SAFF SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Allah Zalimleri Muvaffak Kılmaz. 3

Uhrevi Ve Dünyevi Müjde. 5


SAFF SURESİ

 

Kur'andaki Sırası        : 61

Nüzul Sırası                : 108

Ayet Sayısı                  : 14

İndiği Dönem               : Medine

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede, önceki sûrede olduğu gibi göklerde ve yerde bulunan herşeyin Allah'ı tenzih ettiği yer alıyor. Bazı müslümanlar yapmadıkları şeyleri söyledikleri için yeriliyor. Allah yo­lunda savaşırken vefakâr ve birlik içinde olmaya çağrılarak, böyle davrananları Allah'ın sevdiği bildiriliyor, ibretâmiz bir şekilde Israiloğullarfnın Musa (a)' incittikleri hatırlatılıyor, isa (a)'nın kavmine, kendisinden sonra Muhammed (s)'in geleceği müjdesi verdiği anlatılı­yor. Allah'ın, peygamberlerini hidayet ve hak din ile gönderdiği, böylece Allah'ın dininin bütün dinlere üstün geleceği bildirilip, Allah'ın nurunu tamamlayacağı ve O'nun nurunu söndürmek isteyen kafirlerin çabalarını boşa çıkaracağı anlatılıyor. Allah yolunda cihad edenler hem dünyada hem de ahirette müjdelenerek, mü'minler cihada teşvik ediliyor ve Allah'ın dinine yardım etmeleri hususunda havariler örnek gösteriliyor.

Sûredeki ayetler birbiriyle bağlantılı bir bütündür. Bu yüzden sûrenin tümünün tek konu ile ilgili olarak bir defada ya da ayetlerin birbirinin peşisıra nazil olduğu kanaati, bu görü­şü destekleyici mahiyette zikredeceğimiz hadis ile kuvvet kazanmaktadır[1].

Zemahşeri'ye göre sûre Mekke'de nazil olmuştur. Diğer bazı müfessirler de, bu görü­şü Ata'dan naklederek, sûrenin Mekki olduğunu söylemişlerdir[2]. Ancak bu oldukça ente­resan bir görüştür. Çünkü, sürenin Mekki olduğunu söylemek, rivayetlere Kur'ariî nasslar-dan daha çok itibar etmek anlamına gelir. Sûrede mü'minler, cihada ve savaşa teşvik edi­liyor, cihaddan geri kalanlar ayıplanıyor. Bu durumda sürenin Mekki olmasına imkan yok­tur. Zira cihad, hicretten sonra farz kılınmış ve mü'minler hicretten sonra cihada teşvik edil­mişlerdir. Kaldı ki, Nebi (s), Mekke'de mü'minlere cihad etmeleri, hatta müşriklerin saldırı­larına bile karşı koymaları için izin vermiyordu. Kur'an onları yönlendirecek Casiye sûresin­de, müşriklere karşı müsahamalı davranmalarını istiyor: "inananlara söyle, Allah'ın günlerinin gelmeyeceğini zannedenleri affetsinler..." ayetin tefsirinde bu durumu detaylı olarak açıkladık. Nisa süresindeki "Kendilerine ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin denilenleri görmedin mi? Kendilerine savaş farz kılınınca, hemen içlerinden bir grup, Al­lah'tan korkar gibi insanlardan korkmaya hatta daha fazla korkmaya başladılar. 'Rabbi-miz niçin bize savaşı farz kıldın? Bizi yakın bir süreye kadar erfelesen olmaz mıydı? dedi­ler..." ayeX\ de bu mânâya işaret etmektedir

Sûredeki bazı ayetler, sûrenin Hudeybiye Barışı ile Hayber vak'asından hemen önce nazil olduğuna işaret etmektedir. Hudeybiye Barışı ve Hayber vak'asına, nüzul sırasına gö­re bu sûreden sonra gelen Fetih sûresinde de değinilmiş olması, bu nüzul sırasının doğru­luğunu gösterir. Elbette Allah daha iyi bilir.

Müfessir Tabresi, sûrenin Havariyyun sûresi ve isa sûresi şeklinde de isimlendirildiğini zikretmiş ancak bunu destekleyici herhangi bir delil nakletmemiştir. [3]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1-  Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ı teşbih et­miştir. O üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.

2-  Ey inananlar niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?

3-  Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevil­meyen bir iştir.

4-  Allah, kendi yolunda kaynatılmış binalar gibi saf bağla­yarak çarpışanları sever.

 

Ayetlerde kullanılan ifadeler açık ve nettir. İlk ayet, sonraki ayetler için bir giriş ma­hiyetindedir ve iki ile üçüncü ayetler, müslümanları fiiliyata aktarmadıkları bir işi dille­riyle söyleyip durdukları için ayıplamakta, onları yermektedir. Bu durumun ise, Allah'ın gazabını çekeceği bildirilip, katında sevilmeyen bir işin yapılmış olacağı hatırlatılmakta­dır. Dördüncü ayette mü'minler Allah yolunda azimle, karşılıklı anlayış ve dayanışma ile çarpışmaya teşvik edilerek, bu şekilde davrananların Allah'ın sevgisine mazhar ola­cağı yer almıştır.

Müfessirler, bu dört ayetin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler nakletmişlerdir[4]. Bu rivayetlerden birine göre savaşa katılıp müslümanlarla birlikte olacaklarına dair Ra-sulullah'a söz verip te sözlerinden dönen münafıklar hakkında bu ayet nazil olmuş, di­ğer bir rivayete göre ise ayet, yalan yere savaşıp, cihad ettiklerini söyleyen ve bununla övünen bir topluluk hakkında inmiştir. Yine bir rivayete göre bu ayetler, bir kafiri baş­kası öldürdüğü halde kendi öldürdüğünü söyleyen biri hakkındadır. Diğer bir rivayete gere, Bedir savaşında bulunmayıp Allah'ın ve Rasulü'nün Bedir ashabına ilişkin övgü­lerini duyunca, savaşmaya söz verip Bedir ashabı gibi olmayı yeğlediği halde, Uhud Sa­vaşı çattığında bundan kaçınanlar hakkında nazil olmuştur. Bir başka rivayet ise, Ab­dullah bin Selam Es-Sahabi'den değişik yollarla ve farklı şekillerde rivayet edilen ha­distir. İbn Ebi Hatem'in tahric ettiği bu hadiste Abdullah bin Selam Es-Sahabi şöyle de­miştir: "Rasulullah (s)'in ashabından bir kısım "Rasulullah'a gitsek de Allah ve Rasulü için en güzel iş hangisidir? diye sorup öğrensek?" dediler. Ancak içlerinden kimse git­medi. Fakat, Rasulullah (s) onları tek tek çağırdı ve bu sûre onlar hakkında nazil oldu. Nebi (s) sûreyi tümden onlara okudu[5]. Burada bir rivayet daha var. O da Mukatil'den ri­vayet edilmiş, 'Mü'minler; "Eğer Allah'ın en çok hoşlandığı işi bilseydik onunla amel ederdik' dediler. Bunun üzerine Allah "Şüphesiz Allah, kendi yolunda saf bağlayarak çarpışanları sever" ayetiyle onlara en güzel ameli gösterdi ve Uhud günü ile imtihan etti, onlar da Rasulullah (s)'i bırakıp gerisin geriye döndüler bunun üzerine: "Ey ina­nanlar niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?" ayeti nazil oldu[6].

Son rivayet enteresandır. Çünkü bu rivayet, üçüncü ayetin nüzul sebebini ikinci ayetten önce göstermektedir.

Ayetlerde gelen şiddetli tenkid, görüldüğü gibi cihadı yeğleyip daha sonra sözlerin­den dönen bir topluluğu hedef almıştır. Bu durum bazı rivayetlerle örtüşmektedir. Al-i İmran, Ahzab, Nisa ve Nur sûrelerindeki bazı ayetler de aynı şekilde münafıklardan -zediyor. Ahzab sûresinin 53. ayetinde ise şöyle buyuruluyor: "Bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler. Eğer sen onlara emredersen (savaşa) çıkacaklar diye. Deki: yemin etme­yin (sizden istenen) güzelce itaat etmenizdir. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı haber almak­tadır."

Münafıklara yapılan tenkidin dozu, onların bulundukları durumun Allah'ın gazabını çektiğini gösteriyor. Böylesi bir duruma ancak münafık olanlar düşer. Ayetlerden bu durumun Nebi (s)'yi elemlendirdiği ve O'nu üzdüğü de çıkarılabilir. Çünkü, devam e-den ayetlerde Musa (a) kavminin Musa'yı Nebi olarak kabullendikleri halde ona yaptıklan eziyetten söz edilmektedir. Musa (a)'ya karşı, kavmi tarafından yapılanların anlatıl­ması, Rasulullah'ın da münafıklar tarafından başının ağrıtıldığını ve üzüldüğünü göste­riyor. Allah daha iyi bilir.

Ayetlerde kullanılan üslup genel olup, her nerede ve ne zaman olursa olsun müslü-manlann tümüne hitap etmektedir. İşte ayetlerdeki bu kuvvetli mesaj insanı ürpertiyor.

Müfessirlerden biri hariç diğerlerinin söylediğine göre[7], ikinci ve üçüncü ayetler ge­neldir ve verilen sözden ya da adaktan dönenleri tümden kapsar. Müfessirlerin bu görü­şü tutarlıdır ve sözkonusu iki ayetin üslubuna uygundur.

Müfessirler ayetleri tefsir ederken Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği şu hadisi nak­lederler: "Münafığın üç alameti vardır. Söz verdiğinde sözünden döner, yalan konuşur ve emanete hıyanet eder." Görüldüğü gibi hadiste, dolaylı olarak imanın, mü'min bir kimse üzerindeki güçlü tesirinden söz ediliyor. [8]

 

5-  Bir zaman Musa, kavmine: "Ey kavmim, benim Allah'ın size gönderdiği elçi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?" demişti. Onlar eğrilince Allah da onların kalplerini eğriltti. Allah, yoldan çıkanları doğru yola ilet­mez.

6- Meryem oğlu isa da: "Ey İsrailoğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve ben­den sonra gelecek Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim." demişti. Fakat onlara apaçık deliller getirince "Bu apaçık bir büyüdür." dediler.

7-  İslam'a çağrıldığı halde, Allah'a yalan atandan daha za­lim kim olabilir? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

8-  Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler hoşlanmasa da Allah nurunu tamamlayacaktır.

9-  O, Elçisini hidayet ve hak din ile gönderdi ki, müşrikler hoşlanmasa da onu bütün dinlere üstün getirsin.

 

Allah Zalimleri Muvaffak Kılmaz

 

Ayetlerin nüzul sebepleri ile ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Bize göre bu ayetler, önceki ayetlerin bir devamı olarak ayrı konudan bahsetmektedir. Önceki ayet­lerde, yapmayacakları şeyleri söyleyenler yerilmiş ve bu durumda Allah'ın onlara şid­detle gazap edeceği bildirilmiştir.

Bu ayetlerde ise;

1-Kavminin, Musa (a)' tasdik ettikleri halde Musa (a)'ya yaptıkları eziyet, örnek gösterilerek ibretle karışık bir nasihat şeklinde hatırlatılıyor. Allah'ın hak yoldan saptık­ları için onlann kalplerini eğriltmek suretiyle intikam aldığı ve Allah'ın fasıkları ve ayak diretenleri asla muvaffak kılmayacağı bildiriliyor.

2-  Başka bir mevzuya geçerek, Nebi (s)'nin risaletini, bu risaletin gücü ve taşıdığı ilahi nuru vurgulamak suretiyle İsa (a)'nın İsrailoğullan'na daha önce indirilen Tevrat'ı doğrulayıcı ve daha sonra Ahmed isminde gelecek olan nebiyi müjdeleyici şeklindeki sözünü aktarıyor ve bu şekilde İsa (a)'nın Rasulullah'ı müjdelediğini teyid ediyor.

3- Kafirlerin Nebi (s) karşısındaki konumlarını eleştirerek Allah'ın dininin galip ge­leceğini, O'nun nurunun her tarafı kaplayarak "nur"unun tamamlanacağını vurguluyor. Güçlü bir ifadeyle kafir ve müşriklerin komplolarına rağmen Allah dininin üstün gele­ceğini bildiriliyor. O'nun dininin üstün geleceği bildirilirken şu üç noktaya dikkat çeki­liyor:

Birincisi: Allah'a yalan isnat ederek, O'nun gönderdiği açık delillerin ve sağlam di­nin yaptığı çağrının bir büyü olduğunu söyleyenlerden daha zalim kimse yoktur.

İkincisi: Komplocu kafirler, Allah'ın nurunu ağızları ile, komploları ve propaganda­ları ile söndürmeye çalışıyorlar. Onlann bu uğraşları akılsızca ve nafile bir uğraştır. Çünkü, Allah nurunu tamamlayacak ve kafirlere rağmen tüm dünyayı onunla kuşataçaktır.

Üçüncüsü: Allah, peygamberlerini hidayet ve apaçık hak din ile göndermiştir. Ve Allah, müşriklere rağmen kendi dinini hakim kılacak, onu bütün dinlere üstün getirecek­tir.

Bazı müfessirler (ve innehu) ifadesindeki "o" gizli öznesinin İsa (a)'ya, bazıları ise Muhammed (s)'e işaret ettiğini söylemişlerdir. Bize göre, ikincisi daha tutarlıdır. Çün­kü, son üç ayetten de böyle anlaşılmaktadır. Allah daha iyi bilir.

Müfessirlere göre[9], Musa (a)'nm kavmi tarafından gördüğü eziyet, onların bitmek tükenmek bilmeyen istekleridir. Nitekim "Tek çeşit yiyeceğe sabredenleyiz", "Allah'ı bize apaçık göster", "Sen ve Rabbin gidin savaşın" gibi sözler sarfediyor ve Musa (a)'ya abraş hastalığını nispet ediyorlardı. Yine Karun, zina iftirasında bulunuyordu. Ahzab sûresinin 69. ayetinde Musa (a)'ya kavmi tarafından yapılan bu ve benzeri ezi­yetlere değinilmiştir. Burada Musa (a)'nın diliyle anlatılan eziyet Ahzab ayetinde sözü edilen eziyetlerdendir. Tutarlı olan da budur. Bu konuda varid olan rivayet ve görüşleri yeterli ölçüde nakledip yorumlamıştık.

Ahzab süresindeki ayet, müslümanlan Musa (a)'ya eziyet edenler gibi olmaktan me-nediyor . Şu an tefsirini yaptığımız ayetlerin ilki de Musa (a)'nın diliyle anlatılıyor. An­cak bu ayette Nebi (s) karşısında Allah'ın gazabını çekecek şekilde davrananları yerici ve onları uyarıcı şekilde bir ifade kullanılmıştır. Böylece her iki ayetin hedefi gerçekleş­miş oluyor.

Son iki ayette, Rasulullah (s)'in getirdiği Allah'ın hak dini karşısında durmaya çalı­şanları şiddetle yeren güçlü bir üslup kullanılarak, Allah'ın dininin bütün dinlere üstün geleceği vurgulanıyor.

Gerek Mekki, gerek Medeni bir çok ayette Allah'ın kendi dinini yerleştirip Rasu-lü'ne yardım edeceği vaadi tekrarlanmakla birlikte, Allah'ın kendi dinini bütün dinlere üstün kılacağı vaadi de ilk defa bu ayette ifade edilmiştir. Bu ayetten sonra Fetih ve Ma-ide sûrelerinde de aynı vaad tekrarlanıyor. Kur'an'm, kafir ve müşriklerin komploların­dan söz eden ifadesinin yanısıra, İslam dininin bütün dinlere üstün kılınacağını bildir­mesi, ilahi iradenin bu dinde ırk, renk ve düşünce farklılıklarına rağmen her zaman ve her yerde bütün insanlığın ihtiyacına cevap verebilecek bir özelliğin bulunmasını, iste­mesi İslam'ın topyekün dünya dini olması için serdedilmiş Rabbani bir karardır. Bu du­rum, müslümanlan Allah'ın vaadini gerçekleştirmek, dinini yaymak ve değişik metodlar uygulayarak bu dini bütün dinlere üstün kılmak için harekete geçiriyor; onları azim ve kararlılık içinde özellikle -hnstiyan misyoner cemiyetlerinde olduğu gibi- teşkilatlı bir tebliğ sürecine yönlendiriyor. Her müslümanın bu şekilde çalışması gerekir ve bu şekil­de çalışmak özellikle müslüman alimlere, önder ve varlıklı kimselere ve de müslümanlardan emir sahibi kimselere bir vazifedir. İslami davetin böylece en uzak beldelere ka­dar ulaşacağını Kur'an, sünnet ve Raşid halifeler dönemi bizlere göstermektedir. Deği­şik yerlerde Allah'ın vaadini doğrulayıcı örnekler zikretmiştik. Sözünü ettiğimiz bu ör­neklerden sonuncusu Nur sûresinin 55-56. ayetlerinde yer almıştır.

Herhalükarda bizler, Allah'ın vaadinin şöyle ya da böyle gerçekleşeceğine inanıyo­ruz. Çünkü Allah, verdiği sözden dönmez. Buna iman etmek ve bu imanın gereğini ye­rine getirmek her zaman ve her yerde kadınıyla erkeğiyle her müslümanın boyun borcu­dur.

Tefsirini yapmaya çalıştığımız ayetlerden ikincisi, İsa (a)'mn İsrailoğulları'na Allah tarafından gönderildiğini ve kendisinden sonra ismi Ahmed olan bir peygamberi müjde­lediğini anlatıyor. Mânâ ve dilbilgisi yönünden Ahmed ile Muhammed isimleri eşan­lamlıdır. Nitekim Ahmed ismi, Muhammed gibi övgü sıfatıdır.

Araf sûresinin 107. ayetinde, yahudi ve hrıstiyanların Nebi (s)'yi Tevrat ve İncil'de okuduklarını, bu nedenle bir kısmının Peygamber'in getirdiği risalete iman edip ona ta­bi olduklarını bildiriyor. Araf süresindeki bu ayeti tefsir ederken[10], zikrettiğimiz değişik ayetler, yahudi ve hrıstiyanlardan bir kısmının topluca davete kulak verip, risaleti tasdik ettiğini ve Muhammedi risaletin İsa ve Musa'ya gelen risaletleri doğrulayıcı olduğunu ikrar ettiklerini anlatıyor. Artık bütün bunlar gösteriyor ki, Kur'an'ın Nebi (s)'den haber verdiği sıfatların Tevrat ve İncil'de varoluşu şüphe götürmez bir gerçektir. Nitekim, İsa (a)'nın Muhammedi risaleti müjdelemesi bu gerçeklerdendir. Kibirliler burnunu bükse de bu bir gerçektir inkar edilemez. Kaldı ki, müslümanlar için böylesi Kur'an dışı bir delile de ihtiyaç yoktur.

Araf süresindeki ayeti tefsir ederken söylediklerimizi desteklemesi bakımından bu­radaki ayet hakkında şunları tekrarlamak gerekir. İslam'ı kabul edenlerin de bulunduğu, yahudi ve hrıstiyanlardan oluşmuş ve bunlar içinde Nebi (s)'ye düşmanlık yapanların da varolduğu bir ortamda nazil olmuştur. Nitekim ayet, uluorta inmemiş, bilakis getirdiği mesajın herkes tarafından bilindiği bir ortamda nazil olmuştur. Zira, İsa (a)'nın pey­gamberi müjdelenmiş ve müjdelediği isim açıkça Barnaba İncili'nde yer almıştır[11]. Hrıs-tiyanlar bu İncil'i kabul etmeseler dahi, İncil'in diğer nüshalarında İsa (a)'nın Hz Pey-gamber'i müjdelediğine delalet eden bir çok ifadelere rastlamak mümkündür. Muham­med Reşit Rıza, bu konuda ayak diretmeyip kusur aramayan her aklı selimi ikna edebi­lecek, güçlü bir üslupla, birçok delil getirmiş, Araf süresindeki ayeti tefsir ederken yete­ri kadar Muhammedi risaleti doğrulayıcı nitelikte örnekler sergilemiştir.

Şu an tefsirini yapmaya çalıştığımız ayetler hakkında müfessirler, İsa (a)'nın Mu­hammedi müjdelemesinin, Peygamber zamanında ve onun yaşadığı ortamda dillerde dolaştığını ifade eden çeşitli rivayetler nakletmişlerdir. Bu rivayetlerden İbn Ebi Ha-tem'in Ka'b bin Ahbar'dan naklettikleri bir rivayette şunlar yer alıyor: "Allah, Muham-med (s) hakkında İsa (a)'ya şunları söylemiştir: 'O, benim seçkin kulumdur. Kabalık ve katı kalplilik onun özelliği değildir. Yolda kibirle yürümez ve kötülüğe karşı kötülükle cevap vermez. Affeder, hoşgörülü davranır. Doğacağı yer Mekke, hicret edeceği yer Ta-bc, hükmedeceği yer ise Şam'dır. O'nun ümmeti Allah'a çok hamdeder, her halükarda Allah'a hamdetmekten dönmezler. Onların bulundukları yerlerde arı sedasının benzeri latif bir ses seher vakti onları kuşatır. Namazda saf bağladıkları gibi savaşta da saflarını sıkıca muhafaza ederler. Güneşi takip eden binekleri üzerinde olsalar bile namazlarını kılarlar[12]."

Yine İmam Ahmed bin Hanbel'in tahric ettiği, Abdullah bin Mesud'dan rivayet edi­len hadiste şunlar kaydediliyor: "Necaşi'ye ilk hicret edenleri ihbar ederek, onların iade­si için Kureyş'ten bir heyet geldiğinde Amr bin As: 'Bunlar, Meryemoğlu İsa hakkında seninle aynı görüşte değiller' demişti. Bunun üzerine Necaşi 'İsa Mesih hakkında ne söylüyorsunuz?' dedi. Onlar da: 'Biz yüce Allah'ın dediğini diyoruz. İsa Mesih, hiç kimsenin el sürmediği Meryem-i Betül'e Allah'ın verdiği kelimesi ve ruhudur'. Bunun üzerine Necaşi yere bir hat çekerek: 'Ey Habeşliler, ey ruhbanlar ve kilise erbabı, valla­hi bunlar bizim İsa hakkında söylediklerimizi söylüyorlar, onların söyledikleriyle bizim söylediklerimiz aynıdır' diyerek onlara: 'Hoş geldiniz. Yanından geldiğiniz kişinin Al­lah'ın elçisi olduğuna, İncil'de İsa'nın müjdelediği peygamber olduğuna şahitlik ede­rim' dedi. İstediğiniz gibi gidin, serbestsiniz. Vallahi bu durumda olmasaydım, onun ya­nına gider, hizmetçiliğini yapardım[13].

Ka'b bin Ahbar'dan nakledilen bir rivayette de şunlar var: "Havariler, İsa'ya: 'Evet, sizden sonra içlerinde hakimleri, alimleri, salihleri ve muttakileri bulunan bir ümmet ge­lecek, öyle ki fıkıhta nebiler gibidir onlar. Onlar Allah'tan gelene razı, Allah da onların yaptıklarına razıdır."[14]

İsa (a)'nın kendi risaletinin Allah'tan olduğunu söylemesine dair ayette geçen ifade­ye gelince, mevcut İncillerde bunu destekleyici birçok ifadeye rastlamak mümkündür. Daha önce bu konuyla ilgili değişik yerlerde bazı deliller getirdik. Özellikle Zuhruf sû­resini tefsir ederken, İsa Mesih'in getirdiği risaletin Allah'tan olduğuna dair delillere yer verdik.

Burada, Yuhanna İncili'nin 7. babında yer alan şu ifadelere değinmekle yetineceğiz: "Getirdiğim öğretiler bana ait değildir. Bu öğretiler Allah'a aittir. Kendi nefsinden ko­nuşan nefsini yüceltmek ister. Rabbini yüceltmek isteyen ise doğru sözlüdür. Onda hak­sızlık yoktur."[15] [16]

 

10-  Ey inananlar size, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ti­caret göstereyim mi?

11- Allah'a ve Rasulü'ne inanırsınız, Allah yolunda malla­rınızla ve canlarınızla cihad edersiniz, işte bilirseniz, sizin için en iyisi budur.

12-  Ta ki (Allah) günahlarınızı bağışlasın ve sizi altların­dan ırmaklar akan cennetlere ve durulmaya değer bahçe­ler içinde güzel konutlara koysun. İşte büyük başarı budur.

13-  Seveceğiniz bir şey daha var: Allah'tan bir zafer ve ya­kın bir fetih... Mü'minleri müjdele.

 

Uhrevi Ve Dünyevi Müjde

 

Ayetlerde kullanılan ifadeler açık ve nettir. Bu ayetler hakkında müfessirler herhan­gi bir rivayet nakletmemişlerdir. Öyle görünüyor ki, bu ayetler sûrenin girişine bağlıdır. Ayetlerde, cihada teşvik hususunda sûrenin başlangıcına bir atıf yapılmaktadır. Ayetle­rin bu minval üzere gelişi, daha önce belirttiğimiz gibi, ayetler peşisıra nazil olmuştur şeklindeki düşüncemizi pekiştirmektedir.

Ayette cihada vurgu yapılmakta, cihad teşvik edilmekte ve mü'minlere iki ayrı müj­de verilmektedir. Birincisi, Allah'ın rızası, mağfireti ve cennetidir ki, bu müjde uhrevi-dir. Çünkü uhrevi olarak Allah'ın rızası mağfireti ve vaadettiği cennetleri nimet olarak daha güzel ve daha kalıcıdır. İkinci müjde ise dünyevidir. Çağrıldıkları cihadda zafer ve Allah'ın onları müyesser kılacağı yakın bir fetih...

Bu arada şunu belirtelim ki, iniş sırası itibariyle bu sûreden sonra gelen "Fetih sûre­si" Hudeybiye Barışı'yla somutlaşan apaçık fethe yönelik bir işaret içeriyor. Bu arada yakın bir fethe, yüce Allah'ın mü'minlere bahşedeceği bol ganimete işaret ediyor. Nite­kim bu durum Hudeybiye Barışı'ndan hemen sonra gerçekleşen Hayber olayında somut olarak görüldü. Bunun yanında diğer bazı dünyevi müjdeler de içeriyor ki, üzerinden uzun bir zaman geçmeden gerçekleşmişlerdir. Kuşkusuz bunlar, Kur'an'ın göz kamaştı­rıcı mucizeleridir.

Ayetlerin bir kısmında dünyevi müjdelere yer veriliyor, cihad hareketinden sonra mü'minlerin eline geçecek olan ganimetten sözediliyordu. Bu durum, İslam düşmanları­nın: "Kur'an, müslümanları ganimet almaya ve fethe teşvik ediyor, bunun için onları sa­vaşa yöneltiyor demelerine yolaçmıştır." Diğer bazıları ise: "Hayber gibi savaşlar, sırf müslümanların elini doldurmak ve İslam'dan dolayı onları ödüllendirmek için yapılmış­tır" demişlerdir.

Buna karşılık olarak öncelikle şunu söylüyoruz: Kur'an'ın hiçbir yerinde sırf dünyevi sonuçlar elde etmek için savaşa teşvik edilmez. Tersine, bu tür sonuçlara yönelik teşvik­ler birer ayrıntı olarak kalırlar. Yukarıda sunduğumuz ayetlerde ve daha bir çok ayette bunu görebiliriz. Bunların bir kısmını daha önce açıkladık, bir kısmını da ileride açıkla­yacağı/. Aksine, müslümanları savaşa teşvik eden ayetlerin büyük çoğunluğu, Allah'ın rızasını ve uhrevi ödülünü asıl hedef olarak göstermektedirler. Cihad; Allah'ın mesajını yükseltmek, düşmanlara karşı koymak, insanları Allah'ın dinine çağırmak ve müslü­manların hürriyetinin temini için gereklidir.

Allah'ın dinine daveti garanti ettiği müslümanlarını sağladığı ifade edilmektedir. Ci­had, mü'minlerin imamlarının sahipliğinin bir göstergesi olarak sunulur[17]. İkincisi: Fetih ve ganimet müjdesi içeriyor diye Kur'an'a bir takım eleştirilerin yöneltilmesi yersizdir. Çünkü bunlar hayatın doğasıyla örtüşen olgulardır. Sosyal olguları çözümleme bağla­mında Kur'an'ın başvurduğu genel bir yöntemdir. Buna daha önce çeşitli münasebetlerle dikkat çektik ve bunun İslam şeriatını ölümsüz kılan, evrensel bir hikmete dayandığım belirttik. [18]

 

14- Ey inananlar, Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Mer-yemoğlu İsa da havarilere: "Allah yolunda benim yardım­cılarım kimdir?" demişti. Havariler: "Allah yolunun yardımcıları biziz" dediler. İsrailoğulları'ndan bir zümre inan­dı, bir zümre inkar etti. Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler.

 

Yukarıdaki ayet de bir başka üslupla, hatırlatma babından sahneler sunuyor ve ayet­te şunlara yer veriliyor:

1- Mü'minler Allah'ın yardımcıları olmaya çağrılıyor.

2- Meryemoğlu İsa'nın; "Allah yolunda yardımcılarım kimdir" feryadına "biziz" şeklinde lebbeyk diyen havariler örnek gösteriliyor ve mü'minlerin bunları örnek alma­ları gerektiği vurgulanıyor.

3-  Netice olarak, İsrailoğulları'ndan bir zümre İsa (a)'ya ve getirdiği mesaja iman etmiş, bir diğer zümre ise iman etmemiştir. Allah ise, iman edenleri, düşmanları olan kafirlere karşı destekleyerek üstün kılmış, onlara zafer vermiştir.

Ayetin son kısmı, müslümanlara yönelik bir diğer müjdeyi de kapsıyor. Ancak cihad çağrısına olumlu karşılık vermeleri koşuluyla... Allah, kafirlere karşı onları destekleye­cek ve onları kafirlerden üstün kılıp galip getirecektir.

Bu bölüm, ayrıcı ayetin inişinden önce ve sonra tarihin kaydettiği bir olgunun nede­nini de içermektedir. Buna göre Hz. İsa'ya iman edenler onu inkâr eden İsrailoğulları'na karşı her zaman üstünlük sağlayacaklardır.

Ayetin öncesiyle güçlü bir bağı vardır. Tercihimize göre, ayet, onunla ve ondan ön­ceki ayetle birlikte inmiştir.

Burada ikinci kez Havarilerden söz ediliyor. Bundan önce Al-i İmran; 52. ayette on­lardan sözedilmişti. Orada, bu ayette olduğu gibi Hz. İsa: "Kim Allah'ın dinini için bana yardım edecektir." dediğinde, onların: "Biz Allah'ın dininin yardımcılarıyız." dedikleri belirtiliyor. Bir üçüncü kez de Maide sûresinin son bölümün de onlardan söz ediliyor. Fakat oradaki üslup biraz daha farklıdır. Sözkonusu bölümde onların, yüce Allah'ın kendilerine vahyetmesinin sonucu iman ettikleri, sonra Hz. İsa'dan gökten bir sofra in­dirmesini istedikleri ve bunun İsa'nın peygamberliğine ve doğruluğuna yönelik imanları arttıracak bir araç olacağını ifade ettikleri belirtilir. Hz. İsa Rabbine dua eder ve Allah duasını kabul eder. İlgili ayeti tefsir ederken açıklayacağımız gibi gökten bir sofra indi­rir.

Bütün müfessirlerin ortak görüşüne göre "Havari" kelimesinin aslı ve anlamı Arap­ça'dır[19]. Bu kelime "beyaz" anlamına gelen "Havar" dan gelmiştir ki onların beyaz elbi­seler giymeleri bu isimlendirmede esas alınmıştır. Ya da mecazen bir insanın en yakın ve özel arkadaşları anlamında kullanılan un özü anlamına gelen "havari" kökünden gel­mektedir. "Havari" temiz, arı anlamına gelir. Bu yüzden saf renkleri ve temizlikleri do­layısıyla uygar kadınlara da "havariye" denir. Bazıları, Peygamberimizin (s) şu hadisine dayanarak kelimenin "yardımcı" anlamına geldiğini söylemişlerdir: "Rasulullah Hendek Savaşı sırasında insanları direnişe davet ederken, Zübeyr b. Avam bir kaç kez, herkesten önce onun çağrısına karşılık verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: Her peygamberin bir Havarisi var, ümmetim içinde benim Havarim de Zübeyr'dir"[20].

Bazıları kelimenin Aramice'de "beyaz" anlamına gelen "Havara" kelimesinden gel­diğini, dolayısıyla Arapça'ya dışarıdan girdiğini söylemişlerdir. Aramice ve Arapça aynı kökten gelirler. Dolayısıyla bir kelimenin iki dilde de ortak olarak beyaz anlamında kul­lanılmasının önünde hiçbir engel yoktur. Şu halde kelimenin Arapça'ya sonradan girdi­ğini söylemenin bir anlamı yoktur.

İndilerden ve eldeki kutsal metinlerden anlaşıldığı kadarıyla Havarilerin[21] sayısı oni-ki taneydi. Bu metinlerde bazen "İsa'nın öğrencileri" bazen de "elçileri" olarak isimlen­dirilirler. Birisi Sem'an'dır ki, bir diğer adı da Butros'tur. Endravus, Yakup, Yuhanna, Matta, Filips. Bartelemaus, Torna, Tadavus, Halfa oğlu Yakub, Kanalı Sem'an, Ashar-yurtlu Yahuda. Bu sonuncusu yahudilerden rüşvet almış ve yahudi liderlerinin isteği üzerine, İsa'yı aramaya çıkan Roma askerlerine onun kaldığı yeri göstermişti. [22]

 



[1] ibn Kesir.

[2] Tabresi, Beğavi

[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/467-468.

[4] Taberi, Beğavi, Tabresi, Hazin ve ibn Kesir Tefsirleri.

[5] Bu rivayet İbn Kesir'de mevcuttur, ibn Kesir, bu rivayetin değişik yoldan imam Ahmed'in tahric ettiği şek­lini de almıştır ve bunlar birbirine yakındır. Tirmizi ise aynı rivayetin bir başka metnini nakletmiş ancak, bu rivayetler sûrenin tümünün onlar hakkında indiğine veya aksine işaret etmemektedir. Nitekim bu rivayet şöyledir: "Rasulullah (s)'ın ashabından bir grup oturduk ve kendi aramızda konuşup: Allah ve Rasulü için en güzel işin hangisi olduğunu bilseydik onu yapardık" dedik. Bunun üzerine Allah, ayetlerini indirdi.

[6] Bkz. ibn Kesir

[7] Beğavi, Ibn Kesir, Zemahşeri, Tabresi ve Kasımi Tefsirleri.

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/468-470.

[9] Hazin ve Tabresi tefsirlerine bkz.

[10] Al-i imran sûresinin 113-115 ve 199. ayetleriyle, Nisa, 162; Maide 82-84; En'am, 114; Rad,36; İsra, 107-108; Kasas, 52-53 ve Ahkaf sûresinin 10. ayetini okuyunuz.

[11] Bu incil Dr. Halil Saade tarafından italyanca'dan tercüme edilmiş H. 1326'da Kahire'de basılmıştır.

[12] ibn Kesir.

[13] ibn Kesir.

[14] Bkz. Hazin ve Zemahşeri Tefsirleri.

[15] Yuhanna incil'i Katolik matbası baskısıdır.

[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/**

[17] Bakara; 195-216-218. Al-i imran; 151-175. Nisa; 74-79-83-94-100-104. Enfal; 8-38-39-67-68. Tevbe; 24-38-53-81-99-111-119-122.

[18] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/475-476.

[19] Al-i İmran, 52. ve Maide, 115-116. ayetlerin tefsiri için bkz. Menar tefsiri. Ayrıca bkz. Taberi, Beğavi, ibn Kesir,

Nesefi, Hazin, Tabresi, Zemahşeri. Tefsirini yaptığımız Saff sûresinin ilgili ayetinin adı geçen tefsir-lerdeki açıklamasına bkz.

[20] İbn Kesir, el-Menar, Hazin Hadisi Şeyhayn ve Tirmizi rivayet etmiştir. et-Tac; C. 3. sh. 300

[21] Matta İncili; 10 ve 26. İshali. Markos İncili, 3 ve 14. İslah.

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/477-478.