Siz Allah'ın inkâr ettiğiniz için biz sizden ve Allah'ı bırakıp da taptığınız putların hepsinden uzağız. Biz sizin iman ettiğiniz putları, dininizi ve bu hareketlerinizi reddediyoruz. Zira bu putların hiçbir şeye faydası dokunmaz. Bunlar ne düşünür, ne işi­tir, ne de görür." şeklindeki sözlerinde kendileri için takip edebilecekleri güzel ve methe lâyık bir örnek olduğunu bildirdi.

Maksat, kâfirlere sevgi besleyen Hatıb'a bunu anlatmaktır. Sanki Al­lah Tealâ "Ey Hatıb, sen İbrahim'i örnek alıp da O'nun babasından ve kavminden teberri ettiği gibi sen de çoluk-çocuğundan teberri etmeli değil miy­din?" demektedir.

"Siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz belirmiştir." Yani siz bu inkârınızda devam ettiğiniz müddetçe bizim size karşı tutumumuz budur. Şu andan itibaren sizinle aramızda buğuz ve düşmanlık başlamış ve ortaya çıkmıştır. Siz yalnız Al­lah'a iman edip Onu "bir" tanıyarak ortağı olmayan o Allah'a ibadet etme­dikçe, içinde bulunduğunuz şirki terkedip ibadet etmekte olduğunuz put­lardan uzaklaşmadıkça biz ilelebet sizden uzağız ve size buğuz ederiz. Bunları yaparsanız bu düşmanlık dostluğa bu buğz da muhabbete dönüşür.

Sonra Allah Tealâ İbrahim (a.s.)'in örnek alınamayacağı bir hususu is­tisna ederek şöyle buyurdu:

"Yalnız İbrahim 'in, babasına "Muhakkak senin için af talep edeceğim. (Fakat) sana Allah 'tan gelecek herhangi bir şeye gücüm yetmez." demesi müstesna." Yani İbrahim (a.s.)'in kâfir olan babasına söylediği "Senin için af talep edeceğim, Allah'a şirk koşmaya devam edersen O'ndan gelecek azabı senden uzaklaştıramam." sözü hariç, onun bütün sözlerinde sizin için güzel bir örnek vardır. Bu sözde de onu örnek alıp da müşrikler için af tale­binde bulunmayın. Zira onun bu talebi babasına daha önce vaad ettiği bir söz üzerine olmuştur. Babasının Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca on­dan uzaklaştı. Velhasıl müşrikler için mağfiret talebi konusunda o size ör­nek değildir.

Bazı müminlerin İbrahim (a.s.) babası için mağfiret telep ediyordu, di­yerek şirk üzere ölmüş babalan için dua edip istiğfarda bulunmaları üzeri­ne Allah Tealâ "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan son­ra, akraba dahi olsalar müşrikler için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de müminlere. İbrahim'in babası için af dilemesi sadece ona verdiği sözden dolayı idi. O'nun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan te­berri etti (uzaklaştı). Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi." (Tevbe, 9/113-114) ayet-i kerimesini indirdi.

Sonra Yüce Allah İbrahim (a.s.) ve yanındaki müminlerin kavimlerin­den ayrılıp onlardan teberri ettiklerinde (her anlamda uzaklaşırlarında) Allah'a sığındıklarını haber vererek şöyle buyurdu:

"Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de ancak sanadır." Yani bütün işlerde sana dayandık, bütün iş­lerimizi sana havale ettik, bütün günahlardan tevbe ederek sana döndük, ahiret yurdunda dönüş ve varış yine sanadır ey Rabbimiz dediler.

İbrahim (a.s.) ve ashabının örnek alınıp uyulması lazım gelen bu du­alarının devamı da şöyledir:

"Ey Rabbimiz bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma, bizi af ey­le ey Rabbimiz. Çünkü sen mutlak galipsin ve hikmet sahibisin." Yani, "Ey Rabbimiz kâfirlerin eliyle bizi azap gören, fitneye düşürülen bir kavim yap­ma, günahlarımızı setreyle, seninle aramızda olanlarını af eyle. Çünkü sen mutlak güç sahibi, galip ve kahirsin. Sen mağlup edilemeyen, cenabına sı­ğınanın zulme uğramayacağı yegâne kudret sahibisin. Sözlerinde ve fiille­rinde, hükmünde ve takdirinde, varlıkları tedbirinde ve onların maslahatı­na olanı yapmanda sonsuz hikmet sahibisin. Katade bu duayı şöyle tefsir etti: Ey Rabbimiz onları bize galip kılma, yoksa kendileri hak yolda olduk­ları için bize galebe çaldıklarını zannederek bu yolla bizi fitneye düşürür­ler." Mücahid'e göre ise bu duanın manası şudur: "Ey Rabbimiz onların eliyle bize azap etme. Kendi azabınla da azap etme, yoksa "Bunlar hak yol­da olsaydı bu azaba maruz kalmazlardı." derler."

Sonra Allah Tealâ, İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminleri örnek alma hususunda yukarıda geçen teşviki tekid ederek şöyle buyurdu:

"Andolsun ki onlarda sizin için, Allah 'ı ve ahiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah her şeyden müstağ­ni, her hamde hakkıyla lâyıktır." Yani şüphesiz sizin için İbrahim (a.s.) ve yanındaki müminlerde güzel bir örnek vardır. Bu örnek olma ancak dünya­da ve ahirette Allah'tan hayır ve sevap bekleyen, ahirette kurtuluş emeli taşıyanlar içindir. Bu, her mümini Allah'a ve ahirete bir teşvik üslubudur. Kim Allah'ın emrettiklerinden yüz çevirir O'nun düşmanlarını dost edinir onlara sevgi beslerse, bu ancak o insanın kendisine zarar verir. Zira Allah yaratılanlara asla muhtaç değildir. Bütün söz ve fiillerinde yaratılanlar ta­rafından övülmüştür, kendisinden başka ne Rab ne İlâh vardır.

Şu ayet-i kerime de bunun bir benzeridir: "Musa dedi ki: Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük ederseniz, şüphesiz Allah her şeyden müstağnidir. Hamde lâyıktır." (İbrahim, 14/8).

Sonra Allah Tealâ bu günkü kâfirlerin yarınki müminler olacağı hak­kındaki hayret verici işlerini haber vererek şöyle buyurdu:

"Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız ara­sında yakında bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af edici, çok merhametlidir." Yani belki düşmanlarınız müslüman olur sizin di­ninize girerler de bu düşmanlık dostluğa, nefret muhabbete, ayrılık ülfete dönüşür. Allah her şeye kadirdir, hata yapıp da onlara sevgi besleyenleri bağışlar ve onları esirger. Dolayısıyla bu tevbeden sonra onlara azap etmez, rahmet ve mağfiretine koymak için onlara teveccüh eder. "Olur ki, umulur ki" manasına gelen "ati" kelimesi ilerde bir şeyin olmasını temenni ifadesi­dir. Ancak bu kelime Allah'tan sadır olursa o şey mutlaka olacak demektir.

Nitekim Mekke fethinden sonra Arapların çoğu müslüman oldu. Daha önce müslüman olanlarla aralarında kuvvetli bir sevgi meydana geldi, bir­likte cihad ettiler, kendilerini Allah'a yakınlaştıracak güzel amellerde bu­lundular. Rasulullah (s.a.) Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'yi nikahladı,

Mekke fethinden sonra nıüslüman olan Ebu Süfyan Rasulullah'a (s.a.) karşı eski düşmanlığını terketti. İbni Merdüveyh Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etti: Allah'ın dinini ayakta tutmak için dinden dönenlerle ilk savaşan Ebu Süfyan'dır, "olur ki Allah, sizinle onlardan..." ayeti onun hakkında inmiştir. [13]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Yüce Allah kâfirlerden teberri etme hususunda İbrahim (a.s.)'i mü­minler için yüce ve güzel bir örnek kılmıştır. O halde Allah ve Rasulüne iman edenlere vacip olan, babası için af talebi haricinde ona uymaktır. Müşrikler için af dileme hususunda ise müminler onu örnek almayacaklar­dır. Zira onun babası için af talebi önceden ona verdiği bir söz dolayısıyla olmuştur.

2- İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminler, kâfirlerden teberri etmek­lerinin sebebini açıkça ifade etmişlerdir ki bu, onların Allah'ı inkâr edip putlara iman etmeleridir. Bu kâfirler inkârlarında devam ettikçe mümin­lerle onlar arasındaki mevcut buğz ve adavet devam edecektir. Onlar ne zaman tek ve ortağı olmayan Allah'a iman ettiklerini ilân ederlerse, işte o zaman bu düşmanlık dostluğa dönüşecektir.

3- "Yalnız İbrahim'in, babasına "Muhakkak senin için af talep edece­ğim..." sözü bizim peygamberimizin diğer peygamberlere olan üstünlüğüne delâlet eder. Zira Allah Tealâ "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının." (Haşr, 59/7) ayet-i kelimesiyle bizim Rasu­lullah'a (s.a.) mutlak olarak uymamızı emrettiği halde, İbrahim (a.s.)'e uy­mamızı emrederken onun bazı fiillerini istisna etmiştir.

4- Allah Tealâ aynı zamanda müminlere İbrahim (a.s.) ve beraberinde­kilerin yaptıkları "Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de ancak sanadır. Ey Rabbimiz! Bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma. Bizi af eyle ey Rabbimiz. Çünkü sen mut­lak galipsin ve hikmet sahibisin." mealindeki duayı söylemelerini emredi­yor. Yani ey müminler, kâfirlerden uzak olun, Allah'a dayanın ve "Sana gü­venip dayandık ey Rabbimiz. Tevbe ederek sana yöneldik, ahirette dönüş sanadır, düşmanlarımızı bize galip kılma, yoksa kendilerinin hak yolda ol­duklarım zannederler de bu sebeple fitneye düşüp aldanırlar. İşlediğimiz günahları af eyle. Zira sen kuvvet sahibisin, mağlup edilemeyen galipsin. Yaratılmışların işlerinin tanziminde ve onların maslahatına olanı ortaya koymada hikmet sahibisin." deyin.

5- Allah Tealâ bu ayet-i kerimelerde kâfirlerden teberri etme konusun­da İbrahim (a.s.) ve diğer peygamberler ve velilerin örnek alınması için yaptığı teşviki teyid etti. Sonra buna uymamaktan sakındırdı ve Allah'ın hükmünden yüz çevirenleri tehdit etti. Kim İslâm'ı kabul etmez, bu tavsiyelere uymazsa ancak kendine zarar vermiş olacağını, zira Allah'ın yaratı­lanların hiçbir şeyine muhtaç olmadığını, onlara ihtiyacı olduğu için kul olarak yaratmış olmadığını ve zatı ve sıfatlarıyla övgüye lâyık olup yaratı­lanlar tarafından övüldüğünü zikretti.

6- Bu ayetlerin inmesi müslümanlann müşrik akrabalarına karşı düş­manlık yapmalarına sebep olmuştur. Bu, müminlere ağır gelince Allah Te-alâ: "Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız ara­sında yakında bir dostluk peyda eder" ayetini indirdi. Bu da ancak onların müslüman olmaları ile mümkün olurdu. Nitekim Mekke fethinden sonra Ebu Süfyan, Haris, Süheyl ve Hakim b. Hizam gibi bazıları müslüman ol­dular. Müslümanlar da onlara karıştılar. Rasulullah (s.a.) Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'yi nikahladı. Ümmü Habibe daha önce Abdullah b. Cahş ile nikâhlı idi. Her ikisi de Habeşistan'a hicret edenler arasındaydı. Ancak kocası Abdullah Hristiyan oldu ve Hristiyan olarak öldü, Ümmü Habibe müslüman kaldı. Rasulullah (s.a.) Necaşi'ye haber gönderdi, Necaşi kendi parasından dört yüz dinar mehir ödeyerek vekâleten onu Rasulul-lah'a nikahladı. Hadis-i şerifte: "Sevdiğini sevmekte itidalli ol, olur ki bir gün buğz ve nefret ettiğin birisi olur. Buğz ve kin tutarken de itidali elden bırakma, olur ki o bir gün sevdiğin bir kişi olur."[14]

"Olur ki Allah..." sözü Allah'ın bir vaadidir. Allah Tealâ kalpleri evirip çevirmeye, halleri değiştirmeye ve muhabbet sebeplerini kolaylaştırmaya kadirdir. Kullar tevbe ederler, teslim olurlar ve Allah'ın dinine dönerler, tavsiyelerine kulak verirlerse, O onları af eder, onlara merhamet eder. Ada­vetten kin ve kasvetten sonra kalpleri birbirine ısındıran, darma dağınık kalpleri birleştiren O'dur. Nitekim Allah Tealâ ensara bu nimeti hatırlata­rak şöyle buyurdu: "Allah'ın size olan minetini hatırlayın: Hani siz birbiri­nize düşmandınız da O gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken sizi ora­dan kurtarmıştı." (Ali İmran, 3/103). Ve yine ensara hitaben Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştu: "Ben sizi dalâlet içinde bulmamış mı idim, Allah benim sebebimle sizi hidayete erdirmemiş mi idi. Siz paramparça iken Al­lah benim sebebimle sizi birleştirmedi mi?" Yüce Rabbimiz bu meyanda şöy­le buyuruyor: "O seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir. Ve onların kalplerinin arasını birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi versey­din yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O mutlak galiptir, hikmet sahibidir." (Enfal, 8/63). [15]

 

Müslümanların Gayri Müslimlerle İlişkisi:

 

8- Sizinle din hususunda savaş yap­mamış sizi yurtlarınızdan da çikarmamı olanlara iyilik ve onlara adaletle muamele etmekten Allah sizi men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.

9- Ancak Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi yurtlannızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.

 

Belagat:

 

"Sizinle... savaşmamış... olanlara iyilik... etmekten menetmez.", "savaş yapmış... olanlara dostluk etmekten meneder." cümleleri arasında tezat sanatı vardır. [16]

 

Kelime ve İbareler:

 

Kâfirlerden "sizinle din hususunda savaş yapmamış sizi yurtlarınız­dan da çıkarmamış olanlara iyilik" te bulunmak "ve onlara adaletle mu­amele etmekten", sizi hakem tutarlarsa aralarında adaletle hükmetmeniz­den "Allah sizi menetmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever."

"Ancak Allah Tealâ sizi" Mekke müşrikleri gibi "sizinle din hususunda savaş yapmış sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza" yardım etmiş "arka çıkmış olanlarla dostluk etmekten" onları kendinize dost ve yardımcı seçmekten "meneder. Kim onları dost edinirse" dostluğu yerinde kullanma­dığı için "işte bunlar zalimlerin ta kendileridir." [17]

 

Nüzul Sebebi:

 

Ahmed b. Hanbel, Buharı ve Müslim'in Ebu Bekir'in kızı Esma'dan naklettiklerine göre o şöyle dedi: "Annem bana geldi, henüz müşrik idi. Ra-sulullah'a gittim ve 'Ya Rasulallah! Annem bana geldi, beni özlemiş, görüşe­yim mi?" dedim. Rasulullah (s.a.) da: "Evet, annenle görüş." buyurdular. Bu­nun üzerine "Sizinle din hususunda savaş yapmamış..." ayeti (8. ayet) indi.

Ahmed b. Hanbel, Bezzar, Hakim ve diğerlerinin Abdullah b. Zü beyr'den rivayet ettiklerine göre o şöyle dedi: Abduluzza'nm kızı Kuteyle, Ebu Bekir'den kızı Esma'ya hediyeler getirdi, henüz müşrik olan Esma bu hediyeleri kabul etmedi evine girmesine razı olmadı. Hemen kardeşi Ai-şe'ye haber göndererek bunu Rasulullah'a (s.a.) sormasını istedi Hz. Aişe de bunu Rasulullah'a söyledi. Rasulullah (s.a.) Esma'ya annesinin hediye­lerini kabul etmesini ve evine almasını emretti. Bunun üzerine "Sizinle din hususunda savaş yapmamış..." ayeti (9. ayet) nazil oldu.[18]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Bu ayetler kâfirleri dost edinmekten nehyedip İbrahim (a.s.) ve yanın­daki müminlerin örnek alınmasını teşvik ettikten ve Allah'ın müşriklerin hallerini küfürden imana doğru değiştirmeye kadir olduğunu müminlere haber vererek onları rahatlattıktan sonra, kâfirlerden müminlerle savaş­mamış, onları yurtlarından çıkarmamış ve çıkarılmalarına yardım etme­miş olanlarıyla irtibatın devam etmesi hususunda ruhsat vermektedir. [19]

 

Açıklaması:

 

"Sizinle din hususunda savaş yapmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkar­mamış olanlara iyilik ve onlara adaletle muamele etmekten Allah sizi men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever." Yani Allah Tealâ, sizinle sulh içinde geçinen, kadınlar ve zayıflar gibi sizinle din konusunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kâfirlere sıla-i rahim, komşuluk yapma, misafir etme gibi iyilik ve hayırları yapmaktan sizi men etmez. Ve yine si­zin, sözünde durma, emaneti yerine verme, satın aldığınız şeylerin parası­nı eksiksiz ödeme gibi onların hakkı olan şeyi vermenizi men etmez. Çün­kü Allah adil davrananları sever ve onlardan razı olur. Zalimlere ise gazap duyar ve azap eder.

Sonra Allah Tealâ onlarla yapılan muamelelerde yasaklanan hususla­rı sınırlandırarak şöyle buyurdu:

"Ancak Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi yurtları­nızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir." Yani Allah Tealâ sizi ancak size düşmanlık eden Kureyş içindeki küfrün öncülerini ve müslümanlarla harp eden diğer benzerlerini, sizinle savaşan ve sizi çıkarmaya çalışanlara yardım eden diğer Mekke halkını dost edin­menizi yasaklamakta ve onlara düşmanca davranmanızı emretmektedir.

Sonra Allah onlara dostça davrananlara karşı yaptığı tehdidi tekit ederek, onları kim dost edinir ve onlarla yardımlaşırsa, işte bunların ken­disine zulmedenlerin ta kendileri olduğunu beyan etti. Çünkü bunlar Al­lah'ın, Rasulünün ve Kitabının düşmanı olmaları sebebiyle düşmanlığı ha-ketmiş olanları dost edinmişlerdir.

"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira on­lar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüp­hesiz Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Maide, 5/51) ayeti de bu ayetin bir benzeridir. [20]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu iki ayet, kâfirlerin müslümanlara karşı ya sulh veya düşmanlık ol­mak üzere iki durumdan biri içinde olacaklarını açıklarken müslümanların da gayri müslimlerle alâkasını şu iki hâl ile sınırlandırmıştır.

1- Müslümanlarla din veya dünya için savaşmamış, onları yurtların­dan çıkarmamış ve çıkarılmalarına yardım etmemiş olan kâfirlere iyilikte bulunmak caizdir. Müslümanlarla onlar arasındaki davalarda adaletli hükmetmek lâzımdır. Çünkü Allah adil davrananları sever ve bütün insan­lara karşı adaletli olmayı emreder. O halde savaşan ve savaşmayan hak­kında da adaletli olmak vacipdir.

Bu ilk ayette bahsedilenler, Rasulullah'a (s.a.) karşı savaşmamak ve ona düşmanlıkta başkalarına arka çıkmamak üzere Hz. Peygamberle an­laşma yapan Huzâa kabilesidir. Bunlar Rasulullah'a (s.a.) karşı savaşma­mak ve Onu yurdundan çıkarmamak üzere anlaşma yapmışlardı. Rasulul-lah (s.a.) da onlara iyilikte bulunulmasını ve müddetin sonuna kadar an­laşmaya sadık kalınmasını emretti.

Katade şöyle dedi: Bu, henüz cihad emri gelmeden ve sulh içinde olun­ması emredilen İslâm'ın ilk senelerinde idi. Sonra bu, "Müşrikleri bulduğu­nuz yerde öldürün" (Tevbe, 9/5) ayeti ile nesh olundu.

Tefsir alimlerinin ekserisine göre ise sadedinde bulunduğumuz bu ayet muhkemdir, nesh edilmemiştir. Yukarıda geçen Ebu Bekir'in kızı Esma'nın müşrik annesine iyilikte bulunmasına müsade edilmesi de buna delildir.[21]

Bazı alimlere göre bu ayet, kâfir bir babanın nafakasının müslüman oğul üzerine vacip olduğuna delâlet etmektedir. Bu görüşe şu şekilde cevap verilmiştir: Bir şeye izin vermek veya yasak etmemek onun vacip olduğuna delâlet etmez, belki sadece mubah olduğunu gösterir.

2- Müslümanlarla din konusunda savaşan, onları yurtlarından çıka­ran ve çıkarılmalarında yardımcı olanları dost, yardımcı ve ahbap edinmek caiz değildir, ki bunlar müşrik olan Mekke ahalisidir. Kim bunu yaparsa o şiddetli cezayı hak etmiş zalimin ta kendisidir.

Kısacası Allah Tealâ, birinci gruba iyilik edilmesini nehyetmiyor, an­cak ikinci grubun dost edinilmesini nehyediyor. [22]

 

Küfür Yurdundan İslâm Yurduna Hicret Eden Mümin Kadınların Hükmü:

 

10- Ey iman edenler! Mümin (olduk­larını söyleyen) kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin -Allah onların imanını en iyi bilendir-, mümin oldukların bilirseniz onları kâfirlere geri dön-Bunlar onlara helâl de-Onlar da bunlara helâl ol-Kocalanmn ödedikleri şeyi (mehri) onlara verin. Mehirlerini verirseniz sizin onları nikahlama­nızda üzerinize vebal yoktur. Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın; siz sarfettiğiniz şeyi (mehri) iste­yin, onlar da harcadıkları şeyi istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.

11-Eşlerinizden biri kaçar da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eş­leri gitmiş olanlara harcadıkları mehir kadar verin. İman etmekte olduğunuz Allah'tan korkun.

 

Belagat:

 

"...Allah onların imanını en iyi bilendir." cümlesi insanî ilişkilerde dış görünüşe göre hareket edilmesi lâzım geldiğine işaret eden bir ara cümle­dir. Çünkü insan ancak insanın dışa yansıyan tarafını bilebilir. İnsanın içindeki hesabı Allah'adır

"Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmaz." cümlele­rinde Bedi' ilminde aks ve tebdil diye isimlendirilen edebî sanat vardır.. [23]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey iman edenler! Mümin" olduklarını söyleyen "kadınlar" küfür yur­dundan "hicret ederek size geldikleri zaman" gerçekten iman etmiş oldukla­rını kesin anlamak için "onları imtihan edin -Allah onların imanını en iyi bilendir-" Bazı işaretlerden veya yemin etmelerinden "mümin olduklarını bilirsiniz" buna kanaat getirirseniz "onları kâfirlere geri döndürmeyin." Bu şekilde gelen kadınlara Hz. Peygamber, kâfir kocalarını sevmedikleri veya müslümanlardan birine aşık oldukları için değil de sırf İslâm için yurtların­dan çıkıp geldiklerine dair yemin ettiriyordu. İşte bunlar kâfir kocalarına gönderilmezler. Çünkü artık "bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunla­ra helâl olmazlar. Kocalarının" hanımlarına "ödedikleri şeyi (mehri) onlara" kocalarına "verin." Ondan sonra hanımlara "mehirlerini verirseniz sizin on­ları nikahlamanızda üzerinize vebal yoktur." Çünkü artık İslâm, onların kâ­fir kocalarıyla kalmalarına engeldir. Ayette o kadınlara tekrar mehir veril­mesi emredildiğinden anlaşılıyor ki kâfir kocalarına ödenen mehir, bir ik­ram olarak, onlara verilmesi vacip olan mehrin yerine geçmemiştir.

"Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın."Hu kadın, ister kocası müs-lüman olduktan sonra şirk üzere kalmış olsun, isterse kendisi müslüman olduktan sonra İslâm'dan dönüp müşriklere katılmış olsun aynıdır.

"Siz" de İslâm'dan dönüp kâfirlere katılan ve onlardan biriyle evlenen hanımınıza "sarfettiğiniz şeyi (mehri)" o kâfir eşinden "isteyin. Onlar da" müslüman olup hicret eden hanımlarına "harcadıkları şeyi" hanımına koca olan müslümandan "istesinler. Bu" ayette anlatılanların hepsi "Allah'ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibi­dir", hükümleri hikmetinin gerektirdiği şekilde koyar.

Ey müslümanlar "eşlerinizden biri" İslâm'ı terkeder kâfirlere "kaçar da" daha sonra İslâm ordusu olarak "siz de" onlarla yaptığınız "savaşta" galip gelir "ganimet elde ederseniz" bundan, "eşleri" kaçıp "gitmiş olanlara" kaçan eşlerine "harcadıkları mehir kadar verin" ki zararları karşılanmış olsun. "İman etmekte olduğunuz Allah'tan korkun" çünkü O'na iman etmek O'ndan korkmayı gerektirir. [24]

 

Nüzul Sebebi:

 

Buhari ve Müslim'in Misver ve Mervan b. Hakemden rivayet ettikle­rine göre Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyşli müşriklerle anlaşma yaptığı zaman mümin kadınlardan bazıları Hz. Peygambere geldiler. Bu­nun üzerine "Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek..." ayeti (10. ayet) indi.

Vahidi'nin rivayetini göre İbni Abbas şöyle dedi: Mekke müşrikleri Ra­sulullah (s.a.) ile Hudeybiye sulhunu yaptılar. Bunun şartlarından biri de şu idi: Mekke halkından Rasulullah'a gelen olursa Hz. Peygamber onu geri gönderecek, ama Mekkeli olup da müslüman olanlardan biri müşriklere geçerse geri gönderilmeyecekti. Böylece yazıp imzaladılar. Yazma işi bittik­ten sonra, daha Rasulullah (s.a.) Hudeybiye'de iken Eslemilerden Haris'in kızı Sübey'a Rasulullah'a (s.a.) geldi. Arkasından kâfir olan kocası geldi ve "Ey Muhammed hanımımı geri ver, sen bizden sana gelenleri geri verme şartını kabul ettin, işte anlaşma henüz mürekkebi kuramadı.' dedi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[25]

Bir rivayete göre bu kadın Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm idi. Bir başka rivayete göre bu ayet Ebu Hassen Dahdaha'nın hanımı Bişr'in kızı Ümeyye hakkında nazil oldu. Bir başka rivayete göre Sayfi b. Rahib'in hanımı Saide adında bir kadın hakkında nazil olmuştur. Sulh za­manı Rasulullah'a (s.a.) gelmişti. Mekke'li bir müşrik olan kocası gelip "Onu bana geri verin." dedi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

İbni Meni'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle dedi: Hz. Ömer müslü-man olmuştu. Hanımı ise gecikti, müşriklerin içinde kaldı. Bunun üzerine "kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın" ayeti indi.

İbni Ebi Hatem'in Hasan-ı Basri'den rivayetine göre, "Eşlerinizden bi­ri kâfirlere kaçar da..." ayeti (11. ayet) Ümmü Hikem hakkında inmiştir. Bu kadın Ebu Süfyan'ın kızı idi, müslüman oldu, sonra İslâm'ı terketti, Sa-kif kabilesinden bir adamla evlendi. Bunun dışında Kureyş kabilesinden müslüman olup da sonra irtidat eden kadın olmamıştır. [26]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Yüce Allah müslümanlarla gayri müslimler arasında sulh dönemine ait hükümleri beyan ettikten sonra bu ayette şu hükümleri açıkladı: Da-ru'1-küfürden (Küfür yurdundan) Daru'l-İslâm'a (İslâm yurduna) hicret eden kadınların geri verilmesi. Hudeybiye sulhundan sonra bu kadınlarla nikahlanmak. Müşrik kadınlarla evlenmek. Bu kadınların mehirlerini ko­calarına vermek. Küfür diyarına kaçan kadınların mehirlerinin ganimet mallarından müslüman kocalarına ödenmesi. Bütün bunlarda takvaya sa-rılınması.

Kurtubi şöyle der: Allah Tealâ, Müslümanlara müşriklerle dostluğu terketmelerini emredince bu, müslümanlann küfür diyarından İslâm bel­desine hicret etmesini icap ettirdi. Nikâh dostluk sebeplerinin en kuvvetlilerindendir. Bu sebeple Allah kadınların hicret etmelerinin hükümlerini de beyan etmiş olmaktadır. [27]

 

Açıklaması:

 

"Ey iman edenler! Mümin (olduklarını söyleyen) kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin." Yani ey Allah'ı ve Rasulünü tas­dik edenler! İman eden kadınlar kâfirler arasından çıkıp hicret ederek size geldiklerinde, İslâm'da ne kadar samimi olduklarını anlamak için onları imtihan edin, gelişlerinin sebebini sorun. "İmtihan edin" emrinin vücubmu, nedb mi yoksa istihbab mı ifade ettiğine dair üç görüş vardır.

Hadise şudur: Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş ile bir anlaş­ma yaptı. Anlaşma şartlarından biri de, Kureyş'ten kim müslüman olur da Rasulullah'a (s.a.) gelirse onun Kureyş'e geri verilmesi şeklinde idi. Daha sonra bazı kadınlar Rasulullah (s.a.) tarafına hicret etti. Allah Tealâ bunla­rın müşriklere geri gönderilmemesini murat etti ve imtihan edilmelerini emretti. Bunlara kocasından kaçma, sırf yerini yurdunu değiştirme, dün­yevî bir çıkar peşinde olma gibi bir niyetle hicret etmediklerine, bilakis Al­lah ve Rasulünü sevdikleri ve dinini arzu ettikleri için hicret ettiklerine dair yemin ettirilirdi. Bu şekilde yemin edebilirlerse Rasulullah (s.a.) onla­rın kocalarına, ödedikleri mehri ve yaptıkları masrafları öder, o kadınları geri vermezdi.

"Allah onların imanını en iyi bilendir, mümin olduklarını bilirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin." Yani bu imtihan aslında sadece zahir­deki bir iştir. Ama hakikatta onların gerçek halini Allah'tan başka kimse bilmez. Allah size zahire göre hüküm vermenizi emreder, niyetleri ancak O bilir. Emredilen bu imtihanı yaptıktan sonra, zahire göre sizde onların mü­min olduğu kanaati ağır basarsa onları kâfir kocalarına geri göndermeyin. Ayet-i kerimede bu kanaat (zan), zann-ı galib ve ictihad ile ulaşılan bir ne­tice olduğu için "ilim" ile ifade edilmiştir. Kıyas "ilim" makamında kabul edilir.

İbni Kesir şöyle dedi: Ayetin burası, imanın varlığına yakinen muttali olmanın mümkün olduğuna dair bir delildir.

Sonra Allah Tealâ yine bu kadınları ilgilendiren hükümleri bildirerek şöyle buyurdu:

1- "Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmaz." Yani mümin hanımlar kâfirlere helâl değildir. Kadının müslüman olması kâfir kocasından ayrılmasını gerektirir. Kâfir erkekler de müslüman kadınlara helâl olmazlar. Müslüman hanımları müşrik erkeklere haram kılan ayet işte budur. İslâm'ın ilk yıllarında mümin kadınların müşriklerle evlenmesi caiz idi. Bu sebeple Ebu'l-As b. Rabi peygamberimizin kızı Zeyneb'in kocası idi. Zeyneb müslüman olduğu halde kocası müşrik idi. Bedirde esir düşün­ce Zeyneb, annesi Hatice'den kalma gerdanlığını fidye yapması için ona verdi. Peygamberimiz bu gerdanlığı görünce çok duygulandı ve ashab-ı ki­rama "Zeyneb'in hatırı için esirini serbest bırakmayı uygun görürseniz öyle yapın." buyurdular.

Peygamberimiz (s.a.), kızı Zeyneb'i Medine'ye göndermesi şartıyla onu serbest bıraktı. Ebu'l-As da sözünde durdu ve hanımını Zeyd b. Harise ile Rasulullah'a (s.a.) gönderdi. Zeyneb hicri ikinci yılda meydana gelen Bedir harbinden sonra sekizinci senede kocası müslüman oluncaya kadar Medine'de ikâmet etti. Ebu'l-As müslüman olunca peygamberimiz onu önceki ni-kâhlarıyla, yeni bir mehir konuşmadan kocasına geri verdi.[28] Ahmed b. Hanbel İbni Abbas'dan bunu şöyle nakletti: "Zeyneb kocasının İslâm'a giri­şinden altı sene evvel hicret etmişti. Rasulullah (s.a.) onu önceki nikâhı üzere ve yeni mehir ve şahitliğe lüzum görmeden kocası Ebu'l-As a geri ver­di. "[29] Ayrılışından iki sene sonra geri döndüğünü söyleyenler de vardır.

Abd İbni Humeyd'in Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da de­desinden naklettiğine göre Rasulullah (s.a.) kızını, kocası Ebu'1-As'a yeni bir nikâh ve yeni bir mehirle geri vermiştir. Yezid b. Harun İbni Abbas ha­disinin senet bakımından daha sağlam olduğunu, ancak tatbikatın Amr b. Şuayb hadisine göre olduğunu söylemiştir. İbni Abbas hadisine ise cumhur şu cevabı vermiştir: Muhtemeldir ki henüz iddeti bitmemiş idi. Zira ekseri­yetin görüşüne göre koca müslüman olmadan kadının iddeti biterse mev­cut nikâh kendiliğinden sona erer.

2- "Kocalarının ödedikleri şeyi onlara verin." Yani müşrik kocalarını terkederek hicret eden mümin kadınların kocalarının ödedikleri mehirleri onlara ödeyin. Bu gösteriyor ki Hudeybiye sulhu sadece erkekleri kapsa­maktadır. İmam Şafiî'ye göre kocasının dışındaki akrabaları onu isterse kadın geri gönderilmediği gibi mehir de ödenmez.

3- "Mehirleri verirseniz sizin onları nikahlamanızda üzerinize vebal yoktur.' Yani, ey müminler mehirlerini verdiğiniz takdirde hicret eden mü­min kadınları nikahlamanızda üzerinize bir vebal ve günah yoktur. Bunun yanında iddetinin bitmiş olması ve velisinin izni gibi şartlar da bulunması lâzımdır.

4- "Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın." Yani ey müminler müşrik kadınları nikahlamanız ve mevcut nikâhlarını devam ettirmeniz size ha­ram kılınmıştır. Kimin hanımı kâfir müşrik ise din ayrılığından dolayı ni­kâhı sona erdiğinden, o artık onun hanımı değildir. İslâm'ın ilk zamanla­rında müslümanlarla müşrikler arasında karşılıklı nikahlanma oluyordu. Sonra işte bu ayetle nesh edildi. Bu hüküm müşrik kadınların haram oldu­ğu konusunda açıktır ve onlara mahsustur. Ehl-i Kitap olan kadınlara şâ­mil değildir. Kadın şirkte devam ederse nikâh kendiliğinden kalkar. İddeti bitmemiş dahi olsa onun kız kardeşiyle veya beşinci bir kadınla nikâhlan-masına bir mani yoktur.

Daha Önce de geçtiği gibi Misver ve Mervan b. Hakem'den rivayet edi­len sahih habere göre Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş kâfirleri ile anlaşma yaptığı zaman iman eden kadınlardan bazıları Rasulullah'a (s.a.) geldi. Bunun üzerine "Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman" ayeti "Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın" kısmına kadar nazil oldu. Bu nazil olunca Hz. Ömer o gün iki tane hanım boşadı. Daha sonra bunlardan biri Muaviye ile diğeri Safvan ile evlendi.

5- "Siz sarfettiğiniz şeyi (mehri) isteyin. Onlar da harcadıkları şeyi is­tesinler. " Yani hanımlarınız dinden dönerlerse mehirlerini isteyin, onlar da müslümanlar tarafına hicret eden hanımlarının mehirlerini istesinler. Tef­sir alimleri şöyle dedi: Müslüman kadınlardan dinden dönerek anlaşma yapan kâfirler tarafına kaçarlarsa, kâfirlere "Bunun mehrini ödeyin." de­nir, onlardan bir kadın müslüman olarak gelirse müslümanlara "Bunların mehirlerini kâfir kocalarına verin." Denirdi.[30]

"Bu Allah'ın hükmüdür. Aranızda o hükmeder. Allah hakkıyla bilen­dir, hikmet sahibidir." Yani her iki taraftan mehirlerin geri verilmesi, Hu-deybiye sulhundaki maddeler ve kadınların bu anlaşmadan istisna edilme­si gibi yukarıda zikredilenler Allah'ın hükmüdür. Bu hükümler Hudeybi-ye'de taraf olan müşriklerle ilgilidir. Anlaşmaya girmeyenler bundan hariç­tir. Allah her şeyi bilir, hiçbir şey ona gizli olmaz, kullarının maslahatına neyin uygun olduğunu çok iyi bilir. Sözlerinde ve fiillerinde derin hikmet vardır, bu sebeple yalnız hikmetinin muktezası olan şeyi emreder.

İbnü'l-Arabi şöyle der: "Mehirleri geri verme meselesi sadece o zama­na ve o hadiseye mahsustur. Ümmetin icmaı bu yöndedir."[31]

6- "Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eşleri gitmiş olanlara harcadıkları mehir kadar verin. İman et­mekte olduğunuz Allah'tan korkun." Yani eşlerinizden biri müslüman iken dinini terkederek dar-ı küfre gidip onlara katılırsa, siz de Kureyş'ten veya başka kâfirlerden harpte ganimet elde ederseniz, hanımı firar etmiş olan kocalara aldığınız ganimetlerden -eğer müşrikler mehrini kocasına verme­yecek olursa- sarfettikleri mehir kadar verin. Allah'ın size ceza vereceği bir şey yapmaya teşebbüs etmekten sakının, Allah'tan korkun, hükümlerini ve dinini tatbik edin.

İbni Abbas ve diğer bazı alimler şunu naklettiler: Muhacirlerden biri­nin hanımı kâfirlere katılırsa, ganimet henüz beş hisse yapılarak taksim edilmeden Rasulullah (s.a.) ganimet mallarından bu şahsın hanımına öde­diği mehir kadar ona ödenmesini emrederdi.

Kısacası, kâfirlerin dar-ı küfre dönen kadınların mehrini göndermeleri gerekir. Bu mümkün olursa ne alâ, olmazsa kâfirlerden elde edilen gani­met mallarından o kadının mehri müslüman kocasına ödenir.

Zühri ve Mesruk'tan rivayet edildiğine göre kâfirlere kaçan müslüman bir kadının mehrini müslümanların kâfirlerden istemesi ve müslüman olup müslümanlara sığınan kadının mehrini kâfirlerin müslümanlardan istemesi Allah'ın hükümlerinden biri idi. Bu hükmü müslümanlar kabul etti. Müşrikler reddetti. Bunun üzerine "Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar da..." ayeti nazil oldu.

Hasan-ı Basri ve Mukatil'in rivayetlerine göre de bu ayet, kocası Abas b. Temim el-Kuraşî'yi terkederek irtidat edip giden Ebu Süfyan'ın kızı Üm-mü Hakim hakkında nazil olmuştur. Kureyş'ten bundan başka dinden dö­nen kadın olmamıştır. O da daha sonra tekrar İslâm'a dönmüştür. [32]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hükümlere işaret etmektedir:

1- Şirk diyarından İslâm diyarına hicret eden kadınların müslüman-lıklarındaki samimiyet ve doğruluğu anlamak için onları imtihan etmek vaciptir. İbni Abbas'a göre bu imtihan ona kocasından nefret ettiği için ve­ya yurdunu değiştirmek veya dünyevî bir menfaat veya müslümanlardan bir erkeği sevdiği için gelmediğine, bilakis Allah ve Rasulünü sevdiği için geldiğine dair yemin ettirilmesi şeklinde olurdu. Bu şekilde yemin ederse Rasulullah (s.a.) kocasına mehrini ve yaptığı masrafı verir ve o kadını geri göndermezdi. İşte "mümin olduklarını bilirseniz onları kâfirlere geri dön­dürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar." ayetinin tatbiki budur.

2- Alimlerin ekseriyetine göre bu ayet-i kerime, Hudeybiye sulhunda yer alan "Kureyş'ten müslüman olup müslümanlar tarafına gelenlerin geri verilmesi" şeklindeki hükmün kadınlara da şâmil olan kadarını neshetmiş-tir. Bu sünnetin Kur'an-ı Kerim'le neshedilebileceği görüşünde olanlara gö­redir. Bazılarına göre de bu ayet, anlaşma metninin sadece erkekleri içine aldığını beyan sadedinde nazil olmuştur. Bazı alimler de "sulh anlaşmasın­daki maddenin umuma (erkek ve kadın) teşmil edilmesi vahiy yoluyla değil bilakis Rasulullah'ın (s.a.) içtihadıyla olmuştur. Ve bu içtihadına karşı bir ecir almıştır." demişlerdir. Bu ayet-i kerime Rasulullah'ın (s.a.) bu içtihadı­nın tasvip edilmediğinin ifadesidir. Sulhtaki umum ifade eden hükümden maksat "Kureyş'ten kim velisinin izni olmadan Muhammed'e gelirse geri gönderilir." maddesidir.

Hanefilere göre bu hüküm hem erkekler hem de kadınların hepsi hak­kında neshedilmiştir. Devlet reisinin düşmanla "Kendilerine müslüman olarak gelenlerin geri gönderilmesi" şartını taşıyan bir anlaşma yapması caiz olmaz, çünkü müslümanm diyar-ı şirkte ikamet etmesi caiz değildir. Buna "Darü'l-harpte birbirlerinin ateşlerini görecek şekilde müşriklerle be­raber oturan her müslümandan beriyim." mealindeki hadisi delil göster­mişlerdir. Bu mecazi bir ifadedir. Yani müslümanın evini müşriklerin evle­rinden uzakta kurması ve dar-ı İslâm'da müslümanlarla oturması lâzım geldiği ifade edilmektedir. İşte bu müslümanların müşriklere geri gönderilmeşini neshetmektedir, zira Rasulullah (s.a.) dar-ı harpte onlarla beraber oturan müslümanlardan beri olduğunu bildirmektedir.

Maliki ve Şafiî'ye göre bu hüküm mensuh değildir, bu şartı ihtiva eden bir sulh akdi yapmak caizdir. İmam Şafiî "Böyle bir akit yapmak ancak ya halifenin veya onun tayin ettiği bir kişinin yetkisindedir, çünkü o bütün mallarda velayet hakkına sahiptir." demektedir.

3- Bu imtihan zahirdedir, hakikatta onların imanının varlığını ancak Allah bilir, çünkü o bütün gizlilere muttalidir. Hicret eden kadınların mü­min olduğu kanaatine varılırsa onları küfür ülkesine geri göndermek caiz olmaz, çünkü Allah hiçbir mümin kadının bir kâfirle, hiçbir mümin erkeğin de müşrik bir kadınla nikâhlanmasını helâl kılmamıştır. Ayrılmalarının sebebi de kadının müslüman olmasıdır, hicret etmesi değildir. Çünkü Yüce Allah ("Bunlar onlara helâl değildir, onlar da bunlara helâl olmaz" buyura­rak helâl olmayışın illetinin ülke farkı değil müslüman olmak olduğunu beyan etmiştir.

Ebu Hanife ve Malike göre onları ayıran dâr, yani ülke farkıdır. İbni Abbas'tan rivayet edildeğine göre ülke farkı nikâh bağını keser.

Buna göre darü'l-harpte bir kadın müslüman olup dar-ı İslâm'a gelse dar-ı harpteki kâfir kocasından a:TÜmış olur, iddet beklemesi de lâzım gel­mez. Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ayrılırlar, ama kadın iddet bekleme­lidir. Daha sonra kocası müslüman olsa eski hanımını ancak yeni bir ni­kâhla alabilir. Süfyan Sevri bu görüştedir.

Maliki ve Şafii'ye göre iddet bitmeden yani üç hayız görmeden kocası müslüman olursa, o onun hanımıdır. Yani iddet bitmedikçe ayrılık vaki ol­maz, iddet bittikten sonra da ancak yeni bir akitle eski kocasına helâl olur.

4- Hanımı müslüman olan kâfir kocasına mehir ve diğer masrafları vermeleri bir ahde vefa olmak üzere müslümanların üzerine vaciptir. Ta ki o koca hem mal ve hem de eşini kaybederek iki yönden zarara uğramasın.

5- Kâfir koca mehri talep etmedikçe tazmin edilmez, koca darü'l-İslâm'a gelmeden kadın ölürse mehri tazmin edilmez, çünkü mehrin ona verilmesine mani olunması diye bir şey olmamıştır. Yine mehir şarap ve domuz ise taz­min edilmez, çünkü bunlar şer'an mal kabul edilen şeyler değildir.

Bu hüküm hakkında İmam Şafii'nin iki görüşü vardır: Birincisi: Bu mensuhtur. İkincisi: Kocası talep ederse mehir verilir. Kocadan başka diğer velilerin bunu istemeye hakkı yoktur.

6- Mehrin ve masrafların Beytülmalden (devlet hazinesinden) kocala­ra verilmesi kendisinden talep edilecek merci devlet reisidir. Mukatil'in de­diği gibi bu hüküm sadece müslümanların sulh yaptığı kavmin kadınları­nın mehrinin verilmesi ile ilgilidir. Sulh yapmayanların mehri zaten geri verilmez. Bu gün de müslümanların, o önceki haller gibi haller zuhur ederse başkalarıyla aralarında yapacakları anlaşmalarda bu hükümle amel et­melerinde bir mahzur yoktur. Yani hanımları müslüman olup İslâm diyarı­na göç ettikleri takdirde mehir ve masraflarını vermek şartı üzere onlarla bir sulh anlaşması yaparsak bu ahde vefa göstermemiz vacip olur.

7- Müslüman olup hicret eden bu kadınlar iddetlerini bekledikten son­ra müslümanların bunlarla evlenmesi caizdir. Şayet nikâhtan sonra fakat zifaftan önce müslüman olurlarsa hemen evlenebilir, çünkü ona iddet bek­lemesi vacip değildir.

8- "Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın" ayeti putperest ve müşrik kadınlarla nikâhlanmanm haram olduğuna delildir. Bu hüküm Ehl-i Kitap olmayanlara aittir. Ehl-i Kitap olan Yahudi ve hristiyan kadınları nikahla­mak caizdir, "...mehirlerini verirseniz mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilen iffetli kadınlar da... size helâldir." (Maide, 5/5) ayeti buna delildir.

Bir mecusi veya putperest müslüman olsa, hanımı müslüman olmasa Maliki mezhebine göre derhal ayrılırlar. İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel'e göre iddetini tamamlayıncaya kadar mühlet verilir. Ebu Hanife'ye göre ha­nım müslüman olsa kocasına müslüman olması telkin edilir, kabul etmezse araları ayrılır.

Bu ihtilaf, zifaftan sonra müslüman olanlar hakkındadır. Ama zifaftan önce ise aralarındaki nikâh bağı derhal biter, çünkü bu halde kadına iddet beklemesi lâzım gelmez. İmam Malik'e göre İslâm'dan dönen kadın hak­kında da hüküm aynıdır. Yani derhal ayrılık vaki olur, çünkü ayet-i keri­mede "Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın." buyurulmaktadır. İmam Şafii ve Ahmed'e göre zifaftan önce de olsa kadın iddetini tamamlayıncaya kadar beklenir.

Kan koca Hristiyan iken hanım müslüman olsa İmam Malik, Şafii ve Ahmed'e göre iddet sonuna kadar beklenir. Putperestin hanımı müslüman olması halinde de hüküm aynıdır. Kadının iddeti içinde koca müslüman olursa nikâh devam eder, yoksa ayrılırlar.

9- Müslüman bir kadın irtidat ederek İslâm devleti ile arasında sulh anlaşması olan kâfirler tarafına gitse onlardan mehri istenir, kâfirlerden bir kadın müslüman olarak İslâm diyarına hicret etse mehri onlara gönde­rilir. Bu hüküm Hudeybiye sulhundan sonra Rasulullah'ın (s.a.) zamanına ait bir hüküm idi.

10- Kâfirler, dinden dönerek onlara giden müslüman kadının mehrini vermezlerse bunun harp ganimetlerinden kocasına ödenmesi vacip olur. Katade bunun sadece sulh yapılan kâfirlere ait bir hüküm olduğunu, sonra "Berae" suresinde nesholunduğunu söylemiştir. Bazı alimlere göre de halen sabittir

11- Allahu teala şu ayeti kerimelerle yukarıda geçen hükümlere aykırı davranılmaması konusunda uyarıda bulunmuştur. Bu, Allahın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. iman etmekte olğahtan kork de haddi aşmaktan sakının buyurmuştur.Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir" iman etmekte olduğunuz Allah'tan korkun." yani emrolunduğunuz şeylerde haddi aşmaktan sakının buyurmuştur. [33]

 

Kadınların Biati:

 

12- Ey peygamber, mümin kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızhk yapmamaları, zina etmemeleri, evlâtlarını öldürmemeleri, arasında bir iftira  düzüp getirmemeleri, her hangi bir  iyilik hususunda sana asi olmamalan şartıyla-ana bıatleşmeye geldikleri zaman Matlarını kabul et.Onlar için Allah'tan mağfiret isteyi-'              ver. Çünkü Allah çok yargılayıcı, esirgeyicidir.

13- Ey iman edenler! Üzerlerine Allah'ın azaP ettit ° kavim ile dost olmayın ki onlar kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi ahi-retten ümidi kesmişlerdir.

 

Belagat:

 

"Elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri" cümlesi "buluntu çocuk"tan kinayedir.

"...kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi..." cümlesinde müc­mel bir teşbih-i mürsel vardır. Ayrıca bu ayetin, surenin ilk ayetiyle sıkı bağlantısı vardır, çünkü her ikisinde de "kâfirleri dost edinmek" yasaklan­mıştır. Burada (raddülacüz alessadr) (bir ifadenin başında geçen ibareyi sonra tekrarlama) diye adlandırılan edebî bir sanat vardır. [34]

 

Kelime Ve İbareler:

 

"Ey peygamber! Mümin kadınlar -Allah hiçbir şeyi eş tutmamaları hır­sızlık yapmamaları, zina yapmamaları" kızları diri diri toprağa gömerek "evlâtlarını öldürmemeleri", kocalarından olmadığı halde buldukları bir ço­cuğun nesebini ona nispet ederek "elleriyle ayakları arasında bir iftira dü­züp getirmemeleri", dinin hoş görüp teşvik ettiği "herhangi bir iyilik husu­sunda sana asi olmamaları şartıyla- sana biatleşmeye" sözleşmeye "geldik­leri zaman biatlerini kabul et", verdikleri bu sözlerinde durdukları takdir­de karşılıksız bırakma. "Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü Al­lah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir."

"Ey iman edenler! Üzerlerine Allah'ın gazap ettiği o kavim", yani genel olarak kâfirler veya özel olarak Yahudiler "ile dost olmayın ki onlar kâfirle­rin" dirileceklerini asla inanmadıkları "kabir ehlinden ümidi kestikleri gi­bi", ahireti inkâr ettiklerinden veya o konuda Hz. Peygamberle inatlaşma­ları sebebiyle orada kendilerine bir şey verilmeyeceğini iyi bildiklerinden dolayı "ahiretten ümidi kesmişlerdir." [35]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Ey peygamber! Mümin kadınlar..." ayeti (12. ayet) Mekke'nin fethinde inmiştir. Rasulullah'a (s.a.) önce erkekler sonra da kadınlar biat etmiştir. Buhari'nin Urve'den rivayet ettiğine göre Hz. Aişe şöyle demiştir: Rasulul-lah (s.a.) bu ayette geçen şartlarla hicret eden kadınları imtihan ederdi. Kim bu şartları kabul ederse ona sözle "Sana biat ettim." der idi. Hayır, vallahi biat ederken Rasullah'ın eli asla bir kadının eline dokunmamıştır. Sadece sözle "Bu şartlarla sana biat ettim." der idi.

Sahih-i Müslim'de Hz. Aişe (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet edilir: Mümin hanımlar hicret ettikleri zaman yukarıdaki ayette geçenlerden imtihana tabi tutulurlardı. Onlardan kim bu "şartlan kabul ederse mihneti (zor so­rumlulukları) kabul etmiş olurdu. Onlar sözle bunları kabul edince Rasu-lullah (s.a.) da onlara "Gidebilirsiniz, biatinizi kabul ettim." der idi. Hayır, vallahi Rasullahın eli hiçbir kadının eline asla dokunmamıştır, onlardan sadece sözle biatlerini alırdı. Hz. Aişe devamla şöyle dedi: "Vallahi Rasulullah asla bir kadının elini tutmadı. Onlardan biat alırken sadece sözle "Si­zin biatinizi kabul ettim" der idi."

Rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.) kadınlarla biat ederken ön­lerinde bir kumaş parçası vardı, böylece onlara biat şartlarını söylerdi.

Ahmed b. Hanbel'in Teym kabilesinden Rukayye kızı Emime'den riva­yet ettiğine göre o şöyle dedi: Biat etmek için bir grup kadın arasında Ra­sulullah'a gittim. Kur'an-ı Kerim'de geçen "Allah'a hiçbir şeyi eş koşmama, hırsızlık yapmama..." şartlan üzerine bizden söz aldı ve "Gücünüz yettiği kadar, tamam mı?" dedi. Biz de "Allah ve Rasulü bize karşı bizden daha merhametlidir." dedikten sonra "Ey Allah'ın Rasulü! Bizimle musafaha yapmaz mısınız?" dedik. O da "Hayır, ben kadınlarla musafaha yapmam, benim bir kadına sözüm yüz kadına sözümdür." Dedi.[36] Ahmed b. Han­bel'in bir başka rivayetinde "Bizden hiçbir kadınla musafaha yapmadı." ilâ­vesi vardır.

İbnü'l Münzir'in İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ömer ile Zeyd b. Haris'in Yahudilerden birisi ile ahbablıklan vardı. Bunun üzerine "Ey iman edenler, üzerlerine Allah'ın gazap ettiği o kavim ile dost olmayın." ayeti (13. ayet) nazil oldu. [37]

 

Ayetler Akası İlişki:

 

Rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.) Mekke fethi günü erkekler­le biatleşmeyi bitirdikten sonra kadınların biatini kabul etmeye başladı. Rasulullah (s.a.) Safa tepesinde Hz. Ömer biraz aşağısında Rasulullah'ın (s.a.) emriyle kadınların biatini kabul ediyor ve Hz. Peygamber adına onla­ra tebliğ ediyordu. [38]

 

Açıklaması

 

"Ey peygamber, mümin kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları..." Yani Allah ve Rasulüne iman eden kadınlar tevhid ve taat üzere sana ahit vermek ve biat etmek için gelirlerse onlardan ne bir put, ne taş, ne melek ve ne de beşer Allah'a hiçbir şeyi eş koşmamak, hırsızlık yapmamak, ço­cuklarını öldürmemek, kocalarına onlardan olmayan hiçbir çocuğu nispet etmemek şartları üzerine biat al. (Zira onlar İslâm'dan önceki cahiliye za­manlarında kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi).

"Her hangi bir iyilik konusunda sana asi olmamak..." Allah'a itaat ifa­de eden her şey buna dahildir. Yani ölenin ardından ağıt yakarak ağlamak, üstünü başını yırtmak, saçını-başını yolmak, yüzünü tırnaklarıyla yırt­mak, kahretmek, mahremi olmayan erkekle baş başa kalmak gibi dinin nehyettiği veya emrettiği her şey buna dahildir. Ey Nebi! Bu şartlar üzere onların biatini kabul et, bundan sonra da onların affı için Allah'tan mağfi­ret talep et. Allah kullarının günahlarını affedici, onlara merhamet edici­dir. İslâm'dan önce işledikleri günahlar yüzünden onlara azap etmez, Mek­ke fethi esnasında yapılan bu ahde, vefa gösterirlerse onlara bol ecir verir.

Rivayet olunur ki Rasulullah (s.a.) kadınlara hitaben "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamanız şartı üzere size biat ediyorum." deyince Uhud günü Hz. Hamza'ya yaptıklarından dolayı Rasulullah'ın (s.a.) kendisini tanıma­sından korkan ve bu yüzden yüzünü kapatan Utbe kızı Hind "Vallahi biz putlara tapmadık, sen erkeklere koşmadığın şartı bize koşuyorsun: Erkek­lere sadece İslâm ve cihad üzere biat alıyorsun." dedi. Bunun üzerine Ra­sulullah (s.a.) "Hırsızlık yapmayacaksınız" dedi. Hind: "Ebu Süfyan çok cimri bir adam, ben aç kalmayacak kadar onun malından (sormadan) ala­bilir miyim?" dedi. Orada bulunan kocası Ebu Süfyan da "Helâl olsun." de­yince Rasulullah (s.a.) Hind'i tanıdı ve güldü "Sen Hind misin?" dedi. Bu­nun üzerine Hind "Allah müşrikleri affetsin." dedi.

Rasulullah "Zina etmeyeceksiniz" deyince Hind: "Hür kadın zina eder mi?" dedi. Rasulullah "Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz." yani kızları diri diri toprağa gömmeyeceksiniz, kasten çocuk düşürmeyeceksiniz deyince Hind "Biz büyütüp yetiştirdik, siz Bedir günü onları öldürdünüz, siz ve ölenler bunu daha iyi biliyorsunuz." dedi. Hz. Ömer buna çok güldü, Rasulullah (s.a.) da tebessüm etti. Hind bununla Bedir'de öldürülen oğlu Han-zala'yı kastediyordu.

Rasulullah "Kocanızdan olmayan bir çocuğu ona nispet edip de iftira atmayın." dediğinde Hind "Vallahi iftira çok çirkin bir iştir, bize emrettikle­rin olgun ve güzel ahlâktan başka bir şey değil." dedi. Rasulullah (s.a.) "İyi olan (maruf) hiçbir hususta bana asi olmayın" dediğinde Hind: "Vallahi içi­mizde herhangi bir hususta sana asi olmak olsaydı şu mecliste bulunmaz­dık." dedi.

Burada zina umumidir, Rasulullah (s.a.) bir hadisinde "Eller zina eder, gözler zina eder, ayaklar zina eder, organ da bunu ya tasdik eder veya tek­zip eder."[39] buyurmuştur.

Rasulullah (s.a.) "Yanaklarını tokatlayan, yakasını yırtan ve cahiliye davasına kalkışan bizden değildir."[40] diyerek ölenin ardından ağıt yakma­nın, yas tutmanın haram olduğunu teyit etmiştir.

Urve b. Zübeyr Hz. Aişe'den şöyle rivayet etti: Utbe kızı Fatıma biat etmek üzere Rasulullah'a (s.a.) geldi. Rasulullah ayette geçen "Allah'a şirk koşmama, hırsızlık yapmama, zina etmeme... şartlarını sıralayınca kadın utancından elini başına koydu. Onun bu hareketi Rasulullah'ın (s.a.) hoşu­na gitti. Hz. Aişe ona: "Hanım! Bunları kabul et, vallahi bizim biat ettiği­miz şeyler de bunlardan başka değildi." dedi. O da "Evet" dedi. Rasulullah (s.a.) ayetteki şartlar mucibince ona biat etti.

Bu şartlar sadece kadınların biatine mahsus değildir. Erkekler de bu şartlar üzerine biat etmişlerdir.

Buhari Ubade b. Samit'ten şunu rivayet etti: Rasulullah'ın (s.a.) ya­nında idik. Kadınların biat şartlarını ihtiva eden ayeti okuyarak "Bu şart­lar üzerine bana biat eder misiniz? Sizden kim bu ahdine vefa gösterirse ec­ri Allah'a aittir, kim de bunlardan bir şey irtikap eder de cezalandırılırsa bu ona keffarettir. Kim bunlardan bir şey irtikap eder de Allah onu gizlerse (yani dünyada cezasını çekmezse) onun işi Allah'a kalmıştır, isterse azap eder isterse af eder." dedi.

Muhammed b. İshak ve İbni Ebi Hatem'in yine Ubade b. Samit'ten ri­vayet ettiğine göre o şöyle dedi: Ben birinci Akabe biatine katılanlar için­deydim, on iki kişi idik, henüz cihad farz kılınmamıştı. Kadınların biat şartlan yani ayette zikredilen bu şartlar üzerine biz de Rasulullah'a biat ettik. Rasulullah (s.a.) da "Eğer sözlerinizde durursanız size cennet vardır." buyurdular.

Sonra Allah Tealâ surenin başında olduğu gibi sonunda da kâfirleri dost edinmekten nehyederek şöyle buyurdu:

"Ey iman edenler, üzerlerine Allah'ın gazap ettiği o kavim ile dost olma­yın ki onlar, kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi, ahiretten ümidi kesmişlerdir." Yani, ey İslâm mesajına iman edenler! Allah'ın gazap ve lanet ettiği, rahmetinden tardedip uzaklaştırdığı Yahudi, Hristiyan ve diğer kâfir­leri dost, yardımcı ve ahbap edinmeyin. Onlar öldükten sonra dirilmeye inanmadıkları için ölülerinin dirilmesinden ümidi kestikleri gibi, Allah'a ve ahiret gününe iman etmek için mevcut bunca delil ve mucizelere rağmen küfür ve inatları yüzünden ahirete iman edemez hale geldiler ve Allah'ın ezelî hükmünde ahiret sevabından ve nimetlerinden ümidi kestiler.

İbni Abbas şöyle dedi: Allah Tealâ, Hatıb b. Ebi Beltea'yı kastederek "Yahudileri ve müşrikleri dost edinmeyin." buyurdu. Bir kısım fakir müslü-manlar Yahudilerden birtakım ihtiyaçlarını temin edebilmek için müslü-manların haberlerini onlara aktarıyorlardı, bundan nehyolundular. Yahu­diler Rasulullah'ı (s.a.) çok iyi tanıdıkları halde iman etmediler ve bu se­beple ahiretlerini ifsad ettiler. Öldükten sonra dirilmeye iman etmeyen kâ­firlerin, ölülerinin diri olarak geri dönmesinden ümidi kestikleri gibi ahi­retten ümidi kestiler. Onların bu ümitsizliğinin sebebi Rasulullah'ın (s.a.) peygamberliğini yalanlamalarıdır. [41]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

İlk ayet Allah'a şirk koşmanın, hırsızlığın, zinanın, cahiliye devrinde yaptıkları gibi kız çocuklarını diri diri toprağa gömmenin, buluntu çocukla­rın babalarından başkasına nispet edilmesinin, emir ve yasaklarda Al­lah'ın dinine isyan etmenin haram olduğuna delâlet etmektedir.

Bu ayet-i kerimede dinde nehyedilen esaslar açıkça beyan edilmiştir ki bunlar altı tanedir. Burada zikredilmeyip emredilen esaslar da altıdır. Bunlar: Kelime-i şehadet, namaz, zekât, oruç, hac ve cünüblükten çıkmak için gusül almaktır. Burada sadece nehyedilenler, zikredilmiştir. Çünkü ne-hiy her zaman ve mekânda daima vardır, dolayısıyla bu daimi şartlara dik­kat çekilmesi daha önemli ve daha gerekli olmaktadır. Bu hususlar üzerine biat sadece kadınlara yapılmamıştır. Nitekim birinci Akabe biatında ensar-dan yine bu şartlar üzerine biat alınmıştır. Dolayısıyla bu hüküm hem ka­dınlara hem erkeklere şâmildir.

İkinci ayet-i kerime kâfirleri dost edinmenin, müslümanların haberle­rini ve sırlarını onlara aktarmanın ve onları dost ve ahbap edinmenin ha­ram olduğunu teyid etmiştir. Çünkü müslümanların maslahatı konusunda  onlara güvenilmez, bilakis müslümanlara hiyanet ederler ve bunu onlarla yaptıkları savaşlarda ortaya koyarlar. Kâfirler ahireti inkâr eden, öldükten sonra dirilmeye ve hesap verileceğine inanmayan bir güruhtur. Kabirdeki ölülerinin dirilip dünyaya dönmelerinden ümidi kestikleri gibi ahirette se­vap alacaklarından da öyle ümidi kesmişlerdir. [42]

 

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/385.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/385.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/385-386.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/387.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/387-388.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/388-389.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/389-391.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/391-392.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/393.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/394.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/395.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/395.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/395-398.

[14] Tirmizi Simen'inde, Beyhaki Şuabu'l-îmah'da Ebu Hureyre'den Taberani Abdullah b. Amr'dan, Darakutni îfrad'da, Beyhaki Şuabu'l-İman'da Ali'den Buhari Edebü'l-Müfred'de Ali'den mevkufen rivayet etmişlerdir. Hadis hasendir.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/398-399.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/400.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/400.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/400-401.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/401.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/401-402.

[21] Kurtubî, XVIII/59.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/402.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/403.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/403-404.

[25] Vahidî, Esbâbün-Nüzul, s. 241.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/404-405.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/405.

[28] İbni Kesir, IV/351.

[29] Ebu Davud, Tirmizi ve İbni Mace de rivayet etmişlerdir.

[30] İbnü'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1786.

[31] a.g.e. Kurtubî, XVIII/68.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/405-409.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/409-412.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/413.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/413-414.

[36] Ayrıca bunu Tirmizi, Nesei, İbni Mace, İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim de rivayet etmiştir.

[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/414.

[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/415.

[39] Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayetinde bu hadis şu lafızlarla gelmiştir: "Her insana zinadan bir pay yazılmıştır, çaresiz onu yapar: Gözler, zinası bakmaktır, kulaklar, zinası dinlemektir, dil, zinası konuşmaktır, eller zina eder onların zinası tutmaktır, ayaklar zina eder onların zinası zinaya yürümektir, kalp arzu ve temenni eder. Organ bunu tasdik veya tekzip eder."

[40] Ahmed, Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei ve İbni Mace İbni Mesud'tan rivayet etmişlerdir.

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/415-417.

[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/417-418.