MUNAFİKUN SURESİ 2

Surenin Nüzul Sebebi 2


MUNAFİKUN SURESİ

 

Münafıkun suresi Medine'de nazil olmuştur ve on bir âyettir.

Münafıkun sure-i celüesi, inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünen münafık kişilerin, iResulullaha gelip ona, Allahın Resulü olduğunu söyledikleri­ni takat bu davranışlarıyla yalancı olduklannı ortaya'koyduktan m beyan ederek başlıyor.

Bu şekilde davranan münafıkların, yeminlerini kendilerine siper ettikleri, bu halleriyle insanları, Allahın yolunda alıkoymaya çalıştıktan, bunun ise çok kötü bir şey olduğu açıklanıyor. Ve bunlara itibar edilmemesi emrediliyor.

Münafıkların hallerini beyana devam eden surede, onların daha bir çok sahte ve olumsuz davranışlarına işaret buyuruluyor ve Beni Müstalik gazvesin­den Medine'ye döndüklerinde müminleri mağlup ederek omdan çıkaracaklarını söyledikleri haber veriliyor.

Sure-i celilede münafıkların çirkin davranışların aişaret buyuru!duktan sonra müminlere hitaben şöyle buyuruluyor: "Ey iman edeler, mallarınız ve ço­cuklarınız sizi, Allahı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle olursa işte onlar liüKta-na uğrayanlardır." "Sizden birine ölüm gelip de"IRabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yokla harcasam ve salih kullardan olsam." diye­ceği an gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan harcayın." "Allah, eceli ge­len canı hiçbir zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah, yaptıklamızdan haber­dardır."[1]

 

Surenin Nüzul Sebebi

 

Bu sürenin nüzul sebebi hakkında Zeyd b. Erkanı (r.a.) diyor ki:

"Ben bir gazvede[2] ^bulunuyordum. Orada amcam da vardı. Ben, Abdul­lah b. Übey b. Setul'ün şöyle dediğini işittim. "Resulullahm yanında bulunanlara bir şey vermeyin de etrafından dağiıip gitsinler. Eğer Medine'ye dönersek yemin olsun ki en şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır.11 Ben bunu amca­ma anlattım. Amcam da Resulullaha anlattı. Resulullah adam gönderip Abdul­lah b. Übey ye arkadaşlarını yanına çağırdı. Onlar, böyle bir şey söylemedikleri­ne dair yemin ettiler. Resulullah onlara inandı ve beni yalanladı. Bunun uzenne bana, daha önce hiç görmediğim kadar ağır bir üzüntü geldi. Evimde oturup beklemeye başladım. Bunun üzerine Allah teala: "Münafıklar sana geldiği za­man.." âyetinden itibaren "En şerefti olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır." ayetine kadar olan âyetleri indirdi. Resulullah beni çağırdı ye âyetleri bana oku­du. Sonra "Allah seni tasdik etti." buyurdu.[3]

 

Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla.

 

1- Ey Muhammed, münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz şehadet ederiz ki sen mutlaka Alalım Resulüsün." derler. Allah da bilir ki elbette sen onun peygamberisin. Ve Allah şehadet eder ki münafıklar muhakkak yalancıdırlar.

Ey Muhammed, münafıklar sana geldikleri zaman, kalblerinde olmadığı halde dilleriyle "Biz şehadet ederiz ki sen muhakkak Allahın Resulüsün." der­ler. Senin, Allahın Resulü olduğunu elbette ki Allah bilmektedir. Allah şehadet eder ki münafıklar: "Şüphesiz ki sen Allahın peygamberisin." sözlerinde yalan­cıdırlar. Çünkü onlar bu söylediklerine kendileri de inanmıyorlardı.[4]

 

2- Onlar, yeminlerini kendilerine siper edindiler. İnsanları Alkilim yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları ne kötü bir şeydir.

Münafıklar yeminlerini kendilerine siper edinip arkasına sığındılar. Onunla münafıklıklarını gideırneye çalıştılar. Hem kendilerini hem de diğer in­sanları Allahın şeriatından alıkoydular. Onların bu yaptıkları işler ne kötüdür.[5]

 

3- Bunun sebebi şudur: Onlar iman ettiler sonra kâfir oldular. Böy­lece kalblcri mühürlendi, anlamaz oldular.

Onlar daha önce iman edip Allanın Resulünü tasdik etmelerine rağmen daha sonra şüpheye düştüler. Ve peygamberleri yalanlamaya kalkıştılar. Böyle­ce kâfir oldular. Allah da onların kalblerini inkar mühürü ile mühürledi. Artık onlar hakkı batıldan seçemez hale geldiler. Dilleriyle "Lailahe İllalllah Muham-medün Resulullah" dedikleri halde kalbleriyle bunu inkar ettiler.[6]

 

4- Münafıkları gördüğün aman onların cüsseleri hoşuna gider. Ko­nuştuklar ı/aman da sözlerini dinlersin. Aslında onlar bir yere dayalı ağaçlar gibidirler. Onlar, her gürültünün kendi aleyhlerine olduğunu sa-narlar. İşte düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl da haktan döndürülüyorlar.

Ey Muhammed, sen bu münafıkları gördüğün zaman, yaratılışlarının düz­günlüğünden ve görünüşlerinin güzelliğinden dolayı bedenleri senin hoşuna gi­der. Konuştukları zaman da mutedil insanlar gibi konuştukları için sözlerini din­lersin. Fakat aslında onlar göründükleri gibi değillerdir. Onlar adeta bir yere da­yatılmış odunlar gibidirler. Ne anlayışları vardır ne de bilgileri. Onlar adeta akılsız birer hayalettirler. Bu münafıklar hainliklerinden ve kötü zanlar besle­melerinden dolayı her çıkan gürültünün kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Çünkü-onlar, kendilerini rüsvay edecek âyetlerin ineceğinen ve öldürülmelerini müminlere helal kılacak hükümlerin gelmesinden korkarlar. Ey Muhammed, iş­te düşmanlar onlardır. Sen onlardan sakın. Zira sizinle beraber olduklarında dil­leriyle sizinle beraber iseler de kalbleriyle düşmanların yanındadırlar. Onlar si­zin aleyhinizde düşmanlarınızın casuslarıdırlar. Allah onlan rezil ve rüsvay et­sin. Onlar haktan nasıl da döndürülüyorlar.[7]

 

5- Onlara: "Gelin de Allanın peygamberi sizin affın m dilesin." den­diği zaman (alay ederek) başlarını sallarlar ve sen onların, büyüklencrek yüz çevirdiklerini görürsün.

O münafıklara: "Gelin de Peygamber sizin için Allahtan af dilesin." de­nildiği zaman onlar, peygameri ve onun af dilemesini alaya alarak başlarını sal­larlar ve görürsün ki onlar, davet edildikleri affa karşı böbürlenerek yüz çevirip giderler.

*Beşir b. Müslim diyor ki: "Abdullah b. Übey b. Selule bu âyetlerin indi­rildiği bildirilmiş ve Resulullaha giderek af dilemesi istenmiş, Abdullah başını sallayarak şöyle demiştir. "Bana iman etmemi emrettiğiniz iman ettim. Malımın zekatını vermemi emrettiğiniz verdim. Artık Muhammed'e secde etmemden başka bir şey kalmadı."[8]

 

6- Sen onlar için af dilesen de dilemesen de farketmez. Allah onları bağışlamayacaktır. Şüphesiz ki Allah, doğru yoldan çıkanları hidayete er­dirmez.

Ey Muhammed, sen o münafıklar için af dilsen de dilemesen de farket­mez. Zira Allah onları asla bağışlamayucaktır. Bilakis onlan yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır. Şüphesiz ki Allah, itaatından ayrılan bir kavmi iman;et­meye muvaffak kılmaz.[9]

 

7- Onlar: "RcsuluIIahın beraberinde bulunan müminlere bir şey ver­meyin de etrafından dağılıp gitsinler." diyenlerdir. Halbuki göklerin ve ye­rin hazineleri AHahındir. Fakat münafıklar (bu gerçeği) anlamazlar.

Münafıklar o kimselerdir ki kendi arkadaşlarına şöyle derler: "Resululla-hın yanında bulunan ve hicret eden sahabilerine mallarınızı harcayarak ona yar­dımda bulunmayın ki etrafındakiler dağhıp gitsinler. "Halbuki göklerin ve yerin hazineleri sadece allaha aittir. Hiçbir kimse, Allanın dilemesi olmadıkça bir şeyi başkasına veremez. Fakat münafıklar bunun böyle olduğunu anlamazlar ve bu sebeple bu tür sözleri söylerler.[10]

 

8- Münafıklar: "Eğer Medine'ye dönersek yemin olsun ki, en şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır." dediler. Oysa şeref Allaha, Pey­gamberine ve müminlere aittir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.

Münafıklar: "Bu gazveden Medine'ye dönecek olursak yemin olsun ki en şerefli olan bizler, en zelil olan müminleri oradan çıkaracağız." dediler. Halbuki izzet ve şeref ancak Allanın, Peygamberinin ve Allaha iman eden müminlerin­dir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.

Surenin girişinde belirtildiği gibi, buraya kadar zikredilen âyet-i kerimeler, Abdullah b. Übey b. Selul isimli münafık ve arkadaşları hakkında nazil ol­muştur. Âyetlerde, müminlere dil uzattıktan belirtilen kişiler bunlardır. Mümin­ler aleyhinde söylenen sözler de bunlara aittir.

Cabir b. Abdullah, münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selul'ün bu sözleri söylemesinin sebebini şöyle anlatmaktadır. Cabir diyor ki:

"Biz, bir gazvede Resulullah ile beraberdik. Muhacirlerden bir adam En-sardan birinin arkasına bir tekme vurdu. Ensardan olan kişi "Ey Ensar neredesi­niz?" diye yardım istedi. Muhacirlerden olan bir kişi de: "Ey muhacirler nerede­siniz?" diye yardım istedi. Resulullah bunları duydu ve dedi ki: "Nedir bu cahi-liyet çağırılan?" Dediler ki: "Ey Allanın Resulü, muhacirlerden biri Ensardan birinin arkasına vurdu." Bunun üzerine Resulullah: "Burakın bu çeşitli davaları, bu davalar kokmuş davalardır." buyurdu. Abdullah b. Übey b. Selul bunu işitti ve: "Bunu yaptılar ha?" Allaha yemin olsun ki eğer Medine'ye dönecek olursak en şerefli olanlar en zeli! olanları oradan çıkaracaktır." dedi.Übey'in bu sözleri Resulullaha ulaştı. Bunun üzerine Ömer ayağa kalktı ve: "Ey Allahın Resulü, bırak beni de şu münafikın boynunu vurayım." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bırak onun yakasını." İnsanlar: "Muhammed, arkadaş­larını öldürüyor." demesinler." Cabir diyor ki: "Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman Ensar, muhacirlerden daha çok idiler. Fakat daha sonra muhacirler Ensardan daha fazla oldular.[11]

Taberi bu olayla ilgili olarak çeşitli rivayetler zikretmiştir. Bu rivayetler­den biri de Özetle şudur: Resulullah, Haris b. Ebi Dırar'ın komutasında (bu kişi, Resulullahın daha sonra evleneceği hanımı Cüveyriye'nin babasıdır) Mustalik oğullanılın, kendisine karşı savaşmak üzere hazırlandıkları haberini aldı. Ve on­lara karşı koymak için yola çıktı. Nihayt sahildeki Kudeyt nahiyesinde bulunan "Müreysi" isimli suyun başında onlarla karşılaştı. İki taraf birbiriyle çarpıştı. Allah, mustalik oğullanın mağlup etti. Onlardan öldürülenler öldürüldü. Allah onlann çocukiannı, kadınlarını ve mallarını Resulullaha ganimet olarak nasietti. Öldürülenler içinde Kelb oğullanndan Hişam b. Dababe de vardı. Bu adamı, Ensardan olan Ubade b. es-Samit'in kavminden biri öürmüştü. Zira onu düşman zannetmişti. İnsanlar suyun başına gelip oradan su alırlarken Hz Ömer'in atının yulannı tutan ve işçisi olan Ğifar oğullanndan Cehcah b. Said ile Avf oğullann­dan antlaşmak dostlan olan Cüheyne kabilesinden Sinan, su için kavga ettiler. Cüheyne oğullanndan olan adam: "Ey Ensar topluluğu yetişin." Cehcah da: "Ey muhacirler topluluğu yetişin." diye bağırdılar. Abdullah b. Übey b. Selul öfke­lendi. Yanında kavminden bir takım insanlar bulunuyordu. Onlann içinde henüz genç yaşta taze biri olan Zeydb. Erkam da bulunuyordu. Abdullah b. Übey şöy­le dedi: "Bunu yaptılar ha?" Bizim memleketimizde bize düşmanlık yaptılar ve artık ileri gittiler. Vallahi bizim düşmanlanmız olan Kureyş başıboştan ile bi­zim halimiz, "Besle köpeği yesin seni." Atasözünün anlattığı duruma benze­mektedir, amma, vallahi eğer Medine'ye dönersek en aziz olan en zelil olanı el­bette ki oradan çıkaracaktır." Abdullah b. Übey kavmine dönerek şöyle devam etti: "Gördünüz mü işle kendinize böyle yaptınız. Onları memleketinize soktu­nuz, mallannızı onlarla bölüştünüz. Vallahi şimdi elinizde bulunan mallarınızı tutup onlara vermeyecek olsanız sizin memiekinizi bırakıp başka yere gitmek zorunda kalacaklardır."

Abdullah b. Übey'in bu konuştuklannızı Zeyd b.Erkam da işitmişti. Zeyd, çatışmanın bittiği bir sırada gelip durumu Resulullaha anlattı. Resulullahın ya­nında Ömer b. el-Hattab da bulunuyordu. Ömer: "Ey Allanın Resulü, Abbad b. Bişr'e emret de bu adamı öldürsün." dei. Resulullah: "Nasıl olur ey Ömer, o va­kit insanlar, "Muhammed, sahabilerini öldürüyor." diye söz ederler. Hayır bu olmaz. Fakat şimdi hemen söyle ordu hareket etsin." Halbuki o saatlerde yola çıkmak Resulullahın âdeti değildi. Buemir üzerine ordu hareket etti. Abdullah b. Übey, Zeyd b. Erkam'in Resulullaha bunlan anlattığını duyunca hemen Resulullahın huzuruna vardı. "Vallahi ben ne öyle bir şey söyledim ne de konuştum." diye yemin etti. Abdullah b. Übey, kavmi içinde itibar gören bir kimseydi, kav­minin ileri gelenlerindendi. Ensardan, Abdullah b. Übey'in arkadaş!anndan ora­da bulunanlar ondan çekinerek ve onu müdafaa edere şöyie dediler: "Ey Allahm Resulü, belki de çocuk, sözlerinde bir vehime kapılmıştır. Adamın söylediğini ezberieyememiş ve uydurmuş olmalıdır."

Resulullah tek başına yürüdüğü bir sırada ona Üseyd b. Hudayr geldi. Ve onu, peygambere yakışır bir şekilde selamladı. Ve sonra ona: "Ey Allahm Resu­lü, alışılmamış bir saatte yola çıktınız. Siz bu saatte yola çıkmazdınız." dedi. Resulullah: "Duymadınız mı arkadaşınız ne söylemiş?" buyurdu. Üseyd: "Hangi arkadaşımız ya Resulullah?" dedi. Resulullah: "Abdullah b. Übey." dedi. Üseyd de: "Ne demiş?" diye sordu. Resulullah: "O, Medine'ye dönerse en aziz olanın en zelil olanı oradan çıkaracağını söylemiş, buyurdu. Bunun üzerine Üseyd: "Ey Allanın Resulü, dilersen sen onu Medine'den çıkarırsın. Vallahi en zelil olan o, en aziz olan da sensin." dedi. Sonra Üseyd sözlerine devamla şöyle dedi: "Ey Allanın Resulü, onun söylediklerine aldımıa, ona yumuşak davran. Vallahi Al­lah seni gönderdiği zaman kavmi ona krallık tacı giydirmek üzere boncuklar di­zip taç hazırlıyordu. Abdullah b. Übey, senin, onun iktidarını gaspettiğini zan- ' nediyordu." dedi.

Resululah o gün ve o gece ve ertesi gün kuşluk vaktine kadar ordusuyla birlikte dünyadan yürüdü. Nihayet güneşin sıcaklığının insanlara dokunduğu bir ana geldiler. Resulullah, sahabileriyle birlikte orada konakladı. İnsanlar yere dü­şer düşmez uyuyup kaldılar. Resulullahın böyle yapması, insanların, Abdullah b. Übey b. Selul'ün sözleriyle meşgul olmalarını ıönlemek içindi. Sonra Resu­lullah tekrar Hicaz yolunu tutarak hareket etti. "Naki" ismindeki bir suyun ya­nında konakladı. Oradan da hareket edince şiddetli bir rüzgar esmeye başladı. Ondan rahatsız olan insanlar korkmaya başladılar. Resulullah: "Korkmayın, kâfirlerin büyüklerinden biri öldü." buyurdu. Medine'ye geldiklerinde Rifaa b. Zeyd b. Tabut'un o gün öldüğünü öğrendiler. Bu kişi Yahudilerin büyükleri ve münafıklann sığınağı idi. İşte o gün Abdullah b. Übey ve onunla beraber olan münafıklan anlatan bu sure nazil oldu. Bu sure nazil olunca Resulullah, Zeyd b. Erkam'ın kulağını tuttu ve ona: "Allah bunun kulağını doğruladı. (Bunun duy­duklarının doğru olduğunu beyan etti) dedi.

Abdullah b. Übey'in oğlu Habbab (Resuluilah bunun adını da Abdullah koymuştu) babasının durumunu öğrendi. Bu genç samimi bir mümindi. Resulul-luha geldi ve "Ey Allahm Resulü, İşittiğimize göre Abdullah b. Übey'in size ulaşan sözünden dolayı siz onu öldürmek istiyormuşsunuz. Şayet bunu yapacak­sanız bana emredin onun başını ben size getireyim. Allaha yemin olsun ki bütün Hazreçliler bilirler ki içlerinde babasına benden daha iyi davranan ve hünnetkâr olan biri yoktur. Korkanm ki başka birine emredersin babımı o öldürür, benim de nefsim kabarır, babamı öldürenin insanlar içeisinde gezip dolaşmasına ta­hammül edemem. Böylece bir mümini, bir kâfire karşılık öldürmüş olurum ve cehennem ateşine girerim." dedi. Resulullah: "Hayır, biz ona yumuşak davrana­cağız. Beraberimizde bulunduğu müddetçe ona iyilikle muamele ederiz." buyur­du. İşte o günden sona Abdullah b. Übey ne yaparsa kavmi ona sitem ederdi, onu azarladı ve onu tehdit ederdi. Resulullah bunları işitikçe Hz. Ömer'e "Ey Ömer, görüyor musun nasıl oldu? Senin dediğin zaman ben onu öldürtecek ol­saydım onun için nice burunlar titrerdi. (Onun öldürülmesine kızarlardı) fakat bugün onun öldürülmesini emretsem derhal onu öldürürler." Bunun üzerine Hz.Ömer şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki ben çok iyi anladım ki Resululla-hın emri benim sözümden çok hayırlı ve çok faydalıdır.

İkrime diyor ki: "Abdullah b. Übey b. Selul'ün, Habbab isimli bir oğlu vardı. Resulullah onun adını değiştirerek "Abdullah" koymuştu. Abdullah, Re-sululiaha gelerek "Ey Allanın Resulü, babam Allaha ve Resulüne eziyet ediyor, izin ver de onu öldüreyim." dedi. Resuluİlah da ona "Abdullah sen babanı öl­dürme." dedi. Abdullah tekrar geldi ve "Ey Allahm Resulü, babam Allaha ve Resulüne eziyet ediyor. İzin ver de onu öldüreyim." dedi. Resulullah yine: "Ba­banı öldürme." dedi. Bunun üzerine Abdullah "Ey Allanın Resulü, sen abdest al, o sudan ona içireyim. Umulur ki Allah, kalbini yumuşatmış olur." Resulullah abdest aldı. Ondan artan suyu Abdullaha verdi. Abdullah onu götürüp babasına içirdi. Sonra ona: "Biliyor musun ben-sana ne içirdim?" dedi. Babası "Biliyo­rum. Annenin sidiğini içirdin." dedi. Abdullah "Hayı vallahi ben sana Resulul­lah (s.a.v.)in abdest uyundan artanı içirdim." dedi.[12]

 

9- Ey iman edeler, inallarınız ve çocuklarınız, sizi, Allahı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır.

Dehhak, buradaki "Allahı anmak" ifadesinden maksadın, beş vakit namaz olduğunu söylemiştir.

Ayet-i kerime, müminlerin, mal ve evlatlarıyla meşgul olarak Alahı an­maktan geri kalmamalarını aksi takdirde gelip geçici mal ve evlatlara aldanırlar-sa hüsrana uğrayacaklarını beyan etmektedir.[13]

 

10- Sizden birine ülüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yolda harcasam ve saiîh kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan harcayın.           '

Ey, Allaha ve Peygamberine iman eden müminler, ölüm gelip size çatma­dan önce hayattayken bizim size vermiş olduğumuz rızıklardan bizim yolumuz--da harcayın. Aksi takdirde, bu harcamayı yapmadan ölüp giderseniz her biriniz şöyle diyecektir: "Rabbim, keşke benim ecelimi belli bir zamana kadar ertelesen de ben de mallarımı hayır yolda harcayıp salih kullardan olsam."

Dehhak diyor ki: "Âyette geçen "Malımı hak yolda harcasam." ifadesin­den maksat, kişinin, zekatını vernıiş olmayı istemesidir. "Salih kullardan olsam" ifadesinden maksat da "Hac farizasını yerine getirsem." demektir.

Abdullah b. Abbas dedi ki:

"Kimin, kendisin rafabinin beytini Hac etmeye götürecek kadar malı olur veya zekat verecek kadar malı bulunur da bunları yapmayacak olursa, ölümü anında tekrar dünyaya dönmeyi ister." Bunun üzerine bir adam "Ey İbn-i Abbas, Allahtan kork, ölüm anında dünyaya dönmeyi ancak kâfirler isterler." dedi. Ab­dullah b. Abbas: "Ben bu hususta sana Kur'andan âyetler okuyacağım." dedi ve "Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi, AJIahi anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. "Sizden birine ölüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yolda harcasam ve salih kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz nzıklar-dan harcayın." "Allah, eceli gelen canı hiçbir zaman mühlet verip geri bırak­maz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." âyetlerini okudu. Adam, Abdullah b. Abbas'a "Ne kadar mal zekat vermeyi gerektirir?" dedi. Abdullah b. Abbas "Malı iki yüz dirhem veya daha fazla olursa." dedi. Adam: "Haccetmek ne za­man farz olur?" dedi. Abdullah b. Abbas: "Azık ve deve bulunursa." cevabını verdi.[14]

 

11- Allah, eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Allah, eceli gelen hiçbir kimsenin Ömrünü uzatarak onu ertelemze. Bila­kis eceli geleni Öldürür. Allah, kullarının yaptıklarından haberdardır. Hiçbir şey ona gizli değildir. Onları, yaptıklarına göre cezalandırır veya mükafaatlandırır.[15]

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/297.

[2] Bu gazve, "Beni muslalik" gazvesi idi

[3] Ruhari, K. Tefsir el-Kur';ın, Sure: 63, hab: 2

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/298-299.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/301.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/301.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/302.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/302-303.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/303.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/303-304.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/304.

[11] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 63, bab: 5, 7

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/304-308.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/308.

[14] Tinnizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 64, Hadis no: 3316

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/309-310.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/310.