MÜNAFİKUN SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Din Ölçülerine Göre Münafıkların Sıfatlarının En Çirkinleri: 2

Belagat: 2

Kelime ve İbareler: 3

Açıklaması: 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 4

Münafıkların Yalancılığını Ve Münafıklığını İspat Eden Deliller: 5

Belagat: 5

Kelime Ve İbareler: 5

Nüzul Sebebi: 5

Ayetler Arası İlişki: 6

Açıklaması: 6

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 7

Müminlere İkaz: Münafıkların Ahlâkını Almayın, Allah Yolunda Harcayın: 8

Kelime Ve İbareler: 8

Açıklaması: 8

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 9


 

MÜNAFİKUN SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu sure ilk kelimelerinden birinin 'münafikun" olması, münafıkların sıfatlarından ve Rasulullah'a (s.a.) ve müminlere karşı tavır ve tutumların­dan bahsetmesi sebebiyle bu adı almıştır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin önceki sure ile ilişkisi müminlerle münafıklar arasında ya­pılan mukayese ve karşılaştırmalarda açıkça görülür. Cuma suresinde mü­minlerden bahsedilmiş olup bu surede de onların tam zıddı olan münafıklar­dan bahsedilmektedir. Bu sebepledir ki Taberani'nin Evsafında. Ebu Hurey-re'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) cumada Cuma suresini okur, müminleri teşvik eder, Münafikun suresini okur münafıkları sıkıştırırdı.

Diğer taraftan Cuma suresi Rasulullah'ın (s.a.) peygamberliğini hem kalpleriyle hem dilleriyle yalanlayanlardan bahsetmiştir ki bunlar Yahudi-lerdir, bu surede de onu diliyle tasdik ettiği halde kalbiyle yalanlayanlar­dan bahsedilmektedir ki bunlar da münafıklardır. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Diğer Medenî surelerde olduğu gibi bu surede de ahkâmdan ve hicret­ten sonra Medine toplumunda görülen nifak hareketlerinden bahsedilmek­tedir.

Sure, münafıkların sıfatlarını sayarak söze başlar. Bunların en önem­lileri iman iddialarındaki yalancılıkları, yalan yere yemin etmeleri, zayıf ve korkak olmaları, Rasulullah'a (s.a.) ve müminlere karşı tuzak kurmaları ve insanları Allah'ın dininden vazgeçirmeleri gibi özellikleridir.

Sonra sure onların zelil ve rezil tutumlarından bahsetmektedir ki o da güçlü olduklarını ve Beni Mustalik gazvesinden Medine'ye döndüklerinde peygamberi ve müminleri Medine'den çıkaracaklarını iddia etmeleridir.

Son olarak bu sure, müminleri dayanışma içinde olmaya, ibadet ve ta-ate, ecel gelmeden iç ve dış düşmanlara karşı koyabilmek için Allah yolunda harcama yapmaya teşvik ederek bitirilmiştir. Zira ecel bir an bile gecikmez. [3]

 

Din Ölçülerine Göre Münafıkların Sıfatlarının En Çirkinleri:

 

1- Münafıklar sana geldiği zaman "Şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin." derler. Allah da bilir ki sen elbette  ve elbette O'nun peygamberisin. Al- lah o münafıkların hiç şüphesiz ya- lancılar olduğunu da biliyor.

2-  Onlar yeminlerini bir kalkan  edindüer ve AUahm y°lundan saptılar. Şüphesiz onların yaptıkları  şeyler ne kötüdür.

3- Bu onların, (önce) iman edip sonra inkâr eder görünmeleri sebebiy- ledir. Bu yüzden kalplerinin üstüne  mühür basJdı- Onun için onlar anlamazlar.

4- Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Söylerlerse sözlerini  dinlersin. Onlar dayanmış odunlar gibidir. Her gürültüyü kendi aleyh­lerinde sanırlar. Düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah kah­retsin onları. Nasıl olup da döndü­rülüyorlar!

 

Belagat:

 

"Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor." mealindeki ayetin Arapçasında, verilen bu haberde asla şüphe olmadığını vurgulamak için Allah Tealâ "yemin, inne edatı vete'kit lamı" kullanmıştır.

"Allah da bilir ki sen elbette ve elbette O'nun peygamberisin." cümlesi bir ara cümledir. Münafıkların Hz. Peygambere dedikleri "sen Allah 'm pey­gamberisin" sözünün aslında doğru olduğunu, ancak söylediklerine inan­madıkları için yalancı olduklarını ifade etmek üzere getirilmiştir.

"Onlaryeminlerini bir kalkan edindiler." cümlesinde "kalkan" kelimesi is­tiaredir. Kalkan nasıl insanı kılıç darbelerinden koruyorsa, onlar da yemini, müslüman görünerek mallarını ve canlarını korumak için kullanmışlardır.

"...iman edip sonra inkâr eder" cümlesinde tezat vardır.

"Dayanmış odunlar gibidir" cümlesinde bu kişiler dayanmış odunlara benzetildiği için teşbih vardır.

"Allah kahretsin onları." bir beddua cümlesidir. [4]

 

Kelime ve İbareler:

 

İnkârını gizleyip müslüman görünen "münafıklar sana geldiği" ve hu­zurunda bulundukları "zaman", kalplerindekinin aksine sadece dilleri ile "şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin." derler. Allah da bilir ki sen elbette ve elbette O'nun peygamberisin. Allah Tealâ o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğuna da biliyor." Çünkü onlar as­lında onun peygamberliğine inanmıyorlar, bu yüzden söylediklerinde ya­lancılardır.

"Onlar yeminlerini" mallarını ve canlarını korumak için "bir kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan saptılar. Şüphesiz onların yaptıkları şeyler" münafıklıkları ve sapmaları "ne kötüdür."

"Bu" kötü oluşları "onların" önce dilleriyle "iman edip sonra" kalple­riyle "inkâr eder görünmeleri" ve bu inkârda devam etmeleri "sebebiyledir. Bu yüzden kalplerinin üstüne mühür basıldı" da inkârda katmerleştiler. "Onun için onlar" imanın hakikatini "anlamazlar" doğrusunu bilmezler.

"Onları gördüğün zaman" irilikleriyle, güzellikleriyle "cisimleri hoşu­na gider." Akıcı, tatlı ve düzgün konuştukları için "söylerlerse sözlerini din­lersin." Ama aslında "onlar" duvara "dayanmış odunlar gibidir." Korkaklık­larından "her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar." En tehlikeli "düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah kahretsin onları" helak etsin, lanet etsin, rahmetinden kovsun. Bu kadar açık delilden sonra "nasıl olup da" imandan ve haktan "döndürülüyorlar." [5]

 

Açıklaması:

 

Allah Tealâ münafıkların Rasulullah'a (s.a.) geldikleri zaman, aslında inanmadıkları halde inandıklarını söylediklerini haber vererek şöyle bu­yurdu:

"Münafıklar sana geldiği zaman "Şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin." dediler. Allah da bilir ki sen elbette ve el­bette O'nun peygamberisin. Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor." Yani, ey Allah'ın Rasulü, Abdullah b. Übey ve arka­daşları gibi münafıklar sana geldikleri ve meclisinde bulundukları zaman müslüman olduklarını söylerler ve kalplerle dillerin uyum içinde olduğu bir şahitlik sergileyerek "Senin Allah'ın Rasulü olduğuna şahitlik ederiz." derler. Allah biliyor ki mesele onların dediği gibidir, yani sen bütün insanlara gönderilmiş bir peygambersin. Ancak Allah Tealâ şahitlik eder ki on­lar "şahitlik ederiz." sözlerinde yalancıdırlar. Çünkü onlar söylediklerinin sahih ve doğru olduğuna inanmıyorlar. Dilleriyle söyledikleri ile kalplerin-deki arasında uygunluk yoktur. İşte bunun için Allah Tealâ onların kalple-rindekini ortaya çıkardı, onları yalanladı. Onların şahitlikleri gerçekte şa­hitlik değil idi. Dolayısıyla buna şahitlik demelerinde de yalancı idiler.

Sonra Allah Tealâ söylediklerini ispat etmek ve doğru olduklarına in­sanları ikna etmek için yeminler ettiklerini haber vererek şöyle buyurdu:

"Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan saptılar. Şüphesiz onların yaptıkları şeyler ne kötüdür." Yani onlar diğer kâfirlere tatbik edilen öldürme, esir alma ve mallarını ganimet sayma gibi hüküm­ler kendilerine de tatbik edilmesin, canlarını ve mallarını ölümden, esir ol­maktan ve ganimet olmaktan kurtarsın diye yalan yeminlerini kalkan ve perde yaptılar. Onların gerçek yüzünü bilmeyen bazı insanlar da onlara al­dandılar, onları müslüman zannettiler ve birçok insana zarar verebilecek olan yaptıkları bazı hususlarda onları takip ettiler. Zira onlar, peygamber­lik hakkında kendilerinden sadır olan birtakım şüpheye düşürme ve kara­lama hareketleri sebebiyle bu insanları imandan, cihattan ve salih amel­lerden alıkoydular. Münafıkların yaptıkları bu Allah yolundan çevirme ve nifak hareketleri şüphesiz çok çirkindir.

Bu ayet onların şu iki büyük cürmü işlediklerine delildir: Yalan yere yemin etmeleri ve insanları İslâm'a girmekten ve Allah yolunda cihad et­mekten alıkoymaları. İşte onların fiillerinin kabih ve çirkinlikle vasfedil-mesinin sebebi budur.

Sonra Allah Tealâ onların bu tavrının sebeplerini zikrederek şöyle bu­yurdu:

"Bu onların (önce) iman edip sonra inkâr eder görünmeleri sebebiyledir. Bu yüzden kalplerinin üstüne mühür basıldı. Onun için onlar anlamazlar." Yani şu zikredilen yalan, İslâm'dan çevirmeleri ve amellerinin çirkin olma­sı, onların iman etmiş gibi görünüp gerçekte inkâr üzere devam etmeleri sebebiyledir. Bu inkârları yüzünden Allah kalplerini mühürledi, artık o kal­be iman girmez, o kalp hakkı bulamaz ve oraya hiçbir hayır giremez. Bu yüzden onlar kendileri hakkında uygun ve olgun olan şeyleri de anlayamaz.

Rasulullah'm (s.a.) ve peygamberliğinin doğruluğuna delâlet eden de­lilleri de kavrayamaz ve idrak edemez oldular.

Sonra Allah Tealâ onların dış görünüşlerinin ne kadar aldatıcı olduğu­nu beyan ederek şöyle buyurdu:

"Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Söylerlerse sözlerini dinlersin. Onlar dayanmış odunlar gibidir." Yani onlara baktığın zaman ci-simlerindeki endam, güzellik ve parlaklık sebebiyle dış görünüşleri hoşuna gider, konuştukları zaman sözlerini dinlemek hoştur, konuşmalarının fesa­hati, düşüncelerinin halâveti ve dillerinin selâsetinden dolayı sözleri hak ve doğru zannedilir. Onlar duvara dayanmış içi boş kütükler gibidir. "Onla­rı gördüğün zaman" ayetindeki kişilerden maksat Abdullah b. Übey ve Kays'm iki oğlu Muğis ve Cedde'dir. Bunlar endamlı ve yakışıklı olmaları sebebiyle görünüşleri sizin hoşunuza gidebilir. Abdullah b. Übey boylu-pos-lu, parlak ve fasih konuşan bir adam idi.

"Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl olup da döndürülüyorlar!" Yani münafıklar görünüşleri güzel ve iri yapılı olmalarına rağmen son de­rece zayıf, kof ve korkaktırlar. Aşırı korkaklıkları, ruhen boş olmaları ve iç­ten hezimeti kabullenmiş kişiler olmaları sebebiyle, her sesi, duydukları her gürültüyü, her olayı kendi başlarına geliyor zannederler. İşte bunlar azılı düşmanlardır, onların tuzaklarından sakın, hiçbir sırrını onlara açma, çünkü bu münafıklar senin kâfir düşmanlarının casuslarıdır. Allah onlara lanet etsin, rahmetinden uzak kılsın, onları helak etsin. Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar, onu bırakıp inkâra meylediyorlar.

Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün, korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi keskin dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir. Bunun için Al­lah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah 'a göre kolaydır." (Ahzab, 33/19)

Ahmed b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Münafıkları tanıtan birkaç alâmet vardır. Bunlar: Se­lâmları lanet, yiyecekleri çalıp çırpma, ganimetleri kaçırmadır. Mecsidlere istemeyerek giderler, namaza sonunda gelirler, kibirlidirler, ne kimseye ısı­nırlar ne de kimse onlara ısınır." [6]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimeler şu hususları göstermektedirler:

1- İman kalple tasdiktir, hakiki söz kalbin sözüdür. İnsan sözü başka özü başka olursa yalancıdır. Buna göre münafıklar da yalancıdır. Çünkü inandıklarının aksini söylüyorlar. Bu hüküm ilk ayetten çıkarılmıştır. Ora­da münafıklar nifakı reddedip imanı kabul ederek Muhammed'in (s.a.) Al­lah'ın peygamberi olduğuna şahitlik yapmışlardı. Bu sözleriyle onlar mev­cut hale bir şey ilâve etmiş değiller, zira Allah da biliyor ki -onların da dil­leriyle söyledikleri gibi- Muhammed (s.a.) Allah'ın Rasulüdür. Ancak her ne kadar onlar İslâm'a girdiklerine ve Hz. Peygamber'i tasdik ettiklerine görünüşte şahitlik yapsalar ve ağızlarıyla yemin etseler de Allah onların kalplerinin yalancı olduğuna şahitlik yapmaktadır.

2- Münafıklar yalan yere yemin etmekten çekinmezler, insanların İs­lâm'a girmesine engel olurlar. Meselâ Abdullah b. Übey'in önderliği ile ye­minlerini insanlara karşı kalkan ve siper olarak kullandılar. Diğer kâfirle­re tatbik edilen öldürme, esir alma ve mallarım ganimet sayma gibi hü­kümlerin kendilerine tatbik edilmemesi için bu yeminlerinin arkasına sı­ğındılar. Bazı insanlar da bunlara aldandılar ve onların müslüman olduk­larını zannederek onları taklit ettiler. İşte münafıkların bu hareketleri Ya­hudi ve müşriklerden bazı insanların İslâm'a girmemesine sebep oldu. Kendileri cihada katılmadıkları için onlara uyarak başkalarının da katıl­mamalarına sebep oldular. İşte onların bu nifakları, yalan yere yemin et­meleri, insanları Allah yolundan caydırmaları gibi çirkin hareketleri ne ka­dar kötü amellerdir.

Allah Tealâ bu hareketlerinin asla kendisine gizli olmadığını beyan et­ti. Lâkin bu konuda hüküm şudur: Kim iman ettiğini söylerse, ona müslü­man muamelesi yapılır.

3- İnsanlar hakkında verilecek hüküm şekillerine ve dış görünüşlerine göre değil kendilerinden sadır olan söz ve fiillere göre verilir. Münafıklar görünüşleri güzel, dilleri fasih insanlardı. Ancak onlar ruhsuz ve manasız şekiller ve heykeller gibi idiler. İbni Abbas şöyle der: Abdullah b. Übey gü­zel yüzlü, parlak, yakışıklı, güzel konuşan biri idi. Hatta konuştuğu zaman Rasulullah onu dinlerdi. Allah da onu ayette bu şekilde vasfetmiştir.

Müslim ve İbni Mace'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiklerine göre Ra­sulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz, lâkin sadece kalplerinize ve amellerinize bakar."

4- "Bu onların (önce) iman edip sonra inkâr eder görünmeleri sebebiy­ledir. " ayeti ile Allah münafıkların kâfir olduğunu bildirmektedir. Çünkü o dili ile ikrar ediyor kalbi ile inkâr ediyor. Aslolan kalpdekidir. Onların in­karcılığının neticesi olarak Allah kaplerini mühürledi. Artık iman işaretle­rini ve delillerine anlayamaz, hayır ve hayır yollarının manasını kavraya-maz hale geldiler. Dolayısıyla onlar daimi inkâr üzeredirler.

5- Münafıklık genelde insanı tereddüt ve tedirginliğe, zafiyet ve hezi­mete, korkaklık ve çekingenliğe götürür. Bu sebepten münafıklar korkak olur, korkak oldukları için de her olayı kendi başlarına geliyor zannederler. Mukatil şöyle der: Meselâ askeri birlik içinde yüksek sesle bir ilân yapılsa veya bir kayıp ilan edilse, bir hayvan ürkse, kalplerinde hep korku bulun­duğu için bunun kendilerini hedeflediğini zannederler. Onlar daima Al­lah'ın perdeleri yırtıvereceğinden ve sırlarını meydana çıkaracağından kor­karlar. Her an başlarına bir şey geleceği beklentisi içinde olurlar.

6- Münafıklar müminlerin düşmanıdır, Allah ve Rasulüne karşı tam bir adavet içindedirler. Öyleyse onların sözleri karşısında dikkatli olmalı, kapılmamalı, bazı zayıf müslümanları oyuna getirerek ümmetin sırlarına muttali olmak hususunda aşırı gayret içinde olduklarını unutmamalı ki bu sırlar düşmanlara sızdırılmasın.

7- Bütün bu kötü sıfatlardan dolayı bu ayetler de "Allah kahretsin on­ları. Nasıl olup da döndürülüyorlar!" şeklinde lanet ve zem ifadesiyle biti­rilmiştir. Yani Allah onlara lanet etsin, rahmetinden kovsun, nasıl da hak­tan batıla, hidayetten dalâlete döndürülüyorlar, deliller bu kadar açık ol­masına rağmen akılları imanı nasıl bulamıyor? [7]

 

Münafıkların Yalancılığını Ve Münafıklığını İspat Eden Deliller:

 

5- Onlara "Gelin, Allah'ın peygambe­ri sizin için istiğfar ediversin." de­nildiği zaman başlarını çevirdiler. Gördün ki onlar kibirlerine yedire-miyerek halâ yüz çeviriyorlar.

6-  Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir. Allah onları katiyyen affetmez. Şüp­he yok ki Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.

7- Onlar öyle kimselerdir ki "Allah'ın peygamberi nezdinde bulunan kim­seleri beslemeyin. Ta ki dağılıp git­sinler." diyorlardı. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fa­kat o münafıklar anlamazlar.

8-  Onlar "Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan, daha hakir (ve zayıf) olanı Me­dine'den muhakkak çıkaracaktır" diyorlardı. Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, peygamberi-nindir, müminlerindir. Fakat müna­fıklar bilmezler.

 

Belagat:

 

"Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin" cümlesinde tezat vardır. [8]

 

Kelime Ve İbareler:

 

"Onlara "Gelin özür dileyin de Allah 'm peygamberi sizin için istiğfar ediversin." denildiği zaman" alay ederek, kibirlenerek "başlarını çevirdiler. Gördün ki onlar" özür dilemeyi "kibirlerine yetiremeyerek halâ" af dilemek­ten ve bu çağrıyı yapandan "yüz çeviriyorlar."

"Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir. Allah onları" inkâra kök saldıkları için "katiyyen affetmez. Şüphe yok ki Al­lah" emir tanımayan bu "fasıklargüruhunu hidayete erdirmez."

"Onlar öyle kimselerdir ki" ensardan tanıdıklarına "Allah'ın peygam­beri nezdinde bulunan" muhacirlerden "kimseleri beslemeyin, ta ki dağılıp gitsinler" diyorlardı. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah 'indir." rızık hazineleri O'nun elindedir. Muhacirlere de başkalarına da rızık veren Odur. "Fakat o münafıklar" cahilliklerinden bunu "anlamazlar", Allah'ın büyüklüğünü, kudretini ve imkânlarını kavrayamazlar.

Mustalikoğulları gazvesi sırasında "onlar: "Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan daha hakir olanı" yani münafıklar mü­minleri "Medine'den muhakkak çıkaracaktır." diyorlardı. Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, peygamber inindir, müminlerindir. Fakat münafıklar" cahilliklerinden ve gururlarından dolayı bunu "bilmezler." [9]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Onlara "Gelin, Allah'ın peygamberi sizin için istiğfar ediversin." de­nildiği zaman başlarını çevirdiler." ayetinin (5. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak İbni Cerir'in Katade'den rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ubey'e "Rasulullah'a gitsen de senin için mağfiret talep ediverse." denildiğinde ba­şını öteye çevirdi. Bunun üzerine "Onlara "gelin Allah'ın peygamberi sizin için istiğfar ediversin..." ayeti indi. İbnül Münzir de İkrime'den benzeri bir nüzul sebebi rivayet etmiştir.

Buhari ve Müslim, aynı manada Tirmizi bu ayetin nüzul sebebi hak­kında şunu naklettiler:

Rasulullah (s.a.), Kubeyd mıntıkasının sahil tarafına düşen Müreysi denilen yerdeki Mustalikoğulları üzerine bir gazve tertiplemişti. Burada bir su başında ordu dinlenirken Hz. Ömer'in işçisi Cahcah ile Abdullah b. Übey'in müttefiki Sinan adında birisi arasında su yüzünden bir kavga çık­tı. Cahcah muhacirleri Sinan da ensarı saflarına çağırdılar. Cahcah Si­nan'a bir tokat attı. Abdullah b. Übey: "Bunu yaptılar ha! Besle kargayı oy­sun gözünü. Vallahi Medine'ye döndüğümüzde güçlü olan zayıf ve zelil ola­nı -yani Muhammedi- oradan çıkaracak!" dedi. Sonra kavmine şöyle söyle­di: "Bu adama yiyecek vermeyin, yanındaki adamlarını da doyurmayın, er-tafından dağılıp gitsinler, onu terketsinler." Abdullah b. Übey'in grubunda bulunan Zeyd b. Erkam "Vallahi zelil sensin, kavmi içinde hakir görülen sensin. Muhammed, Rahman'm himayesi, müslümanların muhabbeti ile azizdir, güçlüdür. Vallahi bu sözünden sonra seni asla sevmiyeceğim." dedi. Abdullah ona "Sus, ben şaka söylüyorum." dedi. Zeyd hadiseyi Rasulullah'a (s.a.) bildirdi. Abdullah "Vallahi bunu ne söyledim, ne yaptım." diye inkâr ederek özür diledi. Rasulullah (s.a.) onu affetti. Zeyd: "İçimden çok kötü şeyler geçti, herkes beni kınadı." dedi. Bunun üzerine Zeyd'i tasdik, Abdul­lah'ı tekzip sadedinde Münafikun suresi nazil oldu. Abdullah b. Übey'e: Se­nin hakkında çok şiddetli ayetler indi, git Rasulullah'a senin için istiğfar etsin." dediler. O da ret manasına kafasını çevirdi. Bunun üzerine bu ayet­ler nazil oldu.

"Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir." ayetinin (6. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak İbni Cerir'in rivayetine göre Urve şöyle dedi: "Onlar için ister af dile ister dileme. Onlar için yetmiş kere af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek." (Tevbe, 9/80) ayet-i kerimesi nazil olduğunda Rasulullah (s.a.) "Yetmişten fazla yapacağım" dedi. Bunun üzerine "Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavi­dir..." ayeti indi. İbni Cerir Mücahid ve Katade'den de bir benzerini rivayet etmiştir. Yine İbni Cerir'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle dedi: Tevbe su­resi 80. ayet nazil olduğunda Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bunu biliyo­rum, ancak onlar hakkında bana ruhsat verildi. Vallahi yetmişten fazla is­tiğfar edeceğim, belki Allah onları affeder." Bunun üzerine bu altıncı ayet nazil oldu.

"Onlar öyle kimselerdir ki "Allah 'in peygamberi nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin." ve "Onlar "Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şe­refli ve kuvvetli olan daha hakir (ve zayıf) olanı muhakkak çıkaracaktır" di­yorlardı. " ayetlerinin (7. ve 8. ayetler) nüzul sebebiyle ilgili olarak daha ön­ce de geçtiği gibi Buhari, Ahmed ve başkalarının Zeyd b. Erkam'dan riva­yet ettiklerine göre o şöyle dedi: Abdullah b. Übey etrafındakilere "Allah'ın peygamberi nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin. Ta ki dağılıp gitsinler, Medine'ye dönersek güçlü olan, aziz olan, daha zelil olanı oradan kesin çı­karacak" dediğini duydum. Bunu amcama anlattım. Amcam da Rasulul-lah'a anlattı. Rasulullah beni çağırdı, hadiseyi ona da anlattım, Abdullah b. Übey ve adamlarını çağırdı. "Biz böyle bir şey söylemedik." diye yemin ettiler. Rasulullah onları tasdik etti beni tekzip etti. Dünya başıma yıkıl­mıştı. Evde oturdum. Amcam bana "Rasulullah'ın seni tekzip etmesini ve sana kızmasını beklemiyordun herhalde" dedi. Bunun üzerine "münafıklar sana geldiği zaman" ayeti indi. Rasulullah beni çağırdı ve ayeti okudu son­ra "Allah seni tasdik etti." dedi.[10]

Tirmizi yine Zeyd b. Erkam'dan şunu rivayet etti: Gazvelerden birinde bir bedevi su başında ensardan biri ile tartıştı. Bedevi ensardan olanın ba­şına bir odunla vurup başını yardı. O da Abdullah b. Ubey'e şikayet etti. Abdullah da "Peygamberin yanındakileri beslemeyin, ta ki dağılıp gitsin­ler, Medine'ye döndüğümüz zaman aziz olan zelil olanı çıkaracak." dedi. "Aziz" ile kendisini "zelil" ile de Rasulullah'ı kastediyordu. [11]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Münafıkların yalancılık, yalan yere yemin, Allah yolundan çevirme, korkaklık, akıllarının zayıf olması, Allah ve Rasulüne düşmanlık gibi hoşa gitmeyen özelliklerini ve güzel görünümlü olduklarını beyan ettikten son­ra, Allah Tealâ, onların özür dilememeleri, bir Yahudi kabilesi olan Musta-likoğullan hadisesinin ardından müminleri Medine'den atma gibi gözle gö­rülen hadiselerden hareket ederek yalancılıklarını ve münafıklıklarını is­pat eden delilleri zikretti. [12]

 

Açıklaması:

 

Allah Tealâ münafıkların yalancılıklarının delillerini ve Allah'ın onla­ra gazabının sebeplerini zikrederek şöyle buyurdu:

1- "Onlara "Gelin Allah'ın peygamberi sizin için istiğfar ediversin." de­nildiği zaman başlarını çevirdiler. Gördün ki onlar kibirlerine yediremiye-rek halâ yüz çeviriyorlar." Yani Abdullah b. Ubey'in öncülüğündeki müna­fıklara "Gelin Rasulullah'a sizin için Allah'tan af talep ediversin." denildi­ğinde kibir göstererek ve bununla alay edip mağfiretten kaçarak gelmedi­ler. Sen onların, Rasulullah'a (s.a.) gelip af talebinde bulunmayı kibirlerine yediremedikleri için ondan uzaklaştıklarını gördün. Kendi iddialarına göre onlar böyle işlerle uğraşacak kadar küçük değiller. Bu da onların iman et­mediklerinin bir ispatıdır. Siyerde meşhur olduğuna göre bu hadise bazıla­rının dediği gibi Tebuk Gazvesi'nde değil Beni Mustalik Gazvesi de denilen Mureysi Gazvesi'nde olmuştur. Çünkü Abdullah b. Übey Tebuk Gazvesine katılanlar arasında yoktu.

Kelbi şöyle dedi: Münafıkların sıfatlarına dair ayetler Rasulullah'a in­diğinde münafıkların aşiretlerinden müslüman olanlar onlara gidip dediler ki: "Münafıklığınız ortaya çıktı rezil oldunuz, kendi kendinizi mahvettiniz, gidin Rasulullah'a, münafıklıktan tevbe edin, sizin için af dilemesini rica edin." Kabul etmediler, istiğfara yanaşmadılar. Bunun üzerine bu ayet indi.

İbni Abbas da şöyle dedi: Abdullah b. Ubey birçok insanla Uhud'dan geri dönünce müslümanlar ona kızdılar, azarladılar, ağır sözler söylediler. Kardeşleri: "Rasulullah'a gitsen de senin için af talep ediverse, gönlünü al­san iyi olur." dediler. O red manasına başını çevirerek: "Gitmem, benim için istiğfar etmesini de istemiyorum." dedi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[13]

Tefsircilerin çoğuna göre o istiğfara çağrıldı, çünkü "Aziz olan zelil ola­nı Medine'den çıkaracak", "Rasulullah'm yanındakileri beslemeyin" gibi sözler sarfetmişti. Kendisine "Rasulullah senin için istiğfar ediversin." de­nildiğinde "Ne dedim ki" dedi. İşte ayetteki "başlarını çevirdiler" ifadesi bu hali dile getirmektedir.

Sonra Allah Tealâ onlar için af dilemenin kendilerine fayda vermeye­ceğini beyan ederek şöyle buyurdu:

"Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir.

Allah onları katiyyen affetmeyecek, şüphe yok ki Allah fasıklar güruhunu hidayete edirmez." Yani Allah fasıkların gösterdikleri kibirin ve tevbeyi ka­bul etmeyişlerinin karşılığını verecektir. Bu sebeple Allah Tealâ beyan etti ki onlar nifakta ısrar ettikleri ve inkârda devam ettikleri için istiğfar onla­ra fayda vermez. Kendileri için istiğfar edilse de edilmese de onlara faydası olmaz ve nifak üzere kaldıkları müddetçe Allah onları asla affetmez. Çün­kü Allah itaattan çıkanları, Allah'a isyanda ısrar edenleri muvaffak kıl­maz. Münafıklar da bu zümredendir.

Yukarıda da geçtiği gibi Katade şöyle dedi: Bu ayetin Tevbe süresinde­ki "Onlar için istiğfar et veya istiğfar etme..." ayetinden sonra nazil olduğu­nu görüyoruz. Çünkü bu ayet-i kerime indiği zaman Rasulullah (s.a.) "Rab-bim beni serbest bıraktı, onlar için yaptığım istiğfarı yetmişin üstüne çıka­racağım." dedi. Bunun üzerine "Allah onları katiyyen affetmeyecek, şüphe yok ki Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez." ayeti indi.

2- "Onlar öyle kimselerdir ki "Allah'ın peygamberi nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin, ta ki dağılıp gitsinler." diyorlardı." Yani bu münafık­lar ensara şöyle diyorlardı: Muhammed'in etrafındaki muhacirleri besle­meyin ki aç kalsınlar da etrafından dağılıp gitsinler.

Allah Tealâ bunlara şöyle cevap verdi:

"Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat o münafıklar anlamazlar." Yani şüphesiz bu muhacirlere rızık veren Allah'tır, kullarının rızkının anahtarları O'nun elindedir, dilediğine verir, dilediğine vermez. Lâkin münafıklar rızık hazinelerinin Allah'ın elinde olduğunu bilmezler ve Allah'ın müminlere bol rızık vermeyeceğine inanırlar.

3- "Onlar "eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan, daha hakir (ve zayıf) olanı muhakkak çıkaracaktır." diyorlardı." Yani bu münafıklar şöyle diyorlardı -diyen de münafıkların reisi Abdullah b. Übey'dir- "Bu gazveden yani Beni Mustalik gazvesinden Medine'ye döner­sek aziz ve güçlü olanlar zelil ve zayıf olanları oradan çıkaracak." Aziz ile kendilerini zelil ile de Rasulullah'ı (s.a.) ve ashabını kastediyordu. Abdullah b. Übey Medine'ye döndükten sonra çok geçmeden öldü. Rasulullah onun af­fı için dua etti ve ona gömleğini giydirdi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

Allah onların bu sözlerine şu cevabı verdi:

"Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah 'indir, peygamberinindir, mü­minlerindir. Fakat münafıklar bilmezler." Yani kuvvet ve galibiyet yalnız Allah'a ve O'nun bunları ihsan ettiği peygamberlerine ve mümin kullarına aittir, başkasının değildir. Fakat çok cahil olmaları, iman etmemeleri ve aşırı bir şaşkınlık ve tedirginlik içinde olmaları sebebiyle münafıklar bunu anlayamazlar. "Allah şöyle yazmıştır: Andolsun ki ben galip geleceğim, pey­gamberlerim de." (Mücadile, 58/21) ayetinde de dediği gibi kullarından di­lediğine yardım eden işte o Allah'tır. İzzet ve kuvvetin mal ve teb'a çokluğu  ile olacağını zannedenlerin aksine izzet, güç ve kuvvet yalnız Allah'ındır. İzzet kibir değildir. İzzet, insanın kendi gerçek yerini bilerek onurlu ve şahsiyetli bir duygu içinde olmasıdır. Kibir ise insanın kendini bilmemesi, başkalarının hakkını tanım amasıdır.

Rivayet olunur ki Abdullah b. Ubey'in oğlu Abdullah babasına: "Yemin ederim ki Rasulullah aziz, ben zelilim demedikçe Medine'ye giremezsin." demiş ve o da bunu söylemiştir.[14]

Bir önceki ayetin sonunda "anlamazlar" burada ise "bilmezler" denil­miştir ki birincisiyle idrak ve anlayışlarının azlığı, ikincisiyle de cahillikle­rinin ve hamakatlarının çokluğu ifade edilmiştir. [15]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

 Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Allah'ın münafıklara gazap etmesinin ilk sebebi, yaptıklarından ve söylediklerinden dolayı özür dilemeyi kabul etmemeleri, kibir göstererek iman etmeyip Rasulullah'tan (s.a.) yüz çevirmeleridir.

2- Münafıklar için istiğfar edilmesi de edilmemesi de müsavidir. İstiğ­farın onlara hiçbir şekilde faydası olmaz. Çünkü bu halleriyle Allah onları affetmez ve ezelî ilminde fasık ve kâfir olarak öleceği sabit olmuş kişiyi Al­lah hidayete erdirmez.

3- İkinci sebep: Abdullah b. Ubey ve adamlarını ensara: "Muhammed'in yanındaki muhacir ashabını doyurmayın, ta ki etrafından dağılıp gitsinler." demeleridir.

4- Allah Tealâ göklerin ve yerlerin hazinelerinin, rızık anahtarlarının kendi elinde olduğunu, istediği gibi sarfettiğini beyan etmek suretiyle onla­ra cevap verdi. Ancak münafıklar, Allah bir işi murat ettiği zaman onu ko­laylaştıracağını idrak edemiyorlardı.

5- Üçüncü sebep: Yine Abdullah b. Übey'in izzet ve kuvvetin sadece mal çokluğu ve adam kalabalığı ile olacağını zannetmesinden dolayı "Beni Mustalik gazvesinden Medine'ye dönünce aziz olan bizler, zelil ve zayıf olan Muhammed ve ashabını oradan çıkaracağız." demesidir. Allah Tealâ ona, izzet ve kuvvetin yalnız kendisine ve bunları kendilerine ihsan ettiği peygamberlerine ve salih kullarına ait olduğunu beyan ederek cevap verdi. Rivayet olunur ki birisi Hz. Hasan'a "İnsanlar sende kibir olduğunu söylü­yorlar" dedi. O da "O kibir değil izzettir." dedi.   ve "İzzet Allah'ındır, peygamberinindir ve müminlerindir." ayetini okudu. [16]

 

Müminlere İkaz: Münafıkların Ahlâkını Almayın, Allah Yolunda Harcayın:

 

9-  Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikret­mekten alıkoymasın. Kim bunu ya­parsa, işte onlar hüsrana uğrayan­ların ta kendileridir.

10- Herhangi birinize ölün1 gelip de "Ey Rabbim beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka ver-seydim, salihlerden olsaydım." diye­ceği (an)dan evvel size rızık olarak verdiğimizden harcayın.

11-  Halbuki Allah hiçbir kimseyi, eceli gelince asla geri bırakmaz. Al­lah ne yaparsanız, hakkıyla haber­dardır.

 

Kelime Ve İbareler:

 

"Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız" yani onlarla ilgilen­mek "sizi Allah'ı zikretmekten", namaz kılmak ve diğer ibadetleri yapmak­tan "alıkoymasın." Yasağın mallara ve evlâtlara yöneltilmesi ciddiyet ifade etmesi içindir. "Kim bunu yaparsa", mal ve evlâtla uğraşırken ibadeti unu­tursa "işte onlar hüsrana uğrayanların", alışverişlerinde zarar edenlerin "ta kendileridir." Çünkü baki olanı verip fani olanı almışlardır.

"Herhangi birinize ölüm" alâmetleri "gelip de "Ey Rabbim! Beni" çok uzak değil, biraz "yakın bir müddete kadar geciktirseydin" mühlet versey­din "de" zekât vs. "sadaka verseydim" hac ve benzeri yapamadığım güzel amelleri yapmak suretiyle "salihlerden olsaydım, diyeceği an gelmeden ev­vel" sevabını ahirette bulmak üzere "size rızık olarak verdiğimizden" yani mallarınızdan bir kısmını "harcayın."

"Halbuki Allah Tealâ hiçbir kimseyi, eceli gelince asla geri bırakmaz" mühlet vermez. "Allah Tealâ ne yaparsanız" hepsinden "hakkıyla haber­dardır" karşılığını verecektir. [17]

 

Ayetler Arası İlişki :

 

Münafıkların özelliklerini beyan ettikten, onları zemmedip payladıktan sonra, Allah Tealâ müminleri münafıkların ahlâkını benimsememeleri için uyardı. Sonra onlara mallarının bir kısmını hayır yollarında harcama­larını, ölüm anı gelip çatıncaya kadar bunu geciktirmemelerini emretti. Aksi halde pişman olur, kaçırdıkları hayır fırsatlarını telafi etmek için öm­rün uzatılmasını isterler. [18]

 

Açıklaması:

 

"Ey iman edenler, ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikretmek­ten alıkoymasın." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik eden müminler, mallarınız ve onlara ait tedbirler, evlâdınız ve onların işleriyle meşgul ol­manız, sizi Kur'an okumak, namaz kılmak, farzları eda etmek, Allah'a kar­şı vazifelerinizi yerine getirmek gibi Allah'ı zikretmek sayılan amellerden alıkoymasın.

Sonra Allah Tealâ emrine muhalefet edilmemesini ikaz ederek ve dün­yaya aldananların sonunun kötü olacağını bildirerek şöyle buyurdu:

"Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir." Yani kim dünya ile, süs ve zinetiyle, mal ve metaı ile oyalanır, dinden, Rab-bine ibadetten ve O'nu zikretmekten uzak kalırsa, kıyamet günü kendini ve ehlü iyalini tamamen kaybedenlerden olur. Çünkü o, bakiyi vermiş, fa­niyi almıştır.

Sonra Yüce Rabbimiz müminleri mallarını hayır yolunda harcamaya teşvik ederek şöyle buyurdu:

"Herhangi birinize ölüm gelip de "Ey Rabbim! Beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verseydim, salihlerden olsaydım." diyeceği (an)dan evvel size rızık olarak verdiğimizden harcayın." Yani size rızık ola­rak verdiklerinizden bir kısmını, ölüm sebepleri gelip, alametleri görülüp kişinin "Ey Rabbim! Bana biraz mühlet verseydin, ölümümü kısa da olsa bir müddet daha geciktirseydin de malımı tasadduk etseydim ve salih in­sanlardan biri olsaydım." demeden önce, nimetlere şükür, fakirlere rahmet, ümmetin umumi yararını gözetme olmak üzere hayır yolunda harcayın.

Bu delâlet ediyor ki dini vecibelerini vaktinde yapmayan herkes, ölüm anında pişman olacak ve kayıplarını telâfi etmek için çok az da olsa ömrü­nün uzatılmasını isteyecektir. Fakat artık her şey bitmiştir.

Tirmizi ve İbni Cerir'in İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kimin hac edecek kadar veya üzerine zekât farz olacak kadar malı olur da bunu yapmazsa, ölüm anında geriye dönüş tale­binde bulunacaktır." Birisi "Ey İbni Abbas! Allah'tan kork, o dönüşü sadece kâfir isteyecek." deyince İbni Abbas: "Şimdi size bir ayet okuyacağım." dedi ve açıklamasını yaptığımız bu ayeti okudu.

"Halbuki Allah hiçbir kimseyi, eceli gelince asla geri bırakmaz. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır." Yani hangi can olursa olsun ömrünü bitirip eceli geldiği zaman Allah Tealâ asla geri bırakmaz. Amellerinizden hiçbir şey Allah'a gizli olmaz. O bütün amellerinizin karşılığım verecektir. İyiliğe iyilikle, kötülüğü gazap ve azapla ve rahmet ve rızasından uzaklaş­tırmak suretiyle mukabele edecektir. [19]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

 Ayet-i kerimeler şu hususları ifade etmektedir:

1-  Kur'an-ı Kerim okumak, daima zikir halinde olmak, beş vakit na­mazı eda etmek, zekâtı vermek, hacca gitmek ve diğer bütün farzları eda etmek gibi Allah'a taat ifade eden amellerle meşgul olmak farzdır.

2- Mal ve evlât ve onlara dair işlerle uğraşmak, münafıkların yaptığı gibi insanı Allah'a ait hakların edasından alıkoymamalıdır. Zira mal konu­sunda çok cimri olmaları sebebiyledir ki münafıklar "Peygamberin yanın­dakileri beslemeyin." dediler. Mal ve evlâdın kendisini Rabbine taatten alı­koyduğu kişi hüsrana ve zarara uğrayanın ta kendisidir.

3- "Size verdiğimiz rızıktan harcayın." ayet-i kerimesi zekâtı geciktir­meden hemen eda etmenin vacip olduğuna delâlet eder, geciktirilmesi asla caiz değildir. Aynı şekilde diğer ibadetlerin de vakti geldiğinde hemen eda edilmesi vacip olur.

Ayet-i kerime bu umumi ifadesi içinde bilhassa vacip olan infakı teş­vik etmektedir. Çünkü ceza sadece vacip olanın terki sebebiyle terettüp eder, nafile olana terettüp etmez. Bu infak ya mutlaktır veya özellikle ci-had yolunda harcamadır. Hangisi olursa olsun fırsatlar kaçmadan, tevbele-rin kabul edilmeyeceği ve amelin fayda vermeyeceği an gelmeden, yani in­sanın kaçan fırsatları telâfi etmek için ölümünün geciktirilmesini isteme anı gelmeden infak etmelidir. Ayet-i kerime, bu umumi ifadesiyle haccın edası fevri (farz olduğu sene eda edilmelidir) diyen cumhura göre hacca şâ­mil değildir.

4- İbni Abbas "ölümümü geciktirsen..." ayeti hakkında şöyle dedi: Bu ayet-i kerime tevhid ehli için en çetin ayettir, çünkü ahirette, Allah'ın nez-dinde nail olacağı nimetin daha hayırlı olduğunu bilen hiç kimse dünyaya dönmeyi veya ölümünün geciktirilmesini temenni etmez. Alimler şehidi bundan istisna etmişlerdir. Çünkü o gördüğü izzet ve ikram sebebiyle tek­rar öldürülmek için geri dönmeyi temenni eder.

5- Allah Tealâ iyi ve kötü kulların yaptığı her şeyden haberdardır, hiç­bir şey O'na gizli olmaz. Hayır veya şer, herkese yaptığının karşılığını vere­cektir. [20]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/465.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/465.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/465.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/466-467.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/467.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/467-469.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/469-471.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/472

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/472-473.

[10] Bu hadisi Tirmizi de rivayet etmiş ve "Bu, sahih hasen bir hadistir." demiştir.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/473-474.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/474-475.

[13] Razî, XXX/15.

[14] Kurtubî, XVIII/129.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/475-477.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/477.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/478.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/478-479.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/479-480.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/480.