Medine'de inmiştir. 11
âyettir.
Münafikûn sûresi Medîne'de inmiştir. Bunun durumu da Medine'de
inen ve ahkâm konularını işleyen ve İslâm'ın amelî yönünü, yani ahkâm
konularını anlatan diğer sûrelerin durumu gibidir.
Bu mübarek sûrenin,
etrafında döndüğü asıl konu, nifak ve münafıkları genişçe anlatmaktır. O kadar
ki bu sûre, onların nifak perdelerini açıp rezil eden bu isimle yani "Münâfikûn Sûresi" diye isimlendirilmiştir.
Bu mübarek sûre
başlangıçta münafıkların huylarını ve yerilen sıfatlarını ele alır ki, bu
sıfatların en belirgin olanı da yalan söylemeleri ve içlerinin dışlarına
uymamasıdır. Çünkü onlar kalben inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylerler.
Daha sonra sûre, Peygamber (a.s.)'e ve mü'minlere kurdukları
komploları anlatır. Kuşkusuz bu sûre onların rezilliklerini ve suçlarını ortaya
çıkarıp rezil etmiştir. Onlar, dıştan müslüman
görünmekle insanları Allah'ın dininden alıkoyuyor ve İslam davetine, açıkça
inkâr eden kâfirin veremediği zararı veriyorlardı. Dolayısıyle
onların tehlikeleri daha büyük ve verdikleri zarar daha çoktur: "Şüphe yok
ki münafıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar. Artık onlara asla bir
yardımcı bulamazsın"[1]
Aynı zamanda bu
mübarek sûre, münafıkların Peygamber (s.a.v) hakkındaki adîce konuşmalarını,
onun davetinin dağılıp yok olacağına, Benî Mustalik
Gazasından döndükten sonra Peygamberimizi (s.a.v.) ve mü'-minleri
Medine'den kovacaklarına inanmaları ve diğer bazı âdî sözlerini anlatır.
Bu mübarek sûre mü'minleri münafıklar gibi Allah'a itaat ve ibadeti bırakıp
dünya zineti, malı ve eğlencesi ile meşgul olmaktan
sakındırır. Bunun zararlı bir yol olduğunu açıklar. Ecel sona erip vakit geçmeden Önce, Allah rızasını kazanmak maksadıyla O'nun
yolunda harcamayı emreder. Ecel gelince, hasret ve pişmanlığın fayda vermediği
bir zamanda insan pişman olur ve hasret çeker.
[2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1.
Münafıklar sana geldiklerinde "Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın
Peygamberisin" derler. Allah da bilir ki sen elbette, Allah'ın
Peygamberisin. Allah hiç şüphesiz münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder.
2. Yeminlerini
kalkan yapıp (insanları) Allah yolundan
saptırdılar. Gerçekten onların
yaptıkları ne kötüdür!
3. Bunun
sebebi, onların önce îman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalbleri mühürlenmiştir. Artık onlar anlamazlar.
4. Onları gördüğün
zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar
sanki duvara dayandırılmış kütüklerdir.
Her gürültüyü kendi aleyhlerine
sanırlar. Düşman onlardır.
Onlardan sakın. Allah onları
kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?
5. Onlara
"Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin" denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen
onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.
6. Onlara
mağfiret dilesen de, dilenıesen de birdir. Allah
onları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Çünkü Allah,
yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.
7. Onlar:
"Allah'ın elçisinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki dağılıp
gitsinler" diyenlerdir. Oysa
göklerin ve yerlerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.
8. Onlar,
"Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, en üstün
olan, en alçak olanı oradan mutlaka çıkaracaktır." diyorlardı. Halbuki üstünlük ancak Allah'ın
ve Peygamber'inin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar
bunu bilmezler.
9. Ey îman
edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu
yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.
10. Herhangi
birinize ölüm gelip de "Rabbim!
Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!"
demesinden önce, size verdiğimiz rıziktan harcayın.
11. Allah,
eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberi
olandır.
Cünne, canlarını ve mallarını koruyacakları kalkan demektir.
Hadiste, "Oruç
kalkandır"[3] yani Allah'ın azabından
koruyucudur buyrulmuştur.
Üzerine kâfirlik mührü
vuruldu. Mühür demektir.
Haktan sapıklığa
döndürülüyorlar. Bu kelime, döndürmek mâ-mânâsına
gelen kökündendir.
Eğdiler, hareket
ettirdiler. Bir kimse başını hareket ettirip çevirdiğinde denir.
Dağılırlar.
Sizi oyalamasın.
Faydası olmayan söz veya iş demektir. [4]
Rivayete göre Rasulullah (s.a.v) Benî Mustalik
Gazasına çıktı. İnsanlar burada bir suyun başında kalabahklaştılar.
Bunların arasında Ömer (r.a.)'in hizmetkârı Cahcah b.
Saîd ile, münafıkların reisi Abdullah b. Se-IûTun destekçisi Sinan el-Cühenî de vardı. Cahcâh, Sinan'a
bir tokat attı. Sinan buna kızıp "Yetişin ey Ensar!"
diye bağırdı. Cahcâh da, "Yetişin ey
Muhacirler!" diye bağırdı. Abdullah b. Selûl
dedi ki; "Bunu da yaptılar ha! Vallahi bizimle bunların (Muhacirleri
kastediyor) durumu, öncekilerin "Besle kargayı oysun gözünü" sözüyle
anlattıkları gibidir. Bilesiniz ki, vallahi Medine'ye dönersek, daha üstün
olan daha alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır." O, "Daha üstün
olan" ile kendisini, "Daha alçak olan" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve Ashabım kastediyordu. Sonra kavmine
şöyle dedi: "Bu muhacirler sizin yardımınız ve onlara infâkınız sayesinde
Medine'de oturuyorlar. Onlardan bu yardımı kesmiş olsaydınız mutlaka
beldenizden kaçarlardı" Zeyd b. Erkam onu işitti ve durumu Rasulullah
(s.a.v)'a bildirdi. Haber, Abdullah b. Selûl'a
ulaştı. Abdullah, böyle bir şey söylemediğine dâir yemin edip Zeyd'i yalancı durumuna düşürdü. Bunun üzerine, "Andolsun eğer Medine'ye dönersek, daha üstün olan alçak
olanı mutlaka oradan çıkaracaktır." mealindeki âyete kadar bu sûre indi.[5]
1. Ey
Muhammed! Abdullah b. Selûl ve arkadaşları gibi
münafıklar senin meclisine geldiklerinde, münafıklık ve riyadan dolayı,
dilleriyle, "Ey Muhammed! Senin, Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik
ederiz" derler. Kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler. Ebussuûd şöyle
der: Münafıklar, bu şahitliklerini samimi bir kalp, saf bir inanç, aşın bir
arzu ve istekle yaptıklarını göstermek için, sözlerini ve ile te'kîd ederek, sen, muhakkak Allah'ın elçisisin"
dediler.[6] Ey
Muhammedi Yüce Allah da biliyor ki sen hak peygamberisin. Çünkü seni gönderen
O'dur. Bu bir ara cümlesidir. Hz. Mu-hammed'in (s.a.v.) peygamberlik iddiası hususunda, Allah'ın
onları yalanladığı vehmini ortadan kaldırmak için getirilmiştir ki, bunu
duyan, münafıkların "Sen muhakkak Allah'ın elçisisin" sözlerinin
haddi zatında yalan olduğu vehmine kapılmasın. İbn Cüzeyy şöyle der: "Allah da biliyor ki, sen onun
elçisisin" sözü, münafıkların sözünden değil, Allah'ın sözündendir. Eğer
Yüce Allah bu sözü söylememiş olsaydı, "Allah, münafıkların hiç şüphesiz
yalancı olduklarına şahitlik eder" mealindeki sözün, peygamberliği iptal
ettiği vehmedilirdi. Yüce Allah münafıkların sözleri ile onların yalancı olduğunu
ifade eden cümle arasına bu cümleyi getirdi ki, peygamberliğin iptal edildiği
vehmini gidersin ve peygamberliğin var olduğunu bildirsin.[7]
Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: Allah, münafıkların açıkladıkları
şahitlikleri ve dilleriyle ettikleri yeminleri hususunda kesinlikle yalancı
olduklarına şahitlik eder. Çünkü diliyle bir şey söyleyip de onun aksine inanan
kimse yalancıdır. zamiri yerine şeklinde açık isim getirilmesi, münafıkları
yermek ve bu çirkin sıfatı üzerlerine tescil etmek içindir. Nitekim daha fazla
açıklamak ve anlatmak için ifade, ve ile
pekiştirilmiş olarak gelmiştir. [8]
2. Münafıklar
yalan yeminlerini, öldürülmekten korunabilecekleri bir kalkan edindiler. Dahhâk şöyle der: Yeminlerinden maksat, müslüman olduklarına dâir Allah adına ettikleri yemindir.
Böylece insanları cihâddan ve Muhammed (s.a.v)'e iman
etmekten alıkoydular. Taberî şöyle der: Allah'ın,
Peygamberi (s.a.v.) vasıtasıyla gönderdiği dininden ve mahlukatı için koymuş
olduğu şeriatından yüz çevirdiler.[9] İbn Kesîr de şöyle der: Münafıklar, yalan yeminlerle
insanlardan korundular. Gerçek yüzlerini bilmeyen kimseler onlara aldanıp müslüman olduklarına inandılar. Oysa gerçekte onlar, İslama ve müslümanlara kötülük etmekten
geri kalmazlar. Onların bu tutumları sebebiyle birçok insana büyük bir zarar
gelmiştir.[10] Onların amelleri ve
yaptıkları iş ne çirkin olmuştur! Çünkü onlar münafık ve günahkâr oldukları
halde, kendilerini mü'min gösteriyorlar. Onların pis
amelleri, yani münafıklık ve yalan yeminleri ne de kötü olmuştur. Sâvî
şöyle der: fiilinden "yerme" taleb
edildiğinde gibidir. Bunda "hayret etme" mânâsı da vardır.[11] Aynı
zamanda, muhataplar nezdinde tutumlarının çok büyük
bir kötülük olduğunu ifade eder. [12]
3. Bu yalan
yemin ve Allah yolundan alıkoyma, dilleri ile iman etmeleri, kalpleri ile ise
inkâr etmelerinden dolayıdır. Ebussuûd şöyle der: Mü'minlerin yanında kelime-i şehâdet
getirdiler, suçlu şeytanlarının yanında ise kâfir olduklarını söylediler.
Ayette, uzağı göstermek için kullanılan getirilmesi, olayın son derece kötü
olduğunu göstermek içindir.[13] Bu
sebeple, kalplerinin üzerine mühür basılmıştır. Artık o kalplere ne hidayet
ulaşır ne de nur. Dolayısıyle hayrı ve imam bilemez
ve güzel ile çirkini ayıramazlar. Çünkü Allah kalplerini
mühürlemiştir. [14]
4. O
münafıkları gördüğünde, şekil ve görünümleri, güzel, parlak ve iri olduğu
için, hoşuna gider. Fesâhatları ve dillerinin
akıcılığından dolayı, konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. İbn Abbâs şöyle der: Münafıkların
reisi İbn Selûl cüsseli,
fasîh ve belîğ konuşan biriydi. Konuştuğu zaman, Rasulullah
(s.a.v) onun söylediklerini dinlerdi. Aynı şekilde arkadaşları da böyleydi,
Peygamber (s.a.v)'-in meclisine geldiklerinde insanlar onların beden
görünüşlerini beğenirdi.[15] İlim
ve fikirden mahrum bir takım suretler olmaları hususunda, duvara dayandırılmış
kütüklere benzerler. Onlar ruhsuz kalıplar, akılsız bedenlerdir. Ebû Hayyân şöyle der:
Anlayışsızlıkları ve kalplerinde iman olmayışından dolayı kütüklere
benzetildiler. Benzetme cümlesi, onları korkaklık ve zayıflıkla
nitelemektedir.[16] Bunun içindir ki Yüce
Allah şöyle buyurdu: Korkaklık ve zayıflıklarından dolayı, duydukları her ses
ve seslenişte kendilerinin kastedildiğini zannederler. Allah'ın, perdelerini
yırtıp sırlarını açığa çıkarmasından mütemadiyen bir korku ve endişe
içindedirler. İbn Kesfr
şöyle der: Her ne zaman bir olay ve korkulu şey meydana gelse,
korkaklıklarından, bu olayın kendi başlarına geleceğine inanırlar.[17] Mukâtil de şöyle der: Bir kayıp ilanı işittiklerinde veya
nasıl olursa olsun, bir ses duyduklarında akılları başlarından gider ve bunu
başlarına getirilecek bir musibet sanarlar.[18]
Onlar her ne kadar müslüman görünseler de, hem sana
hem mü'minlere tam anlamıyla düşmandırlar.
Binaenaleyh, onlardan sakın, sır hususunda onlara güvenme, çünkü onlar sana
düşman olanların casuslarıdır. Bu bir beddua cümlesidir. Yani, Allah onları
rezil etsin, onlara lanet etsin ve rahmetinden uzaklaştırsın. Doğru yoldan
sapıklığa nasıl döndürülüyorlar?! Delillerin açıklığına rağmen akılları nasıl
sapıyor?! Bu âyette münafıkların cehalet ve sapıklıkları ve deliller
getirildiği halde imandan dönmeleri sebebiyle hayret edilmesi gerektiği ifade
edilmektedir. İmâm Ah-med b. Hanbel,
Ebû Hüreyre'den Rasulullah (s.a.v)'ın şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Münafıkların bazı alâmetleri vardır. Onlar bu
alâmetlerle tanınırlar: Selâmları lanet okumadır, yemekleri yağma malıdır,
ganimetleri hainliktir, mescitlere sadece çirkin söz söylemek ve alay için
yaklaşırlar, namaza ancak sonuna doğru gelirler, kibirlidirler, ne kimseyle
yakınlık kurarlar ne de onlarla yakınlık kurulur, geceleyin sessiz kütükler,
gündüzleri ise çığırtkandırlar.[19]
5. O
münafıklara, Allah'ın Rasulüne gelin de, sizin için Allah'tan mağfiret dilesin
denildiğinde Böbürlenmek ve alay etmek için başlarını sallayıp hareket
ettirirler. Onların, kibirlenip Rasulullah (s.a.v)'ın kendileri için istiğfar etmesini istemeyerek,
çağrıldıkları şeyden yüzçevirdiklerini görürsün.
İnat ve yüz çevirmeye devam ettiklerini göstermek için geniş zaman kipi
kullanılmıştır.[20] Tefsirciler der ki:
Ayetler münafıkları rezil edip perdelerini açarak inince, mü'min
akrabaları onlara gidip şöyle dediler: Yazıklar olsun size! Münafıklık yaparak
rezil oldunuz, kendinizi helak ettiniz. Rasulullah'a
gelip münafıklıktan tevbe edin ve sizin için mağfiret
dilemesini isteyin. Münafıklar bunu kabul etmediler, alay ve eğlence olsun
diye başlarını salladılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Daha sonra İbn SelûTe dediler ki: Rasulullah (s.a.v)'a git ve suçunu itiraf et de senin için
istiğfar etsin. O bu görüş ve teklifi ret etmek için başını salladı sonra da
onlara şöyle dedi: İman etmemi istediniz ettim. Malımın zekâtını vermemi
istediniz verdim. Bir Muhammed'e secde etmemi emretmediğiniz kaldı.
Bundan sonra Yüce
Allah, onlara istiğfar etmenin fayda vermeyeceğini açıkladı. Çünkü onlar
münafıklıkta diretmektedirler: [21]
6. Onların
durumuna göre, senin onlar için istiğfar etmenle etmemen birdir. Yani, senin
onların bağışlanmasını istemenin hiçbir faydası olmaz. Çünkü onlar Allah ve Rasulüne itaattan çıkmışlardır. Sâvî şöyle der: Bu âyet, onların iman etmelerinden ümit kesildiğini
bildirmek içindir. Yani, Ey Muhammedi Bağışlanmalarını dilemen ile dilememen
birdir. Onlar imana gelmezler. Çünkü daha Önce bedbaht olacakları yazılmıştır.[22]
Onlar iyice inkâra daldıkları ve isyanda ısrar ettikleri için, Allah onları
asla bağışlamayacaktır. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurarak bunun sebebini
açıkladı. Kuşkusuz Allah, Allah'a itaattan çıkan fasık kimseleri iman etmeye muvaffak etmez.
Bundan sonra Yüce
Allah, onların suçlarım ve yaptıkları çirkinlikleri daha fazla açıklamak için
şöyle buyurdu: [23]
7. Onlar,
"Muhacirlere para v.b. yardımda bulunmayın da Muhammed'den
ayrılsınlar" diyen kâfirlerdir. Ebû Hayyân şöyle der: Bu, İbn Selûl ve kavminden ona uyanlara bir işarettir. Yüce Allah,
muhacirlerin rızıklarının kendi ellerinde olduğunu
zannetmeleri sebebiyle münafıkların beyinsiz olduğunu bildirdi. Bilemediler
ki, rızik Allah'ın elindedir. Münafıkların,
"Allah'ın Rasulü'nün yanında olanlara"
sözleri, alay yollu söylenmiş bir sözdür. Çünkü Muhammed (a.s.)'-in
peygamberliğini ikrar etselerdi, onlardan böyle bir şey çıkmazdı. Açık olan şu
ki, onlar, aynı lafızları kullanmadılar. Fakat Yüce Allah, Rasûlüne
bir ikram olsun diye onu bu sözlerle ifade etti.[24]
Rızkın anahtarları sadece Yüce Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir, dilediğine
vermez. Hiçkimse, Allah'ın, kullarına lütfetmesine
engel olamaz. imaldi Fakat münafıklar Allah'ın hikmetini ve tedbirini anlayamazlar.
Dolayısıyle söyledikleri o inkâr ve sapıklık
sözlerini söylerler.
Bundan sonra Yüce
Allah münafıkların bazı çirkin davranışlarını ve sözlerini saymak üzere şöyle
buyurdu: [25]
8. Diyorlar
ki, bu BenîMus-talik Savaşından döndüğümüz ve
beldemiz olan Medîne-i Münevvere'ye avdet
ettiğimizde, mutlaka Muhammed ve arkadaşlarını oradan çıkaracağız. Bunu
söyleyen. İbn Selûl'dür.
Âyetteki " daha üstün" ile kendini ve taraftarlarını "daha
zelil" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve beraberindekileri
kastetmektedir.[26] Tefsirciler şöyle der: İbn Selûl bunları söyleyip de Medî-ne'ye döndüğünde oğlu Abdullah kılıcım çekip onun için
Medîne girişinde bekledi. İnsanlar önünden gelip geçiyordu.
Babası gelince oğlu, "Geri dön. Vallahi, Rasulullah
(s.a.v) daha üstün, ben daha zelilim demedikçe asla Medîne'ye giremezsin"
dedi. İbn Selûl de bunları
söyledi. Sonra oğlu Rasulullah (s.a.v)'a gelip dedi
ki: Ey Allah'ın Rasulü! Babamı öldürmek istediğini
duydum. Eğer bunu yapacaksan, emret, başını sana ben getireyim".
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): "Hayır, bilakis bizimle birlikte
olduğu müddetçe ona iyi davranacağız ve onunla güzel arkadaşlık yapacağız"
dedi.[27]
Kuvvet ve üstünlük, başkasına değil, Allah'a ve Onun üstün tutup desteklediği
peygamberine ve mü'minlere mahsustur. Bu kalıp hasr ifâde eder. Kurtubî şöyle
der: Münafıklar, üstünlüğün mal ve taraftarların çokluğu ile olduğunu sandılar.
Yüce Allah da izzet ve üstünlüğün Allah'a, Rasulüne
ve mü'minlere âit olduğunu açıkladı.[28]
Fakat münafıklar son derece câhil ve gururlu oldukları için izzet ve üstünlüğün,
Allah'ın düşmanlarına değil de dostlarına mahsûs olduğunu bilmezler. [29]
9. Yüce
Allah münafıkların çirkin davranışlarını anlattıktan sonra, mal ve evlatlara aldanma
hususunda onlara benzemekten mü'minleri
sakındırdı. Yani, Ey Mü'minler!
Mal ve çocuklar, münafıkları alıkoyduğu gibi, sizi Allah'a itaat ve ibadetten,
size farz kıldığı namaz, zekât ve haccı edadan alıkoymasın. Ebû
Hayyân şöyle der: Artırmaya çalışmanız ve
biriktirmekten zevk almanız sebebiyle mallarınız; kendileriyle sevinç duymanız
ve ihtiyaçlarını gidermeye bakmanız
sebebiyle de çocuklarınız sizi
Allah'ı zikirden
alıkoymasın. Zikir, namaz, tesbîh, hamd etme ve diğer
ibadetleri kapsar.[30] Dünya, kimi Allah'a itaat ve ibadetten alıkorsa, işte onlar tam zarara uğrayanların ta kendileridir.
Çünkü onlar geçici ve basit olanı, sonsuz .ve yüce olana tercih etmişler ve
dünyayı âhiretten üstün tutmuşlardır. [31]
10. İnsana
ölüm gelip de can çekişme durumuna gelmeden önce size verdiğimiz ve
lütfettiğimiz malların bir kısmından Allah rızası için harcayın. Ve öleceğini
kesin olarak anlayıp da. "Rabbim! Bana mühlet verip ölümümü kısa bir zaman
ertelesen de, Harcasam, güzel amel etsem ve böylece sâlih
ve takva sahibi birisi olsam" demeden önce Allah yolunda harcayın. İbn Kesîr şöyle der: Her ihmalkâr, ölüm geldiğinde pişman
olur ve kaçırdıklarını elde etmek için müddetin uzamasını ister. Fakat, heyhat
ki iş işten geçmiştir.[32]
11. Kim
olursa olsun, eceli geldiğinde Allah hiç kimseye kesinlikle mühlet
vermeyecektir. Asla ömrünü uzatmayacaktır. Burada hemen itaat etmeye teşvik
edilmektedir ki, ihmal edip Rabbine kavuşma hazırlığı yapmadan ecel gelmesinden kişiyi sakındırsın,
Yüce Allah, hayır ya da şer, yapmış olduğunuz
amellerden haberdardır, onları bilir ve karşılığını size verir. [33]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. "Allah
münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder" âyetinde daha
fazla açıklamak için cümle, yemin, ve edatları ile pekiştirilmiştir.
2. "Allah
biliyor ki, Şüphesiz sen O'nun Peygamberisin" cümlesi, bir ara
cümlesidir. Münafıkların, o sözü inanarak söylemediklerini açıklamak, Muhammed
(a.s)'in peygamberliğine şahitlik ettikleri iddialarında yalanladıkları
vehmini ortadan kaldırmak için şart cümlesi ile cevap cümlesi arasında
gelmiştir. İbarenin aslı şöyledir: O cümle bu ikisi arasına, bir ara cümlesi
olarak gelmiştir.
3. "Yeminlerini
kalkan edindiler." Cümlesinde istiare vardır. Çünkü aslında l, kişinin
kendisiyle korunup siper edindiği kalkan gibi bir şeydir. Sonra burada Yüce
Allah onu müsteâr olarak kullandı. Çünkü onlar mallarını ve canlarını korumak
için, miislüman görünüyorlardı.
4. arasında tıbâk sanatı vardır. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
5. "Konuşurlai'sa sözlerini dinlersin. Tıpkı sıralanmış kof
kütük gibidirler" âyetinde mürsel mücmel teşbîh
vardır. Bu, parlak teşbihlerdendir.
6. arasında tıbâk-ı selb vardır.
7. "Allah
onları Öldürsün" cümlesi dua cümlesidir. Onlara lanet, rezillik ve helak
isteği ile yapılmış bir bedduadır.
8. Âyet
sonlarında birbirine uygunluk vardır. Bu, Kur'ân'da
çok oup kelâmın güzelliğini artırmaktadır. [34]
Münafıklık Mekke'de
yoktu. Orada sadece kâfirlik vardı. Münafıklık Medîne-i Münevvere'de,
İslam güçlenip yardımcıları artınca ortaya çıktı. Münafıklar mallarını ve
canlarını korumak için, müslüman görünüyorlardı. Şâir
şöyle der:
İslam'a, sırf
kanlarını akıtılmaktan kurtarmak için girdiler. [35]
İzzet, kibirden farklı
bir şeydir. Müslümanın kendisini zelîl düşürmesi ona
helâl olmaz. İzzet, insanın, nefsinin hakikatini bilmesidir. Kibir ise insanın
kendisini tanım aması dır. Ali (r.a.)'nin oğlu
Hasan'a (r.a.) denildi ki: İnsanlar sende kibir ve gurur olduğunu iddia
ediyorlar. Hasan (r.a.): "Bu kibir değil, müslümanın
izzetidir" dedi ve "İzzet, Allah'a, Rasulüne
ve müT-minlere
mahsustur" mealindeki âyet-i kerime'yi okudu. [36]
İbn Abbâs (r.a)'ın şöyle dediği rivayet olunur: Kimin, kendisini Rabbi-nin evini ziyarete (hacca) götürecek veya üzerine zekât
farz olacak kadar malı olur da, bu görevleri yapmazsa, ölürken geri dönmek
ister. Adamın biri dedi ki: "Ey İbn Abbâs! Allah'tan kork. Geri dönmeyi sadece kâfirler ister."
Bunun üzerine İbn Abbâs,
size bununla ilgili Kur'ân âyetini okuyacağım
diyerek "Herhangi birinize ölüm gelip de "Rabbim! Beni yakın bir
süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam" demeden önce
size verdiğimiz rızıktan harcayın" mealindeki
âyeti okudu.
Allah'ın yardımı ile
"Münâfikûn Sûresi"nin tefsiri bitti. [37]
[1] Nisa sûresi, 4/145
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/443.
[3] Buhârî, Savm
2: Müslim, Sıyâm, 162,163.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446.
[5] BuhM Tefsîr, 63/7; İbn Cüzeyy, Teshil, 4/122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446.
[6] Ebussuûd. 5/164
[7] Teshîl, 4/121
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446-447.
[9] Taberî, 28/69
[10] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/503
[11] Sâvî Haşiyesi, 4/208
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/447-448.
[13] Ebussuûd, 5/165
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/448.
[15] Sâvî Haşiyesi, 4/208
[16] Bahr, 8/272
[17] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/504
[18] ÂlÛsî, 28/111
[19] Ahmed b. Hanbel,
II, 293
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/448-449.
[20] Bahr, 8/237
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449.
[22] Sâvî, 4/209
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449-450.
[24] Bahr, 8/274
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450.
[26] Daha önce anlatılan "Nüzul Sebebi"ne
bakınız.
[27] İbn İshâk'ın
Sîret'ine bakmakta fayda vardır. Orada bu olay
genişçe anlatılmıştır.
[28] Kurtubî, 1129
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450-451.
[30] Bahr, 8/274
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451.
[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/506
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451-452.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.