SAFF SÛRESİ 2

Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 2

Nüzul Sebebi 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 5

Kelimelerin İzahı 5

Nüzul Sebebi 5

Âyetlerin Tefsiri 5

Edebî Sanatlar. 6

Bir Uyarı 6

 


SAFF SÛRESİ

 

Medine'de inmiştir. 14 âyettir.

 

Takdim

 

Saff Sûresi Medîne'de inen ve fıkhî hükümler yönü ağır basan sûreler­den biridir. Bu sûre "savaş", Allah düşmanlarıyla cihâd, Allah'ın dinini yü­celtmek ve kuvvetlendirmek için O'nun yolunda canını feda etmek konusu­nu anlatır. Ayrıca mü'minin dünya ve âhirette mutluluğuna vesile olan ka­zançlı ticaretten bahseder. Fakat sûrenin, etrafında dönüp dolaştığı ana ko­nu savaştır. Bu sebeple sûreye "Saff Sûresi" denilmiştir.

Yüce Allah'ı teşbih ve yüceltmeden sonra, bu mübarek sûre, mü'min-leri sözünden dönmekten ve üzerlerine aldıkları şeyleri yerine getirmemek­ten sakındırarak başlar: "Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O, üstündür, hikmet sahibidir. Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?!"

Sonra bu sûre, mü'min şecaati ve cesareti ile, Allah düşmanlarıyla yapılan savaştan bahseder. Çünkü mü'min, yüce bir maksat için çalışır bu da hakkın kandilini yükseltmek ve Allah'ın dinini yüceltmektir: "Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf olarak savaşanları sever."

Bundan sonra sûre, Yahudilerin, Musa (a.s.) ile İsa'nın (a.s.) daveti karşısında durumlarını ve bu iki peygamberin Allah yolunda çektikleri eziyetleri anlatır. Bu, Mekke kâfirlerinin eziyetlerine maruz kaldığı yer­lerde, Rasulullah (s.a.v) için bir tesellidir: "Bir zaman Musa kavmine, "Ey kavmim! Niçin bana eziyet ediyorsunuz?" demişti.

Yine bu sûre, Allah'ın, dinine, peygamberlerine ve dostlarına yardımı hususundaki kanununu anlatır. Müşrikleri, Allah'ın dinine karşı savaşa az­metmeleri hususunda, hakir ağzıyle güneşin nurunu söndürmek isteyen kim­seye benzetir: "Onlar, ağızlarıyle Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa, kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır."

Sûre mü'minleri kârlı bir ticarete çağırır ve onları mal ve canlarıyla Allah yolunda cihada teşvik eder ki, dünyada hemen zaferle birlikte ebedî ve büyük mutluluğu elde etsinler. Sûre, mü'minlere teşvik üslubuyla hitap etmiştir: "Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Rasulüne inanır ve Allah yolunda cihâd edersi­niz..."

Sûre mü'minleri Allah'ın dinine yardıma davet ederek sona erer. Bu davete İcabet, isa'nın (a.s.) Havarilerini Allah'ın dinine çağırıp'onların da bu çağrıyı kabul ederek hakka ve peygambere yardım ettikleri zaman ki hareketlerine benzer: "Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nite­kim Meryem oğlu Isa Havarilere, "Allah'a giden yolda benim yardımcıla­rım kimdir?" demişti. Havariler de, "Allah'ın yardımcıları biziz" demişlerdi." İşte böylece, en güzel ve sağlam bir ifadeyle, sûrenin başı ile sonu bir­birine uygun düşmüştür. [1]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O, üstündür, hikmet sahibidir.

2. Ey îman edenler!  Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?

3. Yapmayacağınızı  söylemeniz,  Allah  yanında şiddetli bîr buğza sebep olur.

4. Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları sever.

5. Bir zaman Musa kavmine: "Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz hal­de niçin beni incitiyorsunuz?"  demişti.  Onlar yoldan sapınca, Allah da kalblerini saptırmıştı, Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.

6. Hatırla ki Meryem oğlu îsâ: "Ey İsrâiloğullariî Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı tasdik eden ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim." demişti. Fa­kat o, kendilerine açık deliller getirince "Bu apaçık bir büyüdür" dediler.

7. İslâm'a çağırılırken, Allah'a karşı yalan uydu­randan daha zâlim kimdir? Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.

8. Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nuru­nu tamamlayacaktır.

9. Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak  için  Peygamberini  hidâyet ve  hak ile gönderen O'dur.

 

Kelimelerin İzahı

 

Tesbîh etti. Yüce Allah'ı, layık olmadığı noksan sıfat­lardan uzak tutup yüceltmektir.

Azız; galip, mağlûp edilemeyen.

Hakim, her şeyi yerli yerine koyan ve hikmetin gerektirdiği­ni yapandır.

Makt, hıığz demektir. Zemahşerî şöyle der: Makt, buğzun en aşırısı ve en ileri derecede olanıdır.[2]

Marsûs, "Birbirine tutunup yapışan "manasınadır. Ferrâ der ki: Bir kimse, binanın parçalarının arasını birbirine yaklaştırıp bir tek parça olacak şekilde birleştirdiğinde der.[3]

Haktan ve doğru yoldan saptılar.

Beyyinât, apaçık mucizeler. [4]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayete göre nıüslümanlar şöyle dediler: "Allah'ın en sevdiği ameli bilseydik, mutlaka mal ve canlarımızı o uğurda harcardık. Allah cihâdı farz kılınca da, bazıları bundan hoşlanmadı. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmaya­cağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur." mealindeki âyeti indirdi.[5]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Göklerde ve yerde bulunan melek, in­san, bitki ve cansız varlıkların tümü Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutup Onu lakdis eder ve yüceltir. "Hiçbir şey yoktur ki, onu övgü ile teşbih etme­sin. Şu var ki, siz onların teşbihini anlamazsınız"[6] Fahreddin Râzî şöyle der: Göklerde ve yerlerde ne varsa hepsi O'nun ilahlığına, birliğine ve övülen diğer sıfatlarına şahitlik eder.[7] O, mülkünde galiptir. Yaptığında hikmet sahibidir. O, hikmetin gerektirdiğinden başkasını yap­mayandır. [8]

 

2. Ey, Allah ve Rasûlüne inananlar! Yapmayacağınız halde, niçin dillerinizle bir şeyi söylüyorsunuz?! Yapma­yacağınız bir hayrı ve iyiliği, niçin "yaparız" diyorsunuz? Bu, ret ve kınama bil­diren bir sorudur. îbn Kesîr şöyle der: Bu, yerine getiremeyeceği bir vaadde bu­lunan veya yapmayacağı bir sözü söyleyen kimseyi kınamaktır. Buhârî ve Müslim'de şöyle buyrulmuştur: Münafığın alâmeti üçtür. Söz verdiğinde, sözünde durmaz, konuştuğunda yalan söyler, kendisine güvenildiğinde hainlik eder. Sonra Yüce Allah onlara yaptığı kınamayı şu sözüyle pekiştirdi. [9]

 

3. Yaptığınız bu işin buğzu Allah katında büyük oldu. Bir şey söyleyip sonra yapmamanız ve bir şeyi va'dedip ye­rine getirmemenizden dolayı böyle oldu. İbn Abbâs şöyle der: Bir grup mü'min, cihâd farz kılınmadan önce şöyle diyordu: İstiyoruz ki Yüce Allah, en sevdiği ameli bize göstersin de onu yapalım. Bunun üzerine Yüce Allah Peygamberine (s.a.v.), en sevdiği amelin, kesin bir şekilde Allah'a iman et­mek ve imanı kabul etmeyip onu ikrar etmeyen asilerle cihâd etmek oldu­ğunu haber verdi. Cihâd âyeti inince, mü'minlerden bir grup bundan hoşlan­madı ve cihâd emri onlara zor geldi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.[10] Bir görüşe göre, yapmayacağı işi söylemekten maksat, kişinin, kardeşine iyiliği emredip kendisinin yapmaması ve onu kötülükten nehyedip kendisi­nin bundan vazgeçmemesidir. Nitekim âyet-i kerîmede meâlen, "İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?'[11]    buyrulmuştur.

Bundan sonra Yüce Allah, Allah yolunda cihâdın faziletini haber ver­mek üzere şöyle buyurdu: [12]

 

4. Yüce Allah, savaş anında kendilerini bir saf haline getiren ve düşmanla karşılaşıldığında yerlerinde sebat eden mücâhitleri sever. Birbirlerine yapışıp tutunmaları ve savaşta sebat etmeleri hususunda onlar, bir kısmı bir kısmına kenetlenmiş, ve sağlam bir şekilde yapıştırılmış ve neticede tek bir şey haline gelmiş bir bina gibidir-ler, Kurtubî şöyle der: Yani Yüce Allah, Allah yolunda cihâdda sebat eden ve bina gibi, yerinden ayrılmayan kimseyi sever. Bu, mü'minlerin, düşmanlarla savaşırken nasıl olacaklarına dâir Allah'tan onlara bir tâlimdir.[13]

Yüce Allah cihâd emrini anlattıktan sonra, Musa (a.s.) ile isa'nın (a.s.) tevhidi emrettiğini ve Allah yolunda cihâd edip bu yüzden eziyet gör­düklerini açıklamak üzere şöyle buyurdu: [14]

 

5. Ey Muhammedi Kavmine Allah'ın kulu ve kelimi (kendisiyle konuştuğu) Musa b. İmrân kıssasını anlat. Hani o, kavmi İsrailoğu!lanna, "Bana eziyet veren şeyi niçin yapıyorsunuz.[15] Oysa siz, gördüğünüz apaçık mucizeler sayesinde ke­sin olarak biliyorsunuz ki, ben Allah'ın size gönderdiği elçisiyim. Size ge­tirdiğim peygamberlik hususunda doğru olduğumu da biliyorsunuz." demiş­ti. Bu âyette, Rasulullah (s.a.v) için, Mekke kâfirlerinden gördüğü eziyetler hususunda bir tesellidir. Onlar haktan meyledince, Allah da onların kalplerini hidâyetten uzaklaştırdı. Kuşkusuz Allah, itaatından çıkmış kimseleri doğru yola ve hayra muvaffak etmez. Râzî şöyle der: Burada, peygamberlere yapılan eziyetin, yapanları küfre götürecek ve kalplerin   hidâyetten kaymasına sebep olacak kadar bü­yük olduğuna dikkat çekilmektedir.[16]

Bundan sonra Yüce Allah, îsa (a.s.)'nın kıssasını anlattı: [17]

 

6. Ey Muhammedi Kav­mine şu kıssayı da anlat: Hani îsa İsrailoğullarma,  "Ben, Tevrat'ta an­latılan vasıflarla size gönderilmiş, Allah'ın peygamberiyim. Kurtubî şöyle der: Hz. Isa (a.s.), Musa (a.s)'nın dediği gibi "Ey kavmim!" demedi. Çünkü, onun onlarla bir soy bağı yoktu ki, onlar îsa'mn kavmi olsunlar.[18] Çünkü, on­ların içersinde îsa'mn (a.s.) herhangi bir babası olmadı. Ben, Tevrat'ın hükümlerini ve Allah'ın bütün kitap ve peygamberlerini tasdik ve itiraf edici bir peygamberim. Tevrat'a aykırı size herhangi bir şey getinnedim ki, benden nefret edesiniz. Benden sonra gelecek olan Ahmed isimli bir peygamberin gönderileceğini size müjdelemek üzere geldim. Alûsî şöyle der: Bu isim, Peygamberimiz Muhammed (a.s.)'in özel ismidir. Nitekim şâir Hassan şöyle der:

Başta Allah, olmak üzere, O'nun arşını saranlar, ve iyi temiz kişiler, o mübarek Ahmed'e salât getirirler.'[19]

Hadiste şöyle buyrulmuştur: Benim beş ismim vardır. Ben Muham-med'im, ben Ahmed'im, ben Haşir (toplayıcı)'im, insanlar benim ayakları­mın önünde toplanacaktır. Ben Mâhî (yok edici, silen)'yim Allah benimle küfrü yok eder. Ben Âkîb'im.[20] Akib, kendisinden sonra peygamber gelme­yecek kimsedir. Rivayet edildiğine göre Sahabe, (r. anhum) "Ey Allah'ın Rasulü! Bize kendinden haber ver" dedi. Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: Ben, babam İbrahim'in duası ve isa'nın müjdesiyim. Annem bana hamile kaldı­ğında, sanki kendisinden bir nur çıkıp Suriye saraylarının bu nurla aydınlan­dığını gördü,[21] îsa onlara, apaçık mucizeler getirdiğinde, ki bunlar ölüleri diriltme, anadan doğma körlerle alaca hastalarını iyileştirme ve benzeri, onun peygamberlik iddiasında doğruluğunu gösteren mucizeler­dir,[22] îsa (a.s.) hakkında, "Bu, bize apaçık sihri getiren bir si­hirbazdır" dediler. Onlar "Sihir" sözleriyle, îsa (a.s.)'nm eliyle meydana ge­len mucizelere işaret etmişlerdir. Tefsirciler şöyle der: Her peygamber, kavmine, Peygamberimizin (s.a.v.) geleceğini müjdelemiştir. Yüce Allah bu âyette, sadece îsa (a.s.)'nın müjdelediğini bildirdi. Çünkü o, Peygamberi­mizden (s.a.v.) Önceki son peygamberdir. Yüce Allah, Peygamberimizin (s.a.v.) geleceğine dair müjdenin, ardarda bütün peygamberleri kapsadığını, son olarak da İsrailoğullarının son peygamberi olan îsa (a.s.) tarafından 'müjdelendiğini açıklamıştır. [23]

 

7. Bu, olumsuzluk ifade eden bir sorudur. Yani, Rabbi kendisini, Peygamberinin diliyle İslama ça­ğırdığında çağrıya icabet edeceği yerde Rabbinin peygamberine "sihirbaz", indirilmiş mucizelerine de "sihir" demek suretiyle Allah'a iftira edenden daha zalim hiç kimse yoktur. Allah, kâfir ve zalim olanları hidayete ve kurtuluşa erdirmez, ona doğru yolu göstermez. [24]

 

8. Müşrikler Allah'ın dinini ve nurlu şeriatım ağızlarıyla söndürmek isterler. Fahreddin Râzî şöyle der: "Allah'ın nurunu söndürmek" ifadesi, Kur'ân'a "sihir" demek suretiyle İslam'ın bâtıl olduğunu anlatmak istemelerinden dolayı onlarla alaydır. Onların durumu, güneşin nurunu  söndürmek için ona ağzıyla üfleyen kimseye benzetil­miştir.[25] Burada onlarla alay edilmiş ve eğlenceye alınmışlardır, Halbuki Allah, dinini her tarafta yayarak ve bütün dinlere üstün kılarak ga­lip getirecektir. Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur: Yüce Allah benim için yeryüzünü dürdü de, ben onun doğularını ve batılarını gördüm. Ümme­timin mülkü, kuşkusuz, yeryüzünden benim için dürülen yere kadar ulaşa­caktır..."[26] Yani bu din, dünyanın doğularında ve batılarında yayılacaktır. Suçlu kâfirler,bunu istemese de, bu mutlaka olacaktır. Kâfir-ler'in gururlanıp istememelerine rağmen Yüce Allah bu dinin şanını yücel­tecektir. Şeyhzâde şöyle der: Şirke ve sapıklığa daldıkları için Mekke kâ­firleri bu hak dinden hoşlanmıyorlardı. Dolayısıyle onların bu durumuna uy­gun olan, hoşlanmadıkları hakkı üstün kılarak onları zelil etmektir. Dini üs­tün kılmaktan maksat, dünyada bu dini kabul etmeyen kimse kalmayacak demek değildir. Aksine bundan maksat, bu dinin mensuplarının kıyamete kadar delil, kılıç ve dille diğer din mensuplarına üstün ve galip olmaları demektir.[27]

 

9. Yüce Allah, kudret ve hikmetiyle, elçisi Muhammed (s.a.v)'i apaçık Kur'ân ve nurlu dinle gönderendir. İslâmı yahudilik, hristiyanhk ve İslama muhalif olan diğer din­lere üstün kılmak için böyle yaptı, Allah'ın düşmanları ve O'na başkasını ortak koşanlar hoşlanmasa da bunu yapmıştır. Ebussuûd şöy­le der: Yüce Allah İslam dinini üstün kılmak suretiyle sözünü yerine getir­miştir. Şöyle ki: İslamın karşısında ezilip mağlup olmayan hiçbir din kal-' mamıştır.[28]

 

10. Ey îman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtara­cak ticâreti size göstereyim mi?

11. Allah'a ve Resulüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.

12. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağış­lar sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.

13. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele.

14. Ey îman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu îsâ havarilere  "Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir?" demişti. Havari­leri de "Allah (yolunun) yardımcıları biziz"  demişler­di. İsrâîloğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr  etmişti.  Nihayet biz  inananları,  düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde müşriklerin, Allah'ın nurunu söndürmek istediklerini açıkladıktan sonra burada, mü'minlere din düşmanlarına karşı cihâd etmelerini emretti, onları mallarını ve canlarını Allah yolunda feda etmeye ve cihâd etmeye çağırdı ve, dünya ve âhiret mutluluğunu isteyenler için bunun kazançlı bir ticaret olduğunu açıkladı. [29]

 

Kelimelerin İzahı

 

Sizi kurtarır..

Havâriyyûn, İsa (a.s.)'nın peşinden giden saf ve has mü'mİn-Ier. Bunlar, İsa'ya (a.s.) yardım edenlerdir.

Kuvvetlendirdik, destekledik.

Zahirîn, hüccet ve delille üstün gelenler, demektir. [30]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayet edildiğine göre bazı Sahâbîler (r. anhum) şöyle dediler: "Ey Allah'ın peygamberi! Allah katında ticaretlerin hangisinin daha sevimli ol­duğunu bilip o ticareti yapmak istiyoruz. Bunun üzerine şu âyet indi: Ey iman edenler! Sizi elem verici azaptan kurtaracak bir ticareti size göstere­yim mi?...[31]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

10. Ey, Allah ve Rasûlünü tasdik eden ve Rablerine hakkıyle iman eden siz mü'minler! Sizi elem verici şiddetli bir azaptan kurtaracak kazançlı ve şanı yüce bir ticare­ti size göstereyim mi? Bu soru, teşvîk için sorulmuştur.

Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurarak bu ticareti açıkladı: [32]

 

11. Allah ve Rasû-lüne, şüphe ve münafıklık karışmamış doğru bir imanla inanırsınız. Allah'ın dinini yüceltmek için mal ve canla din düşmanlarıyla cihâd edersiniz. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, iman ve Allah yolunda cihâdı, ticarete ben­zetmek suretiyle bunları ticaret saydı. Çünkü ticaret, kazanç arzusuyla bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesinden ibarettir. İnanan, malı ve cam ile cihâd eden kimse, Rabbi katındaki büyük sevabı elde etmek ve elem verici azaptan kurtulmak için elinde bulunanı harcamış ve yapabileceğini yap­mıştır. Yüce Allah bu sevabı ve azaptan kurtuluşu ticarete benzetmiştir. Zira o meâlen şöyle buyurmuştur: Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını, onlara verilecek cennet karşılığında satın almıştır'[33]  Fahreddin Râzî şöyle der: Cihâd üç türlü olur: 1. Kişinin, kendisiyle nefsi arasında olan cihâd. Bu, nefsi ezmek ve onu zevk ve şehevî arzulardan alıkoymaktır. 2. Kişinin, kendisiyle insanlar arasındaki cihâddır. Bu da, onlardan bir şey tama etmemek ve şefkat gösterip onlara merhametli davranmaktır. 3. Allah'ın dinine yardım etmek için mal ve canla, Allah düşmanlarına karşı cihâd etmektir.[34] Eğer bilginiz ve anlayışınız var­sa, size emretmiş olduğum Allah yolunda cihâd, sizin için bu hayattaki her şeyden daha iyidir. [35]

 

12. Bu bölüm, "Allah'a ve Rasûlüne inanırsınız" mealin­deki haber cümlesinin cevabıdır. Çünkü bu haber cümlesi emir manasına­dır. Yani, "Allah'a iman ve O'nun yolunda cihâd edin. Bunu yaparsanız, Allah sizin günahlarınızı bağışlar yanı onları örter ve lütfuyla üzerinizden siler. Sizi, köşkleri­nin altından cennet nehirleri akan bağlara ve bahçelere sokar ve sizi de­vamlı kalınacak cennetlerde yüksek kokşlere yerleştirir. İşte anlatılan bu mükâfat, öyle büyük bir kazançtır ki, artık ondan Öte kazanç yoktur.  Öyle devamlı büyük bir mutluluktur ki, ondan öte bir mutluluk yoktur. [36]

 

13. Allah size seveceğiniz başka bir iyilik daha verecektir ki, o da, düşmanlarınıza karşı size yardım etmesi ve size Mekke'nin fethini nasip etmesidir. İbn Abbas, "Yüce Allah'ın bundan maksadı, İran ve Bizans'ın fethidir" der. Ey Muhammedi Mü'min­lere bu apaçık lütfü müjdele. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah onlara âhirette lütfedeceği sevabı anlattıktan sonra, bu dünyada sevinç verecek şeyi de anlattı. Ki o da, onlara nasip ettiği ülkelerin fethidir.[37]  İşte bunlar, âhiret nimetleri ile birleşen dünya nimetleridir. [38]

 

14. Ey iman edenler! Allah'ın dinine yar­dım edin, O'nun nurlu alâmetini yükseltin. Nitekim, Meryem oğlu İsa, yardımcılarına, "Allah'ın davetini tebliğ ve dinine yardım etmek için bana kim yardım edecek?" dediğinde, Havariler Allah'ın dinine yardım etmişlerdi. İsa'ya uyanlar, ki bunlar ona çok yakın samimi mü'minler olup davetini kabul ederlerdir, "Allah'ın dininin yardımcıları biziz" dediler. Beyzâvî şöyle der: Havariler, onun seçkin arkadaşları ve ona ilk inananlardır. Havari kelimesi, beyazlık mânâsına gelen "haver" kökünden türemiştir. Bunlar oniki kişi idi. Râzî şöyle der: Bu âyetteki teşbih, mânâya hamledilmiştir. Yani, Havariler Allah'ın yardımcıları oldukları gibi, sîz de Allah'ın yardımcıları olun.[39]

İsrailoğulları iki kısma ayrıldı. Biri, İsa'ya (a.s.) iman edip onu tasdik eden grup, diğeri de, onun peygamberliğini ya­lanlayıp inkâr eden gruptur. Nihayet kâfir düşmanlarına karşı biz mü'minleri destekledik de delil ve hüccetlerle sonunda onlara galip geldiler. İbn Kesîr şöyle der: Meryem oğlu İsa (aleyhi-mâ's-selâm), Rabbinin kendisine verdiği peygamberlik görevini tebliğ edin­ce, İsrail oğullarından bir grup onun getirdikleri sayesinde doğru yolu buldu. Bir grup da sapıklığa düşüp onun peygamberliğini inkâr etti. Onu ve annesi­ni büyük belâlara soktular. Bunlar Yahudilerdir. Allah'ın laneti üzerlerine olsun. Ona uyanlardan bir grup da, onun hakkında çok ileri gitti ve sonunda onu, Allah'ın (c.c.) lütfettiği peygamberlik derecesinden daha yükseklere çıkardılar ve bu hususta birçok fırka ve gruplara ayrıldılar. Bazıları, İsa'nın (a.s.), Allah'ın oğlu olduğunu iddia etti. Bazıları da onun "Baba, Rûhu'1-kuds ve Oğul" üçlüsünün üçüncüsü olduğunu iddia etti. Bazıları ise, onun Allah olduğunu söylediler. Hâşâ, Allah bundan son derece yücedir, Neticede Al­lah mü'minlere, onlara düşmanlık eden hristiyan gruplara karşı yardım et­miştir.[40]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?" âytinde kınama üslûbu vardır. Bu şöyledir: deki nin aslı, soru  sidir. Hafiflik için elifi zikredilmemiş tir. Sorudan maksat, kınamaktır.

2. "Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur" âyetinde yaptıklarının son de­rece çirkin olduğunu anlatmak için, önceki âyette bulunan lafzın tekrarıyla ıtnâb yapılmıştır. arasında da tıbâk vardır.

3. "Sanki onlar, kenetlenmiş bir binadır" âyetinde mürsel mücmel teşbîh vardır. Sağlamlık ve kenetlenme hususunda bir bi­naya benzetilmişlerdir.

4. "Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar âyetinde latif bir istiare vardır. Yüce Allah nurunu, dini ve aydınlık şeriatı için müsteâr olarak kullandı. Ve dini  ibtal etmek isteyen kimseye, istiâre-i temsîliyye yoluyla, hakîr ağzıyla güneşi söndürmek isteyen birine benzetti. Bu, latîf istiarelerdendir.

5. "Size bir ticareti göstereyim mi?" cümlesindeki soru teşvik ve özendirmek içindir.

6. "Bir grup inandı" ile " Bir grup inkâr etti" âyetleri arasında tıbâk vardır.

7. gibi' âyet sonlarında seci' murassa' vardır. Sanki bunlar, bir ipe dizilmiş inci taneleridir. Bu da güzelleştirici edebî sa­natlardandır. [41]

 

Bir Uyarı

 

Musa (a.s.) ile İsa (a.s.), İsrailoğulları peygamberlerinden olduğu için ikisinin kıssası bu sûrede birlikte zikredilmiştir. Bunlar İsrailoğullarının en büyük peygamberlerinden ve Allah'ın kendilerini Kur'ân-ı Kerim'inde övüp yücelttiği Ulu'1-azm peygamberlerdendir.

Allah'ın yardımıyle "Saff Sûresi"nin tefsiri bitti. [42]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/415-416.

[2] Keşşaf, 4/314

[3] Tefsîr-i Kebîr, 29/311

[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/418.

[5] Ebussuûd, 5/159

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/419.

[6] İsrâ sûresi, 17/44

[7] Tefsîr-i kebîr, 29/310

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/419.

[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/419.

[10] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/492. Bu görüş, Taberî'nin tercihidir.

[11] Bakara sûresi 2/44

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/419-420.

[13] Kurtubî,

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/420.

[15] Kurtubi şöyle der: Musa (a.s.)’ya yaptıkları eziyet, haya’sının şişkin olduğuna dair attıkları iftiradır. Eziyetlerden biri de, ona suç atan bir kadın tuzağı kurmalarıdır. Bir diğeri ise, "Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi sende bizim için bir tanrı yap (A’raf suresi 7/138), "Sen ve Rabbin gidin, savaşın (Maide suresi, 5/24) demeleridir.

[16] Tefsir-i Kebir, 29/313

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/420.

[18] Kurtubî, 18/83

[19] Âlûsî, 28/86

[20] Buhârî, Menakip 17, Tefsir 61/1; Tirmizî, Edeb 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned 4/80-81

[21] Sîret-i İbn İshâk. İbn Kesîr, "Bunun isnadı iyidir" der.

[22] Şurası açıktır ki, deki zamir, isa'ya (a.s.) râcidir. Çünkü hakkında konuşulan odur. Bazılarına göre ise bu zamir, onlara müjdelenen Ahmed'e râcidir. Birinci görüş, Beyzâvî, Âlûsi ve Ebû Hayyân'm tercihidir. Açık olan da budur.

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/420-421.

[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/421-422.

[25] Tefsîr-i kebîr, 29/314

[26] Müslim, Fiten 52/19: demek, "Allah yeri topladı da Rasulullah (s.a.v) onu gördü" manasınadır.

[27] Beyzâvî Haşiyesi, 3/490

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/422.

[28] Ebussuûd, 5/161

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/422.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/424.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/424.

[31] Kurtubî, 18/87

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/424.

[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/424.

[33] Tevbe sûresi, 9/111

[34] Tefsîr-i kebîr, 29/316

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/424-425.

[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/425.

[37] Bahr, 8/263

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/425.

[39] Tefsîr-i kebîr, 29/319

[40] Muhtasar-ı ibn Kesir, 3/495

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/425-426.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/426-427.

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/427.