SAF SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Surenin Fazileti: 2

Allah Yolunda Tek Saf Halinde Savaşa Davet: 2

Belagat: 3

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi: 3

Açıklaması: 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 4

Musa Ve İsa Peygamber İle İsrailogulları: 5

Belagat: 5

Kelime ve İbareler: 5

Nüzul Sebebi: 5

Ayetler Arası İlişki: 6

Açıklaması: 6

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 7

Kârlı Ticaret: 8

Belagat: 8

Kelime ve İbareler: 8

Nüzul Sebebi: 9

Ayetler Arası İlişki: 9

Açıklaması: 9

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 10

 


SAF SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Sure: "Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak sa­vaşanları sever." ayetinde geçen "saff' kelimesinden dolayı bu ismi almıştır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin önceki sure ile münasebeti şu iki hususta görülür:

1- Önceki sure hem başında, hem aralarda, hem de sonunda kâfirlerle dostluğu nehyetmişti. Bu sure ise düşmanların karşısında ümmetin birlik olmasını ve bir tek saf halinde durmasını emretmektedir.

2- Önceki sure, savaş hali dışında, ister İslâm devleti içinde ister dı­şında olsun, müslümanlarla gayr-i müslimler arasındaki ilişkilere ait hü­kümlerden bahsetmişti. Bu sure ise mevcut düşmanlık sebebiyle cihada teşvik etmekte ve cihadı terkedenleri kınamakta, onları peygamberlerine asi olan İsrailoğullan'na benzetmektedir. Zira onlar önce kendilerini ciha­da çağıran Musa (a.s.)'ya, sonra da mucizeler ve deliller göstererek kendisi­ne ve bilahare geleceğini müjdelediği Muhammed (s.a.) tabi olmalarını is­teyen İsak (a.s.)'ya isyan etmişler, emrine uymamışlardı. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu surenin konusu ve üzerinde durulan en önemli husus, savaş ve düşmanlara karşı cihad, Allah yolunda canını feda etme ve mücahidlerin alacağı büyük sevaplardır. Bütün bunlar Medine'de inmiş olan diğer sure­lerde de görülen şer'i hükümlerdendir.

Sure, Allah Tealâ'yı teşbih ve tenzih ederek, sureyi indirenin azameti­ne dikkat çekerek başlamış, Hakkin nurunun yükselmesi, kelime-i tevhi­din yücelmesi için surede tavsiye edilen İslâm ümmetinin birliğinin muha­faza edilmesinin ve düşmanlarla savaşırken tek bir saf halinde durmasının farz olması gibi hususların önemini beyan etmiş, sonra da sözü ile fiili bir­birini tutmayanları kınamıştır.

Sonra, peygamberleri Musa (a.s.) ve İsa (a.s.)'nm emirlerine karşı ge­len İsrailoğulları'nın yaptığı gibi muhalefet edip isyan etmekten, tefrika çı­karmaktan sakındırmıştır. Zira Musa (a.s.) onlara inkarcılarla savaşmala­rım, İsa (a.s.) kendisinden sonra gelecek Ahmed'e (s.a.) tabi olmalarını emretmişti -ki bu O'nun geleceğinin bir müjdesidir-. Sonra "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar." ayetiyle bunu yapmak isteyenlere müş­rikleri misal olarak göstermiştir.

Bunun peşinden İslâm'ın zaferinin, onun diğer dinlere karşı galip ve üstün geleceğinin müjdesini zikretmiştir.

Sonra hidayet yolunu tarif etmiş, ebedî saadet yolunu ve uhrevî ceza­dan kurtulmanın çaresini açıklamıştır ki bu ancak Allah ve Rasulüne ima­nı ilân edip, malı ile canı ile Allah yolunda cihad etmekle mümkündür. Sonra bu cihadın birer semeresi olan dünyada zafer ile ahirette mücahidle-rin alacağı sevaptan bahsetmiş, havarilerin İsa (a.s.)'ın dinine yardım et­tikleri gibi Allah'ın dinine yardım edilmesini emretmek suretiyle de bunu tekit etmiştir. Surenin sonunda zikredilen Allah'ın dinine yardım etmeye davet emri ile surenin başı ve sonu arasındaki münasebet sağlanmıştır. [3]

 

Surenin Fazileti:

 

Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Abdullah b. Selâm şöyle dedi: Hangimiz gitsin de Rasulullah'a hangi amelin Allah'a daha sevimli olduğu­nu sorsun, diye müzakeresini yaptık. Kimse kalkıp gitmedi. Sonra Rasulul-lah (s.a.) bizi teker teker çağırıp topladı ve bize Saff suresinin tamamını okudu.

Tirmizi'nin yine Abdullah b. Selam'dan rivayet ettiğine göre o şöyle dedi: Ashabdan bir grup insan oturmuştuk. Hangi amelin Allah'a daha se­vimli olduğunu bilsek onu yapardık, diye konuşuyorduk. Bunun üzerine Saff suresi indi ve Rasulullah (s.a.) bize onu okudu. [4]

 

Allah Yolunda Tek Saf Halinde Savaşa Davet:

 

1- Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O üstündür, hikmet sahibidir.

2- Ey iman edenler! Yapmayacağı-

3- Yapmayacağınız şeyi söylemeniz,  Allah yanında şiddetli bir buğza se- bep olur.

4- Allah kendi yolunda kenetlenmiş  bir yapı gibi saf bağlayarak sava-şanları sever.

 

Belagat:

 

"Yapamayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?" sorusu tevbih ve inkâr sorusudur, yani yapılanı ayıplama, kınama ve reddetmeyi ifade eder. Yuka­rıdaki soru cümlesi ile "yapmayacağınız şeyi söylemeniz" cümlesi arasında, yaptıklarının çok çirkin olduğunu göstermek için tekrar eden lafızdan dola­yı itnab vardır.

"kenetlenmiş bir yapı gibi" cümlesi mufassal teşbih-i mürseldir. Vech-i şebeh (benzeme yönü) zikredilmemiştir ki o "metanet ve kaynaşmada" bir yapıya benzemeleridir. [5]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder." cümlesinde "hep-si'ni ifade etmek için Arapçada teşbih edecek canlı varlıkları ifade eden "men" edatı yerine, cansız varlıkları işaret eden "ma" edatının getirilmesi varlıkların çoğunun cansız olmasından dolayıdır.

"O üstündür" mülkünde hükümranlık ve güç sahibi, yaratmasında ve varlıkların işlerini düzenlemede "hikmet sahibidir."

"Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?" Burada maksat, müslümanlar Uhud savaşında yenilmelerine rağmen bazılarının abartılı ifadelerle cihad istemelerini, yaparız ederiz demelerini kınamaktır.

"Yapamayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza" ve öfkeye "sebep olur."

"Allah Tealâ kendi yolunda" tuğlaları "kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever", onlara ikram eder, yardımda bulunur. [6]

 

Nüzul Sebebi:

 

Daha önce de geçtiği gibi sahih olduğunu söyleyen Tirmizi ile Hakim ve Darimi'nin rivayetlerine göre Abdullah b. Selâm şöyle dedi: Rasulul-lah'ın ashabından bir grup oturmuş müzakere ediyorduk ve aramızda amellerden hangisinin Allah'a daha sevimli geldiğini bilsek onu yaparız, diyorduk. Bunun üzerine bu sure nazil oldu. Hemen Rasulullah (s.a.) bizi çağırıp onu bize okudu.

İbni Cerir'in naklettiği benzer bir rivayette İbni Abbas şöyle diyor: Ci-had farz kılınmadan evvel idi. Müminlerden bir grup insan aralarında "Al­lah hangi amelin kendisine daha sevimli olduğunu bize bildirse de onu yapsak." diye konuşuyorlardı. Hemen Allah Tealâ peygamberine şunu bil­dirdi: Allah'ın en sevdiği amel şüphesiz Allah'a iman, Allah'a imanı redde­den asilere karşı cihad ve peygamberinin peygamberliğini ikrar etmektir. Cihad emri gelince de müminlerden bazılarının hoşuna gitmedi ve tatbiki zor geldi. Bunun üzerine: "Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz." ayeti nazil oldu.[7]

Abdullah b. Revaha'nın şu sözü de bunu teyid etmektedir: "Allah'ın en çok sevdiği ameli bilseydik onu yapardık dediler, cihad emri nazil olunca da bu hoşlarına gitmedi." [8]

 

Açıklaması:

 

"Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O üstündür, hikmet sahibidir." Yani akıl sahibi olsun veya olmasın, göklerde ve yerdeki varlık­ların hepsi Allah'ı teşbih eder, Onun azametini, kudretini, vahdaniyetini ve bütün kemal sıfatlarını kabul eder. O kuvvetlidir, galiptir ve mağlup edilmesi mümkün olmayacak şekilde kullarının üzerinde hakimdir, işlerin­de ve sözlerinde, yarattıklarını idare etmede ve onları irşad edip işlerini yönlendirmede hikmet sahibidir.

Sonra Allah Tealâ ahlakî ve amelî faziletleri tavsiye ederek şöyle bu­yurdu:

"Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?" Yani Al­lah'a ve peygamberine iman edenler, niçin söylediğinizin aksini yapıyorsu­nuz? Bu, söz verip de sözünde durmayanlara karşı bir cevaptır. İbni Kesir şöyle dedi: Selef alimlerinden, vaad edilen şey ister kişinin lehine ister aleyhine olsun yerine getirilmesinin vacip olduğunu söyleyenler, bu ayeti delil getirmişlerdir. Ayrıca Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği şu hadisi de hüccet almışlardır: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Münafığın alâmeti üç­tür: Söz verdiği zaman sözünden döner, konuştuğu zaman yalan söyler, emanete hıyanet eder." Bir başka sahih hadiste şöyle buyurur: "Şu dört şey kimde bulunursa halis bir münafık olur. Bunlardan bir tanesi bulunursa onu terkedinceye kadar o kişide münafıklık özelliklerinden biri vardır." Rasulullah sözünden dönmeyi de bunların arasında zikretti.

İmam Malik'e göre vaadedip söz veren kişi vaadettiği şahsı bir sıkıntı­ya düşürecekse, mesela "Evlen, sana her gün şu kadar para vereceğim." de­se, o da buna güvenerek evlense bu vaadinde durması vaciptir, çünkü buna bir insan hakkı taalluk etmiştir.

Cumhura göre vaadine vefa göstermek her ne kadar manevî ve insanî açıdan vacip olsa da kazaen (mahkeme nazarında bir hak ifade etmesi açı­sından) vacip olmaz. Yine bu ulema bu ayeti de şöyle anladılar: Bu ayet ba­zılarının üzerine cihadın farz olmasını temenni etmeleri ve farz olunca da bir kısmının bu vaadden dönmeleri üzerine nazil olmuştu. Dolayısıyla bu­rada vaadinde durmanın vücubuna dair bir delâlet yoktur. Şu ayet-i keri­meler de bunun benzeridir: "Kendilerine "Ellerinizi (savaştan) çekin, nama­zı dosdoğru kılın, zekâtı verin." denilen kimselere bakmaz mısın? Şimdi on­ların üzerine muharabe farz kılınınca içlerinden bir zümre, insanlardan Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku ile korkuyorlar. Onlar "Ey Rabbimiz! Üzerimize şu muharebeyi niçin farz kıldın1? Bizi yakın bir zamana kadar geciktirmeli değil miydin." dediler. De ki: "Dünyanın fayda­sı pek azdır, ahiret ise sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Siz hurma çe­kirdeğinin ince ipliği kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."

"Nerede olursanız olun, isterse tahkim edilmiş yüksek kalelerde bulu­nun ölüm size yetişir." (Nisa, Alil-İS).

"İman etmiş olanlar "Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsay­dı" derler. Hükmü açık bir sure indirilip onda savaş zikredilince de kalple­rinde bir maraz olanların sana, ölümden dolayı bayılmış kişinin bakışı gibi baktıklarını görürsün." (Muhammed, 47/20).

Sonra Yüce Allah sözü ile fiili birbirini tutmayanları zemm ederek şöyle buyurdu:

"Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza se­bep olur." Yani söylediğiniz sözü bırakıp başkasını yapmanız büyük bir. gü­nahtır. Zira sözden dönme, enaniyeti sevmenin, başkalarının çıkarını, onu­runu ve vaktini hiçe saymanın, fertler ve cemaatler arası güveni ihlal et­menin bir göstergesidir. Sözden dönme dönen için ne kadar kötü ve çirkin­dir. İşte bu yüzden bütün insanlar nazarında kötü olduğu ve nefretle karşı­landığı gibi Allah nezdinde de şiddetle buğz edilen ve cezalandırılan bir ha­reket sayılmıştır.

Savaşı terkedip kaçanları kötüleyip kınamasına mukabil Allah cihada koşanları methederek şöyle buyurdu:

"Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever." Yani Allah savaşanlardan razı olur, bir saf halinde, arada boşluk kalmaksızın birbirine kenetlenmiş muhkem bir yapı gibi, yerlerin­den oynatılamayan sıralanmış kütleler halinde Allah yolunda savaşanlara sonsuz sevaplar verir.

Bu ayet-i kerimede şu hususlara işaret edilmektedir: Düşmanlarıyla savaşırken müminlerin nasıl bir ve bütün halinde duracakları, değişik bir üslûp ile cihada teşvik, müminlerin kuvveti ve Allah'ın emrini yerine getir­me konusunda asla gecikmeksizin titizlik göstermeleri, savaş meselesinin ciddiyet, dikkat ve itina, birlik ve kararlılık içinde ve dayanışma halinde uygulanması lazım geldiği, gevşeklik göstermeden büyük bir gayret ve azimle sürdürülüp, düşmanın ölümden asla korkmayan kararlı kalplerle karşılanması gerektiği... İşte kuvvetli ümmetler şerefini böyle korur, hey­bet ve haysiyetini böyle pekiştirir, başkalarının saygısını böyle kazanır. [9]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara işaret eder:

1- Göklerde ve yerde her şeyin Allah'ı teşbih, tenzih ve temcid etmesi (yüceltmesi), O'nun Rab olduğuna, vahdaniyetine, azametine, kudretine ve bütün kemâl sıfatlarıyla muttasıf olduğuna delildir.

2- "Yapmayacaklarınızı niçin söylüyorsunuz?" ayeti, içinde ibadet ve taat bulunan bir işi yapmayı taahhüt eden herkesin üzerine buna vefa gös­termeyi vacip kılmaktadır. Zira kim kendi iradesiyle bir şeyi taahhüt eder­se seran da onu yapması lâzım gelir.

Bunler iki kısımdır:

a) Nezir=adak: Bu da iki çeşittir. Birincisi: "Allah için şu kadar oruç veya namaz veya sadaka üzerime farz olsun." gibi herhangi bir şarta bağlı olmayan ibadet nezirleri. Bunun mutlaka yerine getirilmesi lâzım geldiğin­de icma vardır. Diğeri de mesela "Gurbetteki filanım gelirse" veya "Allah beni şu işin şerrinden kurtarırsa üzerime şu kadar sadaka vacip olsun." gi­bi bir şarta bağlı olan nezirler. Alimlerin çoğunluğuna göre bunun da yeri­ne getirilmesi lâzımdır. Bazılarına göre de lâzım gelmez. Ayet-i kerime ço­ğunluğun görüşüne delildir. Çünkü ayet mutlak ifadesiyle ne şekilde olur­sa olsun yapmayacağı şeyi söyleyen herkesi zemmetmektedir. İmam Şa­fii'ye göre "Filanla konuşursam Allah için oruç tutmak üzerime farz olsun" gibi ibadet ve nezir kastedilmeyen öfke ve husumet ifade eden nezirlerin yerine getirilmesi vacip değildir.

b) Vaad=söz verme: "Evlenirsen sana bir dinar yardım ederim." veya "bir şey satın alırsan sana şu kadar para veririm." gibi vaatler bir sebebe bağlı ise fakihler bunun yerine getirilmesi lâzım geldiğinde ittifak etmiş­lerdir. Mücerred bir vaatten ibaret ise yukarıda geçen ayetin nüzul sebebine bakılarak yine de yerine getirilmesi lâzım gelir denilmiştir. Lâzım gel­mez diyenler de vardır. İbnü'l-Arabi ve Kurtubi: "Bana göre sahih olan gö­rüş bir mazeret hali hariç her halükârda vaadin yerine getirilmesi vacip­tir"[10] demişlerdir.

3- Vaadde=sözden dönme seran kötü, günah ve cezayı celbeden bir ha­rekettir.

4- Allah Tealâ kendi yolunda bir saf halinde, yani birbirine kenetlen­miş şekilde savaşanlardan razı olur. Bu, Allah yolunda cihad ederken sebat etmenin, bir bina gibi yerinden kımıldamamanın vacip olduğuna delâlet eder.

Buradaki saf halinde olmaktan her zaman düşman karşısında tek saf halinde sıralanmanın gerektiği anlaşılmamalı. Elbetteki duruma ve şartla­ra göre düşmanla ne şekilde çarpışılması gerekiyorsa öyle çarpışılmalı. Saftan maksat birbirinize kenetlenmiş ve sebatlı bir şekilde çarpışmaktır. [11]

 

Musa Ve İsa Peygamber İle İsrailogulları:

 

5- Hani Musa kavmine: "Ey kavmim! Benim size hakikaten Allah'ın pey­gamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eza veriyorsunuz." de­mişti. İşte onlar sapıp eğrildikleri zaman Allah da onların kalplerini döndürdü. Allah fasıklar güruhuna hidayet etmez.

6- Meryem oğlu İsa da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici, benden sonra gelecek bir peygamberi de -ki adı Ahmed'tir- müjdeleyici olarak (geldim). Fakat o kendilerine açık açık burhanlar ge­tirince "Bu apaçık bir büyüdür." de­diler. Allah zalim kavme hidayet vermez.

7- Kendisi İslâm'a davet edilip du­rurken, Allah'a karşı yalan uyduran­dan daha zalim kimdir? Allah zalim­ler güruhunu muvaffak kılmaz.

8- Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- ken­di nurunu tamamlayıcıdır.

9- O, peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. Çünkü O -müş­rikler hoşlanmasa da- bunu diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır.

 

Belagat:

 

"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar." cümle­sinde istiare vardır. Lini ortadan kaldırmaya çalışan, ağzıyla güneşi sön­dürmek isteyene benzetilmiş, "Allah'ın nuru", "Allah'ın dini" manasına kul­lanılmıştır. [12]

 

Kelime ve İbareler:

 

Hz. Peygamber (s.a.)'in emrine uymayan ve cihadı terkedenleri yermek ve bunların da Musa peygambere aykırı davrananlara benzediğini hatırlat­mak için Allah Tealâ şöyle buyurdu: "Hani Musa kavmine: "Ey kavmim! Be­nim size" gösterdiğim mucizelerden sonra "hakikaten Allah'ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde" emrime uymayıp, cihadı terkederek isyan et­mek suretiyle "niçin bana eza veriyorsunuz?" demişti. Musa (a.s.)'yı üzen şeylerden biri de kavminin ona fıtık olmuş, husyeleri şişmiş diye iftira at­malarıdır. "Bildiğiniz halde" ifadesinde İsrailoğullannın son derece cahil bir toplum olduğuna işaret vardır. Çünkü Allah'ın elçisine saygı göstermek ye­rine rahatsız ederek yapılması gerekenin tam tersini yaptılar. "İşte onlar" Musa'ya eza ederek, getirdiği hak ve hidayet yolundan çıkarak "sapıp eğril-dikleri zaman Allah da onların kalplerini döndürdü" hak ve hidayeti kabul­den çevirdi. "Allah Tealâ fasıklar güruhuna hidayet etmez" itaatten çıkan inkarcıları, hakkı veya cenneti tanıma konusunda başarılı kılmaz.

Ya Muhammed yine hatırla! Hani "Meryemoğlu îsa da bir zaman (şöy­le) demişti: "Ey İsrailoğulları! Ben size" gönderilmiş "Allah'ın peygamberi­yim. Benden önceki Tevrat'ı" ve Zebur'u "tasdik edici, benden sonra gelecek bir peygamberi de -ki adı Ahmed'dir- müjdeleyici olarak (geldim)." Pey­gamberimizin isimlerinden biri de Rabbini en çok öven anlamına gelen Ah­med'dir. "Fakat o kendilerine açık açık burhanlar" deliller, alâmetler ve mucizeler "getirince" bu "apaçık bir büyüdür" dediler. Allah zalim" kâfir "kavme hidayet vermez" onları kurtuluşa yönlendirmez.

"Onlar" sihirdir, şiirdir, kehanettir diyerek "ağızlarıyla Allah'ın nuru­nu" yani dinini veya kitabını ve Rasulullah'ın getirdiği hakkı "söndürmeye yelteniyorlar." bunu istiyorlar. "Halbuki Allah, kâfirler" bu davetin her ta­rafta yayılmasından "hoşlanmasalar da kendi nurunu tamamlayıcıdır" di­nini galip getirip her yere yayacaktır.

"O, peygamberini hidayet" (Kur'an veya mucizeler) ve hak din ile gön­derendir. Çünkü o, içinde yalnız Allah'ın birliğine ve şirki yok etmeye yöne­lik davet olduğu için "müşrikler hoşlanmasa da bunu diğer bütün dinler­den üstün kılacaktır." [13]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar." ayetinin (8. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Maverdi'nin Ata'dan, onun da İbni Abbas'dan nakletiğine göre Rasulullah'a (s.a.) gelmekte olan vahiy kırk gün kesildi. Ka'b b. Eşref Yahudilere: "Müjde! Allah, Muhammed'e indir­mekte olduğu nuru söndürdü, zaten Allah onun bu işini tamamlayacak de­ğildi." dedi. Hz. Peygamber buna üzüldü. Bunun üzerine "Onlar ağızlarıyla

Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar" ayeti nazil oldu ve bir daha va­hiy hiç kesilmedi.[14]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Yüce Allah cihada teşvik edip savaşı terkederek geri duranları zem­mettikten sonra, müminlere Musa (a.s.) ile kavmi arasında geçen kıssayı hatırlatıyor: Musa (a.s.) "Ey kavmim! Mukaddes toprağa girin" (Maide, 5/21) diyerek onları zalimlerle savaşmaya davet ettiğinde onlar emrine uy­mamışlar ve isyan etmişlerdi. Allah Tealâ, İsrailoğullan'nın peygamberleri­ne yaptığını müminlerin Hz. Peygambere yapmamaları için bunu nakletti. Sonra yine İsrailoğulları ile İsa (a.s.) arasında geçen kıssayı hatırlattı: İsa (a.s.) onlara açık açık deliller ve mucizeler getirdiğinde ve kendisinden son­ra Ahmed adında bir peygamberin geleceğini onlara müjdelediğinde ona ta­bi olmayıp reddetmişlerdi. Bu iki kıssanın bir arada zikredilmesinin sebebi, Musa ve İsa (a.s.)'nın her ikisinin de İsrailoğulları'na gönderilmiş peygam­berlerden olmaları ve muhalefet edenlerin de aynı İsrailoğulları olmasıdır.

Sonra Allah Tealâ Hz. Peygamberin İslâm'a davetine icabet etmeyip mucizelerin sihir olduğunu söyleyerek Allah'a iftira eden o asi müşrikleri yerdi. Sonra onların bu iftiradan hedeflediklerini zikretti ki bu, Allah'ın di­nini ortadan kaldırıp nurunu söndürmektir. Halbuki Allah nurunu tamam­layacak ve dinini diğer bütün dinlere üstün kılacaktır. [15]

 

Açıklaması:

 

Yüce Allah, Musa (a.s.) ve İsa (a.s.) peygamberlerin kavimlerinin onla­ra yaptıkları muhalif hareketleri, bu ümmetin Rasulullah'ın (s.a.) emirlerir ne karşı yapmamaları için uyararak şöyle buyurdu:

"Hani Musa kavmine: "Ey kavmim! Benim size hakikaten Allah'ın pey­gamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eza veriyorsunuz." demişti." Yani, ey Muhammed, Musa (a.s.)'nın kavmi Beni İsrail'e söylediği "Ey kav­mim! Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerden benim size emrettikleri­me uymamak, hakkımda kötü ve çirkin şeyler söylemek suretiyle beni ni­çin üzüyorsunuz, halbuki siz benim peygamberliğim icabı size getirdiğim emirlerde doğru olduğumu yakinen biliyorsunuz, peygambere saygı göste­rilir. Benim peygamberliğimi ispat eden mucizelerimi de görüyorsunuz." dediğini sen de kavmine hatırlat.

"Ey iman edenler! Siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Al­lah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah katında itibarlı idi." (Ah-zab, 33/69) ayet-i kerimesinde de görüldüğü gibi bu, müminlere bir öğret­me ve Musa (a.s.)'ın rahatsız edildiği gibi onların da peygamberlerine ezavermemeleri yönünde bir yasaklamadır. Ayrıca burada Rasulullah'm (s.a.) ister kendi kavminden ister başkalarından olsun kâfirlerden gördüğü sı­kıntılara karşı ona bir teselli ve bir "sabret" emri vardır. Nitekim Rasulul-lah (s.a.): "Allah Musa'ya rahmet eylesin, bundan daha fazla eza edildi, yi­ne de sabretti." buyurmuşlardı.

"İşte onlar sapıp eğrildikleri zaman Allah da onların kalplerini dön­dürdü. Allah fasıklar güruhuna hidayet etmez." Yani İsrailoğulları Hakkı terkedip peygamberlerine uymayıp ona eza verdikleri zaman Allah da kalplerini hidayetten uzaklaştırdı, Hakk'tan çevirdi ve işlediklerinin bir ce­zası olarak şüphe ve tereddütte bıraktı. Şu ayet-i kerime de bunu ifade et­mektedir: "Onlar, evvelce indirilenlere iman etmedikleri gibi (bundan sonra da iman etmeyeceklerdir.) Biz onların gönüllerini ve gözlerini çevirmiş, ken­dilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşkın halde terketmiş bulunuyoruz." (En'am, 6/110)

Allah Tealâ peygamberlerini inkâr edip onlara isyan eden kâfir kavim­lere Hakk'ı bulmakta yardımcı olmaz, hidayeti göstermez.

"Meryem oğlu İsa da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrailoğulları ben size Allah'ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici, benden sonra gelecek bir peygamberi de -ki adı Ahmed'dir- müjdeleyici olarak (gel­dim)." Yani, ey Muhammed! Sen de kavmine İsa'nın haberini söyle. Hani o şöyle demişti: Ey İsrailoğulları! Ben size İncil'i getiren Allah'ın elçisiyim, size Tevrat'a muhalif bir şey getirmedim, bilakis onu teyid ediyor, ikmal ediyorum. Öyle ise bana nasıl asi oluyor, benden nasıl kaçıyor ve bana na­sıl muhalif davranıyorsunuz? Tevrat nasıl ki benim geleceğimi müjdelemiş ve ben onun verdiği haberin doğruluğunu gösteriyorsam, ben de benden sonra gelecek birisini müjdeliyorum ki o, adı Ahmed olan, Mekke'li, Arap asıllı, ümmi olan bir peygamberdir. Ahmed'in manası, kendisinde bulunan güzel hasletler sebebiyle başkalarından daha çok övülen kişi demektir. İşte nasıl ki İsa (a.s.) İsrailoğulları'na gelen peygamberlerin sonuncusu ise ken­disinden sonra risalet ve nübüvvet olmayan Muhammed (s.a.) de rasullerin ve nebilerin sonuncusudur.

Buhari ve Müslim'in Cübeyr b. Mut'ım'dan rivayet ettiklerine göre o şöyle dedi: Rasulullah (s.a.)'ı dinledim şöyle diyordu: "Benim birden fazla ismim vardır: Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Allah'ın kendisi se­bebiyle küfrü mahvedip sildiği Mâhi'yim, ben Haşir'im yani insanlar be­nim peşimde toplanacaklar ve ben Âkib'im yani nebilerin sonuncusuyum." Müslim ve Ebu Davud et-Teyalisî'nin Ebu Musa el-Eşarî'den rivayetine gö­re o şöyle dedi: Rasulullah bizatihi kendisi bize isimlerini saydı. Bunlardan unutmadıklarımız şunlardır: Rasulullah (s.a.) "Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Haşir'im, Mukfi (son peygamber)im, rahmet, tevbe ve mel-hame (cihad)peygamberiyim." buyurdular.

Ka'b el-Ahbar'dan nakledildiğine havariler İsa peygambere: "Ey Al­lah'ın ruhu bizden sonra ümmet gelecek mi?" dediler, o da "Evet, Muham-med'in ümmeti gelecektir. Onlar hikmet ve ilim sahibi, iyilik ve takva sahi­bidirler, sanki onlar fıkıhta nebiler gibidir. Allah'ın verdiği azıcık rızıkla O'ndan razı olurlar, Allah da onların az ameline razı olur."

Tevrat'ın beşinci sifrinin yirminci faslında şöyle denilmektedir: Allah Sina'dan geldi, Sair'den tecelli etti, Faran dağlarından zuhur etti." Sina vahyin Musa (a.s.)'ya, Sair İsa (a.s.)'ya, Faran da (Mekke dağlan) vahyin Muhammed (s.a.)'e indiği yerlerdir.

Yuhanna İncili'nin onbeşinci faslında şöyle denilmektedir: "Mesih Ye-su şöyle dedi: Şüphesiz "Faraklit" babamın göndereceği hakkın ruhudur, size her şeyi bildirecektir." Faraklit hamdetme manasına gelen bir lafızdır ki bu Rasulullah'ın (s.a.) isimlerinden Ahmed ve Muhammed'e bir işarettir.

"Fakat o kendilerine açık açık burhanlar-getirince "Bu apaçık bir bü­yüdür." dediler." Yani önceki kitaplarda geleceği müjdelenen Ahmed kafi delillerle, mucizelerle gönderilince kâfirler ve muhalifler "senin bu getir­diklerin şüphe götürmeyen açık bir sihirdir." dediler. Bir görüşe göre de bu söz İsa (a.s.)'ya söylenmiştir.

Sonra Allah Tealâ İslâm'a ve tevhide davet edilen muhalif ve muarız­ların hükmünü zikrederek şöyle buyurdu:

"Kendisi İslâm'a davet edilip dururken Allah'a karşı yalan uyduran­dan daha zalim kimdir? Allah zalimler güruhuna hidayet etmez." Yani, tevhid ve ihlasa davet edilip dururken Allah Tealâ hakkında yalan söyleyip O'na eş ve ortak koşanlardan daha zalim kimse olamaz. Yüce Allah, Rabbi-ni inkâr ederek kendi kendine zulmeden kâfirleri Hakka ve doğruya irşad etmez. İşte bu Mekke müşrikleri de onlardandır.

"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- kendi nurunu tamamlayacıdır." Yani işte bu kâfirler İslâm davetini ortadan kaldırmak, hidayetine mani olmak ve ya­lan fışkıran ağızlarıyla davetine mukavemet göstermek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bunlar güneşin nurunu ağzıyla söndürmeye çalışan kişiye benzerler. Nasıl bu mümkün değilse İslâm davetini akamete uğratmak da öyle mümkün değildir. Bunun için Allah "Halbuki Allah -kâfirler hoşlan­masa da- kendi nurunu tamamlayıcıdır." buyurmuştur. Yani kâfirler hoş­lanmasa da Allah İslâm dinini bütün aleme yayacak, onu diğer dinlere kar­şı yüceltecek ve elçisi Muhammedi (s.a.) teyid edip ona destek olacaktır.

"O, peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. Çünkü O, -müş­rikler hoşlanmasa da- bunu diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır." Yani diğer bütün dinlere üstün gelmesi onlara galebe çalması için hak din ve hi­dayetle elçisi Muhammed'i gönderen O'dur. Müşrikler hoşlanmasa da şüp­hesiz o üstünlük gerçekleşecektir.

Ayet-i kerimelerde önce "kâfirler hoşlanmasa da" denildi. Bunlar Ya­hudiler, Hristiyanlar ve müşriklerdir. Daha sonra da "müşrikler hoş görme-se de" denildi. Yani Allah önce ilk ayette nurdan ve onun söndürülmesin-den bahsetti. Burada uygun olan "örtmek" ve "kapatmak" manasına gelen "küfür=inkâr" kelimesidir. Sonra rasulden, peygamber göndermekten ve hak dinden bahsetti. Buna ilk itiraz müşriklerden geldi. Çünkü Rasulul-lah'ı (s.a.) istemeyenlerin çoğu Kureyş'ten idi. Onlar da müşrik idiler. "Nur" kelimesi "din" ve "Rasul'den daha umumi olduğundan, birinci ayette İslâm'a karşı çıkanların tamamını ifade eden "kâfirler"den bahsetmek uy­gun olmuştur. "Kâfir" lafzı "müşrik" lafzından daha umumidir. "Rasul" ve "din" ise "nur"dan daha hususi=dar bir mana ifade ettiğinden ikinci ayette "kâfir" kelimesinden daha hususi=dar bir mana ifade eden "müşriklerden" bahsetmek münasip olmuştur..[16]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususları göstermektedir:

1- Peygamberlerin emirlerine muhalefet etmek bunu yapanların aza­ba çarpılmasına sebep olur. Yüce Allah, cihad emri geldiğinde müminler­den bazılarının biraz ağır davranmaları üzerine, peygamberi Muhammed (s.a.)'e, bu hallerinin Musa ve İsa peygamberlerin tevhid ve Allah yolunda cihad etme emirlerine muhalefet eden ve bu yüzden başlarına azap inen İs-railoğulları'nın haline benzediğini kavmi Araplara anlatmasını emretti.

2- Allah kulları hakkında hayrı ister, sebepsiz hiç kimseyi saptırmaz. Dolayısıyla hidayeti bulanları saptırmaz, ancak zalimleri ve fasıkları saptı­rır. İsrailoğulları hak yoldan çıkınca Allah da onların kalplerini saptırmış yani onları hidayetten, taatten, imandan ve sevaptan başka tarafa meylet-tirmiştir.

3- İsa (a.s.)'ya inen İncil, Musa (a.s.)'ya inen Tevrat'ın bir tamamlayıcı­sı olarak inmiştir. Dolayısıyla İsa (a.s.) kavmine, Tevrat'a muhalif hiçbir emir getirmemiştir ki ondan kaçsınlar. Tevrat İsa (a.s.)nın geleceğini, İsa (a.s.) da Muhammed (s.a.)'in geleceğini müjdelemiştir. Bu gayet mantıklı­dır. Zira peygamberliğin kaynağı tektir, gayesi birdir ki bu, Allah'ın birliği­ne ve O'na kulluğa, peygamberlere, meleklere, ilâhi kitaplara ve ahiret gü­nüne imana davetten ibarettir.

4- Henüz insanlar isim vermeden önce, Yüce Rabbimiz bizim peygam­berimizin ismini koymuştur. "Ahmed", Rabbine hamd edenlerin ençok hamd edeni demektir. Peygamberlerin hepsi Allah'a hamdeder, ama bizim peygamberimiz onların en çok hamd edenidir. "Muhammed" ise tekrar tek­rar övülen demektir. Vakıa da buna uygundur. Zira o, bu dünyada gösterdiği yol sebebiyle herkese faydalı olan ilim ve hikmet sebebiyle övülmüştür. Ahirette de şefaati sebebiyle övülecektir. Sonra o "Ahmed" olmadan "Mu-hammed" olmamıştır. Zira o önce Rabbine hamdetti O'nu övdü, O da onu peygamberlikle şereflendirdi. Bu sebepledir ki İsa (a.s.)'nın müjdesinde ge­çen "Adı Ahmed'dir." sözündeki Ahmed, "Muhammed" isminden öncedir. Allah Tealâ İsa (a.s.)'ya "Bu Ahmed'in ümmetidir." dediği zaman 'Ya rabbi! Beni Muhammed'in ümmetinden kıl." diyerek Muhammed ismini zikret­miştir.

5- İsa (a.s.) ve Rasulullah (s.a.)'tan her biri açık deliller yani mucizeler ve peygamberliklerine dair deliller getirdikleri zaman muarızları "Bunlar sihirdir" dediler.

6- Bu kadar mucizeleri görüldükten sonra İsa (a.s.) ve Muhammed (s.a.)'i inkâr etmek şaşılacak şeydir. Peygamberlerin peygamberliklerini, Allah'ın varlığını inkâr edenler veya yaratılmışlardan birini O'na ortak ko­şan müşrikler kesinlikle en zalim insanlardır.

7- Kâfirlerin Allah'ın dinini yok etme gayretleri ve yalanla, inkârla İs­lâm davetine karşı koyma çalışmaları hepsi boştur ve sonuçsuzdur. Hakk'ı yok etmek isteyenlerin bu halleri, ağzıyla güneşin nurunu söndürmek iste­yip de bunun imkânsız olduğunu gören kişinin haline benzer.

8- Bütün kâfirler istemese de Allah kudretiyle, tedbiriyle nurunu ta­mamlayacak ve dinini bütün aleme yayacaktır.

9- Müşrikler hiç hoşlanmasa da, İslâm'ı bütün dinlerden üstün kılmak için Allah Tealâ Rasulü Muhammed (s.a.)'i hak olarak gönderdi. Ebu Hu-reyre: "Dini bütün dinlere üstün kılma İsa (a.s.)'nın çıkmasıyla olacaktır." demiştir. Zira o zaman müslüman olmadık kâfir kalmayacaktır. Müslim Sahih'inde Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsa adil bir hakem olarak mutlaka inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. İhtiyaç olmadığı için de­velerin zekâtı alınmayacak, düşmanlık, buğz ve haset kalkacak, İsa (a.s.) insanlara (zekât) mallarını almalarını teklif edecek, fakat kimse kabul et­meyecektir. "[17]

 

Kârlı Ticaret:

 

10-  Ey iman edenler! Size, elem ve­rici bir azaptan sizi kurtaracak bir ticareti göstereyim mi?

11-  Allah'a ve peygambere iman eder, mallarınızla, canlarınızla da Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer

bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

12- O, sizin günahlarınızı af eder, sizi.içinde ırmaklar  cennetlere

ve Adn cennetlerindeki çok güzel  meskenlere koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur.

13. Seveceğiniz başka bir ticaret  daha var:bir fetih. Sen müminlere müjdele.

14" Ey iman edenler! Allah'ın yar- dımcdan olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilerine "Allah'a (davette) benim yardımcılarım kim?" de havariler de "Allah'ın yardım­cıları biziz." demişlerdi. İşte İsrailo-ğulları'ndan bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı. Ni­hayet biz o iman edenleri düşman­larına karşı destekledik de bu su­rette galip çıktılar.

 

Belagat:

 

"...sizi kurtaracak bir ticareti göstereyim mi?" teşvik ve özendirme so­rusudur.

"...bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı" cümleleri ara­sında tezat vardır. [18]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey iman edenler! Size, elem verici bir azaptan sizi kurtaracak bir tica­reti" yani salih ameli "göstereyim mi? Allah'a ve peygambere iman eder" ve bu iman üzere kalır "mallarınızla canlarınızla da Allah yolunda cihad edersiniz." Bu cümle, ticaretin ne olduğunu açıklamaktadır ki o da imanla cihadı bütünleştirmektedir. Ayrıca bu cümle emir kalıbıyla değil haber si-gasıyla gelmiştir. Bunun sebebi, cihadın terkedilemeyecek yükümlülükler­den olduğunu bildirmektir.

"Eğer bilirseniz bu" iman ve cihad "sizin için daha hayırlıdır." Allah'ın bu emrini yerine getirirseniz "O, sizin günahlarınızı af eder, sizi içinde ır­maklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel" ve tertemiz "mes­kenlere koyar, işte bu" affedilme ve cennetlere konulma "en büyük kurtuluş­tur. "

"Seveceğiniz başka bir ticaret", size verilecek başka bir nimet "daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Sen" bunları "müminlere müjdele." "seveceğiniz" ifadesinde müminlerin dünyayı ahirete tercih ettiklerine dair ince bir gönderme (tariz) vardır. Burada vaad edilen fetih Mekke fethidir.

Ya Muhammed İsa'nın samimi inananlarına dediği gibi sen de ashabı­na şöyle de: "Ey iman edenler! Allah'ın" dinini yaymada "yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere "Allah 'a (davette) benim yardım­cılarım kim? demiş, havariler de "Allah'ın yardımcıları biziz." demişlerdi." Havari, kişinin dostu ve has adamı demektir. İsa'nın havarileri ona ilk iman edenlerdir. On iki kişi idiler. "İşte" bunun üzerine "İsrailoğullarından bir zümre" İsa Allah'ın kuludur, göğe kaldırılmıştır diyerek ona "iman et­miş, bir zümre de" o Allah'ın oğludur, yanına almıştır diyerek "küfürde kal­mıştı. Nihayet biz" bu iki gruptan "o iman edenleri düşmanlarına karşı" kuvvetli delillerle "destekledik de bu surette" deliller sayesinde "galip çıktı­lar." Bu, İsa (a.s.)'nın göğe yükselmesinden sonra oldu. [19]

 

Nüzul Sebebi:

 

İbni Cerir'in Ebu Salih'ten rivayet ettiğine göre ashab-ı kiramdan ba­zıları "Allah'ın en sevdiği amelin hangisi olduğunu bilsek, yaparız." dediler. Bunun üzerine "Ey iman edenler! Size...bir ticareti göstereyim mi?" ayeti (10. ayet) indi. Ancak bundaki cihad emrinden hoşlanmadılar. Bunun üze­rine de "Yapamayacağınız şeyi niye söylüyorsunuz?" ayeti indi.

İbni Ebi Hatem İbni Abbas'tan da benzeri bir rivayet nakletmiştir. Yi­ne İbni Ebi Hatem'in İbni Abbas'tan ve İbni Cerir'in Dahhak'tan naklettik­lerine göre "Yapamayacağınız şeyi niye söylüyorsunuz?" ayeti, savaşta vur­ma, öldürme gibi yapmadığı şeyleri yapmış gibi söyleyen birisi hakkında inmiştir.

İbni Ebi Hatem'in Said b. Cübeyr'den naklettiğine göre "Ey iman edenler! size... bir ticareti gösetereyim mi?" ayeti (10. ayet) nazil olunca müslümanlar "Bu ticaretin ne olduğunu bilsek bu uğurda mallarımızı, evlâtlarımızı bile veririz." dediler. Bunun üzerine "Allah'a ve peygambere iman eder..." ayeti (11. ayet) indi. [20]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Müminleri Allah yolunda cihada teşvik edip, Musa ve İsa peygamber­lere isyan eden İsrailoğullan gibi olmamaları için böyle bir isyandan sakın­dırdıktan sonra, Allah Tealâ hiç zarar etmeyip daima kâr eden bir ticaret­ten bahsetti ki bu ticaret Allah'a iman, O'nun yolunda mal ve canla cihad-dır. Sonra havarilerin İsa (a.s.)'a yardım etmesi gibi müminlerin Allah'ın dinine ve peygamberine yardım etmesini teşvik etmiştir. [21]

 

Açıklaması:

 

"Ey iman edenler! Size, elem verici bir azaptan sizi kurtaracak bir tica­reti göstereyim mi?" Yani ey Allah'ı ve Rasulunü tasdik edenler, size kıya­met günü şiddetli ve elem verici azaptan kurtuluşunuzu gerçekletirecek kârlı ve faydalı bir ticareti göstereyim mi?

Bu, tevsik ve terğib ifade eden bir üslûptur. Allah Tealâ büyük sevaba nail ettiği için salih amelleri ticaret yapma gibi saymıştır, çünkü ticarette nasıl kazanç elde edilirse müminler de salih amellerde öyle kazanırlar. Bu da cennete girmeleri ve cehennemden kurtulmalarıdır. Bu ticaretin cinsi, müteakip iki ayette beyan edildiği gibi iman ve cihaddır. Bunların karşılığı cennettir. "Şüphesiz Allah, müminlerden, onlara vereceği cennet karşılığın­da canlarını ve mallarını satın aldı." (Tevbe, 9/111) ayetinde de ifade edil­diği gibi bu kazançlı bir alış veriştir.

Sonra bu ticaretin çeşidini beyan ederek şöyle buyurdu:

"Allah'a ve peygambere iman eder, mallarınızla, canlarınızla da Allah yolunda cihad edersiniz." Yani o ticaret Allah ve Rasulüne olan imanınızda devam etmeniz, ameli sırf Allah için yapmamz, Allah'ın kelimesini yücelt­mek, dinini yaymak için malla, canla cihad etmenizdir. Burada Allah Tealâ önce "mallan" zikretti. Çünkü harcamaya önce ondan başlanır.

"Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." Yani eğer geleceğin şu­urunda iseniz, o hususta bilginiz varsa bu zikredilen iman ve cihad sizin için daha hayırlıdır ve sizin canlarınızdan ve mallarınızdan ve dünya ticare­tinizden, sırf ona önem vermenizden daha iyidir. Çünkü mühim olan netice­ler ve hedeflerdir, bu şerefli neticeyi bilgi sahibi olmayanlar idrak edemez.

Cihad iki çeşittir: Birincisi nefisle cihad. Bu, onu birtakım arzulardan alıkoymak, aşırı hırsı terketmek, yaratılanlara şefkat ve merhamet göster­mektir. İkincisi ise düşmanla cihaddır. Bu, Allah'ın dinini yaymak için düş­manlara karşı koyup düşmanlıklarını defetmektir.

Sonra Allah Tealâ iman ve cihadın meyvalannı zikrederek şöyle bu­yurdu:

"O, sizin günahlarınızı af eder, sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere koyar. İşte bu, en büyük kurtu­luştur." Yani benim emrettiklerimi ve gösterdiklerimi yaparsanız günahla­rınızı bağışlar, sizi köşklerinin altlarından nehirler akan cennetlere, gönül­lere hoş gelen meskenlere koyar, ölümle ve oradan çıkmak suretiyle son bulmayacak olan ebedî cennetlerde yüksek dereceler veririm. İşte bu zikre­dilen af ve cennete koyma, daha ötesi olmayan en büyük kurtuluştur. İşte bu, iman ve cihadın uhrevî meyvasıdır.

Sonra Allah Tealâ dünyevî semeresini zikrederek şöyle buyurdu:

"Seveceğiniz başka bir ticaret daha var: Allah 'tan yardım ve yakın bir fetih." Yani sizin hoşlanacağınız bir başka nimet veya meziyet daha vardır ki o da Allah'ın size açık yardımı ve Mekke, İran ve Bizans fetihleri gibi çok yakın fetihlerdir. Yani siz Allah yolunda cihad ederseniz, dinine yardım ederseniz Allah Tealâ "Ey iman edenler! Eğer siz Allah 'a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar." (Muhammed, 47/7) ve "Allah kendisine yardım edene muhakkak yardım eder." (Hac, 22/40) gibi ayetlerde de ifade ettiği gibi size yardım etmeyi tekeffül etmiştir.

"Sen müminlere müjdele." Yani, Ey Rasul! Müminleri dünyada zafer ve yardımla, ahirette çenetle müjdele.

Sonra Allah Tealâ her zaman dinine ve peygamberine yardım edilme­sini emrederek şöyle buyurdu:

"Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilerine 'Allah'a (davette) benim yardımcılarım kim?" demiş, hava­riler de "Allah'ın yardımcıları biziz" demişlerdi." Yani, ey Allah'ı ve elçisini tasdik edenler! Şimdi yaptığınız gibi her halükârda, söz ve fiille, can ve mal ile Allah'ın dinine yardımcı olmaya ve onu teyid etmeye devam edin. Havarilerin İsa (a.s.)'ın davetine icabet ettikleri gibi siz de Allah ve Rasulüne icabet edin. Hani o kavmine: "Allah'a davet ederken bana kim yardımcı olacak, Allah'a yaklaştıracak amellerde sizden kim bana yardım ve desteği tekeffül edecek?" demişti. Havariler de "Biziz Allah'ın dininin yardımcıları ve peygamberlik vazifende seni destekleyecekler!" demişlerdi.

Havariler İsa (a.s.)'a ilk iman eden ashabı, has adamları ve yardımcı­ları idiler. Toplam on iki kişiydiler. İsa (a.s.) onları Şam topraklarında ya­şayan İsrail ve Yunanlılara davetçi olarak gönderdi, onlara dini tebliğ edi­yorlardı.

Rasulullah (s.a.) da hac mevsimlerinde aynen öyle nida ediyordu: "Rabbimin davetini tebliğ ederken beni kim himaye edecek! Zira Kureyş, benim, Rabbimin davetini tebliğ etmeme mani oldu." Nihayet Allah Tealâ

Medine halkından Evs ve Hazrec kabilesine bunu nasip etti, beldelerinde dinini yaymak üzere ona biat ettiler.

"İşte İsrailoğulları'ndan bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı." Yani İsa (a.s.) Rabbinin davetini kavmine tebliğ edip havariler de onu destekleyince İsrailoğulları'ndan bir grup gerçek imanı buldu ve İsa'ya (a.s.) Allah'ın kulu ve Rasulü olarak doğru şekilde iman ettiler. Di­ğer bir grup ise dalâlette kalıp İsa'yı inkâr ettiler, peygamberliğini kabul etmediler, onu ve annesini çirkin şeylerle itham ettiler. İsa (a.s.)'a iman edenlerden bir grup da aşırı giderek onu, Allah'ın ona ihsan ettiği peygam­berlik makamının üstüne çıkardılar, onu Allah'ın oğlu veya bizzat kendisi veya baba, oğul ve ruhulkuds üçlüsünün üçüncüsü diye tavsif ettiler. Böy­lece Hristiyanlar birçok grup ve fırkalara ayrıldılar."Nihayet biz, iman edenleri düşmanlarına karşı dektekledik de bu suretle galip çıktılar." Yani "Muhakkak biz peygamberlerimize ve iman edenlere yardım ederiz." (Gafir, 40/51) ayetinde de beyan edildiği gibi biz müminlere, İsa'nın kavminden onlara düşmanlık edenlere karşı yardım ettik, batıl yolda olanlara karşı hak yolda olanları katımızdan verdiğimiz hüccetle ve ruhla takviye ettik de onlar düşmanlarına karşı üstün ve galip geldiler.

Abdurrazzak ve Abd b. Humeyd'in rivayetlerine göre "Ey iman eden­ler! Allah'ın yardımcıları olun!" ayeti hakkında Katade şöyle dedi: "Elham­dülillah öyle de oldu: Yetmiş kişi Rasulullah'a (s.a.) gelip Akabe'de biat et­tiler, onu himaye edip yardım ettiler. Neticede Allah dinini üstün kıldı."

İbni İshak ve İbni Şadın rivayetlerine göre Rasulullah (s.a.) Akabe'de buluştukları gruba şöyle dedi: "Bana içinizden on iki kişi çıkarın, havarile­rin Meryem oğlu İsa'ya kefil olduğu gibi bunlar da kavimlerine kefil olsun­lar." Sonra Rasulullah seçilenlere: "Siz, havarilerin Meryem oğlu İsa'ya ke­fil oldukları gibi kavminize kefilsiniz, ben de kavmimin kefiliyim." dedi. Onlar da "Evet" dediler. [22]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Allah Tealâ kıyamet günü kişiyi elim azaptan kurtaracak bol ka­zançlı ticaret yolunu göstermiştir ki bu, Allah ve Rasulüne iman etmek, malla canla o uğurda cihad etmektir. Mukatil "Sizegöstereyim mi...?" ayeti­nin Osman b. Maz'un hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Osman Rasul-lulah'a (s.a.) "Bana izin verseniz Havle'yi boşasam, bir köşeye çekilsem, iğ­diş olup et yemeyi kendime haram kılsam, geceleri hiç uyumasam, gündüz­leri hep oruçlu geçirsem." dediğinde Rasulullah: "Benim sünnetimden biri de evlenmedir. İslâm'da ruhbanlık yoktur. Ümmetimin ruhbanlığı Allah yo­lunda cihad, iğdişi oruçtur. Allah 'm size helâl kıldığı güzel şeyleri kendinize haram etmeyin. Uyumak, gece sünnetimdendir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." buyurdular. O zaman Osman b. Maz'un'un: "Ya Rasulallah! Hangi çeşit ticaretler Allah'a daha sevimli gelir, onu yap­mayı istiyorum." demesi üzerine bu ayet indi.

2- İnsan iyi düşünse, görür ki geleceğini hesap etse aslında iman ve ci-had, mal ve candan hayırlıdır. Bunun için Allah Tealâ "Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." buyurmuştur. Yani bunun sizin için hayırlı oldu­ğunu bilirseniz hayrınıza olur. Çünkü hayrın semeresi ancak onun hayırlı olduğuna inandıktan sonra hasıl olur.

3- İmanın ve Allah yolunda cihadın ahiretteki mükâfatı günahların af­fı, cennete girme, o cennetlerdeki temiz ve güzel meskenlerde ebedî ikamet etmedir. İşte bu, ebedî ve sermedî saadetin ta kendisidir.

4- İman ve cihadın dünyada da başka fayda ve meziyetleri vardır ki bu, düşmanlara karşı zafer ve üstünlük elde etme, tarihte olduğu gibi Mek­ke, İran ve Bizans gibi düşman beldelerini fethetme ve müminlerin Al­lah'ın rızasına nail oldukları müjdesini almalarıdır.

5- İsa (a.s.) "Allah'ın dinine kim yardım edecek, bana kim destek olacak" dediğinde havarilerin ona yardım edip destek olmaları gibi Allah Tealâ, dini­ne yardımın devamlı olmasını ve bu yolda sebat edilmesini emretmiştir.

6- İsa (a.s.) göklere yükseldikten sonra İsrailoğulları ile Hristiyanlar onun durumu hakkında ihtilâfa düştüler. Bir kısmı ona iman edip bir kıs­mı inkâr ederek üç gruba ayrıldılar. Bir grup "O, Allah idi, bu sebeple gök­lere çıktı." dedi. Bir kısmı, "O, Allah'ın oğlu idi, Allah onu göklere çekti." dedi. Diğer bir kısmı da "O Allah'ın kulu ve elçisidir, bu sebeple Allah onu göklere kaldırdı." dediler. Bu sonuncu grup müslüman olanlarıdır. Daha sonra bu gruplardan her birinin peşinden gidenler oldu. Sonra Allah Tealâ İsa'ya Allah'ın kulu ve peygamberi olarak iman edenlere, İsa'yı inkâr eden­lere karşı yardım etti, neticede galip geldiler.

Sonra bu gurup Muhammed (s.a.)'in gönderilmesi suretiyle desteklen­miş ve kâfir olanlara karşı üstünlük kazanmışlardır. [23]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/419.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/419.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/419-420.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/420.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/421.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/421.

[7] İbni Kesir, IV/358.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/422.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/422-424.

[10] İbnul-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1788, Kurtubî, XVZlI/79.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/424-425.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/426.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/427.

[14] Kurtubî, XVIII/85.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/427-428.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/428.

[16] Razî, XXIX/315-316.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/428-431.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/431-432.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/433.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/433-434.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/434-435.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/435.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/435-437.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/437-438.