SAFF SURESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadisler. 2

Kâinatın Her Zerresi Tesbîh Etmektedir. 3

Yapamıyacağımız Şeyi Söylememiz Doğru Olur Mu?. 3

Kurşunla Kenetlenen Sağlam Binaya Benzeme. 4

Düşmanla Savaşmaktan Kaçınan İsrail Oğulları 4

İsa Peygamberin (A.S.) Müjdesi 4

Âyetler Arasında Bağlantı 7

Meali: 7

İlgili Hadîsler. 7

Tevrat Ve İncil'de Geleceği Haber Verilen Peygamber. 7

Allah'ın Nurunu Söndürmek İsteyenler. 8

Muhammed (A.S.) Ancak Doğru Yolu Gösterir. 8

Âyetler Arasında Bağlantı 9

Meali: 9

Çok  Kârlı  Bir Ticaret 9

Yakın Fetih. 9

Allah Yolunda Yardımcılar. 10

İncil'de Oniki Şakirt 10

Havarilerin Başarısı : 10


SAFF SURESİ

 

Cumhura göre, tamamı Medine'de inmiştir. İbn Abbas (R.A.)dan ya­pılan bir rivayette ise, Mekke'de indiği söylenir. [1]

Dördüncü âyetinde, Allah yolunda birbirine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gibi düşman karşısında saf halinde savaşan mü'minlerden söz edil­diği için, bu mânaya delâlet eden «saff» kelimesi aynı zamanda sûreye isim olmuştur.

Âyet     sayısı      :       14

Kelime      »        :      221

Harf         »         :      900[2]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Sözün davranışa uymaması kınanıyor.

2- Son Peygamber Hz. Muhammed'in (A.S.) geleceğinin İsa Peygam­ber (A.S.) tarafından haber verilip müjdelendiği açıklanıyor.

3- Muhammed (A.S.) Efendimiz'in doğru yol, cihad ve hak din ile gönderildiği bildiriliyor.

4- Allah yanında kârlı ticaretin, dosdoğru imân ve bir de Allah yo­lunda cihâd olduğuna değinilerek ikisinin de mü'm in için paha biçilmez nîmet teşkil ettiğine işaret ediliyor.

5- Allah'ın dinine yardım edilmesi emredilirken Havarilerin kendi din­lerine yardımcı oldukları misâl veriliyor. [3]

 

Meali:

 

1- Göktekiler de, yerdekiler de Allah'ı tesbîh ederler. O, çok üstün­dür, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.

2- Ey imân edenler! Yapamıyacağınız şeyi neden söylüyorsunuz?

3- Yapamıyacağınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir gazap sayılır.

4- Allah kendi yolunda birbirlerine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gi­bi saf halinde savaşanları elbette sever.

5- Hani bir zaman Musa, kendi milletine: «Ey milletim! demişti. Ne­den beni incitip üzüyorsunuz? Oysa siz, gerçekten benim size gönderilen Allah'ın peygamberi olduğumu biliyorsunuz.» Ne vakit ki, onlar (haktan bâtıla) meyledip saptılar, Allah da onların kalplerini (hakkı kabulden uzak tutup) eğik hale getirdi. Allah, hakkın sınırlarını çiğneyip yozan milleti doğ­ru yola çıkarmaz.

6- Hani bir zaman da Meryem oğlu  İsa  şöyle deTnişti: «Ey İsrail oğulları! Şüphesiz ki ben size gönderilen Allah'ın peygamberiyim; önümde­ki Tevrat'ı doğrulayanım ve benden sonra gelecek olan Ahmed ismindeki bir peygamberi müjdeliyenim.» Ne vakit ki, o (müjdelenen Peygamber) on­lara açık belgelerle, mu'cizelerle geldi, «Bu apaçık bir sihirdir» dediler.

 

İniş Sebebi

 

Allah yolunda cihâd etmeyi durmadan temenni edenlerden bir kısmı, cihâd emri inip savaş başlayınca sözlerinde durmadılar, geri kalmak iste­diler. Bunun üzerine ilgili âyetler indi. [4]Nitekim böyle bir tutumu kınayan Nisa Sûresi 77. âyetle ve Muham-med Sûresi 20. âyetle münafıkların dönekliği üzerinde durulmakta ve on­lar hakkında aydınlatıcı bilgi verilmektedir.[5]

 

İlgili Hadisler

 

«Münafığın alâmeti üçtür: Söz verdiğinde yerine getirmez; konuştuğu zaman yalan söyler; kendisine bir şey emânet edildiğinde hıyanet eder.» [6]

Abdullah b. Amr (R.A.) anlatıyor:

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize geldi; o sırada ben henüz çocuk­tum, dışarı çıkıp oynamak istedim. Annem bana: «Abdullah, gel sana bir şey vereceğim» diye seslendi. Peygamber (A.S.) anneme sordu: «Ona ne vereceksi

n”?Annem de: «Bir hurma...» diye cevap verdi. Peygamber (A.S.) Efendimiz: «Eğer dediğini yerine getirmezsen bu senin aleyhine bir yalan olarak yazılır»  buyurdu. [7]

«Allah yolunda düşmana karşı bir gün (gözetleme ve savunmada) bu­lunmak, dünyadan da, üzerindeki şeylerden de hayırlıdır. Cennet'de sizden ' birinizin değneğinin işgal ettiği yer (kadar küçücük bir parça), dünyadan da, üzerindeki her şeyden de hayırlıdır. Günün evvelinde ve sonunda ku­lun Allah yolunda (evinden, iş yerinden adım atıp) çıkışı, dünyadan da üze­rindeki şeylerden de hayırlıdır.» [8]

«Kişi ölünce her amelinin sevabı kesilir; ancak Allah yolunda düşmana karşı duran kimsenin ameli kesilmeyip artmaya devam eder ve rızkı (Cen­netin ferahlatıcı kokusu) kıyamete kadar kendisine kesintisiz verilir.» [9]

«İki göze (Cehennem) ateşi dokunmayacaktır: Allah korkusundan ağ­layan göz ve bir de Allah yolunda uyumayıp gözetlemede bulunan göz.» [10]

 

Kâinatın Her Zerresi Tesbîh Etmektedir

 

«Göktekiler de, yerdekiler de Allah'ı tesbîh ederler. O, çok üstündür, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.»

«Sebbaha» fiili, «sebh» kökünden türetilmiştir. Sebh : Suda veya boş­lukta hızlı geçiş ve dönüş anlamına gelir. Gökteki yıldızların kendi yörün-gelerindeki hareketleri konu edilirken bu kökten türetilen «yesbahûn» fiili kullanılmıştır. Ayrıca atın dörtnala koşması, bir işe acele gidilmesi de bu fiille ifade edilir.

Terim olarak, ÇenâbHakk'ı her türlü noksanlıktan, ortaklıktan, be­şerî sıfatlardan tenzih edip kalp, dil ve diğer aza ile O'na ibâdet etme anlamında kullanılır.

Bu iki mana çerçevesinde, daha önce diğer sûrelerde münasebet düş­tükçe açıkladığımız gibi, kâinatta var olan her şey plândaki yerine, hılka-tındaki özelliğine, yaratılışındaki amaç ve hikmete, bağh bulunduğu kanu­na göre Hakk'ı tesbîh etmektedir. Güneş sisteminin devamlı hareket halinde olması, gezegenlerin kendi yörüngelerinde belli bir plâna göre dönmesi tesbihtir.

Atom çekirdeğinin etrafında baş döndürücü tuzla dönen elektronların bu hareketi de teşbihtir. Diğer canlıların günlük yaşayış ve hareketleri, sesleri de birer tesbîh anlamına gelmektedir. Vücudumuzda kalbimizin dur­madan kan pompalaması, diğer organların kendine has hareketleri, faali­yetleri birer tesbîhtir. Ama insanın en güzel tesbîhi, şüphesiz ki ilâhî tali­mata uygun olarak yerine getirdiği günlük ibâdetidir.

O halde kâinatın her parçasıyla Hakk'ın buyruğuna baş eğip bağlı bulunduğu düzene uyarak Allah'ın varlığına, birliğine delâlet etmesi bize bir ölçü ve kıstas vermiyor mu? Her şey itaat üzere görevini yerine getirirken insanın hilkatinin gayesine ve hikmetine ters düşüp kendine has çizginin dı­şına çıkması, Hakk'ın buyruğuna baş eğmemesi ne ile yorumlanabilir? Oy­sa iç organları bile CenâbHakk'ın hilkat kanununa baş eğip teşbihlerini sürdürmektedirler. Artık bu durumda böbürlenmek, büyüklük taslamak, gaflet etmek, ibâdet ve taâtte bulunmamak ona yakışır mı?

Allah mutlak ganîdir, yani hiçbir şeye muhtaç değildir. Bütün emir ve yasakları, tavsiye ve teşvikleri insanların yararınadır. Artık kim O'na itaat edip sâlih amelde bulunursa kendi lehine, kim de aksine bir yol tutarsa kendi aleyhine bir sonuç hazırlar. Cenâb-ı Hak koyduğu düzeni, kurduğu sistemleri ayakta tutan, hükmünü kusursuz yürütendir. O, çok üstün, çok güçlüdür ve yegâne hikmet sahibidir.[11]

 

Yapamıyacağımız Şeyi Söylememiz Doğru Olur Mu?

 

«Ey imân edenler! Yapamıyacağıniz şeyi neden söylüyorsunuz?.»

Bu âyetle, mü'mine her konuda çok dikkatli konuşması, temkinli dav­ranması, kendini çok iyi kontrol edip yapabileceği şey için «Allah dilerse ve bana kuvvet ve oesaret verirse yapmaya çalışacağım» demesi gerekir. Bol keseden harcamak, rasgele konuşmak insanı çok müşkil duruma dü­şürür de mahoup eder.

AshabKirâm'dan Abdullah b. Selâm (R.A.) diyor ki: «Biz birkaç arkadaş kendi aramızda sohbet ederken, «Eğer hangi amelin Allah yanında daha çok sevimli olduğunu bilseydik herhalde onu yerine getirirdik» diye konuştuk, çok geçmeden Re^sûlüllah (A.S.) Efendimiz Saff Sûresi'nin baş kısmındaki âyetlerin indiğini söyledi. Ashaptan bir kısmı da bir savaş olursa büyük yararlıklar göstereceğini, Allah yolunda büyük fedakârlıklara kat­lanacağını söylüyordu. İlgili âyetlerle onlar da uyarılmış bulunuyordu.»

Böylece Allah, boş lâf, tatbiki mümkün olmayan vaad, bol keseden ko­nuşma gibi sözlere değer vermediğini, sözden ziyade amel istediğini be­lirtiyor.

Onun için Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her zaman az konuşan, çok amel eden ve davranışlarıyla İslâmiyetin özünü ve hikmetini yansıtan bir pey­gamberdir. O sık sık boş sözden, fayda vermiyen bilgiden, amele uymayan atıp tutmadan Allah'a sığınmıştır.

Ayrıca âyetin «adak» ile ilgili yanı vardır. Şöyie ki: Mü'min kişi yapa­bileceği ölçü ve anlamda ada malı; yapamıyacağını adamamalıdır. Adadık­tan sonra da onu yerine getirmeli, kendisine vacip olduğunu unutmamalı­dır.

Böylece müctehid imamlar, adağı yerine getirmenin vücubunu bu âyet­ten istidlal etmişlerdir. Aksine bir yol ve tutum Allah yanında hiç de sevimli değildir.[12]

 

Kurşunla Kenetlenen Sağlam Binaya Benzeme

 

«Allah» kendi yolunda birbirlerine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gibi saf halinde sava­şanları elbette sever.»

Allah yolunda, O'nun hoşnutluğunu arzulayarak, dinine hizmeti cana minnet bilerek savaşabilmek için birtakım hususların, şartların ve araçla­rın gerçekleşmesi gerekir. Âyetin açık anlatımından ve bir bakıma işare­tinden şöyle bir sıralamada bulunabiliriz:

1- Önce imân cephesinin oluşması,

2- Sonra bu cephenin iyi bir eğitim görmesi,

3- Fertlerin kendiliğinden karar verip şöyle şöyle yapacağını söyle­memesi,

4- Konuyu, aklı eren tecrübeli kişilerin görüş ve reyine bırakması,

5- Savaş hazırlığının kusursuz yerine getirilmesi,

6- Baştaki kumandanın sevk ve idaresi altında mü'minlerin birbirle­rine kurşunla kenetlenmişcesine birlik, beraberlik ruhunu ve azmini taşıması.

7- Savaş nizamına girmesi; dağınık, kontrol dışı kalmaması; herke­sin kendi başına buyruk olmaması bu cümledendir.

Cenâb-ı Hak ancak böyle bir düzen, eğitim, kontrol ve kumunda doğ­rultusunda hareket edenleri sever ve yardım eder. [13]

 

Düşmanla Savaşmaktan Kaçınan İsrail Oğulları

 

«Hani bir zaman Musa, kendi milletine, «Ey milletim! demişti. Neden beni incitip üzüyorsu­nuz? Oysa siz, gerçekten benim size gönderilen Allah'ın peygamberi oldu­ğumu biliyorsunuz.»

Cenâb-ı Hak savaşın önemini ve onunla ilgili nizamın gereğinin özetini verdikten sonra, Hz. Peygamberin {A.S.) ve dolayısıyla Ondan sonra gelecek olan İslâm lider ve kumandanlarının verdiği, vereceği direktife uymanın lüzumu üzerinde duruyor. Bu çizgiden sapan İsrail oğulları'nın kendilerine nasıl büyük haksızlık ve fenalık yaptıklarını ibretli bir misâl ola­rak veriyor. Hani Musa (A.S.) aldığı emir üzerine mukaddes toprağa girmek üzere hareket etti. Bu harekete çok hevesli olan ve daha önceleri büyük yararlıklar göstereceklerini söyleyen İsrail oğulları, iş başa gelince ölüm korkusuyla o toprağa girmeye cesaret edemediler. Israr edilince de şöyle dediler: «Ya Musa! O zorbalar orada bulundukça biz kesinlikle girmeyiz. Sen Rabbınla git de, ikiniz (onlarla) savaşın; biz burada otururuz!» Bunun üzerine Hz. Musa (A.S.) şöyle duâ etti: «Ey Rabbım! Ben ancak kendimle kardeşime sahip bulunuyorum. Artık bizimle, Allah yolundan çıkan bu kav­min arasını ayır[14]

O sebeple ağır bir ceza olarak Allah o kutsal yeri onlara kırk yıl ha­ram kıldı. Böylece İsrail oğulları sefil ve perişan bir halde kırk yıl çölde dolaştılar.

İşte beşinci âyetle, Musa'nın (A.S.) kendi kavmine: «Ey kavmim! Ne­den beni incitip üzüyorsunuz? Oysa siz, gerçekten benim size gönderilen Allah'ın peygamberi olduğumu biliyorsunuz» demesi, naklettiğimiz olaya işarettir.

İslâm'da savaş farz kılınınca mü'minlerin, İsrail oğulları gibi çok yan­lış ve tehlikeli bir tutum izhar etmemeleri hatırlatılıyor. Arada birkaç mü­nafığın olumsuz tutumu kınanarak yakın gelecekte dönüş yapmadıkları takdirde sefil ve perişan olacaklarına işaretle sünnetullahın şaşmayacağı­na dikkat çekiliyor. [15]

 

İsa Peygamberin (A.S.) Müjdesi

 

«Hani bir zaman da Meryem oğlu İsa şöyle demişti: «Ey İsrail oğulları! Şüphesiz ki ben size gönderi­len Allah'ın peygamberiyim; önümdeki Tevrat'ı doğrulayanım ve benden sonra gelecek olan Ahmed ismindeki bir peygamberi müfdellyenim..»

Musa Peygamber'den sonra Tevrat'ın taşıdığı hükümlerle amel eden birçok peygamberler gönderildiyse de İsrail oğulları çoğunu dinlemediler; bir kısmını ülkeden sürüp çıkardılar, bir kısmını da öldürdüler. Kalpleri iyice katı I aşarı ve dünyalıktan başka kaygısı olmayan bu millet birkaç de­fa CenâbHakk'ın gazabına uğradı. Babil esareti, Romalı Titus istilası baş-libasına birer belâ idi.

Son olarak, İsrâii oğullarının tamamıyla dünyaya yönelik olan yüzleri­ni ve kalplerini biraz olsun âhirete çevirmek; maddeyle mânaları, dünya ile âhiretleri arasında bozulan dengeyi sağlamak üzere İsa Peygamber on­lara gönderildi ki, bu peygamberin yüzü bütünüyle âhirete yönelik bulu­nuyor ve kendisi büyük bir mu'cize olarak Hakk'a davet ediyordu.

Bu kadri yüce peygamber hem Tevrat'ı tasdik edip tamamlıyor, hem de son peygamber Hz. Muhammed'in (A.S.) gelmesinin yakın olduğunu haber veriyordu. Zaten Yahudiler de büyük bir peygamberin kurtarıcı ola­rak gönderileceğini az-çok biliyorlardı. Çünkü ellerindeki Tevrat'ta şu söz­ler yer alıyordu : «Ve Rab bana dedi: Söylediklerini iyi dediler. Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim her şeyi onlara söyliyecek..» [16]

Ne var ki, Yahudiler bu geleceği haber verilen peygamberin Harun (A.S.) soyundan olacağını sanıyordu.

Bazı tahriflere rağmen Tevrat'taki bu anlatım tarzı ile, Musa'ya (A.S.) benzer bir peygamberin geleceği ve aynı zamanda onun İsrail oğulları'nın kardeşlerinden seçileceği belirtilmektedir.

Şüphesiz burada önemli iki bilgi söz konusudur:

a) Hz. Muhammed (A.S.) ile Musa (A.S.) arasındaki benzerlik kendi­lerine indirilen şeriattedir. Zira her ikisinin de şeriatı düzen sağlayıcı ve

yönlendirici hükümler taşımakta ve beşer hayatının gerekli safhalarına ışık tutmakta, yol göstermektedir. Bu iki peygamber arasında böylesine kap­samlı ve kalıcı hükümlerle donatılan üçüncü bir şeriat indirilmerriştir. İsa Peygamber ise, Tevrat'ın bazı hükümlerini değiştirmek ve amel edilme­yen hükümlerine işlerlik kazandırmak, kısacası Tevrat'ı tamamlamak üze­re İsrail oğullarına gönderilmiştir.

b) «Onlar için kardeşleri arasından..» ifadesine gelince : Hz. Muham-med (A.S.) ile İsrail oğulları İbrahim Peygamber'de birleşiyorlar; onların soyu İshak'a, Hz. Muhammed'in (A.S.) soyu İsmail'e dayanıyor sonucu çı­kıyor.

Yuhanna  İncil'inde  ise,  şu cümleler yer almaktadır:

«Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben de babaya (Rab-bıma) yalvaracağım ve size başka bir tesellici, hakikat ruhunu verecek­tir..» [17]

«Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır; çünkü gitmezsem Tesellici size gelmez; fakat gidersem, onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman, günah için, salâh için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir. Günah için, çünkü bana imân etmezler; salâh İçin, çünkü Babama (Rabbıma) gidiyorum ve artık beni göremezsiniz ve hüküm için, çünkü bu dünyanın reisine hükmedilmiştir.

Size söyleyecek daha çok şeylerim var; fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o hakikat ruhu gelince size her hakikate yol gösterecek; zira kendi­liğinden söylemiyecektir; fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şey­leri size bildirecektir.

O beni taziz edecektir; çünkü benimkinden alacak ve size bildirecek­tir.» [18]

Markos İncil'inde şöyle yazılıdır:

«Bundan dolayı size derim: Allah'ın melekûtu sizden alınacak ve onun meyvalarını yetiştirecek bir millete verilecektir. Ve bu taşın üzerine düşen parçalanacak, o da kimin üzerine düşerse onu toz gibi dağıtacak­tır.» [19]

Matta İncil'inde ise buna yakın bir anlatımla şu cümleler bulunmak­tadır :

«Yahya ele verildikten sonra, İsa Allah'ın İncil'ini vazederek, Galile'ye gelip dedi: Vakit tamam oldu ve Allah'ın melekûtu yakındır; tövbe edin ve İncil'e imân eyleyin.» [20]

Yine aynı İncil'in 12. bölümünde şu cümleler yer almaktadır :

«İşaya Peygamber vasıtası ile söylenen söz yerine gelsin : «İşte benim seçtiğim kulum; canımın kendisinden razı olduğu sevgilim; ruhumu onun üzerine koyacağım ve milletlere hükmü ilân edecektir. O uğraşmayacak ve bağırmayacaktır; ve kimse meydanlarda onun sesini işitmeyecektir. Hük­mü zafere erişinceye değin, ezilmiş kamışı kırmayacak ve tüten fitili sön­dürmeyecek ve milletler onun ismine ümit edeceklerdir.» [21]

Diğer yandan Bernaba (Barnabas) İncil'inde, Levili'lerden olan kâhin­lerin İsa'ya yaklaşıp aralarında şu konuşmanın geçtiği belirtilmektedir :

— Sen kimsin? İsa (A.S.) onlara :

—Ben, o beklenilen tesellici değilim. Sonra da İsa (A.S.) şunları söyledi:

—Sizin kurtarıcı ve tesellici diye adlandırdığınız Resûlüllah(ın nuru) benden önce yaratılmıştır. (Bedeni ise) benden sonra gelecektir. O Hakk'ın sözüyle gelecek ve dininin sonu gelmiyecektir[22]

Bernaba İncil'inin yirmiye yakın yerinde son peygamberden ismiyle, sıfatıyla, birtakım özellikleriyle söz edilmekte ve İsa (A.S.)ın diliyle haber verilmektedir.

Ne yazık ki, Kur'ân'ı tasdik edip Hz. Muhammed'in (A.S.) geleceğini haber veren bu İncil asırlardır kilise tarafından reddedilmekte ve uydurma olduğu iddia edilmektedir. Son devrin ünlü din âlimlerinden Ebû'l-A'tâ Mevdudî, TefhîmüM-Kur'ân adlı tefsirinde ve konumuzu oluşturan âyetin açık­lamasında bu İncil hakkında yaptığı araştırmanın bir özetini şöyle vermek­tedir :

«Gerek Hz. Muhammed (A.S.) ile ilgili Hz. İsa'nın müjdeleri ve haber­leri, gerekse Hz. İsa'nın hayatı ve eserleri hakkında bilgi edinmenin mu­teber ve güvenilir kaynakları Katolik Kilise'sinin meşru ve geçerli saydı­ğı sadece dört İncil değildir. Bu hususta belki de nisbeten daha muteber kaynak, Kilise'nin «muhtevası şüpheli» olduğu gerekçesiyle nazarı dikkate almadığı Barnabas İnciridir. Çok ilginçtir, Hıristiyanlar bu kutsal kitabı saklamaya a'zâmî gayret göstermişlerdir. Bu kitap asırlarca herkesin gözö-nünden uzak kaldı. 16. asırda Lâtince tercümesinin nâdir bir nüshası Papa Sixtus'un kütüphanesinde bulunuyordu ve kimsenin el sürmesine izin ve­rilmiyordu. Ancak 18. yüzyılın başında bu nüsha John Toland adında bir kişinin eline geçti. Bundan sonra çeşitli ellerden geçerek 1738 yılında Vi­yana İmparatorluk Kütüphanesine ulaştı. 1907'de bu İncil'in İngilizce çe­virisi Oxford Matbaası tarafından neşredildi. Ne var ki, bu eser piyasaya çıkar çıkmaz, Hıristiyan dünyasında bir telaş başladı ve peke ok din ada­mıyla kilise çevreleri, bu kitabın fazla yayılmasının Hıristiyan dininin yok olmasına neden olabileceği kurusuna kapıldılar. Netice, basılan nüsha esrarengiz, ama plânlı bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bir daha da İngilizce tercümenin yayınlanması mümkün olmadı. Aynı şekilde, Lâtince tercüme­sinden İspanyolca'ya çevrilen nüshanın 18. yüzyılda piyasada ve kütüpha­nelerde bulunduğu belirtiliyor. Bu bilgiyi George Seli, Kur'ân-ı Kerîm'in İngilizce mealinde bize nakletmiştir. Ama İspanyolca çevirisinin de ortadan kaldırıldığı görülmüştür.

Bugün maalesef bunun hiçbir nüshası hiçbir yerde bulunmuyor. Ben, Oxford'da yayınlanan İngilizce tercümesinin fotokopisini okuma fırsatını buldum. Barnabas İncili'nin tamamını dikkatle okudum. Bence, bu İncil, Hıristiyanlar için büyük bir nimettir ve sadece taassup ve inatçılıkları yü­zünden böyle kıymetli bir eserden mahrum kalmışlardır.

Hıristiyan literatüründe Barnabas İncili'nın adı nerede geçmişse, ora­ya bir muhalefet şerhi konmuş, bunun sahte ve uydurma bir İncil olduğu, dolayısıyla reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Gözü dönmüş, ilim ve irfandan nasip almamış bazı Hıristiyan din adamları bunun bir Müslümanın hayal gücünün eseri olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu, as­lında büyük bir yalandır ve bunun sebebi sırf İncil'in metninde pekçok yer­lerde Hz. Peygamber'in (A.S.) dünyaya geleceği konusunda açık seçik ka­yıtların bulunmasıdır. Bir defa, bu İncil'i okuyan herkes, onun bir Müslü­man tarafından kaleme alınmadığına katiyetle inanmış olur. İkincisi, böyle bir kitap bir Müslüman tarafından yazılmış olsaydı, bu Müslümanlar tara­fından iyice tanınır ve Müslüman ilim adamlarının eserlerinde bundan sık sık ve geniş şekilde bahsedilirdi. Fakat, George SeN'in. Kur'ân-ı Kerîm'in İngilizoe mealinden önce Müslümanlar Barnabas İncil'inin adını bile duy­mamışlardı. Taberi, Yakubî, Mes'ûdî, Birûnî, İbn Hazm, İbn, Teymiye vs. gibi Hıristiyan kaynaklarına vâkıf olan, fakîh, yazar ve tarihçiler hıristi-yanlık ve hıristiyanlığın kutsal kitaplarından söz ederken Barnabas İncil'ine en ufak bir işarette bile bulunmamışlardır. İslâm dünyasında sayısız kü­tüphanelerde bulunan kitapların en geniş ve güvenilir bibliyografyaları İbn Nedîm ile Hacı Halîfe (Bak: el-Fihrist ve Keşfü'z-zünûn) tarafından hazırlanmıştır. Ama bunlarda da Barnabas İncili'ne raslamak mümkün değil­dir. Hıristiyanların ileri sürdüğü iddianın asılsız oluşunun üçüncü ve en büyük delili, Hz. Muhammed Mustafa'nın (A.S.) dünyaya gelişinden 75 yıl önce bile. Papa Gelasius I. döneminde, «Yanlış ve dinî düşüncelere aykırı kitaplar» adı altında hazırlanan listede Barnabas İncili'nin (Evangelium . Barnabe) adının geçmiş olmasıdır. Söyler misiniz, o çağda bu sözde sahte İncil'i yazacak bir Müslüman var mıydı?»

Böylece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in doğumundan 75 yıl önceden günümüze kadar kilisenin Barnabas Incili'ni bütünüyle reddedip uydurma saymasının temelinde iki ana sebebin yattığını anlıyoruz:

a)  Hz. İsa'nın (A.S.) sadece Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber olduğu; Allah'ın oğlu olmadığı ve ilâhî mu'cizeyle yaratıldığı çok açık bi­çimde belirtilmektedir.

Hıristiyan din adamları ise, bu kadri yüce peygamberi Allah'a ortak koşmakta ve Ona «Allah'ın biricik oğlu» demektedirler. Barnabas İncil'i bu yanlış ve fasit akideyi kökünden yıkmaktadır.

b) Ayrıca Hz. Muhammed'in (A.S.) son peygamber olarak gönderile­ceği birçok özelliklerine de atıf yapılarak haber verilmekte ve her türlü şüpheyi giderecek bir açıklıkla müjdelenmektedir.

Hıristiyan din adamları ise, Hz. Muhammed'i (A.S.) peygamber olarak kabul etmemekte ve tek kurtarıcının İsa (A.S.) olduğunu savunmaktadırlar. Barnabas İncil'i onların bu sakat ve garazkârane görüş ve iddialarını çü­rütmekte ve en doğru haberi vermektedir.

Kaldı ki, Luka İncil'inde de Barnabas İncilli'ni te'yid eder anlamda şu cümlelerin yer aldığını görüyoruz :

«Ve vaki oldu ki, İsa yalnız başına duâ ederken, şakirtleri yanında idi; onlara sorup dedi: Halkın dediğine göre ben kimim? Onlar da cevap verip dediler: Vaftizci Yahya'dır; başkaları: İlya'dır ve başkaları da : Eski peygamberlerden biri kıyam etti, diyorlar. Onlara dedi: Ya siz ben kimim dersiniz? Petrus cevap verip dedi: Allah'ın Mesîhi'sin. İsa da bunu kim­seye söylemesinler diye onlara tenbîh ederek emretti..» [23]

Bernaba (Barnabas) İncil'inde ise şu sözlerin yazılı bulunduğunu gör­mekteyiz :

«Kadın, İsa'ya (A.S.) dedi ki:

— A Efendim, herhalde sen o tesellici peygambersin?

İsa (A.S.) ona şu cevabı verdi:

— «Ben gerçekten İsrail'in yurduna gönderilen halaskar bir peygam­berim; ama benden sonra tesellici bir peygamber Allah tarafından bütün âleme gönderilecektir ki, Cenâb-ı Hak şu âlemi onun için yaratmıştır.» [24]

Gerek Yahudiler, gerekse Hıristiyanlar, kendi kutsal kitaplarında gele­ceği müjdelenip haber verilen son peygamberi sabırsızlıkla beklerlerken, Cenâb-ı Hak beklenilen o peygamberi Mekke'nin Kureyş Kabilesi Haşim Oğullan'ndan seçerek gönderdi. Ne var ki sözünü ettiğimiz kitap ehli onun Harun Peygamber'in soyundaı. aileceğini düşünüyor ve bir bakıma Yahu­diler bu düşünceyle şartlanmış bulunuyorlardı. O bakımdan da son pey­gamber Hz. Muhammed'e (A.S.) inanmak istemediler ve dinî taassupları iyice kabarınca da Onu getirdiği kitapla birlikte reddettiler: «Bu açık bir sihirdir» dediler. [25]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, varlık âleminde her şeyin o çok üstün, çok güçlü ve yegâne hikmet sahibi CenâbHakk'ı tesbîh ve tenzih ettiği belirtildi. Böyle bir kudretin gölgesi altında bulunan her mü'minin ağzından çıkara­cağı söze çok dikkat etmesi üzerinde duruldu. Sonra da Allah yolunda saf saf olup savaşanlar övüldü ve Musa Peygamberin emir ve talimatını din­lemeyen İsrail oğullan'nın kalplerinin nasıl saptığı konu edilerek yaşamak­ta olan mü'minlere tarihî bir misâl verildi. Arkasından İsa Peygamber'in Tevrat ile Kur'ân; Musa (A.S.) ile Muhammed (A.S.) arasında bir köprü oluşturduğuna değinilerek bu kadri yüce peygamberin son peygamber Hz. Muhammed'in (A.S.) geleceğini müjdelediği hatırlatılıp Yahudi ve Hıristi­yanların akıllarını duygularının üstünde tutmalarına ve son peygamber hak­kında daha etraflı düşünmelerine işaret edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, sözü edilen konuda Allah'a karşı yalan uyduran Kitap Ehlİ'nin büyük bir haksızlık ettikleri açıklanıyor ve Allah'ın insan­lıktan yana indirdiği ilâhî nur olan İslâm'ı söndürmeye kimsenin gücünün yetmiyeceğine değiniliyor. Arkasından Hz. Muhammed'in (A.S.) mutlaka üstün geleceği haber veriliyor. [26]

 

Meali:

 

7- İslâm'a çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâ­lim kim vardır? Allah, (halkı ve idarecileri) zâlimler olan milleti doğru yola eriştirmez.

8- Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise •kâfirler hoşlanmasa da- nurunu hep tamamlayandır.

9- Allah'a ortak koşan putperestler, hoşlanmasalar bile, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini doğru yolu gösterici ve hak din'le gönderen O'dur.

 

İlgili Hadîsler

 

«Şüphesiz ki Adem henüz çamuruyla yerde atılıp serilmiş vaziyette iken ben, Allah yanında peygamberlerin sonuncusu olarak bulunuyordum.

Bunun başlangıcını ise, size şöyle haber verebilirim : İbrahim'in duası, İsa'nın benîm geleceğimi müjdelemesi ve annemin gördüğü rüya bu cüm­ledendir. Bunun gibi diğer peygamberlerin anneleri de (böylesine müjde-leylci ve ferahlatıcı rüyalar) görürlerdi.» [27]

Ebû Umâme (R.A.)ın Peygamber (A.S.) Efendimiz'e: «Senin peygambertiğinin başlangıcı nasıl oldu?» diye sorması üzerine, Resâlüllah (A.S.) Efendimiz şu cevabı verdi: «Atam İbrahim'in duası, İsa'nın beşareti ve an­nemin, kendisinden çıkan nurun Şam saraylarını aydınlattığını görmesi­dir.» [28]

 

Tevrat Ve İncil'de Geleceği Haber Verilen Peygamber

 

«İslâm'a çağrıldığı halde Al­lah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim vardır?.»

Tevrat ve İncil'in Allah'tan indirilen orijinal nüshalarında çok açık ve net biçimde; bugün elimizde bulunan tahrifata uğramış nüshalarında ise «kurtarıcı», «tesellici» kavramlarıyla ifade edilen son peygamber Hz. Mu-hammed'in geleceği haber verildiği halde, Yahudi ve Hıristiyan din adam­larının çoğu dinî taassubu ön plânda tutarak hem son peygamberi, hem de Onun getirdiği son kitap Kur'ân'ı uydurma ve yalan sayıp reddetmek­tedirler. Şüphesiz böyle bir düşünce ve inanç son derece sakıncalıdır ve ay­nı zamanda büyük bir haksızlığı beraberinde taşımaktadır.

Hemen belirtelim ki, Allah'a dosdoğru iman eden hiçbir mü'min, Ce-nâbHakk'a iftirada bulunup O'nun adına bir şeyler uydurma cesaretini gösteremez. Meğer ki, sahtekâr, dengesiz ve macereperestin biri olsun..

Kaldı ki Hz. Muhammed (A.S.)ın getirip tebliğ ettiği hakikatler, insan kafasının ve hayalinin ürünü olmaktan.çok uzak ve çok yüce hikmetlerdir. Okur-yazar olmayan bir zatın onbeş asır önce, günümüzün gelişen ilimleri­ne temel bilgi olacak kudrette açıklamalarda bulunması, çok mükemmel bir hukuk sistemi meydana getirmesi; fizik ve fizikötesi gerçekleri bir yan­lışlık yapmadan belirleyip denge kurması düşünülemez. Bunun gibi binler­ce delil ve belge ortada dururken Kitap Ehli'nin Ona «büyücü» ve «sihirbaz» demesi çok çirkin bir suçlama ve âdi bir benzetme; aynı zamanda zalima­ne bir iftiradır.

Cenâb-ı Hak, haksızlığı huy ve sanat edinip doğruyu seçmeyen bir milleti doğru yola ulaştırmaz. Çünkü kul ile Rabbısı arasında -sünnetulloh gereği- imkân ve irâde sınırı söz konusudur. Kul, aklını, idrâkini yerinde kullanıp o sınıra gelmedikçe Allah'ın hidâyeti onun hakkında tecelli etmez.

Yahudi ve Hıristiyan din adamlarının çoğu, kutsal kitaplarındaki bazı açık-kapalı belgelere rağmen ve kilise tarafından onbeş asırdan fazla bir süredir reddedilen Barnabas İncili'ndeki açık beyânlara rağmen sözü edi­len sınıra gelmek için mevcut yeteneklerini kullanmadılar ve hâlâ da kul­lanmak niyetinde değillerdir. [29]

 

Allah'ın Nurunu Söndürmek İsteyenler

 

Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise, -kâfirler hoşlanmasa da-nurunu hep tamamlayandır.»

İslâm güneşi saadet burcunda yükselmeye devam edince, eskiye bağ­lılık, kişisel çıkarlar akıl ve idrakleri işlemez hale getirdi. Papazlar kili­selerde günah çıkarmayı ve ktiiseye kayıtlı insanlardan para toplamayı; Yahudiler faiz yemeyi, yahudi olmayan milletlerin haklarına tecavüzü din adına mubah sayıp Allah'ın seçkin kulları olduklarını vehmederek ilâhî sı­nırı aşmaktan vazgeçmediler. Dünya ile âhiret arasında en sağlam hayat ve memat dengesini kuran İslâm'ın hükümlerini kendi yaşama düzenleri­ne ters buldular. Böylece Allah'ın indirdiği hayat nizamına uymaktan ka­çınıp o nizamı kendi sahte düzenlerine uydurmaya cüret ettiler. Bu yüz­den İslâm güneşini karartmayı; kalp ve kafaları aydınlatan Allah'ın en son mesajinı tesirsiz kılmayı kendilerine görev saydılar. «Kur'ân bütünüyle Tev­rat'tan adapte edilmiştir. Allah böyle bir kitap indirmemiştir» iddiasıyla ortaya çıktılar. Hz. Muhammed'İn (A.S.) hâşâ yalancı bir maceracı oldu­ğunu, halk tabakasını büyülediğini söylemekten çekinmediler.

Güneşi balçıkla sıvamak mümkün mü? İlâhî hakikatlere «şiir» demek tutarlı mıdır? Cihan Peygamberine «şâir», «büyücü» demek ne kadar te­sirlidir? Çünkü Kur'ân-ı Kerîm şiir sanatından ve kalıplarından ötede bü­tünüyle ilâhî belâğatin parlak eseri olduğunu her çağda isbat etmekte ve en büyük edipleri, yazarları hayran bırakmaktadır. Kur'ân Arapçasına va­kıf her insan çok iyi bilir ki, beşer kafası böylesine mükemmel bir kitap meydana getiremez. Zira mu'cize ile sihir, büyü ile ilâhî beyânın tesiri ara­sında hiçbir münasebet ve bağ mevcut değildir. Aynı zamanda aralarında uzaktan ve yakından bir benzerlik de söz konusu olamaz.

Onun içîn İslâm'a saldırı devam ettikçe, Kur'ân'ın ilâhî tesiri artmış ve İslâm daha da kuvvetlenmiştir. Söndürmek istedikleri nurun aydınlatıcı özelliği hep güçlenmektedir. Zira Cenâb-ı Hak onu kıyamete kadar koruya­cağını vaadetmiştir. Kâfirler hoşlanmasa da O, nurunu hep tamamlaya­caktır.

Onbeş asırdan beri Kur'ân'ın zede ve yara almadan orijinalitesini korumasının; gerçeği bulan ilimlerle ve akl-ı selimle bağdaşmasının sebebi işte budur. Şüphesiz İslâm ve Kur'ân insan düşüncesinin mahsulü olsay­dı, tezadlarla, tutarsızlıklarla; ilme ve akl-ı selîme ters düşmekle dolu olur ve kısa bir süre içinde tazeliğini, kudretini ve tesirini kaybedip unutulmaya mahkûm olurdu. [30]

 

Muhammed (A.S.) Ancak Doğru Yolu Gösterir

 

Allah'a ortak putperestler hoşlanmasalar bile, dinini bütün dinlere üstün kılmak için pey­gamberini doğru yolu gösterici ve hak dinle gönderen O'dur.»

Bu âyetle, son peygamber Hz. Muhammed'İn (A.S.) iki küllî hakikatle gönderildiği açıklanmaktadır:

1- Hidâyet,

2- Hak din.

Birincisi, insanın hılkatındaki hikmet ve yüceliğe uygun bir yolu yan­sıtmakta; ikincisi, kâinat planıyla ve düzeniyle tam uyum halinde olan insan ruhuyla dengeli bulunduğunu; gerçeği bulup çıkaran ilimle ve akl-ı selimle ters düşmeyeceğini belirtmektedir.

İşte İslâm'ın son din olma özelliği bu iki noktada özetlenmiştir. O hal­de Tevrat ve İncil hem belli bir kavme ve millete gönderilme sınırı içinde, hem indirildikleri çağın sosyal yapısına seslenme çerçevesinde, hem de içine insan sözünün karışmasıyla ilâhî hususiyetinin zedelenmesi sebebiyle artık hidâyet ve devamlılık arzeden hak din olma düzeyinden çok geri­lerde kalmıştır.

Onun için İslâm, sözü edilen iki ana özelliğiyle bütün dinleri yürür­lükten kaldırmış ve üstünlüğünü, evrenselliğini her yönüyle isbat edip ortaya koymuştur.

Maddeoi şaşkınlar, inkarcı sapıklar istemeseler bile, İslâm bu ebedi­lik ve cihanşümulluk kudretini kıyamete kadar sürdürecektir. Zira CenâbHakk'ın kâinat plânında son dinine ayırdığı yer budur; değişmesine imkân yoktur. [31]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, son dine karşı çıkıp Allah'a karşı yalan uyduran kitap ehli kınandı ve büyük bir haksızlık izhar ettikleri belirtildi. Sonra da İslâm'ın ilâhî nurunun kıyamete kadar sönmeyeceği ve hep üstünlük sağlayacağı cok veciz bir ifadeyle açıklandı.

Aşağıdaki âyetlerle, Allah yolunda Cihadın çok kârlı ve kesada uğ­ramayan bir ticaret olduğu konu ediliyor. Böyle bir yolu seçenler için âhirette büyük mükâfatların hazırlandığı haber veriliyor. Yakında birtakım fetihlerin başlayacağı müjdelenerek, Havariler misâli, Allah'ın dinini ayak­ta tutmanın lüzumuna parmak basılıyor. [32]

 

Meali:

 

10- Ey imân edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ti­caret yolunu size göstereyim mi?

11- Allah'a ve Peygamberine dosdoğru inanırsınız, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edersiniz. Bu, eğer bilirseniz sizin için çok hayırlıdır.

12- Bu durumda Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ır­maklar akan Cennetlere, Adn Cennetleri'ndeki tertemiz, gönül açıcı ko­naklara koyar. İşte bu büyük bir kurtuluştur.

13- Bir başkası da -ki onu çok seveceksiniz- Allah'tan yardım ve yakın bir fetih... Ve sen (Ey Peygamber!) mü'minleri müjdele..

14- Ey imân edenler! (Dinini sapasağlam ayakta tutmak hususunda) Allah yardımcıları olunuz. Nasıl ki Meryem oğlu İsa, Havarilere, «Allah yo­lunda yardımcılarım kim?» demişti. Havariler de, «Allah yardımcıları bi­ziz!» demişlerdi. Böylece İsrail oğulları'ndan bir kısmı imân etmiş, bir kıs­mı da küfre sapmıştı. Biz, îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler.

 

Çok  Kârlı  Bir Ticaret

 

«Ey   imân   edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ticaret yolunu size göstereyim mi?.»

Ticaret, biri maddî, diğeri manevî olmak üzere iki kısımdır ve bunlar birbirini tamamlayıcı özelliktedir. İslâm'ın koyduğu ticaret ahlâkı, iki kısmın birarada yürütülmesini âmirdir.

Maddî kazanç, Allah yolunda harcandığı takdirde bütünüyle mânevi kazanca dönüşür. İlgili onuncu âyetle böyle bir kazancın osıl sermayesinin iki ana değer taşıdığı açıklanmaktadır:

a)  Allah'a ve Peygamberine dosdoğru imân,

b)  Allah yolunda mal ve can ile cihad..

Böylece Kur'ân, imân için temiz bir kalbe, cihad için de malî ve bedenî güae işarette bulunuyor. O halde mü'min üç yönlü bir gelişme ve yüksel­meye muhtaçtır:

1- Kalbî gelişme ve yükselmeyle tahkikî imâna,

2- Bedenî gelişmeyle iyi çalışma ve başarılı cihada,

3- Malî gelişmeyle Müslüman kardeşlerini desteklemeye yol  bulur.

Böylesine kapsamlı bir ticaretin ise, ikisi dünyevî, üçü uhrevî olmak üzere beş büyük kazancı söz konusudur:

1- Dünyada hür ve bağımsız olup örnek bir millet düzeyinde kendi öz kültür  kaynaklarıyla ayakta durabilmek.

2- Allah'ın sevgi ve yardımına lâyık olup yine Allah yolunda, insan­lığın  mutluluğu için fetihler yapmak.

3- Hayırlı ve-faziletli amellerde bulunup günahların temizlenmesiyle ruhen arınma çizgisine erişmek,

4- Böylesine  bir arınmayla Cennet'e ve oradaki yüksek  nimetlere eriştirilme düzeyine gelebilmek.

5- Ölmeden önce sözünü ettiğimiz böylesine büyük bir kurtuluşla müjdelenmek.

Ashab-ı Kiram, bahse konu olan bu ticaretin ilk temsilcileri ve başa­rılı uygulayıcılarıdır. Onlar sadece Allah'a ve Resulüne imân etmekle kal­madılar, imânın gereği olan canlarıyla, mallarıyla Allah yolunda cihad et­tiler. O sebeple ebedî saadet yurduyla ve nîmetiyle müjdelendiler ve in­sanlık tarihine şeref damgasını vurarak örnek hizmetlerde bulundular da Adn Cenneti'ne lâyık oldular. [33]

 

Yakın Fetih

 

«Bir başkasındaki onu çok seveceksiniz- Allah'tan yardım ve yakın bir fetih.. Ve sen '(Ey Peygamber!) mü'minleri müjdele.»

Yakın fetih, Mekke'nin fethiyle başlamış, İran ve Bizans'ı başaşağı ge­tirmekle devam etmiştir. Ancak İslâm Peygamberinin ve arkadaşlarının yer­yüzüne yaydığı adalete, insan haklarını korumada gösterdiği dikkate, dost­tan önce düşman şahitlik etmiştir. Onlar girdikleri her yere rahmet ve ışık saçmışlardır. Mü'minler her çağda böylesine büyük kârfîbir kazanca, sağ­lam bir imân ve onun gereği olan can ve mal ile cihad etmekle nail ola­bilirler. İmân her vesileyle Müslümanların azim ve gayretlerini kamçılayıp artırır; mal ve can ile cihad ise, çalışıp ekonomik yönden gelişmeyi gerektirir. İman ve ekonomi yönlerinden gelişme ise, hür ve bağımsız bir mil­let olarak şan ve şeref düzeyinde yaşama gücünü doğurur. [34]

 

Allah Yolunda Yardımcılar

 

“Ey iman  edenler! (Dinini  sapasağlam ayakta tutmak hususunda) Allah yardımcıları olunuz..”

Havâriyûn, «havarî»nin çoğuludur. «Havar» veya «haver» kökünden gelme bir isimdir; buna sıfat da diyebiliriz. Kök mâna olarak, beyaz, ak, beyazlık, aklık demektir. Samimi dost ve yardımcı anlamına da geldiği va-kidir.

İsa Peygamber'e (A.S.) ilk imân eden oniki balıkçı veya kassara «ha­vâriyûn» adı verilmiştir. Ayrıca imân ve irfanla gönülleri temizleyip arındır­dıkları; balıkçı misali İrşâd ve tebliğ ile insanları dinî havaya çektikleri veya tertemiz beyaz elbise giyindikleri için de sözü edilen on iki Kişiye bu isim verilmiş olabilir.

Havârlerin özelliği: İsa (A.S.) yalnız başına ilâhî dinî teblîğe başlayın­ca, onun bu Allah yolundaki hizmetinden dolayı yardımına ilk koşan on­lar olmuştur. İnanıp peygamberin yüce davasına hizmeti cana minnet bi­lenler ve bu uğurda büyük fedakârlıklara katlananlar yine onlardır.

Zira büyük bir lider, bir peygamber başarılı olup geniş çapta çevre edindikten ve savaşacak kadar kuvvetli bir ordu hazırladıktan sonra ona inanıp bağlanmak fazla bir fedakârlık ve kahramanlık ifade etmez. Ama öylesine, en zayıf ve yardımcısız bulunduğu dönemde koşup inanmak, destek olup dâvasını benimsemek ve aynı zamanda samimiyetle hizmet et­mek büyük bir cesaret, fedakârlık ve basîret işidir. İşte Havarilerin misal verilmesi onların  bu meziyetlerinden dolayıdır.

Mekke'de, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e ilk inanan ve her türlü engel ve işkenceye rağmen İslâm'a hizmete yönelen Ashab-ı Kiram da her zaman övülmeğe ve örnek edinilmeye lâyıktırlar. [35]

 

İncil'de Oniki Şakirt

 

14. âyette sözü edilen «Havariler», mevcut İncill'lerde de «şakirtler» şeklinde anılmışlardır. Şöyle ki:

«İsa oniki şakirdini yanına çağırıp murdar ruhları çıkarmak, her çeşit hastalığı ve her türlü zayıflığı iyi etmede kudretini onlara verdi.

Ve oniki resulün adları şunlardır: Birincisi, Petrus denilen Simun ve kardeşi Andreas, Zebedi'nin oğlu Yakub ve kardeşi Yuhanna; Fitipus ve Bartolomeus; Tomas ve vergi mültezimi Matta; Alfeus'un oğlu Yakub ve Taddaus;* Gayyur Simun ve İsa'yı ele veren Yahuda İskariyot[36]

«Ve vaki oldu ki oniki şakirdine emir vermeği bitirince, onların şehir­lerinde öğretip vazetmek içirt oradan gitti.»[37]

Böylece İncil'de Havarilerin oniki kişi olduğu ve İsa Peygamberin (A.S.) bunları eğitip tebliğ ve irşat için başka yerlere gönderdiği belirtilmiştir. [38]

 

Havarilerin Başarısı :

 

Bunların üstün gayret ve fedakârlığı neticesi, İsrail Oğullan'ndan bir topluluk imân ederken diğer bir topluluk inkâra sapıp ilâhî sınırı aşmış oldu ve arkasından bir mücadele başladı. Sonunda imân edenler üstün geldi.

Mekkeli putperestler de, Medineli Yahudiler-de İslâm'ı din olarak seç­me konusunda ihtilâfa düşüp ikiye ayrıldılar; aralarında çetin mücadeleler baş göst-.. Sonunda İslâm'ı seçen imân cephesi -Allah'ın izni ve yardımı ile- üstünlük sağladı. Mekke fethedildi; Yahudiler Medine ve çevresinden çıkartılıp başka ülkeye sürüldü.

Kur'ân-ı Kerîm, bu iki ayrı dönemde hak uğruna mücadele eden mü'-minleri, sonraki mü'minlere örnek gösterip ilâhî sünnetin ne yolda tecelli edeceği hakkında bilgi vermekte ve samimi mü'minlerin biraraya gelip ken­dilerini Allah yolunda hizmete adamafarıyla yenilmez bir gücün oluşaca­ğına işarette bulunmaktadır.

Birlik ve beraberliğin Cenâb-ı Hak yanındaki değerini bize yansıtan bu sûrenin de tefsirini biz âciz kuluna müyesser kılan CenâbHakk'a sonsuz hamd-u senalar; Hak yolunda hizmetin en güzelini sergileyerek ümmetine yol gösteren Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e ve Onun âl ve gsfiabına salât-ü selâmlar olsun. [39]

 



[1] Tefsir-i Kurtubi: 18/77

[2] Lübabu't-te'vîl:  4/261

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6151.

[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6151.

[4] Lübabu't-te'vîl: 4/262- İbn Kesîr : 4/358

[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6153.

[6] Buharî/şehadat: 28- Müslim/imân 107, 109- Tirmizî/imân : 14

[7] Ebû Dâvud/edeb : 80- Ahmed : 3/447

[8] Buharî/cihad : 73- Müslim/imaret: 163- Nesâî/cihad : 39- İbn Mâce/ci-had : 7- Dâremî/cihad : 31- Ahmed : 1/62, 65, 66, 75- 3/177- 3/468- 5/339

[9] Taberânî/el-Kebîr : Irbad b. Sâriye (R.A.)den

[10] Tirmizî/fezâil-i Cihâd : 12

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6153-6154.

[11] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/61546155.

[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6155-6156.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6156-6157.

[14] Mâide Sûresi : 24

[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6157-6158.

[16] Tevrat/Tesniye :  18/17, 18

[17] Yuhanna İncil'i: 14/15, 16

[18] Yuhanna incil'i: 16/7-14

[19] Markos İncil'i: 21/43, 44

[20] Matta incil'i:  1/14, 15

[21] Matta İncil'i:  12/18, 19

[22] Bernaba İncil'i: 42/1- 14

[23] Luka İncil'i:  9/18, 21

[24] Bernaba İncil'i: 82/15. 16- Kahire :  1908

[25] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6158-6163.

[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6163.

[27] Müsned-i Ahmed : îrbad b. Sâriye (R.AJden

[28] Müsned-i Ahmed : Ebû Umâme (R.A.)den

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6164-6165.

[29] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6165-6166.

[30] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6166-6167.

[31] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6167.

[32] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6167-6168.

[33] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6169-6170.

[34] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6170-6171.

[35] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6171.

[36] Matta İncil :  10/1- 4

[37] Matta İncil : 11/1

[38] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6171-6172.

[39] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6172.