MÜNAFİKUN SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2


MÜNAFİKUN SURESİ

 

Kur'an'daki Sırası        : 63

Nüzul Sırası                : 103

Ayet Sayısı                  : 11

İndiği Dönem               : Medine

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede münafıklar şiddetle yerilmekte, onlardan sâdır olan hileler, düşmanlıkla dolu sözler ve içinde bulundukları durumları anlatılmaktadır. Nebi |s) ve muhacirlerin, mal-ço-cuk sevgisine dalıp Allah'ı hatırlamaktan geri kalmaları konusunda uyarılmaları, ayrıca durumu iyi olanların infaka teşviki yer almaktadır.

Sûredeki, ayetler birbiriyle uyum içindedir. Bundan yola çıkarak sûrenin tek bir defada nazil olduğunu ya da münafıklarla ilgili bölümün bir defada indiği ve daha sonra uyarı mahiyetindeki son kısmın nazil olduğunu söyleyebiliriz.

Sûrenin bazı ayetlerinde ifade edilen sözlerin, Müreysi Gazvesi sırasında münafıkların ele başlarından sadır olduğu rivayet edilmiştir. Bu Gazvede mü'minlerin annesi Hz. Ai-şe'ye karşı ifk hadisesi vuku bulmuş ve Nur süresinden sonra bu olaya işaret edilmiştir. Dolayısıyla sûrenin Nur süresinden sonra nazil olduğunu beyan eden rivayetin doğruluğu bu şekilde ortaya çıkmış oluyor.

Sürenin nüzul sırası ile ilgili bir noktayı hatırlatmak yararlı olur. Rivayetlere göre, Mürey­si Vak'asfnın, Ahzab sûresinde bahsi geçen Hendek ve Ahzab Vak'aları'ndan önce oldu­ğu söyleniyor. Buna göre. Peygamberin katıldığı savaşları anlatan tarih kaynaklarında bir hata var, ya da bu sûre (Münafikun) Ahzab sûresinden önce nazil olmuştur veya en azın­dan Ahzab hadisesinden bahseden ayetlerden önce nazil olmuştur. Doğrusunu Allah (c) daha iyi bilir. [1]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1- "Münafıklar sana geldikleri zaman Senin muhakkak Al­lah'ın elçisi olduğuna tanıklık ederiz derler". Allah, mu­hakkak senin kendisinin elçisi olduğunu bilir ve Allah mü­nafıkların yalancı olduklarına tanıklık eder".

2- "Yeminlerini kalkan'[2]' yapıp Allah'ın yoluna engel ol­dular. Onların yaptıkları ne kötüdür".

3- "Bu onların inanıp sonra inkar etmelerindendir. Allah da onların kalplerini mühürledi, artık onlar anlamazlar".

4- "Ve onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Ve konuşurlarsa sözlerini dinlersin, ama onlar dayanmış

odunlar gibidirler'[3]. Her bağırtıyı kendi aleyhlerine sanır­lar. Onlar düşmandır. Onlardan sakının. Allah onları kah­retsin, nasıl da (Hak'dan) döndürülüyorlar?".

5- "Onlara "Gelin Allah'ın elçisi sizin için mağfiret dile­sin" dendiği zaman başlarını çevirirler. Ve onların büyük­lük taslayarak'[4]' yüz çevirdiklerini görürsün".

6- "Onlar için mağfiret dilesen de dilemesen de onlar için birdir. Allah onları bağışlamayacaktır. Şüphe yok ki, Allah zorla bir topluluğu doğru yola iletmez".

7- "Onlar öyle kimselerdir ki, "Allah'ın elçisinin yanında bulunanlara bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler"'[5]' diyor­lar. Oysa yerlerin ve göklerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar anlamazlar".

8- "Diyorlar ki,   "Andolsun eğer Medine'ye dönersek, üs­tün olan alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır". Üstün­lük ancak Allah'a, elçisine ve mü'minlere mahsustur. Fa­kat münafıklar bilmezler".

 

Bu ayetlerde geçen ifadeler oldukça açık ve net ifadelerdir. Kısaca ayetler şu bölüm­leri içermektedir:

I- Münafıklar, Rasulullah (s)'a geldiklerinde O'nun getirdiği risaleti kabul ettiklerini söylüyorlar.

II- Münafıkların yalan söyledikleri bildiriliyor. Çirkinliklerini, İslam'dan yüz çevir­melerini ve Allah'ın yolundan alıkoymalarını maskeleyip risaleti doğruladıklarına dair yeminlerini adeta kalkan olarak kullandıkları ve imandan sonra inkar ettikleri anlatıla­rak, gizleyip durdukları çirkinlikleri, art niyetleri ve kalplerinin küfür üzere mühürlendi­ği açıklanıyor.

III- Kendilerine bakanların beğeneceği cüsselerine, kılıklarına ve konuştuklarında dinleycileri motive eden sözlerine karşın onlar; ruhunu, aklını, kalbini ve imanını kay­beden kütüklere benzetilerek yine ayetlerin hışmına uğruyorlar.

IV- Rasulullah'a gelip özür dilemeye ve mağfiret istemeye çağrıldıkları halde başla­rını bükmeleri, büyüklük taslayarak yüz çevirmeleri anlatılıyor.

V- Rasulullah'ın sahabilerine yardım etmeyerek onları etrafından uzaklaştırmak ga­yesiyle münafıklardan çıkan kışkırtıcı sözler anlatılıyor. Nitekim, seferlerden birinde; "Medine'ye dönersek üstün olan, alçak olanı Medine'den çıkaracaktır" demişlerdi. Bu sözleriyle kendilerini üstün, Rasulullah ve beraberindekileri ise alçak görüyorlardı.

VI- Münafıkları kınayıcı, Rasulullah ve ashabının gönüllerini ise rahatlatıcı bir ce­vapla; Peygamber, onlar için af dilese de dilemese de onlar için birdir. Allah onları asla affetmeyecektir. Çünkü Allah'ın, böylesi fasıkları muvaffak kılması ve onlardan razı ol­ması mümkün değildir. Onlar; "Rasulullah'ın ashabına yardım etmeyin, hiçbir şey ver­meyin!" derken yer ve göklerdeki hazinelerin Allah'ın olduğunu idrak edememişlerdi. Yine onlar; "Üstün olan, alçak olanı Medine'den çıkaracakta" dedikleri zaman üstünlü­ğün ancak Allah, Rasulü ve mü'minlere ait olduğunu bilememişlerdi.

VII- "Allah onları kahretsin. Nasıl da açık ve kesin olan haktan yüz çeviriyorlar" şeklinde onlara beddua ediliyor. Rasulullah'a hitaben, onların düşman olduğu ve onlara karşı uyanık olması gerektiği bildiriliyor.

Buhari, Müslim ve Tirmizi'nin Zeyd bin Erkam'dan naklettikleri rivayette Zeyd şöyle demiştir: "Amcamla birlikteydim. Abdullah bin Ubey bin Selül'ün şöyle dediğini duydum: Rasulullah'ın ashabına hiçbir şey vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler, Me­dine'ye dönersek üstün olan, alçak olanı çıkaracaktır". Bunu amcama anlattım, amcam da Rasulullah'a söyledi. Rasulullah, Abdullah bin Ubey ve arkadaşlarını çağırttı. Onlar, böyle söylemediklerine dair yemin ettiler. Bunun üzerine Rasulullah onları doğruladı ve beni yalanladı. Öyle bir sıkıntıya düştüm ki daha önce bu kadar sıkılmamıştım. Eve git­tim ve oturdum. Derken Allah (c), "Münafıkla?- sana geldikleri zaman...", "Onlar öyle kimselerdir ki, Rasulullah'in yanındakilere hiçbir şey vermeyin diyorlar..." ve "Üstün olan alçak olanı Medine'den çıkaracaktır" ayetlerini indirdi. Ayetler indikten sonra Ra­sulullah beni çağırdı, ayetleri okudu ve "Ey Zeyd Allah seni doğruladı" dedi1. Bu hadis böylece bu kısmın bir defada indiğini göstermiş oluyor. Bu bölüm gerçekten de birbiriy­le bağlantılı ve uyum içerisindedir. Dolayısıyla bu rivayete göre ilk altı ayet, münafıkla­rın sözlerini nakleden diğer iki ayet için bir giriş mahiyetindedir. İşte bu uyum sebebiyle biz de bölümü bir bütün halinde ele aldık.

Müfessirler, muhaddisler, ilk siret yazarları bu ayetlerin nüzul sebebi hakkında uzunca rivayetlerde bulunmuşlardır. Değişik sahneleri gözler önüne seren bu rivayetleri buraya aktarmakta fayda mülahaza ediyoruz.

Müstalikoğulları'nın müslümanlarla savaşmak üzere toplandıkları haberinin ulaşma­sıyla Allah Rasulü onlarla savaşmak için yola çıktı. Bu topluluk içerisinde münafıklar da yer alıyordu. Müslümanlar Mureysi adındaki bir su başında düşmanla karşılaştılar. Ve onları bozguna uğrattılar. Ganimetler aldılar. Dönmek için yola çıkacakları sırada Ömer bin Hattab'ın yanında bir adam (onun atını süren Cahkah isimli bir ücretli) vardı. Bu adamla Avfoğullan'ndan bir kişi su yüzünden birbirleriyle kavga ettiler. Bir ara Ömer bin Hattab'ın adamı "Ey Muhacirler" diye bağırdı, Avfoğulları'ndan olan da "Ey Ensar" diye bağırdı. Neredeyse büyük bir çatışma çıkacakken Allah'ın elçisi ve sahabe­den ileri gelenlerin müdahalesiyle olay büyümeden bitirildi. Bu defa İbn Selül harekete geçti. Ve kavminin hazır olduğu bir mecliste, mücahidleri kastederek "Bize geldiler, ba­rındılar şimdi de yarışıp, düşmanlık yapıyorlar. Bunlarla olan durumumuz tıpkı "Köpe­ğini semizlet seni yesin" diyen adamın durumu gibidir. Ama Medine'ye dönersek üstün olan alçak olanı çıkaracaktır". (Üstünle kendisini, alçakla Allah elçisi ve dostlarını kas-detmiştir.) Sonra kavminden orada bulunanlara dönerek, şöyle dedi: "İşte bu kendi ken­dine yaptığınızdır. Topraklarınızı onlara açtınız ve mallarınızı onlarla paylaştınız. Val­lahi eğer onlara yiyecek vermeseniz, onları barındırmasanız, sizin sırtınızdan geçine-mezler ve başka memlekete giderler. Artık onlara hiç bir şey vermeyin, böylece Mu-hammed'in etrafından ayrılıp gitsinler."

Bu sözleri söylerken mecliste Ensardan Zeyd bin Erkam isminde bir genç de vardı. Zeyd bu sözleri işitince İbn Selül'e dönerek şöyle dedi: "Sus be adam! Ben sadece dal­gasına söyledim". Bunun üzerine Zeyd, Rasulullah'ın yanına geldi ve olayı anlattı. Ömer bin Hattab da oradaydı. "İzin ver onun boynunu vurayım ey Allah'ın Rasulü de­di:" Peygamberimiz "Hayır ya Ömer; sonra insanlar Muhammed arkadaşlarını öldürü­yor derler" dedi.[6]

Sonra Rasulullah kendisi geride kalarak yolculuğa çıkılmasına izin verdi ve Abdul­lah İbn Selül'e haber gönderdi. O da çıkıp geldi. Allah'ın Rasulü ona "Bana ulaşan bu sözlerin sahibi sen misin?" dedi. O da "Sana kitap gönderene yemin olsun ki ben bun­lardan hiç birini demedim, Zeyd yalan söylüyor" dedi. Ashabdan orada bulunanlar "Ey ^..Allah'ın Rasulü belki çocuk sözünde yanılmıştır" dediler.

Rasulullah, İbn Selül'ü mazur görüp Ensar arasında Zeyd'i yalanladı Zeyd'in amca­sı ona: "Kendini Rasulullah'a tekzip ettirecek şeyi yapmaktan maksadın ne idi? Herkes; "İbn Selül büyüğümüz ve saygınımızdır, meftun bir çocuğun söylediğine inanılmaz" di-c.yor". Genç Zeyd utandı ve Rasulullah'ın yanından ayrıldı. Evs kabilesinin büyüklerin-■. den biri olan Useyd bin Hudayr Rasulullah'a geldi ve dedi ki "Ya Rasulullah, mutad ol-,- mayan bir vakitte yola çıkmışsınız, bu saatte yola çıkmazdınız." Rasulullah ona "işitme-.; din mi arkadaşınız ne demiş?" buyurdu. "Ne demiş" dedi. "Medine'ye dönerse şerefli olan, zelil olanı Medine'den çıkaracak diye zırvalamış" dedi. Useyd dedi ki: "Vallahi Ya Rasulullah dilersen onu çıkar; o zelil, sen ise azizsin". Sonra şöyle devam etti: "Ya Rasulullah, ona aldırma, hoşgörü ile muamele et, vallahi Allah seni gönderdi, o sırada kavmi ona taç giydirmek için boncuk diziyordu, o seni, kendisinden melikliğini elinden almış olarak görür". Abdullah bin Ubey'in oğlu Abdullah da babasının durumunu öğre­nince Rasulullah'a geldi ve şöyle dedi: "Ya Rasulullah, duydum ki söylediklerinden ötürü babamı öldürmek istemişsiniz. Eğer bunu yapacaksanız beni görevlendirin, size o-nun başını getireyim. Allah'a yemin olsun ki Hazrec; benim babama ne kadar iyi dav­randığımı bilir. Ben bu görevi başkasına vermenizden korkuyorum. Nefsimi babamın katilinin insanlar içinde dolaşmasına tahammül edemez de onu öldürür ve bir mü'mini bir kafire bedel olarak öldürmekle cehenneme girerim diye korkuyorum". Rasulullah (s) ise şöyle buyurdu: "Hayır biz ona yumuşak muamele ederiz, beraberimizde bulunduğu müddetçe iyilikle sohbet ederiz". Rasulullah (s) daha sonra şehre döndü ve Zeyd bin Er-kam O'nun evine geldi. Hüzün ve haya dolu bir haldeydi. Allah (c) Zeyd bin Erkam'ı doğrulayıcı ve Abdullah bin Ubey'i yalanlayıcı olan Münafikun sûresini inzal buyurdu. Sûre nazil olunca Rasulullah (s) Zeyd bin Erkam'ın kulağını tuttu ve ona "Allah seni doğruladı ve kulağını vefalı kıldı" dedi. Bunun üzerine bazıları Abdullah bin Ubey'e ge­lerek "senin hakkında şiddetli ayetler indi. Allah'ın Rasulü'ne git de senin için Al­lah'tan mağfiret dilesin" dediler. Abdullah bin İbey ise başını büktü ve şöyle dedi: "İ-man et dediniz iman ettim, zekat ver dediniz zekat verdim; artık Muhammed'e secde et­mediğim kaldı". Bunun üzerine "Onlara, gelin Allah Rasulü sizin için mağfiret dilesin denildiği zaman başlarım bükerler" ayeti nazil oldu. Medine'ye dönmek istediklerinde Abdullah bin Ubey'in oğlu Abdullah babasının şehre girmesine mani oldu ve ona: "An­cak Rasulullah'ın izni ile girebilirsin ve şimdi kimin şerefli, kimin zelil olduğunu anla­yacaksın" dedi. Abdullah bin Ubey Allah Rasulü'ne gelerek oğlunu şikayet etti. Bunun üzerine Allah Rasulü Abdullah bin Ubey'i kendi oğlunun yanma gönderdi ve onun şeh­re girmesine mani olmamasını söyledi[7].

Buraya kadar geçen rivayetlerde -uzun olmasına rağmen- gerek genel anlamda konu ile ve gerekse ayetlerin mânâsı ile çelişen herhangi bir nokta göremiyoruz. Söz konusu rivayetler ilk kaynaklarda geçmektedir. Rivayetlerden bir kısmını güvenilir raviler ve yine bir kısmını Buhari, Müslim ve Tirmizi müsnedlerinde zikretmişlerdir. Tümüyle bu­rada anlaşılan odur ki: "Onlara gelin, Allah Rasulü sizin için mağfiret dilesin denildiği zaman başlarını bükerler" ayeti, İbn Selül'ün ayetler indiği sırada kendisine Allah Rasu­lü'ne git de senin için mağfiret dilesin dendiğinde reddetmesi üzerine nazil olmuştur. En uygun olan da budur. Ayetler bu olayı, münafıkların durumunu bildirerek, onları uyarıp onlardan uzak durmayı mü'minlere emretmek ve Allah Rasulü ile mü'minlerin tatmin olmalarını zikretmek suretiyle anlatmaktadır.

Münafıkların ele başlarından sadır olan sözler gerçekten çok tehlikeli sözlerdir. Kal­dı ki bu sözler, münafıklar tarafından gelebilecek tehlike ve hilelerden de daha tehlikeli­dir. Bu yüzden onların kınanması ve yerilmesi, arzettikleri tehlike kadar şiddetli bir üs­luba sahiptir. Münafıkların arzettiği tehlikenin şiddetindendir ki ilahi hikmet, onlarla il­gili başlı başına bir sûre indirmiştir.

Ayetlerden münafıkların, herhangi bir şekilde kendilerini önemli gördükleri ve güç­lerinin olduğunu hissettikleri anlamı çıkarılabilir. Nebi (s)'nin risaletine iman ettiklerini dile getiriyorlardı. Çeşitli yerlerde ve özelliklerde Nur sûresinde geçtiği gibi bunu muh­telif durumlarda yapıyorlardı. Onların bu davranışları Nur, Nisa ve Ahzab sûrelerinde de anlatılmaktadır.

Ayetlerin zaman ve konu bakımından özelliği dikkate alındığında "Şeref, Allah'ın, Rasulü'nün ve mü'minlerindir" cümlesi, daimi surette mü'minin iman kuvvetini anlatır ve zillet ile düşüklüğün Kur'an'ın mü'minler için ifade ettipi izzet ve şerefle bağdaşma­dığını vurgulamaktadır.

Üçüncü ayette, münafıkların karakterleri açık bir tarzda çizilmiş ve imanlarından sonra kafir oldukları, bunun da kötü niyetlerinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Müna­fıkların bu durumları ise Nisa sûresinin 115. ayetindeki vasıflarıyla örtüşmektedir. Ayette: "Kalbimiz kapalıdır derler, bilakis Allah, küfürlerinden dolayı kalplerini mü-hürlemiştir." Yine A'raf sûresinde "Böylece Allah kafirlerin kalplerim, bütün kibirli ve zorba kalpleri mühürlemistir" buyuruluyor. Ayetler de gösteriyor ki, Bakara sûresinin 6 ve 7. ayetlerinde olduğu gibi bazı ayetlerdeki genellemenin yanlış yorumlanması berta­raf edilmiş oluyor. Nitekim Bakara süresindeki ayette "Kafirleri uyarsan da uyarmasan da birdir, iman etmezler. Allah, kalplerini kulaklarını mühürlemistir. Gözlerinde de perde vardır. Onlar için büyük azap vardır" denmektedir. Bu ayetteki kesin ifade, mü­nafıkların kendilerinden kaynaklanmaktadır. Aksi halde bu bir dayatma değildir.

"Allah onları asla affetmeyecektir" cümlesine gelince; eğer küfür ve nifakları üzere ölürlerse bu böyledir. Çünkü, tevbe ettikleri taktirde Allah, kendilerini affedeceğini bil­diriyor. Nisa süresindeki ayetler buna işaret ediyor: "Münafıklar, cehennemin en alt ta-bakasındadırlar. Onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Ancak, tevbe edip salih amel iş­leyenler, Allah'a bağlananlar ve dini yalnız Allah'a halis kılanlar" (145-146). Bu iki ayet, münafıkların şiddetle yerildiği ayetlerden hemen sonra gelmektedir. Nitekim ön­ceki ayetlerde şöyle buyuruluyor: "İman edip sonra kafir olanlar, sora tekrar iman edip yine kafir olanları ve küfürde ileri gidenleri Allah kesinlikle affetmeyecek ve onları doğ­ru yola iletmeyecektir. Münafıklar için elem verici bir azabın olduğunu müjdele" (137-138). [8]

 

9- Ey iman edenler, mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'ı hatırlatmaktan alıkoymasın. Kim böyle yaparsa kaybeden­lerden olur.

10-  Biriniz kendisine ölüm gelip de "Rabbim, beni yakın bir süreye erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsay­dım!" demeden önce, size verdiğimiz rızıktan sadaka ve­rin.

11-  Allah, süresi dolan hiç bir canı ertelemez. Allah yap­tıklarınızdan haberdardır.

 

Ayetlerdeki ifade gayet açıktır. Birincisinde, mü'minler; mallan ve çocukları tarafın­dan Allah'ı hatırlamaktan geri kalmamaları için uyarılmaktadırlar. Çünkü, kim bu se­beplerden ötürü Allah'ı zikretmekten geri kalırsa kaybeder, zarara uğrar.

İkinci ayette, yine durumu iyi olan mü'minler yaşadıkları sürece infak etmeye teşvik ediliyorlar. Ölüm gelip çatmadan ve pişman olup da "Ya Rabbi, bizi ertele de sadaka verip iyilerden olalım" demeden önce infak etmeleri isteniyor.

Üçüncü ayette ise, pişmanlığın ve temenninin fayda vermeyeceği ve eceli gelen bir kimsenin asla ertelenmeyeceği vurgulanmakta, ayrıca Allah'ın onların niyetlerini ve yaptıklarını bildiği hatırlatılmaktadır.

Bu ayetlerin nüzulü hakkında herhangi bir rivayete rastlamadık. Ancak, ayetteki ifa­de geneldir. Bize göre bu ayetler daha önceki ayetlerin bir devamıdır. Böylece samimi olan mü'minlere, kendileri için ideal örnek sunuluyor. Gazaba mazhar olan münafıkla­rın durumları hakkında da onlara yakışır biçimde bir tablo çiziliyor. Özellikle bu tablo, münafıkların Peygamber'le beraber olanlara infak edilmemesi için çağrıda bulunup, kendi aşiret ve akrabalarından olan Ensar'a infak edilmesine çağrı yaptıkları etrafında çizilmektedir. Halbuki, Allah Rasulü'nün yanında olanlar, Allah'a ve Rasulü'ne imanla­rında ihlas sahibi olanlar idi.

Yukarıdaki ayetler, haddi zatında bir bütündür. Kalplere ve beyinlere nüfuz ederek güçlü bir ifade kullanılıyor. Ayetler her nerede olursa olsun tüm müslümanların takip edecekleri ideal çizgiyi oluşturan emir ve nehiyleri içine alan genel bir yönlendirmedir.

Ayetlerdeki üslup ve anlam yükü, daha önce geçen mevzularda ve özellikle de tica­ret ve alış-verişin kendilerini Allah'ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekat vermek­ten alıkoymadığı kimselerin övüldüğü Nur sûresinin 37. ayetinde belirttiğimiz görüşler­le paralellik arzediyor. Nitekim orada, Allah'ın zikrinden ve O'nun yolunda infaktan alıkoyacak şekilde mal ve evlat sevgisine gark olmak konusunda mü'minler uyarılmak­ta ve sakındırılmaktadır. Bu sakındırma, ticaretle uğraşıp para kazanmamak ve dünya­nın güzelliklerinden yararlanmamak anlamında değildir. Zira Kur'an, değişik yerlerde gerek açık gerekse değinip geçme şeklinde, çalışıp kazanmayı helal kılmış, ancak bunu yaparken mutedil davranmayı ve görevleri ihmal etmemeyi emretmiştir.

Bu ayetleri tefsir ederken müfessirlerin İbn Abbas'tan naklettikleri bir rivayette; ayetlerin hac, zekat ve bu iki amelin mü'minler üzerine (sıhhat ve maddi durum elverdi­ği ölçüde) vacip olduğunu ifade ettiği belirtilmiştir[9].

Aynı rivayeti Tirmizi şu şekliyle kaydeder: "Her kim, Beytullah'ı haccetmeye yete­cek miktarda ve zekat düşecek nisabda malı olur da bunları yapmazsa, öldüğünde tekrar hayata dönmeyi ister" Oradan biri: "Allah hayrını versin ey Abbas'ın oğlu, hayata tek­rar dönmeyi isteyecek olan kafirlerdir" deyince, İbn Abbas ona Kur'an'dan bu ayetleri okudu. Adam, bunun üzerine: "Zekatı gerektiren şey nedir?" diye sordu. İbn Abbas: "Mal iki yüz dirhem ve daha fazlası olunca" dedi. Adam, "Haccı gerektiren şey nedir?" diye sorunca da "Azık ve binektir" dedi.[10]"                                                     

Tirmizi'nin naklettiği bu rivayette, ayetlerin zahiri manâsıyla sadece hacc ve zekat farizasını ifade etmediği anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Abbas, hacc ve zekat konusunda ihmalkâr davranan müslümanların öldüklerinde tekrar hayata dönmek isteyecekleri hu­susundaki soruya bir cevap niteliğinde bu ayetleri okumuştur.

Evet, buradaki ayetlerin daha önce nazil olan ayetler ve onların içeriği ile paralel ol­duğu konusunda anlattıklarımız, bütün müslümanları kapsayıcı bir seyir çizgisidir. Umarız ki anlatılanlar, gerçek yerini bulur. [11]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/379.

[2] Cünneten Örtü, kalkan.

[3] Keennehüm huşubun müsennede Akıl ve ruhtan yoksun oldukları mânâsına sanki dayanmış kütüktürler.

[4] Yesuddune Alıkoyarlar.

[5] Hatte Yenfaddu Ki dağılıp gitsinler.

[6] Tac, c. 4, s. 235

[7] Bu ayetlerin Taberi,Beğavi, ibn Kesir, Tabresi, Hazin ve Zemahşeri tefsirlerine bakınız. Ayrıca Tac, c. 4, s. 235-236, Buhari, Müslim ve Tirmizi ile Tabakatİbn Sad. c. 3, s. 104-107, İbn Hişam c. 3, s. 334-337, Taberi Tarihi c. 2, s. 260-264'e müracaat ediniz. Konu ile ilgili temel bilgilerin çoğu Taberi Tarihi ve Beğavi tefsirinde mevcuttur.

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/381-385.

[9] Bkz.Taberi, Hazin, Beğavi, İbn Kesir ve Kasımi tefsirleri.

[10] Bkz. Tac, c. 4, s. 237 tefsir bölümü.

[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/386-387.