Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Kâinatın Her Zerresi Tesbîh Etmektedir
Yapamıyacağımız Şeyi Söylememiz Doğru Olur Mu?
Kurşunla Kenetlenen Sağlam Binaya Benzeme
Düşmanla Savaşmaktan Kaçınan İsrail Oğulları
İsa Peygamberin (A.S.) Müjdesi
Tevrat Ve İncil'de Geleceği Haber Verilen Peygamber
Allah'ın Nurunu Söndürmek İsteyenler
Muhammed (A.S.) Ancak Doğru Yolu Gösterir
Cumhura göre, tamamı
Medine'de inmiştir. İbn Abbas
(R.A.)dan yapılan bir rivayette ise, Mekke'de indiği söylenir. [1]
Dördüncü âyetinde, Allah
yolunda birbirine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gibi düşman karşısında saf
halinde savaşan mü'minlerden söz edildiği için, bu
mânaya delâlet eden «saff» kelimesi aynı zamanda
sûreye isim olmuştur.
Âyet sayısı
: 14
Kelime »
: 221
Harf » : 900[2]
1- Sözün
davranışa uymaması kınanıyor.
2- Son
Peygamber Hz. Muhammed'in (A.S.) geleceğinin İsa
Peygamber (A.S.) tarafından haber verilip müjdelendiği açıklanıyor.
3- Muhammed
(A.S.) Efendimiz'in doğru yol, cihad
ve hak din ile gönderildiği bildiriliyor.
4- Allah
yanında kârlı ticaretin, dosdoğru imân ve bir de Allah yolunda cihâd olduğuna değinilerek ikisinin de mü'm
in için paha biçilmez nîmet teşkil ettiğine işaret ediliyor.
5- Allah'ın
dinine yardım edilmesi emredilirken Havarilerin kendi dinlerine yardımcı
oldukları misâl veriliyor. [3]
1- Göktekiler
de, yerdekiler de Allah'ı tesbîh ederler. O, çok
üstündür, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.
2- Ey imân
edenler! Yapamıyacağınız şeyi neden söylüyorsunuz?
3- Yapamıyacağınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir
gazap sayılır.
4- Allah
kendi yolunda birbirlerine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gibi saf halinde
savaşanları elbette sever.
5- Hani bir
zaman Musa, kendi milletine: «Ey milletim! demişti. Neden beni incitip
üzüyorsunuz? Oysa siz, gerçekten benim size gönderilen Allah'ın peygamberi
olduğumu biliyorsunuz.» Ne vakit ki, onlar (haktan bâtıla) meyledip saptılar,
Allah da onların kalplerini (hakkı kabulden uzak tutup) eğik hale getirdi.
Allah, hakkın sınırlarını çiğneyip yozan milleti doğru
yola çıkarmaz.
6- Hani bir
zaman da Meryem oğlu İsa şöyle deTnişti: «Ey
İsrail oğulları! Şüphesiz ki ben size gönderilen Allah'ın peygamberiyim; önümdeki
Tevrat'ı doğrulayanım ve benden sonra gelecek olan Ahmed
ismindeki bir peygamberi müjdeliyenim.» Ne vakit ki,
o (müjdelenen Peygamber) onlara açık belgelerle, mu'cizelerle
geldi, «Bu apaçık bir sihirdir» dediler.
Allah yolunda cihâd etmeyi durmadan temenni edenlerden bir kısmı, cihâd emri inip savaş başlayınca sözlerinde durmadılar,
geri kalmak istediler. Bunun üzerine ilgili âyetler indi. [4]Nitekim
böyle bir tutumu kınayan Nisa Sûresi 77. âyetle ve Muham-med Sûresi 20. âyetle münafıkların dönekliği üzerinde durulmakta
ve onlar hakkında aydınlatıcı bilgi verilmektedir.[5]
«Münafığın alâmeti
üçtür: Söz verdiğinde yerine getirmez; konuştuğu zaman yalan söyler; kendisine
bir şey emânet edildiğinde hıyanet eder.» [6]
Abdullah b. Amr (R.A.) anlatıyor:
— Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bize geldi; o sırada ben henüz çocuktum, dışarı çıkıp oynamak
istedim. Annem bana: «Abdullah, gel sana bir şey vereceğim» diye seslendi.
Peygamber (A.S.) anneme sordu: «Ona ne vereceksi
n”?Annem de: «Bir
hurma...» diye cevap verdi. Peygamber (A.S.) Efendimiz: «Eğer dediğini yerine
getirmezsen bu senin aleyhine bir yalan olarak yazılır» buyurdu. [7]
«Allah yolunda düşmana
karşı bir gün (gözetleme ve savunmada) bulunmak, dünyadan da, üzerindeki
şeylerden de hayırlıdır. Cennet'de sizden ' birinizin
değneğinin işgal ettiği yer (kadar küçücük bir parça), dünyadan da, üzerindeki
her şeyden de hayırlıdır. Günün evvelinde ve sonunda kulun Allah yolunda
(evinden, iş yerinden adım atıp) çıkışı, dünyadan da üzerindeki şeylerden de
hayırlıdır.» [8]
«Kişi ölünce her
amelinin sevabı kesilir; ancak Allah yolunda düşmana karşı duran kimsenin ameli
kesilmeyip artmaya devam eder ve rızkı (Cennetin ferahlatıcı kokusu) kıyamete
kadar kendisine kesintisiz verilir.» [9]
«İki göze (Cehennem)
ateşi dokunmayacaktır: Allah korkusundan ağlayan göz ve bir de Allah yolunda
uyumayıp gözetlemede bulunan göz.» [10]
«Göktekiler de,
yerdekiler de Allah'ı tesbîh ederler. O, çok
üstündür, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.»
«Sebbaha»
fiili, «sebh» kökünden türetilmiştir. Sebh : Suda veya boşlukta hızlı geçiş
ve dönüş anlamına gelir. Gökteki yıldızların kendi yörün-gelerindeki hareketleri konu edilirken bu kökten türetilen
«yesbahûn» fiili kullanılmıştır. Ayrıca atın dörtnala
koşması, bir işe acele gidilmesi de bu fiille ifade edilir.
Terim olarak, Çenâb-ı Hakk'ı her türlü
noksanlıktan, ortaklıktan, beşerî sıfatlardan tenzih edip kalp, dil ve diğer
aza ile O'na ibâdet etme anlamında kullanılır.
Bu iki mana
çerçevesinde, daha önce diğer sûrelerde münasebet düştükçe açıkladığımız gibi,
kâinatta var olan her şey plândaki yerine, hılka-tındaki
özelliğine, yaratılışındaki amaç ve hikmete, bağh
bulunduğu kanuna göre Hakk'ı tesbîh
etmektedir. Güneş sisteminin devamlı hareket halinde olması, gezegenlerin kendi
yörüngelerinde belli bir plâna göre dönmesi tesbihtir.
Atom çekirdeğinin
etrafında baş döndürücü tuzla dönen elektronların bu hareketi de teşbihtir.
Diğer canlıların günlük yaşayış ve hareketleri, sesleri de birer tesbîh anlamına gelmektedir. Vücudumuzda kalbimizin durmadan
kan pompalaması, diğer organların kendine has hareketleri, faaliyetleri birer tesbîhtir. Ama insanın en güzel tesbîhi,
şüphesiz ki ilâhî talimata uygun olarak yerine getirdiği günlük ibâdetidir.
O halde kâinatın her
parçasıyla Hakk'ın buyruğuna baş eğip bağlı bulunduğu
düzene uyarak Allah'ın varlığına, birliğine delâlet etmesi bize bir ölçü ve
kıstas vermiyor mu? Her şey itaat üzere görevini yerine getirirken insanın
hilkatinin gayesine ve hikmetine ters düşüp kendine has çizginin dışına
çıkması, Hakk'ın buyruğuna baş eğmemesi ne ile
yorumlanabilir? Oysa iç organları bile Cenâb-ı Hakk'ın hilkat kanununa baş eğip teşbihlerini
sürdürmektedirler. Artık bu durumda böbürlenmek, büyüklük taslamak, gaflet
etmek, ibâdet ve taâtte bulunmamak ona yakışır mı?
Allah mutlak ganîdir,
yani hiçbir şeye muhtaç değildir. Bütün emir ve yasakları, tavsiye ve
teşvikleri insanların yararınadır. Artık kim O'na itaat edip sâlih amelde bulunursa kendi lehine, kim de aksine bir yol
tutarsa kendi aleyhine bir sonuç hazırlar. Cenâb-ı
Hak koyduğu düzeni, kurduğu sistemleri ayakta tutan, hükmünü kusursuz
yürütendir. O, çok üstün, çok güçlüdür ve yegâne hikmet sahibidir.[11]
«Ey imân edenler! Yapamıyacağıniz şeyi neden söylüyorsunuz?.»
Bu âyetle, mü'mine her konuda çok dikkatli konuşması, temkinli davranması,
kendini çok iyi kontrol edip yapabileceği şey için «Allah dilerse ve bana
kuvvet ve oesaret verirse yapmaya çalışacağım» demesi
gerekir. Bol keseden harcamak, rasgele konuşmak insanı çok müşkil
duruma düşürür de mahoup eder.
Ashab-ı Kirâm'dan Abdullah b.
Selâm (R.A.) diyor ki: «Biz birkaç arkadaş kendi aramızda sohbet ederken, «Eğer
hangi amelin Allah yanında daha çok sevimli olduğunu bilseydik herhalde onu
yerine getirirdik» diye konuştuk, çok geçmeden Re^sûlüllah (A.S.) Efendimiz Saff
Sûresi'nin baş kısmındaki âyetlerin indiğini söyledi. Ashaptan bir kısmı da bir
savaş olursa büyük yararlıklar göstereceğini, Allah yolunda büyük
fedakârlıklara katlanacağını söylüyordu. İlgili âyetlerle onlar da uyarılmış
bulunuyordu.»
Böylece Allah, boş
lâf, tatbiki mümkün olmayan vaad, bol keseden konuşma
gibi sözlere değer vermediğini, sözden ziyade amel istediğini belirtiyor.
Onun için Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her zaman az konuşan, çok amel
eden ve davranışlarıyla İslâmiyetin özünü ve
hikmetini yansıtan bir peygamberdir. O sık sık boş
sözden, fayda vermiyen bilgiden, amele uymayan atıp
tutmadan Allah'a sığınmıştır.
Ayrıca âyetin «adak»
ile ilgili yanı vardır. Şöyie ki: Mü'min
kişi yapabileceği ölçü ve anlamda ada malı; yapamıyacağını
adamamalıdır. Adadıktan sonra da onu yerine getirmeli, kendisine vacip
olduğunu unutmamalıdır.
Böylece müctehid imamlar, adağı yerine getirmenin vücubunu bu âyetten istidlal etmişlerdir. Aksine bir yol
ve tutum Allah yanında hiç de sevimli değildir.[12]
«Allah» kendi yolunda
birbirlerine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gibi saf halinde savaşanları
elbette sever.»
Allah yolunda, O'nun
hoşnutluğunu arzulayarak, dinine hizmeti cana minnet bilerek savaşabilmek için
birtakım hususların, şartların ve araçların gerçekleşmesi gerekir. Âyetin açık
anlatımından ve bir bakıma işaretinden şöyle bir sıralamada bulunabiliriz:
1- Önce imân
cephesinin oluşması,
2- Sonra bu
cephenin iyi bir eğitim görmesi,
3- Fertlerin
kendiliğinden karar verip şöyle şöyle yapacağını
söylememesi,
4- Konuyu,
aklı eren tecrübeli kişilerin görüş ve reyine bırakması,
5- Savaş
hazırlığının kusursuz yerine getirilmesi,
6- Baştaki
kumandanın sevk ve idaresi altında mü'minlerin
birbirlerine kurşunla kenetlenmişcesine birlik,
beraberlik ruhunu ve azmini taşıması.
7- Savaş
nizamına girmesi; dağınık, kontrol dışı kalmaması; herkesin kendi başına
buyruk olmaması bu cümledendir.
Cenâb-ı Hak ancak böyle bir düzen, eğitim, kontrol ve
kumunda doğrultusunda hareket edenleri sever ve yardım eder. [13]
«Hani bir zaman Musa,
kendi milletine, «Ey milletim! demişti. Neden beni incitip üzüyorsunuz? Oysa
siz, gerçekten benim size gönderilen Allah'ın peygamberi olduğumu
biliyorsunuz.»
Cenâb-ı Hak savaşın önemini ve onunla ilgili nizamın
gereğinin özetini verdikten sonra, Hz. Peygamberin
{A.S.) ve dolayısıyla Ondan sonra gelecek olan İslâm lider ve kumandanlarının
verdiği, vereceği direktife uymanın lüzumu üzerinde duruyor. Bu çizgiden sapan
İsrail oğulları'nın kendilerine nasıl büyük haksızlık ve fenalık yaptıklarını
ibretli bir misâl olarak veriyor. Hani Musa (A.S.) aldığı emir üzerine mukaddes
toprağa girmek üzere hareket etti. Bu harekete çok hevesli olan ve daha
önceleri büyük yararlıklar göstereceklerini söyleyen İsrail oğulları, iş başa
gelince ölüm korkusuyla o toprağa girmeye cesaret edemediler. Israr edilince de
şöyle dediler: «Ya Musa! O zorbalar orada bulundukça
biz kesinlikle girmeyiz. Sen Rabbınla git de, ikiniz
(onlarla) savaşın; biz burada otururuz!» Bunun üzerine Hz.
Musa (A.S.) şöyle duâ etti: «Ey Rabbım! Ben ancak
kendimle kardeşime sahip bulunuyorum. Artık bizimle, Allah yolundan çıkan bu
kavmin arasını ayır.» [14]
O sebeple ağır bir
ceza olarak Allah o kutsal yeri onlara kırk yıl haram kıldı. Böylece İsrail
oğulları sefil ve perişan bir halde kırk yıl çölde dolaştılar.
İşte beşinci âyetle,
Musa'nın (A.S.) kendi kavmine: «Ey kavmim! Neden beni incitip üzüyorsunuz?
Oysa siz, gerçekten benim size gönderilen Allah'ın peygamberi olduğumu
biliyorsunuz» demesi, naklettiğimiz olaya işarettir.
İslâm'da savaş farz
kılınınca mü'minlerin, İsrail oğulları gibi çok yanlış
ve tehlikeli bir tutum izhar etmemeleri hatırlatılıyor. Arada birkaç münafığın
olumsuz tutumu kınanarak yakın gelecekte dönüş yapmadıkları takdirde sefil ve
perişan olacaklarına işaretle sünnetullahın
şaşmayacağına dikkat çekiliyor. [15]
«Hani bir zaman da
Meryem oğlu İsa şöyle demişti: «Ey İsrail oğulları! Şüphesiz ki ben size
gönderilen Allah'ın peygamberiyim; önümdeki Tevrat'ı doğrulayanım ve benden
sonra gelecek olan Ahmed ismindeki bir peygamberi müfdellyenim..»
Musa Peygamber'den
sonra Tevrat'ın taşıdığı hükümlerle amel eden birçok peygamberler gönderildiyse
de İsrail oğulları çoğunu dinlemediler; bir kısmını ülkeden sürüp çıkardılar,
bir kısmını da öldürdüler. Kalpleri iyice katı I aşarı ve dünyalıktan başka
kaygısı olmayan bu millet birkaç defa Cenâb-ı Hakk'ın gazabına uğradı. Babil
esareti, Romalı Titus istilası baş-libasına birer
belâ idi.
Son olarak, İsrâii oğullarının tamamıyla dünyaya yönelik olan yüzlerini
ve kalplerini biraz olsun âhirete çevirmek; maddeyle
mânaları, dünya ile âhiretleri arasında bozulan
dengeyi sağlamak üzere İsa Peygamber onlara gönderildi ki, bu peygamberin yüzü
bütünüyle âhirete yönelik bulunuyor ve kendisi büyük
bir mu'cize olarak Hakk'a
davet ediyordu.
Bu kadri yüce
peygamber hem Tevrat'ı tasdik edip tamamlıyor, hem de son peygamber Hz. Muhammed'in (A.S.) gelmesinin yakın olduğunu haber
veriyordu. Zaten Yahudiler de büyük bir peygamberin kurtarıcı olarak
gönderileceğini az-çok biliyorlardı. Çünkü ellerindeki Tevrat'ta şu sözler yer
alıyordu : «Ve Rab bana dedi: Söylediklerini iyi dediler. Onlar için kardeşleri
arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına
koyacağım ve ona emredeceğim her şeyi onlara söyliyecek..»
[16]
Ne var ki, Yahudiler
bu geleceği haber verilen peygamberin Harun (A.S.) soyundan olacağını
sanıyordu.
Bazı tahriflere rağmen
Tevrat'taki bu anlatım tarzı ile, Musa'ya (A.S.) benzer bir peygamberin
geleceği ve aynı zamanda onun İsrail oğulları'nın kardeşlerinden seçileceği
belirtilmektedir.
Şüphesiz burada önemli
iki bilgi söz konusudur:
a) Hz. Muhammed (A.S.) ile Musa (A.S.) arasındaki benzerlik
kendilerine indirilen şeriattedir. Zira her ikisinin
de şeriatı düzen sağlayıcı ve
yönlendirici hükümler
taşımakta ve beşer hayatının gerekli safhalarına ışık tutmakta, yol göstermektedir.
Bu iki peygamber arasında böylesine kapsamlı ve kalıcı hükümlerle donatılan
üçüncü bir şeriat indirilmerriştir. İsa Peygamber
ise, Tevrat'ın bazı hükümlerini değiştirmek ve amel edilmeyen hükümlerine
işlerlik kazandırmak, kısacası Tevrat'ı tamamlamak üzere İsrail oğullarına
gönderilmiştir.
b) «Onlar
için kardeşleri arasından..» ifadesine gelince : Hz. Muham-med (A.S.) ile İsrail
oğulları İbrahim Peygamber'de birleşiyorlar; onların soyu İshak'a,
Hz. Muhammed'in (A.S.) soyu İsmail'e dayanıyor sonucu
çıkıyor.
Yuhanna
İncil'inde ise, şu cümleler yer almaktadır:
«Eğer beni
seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben de babaya (Rab-bıma)
yalvaracağım ve size başka bir tesellici, hakikat ruhunu verecektir..» [17]
«Bununla beraber ben
size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır; çünkü gitmezsem
Tesellici size gelmez; fakat gidersem, onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman,
günah için, salâh için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir. Günah için, çünkü
bana imân etmezler; salâh İçin, çünkü Babama (Rabbıma)
gidiyorum ve artık beni göremezsiniz ve hüküm için, çünkü bu dünyanın reisine
hükmedilmiştir.
Size söyleyecek daha
çok şeylerim var; fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o hakikat ruhu gelince size
her hakikate yol gösterecek; zira kendiliğinden söylemiyecektir;
fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.
O beni taziz
edecektir; çünkü benimkinden alacak ve size bildirecektir.» [18]
Markos İncil'inde şöyle yazılıdır:
«Bundan dolayı size
derim: Allah'ın melekûtu sizden alınacak ve onun meyvalarını yetiştirecek bir millete verilecektir. Ve bu
taşın üzerine düşen parçalanacak, o da kimin üzerine düşerse onu toz gibi
dağıtacaktır.» [19]
Matta İncil'inde ise
buna yakın bir anlatımla şu cümleler bulunmaktadır :
«Yahya ele verildikten
sonra, İsa Allah'ın İncil'ini vazederek, Galile'ye
gelip dedi: Vakit tamam oldu ve Allah'ın melekûtu
yakındır; tövbe edin ve İncil'e imân eyleyin.» [20]
Yine aynı İncil'in 12.
bölümünde şu cümleler yer almaktadır :
«İşaya
Peygamber vasıtası ile söylenen söz yerine gelsin : «İşte benim seçtiğim kulum;
canımın kendisinden razı olduğu sevgilim; ruhumu onun üzerine koyacağım ve
milletlere hükmü ilân edecektir. O uğraşmayacak ve bağırmayacaktır; ve kimse
meydanlarda onun sesini işitmeyecektir. Hükmü zafere erişinceye değin, ezilmiş
kamışı kırmayacak ve tüten fitili söndürmeyecek ve milletler onun ismine ümit
edeceklerdir.» [21]
Diğer yandan Bernaba (Barnabas) İncil'inde, Levili'lerden olan kâhinlerin İsa'ya yaklaşıp aralarında
şu konuşmanın geçtiği belirtilmektedir :
— Sen kimsin? İsa
(A.S.) onlara :
—Ben, o beklenilen
tesellici değilim. Sonra da İsa (A.S.) şunları söyledi:
—Sizin kurtarıcı ve
tesellici diye adlandırdığınız Resûlüllah(ın nuru) benden önce yaratılmıştır. (Bedeni ise) benden
sonra gelecektir. O Hakk'ın sözüyle gelecek ve
dininin sonu gelmiyecektir.» [22]
Bernaba İncil'inin yirmiye yakın yerinde son peygamberden
ismiyle, sıfatıyla, birtakım özellikleriyle söz edilmekte ve İsa (A.S.)ın diliyle haber verilmektedir.
Ne yazık ki, Kur'ân'ı tasdik edip Hz.
Muhammed'in (A.S.) geleceğini haber veren bu İncil asırlardır kilise tarafından
reddedilmekte ve uydurma olduğu iddia edilmektedir. Son devrin ünlü din
âlimlerinden Ebû'l-A'tâ Mevdudî, TefhîmüM-Kur'ân adlı tefsirinde ve konumuzu oluşturan âyetin açıklamasında
bu İncil hakkında yaptığı araştırmanın bir özetini şöyle vermektedir :
«Gerek Hz. Muhammed (A.S.) ile ilgili Hz.
İsa'nın müjdeleri ve haberleri, gerekse Hz. İsa'nın
hayatı ve eserleri hakkında bilgi edinmenin muteber ve güvenilir kaynakları
Katolik Kilise'sinin meşru ve geçerli saydığı sadece dört İncil değildir. Bu
hususta belki de nisbeten daha muteber kaynak,
Kilise'nin «muhtevası şüpheli» olduğu gerekçesiyle nazarı dikkate almadığı Barnabas İnciridir. Çok ilginçtir, Hıristiyanlar bu kutsal
kitabı saklamaya a'zâmî gayret göstermişlerdir. Bu
kitap asırlarca herkesin gözö-nünden uzak kaldı. 16.
asırda Lâtince tercümesinin nâdir bir nüshası Papa Sixtus'un
kütüphanesinde bulunuyordu ve kimsenin el sürmesine izin verilmiyordu. Ancak
18. yüzyılın başında bu nüsha John Toland adında bir
kişinin eline geçti. Bundan sonra çeşitli ellerden geçerek
1738 yılında Viyana İmparatorluk Kütüphanesine ulaştı. 1907'de bu İncil'in
İngilizce çevirisi Oxford Matbaası tarafından
neşredildi. Ne var ki, bu eser piyasaya çıkar çıkmaz, Hıristiyan dünyasında bir
telaş başladı ve peke ok din adamıyla kilise çevreleri, bu kitabın fazla
yayılmasının Hıristiyan dininin yok olmasına neden olabileceği kurusuna
kapıldılar. Netice, basılan nüsha esrarengiz, ama plânlı bir şekilde ortadan
kaldırıldı. Bir daha da İngilizce tercümenin yayınlanması mümkün olmadı. Aynı
şekilde, Lâtince tercümesinden İspanyolca'ya çevrilen nüshanın 18. yüzyılda
piyasada ve kütüphanelerde bulunduğu belirtiliyor. Bu bilgiyi George Seli, Kur'ân-ı Kerîm'in İngilizce mealinde bize nakletmiştir. Ama
İspanyolca çevirisinin de ortadan kaldırıldığı görülmüştür.
Bugün maalesef bunun
hiçbir nüshası hiçbir yerde bulunmuyor. Ben, Oxford'da
yayınlanan İngilizce tercümesinin fotokopisini okuma fırsatını buldum. Barnabas İncili'nin tamamını
dikkatle okudum. Bence, bu İncil, Hıristiyanlar için büyük bir nimettir ve
sadece taassup ve inatçılıkları yüzünden böyle kıymetli bir eserden mahrum
kalmışlardır.
Hıristiyan
literatüründe Barnabas İncili'nın
adı nerede geçmişse, oraya bir muhalefet şerhi konmuş, bunun sahte ve uydurma
bir İncil olduğu, dolayısıyla reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Gözü
dönmüş, ilim ve irfandan nasip almamış bazı Hıristiyan din adamları bunun bir Müslümanın hayal gücünün eseri olduğunu iddia edecek kadar
ileri gitmişlerdir. Bu, aslında büyük bir yalandır ve bunun sebebi sırf
İncil'in metninde pekçok yerlerde Hz. Peygamber'in (A.S.) dünyaya geleceği konusunda açık
seçik kayıtların bulunmasıdır. Bir defa, bu İncil'i okuyan herkes, onun bir
Müslüman tarafından kaleme alınmadığına katiyetle inanmış olur. İkincisi,
böyle bir kitap bir Müslüman tarafından yazılmış olsaydı, bu Müslümanlar tarafından
iyice tanınır ve Müslüman ilim adamlarının eserlerinde bundan sık sık ve geniş şekilde bahsedilirdi. Fakat, George SeN'in. Kur'ân-ı Kerîm'in İngilizoe mealinden önce Müslümanlar Barnabas
İncil'inin adını bile duymamışlardı. Taberi, Yakubî,
Mes'ûdî, Birûnî, İbn Hazm, İbn,
Teymiye vs. gibi Hıristiyan kaynaklarına vâkıf olan, fakîh, yazar ve tarihçiler hıristi-yanlık
ve hıristiyanlığın kutsal kitaplarından söz ederken Barnabas İncil'ine en ufak bir işarette bile
bulunmamışlardır. İslâm dünyasında sayısız kütüphanelerde bulunan kitapların
en geniş ve güvenilir bibliyografyaları İbn Nedîm ile
Hacı Halîfe (Bak: el-Fihrist ve Keşfü'z-zünûn) tarafından hazırlanmıştır. Ama bunlarda da Barnabas İncili'ne raslamak mümkün değildir. Hıristiyanların ileri sürdüğü
iddianın asılsız oluşunun üçüncü ve en büyük delili, Hz.
Muhammed Mustafa'nın (A.S.) dünyaya gelişinden 75 yıl önce bile. Papa Gelasius I. döneminde, «Yanlış ve dinî düşüncelere aykırı
kitaplar» adı altında hazırlanan listede Barnabas İncili'nin (Evangelium . Barnabe) adının geçmiş olmasıdır. Söyler misiniz, o çağda
bu sözde sahte İncil'i yazacak bir Müslüman var mıydı?»
Böylece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in
doğumundan 75 yıl önceden günümüze kadar kilisenin Barnabas
Incili'ni bütünüyle reddedip uydurma saymasının
temelinde iki ana sebebin yattığını anlıyoruz:
a) Hz. İsa'nın (A.S.)
sadece Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber olduğu; Allah'ın oğlu olmadığı
ve ilâhî mu'cizeyle yaratıldığı çok açık biçimde
belirtilmektedir.
Hıristiyan din
adamları ise, bu kadri yüce peygamberi Allah'a ortak koşmakta ve Ona «Allah'ın
biricik oğlu» demektedirler. Barnabas İncil'i bu
yanlış ve fasit akideyi kökünden yıkmaktadır.
b) Ayrıca Hz. Muhammed'in (A.S.) son peygamber olarak gönderileceği
birçok özelliklerine de atıf yapılarak haber verilmekte ve her türlü şüpheyi
giderecek bir açıklıkla müjdelenmektedir.
Hıristiyan din
adamları ise, Hz. Muhammed'i (A.S.) peygamber olarak
kabul etmemekte ve tek kurtarıcının İsa (A.S.) olduğunu savunmaktadırlar. Barnabas İncil'i onların bu sakat ve garazkârane
görüş ve iddialarını çürütmekte ve en doğru haberi vermektedir.
Kaldı ki, Luka İncil'inde de Barnabas İncilli'ni te'yid eder anlamda şu
cümlelerin yer aldığını görüyoruz :
«Ve vaki oldu ki, İsa
yalnız başına duâ ederken, şakirtleri yanında idi; onlara sorup dedi: Halkın
dediğine göre ben kimim? Onlar da cevap verip dediler: Vaftizci Yahya'dır;
başkaları: İlya'dır ve başkaları da : Eski
peygamberlerden biri kıyam etti, diyorlar. Onlara dedi: Ya
siz ben kimim dersiniz? Petrus cevap verip dedi:
Allah'ın Mesîhi'sin. İsa da bunu kimseye
söylemesinler diye onlara tenbîh ederek emretti..» [23]
Bernaba (Barnabas) İncil'inde ise
şu sözlerin yazılı bulunduğunu görmekteyiz :
«Kadın, İsa'ya (A.S.)
dedi ki:
— A Efendim, herhalde
sen o tesellici peygambersin?
İsa (A.S.) ona şu
cevabı verdi:
— «Ben gerçekten
İsrail'in yurduna gönderilen halaskar bir peygamberim; ama benden sonra
tesellici bir peygamber Allah tarafından bütün âleme gönderilecektir ki, Cenâb-ı Hak şu âlemi onun için yaratmıştır.» [24]
Gerek Yahudiler,
gerekse Hıristiyanlar, kendi kutsal kitaplarında geleceği müjdelenip haber
verilen son peygamberi sabırsızlıkla beklerlerken, Cenâb-ı
Hak beklenilen o peygamberi Mekke'nin Kureyş Kabilesi
Haşim Oğullan'ndan seçerek
gönderdi. Ne var ki sözünü ettiğimiz kitap ehli onun Harun Peygamber'in soyundaı. aileceğini düşünüyor ve bir bakıma Yahudiler bu
düşünceyle şartlanmış bulunuyorlardı. O bakımdan da son peygamber Hz. Muhammed'e (A.S.) inanmak istemediler ve dinî
taassupları iyice kabarınca da Onu getirdiği kitapla birlikte reddettiler: «Bu
açık bir sihirdir» dediler. [25]
Yukarıdaki âyetlerle,
varlık âleminde her şeyin o çok üstün, çok güçlü ve yegâne hikmet sahibi Cenâb-ı Hakk'ı tesbîh ve tenzih ettiği belirtildi. Böyle bir kudretin
gölgesi altında bulunan her mü'minin ağzından çıkaracağı
söze çok dikkat etmesi üzerinde duruldu. Sonra da Allah yolunda saf saf olup savaşanlar övüldü ve Musa Peygamberin emir ve talimatını
dinlemeyen İsrail oğullan'nın kalplerinin nasıl
saptığı konu edilerek yaşamakta olan mü'minlere
tarihî bir misâl verildi. Arkasından İsa Peygamber'in Tevrat ile Kur'ân; Musa (A.S.) ile Muhammed (A.S.) arasında bir köprü
oluşturduğuna değinilerek bu kadri yüce peygamberin son peygamber Hz. Muhammed'in (A.S.) geleceğini müjdelediği hatırlatılıp
Yahudi ve Hıristiyanların akıllarını duygularının üstünde tutmalarına ve son
peygamber hakkında daha etraflı düşünmelerine işaret edildi.
Aşağıdaki âyetlerle,
sözü edilen konuda Allah'a karşı yalan uyduran Kitap Ehlİ'nin
büyük bir haksızlık ettikleri açıklanıyor ve Allah'ın insanlıktan yana
indirdiği ilâhî nur olan İslâm'ı söndürmeye kimsenin gücünün yetmiyeceğine değiniliyor. Arkasından Hz.
Muhammed'in (A.S.) mutlaka üstün geleceği haber veriliyor. [26]
7- İslâm'a
çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim vardır? Allah,
(halkı ve idarecileri) zâlimler olan milleti doğru yola eriştirmez.
8- Onlar,
Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise •kâfirler
hoşlanmasa da- nurunu hep tamamlayandır.
9- Allah'a
ortak koşan putperestler, hoşlanmasalar bile, dinini bütün dinlere üstün kılmak
için Peygamberini doğru yolu gösterici ve hak din'le gönderen O'dur.
«Şüphesiz ki Adem
henüz çamuruyla yerde atılıp serilmiş vaziyette iken ben, Allah yanında
peygamberlerin sonuncusu olarak bulunuyordum.
Bunun başlangıcını
ise, size şöyle haber verebilirim : İbrahim'in duası, İsa'nın benîm geleceğimi
müjdelemesi ve annemin gördüğü rüya bu cümledendir. Bunun gibi diğer
peygamberlerin anneleri de (böylesine müjde-leylci ve
ferahlatıcı rüyalar) görürlerdi.» [27]
Ebû Umâme (R.A.)ın Peygamber (A.S.) Efendimiz'e:
«Senin peygambertiğinin başlangıcı nasıl oldu?» diye
sorması üzerine, Resâlüllah (A.S.) Efendimiz şu
cevabı verdi: «Atam İbrahim'in duası, İsa'nın beşareti ve annemin, kendisinden
çıkan nurun Şam saraylarını aydınlattığını görmesidir.» [28]
«İslâm'a çağrıldığı
halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim vardır?.»
Tevrat ve İncil'in
Allah'tan indirilen orijinal nüshalarında çok açık ve net biçimde; bugün
elimizde bulunan tahrifata uğramış nüshalarında ise «kurtarıcı», «tesellici»
kavramlarıyla ifade edilen son peygamber Hz. Mu-hammed'in geleceği haber verildiği halde, Yahudi ve
Hıristiyan din adamlarının çoğu dinî taassubu ön plânda tutarak hem son
peygamberi, hem de Onun getirdiği son kitap Kur'ân'ı
uydurma ve yalan sayıp reddetmektedirler. Şüphesiz böyle bir düşünce ve inanç
son derece sakıncalıdır ve aynı zamanda büyük bir haksızlığı beraberinde
taşımaktadır.
Hemen belirtelim ki,
Allah'a dosdoğru iman eden hiçbir mü'min, Ce-nâb-ı Hakk'a
iftirada bulunup O'nun adına bir şeyler uydurma cesaretini gösteremez. Meğer
ki, sahtekâr, dengesiz ve macereperestin biri olsun..
Kaldı ki Hz. Muhammed (A.S.)ın getirip
tebliğ ettiği hakikatler, insan kafasının ve hayalinin ürünü olmaktan.çok uzak
ve çok yüce hikmetlerdir. Okur-yazar olmayan bir zatın onbeş
asır önce, günümüzün gelişen ilimlerine temel bilgi olacak kudrette
açıklamalarda bulunması, çok mükemmel bir hukuk sistemi meydana getirmesi;
fizik ve fizikötesi gerçekleri bir yanlışlık yapmadan belirleyip denge kurması
düşünülemez. Bunun gibi binlerce delil ve belge ortada dururken Kitap Ehli'nin
Ona «büyücü» ve «sihirbaz» demesi çok çirkin bir suçlama ve âdi bir benzetme;
aynı zamanda zalimane bir iftiradır.
Cenâb-ı Hak, haksızlığı huy ve sanat edinip doğruyu
seçmeyen bir milleti doğru yola ulaştırmaz. Çünkü kul ile Rabbısı
arasında -sünnetulloh gereği- imkân ve irâde sınırı
söz konusudur. Kul, aklını, idrâkini yerinde kullanıp o sınıra gelmedikçe
Allah'ın hidâyeti onun hakkında tecelli etmez.
Yahudi ve Hıristiyan
din adamlarının çoğu, kutsal kitaplarındaki bazı açık-kapalı belgelere rağmen
ve kilise tarafından onbeş asırdan fazla bir süredir
reddedilen Barnabas İncili'ndeki
açık beyânlara rağmen sözü edilen sınıra gelmek için mevcut yeteneklerini
kullanmadılar ve hâlâ da kullanmak niyetinde değillerdir. [29]
Onlar Allah'ın nurunu
ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise, -kâfirler hoşlanmasa da-nurunu hep
tamamlayandır.»
İslâm güneşi saadet
burcunda yükselmeye devam edince, eskiye bağlılık, kişisel çıkarlar akıl ve
idrakleri işlemez hale getirdi. Papazlar kiliselerde günah çıkarmayı ve ktiiseye kayıtlı insanlardan para toplamayı; Yahudiler faiz
yemeyi, yahudi olmayan milletlerin haklarına tecavüzü
din adına mubah sayıp Allah'ın seçkin kulları olduklarını vehmederek ilâhî sınırı
aşmaktan vazgeçmediler. Dünya ile âhiret arasında en
sağlam hayat ve memat dengesini kuran İslâm'ın hükümlerini kendi yaşama
düzenlerine ters buldular. Böylece Allah'ın indirdiği hayat nizamına uymaktan
kaçınıp o nizamı kendi sahte düzenlerine uydurmaya cüret ettiler. Bu yüzden
İslâm güneşini karartmayı; kalp ve kafaları aydınlatan Allah'ın en son mesajinı tesirsiz kılmayı kendilerine görev saydılar. «Kur'ân bütünüyle Tevrat'tan adapte edilmiştir. Allah böyle
bir kitap indirmemiştir» iddiasıyla ortaya çıktılar. Hz.
Muhammed'İn (A.S.) hâşâ yalancı bir maceracı olduğunu,
halk tabakasını büyülediğini söylemekten çekinmediler.
Güneşi balçıkla
sıvamak mümkün mü? İlâhî hakikatlere «şiir» demek tutarlı mıdır? Cihan
Peygamberine «şâir», «büyücü» demek ne kadar tesirlidir? Çünkü Kur'ân-ı Kerîm şiir sanatından ve kalıplarından ötede bütünüyle
ilâhî belâğatin parlak eseri olduğunu her çağda isbat etmekte ve en büyük edipleri, yazarları hayran
bırakmaktadır. Kur'ân Arapçasına
vakıf her insan çok iyi bilir ki, beşer kafası böylesine mükemmel bir kitap
meydana getiremez. Zira mu'cize ile sihir, büyü ile
ilâhî beyânın tesiri arasında hiçbir münasebet ve bağ mevcut değildir. Aynı
zamanda aralarında uzaktan ve yakından bir benzerlik de söz konusu olamaz.
Onun içîn İslâm'a
saldırı devam ettikçe, Kur'ân'ın ilâhî tesiri artmış
ve İslâm daha da kuvvetlenmiştir. Söndürmek istedikleri nurun aydınlatıcı
özelliği hep güçlenmektedir. Zira Cenâb-ı Hak onu
kıyamete kadar koruyacağını vaadetmiştir. Kâfirler
hoşlanmasa da O, nurunu hep tamamlayacaktır.
Onbeş asırdan beri Kur'ân'ın zede ve yara almadan orijinalitesini korumasının; gerçeği
bulan ilimlerle ve akl-ı selimle bağdaşmasının sebebi
işte budur. Şüphesiz İslâm ve Kur'ân insan
düşüncesinin mahsulü olsaydı, tezadlarla, tutarsızlıklarla;
ilme ve akl-ı selîme ters düşmekle dolu olur ve kısa
bir süre içinde tazeliğini, kudretini ve tesirini kaybedip unutulmaya mahkûm
olurdu. [30]
Allah'a ortak putperestler
hoşlanmasalar bile, dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini doğru
yolu gösterici ve hak dinle gönderen O'dur.»
Bu âyetle, son
peygamber Hz. Muhammed'İn
(A.S.) iki küllî hakikatle gönderildiği açıklanmaktadır:
1- Hidâyet,
2- Hak din.
Birincisi, insanın hılkatındaki hikmet ve yüceliğe uygun bir yolu yansıtmakta;
ikincisi, kâinat planıyla ve düzeniyle tam uyum halinde olan insan ruhuyla
dengeli bulunduğunu; gerçeği bulup çıkaran ilimle ve akl-ı
selimle ters düşmeyeceğini belirtmektedir.
İşte İslâm'ın son din
olma özelliği bu iki noktada özetlenmiştir. O halde Tevrat ve İncil hem belli
bir kavme ve millete gönderilme sınırı içinde, hem indirildikleri çağın sosyal
yapısına seslenme çerçevesinde, hem de içine insan sözünün karışmasıyla ilâhî
hususiyetinin zedelenmesi sebebiyle artık hidâyet ve devamlılık arzeden hak din olma düzeyinden çok gerilerde kalmıştır.
Onun için İslâm, sözü
edilen iki ana özelliğiyle bütün dinleri yürürlükten kaldırmış ve üstünlüğünü,
evrenselliğini her yönüyle isbat edip ortaya
koymuştur.
Maddeoi şaşkınlar, inkarcı sapıklar istemeseler bile, İslâm
bu ebedilik ve cihanşümulluk kudretini kıyamete kadar sürdürecektir. Zira Cenâb-ı Hakk'ın kâinat plânında
son dinine ayırdığı yer budur; değişmesine imkân
yoktur. [31]
Yukarıdaki âyetlerle,
son dine karşı çıkıp Allah'a karşı yalan uyduran kitap ehli kınandı ve büyük
bir haksızlık izhar ettikleri belirtildi. Sonra da İslâm'ın ilâhî nurunun
kıyamete kadar sönmeyeceği ve hep üstünlük sağlayacağı cok
veciz bir ifadeyle açıklandı.
Aşağıdaki âyetlerle,
Allah yolunda Cihadın çok kârlı ve kesada uğramayan
bir ticaret olduğu konu ediliyor. Böyle bir yolu seçenler için âhirette büyük mükâfatların hazırlandığı haber veriliyor.
Yakında birtakım fetihlerin başlayacağı müjdelenerek, Havariler misâli, Allah'ın
dinini ayakta tutmanın lüzumuna parmak basılıyor. [32]
10- Ey imân
edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ticaret yolunu size
göstereyim mi?
11- Allah'a
ve Peygamberine dosdoğru inanırsınız, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edersiniz. Bu, eğer bilirseniz sizin için çok
hayırlıdır.
12- Bu
durumda Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan
Cennetlere, Adn Cennetleri'ndeki tertemiz, gönül
açıcı konaklara koyar. İşte bu büyük bir kurtuluştur.
13- Bir
başkası da -ki onu çok seveceksiniz- Allah'tan yardım ve yakın bir fetih... Ve
sen (Ey Peygamber!) mü'minleri müjdele..
14- Ey imân
edenler! (Dinini sapasağlam ayakta tutmak hususunda) Allah yardımcıları olunuz.
Nasıl ki Meryem oğlu İsa, Havarilere, «Allah yolunda yardımcılarım kim?»
demişti. Havariler de, «Allah yardımcıları biziz!» demişlerdi. Böylece İsrail
oğulları'ndan bir kısmı imân etmiş, bir kısmı da küfre sapmıştı. Biz, îmân
edenleri düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler.
«Ey imân
edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ticaret yolunu size
göstereyim mi?.»
Ticaret, biri maddî,
diğeri manevî olmak üzere iki kısımdır ve bunlar birbirini tamamlayıcı
özelliktedir. İslâm'ın koyduğu ticaret ahlâkı, iki kısmın birarada
yürütülmesini âmirdir.
Maddî kazanç, Allah
yolunda harcandığı takdirde bütünüyle mânevi kazanca dönüşür. İlgili onuncu
âyetle böyle bir kazancın osıl sermayesinin iki ana
değer taşıdığı açıklanmaktadır:
a) Allah'a ve Peygamberine dosdoğru imân,
b) Allah yolunda mal ve can ile cihad..
Böylece Kur'ân, imân için temiz bir kalbe, cihad
için de malî ve bedenî güae işarette bulunuyor. O
halde mü'min üç yönlü bir gelişme ve yükselmeye
muhtaçtır:
1- Kalbî
gelişme ve yükselmeyle tahkikî imâna,
2- Bedenî
gelişmeyle iyi çalışma ve başarılı cihada,
3- Malî
gelişmeyle Müslüman kardeşlerini desteklemeye yol bulur.
Böylesine kapsamlı bir
ticaretin ise, ikisi dünyevî, üçü uhrevî olmak üzere beş büyük kazancı söz
konusudur:
1- Dünyada
hür ve bağımsız olup örnek bir millet düzeyinde kendi öz kültür kaynaklarıyla ayakta durabilmek.
2- Allah'ın
sevgi ve yardımına lâyık olup yine Allah yolunda, insanlığın mutluluğu için fetihler yapmak.
3- Hayırlı
ve-faziletli amellerde bulunup günahların temizlenmesiyle ruhen arınma
çizgisine erişmek,
4- Böylesine bir arınmayla Cennet'e ve oradaki yüksek nimetlere eriştirilme düzeyine gelebilmek.
5- Ölmeden
önce sözünü ettiğimiz böylesine büyük bir kurtuluşla müjdelenmek.
Ashab-ı Kiram, bahse konu olan bu ticaretin ilk
temsilcileri ve başarılı uygulayıcılarıdır. Onlar sadece Allah'a ve Resulüne
imân etmekle kalmadılar, imânın gereği olan canlarıyla, mallarıyla Allah
yolunda cihad ettiler. O sebeple ebedî saadet
yurduyla ve nîmetiyle müjdelendiler ve insanlık tarihine şeref damgasını
vurarak örnek hizmetlerde bulundular da Adn
Cenneti'ne lâyık oldular. [33]
«Bir başkasındaki onu
çok seveceksiniz- Allah'tan yardım ve yakın bir fetih.. Ve sen '(Ey Peygamber!)
mü'minleri müjdele.»
Yakın fetih, Mekke'nin
fethiyle başlamış, İran ve Bizans'ı başaşağı getirmekle
devam etmiştir. Ancak İslâm Peygamberinin ve arkadaşlarının yeryüzüne yaydığı
adalete, insan haklarını korumada gösterdiği dikkate, dosttan önce düşman
şahitlik etmiştir. Onlar girdikleri her yere rahmet ve ışık saçmışlardır. Mü'minler her çağda böylesine büyük kârfîbir
kazanca, sağlam bir imân ve onun gereği olan can ve mal ile cihad etmekle nail olabilirler. İmân her vesileyle
Müslümanların azim ve gayretlerini kamçılayıp artırır; mal ve can ile cihad ise, çalışıp ekonomik yönden gelişmeyi gerektirir.
İman ve ekonomi yönlerinden gelişme ise, hür ve bağımsız bir millet olarak şan
ve şeref düzeyinde yaşama gücünü doğurur. [34]
“Ey iman edenler! (Dinini sapasağlam ayakta tutmak hususunda) Allah
yardımcıları olunuz..”
Havâriyûn, «havarî»nin çoğuludur. «Havar» veya «haver» kökünden
gelme bir isimdir; buna sıfat da diyebiliriz. Kök mâna olarak, beyaz, ak,
beyazlık, aklık demektir. Samimi dost ve yardımcı anlamına da geldiği va-kidir.
İsa Peygamber'e (A.S.)
ilk imân eden oniki balıkçı veya kassara
«havâriyûn» adı verilmiştir. Ayrıca imân ve irfanla
gönülleri temizleyip arındırdıkları; balıkçı misali İrşâd
ve tebliğ ile insanları dinî havaya çektikleri veya tertemiz beyaz elbise
giyindikleri için de sözü edilen on iki Kişiye bu isim verilmiş olabilir.
Havârlerin özelliği: İsa (A.S.) yalnız başına ilâhî dinî teblîğe
başlayınca, onun bu Allah yolundaki hizmetinden dolayı yardımına ilk koşan onlar
olmuştur. İnanıp peygamberin yüce davasına hizmeti cana minnet bilenler ve bu
uğurda büyük fedakârlıklara katlananlar yine onlardır.
Zira büyük bir lider,
bir peygamber başarılı olup geniş çapta çevre edindikten ve savaşacak kadar
kuvvetli bir ordu hazırladıktan sonra ona inanıp bağlanmak fazla bir fedakârlık
ve kahramanlık ifade etmez. Ama öylesine, en zayıf ve yardımcısız bulunduğu
dönemde koşup inanmak, destek olup dâvasını benimsemek ve aynı zamanda
samimiyetle hizmet etmek büyük bir cesaret, fedakârlık ve basîret işidir. İşte
Havarilerin misal verilmesi onların bu
meziyetlerinden dolayıdır.
Mekke'de, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e ilk
inanan ve her türlü engel ve işkenceye rağmen İslâm'a hizmete yönelen Ashab-ı Kiram da her zaman övülmeğe ve örnek edinilmeye
lâyıktırlar. [35]
14. âyette sözü edilen
«Havariler», mevcut İncill'lerde de «şakirtler»
şeklinde anılmışlardır. Şöyle ki:
«İsa oniki şakirdini yanına çağırıp murdar ruhları çıkarmak, her
çeşit hastalığı ve her türlü zayıflığı iyi etmede kudretini onlara verdi.
Ve oniki
resulün adları şunlardır: Birincisi, Petrus denilen Simun ve kardeşi Andreas, Zebedi'nin oğlu Yakub ve kardeşi Yuhanna; Fitipus ve Bartolomeus; Tomas ve vergi
mültezimi Matta; Alfeus'un oğlu Yakub
ve Taddaus;* Gayyur Simun ve İsa'yı ele veren Yahuda İskariyot.» [36]
«Ve vaki oldu ki oniki şakirdine emir vermeği bitirince, onların şehirlerinde
öğretip vazetmek içirt oradan gitti.»[37]
Böylece İncil'de
Havarilerin oniki kişi olduğu ve İsa Peygamberin
(A.S.) bunları eğitip tebliğ ve irşat için başka yerlere gönderdiği
belirtilmiştir. [38]
Bunların üstün gayret
ve fedakârlığı neticesi, İsrail Oğullan'ndan bir
topluluk imân ederken diğer bir topluluk inkâra sapıp ilâhî sınırı aşmış oldu
ve arkasından bir mücadele başladı. Sonunda imân edenler üstün geldi.
Mekkeli putperestler
de, Medineli Yahudiler-de İslâm'ı din olarak seçme konusunda ihtilâfa düşüp
ikiye ayrıldılar; aralarında çetin mücadeleler baş göst-.uı. Sonunda İslâm'ı seçen imân cephesi -Allah'ın izni ve
yardımı ile- üstünlük sağladı. Mekke fethedildi; Yahudiler Medine ve
çevresinden çıkartılıp başka ülkeye sürüldü.
Kur'ân-ı Kerîm, bu iki ayrı dönemde hak uğruna mücadele eden
mü'-minleri, sonraki mü'minlere
örnek gösterip ilâhî sünnetin ne yolda tecelli edeceği hakkında bilgi vermekte
ve samimi mü'minlerin biraraya
gelip kendilerini Allah yolunda hizmete adamafarıyla
yenilmez bir gücün oluşacağına işarette bulunmaktadır.
Birlik ve beraberliğin
Cenâb-ı Hak yanındaki değerini bize yansıtan bu
sûrenin de tefsirini biz âciz kuluna müyesser kılan Cenâb-ı
Hakk'a sonsuz hamd-u
senalar; Hak yolunda hizmetin en güzelini sergileyerek ümmetine yol gösteren Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e ve
Onun âl ve gsfiabına salât-ü
selâmlar olsun. [39]
[1] Tefsir-i Kurtubi: 18/77
[2] Lübabu't-te'vîl: 4/261
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
12/6151.
[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6151.
[4] Lübabu't-te'vîl:
4/262- İbn Kesîr : 4/358
[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6153.
[6] Buharî/şehadat:
28- Müslim/imân 107, 109- Tirmizî/imân : 14
[7] Ebû Dâvud/edeb : 80- Ahmed : 3/447
[8] Buharî/cihad
: 73- Müslim/imaret: 163- Nesâî/cihad
: 39- İbn Mâce/ci-had : 7- Dâremî/cihad : 31- Ahmed : 1/62, 65, 66,
75- 3/177- 3/468- 5/339
[9] Taberânî/el-Kebîr : Irbad b. Sâriye (R.A.)den
[10] Tirmizî/fezâil-i
Cihâd : 12
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
12/6153-6154.
[11] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/61546155.
[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6155-6156.
[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6156-6157.
[14] Mâide Sûresi : 24
[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6157-6158.
[16] Tevrat/Tesniye : 18/17, 18
[17] Yuhanna İncil'i: 14/15, 16
[18] Yuhanna incil'i:
16/7-14
[19] Markos İncil'i: 21/43, 44
[20] Matta incil'i: 1/14, 15
[21] Matta İncil'i:
12/18, 19
[22] Bernaba İncil'i: 42/1- 14
[23] Luka İncil'i: 9/18, 21
[24] Bernaba İncil'i: 82/15. 16-
Kahire : 1908
[25] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6158-6163.
[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6163.
[27] Müsned-i Ahmed
: îrbad b. Sâriye (R.AJden
[28] Müsned-i Ahmed
: Ebû Umâme (R.A.)den
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
12/6164-6165.
[29] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6165-6166.
[30] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6166-6167.
[31] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6167.
[32] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6167-6168.
[33] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6169-6170.
[34] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6170-6171.
[35] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6171.
[36] Matta İncil :
10/1- 4
[37] Matta İncil : 11/1
[38] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6171-6172.
[39] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6172.