Medine'de inmiştir. 11
âyettir.
Bu mübarek sûre
Medine'de İnmiş olup ahkâm âyetlerini kapsamaktadır. Sûrenin, etrafında
döndüğü ana konu, Allah'ın mü'minlere farz kıldığı Cum'a namazının hükümlerinin açıklanmasıdır.
Bu mübarek sûre,
peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamber
olarak gönderilişini ele alır. Onun, Allah'ın lütfettiği bir rahmet olduğunu
açıklar. Yüce Allah Arapları onunla şirk ve sapıklık karanlıklarından
kurtardı. İnsanlığı onunla şereflendirdi. İnsanlık daha önce karanlıkta
yalpalarken, onun peygamberliği, toplumun hastalıklarına bir deva ve merhem
oldu.
Sonra bu sûre yahudileri ve onların Allah'ın şeriatinden
döndüklerini anlatır. Şöyle ki, onlar, Tevrat'ın hükümleriyle amel etmekle
yükümlü kılındılar, fakat onlar bundan yüzçevirip
uygulamadılar. Onlar için eşeği darb-ı mesel getirdi.
Bu eşek, sırtında büyük ve faydalı kitapları taşır, fakat eline yorgunluk ve
meşakkatten başka bir şey geçmez. İşte bu, bedbahtlık
ve helakin son derecesidir.
Daha sonra bu sûre, Cum'a namazının hükümlerini ele alır. Mü'min-leri, bu namazı eda etme yarışına çağırır. Ezan vaktinde
alışveriş yapmayı onlara haram kılar. Münafıkların yaptığı gibi, namazı bırakıp
ticaretle meşgul olmaktan sakındırarak sona erer. Münafıklar namaza
kalktıklarında ağır alıp tembel tembel kalkarlar. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Göklerde ve
yerde olanların hepsi,
mülkün sahibi, mukaddes, aziz, hakîm olan Allah'ı teşbih eder.
2.
Ümmîler arasından, kendilerine
âyetlerini okuyan, onları temizleyen,
onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur.
Halbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.
3. (Bu
Peygamber) mü'minlerden henüz kendilerine katılmamış
bulunan diğer insanlara da onu öğretir. Allah, azizdir, hakimdir.
4. Bu,
Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük
lütuf sahibidir.
5. Kendilerine
Tevrat yükletilen sonra onunla amel
etmeyenlerin durumu, koca koca kitaplar taşıyan
merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne
kötüdür, Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.
6. De ki: Ey
Yahudiler! Diğer insanların değil de yalnız kendinizin Allah'ın dostları
olduğunuzu sanıyorsanız, bu iddianızda samimî iseniz haydi ölümü temenni edin
(bakalım).
7. Ama
onlar, önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah,
zâlimleri çok iyi bilir.
8. De ki:
Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni
ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı
haber verecektir.
9. Ey îman
edenler! Cum'a günü namaza çağırıldığı (ezan
okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer siz
bilen kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.
10. Namaz
bitince yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan
isteyin. Allah'ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
11. Onlar
bir ticâret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni
ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticâretten
daha yararlıdır. Kuşkusuz Allah rızık verenlerin en hayırlisıdir.
Ümmiyyîn, Peygamber (s.a.v) ile aynı asırda yaşayan Araplar
demektir. Okuma yazma bilmeme mânâsına gelen "ümmîlik"le
şöhret buldukları için kendilerine bu isim verilmiştir.
Onları temizler. Bu
kelime şirk ve günah kirinden temizle mek mânâsına
gelen den türetilmiştir.
Esfâr, büyük kitap mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Şair şöyle der:
Onlar kitap
hamallarıdır. Onların, kitapların iyisi hakkında bilgileri yoktur. Onların
bilgisi eşeklerin bilgisine benzer. Yemin olsun ki, eşek sabah akşam yük taşır,
fakat çuvalların içinde ne olduğunu bilmez. [2]
Yahudiliği din
edindiler. Ayrılıp döndüler. [3]
Câbir (r.a.)'in şöyle dediği rivayet olunur: Bir cum'a günü Rasulullah (s.a.v)
ayakta hutbe okurken, Medine'ye bir kervan çıkageldi. Rasulullah
(s.a.v)'ın Ashabı (r.anhum)
hemen kervana koştular. Ashâbdan sadece oniki kişi kaldı. Ben, Ebubekir
ve Ömer bu oniki kişinin içinde idik. Bunun üzerine
Yüce Allah, "Onlar bir ticaret ve eğlence gördüklerinde hemen dağılıp
oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar" mealindeki âyeti indirdi.[4]
1. Kâinatta
bulunan insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkların hepsi Yüce Allah'ı takdis
eder, ta'zîm eder ve noksan sıfatlardan uzak tutar.
teşbih eder" şeklindeki geniş zaman kipi yenilenme ve devamlılık ifade
etmek içindir. Yani, bu, sürekli devam eden bir teşbihtir, dili O ilah, her
şeyin sahibidir. Meydana getirmek ve yok etmek suretiyle yaratmada tasarruf
sahibidir. Noksanlardan uzak tutulan ve olgunluk sıfatlarıyla nitelenendir.
Mülkünde güçlü, yaptığında hikmet sahibidir. [5]
2. OYüce Allah, rahmeti ve hikmetiyle, "Araplar içinde
onlardan, kendileri gibi ümmî, okuma yazma bilmeyen bir peygamber gönderendir.
Tefsirciler şöyle der: Araplar okuma yazma bilmedikleri için onlara
"ümmîler" denilmiştir. Arapların ümmî oldukları meşhurdur. Nitekim Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Biz ümmî bir
milletiz. Yazmayı ve hesabı bilmeyiz"[6] Rasulullah (s.a.v) bütün insanlığa gönderilmiş bir
peygamber olduğu halde, sadece "ümmîler içinde gönderildi"
denilmesinin hikmeti, Arapları şereflendirmektir. Zira Rasulullah
(s.a.v)'ın onlardan olduğu ifade edildi. Bu, şeref
olarak Araplara yeter. « Bu Peygamber onlara Kur'ân
âyetlerini okur, onları inkâr ve günah kirlerinden temizler. ibn Abbas şöyle der: İman
sayesinde onları temiz kalpli yapar.[7]
Onlara, okunan âyetleri ve peygamberin pak sünnetini öğretir. Durum şu ki,
onlar, Muhammed (a.s) kendilerine gönderilmeden önce hak yoldan apaçık bir
şekilde sapmışlardı. İbn Kesîr der ki: Yüce Allah Hz. Muhammed (a.s.)'i peygamberlerin gönderilmediği ve
yollardan uzaklaşıldığı bir dönemde gönderdi. O
zaman ona ihtiyaç çok idi. Araplar daha önce Hz.
İbrahim'in (a.s.) dinine bağlı idiler. Daha sonra onu değiştirip bozdular, tevhid yerine şirki, yakîn yerine
şekki getirdiler ve Allah'ın izin vermediği birçok bid'atlar
uydurdular. Ehl-i kitab da
böyleydi. Onlar da kitaplarını tahrif edip değiştirdiler. İşte bunun üzerine
Yüce Allah, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i kapsamlı, mükemmel
ve yüce bir şeriatla gönderdi. Bu şeriatta hidâyet ve insanların yaşarken ve
ölünce muhtaç oldukları her şeyin izahı vardır. Yüce Allah bütün güzellikleri Hz. Muhammed (a.s.)'de topladı, öncekilerden ve
sonrakilerden hiçkimseye vermediği şeyi ona verdi.[8]
3. Yüce
Allah bu Peygamberi, o ümmîlerin zamanında bulunmayıp da daha sonra gelecek
olan diğer kavimlere de göndermiştir. Bunlar, kıyamete kadar müslüman olanların hepsidir. Sâvî
der ki: Yani o, zamanında var olan mü'minlere
gönderildiği gibi, onlardan sonra gelecek olanlara da gönderilmiştir. Onun
peygamberliği sadece kendi zamanında var olanlar için değil, aksine hem
onları, hem de onların dışında kıyamete kadar gelecek olanları kapsar.[9] Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayet
edilen bir hadiste o şöyle demiştir: Biz, Hz.
Peygamber (a.s)'in yanında oturuyorduk. Bu sırada Cum'a
sûresinin "Mü'minlerden henüz onlara katılmamış
olan diğer insanlara da..." mealindeki âyeti indi: " Ey Allah'ın Kasulü! Bunlar kimlerdir?" dediler. Ebû Hureyre der ki: "Selmân-ı Fârisî de aramızda idi. Rasulullah
(s.a.v) elini Selmân'in üzerine koyup şöyle buyurdu:
"İman, Süreyya yıldızının yanında da olsa, bunlardan bir grup insan
mutlaka onu elde ederdi.[10] Bu âyeti tefsir ederken Mücâhid
şöyle der: Bunlar yabancılar ve Arab'ın dışında Peygamber (a.s)'e iman
eden herkestir.[11] O, mülkünde güçlü ve
galip, yaptıklarında hikmet sahibidir. [12]
4.
insanlığın efendisine has olan bu şeref yani onun bütün insanlara peygamber
gönderilmesi, Kur'ân'm Arapça inmesiyle Allah'ın
Arapları şereflendirmesi ve son peygamberi onlara göndermesi Allah'ın bir lütfudur. Onu, dilediklerine verir. «. Yüce Allah, dünyada
ve âhirette bütün yarattıklarını kapsayacak engin
lütuf sahibidir.
Bundan sonra Yüce
Allah, yahudileri yermeye başladı. Allah onları
Tevrat ile şerefiendirmişti de onlar bundan
yararlanmamış ve onu uygulamatruşlardı. Dolayısıyle Yüce Allah onları kitap taşıyan eşeklere
benzeterek şöyle buyurdu: [13]
5.
Kendilerine Tevrat verilen ve onun içindekileri yapmakla mükellef kılman, sonra
da onunla amel etmeyip hidayet ve nurundan faydalanmayan yahudilerin
durumu, faydalı büyük kitaplar taşıyan eşeklerin durumuna benzer ki eşeğin
eline bu kitaplardan yorgunluk ve meşakkatten başka bir şey geçmez.
Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, amel etmedikleri halde
ellerinde Tevrat bulunan yahudileri, kitap taşıyan
eşeğe benzetti. Eşek, boş yere ağır bir yük taşımaktan başka bir şey elde
edemez. Onları taşırken yorulur fakat içindekilerden faydalanamaz.[14] Şeyhzâde şöyle der: Yüce Allah yahudileri
yerdi. Şu sebeple ki onlar, Tevrat'ı okuyan ve içindekileri bilen kimselerdir.
Ve bu Tevrat'ta Hz. Muhammed (a.s.)'in doğruluğunu ve
ona imanın vacip olduğunu gösteren âyetler vardır. Fakat onlar kendilerini
dünya ve âhiret bedbahtlığından kurtaracak bu
âyetlerden faydalanmadılar. İşte bu sebeple Allah onları, ilim ve hikmet kitaplarını
taşıyıp da. Onlardan faydalanamayan eşeğe benzetti. Burada benzetme yönü, son
derece faydalı bir şeyden, yorgunluk ve meşakkat çekildiği halde, mahrum
kalmaktır.[15]
Yahudiler hakkında
getirmiş olduğumuz bu misal, Allah'ın, Muhammed'in peygamberliğini gösteren
âyetlerini yalanlayan kavim için ne kötü bir misaldir.[16] Yüce
Allah zalim ve fâsık olan kimseyi imana giden yolu
gösterip hayra muvaffak kılmaz. Ata şöyle der: Bunlar, peygamberleri
yalanlayarak kendilerine zulmeden kimselerdir12
zulmeden kimselerdir.[17]
Bundan sonra Yüce
Allah, Allah'ın dostları .olduklarını iddia eden Yahudileri yalanlamak üzere
şöyle buyurdu:[18]
6. Ey
Muhammed! Yahudileşen ve yahudi dinine sarılan o
kimselere de ki: Eğer iddia ettiğiniz gibi, diğer insanlar değil de sadece siz
gerçekten Allah'ın dostları iseniz ve bu iddianızda da doğru iseniz, Allah'tan
sizi öldürmesini isteyin ki, dostları için hazırlanmış olan ikram yurduna hemen
nak-ledilesiniz. Ebussuud şöyle der: Yahudiler, "Biz Allah'-ın oğulları ve dostlarıyız"[19]
diyor ve âhiret yurdunun Allah katında sadece
kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. Ayrıca "Yahudilerden başka hiçkimse cennete girmeyecek"[20]
diyorlardı. Dolayısıyle Yüce Allah, onların
yalanlarını açığa çıkarması için, Peygamberine şöyle demesini emretti: Eğer
böyle sanıyorsanız ölümü isteyin ki, musibet yurdundan ikram yurduna taşmasınız.
Çünkü, kendisinin cennetliklerden olduğuna kesin inanan kimse, bu meşakkat
yeri olan yurttan kurtulup oraya gitmeyi ister.'[21] Yüce
Allah onları rezil etmek ve yalanlarını açıklamak üzere şöyle buyurdu: [22]
7. Daha önce
inkâr ettikleri ve günah işledikleri, Muhammed (s.a.v)'i yalanladıkları için
hiçbir durumda ölümü temenni etmezler. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, eğer ölümü temenni etselerdi,
yeryüzünde hiçbir yahudi kalmaz, hepsi ölürdü.[23] Âlûsî şöyle der: Onlardan hiçbiri Ölümü temenni etmedi.
Çünkü onlar Hz. Muhammed (s.a.v.)'in doğruluğuna
kesinlikle inanıyorlar ve ölümü temenni ettikleri takdirde derhal öleceklerini
biliyorlardı. Bu, mucizelerden biridir. Yahudilerin ölümü temennî etmeyecekleri,
Bakara sûresinde lafzı ile ifade edilmiştir. Meşhur görüşe göre bu, "sanatta
çeşitleme" babındandır.[24]
Allah onları ve onlardan meydana gelen çeşitli zulüm ve isyanları bilendir.
Burada Yüce Allah, yahudileri yermek ve zalim
olduklarını tescil etmek için, " onları" zamiri yerine, "
zalimleri" açık ismini getirmiştir.[25]
8. Ey
Muhammed! Onlara de ki: Kendisinden kaçtığınız, dilinizle dahi istemekten
korktuğunuz bu ölüm, çaresiz kesinlikle başınıza gelecektir, ondan kaçmak size
bir fayda sağlamaz. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle
buyurmuştur: "Nerede olursanız olun, Ölüm. size ulaşır. Sarp ve sağlam
kalelerde olsanız bile"[26] Çünkü o kesin bir kaderdir. Korkunun ecele
faydası yoktur. Sonra, kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allah'a
döndürüleceksiniz. O size amellerinizin karşılığını verecektir. Burada bir
tehdit ve korkutma vardır.
Bundan sonra Yüce
Allah, Cum'a namazının hükümlerini açıklamak üzere
şöyle buyurdu: [27]
9. Ey, Allah
ve Rasulüne inanan mü'minler
topluluğu! Müezzinin Cum'a namazı için ezan okuyup
seslendiğini işittiğinizde, Cum'a hutbesini dinlemeye
ve namazı eda etmeye gidin, alış-verişi bırakın. Zararlı ticareti bırakıp,
kârlı ticarete koşun. İbn Cüzeyy
şöyle der: Âyette geçen den maksat, koşmak değil yürümektir.[28] Çünkü hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Namaz kılınırken ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin, sükunet ve vakaranızı koruyun"[29]
Hasan Basrî de şöyle der: Vallahi bu ayaklarla koşmak
değildir. Çünkü müslümanların, sekinet
ve vakar olmaksızın namaza gelmeleri yasaklandı. Fakat bu, kalben, niyetle ve
huşu içersinde koşmaktır.[30] Eğer
doğru bilgi ve akl-ı selim sahibi iseniz, bilin ki,
bu Allah rızasına koşma ve alış-verişi bırakma, sizin için dünya ticaretinden
daha hayırlı ve faydalıdır. Çünkü âhiretin faydası
daha yüce ve kalıcıdır. [31]
10. Namazı
eda edip bitirdiğinizde, ticaret ve ihtiyaçlarınızı temin için yeryüzüne
dağılırı. Allah'ın lütuf ve ihsanından isteyin. Çünkü rızık
O'nun elindedir. O, ihsan ve lütuf sahibidir. Çalışanın çalışmasını zayi etmez ve isteyenin ümidini
boşa çıkarmaz. Rabbinizi, sadece namaz vaktinde değil, her zaman, dil ve
kalple zikredin. dünya ve âhiret hayrını kazanasınız.
Saîd b. Cübeyr şöyle der:
Allah'ı zikir demek, O'na itaat etmek demektir. Allah'a itaat eden O'nu
zikretmiş olur. İtaat etmeyen, çokça teşbih çekse bile. Onu zikretmiş sayılmaz.[32]
Bundan sonra Yüce
Allah, bir grup insanın, fani dünyayı sonsuz olan âhirete
tercih ettiğini ve ondan üstün tuttuğunu haber vererek şöyle buyurdu: [33]
11. Bu âyet,
Cum'a günü Rasulullah
(s.a.v)'ı, hutbe okurken ayakta bırakıp yanından ayrılan bazı Sahâbî-leri (r.anhum) kınamaktadır. Yani, Ey Muhammedi Onlar kârlı bir
ticaret, gelen bir alış-veriş veya dünya eğlence ve zinetinden
bir şey işittiklerinde seni
bırakıp ona dönerler ve seni, hutbe okurken minberde ayakta bırakırlar. Yüce
Allah, zamiri, eğlence değil de ticaret için kullandı. Çünkü ticaret daha
önemlidir, asıl maksat da odur. Tefsirciler şöyle der: Rasulullah
(s.a.v) Cuma günü, minberde ayakta hutbe okuyordu. O sırada, Şam'dan Dihyetu'l-Kelbî'nin getirdiği
yiyecek yüklü bir kervan geldi. O zaman Me-dineliler açlık ve pahalılık içinde kıvranıyorlardı.
Arapların âdeti, sevinç göstermek için, kervanın şehre davul ve sevinç naraları
içinde girmesidir. İşte bu kervan da bu şekilde girince mescittekiler ona
koştular ve Rasulullah (s.a.v)'ı minberde ayakta
bıraktılar. Yanında sadece 12 kişi kaldı. Câbir b. Abdillah, (r.a.) "Ben onlardan biriydim" der.
İşte bu olay üzerine bu âyet indi. İbn Kesîr şöyle
der: Şurası bilinmelidir ki bu olay, Rasulullah
(s.a.v)'ın cuma günü, bayram namazlarında olduğu
gibi, namazı hutbeden önce kıldırdığı dönemde meydana gelmiştir. Nitekim Ebû Davud bunu böyle rivayet
etmiştir.[34] Ey Muhammedi Onlara de
ki: Allah katındaki sevap ve nimet, elde ettiğiniz ticaret ve eğlenceden daha
iyidir, Allah rızık veren ve lütufta bulunanların en
iyisi-dir. Öyleyse rızkı O'ndan isteyin ve lütuf ve
ihsanını elde etmek için O'n-dan yardım dileyin. [35]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1.
Kendilerine Tevrat yükletilen, sonra onu taşımayanların durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir"
âyetinde teşbîh-i temsili vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır. Yani, onların Tevrat'tan
faydalanamama hususundaki durumu, sırtında koca koca
kitaplar taşıyan ve bundan yorgunluk ve meşakkatten başka bir şey elde etmeyen
eşeğe benzer.
2. "Ölümü
isteyin" ile Onu asla istemezler" arasında tıbâk-ı
selb vardır.
3. arasında tıbak vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
4. "Bir
ticaret veya bir eğlence gördüklerinde" âyetinde, daha önemli olan önce
zikredilerek sanatta çeşitleme yapılmıştır. Asıl maksat ticaret olduğu için
Yüce Allah onu Önce zikretmiştir. Bundan sonra Yüce Allah, De ki, Allah'ın
yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır" buyurdu. Burada
Yüce Allah, ticaretten önce eğlenceyi zikretti. Çünkü hiç fayda elde etmeden
yapılan zarar daha büyüktür. Dolayısıyle Yüce Allah, her iki yerde de, daha önemli olanı
önce zikretti.
5. "Satışı
bırakın" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü
Yüce Allah burada satışı zikretti; alış-veriş, kiralama ve diğer bütün muameleleri
kastetti. [36]
Cuma günü, müslümanların namaz için toplanmalarından dolayı o güne
"Cuma" denilmiştir. Câhiliyye döneminde bu
güne "Rahmet günü" mânâsında denirdi. Nitekim Süheylî
böyle demiştir. Ona ilk defa Cuma ismini veren Ka'b
b. Lüey'dir. Müslümanlara ilk cuma namazını kıldıran
ise, Es'ad b. Zürâre'dir. Es'ad müslümanlara iki rekat
namaz kıldırdı ve onlara nasihat etti. Müslümanlar onun yanında toplanınca bu
namaza Cuma ismi verildi. Böylece bu İslamda ilk
Cuma namazı oldu.[37]
Irak b. Mâlik Cuma
namazını kıldığında dönüp caminin kapısında durur ve şöyle derdi: Ey Allah'ım!
Davetine uydum. Farzını kıldım. Bana emrettiğin gibi ayrıldım. Beni lütfundan rızıklandır. Sen rızık verenlerin en hayırhsısın.[38]
"Allah'ı zikre
koşun" ifadesinde şöyle bir nükte vardır: Müslümanın
cuma namazına azim, gayret, ciddiyet ve istekle gitmesi icâbeder.
Çünkü sa'y lafzı, ciddiyet ve azim ifade der. Onun
içindir ki Hasan Basrî şöyle demiştir: Vallahi bu sa'y, ayaklar üzerinde koşmak değildir. Bu, kalp ve niyetle
koşmaktır.
Allah'ın yardımıyle "Cum'a Sûresi'nin
tefsiri bitti. [39]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/431.
[2] Bahr, 8/266
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/434.
[4] Buhârî, Tefsir, 62/2;
Müslim, Cum'a, 7/36-39. Bkz,
Rûhu'I-meânî, 28/104
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/434.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/434.
[6] Buhârî, Müslim
[7] Kurtubî, r8/92
[8] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/497
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/434-435.
[9] Sâvî Haşiyesi, 4/204
[10] Buhârî ve Müslim.
[11] Muhtasar-ı îbn Kesîr, 3/498
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/435-436.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/436.
[14] Kurrubî, 18/95
[15] Beyzâvî Haşiyesi, 3/494
[16] Ben derim ki: Bu mübarek ayette, Kur’an’ın
hükümlerini tatbik etmediğimiz ve gerğini yapmadığımız
takdirde biz müslümanlara tariz vardır. Bu, Arapların
"kızım san söylüyorum, gelinim sen anla" manasındaki sözlerine
benzer.
[17] Tefsir-i Kebir, 29/5
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/436-437.
[19] Mâide Sûresi, 5/18
[20] Bakara sûresi, 2/111
[21] Ebussuud, 5/163
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/437.
[23] VaryamUçin bkz. Ahmed b. Hanbel,
Müsned 1/248 Kurtubî, 18/96
[24] Rûhu'l-meânî,
28/96
[25] Ebussuud, 5/163
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/437.
[26] Nisa sûresi, 4/78
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/437-438.
[28] Teshil, 4/119
[29] Kütüb-iSitte
[30] Kurtubî, 18/103
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/438.
[32] Beyzâvî Haşiyesi, 3/496
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/438.
[34] Hadis için nuzûl sebebi
bölümüne bakınız. Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/502
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/438-439.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/439-440.
[37] PÛhu'l-meânî,
28/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/440.
[38] Kurtubî, 18/108-109
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/440.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/440.