TAHRİM SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Rasulullah'ın (S.A.) Hanımlarının Hallerinden Bazıları: 2

Belagat: 3

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi: 3

Açıklaması: 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 6

Cehennemden Korunma, Nasuh Tevbesi Ve Kafirlere Karşı Cihad: 7

Belagat: 7

Kelime ve İbareler: 7

Ayetler Arası İlişki: 8

Açıklaması: 8

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 9

İnanan Ve İnanmayan Kadınlardan Örnekler: 10

Belagat: 10

Kelime ve İbareler: 11

Ayetler Arası İlişki: 11

Açıklaması: 11

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler : 12


TAHRİM SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Rasulullah (s.a.) kendisine bazı şeyleri haram kıldığı ve Cenab-ı Hakk'ın latif bir ifade ile "Ey peygamber Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi... niçin haram ediyorsun." diyerek Rasulullah'ı ikaz eden ayetle başladığı için "Tahrim" ismini almıştır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin önceki sure ile üç şekilde münasebeti olduğu görülmektedir:

1- Her iki sure de "Ey peygamber" hitabı ile başlamaktadır.

2- Her iki surede de kadınlara ait hükümlerden bahsedilmektedir. Talâk suresinde boşanma, iddet, iddet halindeki kadının hakları ve onlara iyi muamelede bulunmanın hükümlerinden bahsederken bu surede de Rasulullah'm (s.a.) hanımlarından bazılarının davranışları ve Rasulullah'ın onlara güzellik, yumuşaklık ve nasihat ederek muamelede bulun­duğundan bahsedilmektedir.

3- Bundan önceki Talâk suresinde Allah'ın helâl kıldığını talâk ile haram kılmaktan ve bazı müslümanların hanımlarıyla aralarında mey­dana gelen husumetin sona erdirilmesinden bahsediliyordu. Bu surede ise yine Allah'ın helâl kıldığını haram kılmak olan îlâ (yemin) ile haram kıl­maktan ve bilhassa Rasulullah (s.a.) ile hanımları arasında geçen husumetin sona erdirilmesinden bahsedilmektedir. Rasulullah'm (s.a.) hanımlarına ait hükümlerden ayrıca bahsedilmesi onlara tazim içindir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Medine'de nazil olan bu sure bütün ümmete örnek olmaları bakımın­dan müminlerin anneleri sayılan Rasulullah'm eşlerine ait birtakım hükümler ihtiva etmektedir.

Sure Rasulullah'm (s.a.) mubah olan bir şeyi kendisine haram etmesi sebebiyle Cenab-ı Hakk'ın ona latif bir ikazı ve itabı ile başlamaktadır ki sahih rivayetlerde de sabit olduğu gibi Hz. Peygamber'in kendine haram kıldığı bu şey baldır.

Sonra bu itab Rasulullah'm (s.a.) sırrını ifşa etmeleri sebebiyle hanımlanndan bazılarına da teveccüh etmiştir. Mesele şudur: Rasulullah (s.a.) bir sır olmak üzere eşi Hafsa'ya bir şey söyledi, o da bunu Aişe'ye haber verdi. Rasulullah (s.a.) buna öfkelendi, eşlerini boşamaya karar verdi. Al­lah Tealâ onlara, kendilerinden daha hayırlı eşlerle değiştirme tehdidinde bulundu.

İşte bu hadiseden sonra surenin burasında ev halkının cehennemden korunması hatırlatılarak ceza ile korkulması, samimi ve ihlaslı bir şekilde yapılacak tevbenin emredilmesi, çoluk çocuk ve ev barkla meşgul olmadan kâfirler ve münafıklarla cihad etmenin lüzumunun hatırlatılması münasip olmuştur.

Sure iki büyük örnekle bitmiştir: Bunlardan birisi kâfirlere, diğeri müminleredir. Birincisi kâfir zevce (eş) misalidir. Bunlar Nuh ve Lut pey­gamberlerin kâfir eşleridir. İkincisi ise mümin zevce misalidir. Bu da kâfir ve facir bir insan olan Firavun'un mümin hanımıdır. Sonra hiç kimsenin nikâhı altına girmemiş bulunan temiz, iffetli ve hür kadın (Hz. Meryem) misali verildi. Bütün bu misaller insanların dikkatini şu noktaya çekmek için verilmiştir: Her insan kendi başının çeresine baksın, ameller kötü ise ahirette kimseden kimseye fayda olmayacak, soy sop insanı kurtar­mayacaktır. [3]

 

Rasulullah'ın (S.A.) Hanımlarının Hallerinden Bazıları:

 

1-  Ey peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi zevcelerinin hoş­nutluğunu arayarak niçin haram ediyorsun? Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir.

2- Allah, yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin yar-dımcınızdır ve O, hakkıyla bilendir.

3-  Hani Peygamber, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o bunu haber verip de Allah da ona (Peygamber'e) bunu    açıklayınca    Peygamber bunun bir kısmını bildirmiş bir kıs­mından vazgeçmişti. Bunu ken­disine söyleyince o (hanım) "Bunu sana kim haber verdi." dedi. Pey­gamber de: "Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan haber verdi." dedi.

4- Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ. Çünkü) hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır. Onun aleyhinde birbirinize arka verir­seniz, hiç şüphesiz bizzat Allah onun yardımcısıdır. Cebrail de mümin­lerin salih olanları da, bunların ar­dından melekler de yardımcıdır.

5- Eğer o sizi boşarsa, yerinize, Al­lah'a itaatle teslim olan, Allah'ın birliğini tasdik eden, namaz kılan, tevbe eden, ibadet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve bakire kızlar olmak üzere Rabbinin ona sizden daha hayırlılarını vermesi muhtemeldir.

 

Belagat:

 

"helâl kıldığı şeyi... niçin haram ediyorsun?" cümleleri ve "bildirmiş vazgeçmişti", "dullar bakire kızlar" kelimeleri arasında tezat vardır.

"Eğer Allah'a tevbe ederseniz" de iltifat, yani kınamada eğırlık ifade etsin diye gaib (üçüncü şahıst)tan muhataba (ikinci şahsa) dönüş vardır.

"...cebrail... bunların ardından melekler de yardımcıdırlar" cümlesi ön­ce "Cebrail'in" sonra, Cebrail'i de içine alan "meleklerin" zikredilmesi Hz. Peygamber'in durumunun önemsendiğini ve desteklendiğini ifade eder. [4]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi" yani balı "zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak", onların hatırı için "niçin haram ediyorsun? Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir." Bu işte seni atfetmiştir. Zira Allah'ın helâl kıldığını haram etmek caiz değildir. Allah sana çok merhamet etmiş, bundan dolayı cezalandırmamış, ancak "ismet" sıfatını muhafaza etmek için sadece kınamıştır.

"Allah Tealâ, yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır." Yani Maide suresi 89. ayette açıklanan keffareti ödemek suretiyle yeminlerin bozulması hükmünü getirmiştir. Mukatil, bunun üzerine Hz. Peygamberin bir köle azat ettiğini söyler. Hasan-ı Basri'ye göre ise Hz. Peygamber kef-faret ödememiştir. Çünkü affedilmiştir. Rasulullah'ın "vallahi" lafzını kul­lanmış olma ihtimali de olmakla beraber, helâli haram etmenin yemin ol­duğu görüşünde olanlar bu ayeti delil saymışlardır. "Allah sizin yardım-cınızdır ve O, hakkıyla bilendir."

"Hani peygamber zevcelerinden birine" meşhur rivayete göre Hafsa'ya "gizli bir söz söylemişti." ki bu söz, diğer eşi Zeyneb'in yanında zaman zaman yediği balı kendine haram kılması ve Hz. Ebubekir'i halifa bırak­ması meselesi idi. "Bunun üzerine o bunu" bir sakıncası olmaz zannederek Hz. Aişe'ye "haber verip Allah da ona (peygamberine) bunu açıklayınca, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş bir kısmından vazgeçmişti." Yani Hafsa'nın yaptıklarının hepsini de yüzüne vurup mahcup etmek is­tememişti. "Bunu kendisine (Hafsa'ya) söyleyince o, "Bunu sana kim haber verdi" dedi. O da: "Bana her şeyi bilen", yerde ve gökte "her şeyden haber­dar olan haber verdi." dedi."

Ey Hafsa ve Aişe "eğer her ikinizde Allah'a tevbe ederseniz" tevbeniz kabul olunur. Çünkü "hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır." Kalpleriniz, peygamberin sevdiğini sevmek, hoşlanmadığından hoşlanmamak suretiyle ona gösterilmesi vacip olan saygı ve hürmeti göstermekten uzak kalmıştır. "Onun aleyhinde" fenasına giden, onu rahatsız eden veya hoşlanmadığı şeylerde "birbirinize" yardım eder "arka verirseniz, hiç şüphesiz bizzat Al­lah Tealâ, Cebrail", Ebubekir, Ömer gibi "müminlerin salih olanları da onun yardımcısıdır. Bunların ardından melekler de yardımcıdır."

"Eğer o sizi boşarsa yerinize Allah'a itaatle teslim olan... eşler olmak üzere Rabbinin ona sizden daha hayırlılarını vermesi muhtemeldir." Bu ayet-i kerimede hayırlı hanımların özellikleri şöyle sıralanmıştır: İslâm, iman, namaz, tevbe, ibadet, oruç, dulluk ve bakirelik ikisi bir kadında bulunmayacağı için "ve" edatıyla cümle bağlanmıştır. Zaten böyle olmasay­dı mana bozulurdu. Peygamberin eşleri arasında hem dul hem de bakire olarak evlendikleri bulunduğu için ikisi de zikredilmiştir.[5]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Ey peygamber, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi..." ve "Allah, yemin­lerinizin çözülmesini size farz kılmıştır." ayetleriyle (1. ve 2. ayetler) ilgili olarak alimler, bu iki ayetin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler zikret­mişlerdir. Bunlardan sahih olanı Buhari, İbni Kesir ve başkalarının da zik­rettiği gibi bu ayetlerin, Rasulullah'm (s.a.) balı kendisine haram kılması üzerine nazil olduğunu göstermektedir.

Buhari ve Müslim'in Sa/ıi/ı'lerinde rivayet ettiklerine göre Hz. Aişe (r.a.) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.) tatlıyı ve balı çok severdi. İkindi namazından döndüğünde hanımlarına uğrar, bunlardan Zeyneb b. Cahş'ın yanında biraz kalır ve bal şerbeti içerdi. Hafsa ile ben şöyle anlaştık. Rasulullah hangimizin yanına gelirse: "Senden meğafir kokusu geliyor[6], meğafîr mi yedin?" diyecektik. Öyle de yaptık. Rasulullah: "Hayır, Zey-neb'in yanında bal şerbeti içtim, yemin ettim bir daha içmeyeceğim, bunu kimseye söyleme." dedi.

Tabera'nin sahih bir senetle İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) eşi Sevde'nin yanında bal şerbeti içmişti. Aişe'nin yanına geldiğinde: "Senden bir koku geliyor." dedi. Hafsa'nın yanına gittiğinde o da aynısını söyleyince Rasulullah: "Zannedersem Sevde'nin yanında iç­tiğim şerbettendir, vallahi bir daha içmeyeceğim." buyurdular. Bunun üzer­ine "Ey peygamber Allah'ın sana helâl kıldığını..." ayeti indi.

Siyer kitaplarındaki rivayetlerde hadise şöyle anlatılır: Hz. Peygam­ber (s.a.) Hafsa'nın yanında balı kendisine haram etti. O da bunu Aişe'ye söyledi. Halbuki Rasulullah bunu gizli tutmasını istemişti. Nitekim daha önce de Aişe ve Hafsa'ya babaları Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)'in ken­disinden sonra ümmetinin başına halife olacaklarını bir sır olarak söylemiş ve bunu gizli tutmalarını istemişti.

İbnü'l-Arabi şöyle der: Haberlerin sahih olanı şöyledir: Rasulullah bal şerbetini haram kılmıştı -ki onu Zeyneb'in yanında içmişti-. Bu konuda Aişe ve Hafsa anlaştılar ve olan oldu. Hz. Peygamber bir daha içmemek

üzere yemin etti ve bunun bir sır olarak kalmasını istedi. Ayet-i kerime hepsi hakkında nazil olmuştur. Ayetin, kendisini Rasulullah'a hibe eden kadın hakkında nazil olduğu şeklindeki rivayete gelince, bu hem senet hem de mana bakımından zayıftır. Senet bakımından zayıftır, çünkü ravi-leri adalet sıfatından yoksundur. Mana bakımından zayıftır, çünkü "Hz. Peygamberin hibeyi reddetmesi, onun haram kılması demektir." demek doğru olmaz, belki "hibeyi kabul etmemiştir." denilebilir. Kendisine hibe yapılan kişinin bu hibeyi kabul etmemesi şer*an hakkıdır. Darakutni'nin Ömer'den rivayet ettiğine göre "Rasulullah kendisine Kıpti Mariye'yi haram kılmıştır." şeklindeki rivayete gelince, bu her ne kadar mana bakımından yakın görünüyor ise de ne bir sahih hadis kitabında zikredil­miş ne de adil bir ravi bunu nakletmiştir.[7]

"Eğer o sizi boşarsa..." ayetinin (5. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Buhari'nin Enes'ten rivayetine göre, Rasulullah'ın (s.a.) hanımlarının onu kıskanmaları hadisesinde Hz. Ömer onlara şöyle dedi: "Eğer Rasulullah sizi boşarsa umulur ki Allah ona sizden daha hayırlı eşler verir." Bunun üzerine aynı lafızlarla beşinci ayet indi.

Yine Buhari'nin Enes'ten rivayet ettiğine göre Hz. Ömer şöyle dedi: Müminlerin anneleri olan annelerimizden bazılarının Rasulullah'a karşı sert davrandıklarını ve onu rahatsız ettiklerini haber aldım. Onları teker teker ziyaret ettim ve nasihat ettim, Rasulullah'ı rahatsız etmemelerini söyledim ve "Eğer dinlemezseniz Allah ona sizden daha hayırlılarını verir." dedim. Zeyneb'e gittiğim de o bana: "Ey Hattab'ın oğlu! Rasulullah hanım­larına nasihat etmesini bilmiyor mu ki onlara sen nasihat ediyorsun" dedi. Ben de sustum. Bunun üzerine "Eğer o sizi boşarsa yerinize..." ayeti nazil oldu. [8]

 

Açıklaması:

 

"Ey peygamber, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi zevcelerinin hoşnut­luğunu arayarak niçin haram ediyorsun? Allah çok yargılayıcı, çok esir­geyicidir." Yani ey peygamber, hanımlarını memnun etmek için Allah'ın sana mubah kıldığı şeylerden bazılarını niçin kendine yasak ediyorsun? Al­lah Tealâ, senden sadır olan sana helâl olanları haram kılma hatasını af­feder, sana merhamet eder, bu sebeple tevbe ettiğin günahlardan dolayı seni cezalandırmaz, muahaze etmez.

Bu, "Allah seni affetsin, onlara niçin izin verdin." (Tevbe, 10/43) ayetinde olduğu gibi tatlı bir ifadeyle azarlama ve paylamadır. Bu ayette, Hz. Peygamber'in şerefli makamına tazim olsun diye helâlden kaçınması günah gibi kabul edilmiştir. Halbuki Hz. Peygamber'den başkasına bunu  yapması mubahtır, günah değildir. Ayrıca burada şuna da işaret vardır: Rasulullah'ın evlâ ve efdal olanı terketmesi -her ne kadar gerçekte günah olmasa da- günah sayılır. Buradaki "haram etmek"ten maksat, balı ve hanımlarından bazıları ile teması kendisine yasak etmesidir. Yoksa Al­lah'ın helâl kıldığı şeyi haram kabul etmiş olması değildir. Çünkü helâli haram kılmak küfre götürür. Kurtubi şöyle der: Doğrusu bu, evlâ ve efdal olanı terketmekten dolayı bir hatırlatmadır. Zira Rasulullah'ın ne küçük ne de büyük hiçbir günahı yoktur.

Ebu Hanife'ye göre helâl olanı haram kılmak kişinin niyetine göre her şeyde yemindir. Meselâ: Buğdayı haram kılsa onu yememek üzere yemin etmiş olur. Mubah olan giyilecek ve içilecek şeyi haram kılsa bu yemin sayılır. Hanımını kendine haram kılsa -başka bir niyeti yoksa- ona îlâ (dört ay yaklaşmama) yemini yapmış sayılır. Zıhara niyet etmişse zıhar, talâka niyet etmişse talâk-ı bain olur. İki veya üç talâk gibi talâkta muayyen bir sayıya niyet etmişse niyet ettiği gibi olur.

Şafii'ye göre helâli haram kılma yemin değildir. Ancak sadece kadın­larla ilgili hususlarda keffaret gerekir. Kişi bununla talâka niyet etmişse ric'i talâk olur. Bir şeyi yemeyeceğim diye yemin eder sonra da yerse kişi yeminini bozmuştur, keffaret lâzım gelir.

"Allah yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin yar-dımcınızdır ve O hakkıyla bilendir." Yani Allah Tealâ Maide suresi 89. ayetinde beyan edilen keffareti vermek üzere yeminlerinizi bozmanızı meş­ru kılmıştır. 89. ayet şöyledir: "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yemin­lerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti işte budur."

Allah bunu size açıkladı. Allah'ın helâl kıldığını haram kılmak kim­senin hakkı değildir, helâl kılma ve haram kılma Allah'a aittir. İnsan böyle bir şey yaparsa bu söz, sahibini bağlamaz. Sizin işlerinizi üzerine alan, düşmanlarınıza karşı size yardım eden Allah'tır. Sizin maslahat ve kur­tuluşunuzun hangi şeyde olduğunu bilen O'dur. Onun sözlerinde, fiillerin­de ve işlerinizi tanzim ve tertip edişinde hikmet vardır.

Bu "yemini çözme" ayetinin gelişinin sebebi, Rasulullah (s.a.) Allah'ın kendisine helâl kıldığını haram kılarken yemin etmiş olmasıdır. Nitekim "Allah yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır." ayetinin zahiri, bura­da çözülmesi lâzım gelen bir yemin olduğunu göstermektedir. Bazı rivayet­ler de bunu teyid etmektedir. Bu sebeple kadını veya balı haram kılmanın bir yemin olması itibariyle -ki bu bir "ilâ yemini"dir- "Allah yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır." ayetinin önceki ayetle münasebeti vardır.

Rasulullah (s.a.) bu yemininden dolayı keffaret vermiş midir? Alimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir, Hasan-ı Basri'ye göre vermemiştir. Çünkü Rasulullah'ın geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilmiştir. Hz. Peygam­ber (s.a.) bunu müminlere öğretmek için yapmıştır. Bu görüş isabetli değil­dir. Çünkü şer'î hükümler umumidir. Keffaret vermemenin Rasulullah (s.a.)'a mahsus bir hüküm olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bunun için Mukatil, Rasulullah'ın Mariye'yi kendisine haram kılmasında bir köle azad ettiğini söylemiştir. Müdevvene'de İmam Malik'ten Rasulullah'ın keffaret verdiği nakledilmiştir.

Kocanın hanımına "Sen bana haramsın.' veya hiçbir istisna yap­madan "Bana helâl olan her şey haram olsun." demek suretiyle hanımını kendisine haram etmesine gelince: İbnü'l-Arabi'nin zikrettiğine göre on beş[9] Kurtubi'nin zikrettiğini göre on sekiz görüş[10] vardır. Bunlardan birisi de yukarıda zikrettiğimiz Ebu Hanife'nin görüşüdür. Buna göre, bu sözü ile koca, talâk veya zıhara niyet ederse niyet ettiği olur, bunlara niyet etmemişse yemin olur ve bu koca hanımına îlâ (hanımına yaklaşmamak üzere yemin) yapmış olur.

İmam Şafii ve İmam Malik'e göre bu, yemin değildir. Ancak "Hanımım bana haram olsun." der ve bununla talâka niyet ederse İmam Şafii'ye göre ric'i talâk olur. İmam Malik'e göre ise bu bain talâk olur ve bu sözüyle üç talâk vermiş olur.

Hz. Ebu Bekir, Hz. Aişe ve Evzai'ye göre bu bir yemindir, keffaret verilir.

Sonra Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığına dair delil zikredilerek şöy­le buyuruldu:

"Hani peygamber zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o bunu haber verip de Allah da ona (peygambere) bunu açıklayınca peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti." Yani hani Rasulullah (s.a.) hanımı Hafsa'ya sır olarak bir söz söylemişti -ki bu, rivayetlere göre balı veya Mariye'yi kendisine haram kılması veya Aişe ve Hafsa'nın babaları Ebu Bekir ve Ömer'in kendisinden sonra ümmetin başına halife olacaklarını onlara bildirmesi idi. Hafsa da bunu başkasına söylemişti- Allah Tealâ bunu peygamberine haber verince Rasulullah Haf­sa'nın söylediklerinin bir kısmını ona bildirmiş bir kısmını bildirmemişti.

"Bunu kendisine söyleyince o (hanım), "Bunu sana kim haber verdi" dedi. Peygamber de: "Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan haber verdi." dedi." Rasulullah (s.a.) Hafsa'ya sırrı niçin ifşa ettiğini kendisine söyleyince: "Bunu sana kim haber verdi." dedi. O da: "Hiçbir şey kendisine gizli kalmayan, sırlan bilen, yerde ve gökte her şeyden haberdar olan Al­lah haber verdi." dedi.

Sonra Allah Tealâ, Rasulullah'ın eşleri Hafsa ve Aişe'ye tevbe et­melerini tavsiye ederek ve onları azarlayarak şöyle buyurdu:

"Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ. Çünkü) hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır." Yani eğer siz Allah'a tevbe eder, sır saklar, Rasulullah'ın sevdiğini sever, sevmediğini sevmezseniz tevbenizi kabul eder. Bu da sizin için daha hayırlıdır. Çünkü hakikaten kalpleriniz kaymış, haktan ve hayırdan yani peygambere ve sırrına saygıdan uzaklaşmıştır.

Bu hitap Hafsa ve Aişe'yedir. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde İbni Abbas'tan naklettiği şu söz de buna delildir. İbni Abbas şöyle dedi: "Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz..." ayetinde adı geçen bu iki hanımın Rasulullah'ın hanımlarından hangileri olduğunu Hz. Ömer'e sormayı çok istiyordum. Nihayet onunla hac yoluna çıktık. Bir ara Ömer yoldan ayrıldı, elimde su kabı ile onu takip ettim. İhtiyacını gördükten sonra bana doğru geldi. Ellerine su döktüm, abdest aldı. Dedim ki: "Ey müminlerin emiri, Tahrim suresinde, Rasulullah'ın hanımlarından bahsi geçen o iki hanım kimdir?" O da: "Aişe ve Hafsa'dır." dedi.

"Onun aleyhinde birbirinize arka verirseniz hiç şüphesiz bizzat Allah onun yardımcısıdır. Cebrail de müminlerin salih olanları da, bunların ar­dından melekler de yardımcıdır." Yani eğer siz ikiniz kıskançlık ve onun sırrını ifşa etme hususundaki istek sebebiyle peygambere fena gelecek ve onu rahatsız edecek hareketlerle birbirinize destek olursanız, şüphesiz Al­lah ona yardım edecektir. Aynı şekilde Cebrail de Ebu Bekir ve Ömer gibi salih müminler de yardım edecektir. Allah'ın, Cebrail'in ve salih mümin­lerin ona yardımından sonra melekler de onun yardımcısı ve muhafızı olacaklardır. Rasulullah'ın (s.a.) şanının yücelmesi, kadınların tuzakların­dan kurtulması, müşriklerin ve münafıkların onu rahatsız etme, ona zarar verme ve tuzak kurma hayallerinin yok edilmesi için Rasulullah'a yapılan bu yardım ve Rabbani teyid, hiçbir peygambere ve hiçbir beşere yapıl­mamıştır.

Sonra Allah Tealâ Rasulullah'ın bu iki hammıyla beraber diğer eş­lerini de ikaz ederek şöyle buyurdu:

"Eğer o sizi boşarsa yerinize, Allah'a itaatle teslim olan, Allah'ın bir­liğini tasdik eden, namaz kılan, tevbe eden ibadet eden, oruç tutan kadın­lar, dullar ve bakire kızlar olmak üzere Rabbinin ona sizden daha hayır­lılarını vermesi muhtemeldir." Yani Yüce Allah sonsuz kudret sahibidir; peygamber hanımlarını boşarsa, Allah ona sizin yerinize sizden daha faziletli ve hayırlı, İslâm'ın bütün vecibelerini yerine getiren, imanı kâmil, Allah'ı melekleri, kitapları ve peygamberleri tasdik eden, Allah ve Rasulüne karşı son dece itaatkâr, günahlardan tevbekâr, Allah'a ibadette devamlı, O'na boyun eğen, oruç tutan, kimisi dul kimisi bakire eşler ver­meye kadirdir. Kelbi'ye göre duldan maksat Firavun'un hanımı Asiye, bakireden maksat da İmran'm kızı Meryem gibi kadınlardır. Bu görüş zayıf hadislerden alınmıştır ve bu değiştirmenin yalnız ahirette olacağı fikrine dayanmaktadır.

Son iki özellik hariç bu vasıfların tamamının bir kişide toplanmasının mümkün olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden "dul ve bakire" kelimeleri "vav" harfi ile atfedilerek bağlanmıştır. Bu da bu iki vasfın farklı olduğuna, bir anda bir kişide bulunmasının mümkün olmadığına delâlet içindir, çün­kü atıf muğayereti (farklılığı) gerektirir.

Bu ayet-i kerime Rasulullah (s.a.)'ı rahatsız etme gayretlerine karşı en ağır tehdidi içermektedir. Zira bir kadın için kocasının kendisini boşamasından ve başka biri ile evlenmeye karar vermesinden daha ağır bir şey yoktur. Çünkü bu onun belini kırar, uykusunu kaçırır ve hayatta mut­luluk duygularını siler götürür. Yine bu ayette Allah'ın peygamberine onu istediği ile evlendirme vaadi vardır. Bazılarına göre bu, dünyada olacak idi, bazılarına göre ise ahirette olacaktır. Hem dünyada hem ahirette olması daha isabetli bir görüştür. [11]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler aşağıdaki şu hususları ifade etmektedir:

1- Allah Tealâ, peygamberini, Allah'ın helâl kıldığım yapmaktan kaçın­masından dolayı itap etti. O halde hiç kimsenin mubahı haram kılması caiz değildir. Nitekim ayet-i kerimede: "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıl­dığı temiz şeyleri haram kılmayın." (Maide, 5/87) buyurulmaktadır. Şa'bi şöyle dedi: Bu haram kılma aynı zamanda "yemin" olmakla beraber, Rasulullah sadece haram kılma konusunda itab olundu, çünkü yemine kef-faret verilir, itab olunmaz. İşte "Allah size farz kıldı" dan maksat keffarettir.

Bu tekdir ve itab, Kur'an-ı Kerim'in Allah katından geldiğinin kesin bir delilidir. Çünkü bir insanın kendi kendini itap etmesini veya evinde geçen mahrem bir aile anlaşmazlığını kıyamete kadar okunacak bir haber olarak bildirmesi makul değildir.

2- Yemin etmeksizin bir şeyi yemekten veya içmekten kaçınmak yemin değildir. Kişinin "Bu bana haram olsun." demesi ile o şey ona haram olmaz. Ancak hanımına karşı bunu söylerse îlâ yapmış sayılır. Bu, cum­hurun görüşüdür. Ebu Hanife'ye göre ise yenilmesi, içilmesi, giyilmesi mubah olan şeyi, kişi kendine haram kılarsa bu yemin olur, keffaret ver­mesi icap eder. Hanımını kendisine haram kılarsa îlâ yemini yapmış olur.

Aslında bu hususta delil alınabilecek bir nas yoktur. Bu yüzden "Beraet (suçsuzluk) asıldır." kaidesini esas alanlara göre bu sözün hiç hük­mü yoktur, keffaret lâzım gelmez. "Allah buna yemin demiştir." diyenlere göre yemindir. "Yemin değildir ama keffaret vacip olur" diyen ise görüşünü şu iki husustan birine dayandırmıştır: Birincisi: Bu bir yemin olmadığı halde Allah'ın bu söze keffaret vacip kılması. Diğeri ise: Yeminden maksat haram kılmaktır. İşte o mana burada mevcuttur. Buna binaen keffaret vacip olur.

Bu bir ric'î talâktır diyen ise "Bu bana haramdır." sözünü, bunun delâ­let edebileceği manalardan en azma yormuştur, zira ric'î talâk da neticede teması haram eder. "Üç talâktır" diyenler ise bu lafzı muhtemel olan ma­naların en yükseğine yormuştur ki o da üç talâktır. "Bu söz bir zıhardır." diyenler ise onu hanımı haram kılan sebeplerin en alt derecesine yorumla­mışlardır. Zira zıhar nikâhı ortadan kaldırmayan bir haram kılmadır. Ba­zılarına göre de bu söz bir ba'in talâktır, çünkü ric'i talâk boşanan hanımı haram kılmadığı halde bain talâk haram kılar.[12]

3- Yemin bozmak keffareti gerektirir. Anlaşılan o ki Rasulullah (s.a.) bal yememesinin yanında yemin de etmişti. Çünkü esah olan rivayete göre Rasulullah (s.a.) bu hadisede keffaret de vermişti. Keffaretler meydana gelen yaraları sarar.

Kişi eşini veya cariyesini kendine haram kılsa, yemin keffareti ver­mesi gerekir. Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiği İbni Abbas'ın şu sözü de buna delildir: "Kişi hanımını kendine haram kılarsa bu bir yemin olur, kef-faretini verir." Sonra İbni Abbas: "Andolsun ki, Rasulullah'ta sizin için en güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21) ayetini okudu.

4- Kadınlarda doğuştan var olan aşırı kıskançlık sebebiyle onlarda birbirlerine karşı garip davranışlar görülebilir.

5- Kadınların sır saklaması zor olur. Nitekim Rasulullah (s.a.) hanımı Hafsa'ya bal yemeyi veya Mariye'yi kendine haram kıldığını, veya ken­disinden sonra Ebu Bekir ve Ömer'in halife olacağını ona bir sır olarak söy­lemiş ve bunu gizli tutmasını istemişti, ama o bunu Aişe'ye nakletmişti.

6- İnsan çoğu zaman Allah'ın her şeyi bildiğini, her şeyinden haberdar olduğunu unutur da ne yaptığını bilmeyen farkında olmayan gafil insan gibi işler yapar. Kendisini gören Allah'ın onu mutlaka hesaba çekeceğini, amellerini sorgulayacağını hesap etmez. İşte Hafsa'dan sadır olan hareket. Rasulullah (s.a.) onun yaptıklarını ve bunları kendisine Allah'ın bildir­diğini haber verince onu şaşırttı.

7- Kur'an-ı Kerim'in üslûbu eğitici ve öğreticidir. Bu sebepledir ki Al­lah Tealâ, Hz. Aişe ve Hafsa'yı, Rasulullah'm muhabbetini zedelemeye kal­kışmaları, saygıda kusur etmeleri ve sırrını ifşa etmeleri dolayısıyla tev-beye davet etmiştir. Zira onların kalpleri eğrilmiş ve haktan uzaklaşmıştır. Çünkü onlar Rasulullah'm (s.a.) Rasulullah'm helâl olan baldan ve helâl olan hanımından uzak durmasını istiyorlardı. Rasulullah'm (s.a.) bu sevgisinde itidal, saygı ve kadına ikram vardır.

8- Allah Tealâ, Hz. Aişe, ve Hafsa'yı tehdit etti: Şayet Rasulullah'a (s.a.) isyan etmek ve onu rahatsız etmek için birbirinize arka çıkar yardım-laşırsanız, işte bu durumda Hz. Peygamber Allah, melekler, Cebrail, Ebu Bekir ve Ömer gibi salih müminler tarafından korunacak ve muhafaza edilecektir.

9- Burada başka bir tehdit daha vardır ki o daha ağır ve daha et­kilidir. Şayet Rasulullah (s.a.) Aişe ve Hafsa'yı ve diğer hanımlarını boşar-sa, Allah bunların yerine ona dünyada ve ahirette onlardan daha hayırlı ve faziletli eşler verecektir. Allah Tealâ peygamberinin onları boşamayacağını bildiği halde böyle söylemesi, peygamberine bir vaad, ilâhi kudreti haber vermek ve onları korkutmak içindir.

Mevcut eşlerinin yerine vereceği eşlerin vasıflan da kemâlin zirvesin-dedir. Onlar Allah'ın ve Rasulünün emirlerine teslim olan, kendilerine gelen emir ve nehiyleri tasdik eden, itaatkâr, tevbekâr, ibadet düşkünü, çok oruç tutan, hicret eden, bazıları dul, bazıları bakire hanımlar olacaktır.

10- Hz. Hafsa sırrı Hz. Aişe'ye açtığı zaman Rasulullah (s.a.) bir ay hanımlarına yaklaşmamak üzere yemin etti. Yirmi dokuz gün onlardan uzak durduktan sonra "Allah'ın senin için helâl kıldığını, niçin haram kıl­dın." ayeti nazil oldu. Bu, Darakutni'nin İbni Abbas'tan rivayet ettiği nüzul sebebidir ki o zaman Rasulullah Mariye'yi kendisine haram kılmıştı.

Müslim Sahih'inde uzunca bir kıssa rivayet etmiştir ki özeti şöyledir: Rasulullah (s.a.) hanımlarından uzak durunca insanlar mescidde "Hz. Pey­gamber hanımlarını boşamış." diye söylenmeye başladılar. Bu daha örtün­me emri gelmeden önce idi. Ömer, Aişe ve Hafsa'nın yanına gidip "Niçin Rasulullah'ı üzüyorsunuz?" diye onları payladı.

Sonra Rasulullah'm yanına gitti. Hz. Peygamber bir hasır üzerinde yatıyordu, doğrulup oturdu, Hasır yanlarında iz yapmıştı. Hz. Ömer son­rasını şöyle anlatıyor: Rasulullah'ın dolabına baktım bir sa' kadar arpa var­dı, odanın bir köşesinde de deri dabaklamak için bir miktar selem ağacı yaprağı, duvarda da yaş bir deri görünüyordu. Göz yaşlarımı tutamadım. "Niye ağlıyorsun Hattab'ın oğulu?" dedi. Ben de: 'Ya Rasulallah! Niçin ağ-lamıyayım, bak hasır vücudunuza iz yapmış, dolabınızda şu görünenlerden başka bir şr yok. Bizans kralı Kayser, İran kralı Kisra nimetler içinde yüzüyor. Halbuki sen Allah'ın elçisi ve seçkin kulusun. İşte dolabın hali." dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.): "Ey Hattab'ın oğlu! Ahiretin bizim, dünyanın onların olmasını istemez misin?" dedi. Ben de "isterim" dedim. [13]

 

Cehennemden Korunma, Nasuh Tevbesi Ve Kafirlere Karşı Cihad:

 

6-  Ey iman edenler! Kendinizi ve ailelerinizi    öyle    bir    ateşten koruyun ki onun yakacağı insan ve taştır. Üzerinde iri yapılı, sert tabiatlı melekler vardır ki onlar Al­lah'ın kendilerine emrettiğine asla isyan etmezler, neye memur edilirlerse yaparlar.

7- Ey kâfirler! Bugün özür dile­meyin, siz sadece yaptığınızın cezasını çekeceksiniz.

8- Ey iman edenler! Bir nasuh tevbesi yaparak Allah'a dönün! Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve                sizi içinde ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah peygam­berini ve iman edip onunla beraber olanları rüsva etmeyecek, nurları önlerinde ve sağlarında koşacak, "Ey Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla, bizi yargıla, şüphesiz sen her şeye hakkıyla kadirsin diyecekler.

9- Ey peygamber! Kâfirlerle, münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.

 

Belagat:

 

"...kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun" cümlesinde sonucu söyleyip sebebi kastetme kabilinden mecaz-ı mürsel vardır. Yani sizi ve ailenizi Al­lah'ın azabından koruyacak olan ibadeti terketmeyin, demektir. [14]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey iman edenler!" Günahları terkedip ibadetlere devam ederek öğüt­le, biraz baskı ve ısrar ile aile fertlerinizi de buna yönlendirerek "kendinizi ve ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı" yakıtı inkarcı "in­san ve" tapınmak üzere put haline getirilen "taştır." Enbiya suresi 21. ayet­te de geçtiği gibi kâfirler ve putlar cehennem odunu olacaktır.

O cehennem "üzerinde sert tabiatlı" zor işlere dayanıklı, kuvvetli "iri yapılı melekler vardır ki onlar Allah'ın kendilerine emrettiğine asla isyan etmezler" geçmişte etmemişlerdi, gelecekte de "neye memur edilirlerse yaparlar." Müddessir suresi 30. ayette anlatıldığına göre bunlar cehen­nemin bekçileridir ve sayıları ondokuzdur. Celâleddin el-Mahalli şöyle der: Bu ayet, dinden dönmemeleri için müslümanlara ve müslüman görünen münafıklara bir tehdittir, korkutmadır.

Cehenneme girerker kâfirlere şöyle denir: "Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin." Çünkü mazeretiniz yok, özür dilemenin faydası da yok. "Siz mutlaka yaptığınızın cezasını çekeceksiniz"

"Ey iman edenler! Bir nasuh tevbesi yaparak Allah'a dönün! Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar." Nasuh tevbesi, geçmişte yaptıklarına pişman olup ilerde aynısını bir daha yapmamak üzere karar verilerek samimiyetle yapılan tevbedir. Hz. Ali'ye tevbenin ne olduğu soruldu. O da "Şu altı şey tevbeyi oluşturur, dedi ve saydı: Geçmiş günahlara pişmanlık, farzların iadesi, hakların geri verilmesi, hak sahipleriyle helâllaşmak, bir daha yapmamaya kesin karar vermek, Allah'a itaat konusunda nefsi terbiye etmektir, dedi.

"O gün Allah peygamberini ve iman edip onunla beraber olanları rüs-va etmeyecek." Sırattan geçerken "nurları önlerinde ve sağlarında koşacak, "Ey Rabbimiz!" cennete kadar "bizim nurumuzu tamamla" söndürme, "bizi yarlığa" ayıplarımızı setreyle! "Şüphesiz sen her şeye hakkıyla kadirsin," diyecekler. " Münafıkların nuru ise sıratta sönecek.

"Ey peygamber!" Her türlü silâhı kullanarak "kâfirlerle",' dil ve delil ile de "münafıklarla savaş! Onlara karşı" değer vermeyerek, öfkeni ortaya koyarak, hak ettikleri yerde en şiddetli şekilde "sert davran." Cihad, yerine göre silâhla, yerine göre deliller ortaya koyarak yapılır. "Onların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir." [15]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ, peygamberlerin hanımlarına, yaptıkları hatadan dolayı tevbe etmelerini emrettikten, peygambere muhalefet etmemeleri konusun­da onları uyarıp vaaz ve nasihat ettikten ayrıca kendilerini boşamakla teh­dit ettikten sonra, müminlere de birtakım hususlar emretmiştir ki, bun­ların başında müminlerin günahı terkedip sevap işlemek suretiyle ken­dilerini ve ailelerini ateşten korumaları gelmektedir. Sonra Allah Tealâ, kâfirler cehenneme gireceği gün onlara: "Bu gün artık mazeret yok."denileceğini haber verdi. Sonra müminlere hata ve günahlardan samimi ve ciddi olarak tevbe etmelerini emretti. Sonra Allah Tealâ, mütecaviz kâfir­ler ve kendini gizleyen münafıklara karşı cihad yapılmasını emretti. Cihad silâhla olduğu gibi iman konusunda açık deliller ortaya koymak suretiyle de olur. Sonuçta kâfirlerin ve münafıkların cezası cehennem olacaktır. [16]

 

Açıklaması:

 

"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insan ve taştır." Yani, ey Allah'ı ve peygamberini tasdik edenler! Kendinizi terbiye edin, ateşten korunacak tedbirler alın, Allah'ın emrettiklerini yapmak, yasakladıklarını yapmamak suretiyle bu tedbirleri alın. Aile efradınızı eğitin, onlara Allah'a itaat etmelerini emredin, Ona karşı isyan sayılacak şeyleri onlara yasak edin, onlara nasihat edin, ter­biye edin ki normal ateşin odunla tutuşturulması gibi insanlarla ve taşlar­la tutuşturulan o korkunç ateşe onlarla beraber gitmeyin.

Bu ayetin benzeri ayetler de şunlardır: "Ailene namazı emret, kendin de ona sabır ile devam et." (Taha, 20/132), "En yakın hısımlarını uyar!" (Şuara, 26/214). Ahmed, Ebu Davud ve Hakim'in Abdullah b. Amr'dan rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Çocuklarınıza yedi yaşında namaz kılmalarını emredin, on yaşında kılmazlarsa dövün, yataklarını ayırın." Tirmizi ve Hakim'in Amr b. Said'den rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir şey veremez."

Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud ve Tirmizi'nin Semure b. Cündüp'ten rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Çocuk yedi yaşma geldiği zaman namaz kılmasını emredin, on yaşına geldiği zaman kılmıyor­sa dövün." Dahhak ve Mukatil şöyle dediler: Müslümanın, Allah'ın farz kıl­dıklarını, yasak ettiklerini ailesine çoluk çocuğuna, akrabalarına, cariye ve kölelerine öğretmesi bir farzdır. İbni Cerir de şöyle dedi: "Çocuklarımıza dini, hayrı ve önemli terbiye kurallarım öğretmek üzerimize farzdır."

Bu ayet öğretici kişinin, emrettiğinin ve yasakladığının ne olduğunu bilmesinin vacip olduğuna delildir.

"Üzerinde iri yapılı sert mizaçlı melekler vardır ki onlar Allah'ın ken­dilerine emrettiğine asla isyan etmezler, neye memur edilirlerse yaparlar." Yani cehennemde oranın işlerini yürüten, cehennem ehline azap etmekle görevli melekler vardır. Bunlar iri yapılı, kalplerinden Allah'ı inkâr eden­lere karşı merhameti alınmış, cehennem ehline karşı sert, görünüşleri kor­ku veren, kendilerinden merhamet isteyene merhamet etmeyen, sırf azap için yaratılmış melekler vardır. "Üzerinde on dokuz tane vardır." (Müddes-sir, 74/30) ayetinde de beyan edildiği gibi cehennem zebanileri denilen o melekler on dokuz tanedir, özellikleri Allah'a hiç noksansız itaat etmeleridir. Onlar asla Allah'ın emirlerine muhalefet etmezler, emrolunduk-ları şeyi hiç geciktirmeden, tayin edilen vakitte yerine getirirler, onlar em-rolunduklan o fiili yapma gücündedirler, herhangi bir acizlik göstermezler.

"Allah'ın kendilerine emrettiğine asla isyan etmezler, neye memur edilirlerse yaparlar." cümleleri aynı manada olduğu halde bir arada zik­redilmesinin faydası şudur: Birinci cümle geçmiş hallerini ifade etmek ve itaatkârlıklannı beyan etmek içindir. Zira isyan etmemek emre uymayı gerektirir. Yine bu ilk cümle "Ona ibadet hususunda kibirlenmezler." (En­biya, 21/19) ayetinde de ifade edildiği gibi onların asla tekebbür göster­mediklerini açıklamak içindir. İkinci cümle ise istikbaldeki hallerini, der­hal emre uyup yerine getireceklerini ve "yorulmazlar" (Enbiya, 21/19) ayetinde de ifade edildiği gibi, asla tembellik ve ihmal göstermeyeceklerini beyan etmek içindir.

Sonra Allah Tealâ cehenneme girerken kâfirlere söylenecek sözü müminlere hatırlatarak nasihatte bulundu ve şöyle buyurdu: "Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin, siz sadece yaptığınızın cezasını çekeceksiniz." Yani kıyamet günü kâfirler cehenneme girerken ümit ve beklentilerini kırmak için onlara şöyle denilecek: Mazeret göstermeyin, çünkü mazeretiniz kabul edilmeyecektir. Bugün ancak dünyada yaptığınızın karşılığını göreceksiniz.

Bundan maksat şudur: Dünya cihad ve salih amel yapma yurdudur, ahiret ise devamlı kalma ve karşılık görme yurdudur. Dünya ahiretin tar-lasıdır. Dünyada iyi ve verimli şey eken ve diken, ahirette güzel şey biçer, kötü ve verimsiz şeyler diken de ektiğini biçer.

Ahirette özür dilemek veya tevbe etmek fayda vermeyeceği için Yüce Rabbimiz müminlere nasuh tevbesi yolunu göstererek şöyle buyurdu:

"Ey iman edenler! Bir nasuh tevbesi yaparak Allah'a dönün! Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah peygamberini ve iman edip onunla beraber olanları rüs-va etmeyecek." Yani ey Allah ve Rasulünü tasdik edenler! Allah'a dönün geçmiş günahları silecek sadık ve samimi bir tevbe ile O'na dönün. Tevbe geçmiş günahlardan pişmanlık duymak, dil ile af dilemek, fiilen günah olan şeyi terketmek, bir daha o günahı tekrarlamamak üzere karar ver­mektir. Böyle yaparsanız belki Allah Tealâ, işlediğiniz amellerinizin günahlarını siler ve sizi köşklerinin ve ağaçlarının altından nehirler akan bahçelere koyar. O gün Allah Tealâ, nebisi Muhammed'e azap etmeyeceği, zelil ve perişan etmeyeceği gibi O'na iman edip dinine tabi olanları da azap etmeyecek zillete düşürmeyecek, bilakis onlara izzet ve ikramda bulunacaktır.

"Olur ki Rabbiniz" sözü, Zemahşeri'nin de dediği gibi Allah tarafından kullarını heveslendirme ifadesidir. Burada iki vecih vardır: Birincisi: Yük­sek makam mevki sahibi olanların "Belki, olur ki" ifadelerinin kesinlik

ifade etmesidir. Diğeri: Kullara korku ve ümit arasında olmalarını öğret­mek için bu üslûp kullanılmış olabilir.

Özetleyecek olursak, "olur ki" sözü Allah'tan sadır olmuşsa katiyyet ve kesinlik ifade eder.

"Rüsva etmez" sözünde Allah'ın rüsva ettiği cehennem ehline bir iğ­neleme vardır: "Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen kimi ateşe koyarsan onu rüsva etmişsindir." (Ali İmran, 3/192).

Alimler nasuh tevbesini "Kişinin hali hazırda günahlarını terketmesi, geçmişte yaptıklarına pişman olması, ileride günah işlememek üzere karar vermesidir." diye tarif etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel ve İbni Mace, Abdullah b. Mesud'un Rasulullah'm "Pişmanlık tevbedir." dediğini işittiğini rivayet etmişlerdir. Yine Rasulul-lah'ın (s.a.): "İslâm kendinden öncesini kestiği gibi tevbe de kendinden ön­cesini keser."

Sonra Allah Tealâ imanın eserini zikrederek şöyle buyurdu: "Nurları önlerinde ve sağlarında koşacak "Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla, bizi yarlığa, şüphesiz sen her şeye hakkıyla kadirsin." diyecekler." Yani müminlerin nurları onların yolunu aydınlatacak, sıratın üstünde yürürler­ken önlerinden ve sağlarından koşacak. Nitekim Hadid suresinde "Ve O size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin." (57/28) buyrulmuştur. Allah kıyamet günü münafıkların nurunu söndürdüğünde müminler Allah'a yakın olmak için "Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla." diye dua edecekler. Yani onu bize bırak, biz sıratı geçinceye kadar sönmesin, günah­larımızı setreyle, kötülüklerimizi geç, hesaba çektiğin zaman günahlarımız ve kötülüklerimiz yüzünden bizi cezalandırarak rüsva eyleme, şüphesiz sen her şeye kadirsin. Nurumuzu tamamlamak, günahlarımızı affetmek, ümit ve emellerimizi gerçekleştirmek de kudretin dahilindedir, o halde dualarımızı kabul eyle.

Sonra Allah Tealâ peygamberine kâfirlere karşı kılıçla, münafıklara karşı hüccetle cihad etmesini emrederek şöyle buyurdu:

"Ey peygamber! Kâfirlerle, münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir." Ey peygam­ber! Kâfirlerle kılıçla, münafıklarla delil ve burhanla ve suç işledikleri tak­dirde hadleri tatbik ederek onlarla mücadele et, dünyada İslâm'a davet hususunda onlara karşı sert davran. Her iki gruba karşı ister kılıçla ister delil ile cihad ederken sert ve katı davran. Bundan dolayıdır ki Rasulullah (s.a.) münafıklardan bazılarının "Ey filan çık dışarı, çık dışarı!" diyerek mes-cidden kovulmasını emretmiştir. İşte onların dünyadaki azabı budur.

Her iki grubun da ahiretteki kalacakları yer cehennem olacaktır. Orası ne kötü bir durak, ne kötü bir varış yeridir. [17]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimeler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Allah Tealâ müminlerin, fiilleriyle kendilerini, vaaz, nasihat ve ir-şad etmek suretiyle de evlâdu iyalini ateşten korumalarını emretmiştir ki. emir burada vücub ifade eder. Bu, ister emir olsun ister nehiy, dinin hükümlerine tam manasıyla sarılmayı, günah olanı terkedip ibadet olanı yapmayı, salih amellere devam etmeyi, eşini ve çocuklarını farzları eda edip nehiylerden kaçınmaya teşvik etmeyi ve onları bu konuda devamlı konrol etmeyi gerektirir.

2- Kâfirlerin ve asilerin, insanlarla ve taşlarla tutuşturulan o cehen­nem ateşindeki azabı şiddetli olacaktır. Cehennemin hizmetlerini zebani denilen on dokuz melek yerine getirir. Bunlar katı kalplidirler, kendilerin­den merhamet dileyene merhamet etmezler, gazaptan yaratılmışlardır, in­sanoğluna yemek içmek sevdirildiği gibi onlara da insanlara azap etmek sevdirilmiş, iri bedenli, sert tavırlı ağır sözlü, Allah'ın emrini ne fazla ne noksan yapıp da asla aykırı davranmazlar, emrolundukları şeyi tam vak­tinde yaparlar.

3- Kıyamet gününde kâfirlerden ne tevbe kabul edilir, ne mazeret. Dünyada yaptıkları amellerin karşılığını bulacaklardır. "Artık zulmeden­lere o gün mazeretleri fayda vermeyecek, onlardan dönüş de istenmeyecek­tir." (Rum, 30/57) ayetinde de ifade edildiği gibi, onlara özür dilemelerinin fayda vermemesi ve özür dilemelerinin yasak edilmesi umutlarının kesil­mesi içindir.

4- Allah tevbe etmeyi emretti. Tevbe her hâl ve zamanda farzdır. Talep edilen bu tevbe, gayet ihlâsh ve sadakatle yapılan tevbedir. Bu da İmam Nevevi'nin zikrettiği gibi şu üç şartı taşıyan tevbedir: Günahı terketme, yaptığına pişman olma ve asla benzeri bir günah yapmamaya karar verme.

Alimler şöyle demiştir: Kendisinden tevbe edilen günah ya Allah hak­kı olur veya kul hakkı olur. Namaz kılmama gibi Allah hakkı olursa, piş­manlığa ilâveten onu kaza etmedikçe tevbe sahih olmaz. Aynı şekilde orucu terketmesi veya zekâtı vermemesi halinde de kaza etmedikçe o günahın tevbesi olmaz. Şayet bu, kısası gerektiren bir cinayet veya hadd-i kazif gibi içinde insan hakkı da bulunan haddi gerektiren bir günah olur ve hak sahibi hakkını talep ettiğinde cezayı tatbik etme imkânı verirse, bu takdirde pişman olma ve ihlâsla o günahı tekrarlamama kararı tevbe için yeterlidir. Ama bu had zina gibi, içki içme gibi sırf Allah hakkı olan hadler-den ise samimi bir pişmanlıkla Allah'a tevbe ederse ceza ondan düşer. Yol kesenler yakalanmadan önce tevbe ederlerse cezalarının düşeceğini Allah Tealâ açıkça ifade etmiştir. Yakalandıktan sonra tevbe ederlerse düşmez.

Eğer günah kul haklarındansa ister muayyen bir şey olsun isterse başka türlü bir hak olsun, gücü yeterse onu sahibine iade etmedikçe o günaha tevbe etmek ile sorumluluğundan kurtulmaz. İadesine şimdilik gücü yetmiyorsa, gücü yettiği zaman en kısa sürede yerine getireceğine az-metmelidir.

Eğer bu günah bir müslümana zarar vermişse önce bu zararı gider­meli, sonra ondan af dilemeli, onun günahlarının affı için Allah'a dua et­melidir. Hak sahibi af ederse günahtan kurtulur.

Haksız yere birini korkutmak suretiyle kötülük yapmış veya üzmüş veya tokatlamış veya haksız yere sille atmış veya kamçı ile vurup incitmiş de sonra af dilemiş, gönlünü almış o da af etmişse bu günahtan kurtulur.[18]

5- Allah Tealâ nasuh tevbesi yapanın tevbesini kabul eder, günah­larını örter ve onu cennete koyar. "Olur ki" sözü ihtimale delâlet eder, an­cak Allah'a nispetle kullanıldığı zaman vücup (kesinlik) ifade eder. Bey-haki'nin -Şuabü'l-Iman'da- ve İbni Asakir'in İbni Abbas'tan zayıf senetle rivayet ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.): "Günahtan tevbe eden san­ki günah işlememiş gibi olur." buyurmuştur.

6- İmanın bir nuru vardır ki iman sahibi onun sayesinde sırattan geçer, kurtuluşa koşar. Ahirette Allah Tealâ münafıkların nurunu sön­dürünce müminler: "Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla, bizi yarlığa, şüphesiz sen her şeye hakkıyla kadirsin." diyerek dua edecekler. Af dilemek her insanın günahkâr olduğunu göstermez, ancak şüphesiz her mümin kusurludur.

7- Allah Tealâ, peygamberine kılıçla, vaaz ve nasihatle Allah'a davet ederek kâfirlere karşı cihad etmesini, münafıklara sert davranarak, delil­ler serdederek ve ahiretteki hallerini ve onların müminlerle beraber sıratı geçebilecekleri bir nurlarının olmayacağını kendilerine bildirerek onlarla cihat etmesini emretmiştir. Şüphesiz her iki zümrenin de yeri cehennemdir ve orası ne kötü yerdir. [19]

 

İnanan Ve İnanmayan Kadınlardan Örnekler:

 

10- Allah inkâr edenlere Nuh'un ka­rısı ile Lut'un karısını misal olarak gösterdi. Onlar kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara hainlik ettiler de onlar (peygamberler) onları Al­lah'ın azabından hiçbir şeyle kurta­ramadılar. Ve "Ateşe girenlerle be­raber siz de girin." denildi.

11-  Allah, iman edenlere de Fira-vun'nun karısını bir misal olarak verdi. Hani o "Ey Rabbim! Bana ka­tında, cennete bir ev yap, beni Fira-vun'dan ve onun amelinden kurtar, beni zalimler güruhundan kurtar." demişti.

12- Namusunu çok iyi koruyan İm-ran kızı Meryemi de (bir misal ola­rak verdi.) Biz bundan dolayı ona ruhumuzdan üfürdük. O Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. İtaat edenlerdendi o.

 

Belagat:

 

"...İnkâr edenlere Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal olarak gös­terdi" "...iman edenlere de Firavunun karısını misal olarak verdi." cüm­lelerinde iki örnek arasında mukabele vardır. Kadınlar bunlardan hain ve kâfir olanları değil de mümin olanları örnek alsınlar diye böyle bir kar­şılaştırma yapılmıştır.

"Dahilîn, zalimin, kânitîn" kelimeleri arasında kelimelerin son harf­lerinin aynı olması dolayısıyla seci vardır. [20]

 

Kelime ve İbareler:

 

Garip bir olay olduğu için "Allah inkâr edenlere Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi." Ta ki onlara benzeyenlerin de gariplikleri bilinsin. "Onlar kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken" münafıklık yaparak "onlara hainlik ettiler de onlar (peygamberler) onları Allah'ın azabından hiçbir şeyle kurtaramadılar. Ve" onlara "ateşe girenlerle" Nuh ve Lut kavminin kâfirleriyle "beraber siz de girin" denildi." Bu peygambere ve müslümanlara yakınlığına aldırış edilmeden, inkâr­larından dolayı başlarına ceza geleceklerin halini anlatmak için verilmiş bir örnektir. Nuh'un karısının adı Vaile veya Vağile idi. Kocası hakkında kavmine "O mecnundur." derdi. Lut'un karısının adı da Valihe veya Vahile idi. Gece ateş yakarak gündüz duman tüttürerek kocasının yerini ihbar ederdi.

"Allah, iman edenlere de Firavunun karısını bir misal olarak verdi." İnkarcı bir ortamdan hiç etkilenmediğini o durumda olanlara örnek olsun diye anlattı. Firavun'un karısı Asiye'ye böyle bir ortam hiç zarar vermiyor­du. Asiye Musa (a.s.)'nın halası idi. Ona iman etmişti. Firavun onu bu imandan döndürmek için ağır işkenceler yaptı. "Hani o" işkence sırasında dua ederek: "Ey Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap, beni Firavun'-dan ve onun amelinden", azgınlığından, işkencesinden ve çirkin işinden "kurtar, beni zalimler güruhundan kurtar." demişti." Bu güruh, zulüm ve inkârda Firavun'un peşinden giden putperest Mısır kıptileridir.

"Namusunu" erkeklerden "çok iyi koruyan" iffetli "îmran kızı Meryemi de" bir misal olarak verdi. "Biz bundan dolayı ona ruhumuzdan üfürdük." Bu ruhtan İsa'yı babasız yarattık. Bu iffet misali, kocası olmayanlara güzel bir örnek olsun diye zikredilmiştir. "O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. İtaat edenlerdendi o." [21]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ, geçen ayetlerde nasuh tevbesi yapmayı, iman üzere devam etmeyi, ihlâslı olmayı ve düşmanlarla cihad etmeyi teşvik etmişti. Bu ayetlerde de hem müminlere hem kâfirlere iki misal verdi. Kâfirler için verdiği misalde onların da daha önceki benzerleri gibi nesep, akrabalık veya karılık kocalık ilişkisine bakılmaksızın inkârlarının ve müminlere karşı düşmanlıklarının cezalarını görecekleri açıklanmıştır. Nitekim Nuh ve Lut peygamberlerin hanımları her ikisi de peygamber evinde bulunduk­ları halde Allah'ı ve peygamberi inkâr ettikleri için azaba duçar oldular. Peygamber hanımı olmaları hiçbir şey ifade etmedi.

Diğer misali de müminler için verdi. Bu misalde Firavun'un hanımı Asiye ile İmran'ın kızı Meryem zikredildi. Bu iki hanım mümin idiler. An­cak bunların mümin olması kocalarını Allah'ın azabından kurtarmamıştır. Allah Tealâ müminlerin de bu iki kadın gibi ihlâslı, kararlı ve kuvvetli imana sahip insanlar olmaları gerektiğini beyan için bu misali zikretmiştir. [22]

 

Açıklaması:

 

 "Allah inkâr edenlere Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal olarak gösterdi. Onlar kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara hainlik ettiler de onlar onları Allah'ın azabından hiçbir şeyle kurtaramadılar, ve "Ateşe girenlerle beraber siz de girin." denildi." Yani kâfirlerin müslümanlarla bir arada ve daimi münasebet içinde bulun­malarının faydası olmaz, kimse kimseyi kurtaramaz, kalplerinde iman yoksa bir arada bulunmalarının Allah katında onlara hiçbir yararı olmaz. Kişi kâfir olarak kaldıkça sırf dostluk, nesep veya nikâhın asla faydası ol­maz. İşte Allah Tealâ, kâfirlerin haline bu misali verdi.

Bu misalin mahiyeti şudur: Nuh ve Lut peygamberlerin hanımları, on­ların nikâhı altında bulunmaları durumuyla gece-gündüz onlarla beraber idiler, beraber yer içerler, en ileri şekilde beraberlik ve dostluk halinde olurlardı. Ancak onlara iman etmeyerek, peygamberlik konusunda onları tasdik etmeyerek din ve iman konusunda onlara hıyanet ettiler. O peygam­berler Allah katında en yüce mertebeye sahip oldukları halde hanımlarını Allah'ın azabından kurtaramadılar, peygamber hanımı olmaları onlara hiç­bir şekilde fayda vermedi, musibetten kurtulamadılar ve nihayet azap ve ceza başlarına geldi.

Rivayete göre Nuh'un hanımı insanlara kocası için "O delidir." dermiş, Lut'un karısı da, kötülük yapsınlar diye kocasının misafirlerinin yerini kavmine haber verirmiş.

Ahirette bu iki kadına inkârlarının ve kötülüklerinin cezası olarak şöyle denilecek: "İnkâr ve isyan ehlinden cehenneme girenlerle beraber siz de girin."

Bu ifade, müminlerin anneleri Hafsa ve Aişe'ye Rasulullah (s.a.)'a karşı işledikleri hatadan dolayı bir tarizdir, onları ve başkalarını ikaz ve korkutmadır ki eğer Allah'a asi olurlarsa peygamberle nikâhlı olmaları hiçbir şey ifade etmez. Yahya b. Sellam şöyle diyor: Bu ifade ile Aişe ve Hafsa, Rasulullah'ın (s.a.) aleyhine ortak hareket ederek ona muhalefet et­tiklerinden dolayı ikaz edilmişler ve onlara beyan edilmiştir ki Allah'ın yarattıklarının en hayırlısı ve peygamberlerinin sonuncusu bir zatın nikâhı altında bile olsalar, bu onları Allah'ın azabından kurtarmaz. Ancak yaptıkları sahih ve samimi tevbe ile Allah Tealâ, onları bu yaptıklarının azabından muhafaza buyurdu.

Sonra Allah Tealâ, müminlere bir başka misal olarak önceki misalin aksine -eğer müminler kâfirlere muhtaç olurlarsa onlara karışmanın ken­dilerine zarar vermeyeceğini ifade eden şu iki kadının halini misal getirdi. Birinci kadın hakkında şöyle buyurdu:

"Allah iman edenlere de Firavun'un karısını bir misal olarak verdi. Hani o "Ey Rabbim bana katında, cennette bir ev yap, beni Firavundan ve onun amelinden kurtar, beni zalimler güruhundan kurtar." demişti." Yani Allah Tealâ müminlere bir başka misal olarak Firavun'un karısı, Müzahım'ın kızı ve Musa'nın halası Asiye'nin halini zikretti. Asiye, Musa (a.s.)'m asasını yere atma kıssasını duyduğunda ona iman etmişti. Bunun üzerine Firavun ona ağır işkence ve azap etti. Fakat o imanından dönmedi. İşte bu hadise -Firavun'un karısına zarar vermediği gibi- küfrün bas­kısının müminlere zarar veremeyeceğini gösteren hadiselerden biridir ki o, kâfirlerin en azılısının nikâhı altında idi. Ve neticede Allah'a imanı sayesinde naim cennetlerine girdi.

Zaten Asiye şöyle dua ediyordu: "Ey Rabbim! Sana yakın olanların derecelerinin en yücesinde, rahmetine yakın olacak şekilde bana bir ev yap, beni Firavun'un bizzat kendisinden ve ondan sadır olacak şer ameller­den kurtar, beni o zalimler güruhu kipti kâfirlerden kurtar. "Katade şöyle dedi: Firavun dünyanın en mütekebbiri ve en kâfiri idi. Vallahi, hanımı Rabbine itaat edince kocasının kâfirliği ona asla zarar veremedi. Bunun hikmeti şudur: Bilsinler ki şüphesiz Allah adaletle hükmeder, herkesi an­cak kendi günahı ile cezalandırır.

İbni Cerir de şöyle dedi: Firavun'un karısına güneş altında işkence yapılırdı. İnsanlar yanından ayrıldığı zaman melekler kanatlarıyla gölge yaparlardı. Cennetteki evini görürdü.

Bu ayet-i kerime Firavun'un karısının Allah'a, öldükten sonra diril­meye, cennete, cehenneme, salih amelin cennete götüren yol, kötü amelin de cehennem ateşine girmenin sebebi olduğuna sıdk ile iman ettiğine delil­dir. Ayrıca bu ayet, serlerden Allah'a sığınmanın salih insanların bir sün­neti olduğuna delildir.

İkinci örnek kadın hakkında da Allah şöyle buyurdu:

"Namusunu çok iyi koruyan İmran kızı Meryemi de, (bir misal olarak verdi.) biz bundan dolayı ona ruhumuzdan üfürdük. O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. İtaat edenlerdendi o." Yani Allah Tealâ müminlere İsa (a.s.)'mn annesi İmran kızı Meryem'i örnek verdi. Al­lah ona dünya ve ahiretin izzet ve şerefini ihsan etti, isyankâr bir top­lumun içinde bulunmasına rağmen Allah onu zamanın kadınlarının en faziletlisi olarak seçti, o iffet ve namusunu erkeklerden ve kötülüklerden korudu. Bu sebeple o iffet ve temizlik misalidir. Allah Tealâ, Cebrail'e onun kadınlık uzvuna üflemesini emretti. -Bazı tefsircilere göre de gömleğinin cebine üflemesini emretti. Ancak bu haber onların uydurmasıdır-. Bunun üzerine Meryem İsa'ya hamile kaldı. Allah'ın kullan için indirdiği dinleri, İdris (a.s.) ve diğer peygamberlere inen sahifeleri ve diğer büyük kitapları tasdik etti. Cebrail'in kendisine "Ben ancak Rabbinin sana bir elçisiyim." (Meryem, 19/19) diye hitap etmesini, Ali İmran suresi 42-48, Meryem sure­si 16-36. ayetlerinde kendisine haber verilen İsa'nın müjdelenmesini ve onun Allah'a en yakın insanlardan olacağı haberlerini tasdik etti. Meryem, Rabbine itaat eden bir kavme mensup idi. Evi bir ibadet ve taat evi idi ve Rabbine ibadet ve taatte bulunanlardan idi.

Ahmed b. Hanbel İbni Abbas'tan şöyle rivayet etti: "Bir gün Rasulul-lah yere dört tane çizgi çizdi ve bunlar nedir bilir misiniz? dedi. Onlar da Allah ve Rasulü bilir, dediler. Rasulullah : "Cennet ehli kadınların en faziletlileri şunlardır: Huveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma, İm-ran kızı Meryem ve Firavunun karısı Müzahim kızı Asiye'dir" buyurdular."

Buhari ve Müslim'in Ebu Musa el-Eşari'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Erkeklerden kemâle ulaşanlar çoktur. Kadınlardan ise sadece Firavunun karısı Asiye, İmran kızı Meryem ve Huveylid kızı Haticedir. Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü ise tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir." [23]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler :

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Kâfirler için verilen ilk misal, eğer dinleri ayrı ise ahirette yakını ve akrabası da olsa hiç kimsenin diğerine faydası olmayacağına işaret etmek­tedir. Nitekim Nuh ve Lut peygamberlerin hanımları kâfir idiler. Allah nezdinde izzet ve makam sahibi olmalarına rağmen hanımlarını Allah'ın azabından kurtaramadılar. Her ikisinin de hıyaneti din konusunda idi. İb­ni Abbas: "Hiçbir peygamberin hanımı gayri meşru yola düşmemiştir." dedi. Ancak her ikisi de müşrik idiler.

Bu örnek Hafsa ve Aişe'ye bir tariz (iğneleme)dir ki şayet onlardan bir günah sadır olmuşsa azabın defi için onların peygamberin hanımlarından olması hiçbir şey ifade etmeyecektir. Rivayet olunur ki Mekke kâfirleri alay ederek "Muhammed bize şefaat eder." diyorlardı. Bunun üzerine Allah Tealâ şunu açıkladı: En yakınları olmalarına rağmen inkâr ettiklerinden dolayı nasıl ki Nuh'un ve Lut'un, hanımlarına şefaatleri fayda vermeyecek­se, akraba bile olsalar Muhammed'in şefaati Mekke kâfirlerine fayda ver­meyecektir.

Ahirette Nuh'un ve Lut'un hanımlarına: "Girenlerle beraber ateşe siz de girin." denileceği gibi Mekke kâfirleri ve diğerlerine de denilecektir.

2-  Müminler için verilen ikinci örnek de şuna işaret etmektedir: Müminde hakim olan vasıf Allah'a sığınma ve iman oldukça kâfirlerle içice bulunması ona zarar vermez. Allah Tealâ verdiği bu örnekle Rasulullah'ın (s.a.) aleyhine ittifak oluşturan Aişe ve Hafsa'yı Rasulullah'a muhalif dav­ranmamaları için ikaz etmiştir.

Firavun'un verdiği eziyetlere sabreden Asiye'nin ve Yahudilerin ezalarına ve zina ithamlarına sabreden iffet abidesi Hz. Meryem'in örnek verilmesi, müminleri onlar gibi sıkıntılar karşısında sabır göstermeye ve dinde sebat etmeye teşvik içindir. Zira müminin ezalara karşı sabrı onu zalimlerden kurtarır. Allah'a yakınlık vesile ve şafaatlerle değil ibadet ve taatlerle olur.

Bunun içindir ki Firavun'un, karısı Asiye'ye işkence yapmasına rağ­men o "Rabbim, bana katında cennette bir ev yap, beni Firavundan ve onun amelinden kurtar, beni zalimler güruhundan kurtar." diyerek dua etmişti.

Hz. Meryem, İsa'nın annesidir. Allah Tealâ onu misal verdi. Çünkü o iffetli, tertemiz, kendini bütün çirkinliklerden korumuş iken kendisine zina iftirasını atan Yahudilerin bu ezasına karşı sabretti.

Razi şöyle der: Nuh'un Vale ismindeki hanımı ile Lut'un Vahile ismin­deki hanımını örnek verilmesine gelince, bu pek çok önemli noktaları ihtiva etmektedir ki tamamını ancak Allah bilir. Bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

a) Erkeklerin ve kadınların büyük sevaba ve elim azaba karşı dikkat­lerini çekmek.

b)  Başkasının salih kişi olmasının fasid olana fayda vermeyeceğini, başkasının fasid kişi olmasının salih olana zarar vermeyeceğini bilmek.

c) Kişi, her ne kadar kendisi son derece salih insan olsa da kadından ve nefsinden emin olmamalı. Tıpkı Nuh ve Lut peygamberlerin hanım­larından sadır olan davranışlarda olduğu gibi.

d) İmran kızı Meryem'e kazandırdığı gibi kadının iffetli ve namuslu ol­masının ona çok şey kazandıracağını bilmek. Nitekim Allah Tealâ bunu haber vererek şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah sana seçkin bir hususiyet verdi, seni tertemiz (büyüttü), seni alemlerin kadınları üzerine mümtaz kıl­dı." (Ali İmran, 2/42)

e) Sıdk ile Allah'ın huzurunda tazarru ve niyazda bulunmanın azap­tan kurtuluşa ve hesapsız mükâfata vesile olduğunu ve her hususta ezelî huzura müracaat etmenin gerekli olduğunu bilmek. Zaten sonunda vara­cağımız yer de O'nun huzurudur.[24]

 

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/541.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/541.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/541-542.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/544.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/544-545.

[6] Megafir, kötü kokulu bir bitkidir.

[7] İbnü'l-Arabî, Ahkâmul-Kur'an, IV/1833-1834.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/545-546.

[9] a.g.e, IV71835.

[10] Kurtubî, XVIII/183.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/546-550.

[12] Kurtubî, XVIII/183.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/550-552.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/553.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/553-554.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/554-555.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/555-557.

[18] Kurtubî, XVIII/199-200.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/558-559.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/560.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/560-561.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/561.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/561-564.

[24] Razî, XXX/51.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/564-565.