MÜNAFİKUN SURESİ 2

Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 2

Nüzul Sebebi 3

Ayetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 5

Bir Uyarı 6

Faydalı Bilgiler. 6

Bir Nükte. 6

 


MÜNAFİKUN SURESİ

 

Medine'de inmiştir. 11 âyettir.

 

Takdim

 

Münafikûn sûresi Medîne'de inmiştir. Bunun durumu da Medine'de inen ve ahkâm konularını işleyen ve İslâm'ın amelî yönünü, yani ahkâm konularını anlatan diğer sûrelerin durumu gibidir.

Bu mübarek sûrenin, etrafında döndüğü asıl konu, nifak ve münafıkla­rı genişçe anlatmaktır. O kadar ki bu sûre, onların nifak perdelerini açıp re­zil eden bu isimle yani "Münâfikûn Sûresi" diye isimlendirilmiştir.

Bu mübarek sûre başlangıçta münafıkların huylarını ve yerilen sıfatlarını ele alır ki, bu sıfatların en belirgin olanı da yalan söylemeleri ve içlerinin dışlarına uymamasıdır. Çünkü onlar kalben inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylerler. Daha sonra sûre, Peygamber (a.s.)'e ve mü'minlere kur­dukları komploları anlatır. Kuşkusuz bu sûre onların rezilliklerini ve suçlarını ortaya çıkarıp rezil etmiştir. Onlar, dıştan müslüman görünmekle insanları Allah'ın dininden alıkoyuyor ve İslam davetine, açıkça inkâr eden kâfirin veremediği zararı veriyorlardı. Dolayısıyle onların tehlikeleri daha büyük ve verdikleri zarar daha çoktur: "Şüphe yok ki münafıklar, cehenne­min en alt tabakasındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"[1]

Aynı zamanda bu mübarek sûre, münafıkların Peygamber (s.a.v) hakkındaki adîce konuşmalarını, onun davetinin dağılıp yok olacağına, Be­nî Mustalik Gazasından döndükten sonra Peygamberimizi (s.a.v.) ve mü'-minleri Medine'den kovacaklarına inanmaları ve diğer bazı âdî sözlerini anlatır.

Bu mübarek sûre mü'minleri münafıklar gibi Allah'a itaat ve ibadeti bırakıp dünya zineti, malı ve eğlencesi ile meşgul olmaktan sakındırır. Bu­nun zararlı bir yol olduğunu açıklar. Ecel sona erip vakit geçmeden Önce, Allah rızasını kazanmak maksadıyla O'nun yolunda harcamayı emreder. Ecel gelince, hasret ve pişmanlığın fayda vermediği bir zamanda insan pişman olur ve hasret çeker. [2]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Münafıklar sana geldiklerinde "Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin" derler. Allah da bilir ki sen elbette, Allah'ın Peygamberisin. Allah hiç şüphesiz münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder.

2. Yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah yo­lundan  saptırdılar.  Gerçekten  onların  yaptıkları ne kötüdür!

3. Bunun sebebi, onların önce îman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalbleri mühürlenmiştir. Artık onlar anlamazlar.

4. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki  duvara dayandırılmış kütüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyh­lerine   sanırlar.   Düşman   onlardır.   Onlardan   sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?

5. Onlara "Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin"  denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını gö­rürsün.

6. Onlara mağfiret dilesen de, dilenıesen de bir­dir. Allah onları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.

7. Onlar: "Allah'ın elçisinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler"  diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerlerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.

8. Onlar, "Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, en üstün olan, en alçak olanı oradan mutlaka çıkaracak­tır."   diyorlardı. Halbuki üstünlük ancak Allah'ın ve Peygamber'inin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.

9. Ey îman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.

10. Herhangi birinize ölüm gelip de  "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka ve­rip iyilerden olsam!" demesinden önce, size verdiğimiz rıziktan harcayın.

11. Allah, eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

 

Kelimelerin İzahı

 

Cünne, canlarını ve mallarını koruyacakları kalkan demektir.

Hadiste, "Oruç kalkandır"[3] yani Allah'ın azabından koruyucudur buyrulmuştur.

Üzerine kâfirlik mührü vuruldu. Mühür demektir.

Haktan sapıklığa döndürülüyorlar. Bu kelime, döndürmek -mânâsına gelen kökündendir.

Eğdiler, hareket ettirdiler. Bir kimse başını hareket ettirip çevirdiğinde denir.

Dağılırlar.

Sizi oyalamasın. Faydası olmayan söz veya iş demektir. [4]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayete göre Rasulullah (s.a.v) Benî Mustalik Gazasına çıktı. İnsan­lar burada bir suyun başında kalabahklaştılar. Bunların arasında Ömer (r.a.)'in hizmetkârı Cahcah b. Saîd ile, münafıkların reisi Abdullah b. Se-IûTun destekçisi Sinan el-Cühenî de vardı. Cahcâh, Sinan'a bir tokat attı. Sinan buna kızıp "Yetişin ey Ensar!" diye bağırdı. Cahcâh da, "Yetişin ey Muhacirler!" diye bağırdı. Abdullah b. Selûl dedi ki; "Bunu da yaptılar ha! Vallahi bizimle bunların (Muhacirleri kastediyor) durumu, öncekilerin "Besle kargayı oysun gözünü" sözüyle anlattıkları gibidir. Bilesiniz ki, val­lahi Medine'ye dönersek, daha üstün olan daha alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır." O, "Daha üstün olan" ile kendisini, "Daha alçak olan" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve Ashabım kastediyordu. Sonra kavmine şöyle dedi: "Bu muhacirler sizin yardımınız ve onlara infâkınız sayesinde Medine'de oturuyorlar. Onlardan bu yardımı kesmiş olsaydınız mutlaka beldenizden kaçarlardı" Zeyd b. Erkam onu işitti ve durumu Rasulullah (s.a.v)'a bildirdi. Haber, Abdullah b. Selûl'a ulaştı. Abdullah, böyle bir şey söylemediğine dâir yemin edip Zeyd'i yalancı durumuna düşürdü. Bunun üzerine, "Andolsun eğer Medine'ye dönersek, daha üstün olan alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır." mealindeki âyete kadar bu sûre indi.[5]

 

Ayetlerin Tefsiri

 

1. Ey Muhammed! Abdullah b. Selûl ve arkadaşları gibi münafıklar senin meclisine geldiklerinde, münafıklık ve riyadan dolayı, dilleriyle, "Ey Muhammed! Senin, Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ederiz" derler. Kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler. Ebussuûd şöyle der: Münafıklar, bu şahitliklerini samimi bir kalp, saf bir inanç, aşın bir arzu ve istekle yaptıklarını göstermek için, söz­lerini ve ile te'kîd ederek, sen, muhakkak Allah'ın elçisisin" dediler.[6] Ey Muhammedi Yüce Allah da biliyor ki sen hak peygamberisin. Çünkü seni gönderen O'dur. Bu bir ara cümlesidir. Hz. Mu-hammed'in (s.a.v.) peygamberlik iddiası hususunda, Allah'ın onları yalan­ladığı vehmini ortadan kaldırmak için getirilmiştir ki, bunu duyan, müna­fıkların "Sen muhakkak Allah'ın elçisisin" sözlerinin haddi zatında yalan olduğu vehmine kapılmasın. İbn Cüzeyy şöyle der: "Allah da biliyor ki, sen onun elçisisin" sözü, münafıkların sözünden değil, Allah'ın sözündendir. Eğer Yüce Allah bu sözü söylememiş olsaydı, "Allah, münafıkların hiç şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik eder" mealindeki sözün, peygamber­liği iptal ettiği vehmedilirdi. Yüce Allah münafıkların sözleri ile onların yalancı olduğunu ifade eden cümle arasına bu cümleyi getirdi ki, peygam­berliğin iptal edildiği vehmini gidersin ve peygamberliğin var olduğunu bil­dirsin.[7] Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: Allah, münafıkların açıkladıkları şahitlikleri ve dilleriyle ettikleri yemin­leri hususunda kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. Çünkü diliyle bir şey söyleyip de onun aksine inanan kimse yalancıdır. zamiri yerine şeklinde açık isim getirilmesi, münafıkları yermek ve bu çirkin sıfatı üzerlerine tescil etmek içindir. Nitekim daha fazla açıklamak ve anlatmak için ifade,  ve ile pekiştirilmiş olarak gelmiştir. [8]

 

2. Münafıklar yalan yeminlerini, öldürülmekten koru­nabilecekleri bir kalkan edindiler. Dahhâk şöyle der: Yeminlerinden mak­sat, müslüman olduklarına dâir Allah adına ettikleri yemindir. Böylece insanları cihâddan ve Muhammed (s.a.v)'e iman etmekten alı­koydular. Taberî şöyle der: Allah'ın, Peygamberi (s.a.v.) vasıtasıyla gönder­diği dininden ve mahlukatı için koymuş olduğu şeriatından yüz çevirdiler.[9] İbn Kesîr de şöyle der: Münafıklar, yalan yeminlerle insanlardan korundu­lar. Gerçek yüzlerini bilmeyen kimseler onlara aldanıp müslüman olduk­larına inandılar. Oysa gerçekte onlar, İslama ve müslümanlara kötülük et­mekten geri kalmazlar. Onların bu tutumları sebebiyle birçok insana büyük bir zarar gelmiştir.[10] Onların amelleri ve yaptıkları iş ne çirkin olmuştur! Çünkü onlar münafık ve günahkâr oldukları halde, kendile­rini mü'min gösteriyorlar. Onların pis amelleri, yani münafıklık ve yalan yeminleri ne de kötü olmuştur. Sâvî şöyle der: fiilinden "yerme" taleb edildiğinde gibidir. Bunda "hayret etme" mânâsı da vardır.[11] Aynı za­manda, muhataplar nezdinde tutumlarının çok büyük bir kötülük olduğunu ifade eder. [12]

 

3. Bu yalan yemin ve Allah yolundan alıkoyma, dilleri ile iman etmeleri, kalpleri ile ise inkâr etmelerinden dolayıdır. Ebussuûd şöyle der: Mü'minlerin yanında kelime-i şehâdet getirdiler, suçlu şeytanlarının yanında ise kâfir olduklarını söylediler. Ayette, uzağı göster­mek için kullanılan getirilmesi, olayın son derece kötü olduğunu göstermek içindir.[13] Bu sebeple, kalplerinin üzerine mühür basılmıştır. Artık o kalplere ne hidayet ulaşır ne de nur. Dolayısıyle hayrı ve imam bilemez ve güzel ile çirkini ayıramazlar. Çünkü Allah kalp­lerini mühürlemiştir. [14]

 

4. O münafıkları gördüğünde, şekil ve görü­nümleri, güzel, parlak ve iri olduğu için, hoşuna gider. Fesâhatları ve dillerinin akıcılığından dolayı, konuştuklarında sözlerine ku­lak verirsin. İbn Abbâs şöyle der: Münafıkların reisi İbn Selûl cüsseli, fasîh ve belîğ konuşan biriydi. Konuştuğu zaman, Rasulullah (s.a.v) onun söyle­diklerini dinlerdi. Aynı şekilde arkadaşları da böyleydi, Peygamber (s.a.v)'-in meclisine geldiklerinde insanlar onların beden görünüşlerini beğenirdi.[15] İlim ve fikirden mahrum bir takım suretler olmaları hususunda, duvara dayandırılmış kütüklere benzerler. Onlar ruhsuz kalıplar, akılsız bedenlerdir. Ebû Hayyân şöyle der: Anlayışsızlıkları ve kalplerinde iman olmayışından dolayı kütüklere benzetildiler. Benzetme cümlesi, on­ları korkaklık ve zayıflıkla nitelemektedir.[16] Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Korkaklık ve zayıflıklarından dolayı, duydukları her ses ve seslenişte kendilerinin kastedildiğini zannederler. Allah'ın, perdelerini yırtıp sırlarını açığa çıkarmasından mütemadiyen bir korku ve endişe içindedirler. İbn Kesfr şöyle der: Her ne zaman bir olay ve korkulu şey meydana gelse, korkaklıklarından, bu olayın kendi başlarına ge­leceğine inanırlar.[17] Mukâtil de şöyle der: Bir kayıp ilanı işittiklerinde veya nasıl olursa olsun, bir ses duyduklarında akılları başlarından gider ve bunu başlarına getirilecek bir musibet sanarlar.[18] Onlar her ne kadar müslüman görünseler de, hem sana hem mü'minlere tam anlamıyla düşmandırlar. Binaenaleyh, onlardan sakın, sır hususunda onlara güvenme, çünkü onlar sana düşman olanların casuslarıdır. Bu bir beddua cümlesidir. Yani, Allah onları rezil etsin, onlara lanet etsin ve rah­metinden uzaklaştırsın. Doğru yoldan sapıklığa nasıl döndürülü­yorlar?! Delillerin açıklığına rağmen akılları nasıl sapıyor?! Bu âyette mü­nafıkların cehalet ve sapıklıkları ve deliller getirildiği halde imandan dön­meleri sebebiyle hayret edilmesi gerektiği ifade edilmektedir. İmâm Ah-med b. Hanbel, Ebû Hüreyre'den Rasulullah (s.a.v)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Münafıkların bazı alâmetleri vardır. Onlar bu alâmetlerle tanı­nırlar: Selâmları lanet okumadır, yemekleri yağma malıdır, ganimetleri hainliktir, mescitlere sadece çirkin söz söylemek ve alay için yaklaşırlar, namaza ancak sonuna doğru gelirler, kibirlidirler, ne kimseyle yakınlık ku­rarlar ne de onlarla yakınlık kurulur, geceleyin sessiz kütükler, gündüzleri ise çığırtkandırlar.[19]

 

5. O münafıklara, Allah'ın Rasulüne gelin de,  sizin için Allah'tan mağfiret dilesin denildiğinde Böbürlenmek ve alay etmek için başlarını sallayıp hareket ettirirler. Onların, kibirlenip Rasulullah (s.a.v)'ın kendileri için istiğfar etmesini istemeyerek, çağrıldıkları şeyden yüzçevirdiklerini görür­sün. İnat ve yüz çevirmeye devam ettiklerini göstermek için geniş zaman kipi kullanılmıştır.[20] Tefsirciler der ki: Ayetler münafıkları rezil edip per­delerini açarak inince, mü'min akrabaları onlara gidip şöyle dediler: Yazık­lar olsun size! Münafıklık yaparak rezil oldunuz, kendinizi helak ettiniz. Rasulullah'a gelip münafıklıktan tevbe edin ve sizin için mağfiret dileme­sini isteyin. Münafıklar bunu kabul etmediler, alay ve eğlence olsun diye başlarını salladılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Daha sonra İbn SelûTe de­diler ki: Rasulullah (s.a.v)'a git ve suçunu itiraf et de senin için istiğfar et­sin. O bu görüş ve teklifi ret etmek için başını salladı sonra da onlara şöyle dedi: İman etmemi istediniz ettim. Malımın zekâtını vermemi istediniz verdim. Bir Muhammed'e secde etmemi emretmediğiniz kaldı.

Bundan sonra Yüce Allah, onlara istiğfar etmenin fayda vermeyece­ğini açıkladı. Çünkü onlar münafıklıkta diretmektedirler: [21]

 

6. Onların durumuna göre, senin on­lar için istiğfar etmenle etmemen birdir. Yani, senin onların bağışlanması­nı istemenin hiçbir faydası olmaz. Çünkü onlar Allah ve Rasulüne itaattan çıkmışlardır. Sâvî şöyle der: Bu âyet, onların iman etmelerinden ümit ke­sildiğini bildirmek içindir. Yani, Ey Muhammedi Bağışlanmalarını dilemen ile dilememen birdir. Onlar imana gelmezler. Çünkü daha Önce bed­baht olacakları yazılmıştır.[22] Onlar iyice inkâra daldıkları ve isyanda ısrar ettikleri için, Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurarak bunun sebebini açıkladı. Kuşkusuz Allah, Allah'a itaattan çıkan fasık kimseleri iman etmeye muvaffak etmez.

Bundan sonra Yüce Allah, onların suçlarım ve yaptıkları çirkinlikleri daha fazla açıklamak için şöyle buyurdu: [23]

 

7. Onlar, "Muhacir­lere para v.b. yardımda bulunmayın da Muhammed'den ayrılsınlar" diyen kâfirlerdir. Ebû Hayyân şöyle der: Bu, İbn Selûl ve kavminden ona uyanlara bir işarettir. Yüce Allah, muhacirlerin rızıklarının kendi ellerinde olduğunu zannetmeleri sebebiyle münafıkların beyinsiz olduğunu bildirdi. Bileme­diler ki, rızik Allah'ın elindedir. Münafıkların, "Allah'ın Rasulü'nün yanında olanlara" sözleri, alay yollu söylenmiş bir sözdür. Çünkü Muhammed (a.s.)'-in peygamberliğini ikrar etselerdi, onlardan böyle bir şey çıkmazdı. Açık olan şu ki, onlar, aynı lafızları kullanmadılar. Fakat Yüce Allah, Rasûlüne bir ikram olsun diye onu bu sözlerle ifade etti.[24] Rızkın anahtarları sadece Yüce Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir, di­lediğine vermez. Hiçkimse, Allah'ın, kullarına lütfetmesine engel olamaz. imaldi Fakat münafıklar Allah'ın hikmetini ve tedbirini anla­yamazlar. Dolayısıyle söyledikleri o inkâr ve sapıklık sözlerini söylerler.

Bundan sonra Yüce Allah münafıkların bazı çirkin davranışlarını ve sözlerini saymak üzere şöyle buyurdu: [25]

 

8. Diyorlar ki, bu BenîMus-talik Savaşından döndüğümüz ve beldemiz olan Medîne-i Münevvere'ye av­det ettiğimizde, mutlaka Muhammed ve arkadaşlarını oradan çıkaracağız. Bunu söyleyen. İbn Selûl'dür. Âyetteki " daha üstün" ile kendini ve ta­raftarlarını "daha zelil" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve beraberindekileri kastetmektedir.[26] Tefsirciler şöyle der: İbn Selûl bunları söyleyip de Medî-ne'ye döndüğünde oğlu Abdullah kılıcım çekip onun için Medîne girişinde bekledi. İnsanlar önünden gelip geçiyordu. Babası gelince oğlu, "Geri dön. Vallahi, Rasulullah (s.a.v) daha üstün, ben daha zelilim demedikçe asla Medîne'ye giremezsin" dedi. İbn Selûl de bunları söyledi. Sonra oğlu Rasu­lullah (s.a.v)'a gelip dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Babamı öldürmek iste­diğini duydum. Eğer bunu yapacaksan, emret, başını sana ben getireyim".

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): "Hayır, bilakis bizimle birlikte olduğu müddetçe ona iyi davranacağız ve onunla güzel arkadaşlık yapacağız" dedi.[27] Kuvvet ve üstünlük, başkasına değil, Allah'a ve Onun üstün tutup desteklediği peygamberine ve mü'minlere mahsustur. Bu kalıp hasr ifâde eder. Kurtubî şöyle der: Münafıklar, üstünlüğün mal ve taraftarların çokluğu ile olduğunu sandılar. Yüce Allah da izzet ve üstünlüğün Allah'a, Rasulüne ve mü'minlere âit olduğunu açıkladı.[28] Fakat münafıklar son derece câhil ve gururlu oldukları için izzet ve üstünlüğün, Allah'ın düşmanlarına değil de dostlarına mahsûs olduğunu bilmezler. [29]

 

9. Yüce Allah münafıkların çirkin davranışlarını anlattıktan sonra, mal ve evlatlara al­danma hususunda onlara benzemekten mü'minleri sakındırdı.  Yani, Ey Mü'minler! Mal ve çocuklar, münafıkları alıkoyduğu gibi, sizi Allah'a itaat ve ibadetten, size farz kıldığı namaz, zekât ve haccı edadan alıkoymasın. Ebû Hayyân şöyle der: Artırmaya çalışmanız ve biriktirmekten zevk al­manız sebebiyle mallarınız; kendileriyle sevinç duymanız ve ihtiyaçlarını gidermeye   bakmanız sebebiyle  de çocuklarınız   sizi   Allah'ı   zikirden alıkoymasın. Zikir, namaz, tesbîh, hamd etme ve diğer ibadetleri kapsar.[30]  Dünya, kimi Allah'a itaat ve ibadetten alıkorsa, işte onlar tam zarara uğrayanların ta kendileridir. Çünkü onlar geçici ve basit olanı, sonsuz .ve yüce olana tercih etmişler ve dünyayı âhiretten üstün tutmuşlardır. [31]

 

10. İnsana ölüm gelip de can çekişme durumuna gelmeden önce size verdiğimiz ve lütfettiğimiz mal­ların bir kısmından Allah rızası için harcayın. Ve öleceğini kesin olarak anlayıp da. "Rabbim! Bana mühlet verip ölümümü kısa bir zaman ertelesen de, Harcasam, güzel amel etsem ve böylece sâlih ve takva sahibi birisi olsam" demeden önce Allah yolunda harcayın. İbn Kesîr şöyle der: Her ihmalkâr, ölüm gel­diğinde pişman olur ve kaçırdıklarını elde etmek için müddetin uzamasını ister. Fakat, heyhat ki iş işten geçmiştir.[32]

 

11. Kim olursa olsun, eceli geldiğinde Allah hiç kimseye kesinlikle mühlet vermeyecektir. Asla ömrünü uzatma­yacaktır. Burada hemen itaat etmeye teşvik edilmektedir ki, ihmal edip Rabbine kavuşma hazırlığı yapmadan ecel gelmesinden kişiyi sakındırsın, Yüce Allah, hayır ya da şer, yapmış olduğunuz amellerden haberdardır, onları bilir ve karşılığını size verir. [33]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.

1. "Allah münafıkların kesinlikle yalancı ol­duklarına şahitlik eder" âyetinde daha fazla açıklamak için cümle, yemin, ve  edatları ile pekiştirilmiştir.

2. "Allah biliyor ki, Şüphesiz sen O'nun Peygamberi­sin" cümlesi, bir ara cümlesidir. Münafıkların, o sözü inanarak söylemedik­lerini açıklamak, Muhammed (a.s)'in peygamberliğine şahitlik ettikleri id­dialarında yalanladıkları vehmini ortadan kaldırmak için şart cümlesi ile cevap cümlesi arasında gelmiştir. İbarenin aslı şöyledir: O cümle bu ikisi arasına, bir ara cümlesi olarak gelmiştir.

3. "Yeminlerini kalkan edindiler." Cümlesinde istiare vardır. Çünkü aslında l, kişinin kendisiyle korunup siper edindiği kalkan gibi bir şeydir. Sonra burada Yüce Allah onu müsteâr olarak kullandı. Çünkü onlar mallarını ve canlarını korumak için, miislüman görünüyorlardı.

4. arasında tıbâk sanatı vardır. Bu da güzel­leştirici edebî sanatlardandır.

5. "Konuşurlai'sa sözlerini dinler­sin. Tıpkı sıralanmış kof kütük gibidirler" âyetinde mürsel mücmel teşbîh vardır. Bu, parlak teşbihlerdendir.

6. arasında tıbâkselb vardır.

7. "Allah onları Öldürsün" cümlesi dua cümlesidir. Onlara la­net, rezillik ve helak isteği ile yapılmış bir bedduadır.

8. Âyet sonlarında birbirine uygunluk vardır. Bu, Kur'ân'da çok oup kelâmın güzelliğini artırmaktadır. [34]

 

Bir Uyarı

 

Münafıklık Mekke'de yoktu. Orada sadece kâfirlik vardı. Münafıklık Medîne-i Münevvere'de, İslam güçlenip yardımcıları artınca ortaya çıktı. Münafıklar mallarını ve canlarını korumak için, müslüman görünüyorlardı. Şâir şöyle der:

İslam'a, sırf kanlarını akıtılmaktan kurtarmak için girdiler. [35]

 

Faydalı Bilgiler

 

İzzet, kibirden farklı bir şeydir. Müslümanın kendisini zelîl düşürme­si ona helâl olmaz. İzzet, insanın, nefsinin hakikatini bilmesidir. Kibir ise insanın kendisini tanım aması dır. Ali (r.a.)'nin oğlu Hasan'a (r.a.) denildi ki: İnsanlar sende kibir ve gurur olduğunu iddia ediyorlar. Hasan (r.a.): "Bu ki­bir değil, müslümanın izzetidir" dedi ve "İzzet, Allah'a, Rasulüne ve müT-minlere mahsustur" mealindeki âyet-i kerime'yi okudu. [36]

 

Bir Nükte

 

İbn Abbâs (r.a)'ın şöyle dediği rivayet olunur: Kimin, kendisini Rabbi-nin evini ziyarete (hacca) götürecek veya üzerine zekât farz olacak kadar malı olur da, bu görevleri yapmazsa, ölürken geri dönmek ister. Adamın biri dedi ki: "Ey İbn Abbâs! Allah'tan kork. Geri dönmeyi sadece kâfirler is­ter." Bunun üzerine İbn Abbâs, size bununla ilgili Kur'ân âyetini okuya­cağım diyerek "Herhangi birinize ölüm gelip de "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam" demeden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın" mealindeki âyeti okudu.

Allah'ın yardımı ile "Münâfikûn Sûresi"nin tefsiri bitti. [37]



[1] Nisa sûresi, 4/145

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/443.

[3] Buhârî, Savm 2: Müslim, Sıyâm, 162,163.

[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446.

[5] BuhM Tefsîr, 63/7; İbn Cüzeyy, Teshil, 4/122

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446.

[6] Ebussuûd. 5/164

[7] Teshîl, 4/121

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446-447.

[9] Taberî, 28/69

[10] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/503

[11] Sâvî Haşiyesi, 4/208

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/447-448.

[13] Ebussuûd, 5/165

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/448.

[15] Sâvî Haşiyesi, 4/208

[16] Bahr, 8/272

[17] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/504

[18] ÂlÛsî, 28/111

[19] Ahmed b. Hanbel, II, 293

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/448-449.

[20] Bahr, 8/237

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449.

[22] Sâvî, 4/209

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449-450.

[24] Bahr, 8/274

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450.

[26] Daha önce anlatılan "Nüzul Sebebi"ne bakınız.

[27] İbn İshâk'ın Sîret'ine bakmakta fayda vardır. Orada bu olay genişçe anlatılmıştır.

[28] Kurtubî, 1129

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450-451.

[30] Bahr, 8/274

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451.

[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/506

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451.

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451-452.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.

[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.