Münafıkun suresi
Medine'de nazil olmuştur ve on bir âyettir.
Münafıkun sure-i
celüesi, inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünen münafık kişilerin,
iResulullaha gelip ona, Allahın Resulü olduğunu söylediklerini takat bu
davranışlarıyla yalancı olduklannı ortaya'koyduktan m beyan ederek başlıyor.
Bu şekilde davranan
münafıkların, yeminlerini kendilerine siper ettikleri, bu halleriyle insanları,
Allahın yolunda alıkoymaya çalıştıktan, bunun ise çok kötü bir şey olduğu
açıklanıyor. Ve bunlara itibar edilmemesi emrediliyor.
Münafıkların hallerini
beyana devam eden surede, onların daha bir çok sahte ve olumsuz davranışlarına
işaret buyuruluyor ve Beni Müstalik gazvesinden Medine'ye döndüklerinde
müminleri mağlup ederek omdan çıkaracaklarını söyledikleri haber veriliyor.
Sure-i celilede
münafıkların çirkin davranışların aişaret buyuru!duktan sonra müminlere hitaben
şöyle buyuruluyor: "Ey iman edeler, mallarınız ve çocuklarınız sizi,
Allahı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle olursa işte onlar liüKta-na
uğrayanlardır." "Sizden birine ölüm gelip de"IRabbim, kısa bir
müddet bana mühlet versen de malımı hak yokla harcasam ve salih kullardan
olsam." diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan
harcayın." "Allah, eceli gelen canı hiçbir zaman mühlet verip geri
bırakmaz. Allah, yaptıklamızdan haberdardır."[1]
Bu sürenin nüzul
sebebi hakkında Zeyd b. Erkanı (r.a.) diyor ki:
"Ben bir gazvede[2]
^bulunuyordum. Orada amcam da vardı. Ben, Abdullah b. Übey b. Setul'ün şöyle
dediğini işittim. "Resulullahm yanında bulunanlara bir şey vermeyin de
etrafından dağiıip gitsinler. Eğer Medine'ye dönersek yemin olsun ki en şerefli
olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır.11 Ben bunu amcama anlattım. Amcam da
Resulullaha anlattı. Resulullah adam gönderip Abdullah b. Übey ye
arkadaşlarını yanına çağırdı. Onlar, böyle bir şey söylemediklerine dair yemin
ettiler. Resulullah onlara inandı ve beni yalanladı. Bunun uzenne bana, daha
önce hiç görmediğim kadar ağır bir üzüntü geldi. Evimde oturup beklemeye
başladım. Bunun üzerine Allah teala: "Münafıklar sana geldiği zaman.."
âyetinden itibaren "En şerefti olan en zelil olanı oradan
çıkaracaktır." ayetine kadar olan âyetleri indirdi. Resulullah beni
çağırdı ye âyetleri bana okudu. Sonra "Allah seni tasdik etti."
buyurdu.[3]
Rahman ve Rahim olan
Allanın adıyla.
1- Ey
Muhammed, münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz şehadet ederiz ki sen
mutlaka Alalım Resulüsün." derler. Allah da bilir ki elbette sen onun
peygamberisin. Ve Allah şehadet eder ki münafıklar muhakkak yalancıdırlar.
Ey Muhammed,
münafıklar sana geldikleri zaman, kalblerinde olmadığı halde dilleriyle
"Biz şehadet ederiz ki sen muhakkak Allahın Resulüsün." derler.
Senin, Allahın Resulü olduğunu elbette ki Allah bilmektedir. Allah şehadet eder
ki münafıklar: "Şüphesiz ki sen Allahın peygamberisin." sözlerinde
yalancıdırlar. Çünkü onlar bu söylediklerine kendileri de inanmıyorlardı.[4]
2- Onlar,
yeminlerini kendilerine siper edindiler. İnsanları Alkilim yolundan
alıkoydular. Onların yaptıkları ne kötü bir şeydir.
Münafıklar yeminlerini
kendilerine siper edinip arkasına sığındılar. Onunla münafıklıklarını
gideırneye çalıştılar. Hem kendilerini hem de diğer insanları Allahın
şeriatından alıkoydular. Onların bu yaptıkları işler ne kötüdür.[5]
3- Bunun
sebebi şudur: Onlar iman ettiler sonra kâfir oldular. Böylece kalblcri
mühürlendi, anlamaz oldular.
Onlar daha önce iman
edip Allanın Resulünü tasdik etmelerine rağmen daha sonra şüpheye düştüler. Ve
peygamberleri yalanlamaya kalkıştılar. Böylece kâfir oldular. Allah da onların
kalblerini inkar mühürü ile mühürledi. Artık onlar hakkı batıldan seçemez hale
geldiler. Dilleriyle "Lailahe İllalllah Muham-medün Resulullah"
dedikleri halde kalbleriyle bunu inkar ettiler.[6]
4-
Münafıkları gördüğün aman onların cüsseleri hoşuna gider. Konuştuklar ı/aman
da sözlerini dinlersin. Aslında onlar bir yere dayalı ağaçlar gibidirler.
Onlar, her gürültünün kendi aleyhlerine olduğunu sa-narlar. İşte düşman
onlardır. Onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl da haktan
döndürülüyorlar.
Ey Muhammed, sen bu
münafıkları gördüğün zaman, yaratılışlarının düzgünlüğünden ve görünüşlerinin
güzelliğinden dolayı bedenleri senin hoşuna gider. Konuştukları zaman da
mutedil insanlar gibi konuştukları için sözlerini dinlersin. Fakat aslında
onlar göründükleri gibi değillerdir. Onlar adeta bir yere dayatılmış odunlar
gibidirler. Ne anlayışları vardır ne de bilgileri. Onlar adeta akılsız birer
hayalettirler. Bu münafıklar hainliklerinden ve kötü zanlar beslemelerinden
dolayı her çıkan gürültünün kendi aleyhlerine olduğunu zannederler.
Çünkü-onlar, kendilerini rüsvay edecek âyetlerin ineceğinen ve öldürülmelerini müminlere
helal kılacak hükümlerin gelmesinden korkarlar. Ey Muhammed, işte düşmanlar
onlardır. Sen onlardan sakın. Zira sizinle beraber olduklarında dilleriyle
sizinle beraber iseler de kalbleriyle düşmanların yanındadırlar. Onlar sizin
aleyhinizde düşmanlarınızın casuslarıdırlar. Allah onlan rezil ve rüsvay etsin.
Onlar haktan nasıl da döndürülüyorlar.[7]
5- Onlara:
"Gelin de Allanın peygamberi sizin affın m dilesin." dendiği zaman
(alay ederek) başlarını sallarlar ve sen onların, büyüklencrek yüz
çevirdiklerini görürsün.
O münafıklara:
"Gelin de Peygamber sizin için Allahtan af dilesin." denildiği zaman
onlar, peygameri ve onun af dilemesini alaya alarak başlarını sallarlar ve
görürsün ki onlar, davet edildikleri affa karşı böbürlenerek yüz çevirip
giderler.
*Beşir b. Müslim diyor
ki: "Abdullah b. Übey b. Selule bu âyetlerin indirildiği bildirilmiş ve
Resulullaha giderek af dilemesi istenmiş, Abdullah başını sallayarak şöyle
demiştir. "Bana iman etmemi emrettiğiniz iman ettim. Malımın zekatını
vermemi emrettiğiniz verdim. Artık Muhammed'e secde etmemden başka bir şey
kalmadı."[8]
6- Sen onlar
için af dilesen de dilemesen de farketmez. Allah onları bağışlamayacaktır.
Şüphesiz ki Allah, doğru yoldan çıkanları hidayete erdirmez.
Ey Muhammed, sen o
münafıklar için af dilsen de dilemesen de farketmez. Zira Allah onları asla
bağışlamayucaktır. Bilakis onlan yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır.
Şüphesiz ki Allah, itaatından ayrılan bir kavmi iman;etmeye muvaffak kılmaz.[9]
7- Onlar:
"RcsuluIIahın beraberinde bulunan müminlere bir şey vermeyin de
etrafından dağılıp gitsinler." diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin
hazineleri AHahındir. Fakat münafıklar (bu gerçeği) anlamazlar.
Münafıklar o
kimselerdir ki kendi arkadaşlarına şöyle derler: "Resululla-hın yanında
bulunan ve hicret eden sahabilerine mallarınızı harcayarak ona yardımda
bulunmayın ki etrafındakiler dağhıp gitsinler. "Halbuki göklerin ve yerin
hazineleri sadece allaha aittir. Hiçbir kimse, Allanın dilemesi olmadıkça bir
şeyi başkasına veremez. Fakat münafıklar bunun böyle olduğunu anlamazlar ve bu
sebeple bu tür sözleri söylerler.[10]
8-
Münafıklar: "Eğer Medine'ye dönersek yemin olsun ki, en şerefli olan en
zelil olanı oradan çıkaracaktır." dediler. Oysa şeref Allaha, Peygamberine
ve müminlere aittir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.
Münafıklar: "Bu
gazveden Medine'ye dönecek olursak yemin olsun ki en şerefli olan bizler, en
zelil olan müminleri oradan çıkaracağız." dediler. Halbuki izzet ve şeref
ancak Allanın, Peygamberinin ve Allaha iman eden müminlerindir. Fakat
münafıklar bunu bilmezler.
Surenin girişinde
belirtildiği gibi, buraya kadar zikredilen âyet-i kerimeler, Abdullah b. Übey
b. Selul isimli münafık ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Âyetlerde,
müminlere dil uzattıktan belirtilen kişiler bunlardır. Müminler aleyhinde
söylenen sözler de bunlara aittir.
Cabir b. Abdullah,
münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selul'ün bu sözleri söylemesinin sebebini
şöyle anlatmaktadır. Cabir diyor ki:
"Biz, bir gazvede
Resulullah ile beraberdik. Muhacirlerden bir adam En-sardan birinin arkasına
bir tekme vurdu. Ensardan olan kişi "Ey Ensar neredesiniz?" diye
yardım istedi. Muhacirlerden olan bir kişi de: "Ey muhacirler neredesiniz?"
diye yardım istedi. Resulullah bunları duydu ve dedi ki: "Nedir bu
cahi-liyet çağırılan?" Dediler ki: "Ey Allanın Resulü, muhacirlerden
biri Ensardan birinin arkasına vurdu." Bunun üzerine Resulullah:
"Burakın bu çeşitli davaları, bu davalar kokmuş davalardır." buyurdu.
Abdullah b. Übey b. Selul bunu işitti ve: "Bunu yaptılar ha?" Allaha
yemin olsun ki eğer Medine'ye dönecek olursak en şerefli olanlar en zeli!
olanları oradan çıkaracaktır." dedi.Übey'in bu sözleri Resulullaha ulaştı.
Bunun üzerine Ömer ayağa kalktı ve: "Ey Allahın Resulü, bırak beni de şu
münafikın boynunu vurayım." dedi. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bırak onun
yakasını." İnsanlar: "Muhammed, arkadaşlarını öldürüyor."
demesinler." Cabir diyor ki: "Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman
Ensar, muhacirlerden daha çok idiler. Fakat daha sonra muhacirler Ensardan daha
fazla oldular.[11]
Taberi bu olayla
ilgili olarak çeşitli rivayetler zikretmiştir. Bu rivayetlerden biri de Özetle
şudur: Resulullah, Haris b. Ebi Dırar'ın komutasında (bu kişi, Resulullahın
daha sonra evleneceği hanımı Cüveyriye'nin babasıdır) Mustalik oğullanılın,
kendisine karşı savaşmak üzere hazırlandıkları haberini aldı. Ve onlara karşı
koymak için yola çıktı. Nihayt sahildeki Kudeyt nahiyesinde bulunan
"Müreysi" isimli suyun başında onlarla karşılaştı. İki taraf
birbiriyle çarpıştı. Allah, mustalik oğullanın mağlup etti. Onlardan
öldürülenler öldürüldü. Allah onlann çocukiannı, kadınlarını ve mallarını
Resulullaha ganimet olarak nasietti. Öldürülenler içinde Kelb oğullanndan Hişam
b. Dababe de vardı. Bu adamı, Ensardan olan Ubade b. es-Samit'in kavminden biri
öürmüştü. Zira onu düşman zannetmişti. İnsanlar suyun başına gelip oradan su
alırlarken Hz Ömer'in atının yulannı tutan ve işçisi olan Ğifar oğullanndan
Cehcah b. Said ile Avf oğullanndan antlaşmak dostlan olan Cüheyne kabilesinden
Sinan, su için kavga ettiler. Cüheyne oğullanndan olan adam: "Ey Ensar
topluluğu yetişin." Cehcah da: "Ey muhacirler topluluğu
yetişin." diye bağırdılar. Abdullah b. Übey b. Selul öfkelendi. Yanında
kavminden bir takım insanlar bulunuyordu. Onlann içinde henüz genç yaşta taze
biri olan Zeydb. Erkam da bulunuyordu. Abdullah b. Übey şöyle dedi: "Bunu
yaptılar ha?" Bizim memleketimizde bize düşmanlık yaptılar ve artık ileri
gittiler. Vallahi bizim düşmanlanmız olan Kureyş başıboştan ile bizim halimiz,
"Besle köpeği yesin seni." Atasözünün anlattığı duruma benzemektedir,
amma, vallahi eğer Medine'ye dönersek en aziz olan en zelil olanı elbette ki
oradan çıkaracaktır." Abdullah b. Übey kavmine dönerek şöyle devam etti:
"Gördünüz mü işle kendinize böyle yaptınız. Onları memleketinize soktunuz,
mallannızı onlarla bölüştünüz. Vallahi şimdi elinizde bulunan mallarınızı tutup
onlara vermeyecek olsanız sizin memiekinizi bırakıp başka yere gitmek zorunda
kalacaklardır."
Abdullah b. Übey'in bu
konuştuklannızı Zeyd b.Erkam da işitmişti. Zeyd, çatışmanın bittiği bir sırada
gelip durumu Resulullaha anlattı. Resulullahın yanında Ömer b. el-Hattab da
bulunuyordu. Ömer: "Ey Allanın Resulü, Abbad b. Bişr'e emret de bu adamı
öldürsün." dei. Resulullah: "Nasıl olur ey Ömer, o vakit insanlar,
"Muhammed, sahabilerini öldürüyor." diye söz ederler. Hayır bu olmaz.
Fakat şimdi hemen söyle ordu hareket etsin." Halbuki o saatlerde yola
çıkmak Resulullahın âdeti değildi. Buemir üzerine ordu hareket etti. Abdullah
b. Übey, Zeyd b. Erkam'in Resulullaha bunlan anlattığını duyunca hemen
Resulullahın huzuruna vardı. "Vallahi ben ne öyle bir şey söyledim ne de
konuştum." diye yemin etti. Abdullah b. Übey, kavmi içinde itibar gören
bir kimseydi, kavminin ileri gelenlerindendi. Ensardan, Abdullah b. Übey'in
arkadaş!anndan orada bulunanlar ondan çekinerek ve onu müdafaa edere şöyie dediler:
"Ey Allahm Resulü, belki de çocuk, sözlerinde bir vehime kapılmıştır.
Adamın söylediğini ezberieyememiş ve uydurmuş olmalıdır."
Resulullah tek başına
yürüdüğü bir sırada ona Üseyd b. Hudayr geldi. Ve onu, peygambere yakışır bir
şekilde selamladı. Ve sonra ona: "Ey Allahm Resulü, alışılmamış bir
saatte yola çıktınız. Siz bu saatte yola çıkmazdınız." dedi. Resulullah:
"Duymadınız mı arkadaşınız ne söylemiş?" buyurdu. Üseyd: "Hangi
arkadaşımız ya Resulullah?" dedi. Resulullah: "Abdullah b. Übey."
dedi. Üseyd de: "Ne demiş?" diye sordu. Resulullah: "O,
Medine'ye dönerse en aziz olanın en zelil olanı oradan çıkaracağını söylemiş,
buyurdu. Bunun üzerine Üseyd: "Ey Allanın Resulü, dilersen sen onu
Medine'den çıkarırsın. Vallahi en zelil olan o, en aziz olan da sensin."
dedi. Sonra Üseyd sözlerine devamla şöyle dedi: "Ey Allanın Resulü, onun
söylediklerine aldımıa, ona yumuşak davran. Vallahi Allah seni gönderdiği
zaman kavmi ona krallık tacı giydirmek üzere boncuklar dizip taç hazırlıyordu.
Abdullah b. Übey, senin, onun iktidarını gaspettiğini zan- ' nediyordu."
dedi.
Resululah o gün ve o
gece ve ertesi gün kuşluk vaktine kadar ordusuyla birlikte dünyadan yürüdü.
Nihayet güneşin sıcaklığının insanlara dokunduğu bir ana geldiler. Resulullah,
sahabileriyle birlikte orada konakladı. İnsanlar yere düşer düşmez uyuyup
kaldılar. Resulullahın böyle yapması, insanların, Abdullah b. Übey b. Selul'ün
sözleriyle meşgul olmalarını ıönlemek içindi. Sonra Resulullah tekrar Hicaz
yolunu tutarak hareket etti. "Naki" ismindeki bir suyun yanında
konakladı. Oradan da hareket edince şiddetli bir rüzgar esmeye başladı. Ondan
rahatsız olan insanlar korkmaya başladılar. Resulullah: "Korkmayın,
kâfirlerin büyüklerinden biri öldü." buyurdu. Medine'ye geldiklerinde
Rifaa b. Zeyd b. Tabut'un o gün öldüğünü öğrendiler. Bu kişi Yahudilerin
büyükleri ve münafıklann sığınağı idi. İşte o gün Abdullah b. Übey ve onunla
beraber olan münafıklan anlatan bu sure nazil oldu. Bu sure nazil olunca
Resulullah, Zeyd b. Erkam'ın kulağını tuttu ve ona: "Allah bunun kulağını
doğruladı. (Bunun duyduklarının doğru olduğunu beyan etti) dedi.
Abdullah b. Übey'in
oğlu Habbab (Resuluilah bunun adını da Abdullah koymuştu) babasının durumunu
öğrendi. Bu genç samimi bir mümindi. Resulul-luha geldi ve "Ey Allahm
Resulü, İşittiğimize göre Abdullah b. Übey'in size ulaşan sözünden dolayı siz
onu öldürmek istiyormuşsunuz. Şayet bunu yapacaksanız bana emredin onun başını
ben size getireyim. Allaha yemin olsun ki bütün Hazreçliler bilirler ki
içlerinde babasına benden daha iyi davranan ve hünnetkâr olan biri yoktur.
Korkanm ki başka birine emredersin babımı o öldürür, benim
de nefsim kabarır, babamı öldürenin
insanlar içeisinde gezip dolaşmasına tahammül edemem. Böylece bir mümini, bir
kâfire karşılık öldürmüş olurum ve cehennem ateşine girerim." dedi.
Resulullah: "Hayır, biz ona yumuşak davranacağız. Beraberimizde bulunduğu
müddetçe ona iyilikle muamele ederiz." buyurdu. İşte o günden sona
Abdullah b. Übey ne yaparsa kavmi ona sitem ederdi, onu azarladı ve onu tehdit
ederdi. Resulullah bunları işitikçe Hz. Ömer'e "Ey Ömer, görüyor musun
nasıl oldu? Senin dediğin zaman ben onu öldürtecek olsaydım onun için nice
burunlar titrerdi. (Onun öldürülmesine kızarlardı) fakat bugün onun
öldürülmesini emretsem derhal onu öldürürler." Bunun üzerine Hz.Ömer şöyle
dedi: "Allah'a yemin olsun ki ben çok iyi anladım ki Resululla-hın emri
benim sözümden çok hayırlı ve çok faydalıdır.
İkrime diyor ki:
"Abdullah b. Übey b. Selul'ün, Habbab isimli bir oğlu vardı. Resulullah
onun adını değiştirerek "Abdullah" koymuştu. Abdullah, Re-sululiaha
gelerek "Ey Allanın Resulü, babam Allaha ve Resulüne eziyet ediyor, izin
ver de onu öldüreyim." dedi. Resuluİlah da ona "Abdullah sen babanı
öldürme." dedi. Abdullah tekrar geldi ve "Ey Allahm Resulü, babam
Allaha ve Resulüne eziyet ediyor. İzin ver de onu öldüreyim." dedi.
Resulullah yine: "Babanı öldürme." dedi. Bunun üzerine Abdullah
"Ey Allanın Resulü, sen abdest al, o sudan ona içireyim. Umulur ki Allah,
kalbini yumuşatmış olur." Resulullah abdest aldı. Ondan artan suyu
Abdullaha verdi. Abdullah onu götürüp babasına içirdi. Sonra ona: "Biliyor
musun ben-sana ne içirdim?" dedi. Babası "Biliyorum. Annenin
sidiğini içirdin." dedi. Abdullah "Hayı vallahi ben sana Resulullah
(s.a.v.)in abdest uyundan artanı içirdim." dedi.[12]
9- Ey iman
edeler, inallarınız ve çocuklarınız, sizi, Allahı anmaktan alıkoymasın. Kim
bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır.
Dehhak, buradaki
"Allahı anmak" ifadesinden maksadın, beş vakit namaz olduğunu
söylemiştir.
Ayet-i kerime,
müminlerin, mal ve evlatlarıyla meşgul olarak Alahı anmaktan geri
kalmamalarını aksi takdirde gelip geçici mal ve evlatlara aldanırlar-sa hüsrana
uğrayacaklarını beyan etmektedir.[13]
10- Sizden
birine ülüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı
hak yolda harcasam ve saiîh kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan
size verdiğimiz rızıklardan harcayın.
'
Ey, Allaha ve
Peygamberine iman eden müminler, ölüm gelip size çatmadan önce hayattayken
bizim size vermiş olduğumuz rızıklardan bizim yolumuz--da harcayın. Aksi
takdirde, bu harcamayı yapmadan ölüp giderseniz her biriniz şöyle diyecektir:
"Rabbim, keşke benim ecelimi belli bir zamana kadar ertelesen de ben de
mallarımı hayır yolda harcayıp salih kullardan olsam."
Dehhak diyor ki:
"Âyette geçen "Malımı hak yolda harcasam." ifadesinden maksat,
kişinin, zekatını vernıiş olmayı istemesidir. "Salih kullardan olsam"
ifadesinden maksat da "Hac farizasını yerine getirsem." demektir.
Abdullah b. Abbas dedi
ki:
"Kimin, kendisin
rafabinin beytini Hac etmeye götürecek kadar malı olur veya zekat verecek kadar
malı bulunur da bunları yapmayacak olursa, ölümü anında tekrar dünyaya dönmeyi
ister." Bunun üzerine bir adam "Ey İbn-i Abbas, Allahtan kork, ölüm
anında dünyaya dönmeyi ancak kâfirler isterler." dedi. Abdullah b. Abbas:
"Ben bu hususta sana Kur'andan âyetler okuyacağım." dedi ve "Ey
iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi, AJIahi anmaktan alıkoymasın. Kim
bunu yaparsa, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. "Sizden birine ölüm gelip
de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yolda
harcasam ve salih kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan size
verdiğimiz nzıklar-dan harcayın." "Allah, eceli gelen canı hiçbir
zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."
âyetlerini okudu. Adam, Abdullah b. Abbas'a "Ne kadar mal zekat vermeyi
gerektirir?" dedi. Abdullah b. Abbas "Malı iki yüz dirhem veya daha
fazla olursa." dedi. Adam: "Haccetmek ne zaman farz olur?"
dedi. Abdullah b. Abbas: "Azık ve deve bulunursa." cevabını verdi.[14]
11- Allah,
eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır.
Allah, eceli gelen
hiçbir kimsenin Ömrünü uzatarak onu ertelemze. Bilakis eceli geleni Öldürür.
Allah, kullarının yaptıklarından haberdardır. Hiçbir şey ona gizli değildir.
Onları, yaptıklarına göre cezalandırır veya mükafaatlandırır.[15]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/297.
[2] Bu gazve, "Beni muslalik" gazvesi idi
[3] Ruhari, K. Tefsir el-Kur';ın, Sure: 63, hab: 2
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/298-299.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/301.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/301.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/302.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/302-303.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/303.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/303-304.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/304.
[11] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 63, bab: 5, 7
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/304-308.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/308.
[14] Tinnizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 64, Hadis no: 3316
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/309-310.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/310.