2- "Allah Adına Şahitlik Ederim..." vb.
Lafızların Yemin Oluşu:
3- Münafıklar Allah'ın Hükümlerinin Uygulanmasını
Engelleyerek Allah'ın Yolunu Engellerler:
1- Ölüm. Gelmeden Önce İnfak Etmeli:
2- Dünyada İken İtaat Etmeyenler, Ahirette Dünyaya Dönüşü
Faydasız Yere Temenni Ederler;
3- İbn Abbas'ın Bu Buyrukları Farz Olan Hac ve Zekâtın
Hemen Edâ Edilmesine Dair Delil Göstermesi:
4- Tevhid Ehli -Şehidler Dışında- Dünyaya Geri
Döndürülmeyi Temenni Etmezler:
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adı İle
Umumun görüşüne göre
Medine'de inmiştir. Onbir âyettir.[1]
1. Münafiklar sana geldiklerinde dediler ki: "Şehadet ederiz ki, muhakkak sen Allah'ın Rasûlüsün." Allah da biliyor ki sen hiç şüphesiz
O'nun Rasûlüsün. Ve Allah şahitlik eder ki, muhakkak
münafıklar yalancıdırlar.
"Münafıklar sana
geldiklerinde dediler kû Şehadet
ederiz ki muhakkak sen Allah'ın Rasûlüsün"
buyruğu ile ilgili olarak Buhârî'nin rivayet ettiğine
göre Zeyd b. Erkam şöyle
demiştir: Amcam ile birlikte idim. Abdullah b. Ubeyy
b. Selûl'un: "Rasûlullah'ın
yanındakilere infak etmeyin; ta ki dağı-hp
gitsinler." (d-Münzfikun, 63/7) dediğini ve
ayrıca: "Eğer Medine'ye donersek, elbette ki en
şerefli ue kuvvetti olan, en hakir olanı oradan mutlaka
çıkartacaktır" (el-Münafikun, 63/8) dediğini
duydum. Bunu amcama anlattım, amcam da Rasûlullah
(sav)'a söyledi. Rasûlullah (sav) da Abdullah b. Ubeyy ile arkadaşlarına haber gönderdi. Onlar: Böyle bir
şey söylemediklerine dair yemin ettiler. Rasûlullah
(sav) onları tasdik etti, benî yalanladı. Benzerini görmediğim bir keder ve
üzüntü gelip beni buldu. Evimde oturdum. Yüce Allah: "Münafıklar sana
geldiklerinde... Rasûlullah'ın yanındakilere infak
etmeyin ta ki dağılıp gitsinler" (7. âyet) buyruğuna ve daha sonra:
"Elbetteki en şerefli ve en kuvvetli olan en hakir olanı oradan çıkartacaktır"
(8. âyet) buyruğuna kadar indirdi. Rasûlullah (sav)
bana haber gönderdikten sonra: "Şüphesiz Allah seni tasdik etti"
diye buyurdu. Bu hadisi Tir-mizi rivayet etmiş olup, hasen sahih bir hadistir, demiştir[2]
Tirmizi'de Zeyd b. Erkam'dan
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav)
ile birlikte gazada idik. Beraberimizde bedevilerden bir takım kimseler de
vardı. O bakımdan bir an önce suya varalım diye koşuşuyorduk. Bedeviler bizden
önce suya ulaşıyorlardı. Arkadaşlarından önce giden bedevi Arap havuzu
doldurur, etrafına taşlar koyardı. Darın sonra da arkadaşları gelinceye kadar
üzerini deri bir örtü ile kapatırdı. Ensardan bir
kişi (bu şekilde su biriktirmiş) bedevi bir Arabın
yanına gitti. İçsin diye devesinin yularını gevşetti, Bedevi onu bırakmak
istemedi. Bu sefer ensardan olan o şahıs bir taş
çekip aldı, bunun üzerine su da çekildi. Bedevi bir tahta parçası alıp, onu ensardan olan o şahsın başına vurdu ve başını yaraladı. Ensardan olan bu şahıs münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy'in yanına gitti. Ona durumu haber verdi. -Bu kişi
onun arkadaşlarındandı.- Abdullah b. Ubeyy bu işe
öfkelendi, sonra da: Rasûlullah'ın yanında
bulunanlara infak etmeyin ta ki; onlar da -bedevileri kastediyor- etrafından
dağılıp gitsinler. Bedeviler de Rasûlullah (sav)'ın yanma yemek esnasında hazır bulunurlardı. Abdullah dedi
ki: Onlar Muhammed'in yanından ayrılıp gittiler mi siz de Muhammed'e yemek
getiriniz. Böylelikle hem kendisi, hem de onun yanında bulunanlar yemek yesin.
Sonra da arkadaşlarına şöyle dedi: Andolsun Medine'ye
döneceğiniz vakit, hiç şüphesiz en şerefli ve kuvvetli olan, en hakir olanı
oradan çıkartacaktır.
Zeyd dedi ki: Bu sırada ben amcamın terkisinde idim.
Abdullah b. Ubeyy'in sözlerini işittim, amcama
söyledim. O da gidip Rasûlullah (sav)'a haber verdi. Rasûlullah (sav) Ubeyy'e haber
gönderdi, o da yemin ederek bunu inkâr etti. Rasûlullah
(sav) bunun üzerine onu tasdik etti, beni de yalanladı. Amcam bana gelerek
şöyle dedi: Sen ne yapmak istedin? İşte sonunda
Rasûlullah
(sav) da münafıklar da (Tirmizi'de; Müslümanlar da)
sana öfkelendi ve seni yalanladı. (Zeyd b. Erkara) dedi ki: O lakımdan daha önce hiçbir kimseye karşı
göstermedikleri kadar bana karşı cüretkârlık gösterdiler. (Tirmizi'de:
Hiçbir kimsenin kederlenmediği kadar kederlendim, şeklinde) Nihayet Rasûlullah Csav) ile birlikte bir
seferde yol alıyorken kederden başımı öne eğmişken Rasûlullah
(sav) yanıma gelerek kulağımı büktü ve yüzüme güldü. Onun bu halini dünyada ebediyyen yaşamaya değiştirmem. Sonra Ebu
Bekir bana yetişerek: Rasûlullah (sav) sana ne dedi?
diye sordu. Ben: Bir şey demedi, sadece kulağımı büktü ve yüzüme karşı güldü,
dedim. Ebu Bekir: Müjde sana! dedi. Sonra Ömer bana
yetişti, ona da Ebu Bekir'e söylediğimin benzerini
söyledim. Sabah olunca Rasûlullah (sav), el-Münafikun Sûresi'ni okudu. Ebu'1-İsâ dedi kir Bu hasen, sahih bir hadistir[3]
Huzeyfe b. el-Yeman'a münafıka dair soru soruldu da şöyle dedi: Münafık,
İslâm'ın niteliklerini bilen fakat gereğince amel etmeyendir. Bugünkü münafıklar
Rasûlullah (sav)'ın
dönemindekilerden daha da kötüdürler. Çünkü onlar o gün münafıklıklarını
gizlerken, bugün onu açığa vurmaktadırlar[4]
Buhari ve Müslim'de yer alan rivayete göre Ebu Hureyre Peygamber (sav)'m
şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Münaftkın
alâmeti üçtür: Konuştu mu yalan söyler, söz verdi mi sözünde durmaz, ona bir
şey emanet edildi mi hainlik eder."[5]
Abdullah b. Amr'dan rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Dört haslet vardır ki; her kimde bulunurlarsa, o kimse katıksız münafık
olur. Kimde bu hasletlerden bir tanesi bulunursa, onu terkedinceye
kadar o kimsede münafıklıktan bir haslet bulunur: Bir şey emanet edildiğinde
hainlik eder, konuştu mu yalan söyler, söz verdi mi sözünde durmaz, tartıştı
mı günahkârca konuşur.[6]
Böylece Peygamber
(sav) bütün bu hasletleri taşıyan kimsenin münafık olacağını haber vermiştir,
onun haberi de doğrudur.
el-Hasen'den
rivayet edildiğine göre ona bu hadis zikredilmiş, o da şöyle demiş: Şüphesiz
ki Yakuboğulları konuştular, yalan söylediler, söz
verdiler, sözlerinde durmadılar, kendilerine emanet verildi emanete hainlik
ettiler. Peygamber (sav)'tn bu sözü ancak müsi umanları uyarmak anlamını taşır ve onları bu
hasletleri alışkanlık haline getirmekten bir sakındırınadır.
Bunların sonunda kendilerini münafıklığa kadar götürebileceğinden dolayı taşıdığı
bir endişeyi ifade etmektedir. Yoksa manası istemeyerek ve alışkanlık haline
getirmeksizin bu işleri yapacak otursa, münafıktır demek değildir, et-Tevbe Sûresi'nde (9/75-78. âyetler, 8, başlıkta) bu hususa
dair yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.
RasûlıiUah (sav) buyurdu ki: "Mü'min
konuştu mu doğru söyler, söz verdi mî yerine getirir, ona bir şey emanet
edildi mi onu eksiksiz geri verir."[7]
Yani, kâmil bir mü'min konuştu mu doğru söyler.., Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
"Derler ki: Şehadet ederiz ki, muhakkak sen Allah'ta Rasûlüsün" Denildiğine göre buradaki "şehadet ederiz" yemin ederiz anlamındadır. Burada
yemin, şehadet etmek diye ifade edilmiştir. Çünkü
yemin olsun, şehadet olsun, lafızları görülmeyen bir
hususun sabit olduğunu belirtmektir. Kays b. Zerih'in şu beyitinde de bu
anlamda kullanılmıştır;
"Allah'ın huzurunda
şahidlik ederim ki şüphesiz ben severim onu, İşte bu
benim yanımda ona ait olandır, peki ya onun yanında
bana ait olan ne
vardır?"
Bunun zahiri anlamında
olması ve onların imam itiraf edip kendilerinin münafık olmadıklarını belirtmek
üzere Muhammed'in (sav) Allah'ın Rasûlü olduğuna
fiilen şahitlik etmeleri anlamına gelme ihtimali de vardır. Daha uygun görülen
de budur.
"Allah da biliyor
ki sen, hiç şüphesiz" onların dilleriyle ifade ettikleri gibi "O'nun
Rasûlüsün. Ve Allah şahitlik eder ki muhakkak münafıklar"
dışa vurdukları dilleriyle şahitlik edip yemin etmeleri ile
"yalancıdırlar."
e!-Ferrâ
dedi ki: "Ve Allah şahitlik eder ki muhakkak münafıklar" kalpleriyle,
vicdanlarıyla "yalancıdırlar." Bu açıklamaya göre yalanlamaları onların
kalplerinde olan bir şeydir. Bu imanın kalpte tasdikten ibaret olduğuna ve
gerçek sözün kalbin sözü olduğuna delil teşkil etmektedir. Her kim bir şey
söyler ve onun aksine inanırsa, o kimse yalancıdır. Bu hususa dair yeterli
açıklamalar el-Bakara Sûresi'nin (2/8. âyet, 3. başlıkta) başta raflarında
geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah, onların
yalan yere yemin eniklerini belirtmektedir, diye de açıklanmıştır. Bu da yüce
Allah'ın: "Onlar muhakkak sizden olduklarına dair Allah'a yemin
ederler" (el-Tevbe, 9/56) buyruğunda dile
getirilmektedir.
[8]
2. Onlar
yeminlerini kalkan edindiler de Allah'ın yolundan yan çizdiler. Gerçekten de
onların bu yaptıkları ne kötüdür.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız;
[9]
"Onlar yeminlerini
kalkan" örten bir siper "edindiler." Bu buyruk, daha önce
geçen: "Şehadet ederiz ki muhakkak sen Allah'ın Rasûlüsün" (1. âyet) buyruğuna işaret değildir. Bu,
Buharı ve Tirmizî'nİn nüzul sebebi ile ilgili olarak
sözünü ettikleri İbn Ubeyy'in
yemin ederek o sözleri söylemediğine işarettir.
ed-Dahhak dedi ki: Bununla
onların Allah adına yemin ederek; "Şüphesiz ki onlar sizdendirler"
diye söyledikleri sözleri kastetmektedir. Bir diğer görüşe göre onların
yeminlerinden kasıt, yüce Rabbimizin et-Tevbe Sûresi'nde
haber verdiği; "Onlar (o sözü) söylemediklerine dair Allah adına yemin
ederler" (et-Tevbe, 9/74) dîye sözünü ettiği
yeminleridir.
[10]
Bir kimse: Allah adına
kasem ederim yahut Ailah adına şahitlik ederim yahut
Allah adına kesinlikle söylerim yahut Allah adına yemin ederim yahut Allah
adına kasem ettim yahut Allah adına şahitlik ettim, Allah adına kesinlikle
söyledim ya da Allah adına yemin ettim diyecek olur
da bütün bunlarda "billahi: Allah adına yemin ederim" diyecek olursa,
bunun yemin olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Malik ve mezhebine mensup ilim
adamlarına göre de şayet; "Kasem ederim, şahitlik ederim, kesinlikle
söylerim ya da yemin ederim" deyip de -Aİİah adına demeyi kastetmesi şartıyla- fakat "Ailah adına..." demeyecek olursa, yine durum böyledir.
Ancak şayet "billahi; Allah adına" demeyi kastetmemi^ ise yemin
olmaz. el-Kiya (et-Taberi)
bunu Şafii'nin görüşü olarak da nakletmtştir. Şafii
dedi ki: Yemin etmek niyetiyle; Aİlah adına şahitlik
ederim diyecek olursa, bu yemin olur,
Ebu Hanife ve mezhebine mensup
ilim adamları da şöyle demişlerdir: Allah adına şahitlik ederim ki, gerçekten
şu olmuştur, diyecek olursa, bu bir yemin olur. Şayet yemin niyeti olmaksızın: Şehadet ederim ki böyle oldu, diyecek plursa,
bu da bu âyet-i kerime dolayısıyla bir yemin olur. Çünkü yüce Allah
münafıkların şahitliklerini sözkonusu ettikten sonra:
"Onlar yeminlerini kalkan edindiler" diye buyurmaktadır.
Şafii'ye göre ise bu
-yemin niyetiyle dahi olsa- yemin olmaz. Çünkü yüce Allah'ın: "Onlar
yeminlerini kalkan edindiler" buyruğu İle yüce Allah'ın; "Dediler ki:
Şehadet ederiz ki..." buyruğu kastediimemiştir. Bununla ancak et-Tevbe
Sûresi'nde yer alan: "Söylemediklerine dair Allah'a yemin ederler"
(et-Tevbe, 9/74) buyruğu kastedilmektedir.
[11]
"Allah'ın
yolundan yan çizdiler." O'ndan yüz çevirdiler. Buradaki: "Yan
çizdiler" buyruğu: mastarından gelmektedir; ya
da mü'minleri Allah'ın haklarında uygulanması gereken
öldürülmek, esir alınmak, mallarının alınması gibi Allah'ın hükümlerini
uygulamaktan çevirdiler, döndürdüler, demektir. O vakit bu: mastarından gelen
bir fiildir ya da kendileri geri kalıp başkalarının
da onlara uyması suretiyle insanların cihâda çıkmalarına engel oldular.
Şöyle de
açıklanmıştır: Onlar yahudilerle müşrikleri İslâm'a
girmekten alıkoydular. Bunu da: İşte bizler onları inkâr ediyoruz. Eğer
Muhammed gerçek bir peygamber olsaydı, bizim bu halimizi bilir ve bizi
başkalarının ibret alacağı bir şekilde cezalandırırdı, demeleri ile oluyordu.
Yüce Allah böylece onlarının hallerinin kendisine gizli kalmadığını fakat
O'nun; imanı açığa vuran kimseye zahiren imanın hükümlerinin uygulanması şeklinde
hükmettiğini açıklamıştır.
"Gerçekten de
onların bu yaptıkları ne kötüdür!" Yani münafıklıkları, yalan yeminleri ve
Allah'ın yolundan alıkoymaları şeklindeki bu kötü amelleri oldukça kötü
İşlerdir.
[12]
3- Bu ise
onların iman etmelerinden sonra kâfir olmalarındandır. Bunun için de kalplerine
mühür vuruldu. Bu yüzden onlar anlamazlar.
Bu buyruk ile yüce
Allah, münafığın kâfir olduğunu bildirmektedir. Yani onlar dilleriyle ikrar
etmekle birlikte, kalpleriyle kâfir olmuşlardır.
Âyet-i kerimenin önce
iman eden, sonra irtidad eden bir topluluk hakkında
indiği de söylenmiştir.
"Bunun İçin de
kalplerine mühür vuruldu." Yani kalpleri küfür ile mühürlendi. "Bu
yüzden onlar" imanı da, hayrı da "anlamazlar.7*
Zeyd b. Ali: "Bunun için de kalplerine mühür vuruldu"
buyruğunu: "Bunun için de Allah kalplerini mühürledi" diye okumuştur.
[13]
4. Onları
gördüğün zaman cüsselerİ hoşuna gider. SÖZ
söylerlerse sözlerini dinlersin. Halbuki onlar dayandırılmış keresteler gibidir.
Herbir feryadı kendi aleyhlerine sanırlar. Asıl
düşmanlar onlardır. Sakın onlardan! Allah kahretsin onları! Nasıl da döndürülüyorlar?
"Onları gördüğün
zaman cüsseleri" kıl iki arı ve görünüşleri "hoşuna gider. Söz
söylerlerse sözlerini dinlersin" buyruğu ile kastedilen Abdullah b. Ubeyy'dir. İbn Abbas dedi ki; Abdullah b. Ubeyy
yakışıklı, iri yarı, sağlıklı, güzel yüzlü ve tatlı dilli birisi idi.
Konuşmaya başladı mı Peygamber (sav) konuşmasını dinlerdi. Allah da onu şekil
itibariyle kusursuz ve maksadını güzel bir şekilde açıklamak nitelikleriyle
nitelendirmiştir.
el-Kelbî
dedi ki: Maksat İbn Ubeyy,
el-Cedd b. Kays ve Mualtib b. Ku-şeyr'dir.
Bunlar iri yarı, güzel görünümlü ve fasahatli konuşan
kimselerdi.
Müslim'in Sct/ıi/ı'inde:
"Halbuki onlar dayandırılmış keresteler gibidir"
[14]buyruğu hakkında şöyle denilmektedir: Bunlar
olabildiğince güzel erkeklerdi.' " Adeta dayandırılmış kütükler gibi
idiler. Yüce Allah onları işitmeyen, akletmeyen,
ruhsuz bedenler, akılsız cisimler gibi duvara dayandırılmış kerestelere
benzetmektedir.
Bir diğer açıklamaya
göre yüce Allah, onları içinden yenilip bitirilmiş, bundan dolayı İçinde ne
olduğu bilinmeyen, başkasına dayandırılmış kerestelere benzetmektedir.
"Keresteler"
anlamındaki kelimeyi Kumbul, Ebu
Amr ve el-Kisaî (Ötreli okumak yerine) "şın"
harfini sakin olarak: diye: okumuşlardır. el-Be-râ b.
Âzib'in kıraati bu olduğu gibi, Ebu
Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Çünkü bunun tekili: şeklindedir.
Tıpkı -bir tek deve için- denilirken, çoğulunun diye gelmesi gibi. Ayrıca dilde
-tekili-: vezninde gelip de çoğulu: vezninde getirilen bir kelime
bulunmamaktadır. Ancak bu kelimenin (orta harfinin) sakin okunmasının
ağırlığından ötürü denilmesi ve buna bağlı olarak bunun böylece okunması
gerekir,
el-Yezidî'nin
naklettiğine göre bu; 'in çoğuludur. Yüce Allah'ın: "Sık ve bol ağaçlı
bahçeler" (Abese, 80/30) buyruğundaki: " ve hol ağaçlı"
anlamındaki lafzın tekilinin: gelmesi gibi.
Diğerleri İse sakil
("şın" harfini ötreli)
olarak okumuşlardır. İbn Ke-sir'den, el-Bezzî'nin, Amr'dan Ayyaş'ın rivayeti böyle olduğu gibi; Âsmı'dan gelen rivayetlerin çoğunluğu da böyledir. Ebu Halim de bu okuyuşu tercih etmiştir. Sanki bu kelime bu
okuyuşu ile:'in ve: nin çoğulu gibidir Bu durumda
Meyve, mahsul" lafzının; ile şeklinde çoğullarının gelmesine benzemektedir.
Diğer taraftan: "Kereste" lafzının çoğulu diye de yapılır. Tıpkı: Deve"
kelimesinin çoğulunun ile diye (birincisinde "dal' harfi sakin, diğerinde
de ötreli) gelmesi gibidir. "Keresteler"
lafzını İbnu'l-Müseyyeb'in
"ha" ve "şın' harflerini üstün olarak
okuduğu da rivayet edilmiştir.
Sîbeveyh dedi ki: "Keresle, keresteler" lafzı (vezin
itibariyle) "eve, develer" gibidir, üon
harfi "he (yuvarlak te)':
olmayan lafızlardan benzeri de "Arslan, arslanlar" ile Put, putlar" lafızlarıdır. Bu
kelime "Keresteler" diye de okunmaktadır ki; bu şekliyle cemu'1-cem,
(çoğulun çoğulu)dur. "Kereste" onun tekili olup, çoğulu: diye;
çoğulunun çoğulu ise; diye gelir. Tıpkı: "Meyve kelimesinin çoğulunun:
şeklinde, çoğulun çoğulunun da: şeklînde gelmesi gibidir.
"Dayandırmak (isnâd)" ise bir şeyi (bir başka şeyin üzerine) eğmek
demektir. "O şeyi dayandırdım, eğdim" denilir. "Dayandırılmış"
ise çokluk ifade etmek içindir. Yani onlar kanlarım kurumak maksadı ile
yeminlerine dayanmışlardır,
"Herbir feryadı kendi aleyhlerine sanırlar. Asıl düşmanlar
onlardır."
Yani onlar /eryad eden herkesin kendi aleyhlerine feryad
ettiğini kabul ederler. Onlar asıl düşmanlardır. Buna göre buradaki "asıl
düşmanlar onlardır" anlamındaki ifadede hazfedilmiş zamir olmadığı kabul
edilecek olursa, ikinci mefulün yerini tutmaktadır. Bu buyruğu ile yüce Allah
onları korkaklık ve manevi bakımdan güçsüz olmakla nitelendirmektedir.
Mu-katil ve es-Süddi dedi ki: Yani asker karargahında
bir kimse: bir al dizginlerinden kurtuidu, diye
seslenecek yahutta bir kayıp mal olduğuna dair bir
ilanda bulunulacak olursa, kendilerinin kastedildiklerini sanırlar. Buna sebep
kalplerindeki korkudur. Şair el-Ahtal'ın elediği
gibi:
"Sen onlardan
sonra bile hala herbir şeyi
Onlara hücum eden
atlılar ve askerler zannedersin."
Bir başka açıklamaya
göre: "Herbir feryadı kendi aleyhlerine
sanırlar.
Asıl düşmanlar
onlardır" sözünde mana itibariyle takdir edilmiş ifadeler vardır, ondan
sonrasına ihtiyacı yoktur. İfadenin takdiri de şöyledir: Onlar herbir feryadı kendi aleyhlerine zannederek farkedildîklerini ve münafıklıklarının bilindiğini
sanırlar. Çünkü kişinin kendisinden şüphe edildiğini zannetmesinin insana
verdiği bir korku vardır. Daha sonra yüce Allah peygamberine hitab ederek: "Asıl düşmanlar onlardır" diye yeni
bir ifade başlamaktadır. ed-Dahhak'm
açıklamasının ifade ettiği anlam budur.
Bir diğer görüşe göre
anlamı şudur: Onlar mescidde duydukları herbir feryadı kendi aleyhlerine ve Peygamber (sav)'ın bununla onların öldürülmelerini emrettiğini sanırlar. O
bakımdan onlar sürekli olarak yüce Allah'ın on-iar
hakkında kanlarını mubah kılacak ve örtüler arkasında sakladıklarını açığa
çıkarmaya sebeb teşkil edecek bir emir indirmesinden
korkup, dururlar. Bu anlamda şair şöyle demektedir:
"Eğer o bir kuş
olsaydı, ben onu
Ubeyd ve Eznem'i çağıran serbest
bir kuş sanacaktım,"
(Şairin sözünü ettiği) "Eznem" Yerbû' oğullarının
bir koludur.
Daha sonra yüce Allah
onları: "Asıl düşmanlar onlardır, sakın onlardan"
diye
nitelendirmektedir. Bu görüşü Abdurrahman b. Ebi Hatim nakletmiştir. Allah'ın: "Sakın
onlardan" buyruğu iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine göre onların
sözlerine güvenmekten yahut sözlerine meyletmekten sakın, ikincisine'göre
senin düşmanlarını meylettirmeklerinden (aleyhine kışkırtmalarından) ve
ashabını sana yardım etmekten uzaklaştırmalarından sakın.
"Allah kahretsin
onları!" Allah'ın laneti üzerlerine olsun, demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas ve Ebu
Malik yapmıştır. Bu bir yergi ve azar ifadesidir. Araplar: "Allah
kahretsin onu, ne kadar da şairdir!" sözlerinde de bu ifadeyi hayrec anlamında kullanırlar.
"Allah kahretsin
onları" buyruğu, Allah onları karşısındakini kahreden bir düşman ile
savaşa tutuşan kimsenin konumuna düşürsün, demektir. Çünkü yüce Allah,
inatlaşarak karşı koyan herkesi kahredendir. Bu açıklamayı da İbn İsa nakletmiştir.
"Nasıl da
döndürülüyorlar?" Nasıl da yalanlıyorlar? Bu açıklama İbn
Ab-bas'a aittir. Katade: Nastl
da haktan dönüyorlar demektir, demiştir. el-Hasen:
Doğru yoldan nasıl da yüz çeviriyorlar anlamındadır, demiştir. Anlamının: Deliller
apaçık olmakla birlikte akılları nasıl olur da bundan başka bir tarafa sapıp
gider, şeklinde olduğu da söylenmiştir ki; burada kullanılan fiil döndürmek,
yüz çevirmek anlamında olan; 'den gelmektedir.
"Nasıl"
anlamındaki anlamındadır. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara,
2/223. âyet, 1, başlık ve Âl-i İmran, 3/40. âyetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
[15]
5- Onlara:
"Gelin, Allah Rasûlü sizin için mağfiret
dilesin" denildiğinde başlarını çevirirler ve sen onların büyüklenerek yüz
çevirdiklerini görürsün.
"Onlara: Gelin,
Allah Rasûlü sizin için mağfiret dilesin,
denildiğinde...''
buyruğu ile ilgili
olarak İbn Abbas şöyle
demiştir: Kur'ân-ı Kerim'in onların niteliklerini
belirten buyrukları nazil olunca, aşiretlerinden olan kimseler onlara giderek
şöyle dediler: Artık gizleyip sakladığınız münafıklığınız açığa çıkmış
bulunuyor. Haydi münafıklıktan dolayı Allah'ın Rasûlüne
tevbe ettiğinizi bildirin ve sizin için mağfiret
dilemesini isteyin.
Ancak münafıklar
başlarını çevirdiler. Yanı böyle bir teklifi kabul etmediler ve alay ederek
başlarını salladılar.
Yine ondan rivayet
edildiğine göre Abdullah b. Ubeyy'in her vesile ile
takındığı bir tavrı vardı. Bu konumuyla o Allah'a ve Rasûlüne
itaate teşvik ediyordu. Ona: Rasûiuilah (sav) sana
kızgın ve öfkeli iken bunun sana hiçbir faydası olmaz. Haydi onun yanına git
de senin için mağfiret dilesin, denildi. Abdullah bunu kabul etmeyip,
"onun yanına gitmem" dedi.
Bu âyetlerin nüzul
sebebine gelince, Peygamber (sav) sahile doğru Ku-dcycl tarafından el-Mureysi' diye
bilinen bir su kenannda bulunan Mustalık
oğullan üzerine gaza tertibledi. el-Müşellel denilen yerdeki bir su başında Ömer (r.a)'ın Cehcah adındaki ücretle tuuuğu bir şahıs iie Abdullah b. Ubeyy'in Sinan adındaki antlaşmalısı birbirleriyle
çekiştiler. Cehcah muhacirleri, Sinan da ensarı yardıma çağırdı. Cehcah,
Sinan'a bir tokat indirdi. Abdullah b, Ubeyy: Bunu
da mı yapacaklardı? Allah'a yemin ederim bizim misalimizle onların misali
ancak öncekilerin söyledikleri: "Besle köpeğini yesin seni!" (besle
kargayı oysun gözünü) sözüne benzer. Allah'a yemin ederim, eğer Medine'ye
dönecek olursak, şüphesiz daha aziz olan -Ubeyy kendisini
kastediyor- daha zelil olanı -bununla da Muhammed (sav)'ı
kastediyor-çıkaracaktır. Sonra kavmine şöyîe dedi: Bu
adama arük yiyecek vermeyiniz. Onun yanında
bulunanlara da infakta bulunmayınız ki, etrafından dağılıp onu terketsinler.
Abdullah tarafında
bulunan Zeyd b. Erkanı: Allah'a andoisun
ki, zelil olan, kavminde değersiz olan sensin. Rahman tarafından aziz bilinen, müslüman-lar tarafından da
sevilen ise Muhammed (sav)'dır. Allah'a yemin ederim, sen bu sözü söyledikten
sonra ebediyyen seni sevmeyeceğim.
Bu sefer Abdullah;
Sus, sesini çıkarma. Ben laf oisun diye söyledim, dedi.
Ancak Zeyd onun bu söylediklerini Peygamber (sav)'a
bildirince Abdullah, Allah adına yemin ederek böyle bir şey yapmadığını, böyle
bir söz söylemediğini söyledi. Peygamber (sav) da onun mazeretini kabui etti. Zeyd dedi ki: Ben
içten içe bundan çok rahatsız oldum, insanlar da beni kınadı. Bunun üzerine Münafikun Sûresi Zeyd'in doğru
söylediğini ve Abdullah'ın yalan söylediğini belirterek nazil oldu.
Abdullah'a: Senin hakkında çok ağır âyetler inmiş bulunuyor. Senin İçin
mağfiret dilemesi için Rasûiullah (sav)'ın yanına git, denildi. Fakat o başını öbür tarafa
çevirince, bu âyetler nazil oldu. Bu rivayeti bu anlamda Buharı, Müslim ve Tirmizi rivayet etmiştir[16] Ve
sûrenin baş ta raflarında geçmiş bulunmaktadır.
"Sizin için
mağfiret dilesin" buyruğu münafıklıktan tevbe
etmenizi di-tesin çünkü tevbe
için dua etmek, mağfirel için dua etmektir, diye de
açıklanmıştır.
"Ve sen onların
büyüklenerek yüz çevirdiklerini görürsün." Allah Ra-sûlünden yüz çevirip imana karşı büyüklük gösterdiklerini
görürsün.
"Çevirirler"
anlamındaki buyruğu Nâfi' ("vav"
harfini şeddestz olarak): diye okumuş, diğerleri ise
şeddeli okumuşlardır. Bu okuyuşu Ebu Ubeyd tercih etmiş olup: Bu, işin çokluk tarafından
işlendiğini belirten bir fiildir, demiştir.
en-Nehhas
ise: Ebu Ubeyd bu hususta
yanılmıştır, der. Çünkü buyruk Abdullah b, Ubeyy
hakkında inmiştir. Kendisine: Gel, Allah Rasûlü
(senin için mağfiret dilesin) denilince, o da alay olmak üzere başını
sallamıştı. Şayet: Peki, onun hakkında çoğul kiple nasıl haber verilir? diye
sorulacak olursa, sorana şöyle cevab verilir:
Araplar insandan kinaye yoluyla (zamir kullanarak) söz ettiklerinde bu şekilde
fiili kullanırlar. Sİbeveyh, Hassan'a
ait şu beyiti zikretmektedir;
"Yaptığınız işin
gizli kalacağını sanmıştınız, Halbuki aramızda kendisini olanlardan haberdar
eden
vahyi alan bir Rasûl vardır."
Hassan bu beyitinde Mekke'de çaldığı bir şey dolayısıyla Hassan b.
el-Ubeyrık'a hitab
etmektedir. Başından geçen olay meşhurdur.
Bu buyruğun hem Ubeyy hakkında, hem de onun yaptıklarını yapanlar hakkında
haber veriyor olması da mümkündür.
Denildiğine göre İbn Ubeyy başını öbür tarafa
çevirince şöyle demiş: İman etmemi emrettiniz, işte iman ettim, Malımın
zekâtını vermemi söylediniz, işte verdim. Geriye bir Muhammed'e secde
etmediğim kaldı.
[17]
6. Onlar
için mağfiret dİlesen de, dilemesen de haklarında
bîrdir. Allah onlara asla mağfiret etmez. Şüphesiz ki Allah fâsıklar
topluluğunu hidâyete erdirmez.
"Onlar İçîn
mağfiret dilesen de, dilemesen de haklarında birdir." Bütün bunlar
arasında fark yoktur. Senin mağfiret dilemenin hiçbir faydası olmaz. Çünkü
Allah onlara mağfiret buyurmaz. Yüa: Allah'ın:
"Gerçekten o inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir,
iman etmezler." (el-Bakara, 2/6) buyruğu ile: "Sen öğüt versen de,
öğüt verenlerden olmasan da bizim için birdir." (eş-Şuarâ,
26/136) buyruktan buna benzemektedir. Daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
"Şüphesiz ki
Allah" İlminde, fasık olarak öleceği bilinen
"fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez."
[18]
7. "Rasûlullah'ın yanındakilere infak etmeyin; ta ki dağılıp
gitsinler" diyenler onlardır. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır.
Fakat münafıklar iyi bilmezler.
Buyruğun nüzul
sebebini daha önceden zikretmiş bulunuyoruz. İbn Ubeyy de şöyle demişti: Muhammed'in yanında bulunan
kimselere infak etmeyin ki dağıiıp gitsinler. Onun
etrafından ayrılıp, dağıtsınlar.
Yüce Allah, bu buyruğu
İle göklerin ve yerin hazinelerinin yalnız kendisinin olduğunu ve dilediği
gibi infak ettiğini onlara bildirmektedir.
Bir adam Hatim el-Esamm'e: Nereden yiyiyorsun? diye
sormuş, o; "Göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır" diye cevab vermiş.
el-Cüneyd
dedi ki: Göklerin hazineleri gayblar, yerin
hazineleri kalplerdir. O gayblan en iyi bilen,
kalpleri evirip çevirendir.
eş-Şiblî:
"Göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır." O halde nereye gidiyorsunuz?
dermiş.
"Fakat
münafıklar" bir işi murad etti mi Allah'ın o işi
kolaylaştıracağını "iyi bilmezler."
[19]
8. Derler
ki: "Eğer Medine'ye dönersek elbette en şerefli ve kuvvetli olan, en
hakir olanı oradan mutlaka çıkartacaktır." Halbuki şeref, üstünlük ve
galibiyet Allah'ındır, Rasûlünündür ve iman
edenlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.
Bu sözleri söyleyen
-önceden de geçtiği üzere- İbn
Ubeyy'dir. Şöyle de denilmiştir: İbn
Ubeyy'in: "Elbetteki en şerefli ve kuvvetli
olan, en hakir olanı oradan mutlaka çıkartacaktır" demesi ile Medine'ye
dönüp, ölmesi arasında ancak birkaç gün geçmişti. Rasûlullaiı
(sav) onun için mağfiret diledi ve ona gömleğini giydirdi. Bunun üzerine şu:
"Allah onlara asla mağfiret etmez" âyeti nazil oldu. Bütün bunlara
dair açıklamalar yeteri kadarıyla daha önceden et-Tevbe
Sûresi'nde (9/84. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Bir diğer rivayete
göre Abdullah b. Abdullah b. Ubeyy b. Selul babasına (Abdullah b. Ubeyy'e)
dedi ki: Kendisinden başka hiçbir ilah olmayana yemin ederim ki; sen: Şüphesiz
en şerefli ve kuvvetli (aziz) olan Allah'ın Ra-sûlüdür. En hakir ve zelil olan da benim, demediğin sürece
Medine'ye giremeyeceksin demiş, o da bunu söylemişti.
Böylece onlar izzetin
(şeref, güç ve kuvvetin) kaynağının mal çokluğu ve uyanların fazlalığı olduğu
vehmine kapılmışlardı. Yüce Allah ise izzetin, güç ve kuvvetin ancak Allah'ın
olduğunu açıkladı.
[20]
9. Ey İman
edenleri Mallarınız da, evlâtlarınız da sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim
bunu yaparsa, İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Bu buyrukla yüce
Allah, mü'minleri münafıklann
huylanndan sakındırmak-tadır. Yani münafıkların
yaptıkları gibi siz de mallarınızla uğragmaym. Çünkü
münafıklar mallarıyla cimrilik ettiklerinden dolayı Rasûlullah'ın
yanında bulunanlara infak etmeyin, demişlerdi.
"Allah'ı
anmaktan" hac ve zekâttan "alıkoymasın." Kur'ân
okumaktan,., diye.açıklandığı gibi; sürekli zikirden... diye de açıklanmıştır.
Bir başka açıklamaya göre; beş vakit namazdan... Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır. el-Hasen; Bütün farzlardan... demiştir. O da sanki; Allah'a
İtaatten... demiş gibidir.
Buyruğun münafıklara hitab olduğu da söylenmiştir. Yani sizler sözünüzle iman
ettiğinizi belirtiyorsunuz, artık kalbinizle de iman ediniz.
"Kim bunu
yaparsa* malıyla, evladıyla uğraşıp Rabbine itaatten uzak kalırsa "İşte
onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir."
[21]
10. Herhangi
birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir zamana kadar
geciktirmeydin de sadaka verseydim ve salihlerden
olsaydım" diyeceği bir zamanın gelmesinden önce size verdiğimiz rızıktan infak edin...
11. Halbuki
eceli geldiğinde Allah hiçbir kimseyi asla geri bırakmaz. Allah
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
[22]
"Herhangi
birinize ölüm gelip de... diyeceği bir zamanın gelmesinden önce size verdiğimiz
rızıktan infak edin" buyruğu, zekâtı edâ etmekte
eli çabuk tutmanın vadb olduğuna ve onu geciktirmenin
asla caiz olmadığına delildir. Muayyen
olarak vakti geldiği takdirde diğer bütün ibadetler de böyledir.
[23]
"Rahibim, beni
yakın bir zamana kadar gecik tirşeydin de sadaka ver-seydimve
salihlerden olsaydım..." buyruğu, böyle bir
kimsenin salih amel işlemek Üzere dünyaya geri
döndürülmeyi isteyeceğini göstermektedir.
Tirmizî'nin rivayetine güre ed-Dahhâk b. Müzâhim, İbn Abbas'tan şöyle dediğini
nakletmektedir Her kimin kendisini Rabbinin Beytini hacca ulaştıracak kadar yahutta onda zekâtın verilmesi farz' olacak kadar bir malı
bulunur da bunu yapmayacak olursa, ölüm halinde geri döndürülmeyi isteyecektir.
Bir adam: Ey İbn Abbas
Allah'tan kork, dedi. Çünkü geri döndürülmeyi ancak kâfirler isteyecektir.
Bunun üzerine İbn Abbas ona
şöyle dedi: Ben bu hususa dair sana Kıır'ân-ı
Kerim'den bazı buyruklar okuyacağım: "Ey iman edenleri Mallarınız da,
evlâtlarınız da sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte
onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de:
Rabbim beni yakın bir zamana kadar geciktirseydin de sadaka verseydim ve salihlerden olsaydım' diyeceği bir zamanın gelmesinden
önce size verdiğimiz rızıktan infak edin... Allah
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" buyruklarım okudu. Adaın: Zekâtı farz kılan nedir? diye sordu. İbn Abbas: Mal ikiyüz (dirhem)'i bulup asarsa dedi. Adam; Peki haca farz kılan nedir? diye sorunca: Azık ve binek, diye
cevap verdi[24]
Derim ki: Bu hadisi
el-Halîmî Ebu Abdillah el-Huseyn b. el-Hasen "Min-hacu'd-Din" adlı
eserinde merfu bir hadis olarak rivayet etti ve: İbn Abbas dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Her kimde kendisini
hacca ulaştıracak kadar bir mal bulunur da..." diyerek hadisi zikretmiş
bulunmaktadır. Bu hadis, lafzıyla daha önce Âl-i İmran
Sûresi'nde (3/97. âyet, 9. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır,
[25]
İbnu'l-Arabî dedi ki: İbn Abbas nafileyi dışarda tutarak
özel olarak farzın infâkı hususunda âyetin umumi ifadesini delil almıştır. Onun
bu infakı, zekât diye tefsir etmesi, genel olarak Ve ikiyüz
dirhem ile takdir etmesi sahihtir. Ancak buna dayanarak hac ile ilgili görüşünü
belirtmesinde açıklanması zor bir taraf vardır. Çünkü eğer: Haccın edasında terâhî (yani haccetme imkânı buiur
bulmaz değil de daha sonraya ertelemek) caizdir, diyecek ulursak, o vakit
haccetmeden önce ölen kimsenin masiyet işlemiş
olacağı hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır, demek olur. Bu
bakımdan âyet-i kerime buna delil olamaz.
Eğer hac derhal (fevren) eda edilmelidir diyecek olursak, âyetin buna genel
manastyla delil olması doğru bir delillendirmedir.
Çünkü kendisine hac vacib olmakta birlikte, haccı edâ
etmeyen bir kimse yüce Allah'tan öyle bir muamele iie
karşılaşacaktır ki; bundan dolayı terketmiş olduğu
ibadetleri yerine getirmek için geri döndürülmeyi arzu edecektir.
Hac emrinin yerine
getirilmesi için azık ve bineğin gerekli miktar olarak tesbit
edilmesine gelince, bu hususta ilim adamları arasında bilinen meşhur bir görüş
ayrılığı vardır. İbn Abbas'ın
sözünün ise bununla bir ilgisi yoktur. Çünkü geri dönüşü istemek ve tehdidin
kapsamına hakkında ictihad edilen meseleler de,
ihtilâf edilmiş, meseleler de girmez. Bunun kapsamına ancak üzerinde ittifaka
varılmış meseleler girer. Doğrusu bu tehdidin icma
ile ya da Kur'ân nassı ile farz olan infakın nasıl harcanması gerektiğini kapsadığıdıı. Çünkü bunun dışında katan hususlar hakkında
tehdidin muhakkak olarak söz-konusu olduğunu söylemeye imkân yoktur.
[26]
...se..."; se...ya, meii
değil mi..." demektir. Bu durumda bu
bir
istifham olur. Buradaki: olumsuz edatının sıla olduğu (fazladan geldiği) da
söylenmiştir. O vakit ifade temenni anlamına gelir. (Mealde de buna göredir.)
"Sadaka
verseydim" buyruğu temenniye başa "fe"
harfi getirilmek suretiyle cevab olarak nasbedilmiştir.
"Olsaydım"
buyruğu "sadaka verseydim" buyruğuna atfediimiş-tir.
Bu (şekilde nasb ile okuyuş) Ebu
Amr, İbn Muhaysın ve Mücahid'in okuyuşudur.
Diğerleri ise "fe"nin konumuna atf ile: "Olsaydım" diye cezm
İle okumuşlardır. Çünkü: "Sadaka verseydim" buyruğunda eğer "fe" bulunmamış olsaydı, cezm
ile yani; şeklinde gelecekti.
"Allah kimi
saptırırca artık onu doğru yola İletecek olmaz ve o bunları... bırakıverir* buyruğıındaki "bunları... bırakıvcrir"
anlamındaki şeklinde "re" harfini cezın ile
okuyanların okuyuşu da (bu yönüyle) buna benzemektedir.
İbn Abbas dedi ki: Bu âyet-i
kerime tevhid ehli için çok ağırdır. Çünkü Allah nezdinde âhirette herhangi bir
hayrı bulunan hiçbir kimse, dünyada geri dönüşü ya
da süresinin ertelenmesini temenni etmez.
Derim ki: Şehid müstesnadır. Çünkü o tekrar öldürülsün diye geri dönüşü
temenni edecektir. Buna sebeb ise göreceği lütuf ve
ihsanlardır.
"Allah
yaptıklarınızdan" hayır ya da şer olsun
"hakkıyla haberdardır."
"Yaptıklarınızdan"
buyruğu genel olarak muhatab kipi şeklinde "te" ile okunmuştur. Ancak Âsım'dan, Ebu Bekir ve es-Sülemî ölüp de bu
sözü söyleyecek kimsenin söylediği sözü haber vermek üzere "ye" İle
("Allah yaptıklarından hakkıyla haberdardır" anlamında) diye
okumuşlardır.
Yüce Allah'a hamd ile ve O'nun yardımı ile Münafikûn
Sûresi burada sona ermektedir.
[27]
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/365.
[2] Buharı, IV, 1859; Tirmizî,
V, 415
[3] Tirmizi, V, 415; Hakim, Müstedrek, II, 531; Taherânî,
Kebir, V, 1X6
[4] Bukârî, VI, 2604; Tayalisi, Müsned, I, 55; Ueyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VIII, 200; Cafer
b. Muhammet! b, el-Hasen, d-Firyâbî, Sıfatu'l-Münâfık, Kuveyt
1405, s. 63
[5] Buharı, I, 21, II, 952, III, 1010, V, 2262; Müslim, I.
78; Tirmizi, V, 19; Müsned,
II, 357
[6] Buhârl, I, 21, II, 868, III,
1160; Müslim, I, 7H; Tirmizi, V, 19; Bb&Dâvûd, IV, 221; Nesâî, VIII, İlâ; Müsned, II,
122, 189, 198, 200
[7] Aym manada, yakın
lafızlarla; Mâ'mer b. Râçicl,
et-Câıni', XI, 160, el-Firyâbi,
Sıfatu'l-Münafık, s. 50; lîeyhakî,
Şuabu't-îman, IV, 365; Mııhainmeci
b, Nasr el-Mervezi, Ta'gi-mu Kadn's-Satât, Metline 1406, 11, 609
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/365-369.
[9] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/369.
[10] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/369.
[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/369-370.
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/370.
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/370-371.
[14] Müslim, IV, 2140; Buhârl,
IV, 1H60; Müsned, IV, 373; Taherani,
Kebir, V, 189; Beyha-ki, es-Sünenü'l-Kübra, VIII, 198
[15] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/371-374.
[16] Jîirinci âyetin Tefsirinde
2ikrecUien bu hadisin kaynakları da orada gösterilmiştir.
[17] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/374-376.
[18] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/377.
[19] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/377.
[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/378.
[21] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/378-379.
[22] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/379.
[23] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/379-380.
[24] Tirmizi, V, 418
[25] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/380.
[26] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/380-381.
[27] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/381-382.