MUMTEHINE SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Ayetlerde Anlatılanlar Gayet Açıktır. Bu Ayetler Sırasıyla Şu Hususları Kapsamaktadır: 2

Bu Ayetlerin Mesajı Müzminlere Yöneliktir Ve Şu Hususları İçermektedir; 7

İman Eden Kadınların Himayesi 8

Bu İki Ayet, Nebevi Siretin Medine Dönemine İlişkin Kısmından Çeşitli Pasajlar İçermektedir: 9


MUMTEHINE SURESİ

 

Kur'an'daki Sırası       : 60

Nüzul Sırası                : 111

Ayet Sayısı                  : 13

İndiği Dönem              : Medine

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûre, müslümanlara kendilerine savaş açan kafirleri -akrabalık bağları olsa bile-dost edinmelerini yasaklamakta ve onları, kafir olan kavmine karşı tavır alan İbrahim'i ve beraberindeki rnü'minleri örnek almaya ve kafirlerin hidayetini istemeye çağırmaktadır. Buradaki yasak, müslümanlarla barış içinde yaşayanları kapsamamaktadır. Müslümanla­rın bunlarla ilişki kurup onlara iyilik yapmalarında bir sakınca yoktur. Aksine bu yasak İs­lam'a ve müslümanlara eziyet eden ve düşmanlık yapanları kapsamaktadır. Hicret eden müslüman kadınları kafirlere iade etmemeyi emretmekte ve müslüman erkeklerin, kafir olan hanımlarıyla İlişkilerini sürdürmeyi haram kılmaktadır. Ayrıca müslüman kadınların biat etmelerini ve onlardan bağımsız, hür olduklarına dair ahid almayı emretmektedir. Bu sûre, Peygamber'in hayatından çeşitli kesitler ve önemli mesajlar içermektedir.

Süre, konu itibariyle birbirinden bağımsız ama konum olarak birbiriyle bağlantılı iki bö­lümden oluşmaktadır. Şayet birazdan aktaracağımız rivayetler sahih ise, Peygamberimi­zin müslüman kadınlardan biat almakla emrolunması Mekke'nin fethinden sonra gerçek­leşmiştir. Her halükârda bizim tercihimiz şudur ki; bu sûre, Allah ve Rasulü'nün bir hikmeti olarak, ayrı kalmayı emreden sûrelerden sonra geç bir vakitte nazil olan ve tema olarak birlikteliği, ülfeti işleyen sûrelerdendir. Bizim referans aldığımız mushaf ve ayrıca nüzul sı­rasını gösteren diğer rivayetler[1] bu sûrenin Ahzab süresinden sonra ve çeşitli şekillerde Hudeybiye yolculuğuna ve anlaşmasına işaret eden Fetih süresinden önce nazil olduğunu göstermektedir.

Aynı zamanda sûrenin içeriği ve bu konuda aktarılan rivayetler, sûrenin Hudeybiye an­laşmasından sonra, hatta bu anlaşmadan iki sene sonra gerçekleşen Mekke'nin fethinden hemen önce nazil olduğunu göstermektedir. İşte bu da diğer bazı sürelerde yaptığı­mız gibi nüzul sırası hakkındaki rivayetlere aykırı davranmamızı, sağlamaktadır. Dolayısıy­la bu sûreyi, Hudeybiye anlaşmasından hemen sonra nazil olan Fetih, ilk bölümü nazil olan Maide sûrelerinden sonra ele almaktayız. Sözkonusu İki sûrede de açıkladığımıza göre bu sûre Fetih sûresinin peşisıra inmişti. Vakıanın gerçeğinden de anlaşılacağı gibi nüzul sırasındaki bütünlük böylece sağlanmış olmaktadır. Allah en iyi bilendir. [2]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1- Ey iman edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyiniz. Siz onlara sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar, Hak'tan size geleni inkar etmiş, Rabbiniz olan Allah'a inandığınız için sizi ve Peygamber'İ yurdunuzdan sürmüş­lerdir. Şayet siz benim yolumdan cihad etmek ve benim rı­zamı kazanmak amacıyla çıkmışsanız, onlara karşı nasıl olur da sevgi beslersiniz. Ben gizlediğinizi ve açığa vurdu­ğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.

2- Eğer onlar sizi ele geçirirlerse[3] size düşman olurlar, el­lerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Ve küfre düşme­nizi arzu ederler.

3-  Ne yakın akrabalarınız ve ne de çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlamaz. Aranızı ayırır ve Allah yap­makta olduklarınızı görendir.

4- İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin İçin güzel bir örnek vardır. Onlar kendi kavmine "Biz sizden ve Allah dışında tapmakta olduklarınızdan beriyiz. Sİzİ İnkar ediyo­ruz. Sizinle aramızda yalnızca Allah'a iman edinceye ka­dar ebediyen bir düşmanlık ve kin belirmiştir." demişlerdi. Ancak İbrahim'in babasına "Senin İçin bağışlanma dileye­ceğim, fakat Allah'tan senin için olacak hiç bir şeyi engel-leyemem" sözü hariç. Ey Rabbimiz sana dayandık, sana yöneldik ve dönüş sanadır.

5- Ey Rabbimiz bizi inkarcılar için bir imtihan konusu yap­ma, bizi bağışla. Rabbimiz, aziz ve hakim olan sensin sen.

6-  Andolsun ki, onlarda sizin için, Allah'ı ve ahiret günü­nü arzu edenler İçin güzel bir örnek vardır. Kİm yüz çevi­rirse, artık Allah gani (hiçbir şeye İhtiyacı olmayan) ve (hamdedilmeye layık) hamİddİr.

 

Ayetlerde Anlatılanlar Gayet Açıktır. Bu Ayetler Sırasıyla Şu Hususları Kapsamaktadır:

 

1- Mü'minlere seslenerek, mü'minlerin kafirleri dost ve yardımcı edinmemelerini, onlara herhangi bir yarar, sevgi ve yakınlık sağlayacak eylemde bulunmamalarını emrediyor. Çünkü onlar Allah'ın ve mü'minlerin düşmanıdırlar. Allah katından müzminle­re gelen gerçeği inkar etmişler ve yalnızca Allah'a iman ettiktlerinden dolayı mü'mirile­ri suçsuz yere yurtlarını terketmek zorunda bırakmışlardır.

2- Mü'minlerin, kafirlere gizli bir şekilde yakınlık gösterecek bir eylemde bulunma­ları, iman konusunda gösterdikleri samimiyetle çelişmekledir.

3-  Mü'minlerin, gizlemiş oldukları ve açığa vurdukları her şeyi Allah'ın bildiğini vurgulamakla, mü'minlerden kafirlerle ilişkiye geçip yakınlık gösteren kimseyi doğru yoldan sapmış olduğu ve samimiyetin gereğini yerine getirmemiş olacağı konusunda uyarmaktadır.

4-  Kafirlerin mü'minlere aşırı bir kin beslediklerini hatırlatmaktadır. Şayet onlar, mü'minlcrle karşı karşıya gelip onları mağlup ederlerse, azılı düşman muamelesine tabi tutar, dilleriyle ve elleriyle onlara her türlü işkence ve kötülüğü yaparlar. Ve onlar mü'minlerin imanlarından dönüp inkarcı olmalarını yürekten temenni ederler.

5-  Kıyamet gününde, yakın akraba ve çocukların mü'minlere hiç bir fayda sağlama­yacağını, Allah'ın onları amellerine göre birbirinden ayıracağını ve yapmakta oldukları her şeyi gözetlediğini ve gördüğünü mü'minlere bildirmektedir.

6- İbrahim'i ve İbrahim'le birlikte iman edenlerin konularını mü'minlere örnek ola­rak vermektedir. Onlar, kavimlerinden ve Allah'ın dışında tapmış olduklarından beri ol­duklarını açıkça ilan etmişler, kafir kaldıkları sürece onlarla aralarında bir düşmanlığın ve nefretin var olacağım söylemişler, yalnızca Allah'a iman ettiklerini ikrar etmişler ve O'na teslim olup, dayanmışlardır. Dönüşlerinin yine O'na olacağının bilincinde olmuş­lar, O'ndan yardım talep etmişler ve Allah'tan kendilerini, kafirlerin elinde bir imtihan ve işkence vesilesi yapmamasını, günahlarım ve kusurlarını bağışlamasını dilemişlerdir. Allah'ın rızasını ve kıyamet gününde iyi neticeyi murad eden ve gerçekten samimi bir şekilde iman edenler için burada güzel bir örnek vardır. Artık tüm bunlardan sonra yol­dan sapıp yan çizenler yaptıklarıyla başbaşa kalacaklardır. Allah, onların hiç bir şeyine muhtaç değildir, samimi ve doğru sözlü olanların övgüsüne layıktır.

Dördüncü ayette de, İbrahim'in babasına, Allah katında hiçbir şey yapamayacağını bildirmesine rağmen, onun için Allah'tan bağışlanma dileyeceğini vaadetmesi hususun­da bir düzeltme yapılmaktadır.

Müfessirler,[4] nazil olduğu olaylar hakkındaki rivayetleri değişik senetlerle rivayet etmişlerdir. Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud da bunu rivayet etmişlerdir. Biz de onların bu rivayetini aktarıyoruz.[5] Ali b. Ebi Talib şöyle demiştir; "Rasulullah beni, -beyr'i ve Mikdad'ı görevlendirerek "Ravda'ya gidin, orada bir kadın göreceksiniz, onda bir mektup var, o mektubu ondan alın" dedi. Ayrıldık ve allarımıza atlayıp Ravda'ya geldik. Kadım yolda yakaladık. "Mektubu çıkar!" dedik. Kadın "yanımda mektup diye bir şey yok" dedi. Biz de "ya meklubu çıkarırsın ya da elbiselerini çıkarıp üzerini Öyle ararız" dedik. Bunun üzerine kadın mektubu saç Örgüsünün içerisinden çıkarıp verdi. Mektubu alıp Rasulullah'ın yanına geldik, bir de ne görelim; mektup, Hatip b. Ebi Belta tarafından Mekke'deki müşriklerden bazılarına yazılmış ve onları Peygamberdin bazı icraatlarından haberdar ediyor. Hz. Peygamber "bu neyin nesi ey Hatib" dedi. O da "Ya Rasulullah, hakkımda hüküm vermede hemen acele etme. Ben Kureyşlilerin yanında yaşıyordum. Onlardan herhangi bir kabileye mensup değilim. Muhacirlerin, Mekke'de mallarını ve ailelerini koruyan yakınları var. Ben de neseb olarak onlara mensup olma­dığım için onlara bir iyilik yapmayı istedim. Ola ki onlar da benim akrabalarımı himaye ederler. Ben bunu dinimden döndüğüm ya da kafir olduğumdan dolayı yapmış deği­lim." Rasulullah "O size doğru söylüyor" dedi. Hz. Ömer, "'Ey Allah'ın Rasulü izin ver de onun boynunu vurayım" dedi. Rasulullah, o Bedir Savaşı'na katılmıştır. Allah'ın "Bedir Savaşı'na katılanlara dilediğinizi yapın ben sizi affettim" dediğini biliyor mu­sun?" Bunun zerine bu ayetler nazil oldu. Taberi'deki rivayette ise Hz. Peygamber "O'-na hayır dışında bir şey söylemeyin" demiştir.

Beğavi bu kadın hakkında ilginç bir hususa dikkat çeken şu rivayeti aktarıyor: "Bu kadın', Abdulmultaliboğulları'nın cariyesiydi ve Medine'ye gelmişti. Peygamber onu görünce "müslüman oldunda mı geldin?" dedi. O da "hayır" dedi. "Peki hicret mi et­tin?" dedi. O yine "hayır" deyince, Hz. Peygamber "O halde niye geldin?" dedi. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: "Sizler yakınlara, akrabalara ve kölelere iyilik yapıyordunuz. Sizler gittiniz, ben de eli boş, aç ve susuz kaldım. Size geldim ki beni giydiresiniz, ağır-layasınız ve ihtiyacımı karşılayasınız." Hz. Peygamber, "Mekke'nin gençlerine ne ol­du?" dedi. 'Kadın Mekke'de şarkıcılık yapıyordu'. Kadın da "Bedir Savaşı'ndan sonra benden hiçbir şey istenmedi." dedi. Hz. Peygamber, Muttalİp ve Abdulmuttalipoğulla-rı'nı onun İhtiyaçlarını karşılamaları konusunda teşvik etti. Onlar da, onun ihtiyaçlarım karşıladılar ve onu giydirdiler. Hatib de onun Mekke dönüşünü fırsat bilerek, ona biraz mal verdi ve mektubu ona emanet etti.

Ayetlerin içeriği ve özellikle de Muhacirlere seslenmesi, bu rivayetin doğruluğunu pekiştirmektedir. Ancak ayetlerin üslubu, buradaki nehyin, sakındırmanın ve ikazın tüm müslümünlara yönelik oluğunu göstermektedir. Her ne kadar ayetler Hatib'in mektu­buyla ilgili olarak nazil olmuşsa da -ki rivayetlerin değişik senetlerle gelmesi ve bu ri­vayetler hakkında herhangi bir ihtilafın olmaması bu nüzul sebebini güçlendirmektcdir-bu ayetlerin üslubunda ve Medine'de nazil olan sûrelerin birçok ayetinde belirtilen ta­vırlarda bulunan babaların, çocukların, aşiretin ve kardeşlerin dost edinilmesi, onlara sevgi beslenilmesi nehyedilmekte ve Mücadele süresindeki ayetlerde de olduğu gibi böyle yapanlar uyarılmaktadır. "Allah'a ve ahire! gününe iman eden kavmin babalan, oğullan, kardeşleri veya akrabaları dahi olsa Allah'a ve elçisine düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin..." (Mücadele, 22) Ayrıca Tevbe sûresinde de bu hususa şu şekilde dikkat çekilmiştir:

"Ey iman edenler, şayet babalarınız ve kardeşleriniz küfrü imana tercih etmişlerse onları dostlar edinmeyin. Sizden her kim onları dosi edinirse işte zalimler onlardır. De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler sizin için, Allah'tan, elçisinden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimliyse, Allah em­rini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasık olan topluluğu hidayete erdirmez." (Tevbe,

Akrabalık ve aşiret bağlarının sosyal hayatta önemli bir faktöre sahip olduğu bir dö­nemde, Mekke halkıyla akrabalık, aşiret ve çok boyutlu çıkar bağlarıyla birbirine bağlı olan Muhacirlerle Mekke halkı arasındaki düşmanlık, nefret, kan ve birbiriyle tamamen ilişkiyi kesme durumuna varan mevcut ortamın, bazı muhacirleri zaman zaman psikolo­jik bir bunalıma sürüklediğini söylemek mümkündür. İşte böylesi bir ortamda bazılarını almamaları gereken tavırlara, konum ve davranışlara itiyordu. Bu ayetlerin iniş hikmeti; mesajın uyarma, ikaz etme önemine binaen tüm herkese yönelik olmasını gerektirmiştir. Yine açıklayacağımız daha sonraki ayetlerde de bir yönlendirmeye dair bazı ipuçları bu­labiliriz.

Mektubun gönderildiği ortam hakkında müfessirlerin[6] tabiinden aktardıkları rivayet­ler çeşitli değişiklikler arzetmektedir. Bir rivayete göre Hatib bu mektubu, Hz. Peygam-ber'in Bedir Savaşı'ndan iki sene sonra Mekke'ye doğru bir ordu gönderdiği olayı üze-rıne yazmıştır.

İkinci bir rivayete göre Halib, Peygamber'in Hudeybiye barışına vesile olan umre için Mekke'ye yolculuğa çıkacağını haber vermek üzere yazmıştır. Üçüncü rivayete gö­re ise, mektup bu barış anlaşmasından iki yıl sonra Hz. Peygamber'in Mekke'nin fethi hazırlığını yaptığını haber vermek üzere yazılmıştır. Sûrenin ikinci kısmı, bu sûrenin Hudeybiye barış anlaşmasından sonra nazil olduğuna kesin delil teşkil etmektedir. Üçüncü rivayeti tercih etmeye sevkeden de işte bu husustur. Herhalde birinci ve ikinci rivayetler, sûreleri tertip edenleri yanıltmış ve bu sûreyi Ahzab sûresinden sonraya koy­malarına neden olmuştur.

Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, kafirlerin düşman olarak nitelendirilmeleri, ka­fir oldukları, müslümanlara eziyet ettikleri, onları yurtlarını terketmeye mecbur bıraktık­ları, onlara düşmanlık ve kötülük besledikleri, dinlerinden dönüp, kafir olmalarını te­menni ettiklerinden dolayıdır. Bu da Kuı'an'da defalarca belirtilen kararlılıkla uyum içindedir. Ve müslümanların kendi dışındakilere karşı aldıkları tavır, karşı koyuş ve sa­vunma tavrıdır. Aynı zamanda ortama göre uyumluluk arzeden adil ve gerçekçi bir prensibe de dikkat çekilmiştir ki, miislü m anların kendilerine düşmanlık ve kötülük bes­leyen kimselere sevgi ve yakınlık duymamaları ve kendi sırlarını onlara bildirmeleri ge­rekmektedir. Müslümanların onlara karşı temkinli ve hazırlıklı bulunmaları ve her za­man ve mekanda daimi bir uyanıklık içerisinde olmaları gerekir.

Hz. Peygamberin yapmış olduğu eylemde ve Bedir Savaşı'na katılanlar hakkında söylemiş olduğu sözde, sürekli bir uyarı ve ikaz vardır. Aynı zamanda bazı kimselerin zayıf karakterli olmalarından dolayı yaptıkları bazı tasarruflara karşı sabretme ve gör-memezlikten gelme görülmektedir. Bu kişinin konumu her ne kadar bir tehlike arzedi-yorsa da o kişinin geçmişinde fedakarlıkla bulunması, samimi olması, hain olmaması ona karşı böyle davranmayı gerektirmiştir.

Ayetlerin müslümanları uymaya çağırdığı Örnek, iki açıdan son derece önemli ve dikkat çekicidir. Birincisi; Hz. İbrahim ve onunla birlikte iman edenlere dikkat çekil­miş, müslüm ani ardan Kur'an'ı dinleyenler, İbrahim'in kendi babalarından biri olduğu idrakine ermiştir. Kur'an, Hz. Peygamber'in Enam sûresinin 161. ayetinde belirtildiği gibi asla müşriklerden olmayan İbrahim'in hanif dini olan dosdoğru dine, sırat-ı müsta­kime Rabbi taralından crildiğini söylemesini emretmektedir. İkincisi, İbrahim ve bera­berinde iman edenlerin yalnızca Allah'a iman edinceye kadar, kendi kafir kavimlerine ebedi bir nefret ve düşmanlık beslemelerindeki şiddetli ve kesin tavırlarıdır. Bu hususla­ra, kavminin kafirleriyle menfaat, akrabalık ve diğer bağlarla bağlı olan bazı raüslüman-lann iç dünyalarında bulunan bunalımların, su yüzüne çıktığı bir ortamda dikkat çekil­miştir.

Müfessirlerin[7] beyanına göre; tabiinden olan müfessirler "İbrahim'in babasına 'se­nin için bağışlanma dileyeceğim' sözü hariç" cümlesini tabi olunması istenen örneğin dışında tutma konusunda ittifak içindedirler. Yani müslümanlar için İbrahim'in bu sözü hariç onun ve beraberinde iman edenlerin tavrı tâbi olunması gereken bir örnektir. Halta Taberi, Mücahid'ten "Müslümanlar bu ayetle, müşriklere bağışlama dilemekten nehye-dümişlerdİr" sözünü rivayet etmiştir. Biz bu hükmü ve sonucu kabul etmekle tereddüt­lüyüz ve İbrahim'in va'dini konu edinen bu ayetler üzerinde düşünmeye devam edelim. Şayet bu ayette nehye delalet eden bir ifade bulunsaydı Hz. Peygamber ve bazı mü'min-ler, bazı müşrik akrabaları için bağışlanma dileyemezlerdi. Hz. Peygamber'in ve bazı mü'minlerin sözkonusu bağışlanmayı dilediklerini bu sûreden sonra nazil olan Tevbe sûresinin azarlayıcı bir üsluba sahip şu ayetlerinden anlıyoruz;

"Hz. Peygamber'e ve iman edenlere, cehennemlik oldukları açıkça beyan edildikten sonra yakınları dahi olsa müşrikler için bağışlanma dilemeleri yakışık almaz (yakış­maz)." (Tevbe, 113) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber ve mü'miriler, bağış­lanma dilemeyi babası için bağışlanma dileme sözü veren Hz. İbrahim'e uyarak yapmışlardır. Kur'an, Hz. İbrahim'in bu tavrını Meryem süresindeki şu ayetle haber veri­yor: "Selam üzerine olsun. Rabbimden senin için bağışlanma dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütuf sahibidir." (Meryem, 47) Hikmeti ilahi, Tevbe ayetiyle birlikte diğer bir ayetin nazil olmasını gerektirmiştir. O da, "İbrahim'in babası için istiğfar etmesi ona sa­dece verdiği bir sözden dolayıdır. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, duygusal ve yumuşak huyluydu." (Tev­be, 114) ayetidir. Tevbe sûresinin iki ayetinde açıkça anlaşıldığı gibi, İbrahim'in tavrını örnek alma hususu, konumuz olan ayetle değil, bu ayetle yasaklanmıştır. Allah daha iyi­sini bilir.

Müfessirlerin belirttiğine göre tabundan olan müfessirler, "Ey Rabbimİz bizi küfre­denler için bir fitne sebebi kılma" cümlesinden iki hususu çıkarmışlardır. Birincisi, bu cümle "Rabbimiz, bizi herhangi bir bela ve azaba mübtela kılma ki, onlar, "eğer ger* çekten onlar hak üzere olsalardı, Allah katından onlara bu bela ve azab dokunmazdı" demesinler." anlamındadır. Bu da onlar için bir sınama olur ve küffar üzere olmaya de­vam sebebi teşkil eder. İkincisi, bu cümle "Rabbimiz, onları bize karşı muzaffer kılma ki, bununla, sınanıp eğer onlar hak üzere olsalardı onlara galib gelmezdik demesinler" anlamındadır. Bu iki yorum da makbule şayandır. [8]

 

7-  Belki Allah sizlerle, onlardan düşman olduklarınız ara­sında bir sevgi oluşturur. Allah güç yetirendir ve Allah ba­ğışlayandır, esirgeyendir.

8- Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurt­larınızdan çıkarmayan kimselere iyiiik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adalet ya­panları sever.

 

Ayetlerin ibareleri açıktır. Allah, bu ayetlere muhatap olan mü'minlerle, kendilerine düşmanlıkta bulunanlar arasına düşmanlıktan sonra bir dostluk, ayrılıktan sonra da bir buluşma, yeniden ilişkiye geçme durumunu oluşturabileceğine mti'minlerin dikkatini çekmektedir. Allah bunu yapmaya muktedirdir. O bağışlayan ve esirgeyendir. O'nun bağışlaması ve esirgemesi insanlara olan muamelesinde ağır basar. İkinci ve üçüncü ayetlerde de, Allah'ın mü'minleri kendileriyle savaşmayan, hürriyeüerini çiğnemeyen, dinlerinden Ötürü kendilerine eziyet etmeyen ve yurtlarını terketmeye zorlamayan kafir­lere iyilik yapmaktan, adaletli davranmaktan ve güzellikle muamelede bulunmaktan menetmediği konusunda uyanda bulunmaktadır. Çünkü Allah, başkalarına karşı adaletli ve ölçülü davrananlan sever. Ancak mü'minleri, dinlerinden ötürü kendileriyle savaşan­lara, hürriyetlerini çiğneyenlere ve yurtlarını terketmeye zorlayanlara veya bu konuda zorlayanlara yardımda bulunanlara karşı dostluk ve sevgi beslemekten alıkoymaktadır. Kim bunlara dostluk beslerse o, günahkardır, kendi nefsine zulmetmiştir ve Allah'ın emrinden sapmıştır.

İbn Kesir'in Mükafil'den rivayet ettiğine göre, birinci ayet Ebu Süfyan hakkında na­zil olmuştur. Öyle ki, Rasulullah Ebu Süiyan'ın kızı Ümmü Habibe ile evlenmemişti. Bu da Ebu Süfyan'la Hz. Peygamber arasında bir sevgi oluşturmuştu. Taberi'nin de ta­biin müfessirlerine dayandırdığı rivayette Allah, bununla onlardan birçok kimsenin müslüman olacağını ve onlardan bazılarıyla müslümanlar arasında bir barış ortamı sağ­lanacağını haber vermiştir. İkinci ve üçüncü ayetler hususunda da tabii olan müfessirler-den değişik rivayet ve görüşler beyan edilmiştir.[9] Bu rivayet ve görüşlerden bazısına gö­re bu iki ayetle, oldukları gibi Mekke'de kalıp Medine'ye hicret etmezler, bazısına göre Rasululah'la savaşmayacaklarına ve Ona karşı olanlarla ittifak etmeyeceklerine dair an­laşma yapan Huzaa ve Müdlec kabileleri, bazısına göre müslümanlarla savaşmayan ve müslümanlara eziyet etmeyen Mekke müşrikleri, bazısına göre müslümanlarla savaşma­yan ve onlara eziyet etmeyen tüm müşrikler kasdedilmişiir. Bir rivayete göre de, Ebube-kir'in kızı Esma'nın annesi -Hz. Ebubekir cahiliyye döneminde bununla evlenmiş daha sonra onu boşamıştı ve müslüman olmamıştı- Medine'de bulunan kızım görmeye geldi ve beraberinde de bir hediye vardı. Kızı ona 'Rasulullah izin vermeden içeri girme dedi ve durumu Hz. Aişe vasıtasıyla Rasululah'a bildirdi. Allah bunun üzerine bu iki ayeti indirdi.

İbn Kesir, birinci ayete dayanarak Ebu Süfyan'la ilişkili olduğunu belirten rivayeti çürütmüştür. O, doğrusunu yapmıştı. Çünkü Ebu Süfyan, bu ayetin nüzulü zamanında müslümanlarla savaşan Kureyş ordusuna komuta eden bir kalır ve düşmandı.

Rasulullah'ın Ebu Süfyan'ın kızıyla evlenmesi ise, Ebu Süfyan'in kızı Habeşis­tan'dayken gerçekleşmiştir. O, kocasıyla birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, kocası orada vefat etmiştir. Rivayetlerin belirttiğine göre o, Habeşistan'dayken, Rasulullah onunla evlenme karan vermiş ve o da hemen Medine'ye dönmüştür.[10]

Buraya kadar olan rivayetler, bu Üç ayetin ayn ayrı nazil olduğunu göstermektedir. Birinci derecede ikisi arasında var olan uygunluk güçlüdür. Son iki ayetle diğer ayetler arasındaki ilişkinin varlığı ve ele aldığı konuların aynı oluşu ikinci derecededir. Önceki ayetlerde hitap edilenler müslüman muhacirler olduğundan hareketle, çoğul muhatab za­mirini kullanmakla yetinmiştir. Ve önceki ayetlerde sözkonusu edilen Mekke'nin kafir­lerine işaret için "onlardan" tabirini kullanmayı yeterli bulmuştur. İkinci ve üçüncü ayetlerde de buna başka bir delalet vardır ki o da "Din konusunda sizinle savaşanlar ve sizleri yurtlarınızdan sürenler" ibaresi içerisindedir. Tüm bunlardan ve ayetlerin ruhun­dan özellikle de birinci ayetten hareketle, bize öyle geliyor ki önceki ayetler muhacirle­rin psikolojisi üzerinde istenilen etkiyi yapmıştır.

Aynı zamanda kalplerini acıya boğmuş ve kafir olan yakınlarından ve yakın akraba­larından ümitlerini kesmeye sebep olmuştur. Belki de bazıları bu durumu Hz; Peygam-ber'e açmış ve sözkonusu nehyin asi olsun olmasın tüm Mekke halkını kapsayıp kapsa­madığını sormuştur. Ayetlerin nüzul hikmeti, bir yandan bunlara biraz nefes aldırmak ve ümit vermek diğer yandan da işi hak ölçüler içerisinde ele alıp asi olanlarla olmayan­ların bir tutulamayacağını belirtmektir. Ayrıca ayetlerin özellikle de birinci ayetin ver­diği mesajın Rasulullah'm Mekke'ye savaş açma isteğinden önce gelen rahatlatıcı bir müjde niteliği taşıması da imkan dahilindedir. Ayetlerden ve rivayetlerden hareketle yaptığımız tercihe göre bu ayetler, Hz. Peygamber'in o istek ve kararlılığından önce na­zil olmuştur. Bunun sebebi de hicret eden müslümanlann gönüllerini savaşa karşı ferah­latmak, onları psikolojik olarak hazırlamak ve onlardaki işlek ve arzuyu uyandırmaktır. İkinci ve üçüncü ayetlerden de gayet tabi olarak Mekke halkı içerisinde müslümanlara komplo düzenleyen ve onlara işkence edenlerin yanında yer almayan bazı insanların da bulunduğu anlaşılabilir.

Yaptığımız bu yorum, 'Ümmü Esma'nın Medine'ye gelmesi ve kızının kendisiyle görüşmesi için Hz. Peygambcr'e danışması' şeklindeki rivayetin doğru olduğuna aykırı değildir. Çünkü ayetlerde onun durumuyla ilgili fetva da bulunmaktadır.

Bu yorumlar, Nebevi sîrete ilişkin zaman boyutunu ilgilendirmektedir. Genel boyut­larıyla ayetlere baktığımızda birinci ayetin, müslüman olmayanlara -özellikle de bunlar­dan düşman olanlara- barış, sevgi, levbe, geri dönüş, büyüklenmeklen vazgeçiş, nefsi tu­tum ve davranışları lerkediş, kibirlenmeyi, böbürlenmeyi, müstekbirlik yapmayı bırakış, cehaletten dönüş için açık kapı bırakmakla Kur'ani üslubu yansıttığını görürüz.

Daha önceki sûrelerde buna benzer durumların çokça geçtiği yerlerde konuyla ilgili hususları zikrettiğimizden dolayı burada tekrar etmeyi gerekli görmüyoruz.

Ayetin genel çerçevesinde verilen mesaj, müslümanlann ufuklarını genişletmek, gö­nüllerini ferahlatmak ve meselelere çok boyutlu olarak yaklaşmalarını sağlamak, onlara barış ve iyilik duygularını müjdelemek, onlardan şiddetli kin ve düşmanlık duygularını bertaraf etmektir. Burada da huşu ve azamet vardır. İkinci ve üçüncü ayetler içerikleri itibariyle, daha önce de değişik vesilelerle dikkat çektiğimiz gibi, yalnızca saldırgan, haddi aşaniara karşı düşmanca muamele edilebileceği, bunun da düşmanlığı başlatmak değil, başkalarınca başlatılan düşmanlığa bir tepki göstermek için olduğu hususu, Kur'an'ın genel ilkesiyle uyum arzetmektedir. Ancak müslümanlara sevgi besleyen ve onlardan elini dilini çeken gayri müslimler, düşman olarak nitelendirilmezler, onlara iyilik yapmakta ve adaletli davranmakta hiçbir sakınca yoktur. Hatta ikinci ayetin üslu­bu, bu tür bir ilişkiyi teşvik etmekte ve ısrarla üzerinde durmaktadır.

Buraya kadar anlattığımız iki ayetten şu sonuçlar çıkmakladır: Birincisi, müslüman-larla başkaları arasındaki ilişkileri düzenleyen prensipler, ikincisi Arap müşrikleri ve Ehli Kitab kafirleri arasında barış yanlısı olarak adlandırabileceğimiz bir zümrenin var­lığıdır. Bize öyle geliyor ki bu barışsever zümre, herhangi bir düşmanlık ve savaştan sonra cizye vermeksizin veya boyun eğmeksizin müslümanlarla barış anlaşması yapan zümrenin dışındadır. Bunun örneği de rivayetlerden anlaşıldığı üzere[11] Hudeybiye anlaş­masından sonra Hz. Peygamber'Ie Kureyş ve diğer kabileler arasında varılan durumdur. Aynı zamanda bunların durumu gerek savaş neticesinde, gerekse savaş olmaksızın mus-lümanların zimmetine giren, yönetimleri ve himayeleri altında bulunan ve müslümanla­ra cizye veren kimselerin durumundan da farklıdır. Bunun da örneği yine rivayetlerin anlattığı gibi[12], Rasulullah ile Nccran hristiyanları ve Şam topraklarındaki diğer hristi-yan ve yahudilerin yerleşim yerleri arasındaki durumdur.

Yani bu zümre, müslümanlardan ve müslümanlann dininden, herhangi yazılı bir an­laşma olmadan ellerini ve dillerini çeken, onlara karşı tarafsız ve barışsever davranıp iyi ilişkiler içerisinde bulunan bir kesimdir. Bu ayetler, Arap müşriklcriyle İslam dışında savaşılmayacağım veya onlardan bir şey alınmayacağını, kitap ehliyle de İslam dışında savaşılmayacağım veya cizye alınmayacağını, gayri müsİirnlefe de 'müslüman olmaları için onlarla savaşmak gereklidir' yargısında bulunulmayacağını göstermektedir. Savaş ve düşmanlık, dolaylı ve dolaysız çeşitli ayetlerden hareketle daha Önce değişik yerlerde belirttiğimiz gibi sadece, müslümanlara savaş başlatan, onlara işkence yapan veya Allah yolundan ve dininden alıkoyan ya da buna arka çıkan sonra da müslümanlarla yaptığı anlaşmasını bozup anlaşmalı durumdan düşman durumuna geçen kimseler için farz kı­lınmıştır. Çünkü bunlar, bu konumlarıyla, müslüman olma veya cizye ödeme ya da an­laşma yapma fırsatını elden kaçırmışlardır,

Her gayrimüslimin de müslümanlara eziyet etmemesi onlarla savaşmaması ve Al­lah'ın yolundan başkasını alıkoymaması gayet tabii bir olaydır. Ve bu kimselerin her zaman ve mekanda sözü edilen fiilleri yapmayan büyük kitleler olmaları da imkan dahi­lindedir. Böylesi kimselere iyilik yapmak, onlara adaletli ve ölçülü davranmak mubah kılınmış, hatta güzel bir davranış kabul edilmiştir. Bu; genel , kesin ve daimi bir kural­dır. Öyle bir kural ki, övünme içermeyen bir azamet ve vakardır. Bu azamet ve vakarı artırıcı bir yönde ayetlerin kesin olarak iyi ilişkilerin, adaletin ve iyiliğin gayri müslim-lerce başlatılmasını şart koşmanı ası dır. Bir gayrimüslimin, müslümanların iyiliğine, adaletine ve sevgisine mazhar olabilmesi için dolaylı veya dolaysız olarak eliyle ve di­liyle müslümanlara eziyet etmemesi yeterli bir sebeptir. Rasulullab'ın hayatında ve raşid halifelerin uygulamalarında bunun birçok örneği vardır. Kendileriyle savaşmayanlarla savaşmamışlar ve onlara karşı savaşı emretmemişler, kendilerinden elini ve eteğini çe­kenleri kendi hallerine bırakmışlardır . Özellikle de savaş ehli sayılmayan ihtiyar, kadın, çocuk ve rahiplere dokunmamışlar ve onlara dokunulmam as im emretmişlerdir.[13]

Bazı müfessirler ki, bunların da bir kısmı tabiinden aktardığı görüşler doğrultusunda birinci ayetin özellikle de Arap müşrikleri için Tevbe sûresinin şu ayetiyle neshedildiği-ni söylemişlerdir: "Haram aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları ya­kalayın, hapsedin ve onların tüm geçit yerlerini tutun. Şayet levbe eder, namazı kılar ve zekalı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki Allah bağışlayan ve esirgeyendir" (Tevbe, 5). Biz bu yoruma katılmıyoruz. Çünkü yeri geldiğinde de açıklayacağımız gibi bu ayetin Öncesi ve sonrası sözkonusu yorumu desteklememektedir. Taberi de bu yoru­mu zikredip arkasından şu sözlerle onu çürütmekledir; "En doğru yorum," Allah, din ko­nusunda sizinle savaşmayan, tüm din ve mezhep mensuplarına iyilik yapmanızı, onlarla ilişki kurmanızı ve onlara adaletli olmanızı yasaklamamaktadır. Şüphesiz Allah, bu zik­redilen vasfı taşıyan herkesi kasdedip, onlardan bir kısmını ayrı tutmamıştır. Bu hüküm neshedilmiştir demenin hiç bir anlamı yoktur. Çünkü mü'minin, yakını olsun olmasın, aralarında bir akrabalık bağı bulunsun bulunmasın tüm savaş ehli için haram değildir ve yasaklanmamıştır. Tabi bu husus da, şayet savaş ehli müslümanlara karşı bir tutum içe­risinde değillerse geçerlidir" diyenlerin yorumudur. İnşaallah bu yorumun tamamı doğru ve gerçektir. En iyisini Allah bilir.

Birinci ayetin vurguladığı ve müslümanların arzu ettiği durum gerçekleşip, Ku-reyş'in sonra da Arapların çoğu, Hz. Peygamber daha hayattayken Allah'ın dinine girdi ve onlarla müslümanlar arasındaki düşmanlık dostluk ve kardeşliğe dönüştü. Bu da Kur'an'ın eşsiz mucizelerinden biridir.

Ayetlerde geçen tabirler arasındaki farklılıklara gelince, ikinci ayette "el-birr" (iyilik), "el-iksat" (adalet, ölçü), üçüncü ayette de "et-levella" (yüz çevirme) tabirleri kullanılmış­tır, "el-birr" ve "et-tevella" terimleri arasındaki farkı kabul etmekle beraber buradaki ayetlerin ve sûrenin ilk ayetlerin mahiyeti beraberce düşünüldüğünde, burada kullanılan "et-levalla" kelimesi müslümanlara herhangi bir fayda ve çıkar içermeyen veya tehlike ve zarar içeren bir anlamda kulanılmıştır. Bu da karşılıklı yardımlaşmayı, uyarmayı, iliş­kide bulunmayı şefkatli davranmayı kapsadığı gibi anlaşmayı da kapsamaktadır. [14]

 

9- Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kim­selerle dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa, işte zalimler onlardır.

10-  Ey iman edenler, mü'min hanımlar hicret edip size geldiklerinde onları imtihan edin[15].   Onların imanlarını Allah, daha iyi bilir. Şayet onların iman ettiklerini anlarsa­nız onları tekrar kafirlere geri döndürmeyin. Ne bu kadın­lar onlara helaldir, ne de onlar bu kadınlara helaldir. On­ların harcadıklarını[16] onlara geri verin. Bu kadınlara me-hirlerini verdiğiniz taktirde onlarla nihaklanmanızda sizin için bir günah yoktur. Kafir'[17] kadınların İsmetlerini (nikah­larını)[18] tutmayın ve onlara harcadıklanızı geri isteyin. Onlar da harcadıklarını istesinler. Bu, Allah'ın (kendisiyle) aranızda hükümettiği hükmüdür. Allah bilendir ve hüküm sahibidir.

11-Şayet eşlerinizden herhangi bir şey kafirlere geçer'[19]'ve siz de ganimete kavuşursanız[20], eşleri gidenlere harcadık­larının bir mislini verin. Kendisine iman ettiğiniz Allah'tan sakının."

 

 

Bu Ayetlerin Mesajı Müzminlere Yöneliktir Ve Şu Hususları İçermektedir;

 

1- Mü'minlere, kendilerine gelen muhacir mü'min kadınları sınamaları, onların iman konusundaki iddiayı kesinliğe kavuşturup emin olmalarını emretmektedir.

2- İman ettikleri iddialarının doğruluğu anlaşılınca onların tekrar kafirlere iade edil­memesini emretmektedir. Çünkü onlara artık kafirler haram, kafirler de onlara haram ol­muştur,

3- Kafir kocalarının kendileri için harcadığını karşılamaları gerekir.

4- Mü'minlcr iman edip hicret eden kadınlarla evlenebilirler.

5-  Kafir olarak kalan kadınların nikah allında tutulmaya devam edilmemesi, onlar­dan ayrılmaları ve onların akrabalarından bu kadınlara harcadıklarını talep etmeleri, müslüman olup hicret eden kadınların kocalarının harcadıklarını talep etme hakkına sa­hip oldukları hususları belirtmiştir.

6-  Müslümanlar zafer elde edip kafirlerin mallarını ganimet olarak aldıklarında bu ganimetten, hanımları kafir olan ve hanımları akrabalarına kaçıp giden müslüman er­keklere, bu hanımlarına harcadıklarının karşılanması gerektiği vurgulanmakladır.

7-  Tüm bu hükümlerin, tabi olunması gereken Allah'ın hükümleri olduğuna, Al­lah'ın işlerin hepsini en iyi bildiği ve bunda bir hikmet ve doğruluğun bulunduğuna dik­kat çekilmiştir. [21]

 

İman Eden Kadınların Himayesi

 

Müfessirler,[22] birinci ayetin Hudeybiyc anlaşmasından sonra Mekke'den Hz. Pey-gamber'c gelen mü'min muhacir hanımlar hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bazı rivayetlere göre bu kadınlar, Hz. Peygamber daha Hudeybiye'deyken Kureyş'Ie anlaşmayı yaptıktan sonra ve Medine'ye dönmeden ünce gelmişlerdir. Bazı müfessirler de rivayetlere göre farklılık arzeden isimler zikretmişlerdir. Mesela Mahzumoğulla-ıı'ndan birinin hanımı olan Sebia bintü'l-Haris el- Eslamiyye veya Rahil Sayfi'nin eşi ya da Ukbe b. Ebi Muayl'ın kızı Ümmii Gülsüm gibileri zikredilmiştir. Ümmü Gülsüm evli değildi. Onun akrabaları veya diğer ikisinin kocaları Hudeybiyc anlaşmasının "Ve­lisinin izni olmadan müslüman olmuş dahi olsa, Rasulullah'a Mekke'den gelen kim olursa olsun geri iade edilecektir" maddesine dayanarak bu kadınları geri almaya gel­mişlerdi, Allah ayette, bu kadınların geri iade edilmemesini emretmektedir.

Olayın Hz. Peygamber'in Medine'ye döndükten sonra gerçekleştiği şartıyla bu riva­yet de doğrudur. Ayetlerin ruhu ve konumu da bunu ima ediyor. Çünkü bu ayetler Fetih sûresinden çok sonraları inmiştir. Şayet ortada bir anlaşma mevzubahis olmasaydı "geri iade etmeme" konusunda bir emir gelmez ve açıkça da görüldüğü üzere kafirlerin gelip "geri iade etme" gibi bir talepte bulunmalarına gerek kalmazdı.

Bu ayclierin birbiriyle uyum arzetmesi ve konu açısından da aynı olması, iki ayetin beraber nazil olduğunu göstermektedir. Ayrıca ayetler, rivayetlerin belirdiği sebep ve içeriklerin dışındaki bazı hususları da kapsamakladır. Ayetlerin nüzul hikmeti, rivayet edilen olay münasebetiyle tek konu içerisinde çeşitli hususlara ilişkin birbiriyle ilgili hükümleri içermeyi gerektirmiştir.

Müfessirlerin, anlaşmanın şartlarıyla ilgili aktardığı rivayetler çeşitlilik arzetmiş, "geri iade etmeme" emriyle de bazı maddeler neshedİlmiştir. Bu rivayetlerden bazısına göre bu ncshedİlen madde "Bizden her kim yakınlarının izni olmadan sana gelirse -müslüman bile olsa- onu geri iade edeceksin" şeklindedir. Bazısına göre "Bizden sana gelen herhangi bir erkek..." şeklinde kimi rivayetlere göre de bu maddenin içeriği yal­nızca kadınlarla İlgiliydi ki o da şöyledir: "Senin dinin üzere olmayan bir kadın sana geldiğinde o kadını bize geri iade edeceksin. Şayet bu kadın senin dinine girerse ve o kadının da kocası varsa, onu kendisine harcamada bulunan bu kocasına iade edeceksin."

İnsan, diğer rivayetlerden daha çok birinci rivayetle daha fazla tatmin olmaktadır. Hele hele şu rivayet gözönünde bulundurulduğunda bu husus daha da kesinlik kazan­makladır; Süheyl b. Amr'in oğlu Ebu Cendel müslüman olmuştu. Babası, onu zincire vurup hapsetmişti. Zincirlerle bağlı bir şekilde Hudeybiye'de Hz. Peygamber'e geldi. Babası da Hz. Peygamber'le anlaşma yapan heyetin üyesiydi. Anlaşma şartlara bağ-iandı ve baba anlaşma gereğince oğlunu Hz. Peygamber'den isledi. Hz. Peygamber de Fetih sûresinde açıkladığımız gibi Ebu Cendel'i babasına geri iade etti.

Üçüncü rivayet, mana itibariyle birinci ayete uygun düşmektedir. Dolayısıyla anlaş­mayı neshedici ilahi bir emre gerek yoktur. Kaldı ki anlaşmanın açıkça çiğnenmesi ve uygulanmaması ahidlere ve akidlere vefa edilmesi konusunda sürekli tekrar edilen Kur'an'm ilkelerine uymamakladır. Daha öncede açıkladığımız gibi özellikle de Maide sûresinin ilk ayetleri, Hudeybİye anlaşması konusu üzerinde ısrarla durmaktadır. Diğer açıdan müşrikler bunu kabul edecek değillerdi ve anlaşmayı çiğnemiş sayıp sorumlulu­ğu da Hz. Peygamber'e yükleyeceklerdi. Bu hususta herhangi bir şey rivayet edilmemiş­tir.

Rivayetler göstermiştir ki, bu anlaşma iki yıl sonra Mekkelİler ve müttefikleri Beki-roğulları tarafından çiğneninceye kadar muteber sayılmıştır. Çiğnendiğinden dolayı da Hz. Peygamber, rnüslümanların başında bulunarak Mekke'ye yürümüş ve fethetmiştir.

Öyle görünüyor ki, Kureyşliler, anlaşma maddesinin hem kadınları hem de erkekleri kapsadığını düşünüyorlardı. Hicret eden kadınların sahipleri Medine'ye gelip onların ia­desini istediler. Anlaşmanın bu maddesi kapsam itibariyle açık değildi. Ayetlerin nüzul hikmeti de ortada apaçık bir nass bulunmadığı gerekçesiyle mü'minlerin, kendilerine mü'min kadınları iade etmemelerini ve bu kadınların kocalarının harcadıklarını alabile­ceklerini emretmeyi gerekli kılmıştır. Tüm müfessirlerin yorumuna göre bu harcanan şeyi ve kadınların iadesini isterlerken hak hususunda bir şüphe taşıyorlardı. Daha önce de iyilik ve adalet vâdeden bu hakkı reddetmişlerdi. Bu hususta benzer her konumda uyulması gereken güzel incelikler vardır.

Müslüman erkeklerin, kafir veya mürted olarak kendilerini terkedip yakınlarına gi­den kadınlara harcadıklarının karşılanması gerektiği gibi, kafir erkeklerin de müslüman olup, müslümanlara iltihak eden kadınlara harcadıkların m karşılanması gerekliği vurgu­lanırken, hem kafirlere hem de müslümanlara eşil olarak uygulanan hukukun varlığına dikkat çekilmektedir. Burada karşılıklı olarak uygulanan bir adalet ve eşitlik vardır. Bu da iki taraf arasında benimsenen ve saygı gösterilen barış ve anlaşma koşullan varoldu­ğu sürece geçerlidir. Aynı zamanda burada müslim ve gayrimüslim arasındaki ilişkiler­de İslam hukukunun geniş ve kapsamlı hususlar içerdiği ve bu hususların benzer her ko­numda geçerli olduğu konusunda güzel incelikler ve prensipler vardır.

Bu iki ayetin nüzuluna sebep olan olay ve "geri iade etmeme" hususundaki emir herhâlükârda müslüinanların konumlarını Hudeybİye anlaşması esnasındaki konumla­rından daha güçlü olduğunu göstermekledir. Ayetlerin iniş hikmeti hakkında apaçık bir nass bulunmayan herhangi bir meselede toleranslı olmalarını gerekli kılmıştır. Ki bu za­manda müslümanlar güçlü değillerdi. Bu durumlarda bazı şartlarda eşitlik üzerinde ısrar etmeleri yeterlidir. Özellikle de müşriklerden kendilerine gelenleri tekrar onlara İade et­melerine karşı, müslümanlardan müşriklere gidenlerin tekrar iade edilmemesi hususudur ki bu da Fetih sûresinde açıkladığımız gibi bazı müslümanlan derinden etkilemişti.

Müfessirler,[23] birinci ayetin emrettiği imtihanın nasıl yapılacağı konusunda çeşitli rivayetler aktarmışlardır. Bunlardan birine göre; Hz. Peygamber hicret eden kadına, ko­casına kızdığı veya herhangi bir dünyalık elde etmek için çıkmadığı, yalnızca Allah ve Rasulü'ne olan sevgisinden dolayı hicret ettiği üzere Allah adına yemin ettiriyordu. Ba­zısına göre bu konudaki ayetten hareketle "Allah'a hiçbir şekilde ortak koşmama, hır­sızlık yapmama, zina etmeme, çocuklarını öldürmeme, elleri ve ayakları arasında bir if­tira uydurmama, iyilikle kendisine isyan etmeme" şeklinde biat alıyordu. Bu rivayet, Buhari ve Tirmizi'nin sözkonusu ayetin tefsirinde Hz, Aişe'den aktardıkları rivayetler­dendir. Hz. Aişe şöyle diyor: "Hz. Peygamber kendisine hicret edip gelen mii'min ka­dınları bu ayetle imtihan ediyordu."[24]

Biz bu rivayeti tercih ediyoruz. Çünkü sened bakımından daha sağlamdır ve bu iki ayetten sonra gelen ayetin muhtevasını taşımaktadır. Belki de sözünü ettiğimiz ayet bu iki ayetle birlikte nazil olmuştur. [25]

 

 

Bu İki Ayet, Nebevi Siretin Medine Dönemine İlişkin Kısmından Çeşitli Pasajlar İçer­mektedir:

 

1-  Müslüman olan bazı Mekkeli kadınlar, hicret edememiş, yurtlarını, akrabalarını ve kocalarını terkedip Hz. Peygamber'e hicret etmek için fırsat kollamışlardır. Onların bu tavırları birçok tehlike ve musibeti göze aldıklarını göstermektedir. Burada Arap ka­dının, İslam davetindeki rolü ve tavrı, İslam'ın onlar üzerinde yarattığı gücü, samimiye­ti, cesareti, atılganlığı ve fedakarlığı göze çarpmaktadır.

2- Bazı muhacirlerin hanımları, şirklerini devam ettirerek kocalarını terketmiş ve ya­kınlarını kocalarına tercih etmişlerdir. Rivayetlerin belirttiğine göre bunlar Ebu Ümeyye b. Muğirc'nin kızı Kureybe, Amr b. Cervel el- Huzai'nin kızı Ümmü Gülsüm, Ömer b. Hattab'in iki eşi, Talha b. Ubeydullah'ın eşi Erva binti Rebia'dir.[26]

3-  Bazı muhacir mü'min kadınlar irtidat etmiş, Medine'den kaçmış ve yakınlarının yanına gitmişlerdir. Rivayetlere göre bunlar da lyad b. Şeddad'ın hanımı Abide binti Abduluzza, Hişam b. As. b. Vail'in hanımı Hind binti Ebu Cehl b. Hişam'dır.[27]

4-  Bazı müslümanlar, kendilerini terkedip hicret etmeyen ve de müslüman olmayan kafir hanımlarının nikahlarını muhafaza etmişler ve onları bozamamışlardır. Rivayetler bunların da Ömer b. Hattab ve Talha b. Ubeydullah'ın biraz önce isimlerini zikrettiği­miz hanımları olduğunu aktarır. Allah'ın birinci ayetteki emrine binaen bunlar hanımla­rını boşamışlardır.[28]

5- Taberi'nin bu çerçeveden olmak üzere aktardığı şu rivayet bir hayli ilginç ve gü­zel bir konuma işaret etmekledir: Müslümanlardan birinin hanımı Mekke'ye kaçmıştı. Bu esnada Mekke'den de bir hanım iman etmiş bir şekilde hicret ederek gelmişti. Rasu-luilah, hanım; kaçıp gideni çağırarak, hicret edip gelen kadına "Bu, müşriklere kaçıp gi­den kadının kocasıdır. Seni bununla evlendireyim." dedi. Kadın da: "Ya Rasulallah, bu­nu terkedip giden kadını Allah affetsin, Hayır, Allah'a yemin olsun ki benim buna ihti­yacım yok" dedi. Bunun üzerine Rasulullah ismi Bahtcri olan iri cüsseli bir adamı çağı­rarak "Peki bununia evlenir misin'?" dedi. Kadın da "evet" dedi.

Göze çarpan diğer bir husus da Bakara sûresinin 221. ayetinin müşrik kadınlarla ni-kahianmayı yasaklamasıdır. Anlaşılan odur ki bu yasak İslam'dan sonraki evlilikler içindir ve eski evlilikleri kapsamaktadır. Bu ayet ininceye kadar müsîümanlar kafir ha­nımlarla oian nikahlarını devam ettirmişlerdir. Bu da Kur'ani hukukun gelişimini göste­ren bir örnektir.

Taberi ve diğerlerinin belirttiğine göre müfessiricr "Onlara harcadıklarını verin" cümlesin hakkında şunları söylemişlerdir: "Eğer kadın iman edip, hicret ederek gelirse, onun kafir kocasına mehrinin verilmesi gerekir. Bu mehir de bu kadınla evlenen mü'min erkekten alınır." Bu gerçek çözümdür. Ancak başka bir husus vardır ki, o da bu gelen kadın evlenmeyebilir. Bu durumda ise onun mehrini vermek tüm nıü'minlcre dü­şer veya beyiü'l-maldcn karşılanır. Bunu yapmakla, görevli olan, mü'minlcrin yönetimi­ni elinde bulunduran kimsedir. Mehri, gücü yeten mü'minlerdcn toplar veya kontrolün­de bulunan beytü'l-malden öder.

Ayrıca müies.sirler "Şayet eşlerinizden herhangi bir şey kafirlere geçer ve siz de ga­nimet elde ederseniz, eşleri gidenlere harcadıklarının bir mislini verin..." ayetiyle ilgili olarak şunu söylemişlerdir: "Mü'minlere, düşmanlarından elde ettikleri ganimetlerden eşleri kaçıp kafirlere iltihak eden mü'min erkeklerin, o hanımlarına harcadıkları mehrin verilmesi emredilmektedir." Cümlenin özünden anlaşılan gerçek budur. Öyle görünüyor ki, böyle bir durumda olay mü'min erkeğe Ödenen o;nun ganimetlerden alacağı özel pa­yın dışındadır. Bu da ganimetlerin bölüştürülmcsiyle görevli ve mü'minlerin yönetimini elinde bulunduran kimselerin vazifesidir, [29]

 

12- Ey Peygamber, şayet İman etmiş kadınlar sana gelip Allah'ı hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmama­ları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup getirmemelerin[30] ve iyi bir işte sana karşı gelmemeleri konusunda sana biat eder­lerse onların biatlerini al ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.

 

Bu ayette, Hz. Peygambere biat etmek isteyen ve şirk koşmayacaklarına, zina yap­mayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, fuhuş ve zina neticesinde edindikleri bir çocuğu kocalarına yalan söyleyerek nisbel etmeyeceklerine, yararlı ve hayırlı güzel bir şeyi kendilerine emrettiği zaman karşı gelmeyeceklerine söz veren mü'min kadınlar ,kendine geldiklerinde, onlardan bial afması ve onlar için esirgeyip-bağışlama sıfatları­na sahip Allah'tan bağışlanma dilemesi cmredilmektedir[31].

Daha önce bu ayete değinirken Buharı ve Tirmizi'nİn rivayet etliği hadisi zikretmiş ve demiştik ki bu hadis ve sözkonusu ayetin daha önceki iki ayetle ilişkili olması bu ayetin onlarla bağlantılı olduğunu gösterir. Halta bu ayetin o iki ayetle birlikte nazil ol­ması muhtemeldir. Artık bundan sonra bu ayetin, kendisinden önceki iki ayelle bağlan­tısı ve nüzulü konusunda başka bir şey söylemeye gerek kalmamıştır.

İbn Hişam, Hz. Peygamber'in Evs ve Hazrec'ten müslüman olan ilk topluluktan Medine'ye hicret etmeden önce bu ayetle biat aldığını rivayet etmiştir.[32] Taberi'nin Ummü Aliyye'dcn rivayet ettiğine göre Rasulullah (s) Medine'ye hicret enikten hemen sonra, Ensar'ın hanımlarından bir topluluk bir evde toplandı. Rasulullah, Ömer b. Hat-tab'la birlikte onların yanına geldi ve onları evin arkasından selamlayarak "Ben. Al­lah'ın Rasulü'yüm" dedi. Oniar da sevgiyle "Hoş geldin" dediler. "Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmama.... iyi bir hususta isyan etmeme" konusunda bial ediyor musunuz?" Onlar da "evet" dediler. Bunun üzerine Rasulullah elini evin veya kapının dışından uzattı biz de ellerimizi evin içinden uzattık. Sonra "Allah'ım şahid ol!" dedi.

Müfessirler, "Rasulullah Mekke'nin fethinden sonra, önce erkeklerden sonra da ka­dınlardan biat almıştır, kadınlardan aldığı biatin sözleri ayetin ibaresiydi" demişlerdir. Bu bağlamda zikredilen rivayetlerden dikkat çeken bir tanesi de şudur: Ebu SÖfyân'ın karısı Hind binti Utbe, Rasulullah'a biat etmek için gelen kadınların arasındaydı. Ve ta­nınmayacak bir şekilde örtünmüştü. Çünkü öyle inanıyordu ki, Rasulullah, ona Uhud savaşında amcası Hamza'ya yaptıklarından dolayı kin beslemişti ve onu öldürecekti. Ri­vayete göre Hind, Uhud günü Hamza'nın karnını deşmiş, kalbinden veya ciğerinden bir parça koparmış ve çiğnemiş, Bedir savaşında Öldürülen babası, kardeşleri ve oğlunun acısını böylelikle dindirmeye çalışmıştır.[33]

Buna rağmen Rasulullah onu tanıdı, onu ismiyle çağırdı o da geldi ve Rasulullah'in elinden tutarak onunla korundu ve "Allah geçmişi affetsin ya Rasulullah" dedi. Rasulul­lah yüzünü ondan çevirdi. Hind, kadınlar "hırsızlık yapmamaları" sözünü söylediklerin­de duraksadi ve "Allah'a yemin olsun ki ben, Ebu Süfyan'dan habersiz bazı şeyler alı­rım, bilmiyorum onları helal eder mi etmez mi?" dedi. Ebu Süfyan da geçmişte ne aldıy-san helal olsun, daha alacak olursan onlar da sana helaldir deyince, Rasulullah güldü. Rasulullah, kadınlara "zina yapmamaları" sözünü söyletince Hind, "Ya Rasulullah, hür kadın da zina yapar mı?" diye sordu. Rasulullah da "hayır, yapmamalı" diye cevap ver­di. Rasulullah, kadınlara "uydurdukları bir iftirayla gelmeyecekleri..." sözünü söyletin­ce, "Allah'a andolsun ki, bühtan kütü bir şeydir, sen bize doğruluk ve güzel ahlak dışın­da bir şeyi emretmiyorsun.." diyen Hind, "Onları küçükken koruduk, büyüdüklerinde de siz öldürdünüz. Siz onları daha iyi bilirsiniz" dedi. Bunun üzerine Ömer, sırt üstü dü­şünceye kadar güldü ve Rasulullah da tebessüm etti. Rasulullah kadınlara "İyi bir konu­da sana karşı gelmeme...." sözünü söyletince Hind dedi ki: "Biz bu meclisimize gelip oturmadan Önce nefislerimizde sana karşı gelmek vardı."

Rasulullah'ın kadınlardan biat aldığını belirten bu rivayetler, -ister bu biat iman edip hicret ederek Rasulullah'a gelen kadınlardan olsun, isler fetihten sonra Kureyş'in kadın­larından aldığı biat olsun- bu ifadelerle sözkonusu ayetin nüzulundan sonra gerçekleş­miş olması şartıyla doğrudur.

Ama RasulullahTın Medine'ye hicret etlikten sonra, biati bu ifadelerle aldığını göste­ren rivayetler üzerinde durup düşünmek gerekiyor. Bunlar tartışma götürür. Ancak biati bu ifadelerle alması, Kur'an vahyi nazii olmadan önce Rasulullah'a ilham edilmiş olabi­lir. Şayet rivayetler doğruysa, bu da Rasulullah'ın ilham edilen sözleriyle Kur'an vahyi arasında bir uyum olduğunu gösteren bir husustur.

Çocukları öldürmeme konusundaki yasak müfessirlerin belirttiği üzere genellikle kız çocuklarının diri diri gömülmeleri konusuyla bağlantılıdır. O zamana kadar kadınlar, kız çocuğu doğurduklarında bu kız çocuğunu, kocalarının öfkesini bertaraf etmek ve kız çocuğuna olan hoşnutsuzluk ve kızgınlıklarından dolayı doğar doğmaz boğarlardı. Mek­ke'de nazil olan Tekvir 8, Nahl 59. ayetleri kız çocuklarının, İsra 31, ve En'am 151. ayetleriyle de çocukların fakirlik endişesi dolayısıyla öldürülmesini yasaklamıştır. Ayet, burada bu iki hususta gelen yasağı teyid etmektedir. Ve Medine'de nazil olan Kur'an'ın ayetleri, Mekke'de nazil olan ayetleri pekiştirerek bir bütünlüğü arzetmektedir.

"İyi bir işte sana karşı gelmemeleri" ilkesiyle de ayetin nüzul ortamına ve müslü-manlann yöneticilere, bu yöneticilerin de müslümanlara karşı sorumluluğuna ilişkin gü­zel bir prensip vurgulanmaktadır. Buradaki nehyi, Rasulullah'a iyi bir işte karşı gelme­mekle beraber kullanmıştır ki, yöneticinin herhangi bir masiyeti emretme yetkisine sa­hip olmadığını ve insanlardan kayıtsız şartsız kesin bir itaat beklenemeyeceğini vurgu­lamıştır. İtaatin, Peygamber dahi olsa körü körüne, kötü, günah ve düşmanlık içeren hu­suslarda yapılmaycağı, yalnızca faydalı, hayırlı, yararlı ve güzel şeylerde yapılacağı emredilmiştir. Bu da Kur'ani ilke uyarınca eğitim ve tekid babından zikredilmiştir. Çünkü Peygamber (s) kötülüğü ve faydasız, hayırsız bir şeyi emretmekten masumdur.

Buna benzer bir şart da Enfal Sûresinin 24. ayetinde geçmektedir. Müminlere, ken­dilerine hayat verecek ve iyilikleri dokunacak şeylere çağırdığı zaman Rasul'e icabet et­melerini emretmektedir. Bu ve bir Önceki şart, Kur'ani ilke doğrultusunda müslüman-larla yöneticileri arasındaki hukuku düzenlemektedir. Açıkça ifade etmektedir ki İs­lam'daki yönelim mutlak bir yönetim değil, hayrı, hakkı ve faydayı içeren Kur'an ve sünnetin hükümleriyle kayıtlıdır. Buna da Nisa 59. ayetle hukuki bir çözüm getirmiş ve müslümanlar arasında veya müslümanlarla idarecileri arasında bir çekişme vuku buldu­ğunda bu çekişmeyi (sorunu) Allah'a ve Rasulü'ne, yani daha önce de açıkladığımız gi­bi Allah'ın kitabına ve Rasul'ün sünnetine götürmelerini emretmektedir.

Müfessîrler bu konuda öyle hadisler ve rivayetler aktarıyorlar ki, bunların zahiri an­lamları, belirttiğimiz genel hukukun özünü gözden uzak tutmaktadır. Bizleri ikincil de­recede olan veya sınırlı bulunan hususlarla başbaşa bırakıyor. Hazin, Useyd b. Useyd'in biat eden kadınlardan birinden şunu aktarıyor; "Rasulullah'ın iyi bir konuda ona isyan etmememiz gerektiği, yüzümüzü tırmalamamak, çığlıkla bağirmamak, elbisemizi yırt­mamak ve saçımızı yolmamak konularında biat aldı." Enes'ten şu rivayet zikredilir: "Rasulullah, kadınlardan ölüye ağıt yakmamaları üzere biat aldı. Onlar dediler ki; "Ya Rasulullah cahiliyye döneminde bazı kadınlar bize yardımcı olurcasına ölü üzerine ağıl yakıyorlardı. Biz onlardan bu yardımı almaya devam edelim mi?" Rasulullah da "hayır İslam'da ağlayıcı (ağıtçı) tutmak suretiyle yardım almak yoktur" dedi.[34] Taberi, Ebu'ICa'd'lan rivayet ederek "İyi bir hususta sana karşı gelmeme..." cümlesi feryadla dövü-nememek anlamındadır. İbn Abbas'lan rivayetine göre "İyi bir hususta sana karşı gel­meme..." yani feryadu figan etmemektir.." Zeyd b. Eslem'den yaptığı rivayete göre "iyi bir hususla sana karşı gelmeme., yüzlerini tırmalamama, elbiselerini parçalamama, çığ­lık atmama, saçlarını yolmama" anlamındadır. Katade'den naklettiğine göre de "Onlar­dan I'cryadü figan etmeme ve mahremleri yanlarında bulunmadığı sürece erkeklerle ko­nuşmaya dalmamak üzere biat aldı" demiştir.

Tüm bu rivayet ve hadisler doğru olabilir. Ancak, bunlar arasında biat cümlesini ya­saklarla açıklayan veya sınırlayan bir tek nebevi hadis yoktur. Bunlara uyaraktan biat cümlesinde içerik bulan kesin genel hukukun özünü kaybetmek doğru olmaz. Emrin içerdiği kesinlik, Rasulullah'ın kadınlardan biat alırken oniarı içerisinde isyan bulunan bazı kötü adetlerinden menelüğidir. Zaten bu da Kur'an'ın nehyelüği şeylerdir. Ancak durum rayilere karmaşık bir halde görünmüştür.

Ayrıca tekrar meseleye dönerek müfessirlerin sahih hadis kaynaklarında geçen ve feryadü figandan meneden bazı hadisleri bu cümlenin tefsirinde aktardıklarını da belir­telim. Nebevi terbiye metodunu serdeden bu rivayetleri aktarmayı faydalı buluyoruz. E-hu Davud dışındaki tüm beş hadis kitabında Abdullah'dan rivayet edilen şu hadis bun­lardandır: "Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur: "Yanaklarını döven, elbiselerini parçala­yan ve cahiliyye davasını güden bizden değildir."[35]

Tirmizi hariç tüm beş hadis kitabında yer alan şu hadis: "Rasulullah (s), musibet anında sesini yükselten, saçlarını yolan (kesen) ve elbiselerini parçalayan kimseden be­ridir."[36] Ebu Malik el-Eş'ari'nin Müslim ve Tirmizi'de yer alan şu hadisinde de şöyle denilmiştir: "Feryadu figan eden, ölümünden önce tevbe etmediği taktirde, kıyamet gü­nünde üzerinde katrandan bir gömlek ve iğrenç bir yelek bulunduğu halde kalkar."[37] Buhari, Müslim ve Tirmizi, Mugure'dcn Rasulullah'ın şöyle dediğini rivayet etmişler­dir: "Kimin üzerinde feryadu figanla ağıl yakihrsa o kişi bununla azab görür."[38] Ebu Davud, Ebu Said'den şu hadisi rivayet ediyor: "Rasulullah (s) leyadü figanla ağıt yakanı ve onu dinleyeni lanetlemiştir."[39]

Müfessirler bu konuda ince hususlar içeren daha birçok nebevi hadis rivayet etmiş­tir. Taberi, Umcyme et-Teymiyye'den şu hadisi aktarıyor: "Rasullulah (s) kendisine biat etmek için gelen kadınlardan kendisine iyi bir konuda karşı gelmemeleri üzerine biat al­dıktan sonra onlara "güç ycıirebildiğiniz ve yapabildiğiniz" kadar dedi. Kadınlar da "Allah ve Rasulü bizim için bizden daha merhamet sahibidir" dediler. Bu kural, Allah hiçbir nefsi, güç yelkenleyeceği bir şeyle sorumlu tutmaz şeklinde ifade edilen Kur'ani prensiplerle uyum arzetmektedir. Taberi, Katade'den şu hadisi rivayet ediyor: "Rasulul-lah (s) kadınları feryadu figanla ağıt yakmaktan ve mahremi olmayan erkeklerle başba-şa kalmaktan veya mahremi yanında bulunmadığı sürece erkeklerle konuşmaya dalmak­tan men edince, Abdurrahman b. Avf; "Ya Rasulullah, bazen konuklarımız olduğu hal­de evden dışarı çıkıp kadınlarımızı yalnız bırakıyoruz" dedi. Bunun üzerine Rasulullah "ben onları kas 1 etmiyorum" dedi. Burdan da anlaşılıyor ki, Hz. Peygamberin nebevi bir açıklaması sözkonusudur. O da şüphe uyandırıcı, töhmet altında bırakıcı veya fitneye y-ol açıcı konum ve tavırlardan uzak durmaktır. Ki öyle davranmakta hikmet ve doğruluk vardır.

Yine Taberİ'nin Ümeyme'den rivayet ettiği bir hadis de şöyledir: "Kadınlar, Rasu­lullah (s)'a biat ettikten sonra "Ya Rasulullah bizimle musafaha yapmayacak mısın (to-kalaşmayacak mısın)" dediler. Rasulullah "Ben kadınlarla tokalaşmam, benim bir tek kadına olan sözüm, yüz kadına olan sözüm gibidir" dedi. Buharı ve Tirmizi'nin Hz. Ai-şe'den rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denilmektedir: "Rasulullah kadınlarla, elini on­ların eline dokundurmadan sözle biallaşıyordu."[40]

Herhalde erkeklerin kadınlarla tokalaşmasının mekruh veya haram olduğunu söyle-yenlerin dayanakları bu hadislerdir. Bu hadisleri delil olarak almaları yerinde bir davra­nış olabilir. Ancak bu hadislerin, mekruh veya haram gibi bir kesinlik ifade etmediğini söylememiz doğru olanıdır. En iyisini Allah bilir.

Evet, aynı zamanda bu ayet, Kur'an'ın müslüman kadına verdiği Önemi, onun ki­şiliğini, sorumluluğunu, görevini, ehliyetini ve muamelesini bağımsız bir şekilde or­taya koymasını göstermektedir. Onun İslam devletinin erkek gibi eşit seviyede bir rüknü olduğu anlaşılmakladır. Bu durumda Nisa sûresinin 34. ayetinde belirtilen er­keğin, daha önce belirttiğimiz ve burada tekrara lüzum görmediğimiz gibi aile haya-1r"1a sınırlı olduğu bildirilmiştir. Yine burada bir izzet ve azamet sözkonusudur. [41]

 

13- Ey İman edenler! Allah'ın gazab ettiği ve kafirlerin kabir ehlinden ümid kestiği [42]'gibi ahiretten ümidini kesmiş[43] olan topluluğu dost edinmeyin.

 

Bu ayetlerde, mü'minler, Allah'ın Öfkesine uğramış, ahirette Allah'ın rızasından ve­ya ahirette tekrar dirilme konusunda tamamen ümidlerini kesmiş insanları dost edinme­meleri emredilmektedir. Bu insanlar, ahirette Allah'ın rahmet ve rızasından ümidini ke­sen ölmüş kafirler veya ölülerin tekrar dirileceğine asla inanmayan hayattaki kafirler gi­bidirler.

Müfessirler, ayetin nüzulü hakkında hiçbir rivayette bulunmamışlardır. Ancak bura­da geçen "kavm" (topluluk)'dan kasıt, yahudilerdir. Müslüman fakirlerden bazıları, bu yahudilerle ilişkiye geçiyor, onlara müslümanlar hakkında bilgi veriyor ve karşılığında onların meyvelerinden faydalanıyorlardı. Allah onları bu eylemlerinden menetti.

Dikkat edilirse, daha Önce de sözü edildiği gibi bu sûre Mekke'nin fethinden hemen önce nazil olmuştur. Medine'nin yahudileri bundan yaklaşık iki yıl önce sürgün edil­mişlerdi. Aynı zamanda Hayber ve diğer köylerdeki yahudiler de Peygamber'in ve müs-lümanlarm nüfuzu ve yönetimleri altına girmişlerdi. Dolayısıyla müslümanların dost edineceği yahudi kalmamıştı. Sûre; müslümanları, müşrik kafirleri dost edinmekten ve onlara sevgilerini bildirmekten alıkoymakla başlamıştır. Bize öyle geliyor ki, sûrenin nüzul hikmeti, sûreyi aynı yasakla kapatmayı ve başıyla sonu arasındaki vurguyu tek bir hususta birleştirmeyi gerekli görmüştür. Bu ayette geçen "kavm" bizzat müşrik olan kafirlerdir. Doğru olmasını temenni ettiğimiz de budur. "Allah'ın gazabına uğramış" iba­resini yahudilere yorumlamak, her ne kadar Kur'an onları genellikle bu vasıflarla niteli­yorsa da zorunlu değildir. Onları bu vasıfla nitelemek, genelden yola çıkarak verilmiş bir hükümdür. Oysa bu sıfat, tabiatıyla kafir olan herkes için geçerlidir. Doğrusunu Al­lah bilir. [44]

 

 



[1] Medeni surelerin nüzul sırasını gösteren rivayelet için bkz. "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı", c.ll, sh. 9

[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/209-210.

[3] İn yeskafûküm Şayet sizi ele geçirip mağlup ederlerse anla­mındadır.

[4] Bkz. Taberi, Beğavi, Zemahşeri, ibn Kesir, Hazin, Tabersi

[5] et-Tac,c. 4, sh. 233

[6] Bkz. Taberi, Beğavi, Nisahiri, Hazin, îbn Kesir, Tabersi ve Zemahşeri.

[7] Bkz. a.g. kaynaklar.

 

[9] Bkz. Taberi, Beğavi, İbn Kesir. Hazin ve Tabersi.

[10] Bkz. İbn Hişam, 4/323 Ayrıca İbn Hişam'da çok güzel ve kayda değer şu rivayet ve yer almaktadır. Ebu Süfyan Hudeybiye anlamasından sonra, Mekke'nin fethinden önce anlaşmadan emin olmak için Medine'ye geldi, kızının yanına gitti. Rasuiuliah'ın minderine oturmak üzereyken kızı onu oturmaktan alıkoydu. O da "kızcağımı bilmiyorum beni mi bu mindere terceih ediyorsun yoksa minderi mi bana tercih ediyorsun?" de­di. O da "Bu Rasulullah'ın minderidir, sen ise necis müşrik bir insansın, Rasulullah'ın minderine oturmanı istemiyorum" dedi.

(bkz. ibn Hişam, 4/12-13)

[11] İbn Sa'd, c. 3, sh. 139-150.

[12] İbnSa'd, c. 2, sh. 41; 3/70.

[13] Bkz. İbn Sa'd, c. 3, sh. 132; Taberi Tarihi, c. 2, sh. 587.

[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/211-216.

[15] Fc'm-tehinuhum Müslüman oldukları şeklindeki iddianın doğruluğunu test edin.

[16] Ve âîûhüm enfekû Burada kullanılan zamir (onla­rın), iman ederek hicret edip Medine'ye gelen kadınların kafir kocaları için kullanılmıştır. Alimlerin tamamı " enfekû" (infak ettikleri şey) cümlesi, "kadınlara verilen mihir anlamındadır" demişlerdir.

[17] eUKeyâfır "Kafir" kelimesinin çoğuludur.

[18] I'sam Kadının nikahı anlamındadır.

[19] Ve in fâteküm Sizden kaybolursa, sizin yanınızdan giderse ve yanınızdan kaçarsa anlamındadır.

[20] Fe-âkahium Zaferle sonucu elde edip, düşmanlarınızdan gani­metlere sahip olursanız anlamındadır.

[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/216-220.

[22] Bkz. Taberi, Beğavi.

[23] Bkz. Taberi, Beğavi, Zemahşeri, İbn Kesir Tabersi, Hazin.

[24] Bkz. Tâc, c. 3. sh. 233

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/222.

[26] Bkz. Taberi Tefsiri.

[27] Tabersi bu isimleri Zühri'den rivayet etmiştir. Taberi de yalnızca bir kadının gittiğin isimin vermeden söylemiştir.

[28] Bkz. Taberi.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/223-226.

[30] Ve la ye'tine bibuhtânin yef-terihehû beyne eydihinne ve ercülihinne El ve ayakların işlediği yalan ve if­tira türü şeylere yönelme. Müfessirlerin çoğu bunu 'fuhuş ve zina yoluyla ço-cuk edinip bunu kocalarına nisbel eden kadınlar,' şeklinde yorumlamışlardır. Kadının, zina çocuğunu taşıyan karnı iki elinin arasında, bu çocuğu doğura­cağı ferci de iki ayağının arasındadır.

[31] Nisaburi, et-Tefsiru'l-Ahir

[32] İbn Hişam. c. 2, sh. 41

[33] İbn Hişam, c. 3, sh. 41 ve c. 3, sfı.251 ve sonrası.

[34] Garip olan, Taberi Musab b. Nuh el-Ensari'den bu hadise zıt olan şu hadisi rivayet etmesidir: "Yaşlı bir kadın, Rasuluilah'ın kadınları feryad ile ağlamaktan men ederek onlardan biat aldığını duydu. Dedi ki: "Ya Rasulallafı, bazı insanlar, bana dokunan musibetlerden dolayı yardımcı oldular. Onlara da bir musibet do­kunmuş, gidip yardımcı olmak (yüreklerini ferahlatmak) istiyorum" dedi. Rasulullah ona "çık onlara karşılığı­nı ver" dedi. Kadın çıktı sonra gelip biat etti.

[35] Tac.c.l.sh. 307

[36] Tac, c. 1, sh. 307

[37] Tac, c. 1,sh. 307

[38] Tac, c. 1,sh. 308

[39] Tac, c. 1, sh. 308. Burada beş hadis kitabında bulunan Ebu Musa'nın şu hadisi yer almaktadır: "Hz. Ömer yaralanınca Süheyl "eyvah ey kardeşim" diyerekten ağladı. Bunun üzerine Ömer, Hz. Peygamberin "ölü dirinin ağlamasıyla azap görür" sözünü hatırlattı. (Ebu Musa) Ömer'in bu sözünü Hz. Aişe'ye aktardı­ğında Hz. Aişe "Allah, Ömer'e rahmet etsin, Allah'a yemin olsun ki, Hz. Peygamber bunu söylemedi. Ancak Allah kafirin azabını yakınlarının ağlamasıyla artırır. Kur'an size yeter, hiç kimse başkasının günahını yük­lenmez" dedi. Başka bir rivayette Ebu Musa şöyle diyor: "Aişe, ibni Ömer'in 'Ölü yakınlarıı ağaiamasıyla az­ab görür" sözü üzerine "Allah Ebu Abdurrahman'a mağfiret etsin, o yalan söylememiştir. Ama ya unutmuş­tur veya hata etmiştir. Rasululah (s) Ölen bir yahudi kadına ağalayan yakınlarının yanından geçti ve onlar bu kadına ağalıyorlar ama o kabrinde azab görüyor buyurdu" demşitir." Hz. Aişe'nin bu rivayetler hakkında­ki düzeltmesi ağlamakla, feryadü figanla ağıt yakmak arasında fark bulunduğunu birincisinin caiz, ikincisi­nin caiz olmadığını gösteriyor. Hz. Aişe'nin bu hadisi yine beş hadis kitabında yer alan rivayetlerdendir. 8kz: a.g.e. s. 308-309

[40] 8kz. Tac, c. 4, sh. 233

[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/227-231

[42] Kemâ yeise' l-küffâru min eshâbi' l-ku-bûr Bazı müfessirler bu ibareyi "Kafirler, tekrar dirileceklerini hiçbir surette ihtimal dahilinde tutmamış, onlardan umud kesmişlerdir" şeklinde yorumlar­ken bazıları da "kafirlerden ölen kimseler, daha önceleri ahirette dirilecekleri­ne inanmamış veya Ahirette Allah'ın rahmetinden ve rızasından tamamen u-mut kesmişlerdi" diye tefsir etmişlerdir. Bu yorumların her ikisi de ihtimal dahilindedir ve makbuldür.

[43] Kad yeisû mine'l-âhireti Bazı müfessirler bu cüm­leyi "onlar, ahirette Allah'ın rahmet ve rızasının olacağından umutlarını kes­tiler", bazıları da "ahire! ve tekrar dirileceklerini hiçbir surette ihtimal dahi­linde tutmayıp ümidlerini kestiler" şeklinde yorumlamışlardır. Bu her iki yo­rum da muhtemeldir ve ayetin bu ibaresi bu ihtimali mümkün kılmaktadır.

[44] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/232-233.