Cehennemden Korunma, Nasuh Tevbesi Ve Kafirlere Karşı Cihad: |
Rasulullah (s.a.)
kendisine bazı şeyleri haram kıldığı ve Cenab-ı Hakk'ın latif bir ifade ile
"Ey peygamber Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi... niçin haram
ediyorsun." diyerek Rasulullah'ı ikaz eden ayetle başladığı için
"Tahrim" ismini almıştır.
[1]
Bu surenin önceki sure
ile üç şekilde münasebeti olduğu görülmektedir:
1- Her iki sure de "Ey peygamber" hitabı ile başlamaktadır.
2- Her iki
surede de kadınlara ait hükümlerden bahsedilmektedir. Talâk suresinde boşanma,
iddet, iddet halindeki kadının hakları ve onlara iyi muamelede bulunmanın
hükümlerinden bahsederken bu surede de Rasulullah'm (s.a.) hanımlarından
bazılarının davranışları ve Rasulullah'ın onlara güzellik, yumuşaklık ve
nasihat ederek muamelede bulunduğundan bahsedilmektedir.
3- Bundan
önceki Talâk suresinde Allah'ın helâl kıldığını talâk ile haram kılmaktan ve
bazı müslümanların hanımlarıyla aralarında meydana gelen husumetin sona
erdirilmesinden bahsediliyordu. Bu surede ise yine Allah'ın helâl kıldığını
haram kılmak olan îlâ (yemin) ile haram kılmaktan ve bilhassa Rasulullah
(s.a.) ile hanımları arasında geçen husumetin sona erdirilmesinden
bahsedilmektedir. Rasulullah'm (s.a.) hanımlarına ait hükümlerden ayrıca
bahsedilmesi onlara tazim içindir.
[2]
Medine'de nazil olan
bu sure bütün ümmete örnek olmaları bakımından müminlerin anneleri sayılan
Rasulullah'm eşlerine ait birtakım hükümler ihtiva etmektedir.
Sure Rasulullah'm
(s.a.) mubah olan bir şeyi kendisine haram etmesi sebebiyle Cenab-ı Hakk'ın ona
latif bir ikazı ve itabı ile başlamaktadır ki sahih rivayetlerde de sabit
olduğu gibi Hz. Peygamber'in kendine haram kıldığı bu şey baldır.
Sonra bu itab
Rasulullah'm (s.a.) sırrını ifşa etmeleri sebebiyle hanımlanndan bazılarına da
teveccüh etmiştir. Mesele şudur: Rasulullah (s.a.) bir sır olmak üzere eşi
Hafsa'ya bir şey söyledi, o da bunu Aişe'ye haber verdi. Rasulullah (s.a.) buna
öfkelendi, eşlerini boşamaya karar verdi. Allah Tealâ onlara, kendilerinden
daha hayırlı eşlerle değiştirme tehdidinde bulundu.
İşte bu hadiseden
sonra surenin burasında ev halkının cehennemden korunması hatırlatılarak ceza
ile korkulması, samimi ve ihlaslı bir şekilde yapılacak tevbenin emredilmesi,
çoluk çocuk ve ev barkla meşgul olmadan kâfirler ve münafıklarla cihad etmenin
lüzumunun hatırlatılması münasip olmuştur.
Sure iki büyük örnekle
bitmiştir: Bunlardan birisi kâfirlere, diğeri müminleredir. Birincisi kâfir
zevce (eş) misalidir. Bunlar Nuh ve Lut peygamberlerin kâfir eşleridir.
İkincisi ise mümin zevce misalidir. Bu da kâfir ve facir bir insan olan
Firavun'un mümin hanımıdır. Sonra hiç kimsenin nikâhı altına girmemiş bulunan
temiz, iffetli ve hür kadın (Hz. Meryem) misali verildi. Bütün bu misaller
insanların dikkatini şu noktaya çekmek için verilmiştir: Her insan kendi
başının çeresine baksın, ameller kötü ise ahirette kimseden kimseye fayda
olmayacak, soy sop insanı kurtarmayacaktır.
[3]
1- Ey peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı
şeyi zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak niçin haram ediyorsun? Allah çok yargılayıcı,
çok esirgeyicidir.
2- Allah,
yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin yar-dımcınızdır ve
O, hakkıyla bilendir.
3- Hani Peygamber, zevcelerinden birine gizli
bir söz söylemişti. Bunun üzerine o bunu haber verip de Allah da ona
(Peygamber'e) bunu açıklayınca Peygamber bunun bir kısmını bildirmiş bir
kısmından vazgeçmişti. Bunu kendisine söyleyince o (hanım) "Bunu sana
kim haber verdi." dedi. Peygamber de: "Bana her şeyi bilen, her
şeyden haberdar olan haber verdi." dedi.
4- Eğer her ikiniz de
Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ. Çünkü) hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır.
Onun aleyhinde birbirinize arka verirseniz, hiç şüphesiz bizzat Allah onun
yardımcısıdır. Cebrail de müminlerin salih olanları da, bunların ardından melekler
de yardımcıdır.
5- Eğer o sizi
boşarsa, yerinize, Allah'a itaatle teslim olan, Allah'ın birliğini tasdik
eden, namaz kılan, tevbe eden, ibadet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve
bakire kızlar olmak üzere Rabbinin ona sizden daha hayırlılarını vermesi
muhtemeldir.
"helâl kıldığı
şeyi... niçin haram ediyorsun?" cümleleri ve "bildirmiş
vazgeçmişti", "dullar bakire kızlar" kelimeleri arasında tezat
vardır.
"Eğer Allah'a
tevbe ederseniz" de iltifat, yani kınamada eğırlık ifade etsin diye gaib
(üçüncü şahıst)tan muhataba (ikinci şahsa) dönüş vardır.
"...cebrail...
bunların ardından melekler de yardımcıdırlar" cümlesi önce
"Cebrail'in" sonra, Cebrail'i de içine alan "meleklerin"
zikredilmesi Hz. Peygamber'in durumunun önemsendiğini ve desteklendiğini ifade
eder.
[4]
"Ey peygamber!
Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi" yani balı "zevcelerinin
hoşnutluğunu arayarak", onların hatırı için "niçin haram ediyorsun?
Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir." Bu işte seni atfetmiştir. Zira
Allah'ın helâl kıldığını haram etmek caiz değildir. Allah sana çok merhamet
etmiş, bundan dolayı cezalandırmamış, ancak "ismet" sıfatını muhafaza
etmek için sadece kınamıştır.
"Allah Tealâ,
yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır." Yani Maide suresi 89.
ayette açıklanan keffareti ödemek suretiyle yeminlerin bozulması hükmünü
getirmiştir. Mukatil, bunun üzerine Hz. Peygamberin bir köle azat ettiğini
söyler. Hasan-ı Basri'ye göre ise Hz. Peygamber kef-faret ödememiştir. Çünkü
affedilmiştir. Rasulullah'ın "vallahi" lafzını kullanmış olma
ihtimali de olmakla beraber, helâli haram etmenin yemin olduğu görüşünde
olanlar bu ayeti delil saymışlardır. "Allah sizin yardım-cınızdır ve O,
hakkıyla bilendir."
"Hani peygamber
zevcelerinden birine" meşhur rivayete göre Hafsa'ya "gizli bir söz
söylemişti." ki bu söz, diğer eşi Zeyneb'in yanında zaman zaman yediği
balı kendine haram kılması ve Hz. Ebubekir'i halifa bırakması meselesi idi.
"Bunun üzerine o bunu" bir sakıncası olmaz zannederek Hz. Aişe'ye
"haber verip Allah da ona (peygamberine) bunu açıklayınca, peygamber bunun
bir kısmını bildirmiş bir kısmından vazgeçmişti." Yani Hafsa'nın
yaptıklarının hepsini de yüzüne vurup mahcup etmek istememişti. "Bunu
kendisine (Hafsa'ya) söyleyince o, "Bunu sana kim haber verdi" dedi.
O da: "Bana her şeyi bilen", yerde ve gökte "her şeyden haberdar
olan haber verdi." dedi."
Ey Hafsa ve Aişe
"eğer her ikinizde Allah'a tevbe ederseniz" tevbeniz kabul olunur.
Çünkü "hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır." Kalpleriniz, peygamberin
sevdiğini sevmek, hoşlanmadığından hoşlanmamak suretiyle ona gösterilmesi vacip
olan saygı ve hürmeti göstermekten uzak kalmıştır. "Onun aleyhinde"
fenasına giden, onu rahatsız eden veya hoşlanmadığı şeylerde
"birbirinize" yardım eder "arka verirseniz, hiç şüphesiz bizzat
Allah Tealâ, Cebrail", Ebubekir, Ömer gibi "müminlerin salih
olanları da onun yardımcısıdır. Bunların ardından melekler de
yardımcıdır."
"Eğer o sizi
boşarsa yerinize Allah'a itaatle teslim olan... eşler olmak üzere Rabbinin ona
sizden daha hayırlılarını vermesi muhtemeldir." Bu ayet-i kerimede hayırlı
hanımların özellikleri şöyle sıralanmıştır: İslâm, iman, namaz, tevbe, ibadet,
oruç, dulluk ve bakirelik ikisi bir kadında bulunmayacağı için "ve"
edatıyla cümle bağlanmıştır. Zaten böyle olmasaydı mana bozulurdu. Peygamberin
eşleri arasında hem dul hem de bakire olarak evlendikleri bulunduğu için ikisi
de zikredilmiştir.[5]
"Ey peygamber,
Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi..." ve "Allah, yeminlerinizin
çözülmesini size farz kılmıştır." ayetleriyle (1. ve 2. ayetler) ilgili
olarak alimler, bu iki ayetin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler zikretmişlerdir.
Bunlardan sahih olanı Buhari, İbni Kesir ve başkalarının da zikrettiği gibi bu
ayetlerin, Rasulullah'm (s.a.) balı kendisine haram kılması üzerine nazil
olduğunu göstermektedir.
Buhari ve Müslim'in
Sa/ıi/ı'lerinde rivayet ettiklerine göre Hz. Aişe (r.a.) şöyle dedi: Rasulullah
(s.a.) tatlıyı ve balı çok severdi. İkindi namazından döndüğünde hanımlarına
uğrar, bunlardan Zeyneb b. Cahş'ın yanında biraz kalır ve bal şerbeti içerdi.
Hafsa ile ben şöyle anlaştık. Rasulullah hangimizin yanına gelirse:
"Senden meğafir kokusu geliyor[6],
meğafîr mi yedin?" diyecektik. Öyle de yaptık. Rasulullah: "Hayır,
Zey-neb'in yanında bal şerbeti içtim, yemin ettim bir daha içmeyeceğim, bunu
kimseye söyleme." dedi.
Tabera'nin sahih bir
senetle İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) eşi Sevde'nin
yanında bal şerbeti içmişti. Aişe'nin yanına geldiğinde: "Senden bir koku
geliyor." dedi. Hafsa'nın yanına gittiğinde o da aynısını söyleyince
Rasulullah: "Zannedersem Sevde'nin yanında içtiğim şerbettendir, vallahi
bir daha içmeyeceğim." buyurdular. Bunun üzerine "Ey peygamber
Allah'ın sana helâl kıldığını..." ayeti indi.
Siyer kitaplarındaki
rivayetlerde hadise şöyle anlatılır: Hz. Peygamber (s.a.) Hafsa'nın yanında
balı kendisine haram etti. O da bunu Aişe'ye söyledi. Halbuki Rasulullah bunu
gizli tutmasını istemişti. Nitekim daha önce de Aişe ve Hafsa'ya babaları Ebu
Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)'in kendisinden sonra ümmetinin başına halife
olacaklarını bir sır olarak söylemiş ve bunu gizli tutmalarını istemişti.
İbnü'l-Arabi şöyle
der: Haberlerin sahih olanı şöyledir: Rasulullah bal şerbetini haram kılmıştı
-ki onu Zeyneb'in yanında içmişti-. Bu konuda Aişe ve Hafsa anlaştılar ve olan
oldu. Hz. Peygamber bir daha içmemek
üzere yemin etti ve
bunun bir sır olarak kalmasını istedi. Ayet-i kerime hepsi hakkında nazil
olmuştur. Ayetin, kendisini Rasulullah'a hibe eden kadın hakkında nazil olduğu
şeklindeki rivayete gelince, bu hem senet hem de mana bakımından zayıftır.
Senet bakımından zayıftır, çünkü ravi-leri adalet sıfatından yoksundur. Mana
bakımından zayıftır, çünkü "Hz. Peygamberin hibeyi reddetmesi, onun haram
kılması demektir." demek doğru olmaz, belki "hibeyi kabul
etmemiştir." denilebilir. Kendisine hibe yapılan kişinin bu hibeyi kabul
etmemesi şer*an hakkıdır. Darakutni'nin Ömer'den rivayet ettiğine göre
"Rasulullah kendisine Kıpti Mariye'yi haram kılmıştır." şeklindeki rivayete
gelince, bu her ne kadar mana bakımından yakın görünüyor ise de ne bir sahih
hadis kitabında zikredilmiş ne de adil bir ravi bunu nakletmiştir.[7]
"Eğer o sizi
boşarsa..." ayetinin (5. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Buhari'nin
Enes'ten rivayetine göre, Rasulullah'ın (s.a.) hanımlarının onu kıskanmaları
hadisesinde Hz. Ömer onlara şöyle dedi: "Eğer Rasulullah sizi boşarsa
umulur ki Allah ona sizden daha hayırlı eşler verir." Bunun üzerine aynı
lafızlarla beşinci ayet indi.
Yine Buhari'nin
Enes'ten rivayet ettiğine göre Hz. Ömer şöyle dedi: Müminlerin anneleri olan
annelerimizden bazılarının Rasulullah'a karşı sert davrandıklarını ve onu
rahatsız ettiklerini haber aldım. Onları teker teker ziyaret ettim ve nasihat
ettim, Rasulullah'ı rahatsız etmemelerini söyledim ve "Eğer dinlemezseniz
Allah ona sizden daha hayırlılarını verir." dedim. Zeyneb'e gittiğim de o
bana: "Ey Hattab'ın oğlu! Rasulullah hanımlarına nasihat etmesini
bilmiyor mu ki onlara sen nasihat ediyorsun" dedi. Ben de sustum. Bunun
üzerine "Eğer o sizi boşarsa yerinize..." ayeti nazil oldu.
[8]
"Ey peygamber,
Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak niçin
haram ediyorsun? Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir." Yani ey
peygamber, hanımlarını memnun etmek için Allah'ın sana mubah kıldığı şeylerden
bazılarını niçin kendine yasak ediyorsun? Allah Tealâ, senden sadır olan sana
helâl olanları haram kılma hatasını affeder, sana merhamet eder, bu sebeple
tevbe ettiğin günahlardan dolayı seni cezalandırmaz, muahaze etmez.
Bu, "Allah seni
affetsin, onlara niçin izin verdin." (Tevbe, 10/43) ayetinde olduğu gibi
tatlı bir ifadeyle azarlama ve paylamadır. Bu ayette, Hz. Peygamber'in şerefli
makamına tazim olsun diye helâlden kaçınması günah gibi kabul edilmiştir.
Halbuki Hz. Peygamber'den başkasına bunu
yapması mubahtır, günah değildir. Ayrıca burada şuna da işaret vardır:
Rasulullah'ın evlâ ve efdal olanı terketmesi -her ne kadar gerçekte günah
olmasa da- günah sayılır. Buradaki "haram etmek"ten maksat, balı ve
hanımlarından bazıları ile teması kendisine yasak etmesidir. Yoksa Allah'ın
helâl kıldığı şeyi haram kabul etmiş olması değildir. Çünkü helâli haram kılmak
küfre götürür. Kurtubi şöyle der: Doğrusu bu, evlâ ve efdal olanı terketmekten
dolayı bir hatırlatmadır. Zira Rasulullah'ın ne küçük ne de büyük hiçbir günahı
yoktur.
Ebu Hanife'ye göre
helâl olanı haram kılmak kişinin niyetine göre her şeyde yemindir. Meselâ:
Buğdayı haram kılsa onu yememek üzere yemin etmiş olur. Mubah olan giyilecek ve
içilecek şeyi haram kılsa bu yemin sayılır. Hanımını kendine haram kılsa -başka
bir niyeti yoksa- ona îlâ (dört ay yaklaşmama) yemini yapmış sayılır. Zıhara
niyet etmişse zıhar, talâka niyet etmişse talâk-ı bain olur. İki veya üç talâk
gibi talâkta muayyen bir sayıya niyet etmişse niyet ettiği gibi olur.
Şafii'ye göre helâli
haram kılma yemin değildir. Ancak sadece kadınlarla ilgili hususlarda keffaret
gerekir. Kişi bununla talâka niyet etmişse ric'i talâk olur. Bir şeyi
yemeyeceğim diye yemin eder sonra da yerse kişi yeminini bozmuştur, keffaret
lâzım gelir.
"Allah
yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin yar-dımcınızdır ve
O hakkıyla bilendir." Yani Allah Tealâ Maide suresi 89. ayetinde beyan
edilen keffareti vermek üzere yeminlerinizi bozmanızı meşru kılmıştır. 89.
ayet şöyledir: "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren
yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden
dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin
orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle
azad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz
takdirde yeminlerinizin keffareti işte budur."
Allah bunu size
açıkladı. Allah'ın helâl kıldığını haram kılmak kimsenin hakkı değildir, helâl
kılma ve haram kılma Allah'a aittir. İnsan böyle bir şey yaparsa bu söz,
sahibini bağlamaz. Sizin işlerinizi üzerine alan, düşmanlarınıza karşı size
yardım eden Allah'tır. Sizin maslahat ve kurtuluşunuzun hangi şeyde olduğunu
bilen O'dur. Onun sözlerinde, fiillerinde ve işlerinizi tanzim ve tertip
edişinde hikmet vardır.
Bu "yemini
çözme" ayetinin gelişinin sebebi, Rasulullah (s.a.) Allah'ın kendisine
helâl kıldığını haram kılarken yemin etmiş olmasıdır. Nitekim "Allah
yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır." ayetinin zahiri, burada
çözülmesi lâzım gelen bir yemin olduğunu göstermektedir. Bazı rivayetler de
bunu teyid etmektedir. Bu sebeple kadını veya balı haram kılmanın bir yemin
olması itibariyle -ki bu bir "ilâ yemini"dir- "Allah
yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır." ayetinin önceki ayetle
münasebeti vardır.
Rasulullah (s.a.) bu
yemininden dolayı keffaret vermiş midir? Alimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir,
Hasan-ı Basri'ye göre vermemiştir. Çünkü Rasulullah'ın geçmiş ve gelecek bütün
günahları affedilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) bunu müminlere öğretmek için
yapmıştır. Bu görüş isabetli değildir. Çünkü şer'î hükümler umumidir. Keffaret
vermemenin Rasulullah (s.a.)'a mahsus bir hüküm olduğuna dair hiçbir delil
yoktur. Bunun için Mukatil, Rasulullah'ın Mariye'yi kendisine haram kılmasında
bir köle azad ettiğini söylemiştir. Müdevvene'de İmam Malik'ten Rasulullah'ın
keffaret verdiği nakledilmiştir.
Kocanın hanımına
"Sen bana haramsın.' veya hiçbir istisna yapmadan "Bana helâl olan
her şey haram olsun." demek suretiyle hanımını kendisine haram etmesine
gelince: İbnü'l-Arabi'nin zikrettiğine göre on beş[9]
Kurtubi'nin zikrettiğini göre on sekiz görüş[10]
vardır. Bunlardan birisi de yukarıda zikrettiğimiz Ebu Hanife'nin görüşüdür.
Buna göre, bu sözü ile koca, talâk veya zıhara niyet ederse niyet ettiği olur,
bunlara niyet etmemişse yemin olur ve bu koca hanımına îlâ (hanımına
yaklaşmamak üzere yemin) yapmış olur.
İmam Şafii ve İmam
Malik'e göre bu, yemin değildir. Ancak "Hanımım bana haram olsun."
der ve bununla talâka niyet ederse İmam Şafii'ye göre ric'i talâk olur. İmam
Malik'e göre ise bu bain talâk olur ve bu sözüyle üç talâk vermiş olur.
Hz. Ebu Bekir, Hz.
Aişe ve Evzai'ye göre bu bir yemindir, keffaret verilir.
Sonra Allah'ın ilminin
her şeyi kuşattığına dair delil zikredilerek şöyle buyuruldu:
"Hani peygamber
zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o bunu haber verip
de Allah da ona (peygambere) bunu açıklayınca peygamber bunun bir kısmını bildirmiş,
bir kısmından vazgeçmişti." Yani hani Rasulullah (s.a.) hanımı Hafsa'ya
sır olarak bir söz söylemişti -ki bu, rivayetlere göre balı veya Mariye'yi
kendisine haram kılması veya Aişe ve Hafsa'nın babaları Ebu Bekir ve Ömer'in
kendisinden sonra ümmetin başına halife olacaklarını onlara bildirmesi idi.
Hafsa da bunu başkasına söylemişti- Allah Tealâ bunu peygamberine haber verince
Rasulullah Hafsa'nın söylediklerinin bir kısmını ona bildirmiş bir kısmını
bildirmemişti.
"Bunu kendisine
söyleyince o (hanım), "Bunu sana kim haber verdi" dedi. Peygamber de:
"Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan haber verdi."
dedi." Rasulullah (s.a.) Hafsa'ya sırrı niçin ifşa ettiğini kendisine
söyleyince: "Bunu sana kim haber verdi." dedi. O da: "Hiçbir şey
kendisine gizli kalmayan, sırlan bilen, yerde ve gökte her şeyden haberdar olan
Allah haber verdi." dedi.
Sonra Allah Tealâ,
Rasulullah'ın eşleri Hafsa ve Aişe'ye tevbe etmelerini tavsiye ederek ve
onları azarlayarak şöyle buyurdu:
"Eğer her ikiniz
de Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ. Çünkü) hakikaten sizin kalpleriniz
kaymıştır." Yani eğer siz Allah'a tevbe eder, sır saklar, Rasulullah'ın
sevdiğini sever, sevmediğini sevmezseniz tevbenizi kabul eder. Bu da sizin için
daha hayırlıdır. Çünkü hakikaten kalpleriniz kaymış, haktan ve hayırdan yani
peygambere ve sırrına saygıdan uzaklaşmıştır.
Bu hitap Hafsa ve
Aişe'yedir. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde İbni Abbas'tan naklettiği şu söz de
buna delildir. İbni Abbas şöyle dedi: "Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe
ederseniz..." ayetinde adı geçen bu iki hanımın Rasulullah'ın
hanımlarından hangileri olduğunu Hz. Ömer'e sormayı çok istiyordum. Nihayet
onunla hac yoluna çıktık. Bir ara Ömer yoldan ayrıldı, elimde su kabı ile onu
takip ettim. İhtiyacını gördükten sonra bana doğru geldi. Ellerine su döktüm,
abdest aldı. Dedim ki: "Ey müminlerin emiri, Tahrim suresinde,
Rasulullah'ın hanımlarından bahsi geçen o iki hanım kimdir?" O da:
"Aişe ve Hafsa'dır." dedi.
"Onun aleyhinde
birbirinize arka verirseniz hiç şüphesiz bizzat Allah onun yardımcısıdır.
Cebrail de müminlerin salih olanları da, bunların ardından melekler de
yardımcıdır." Yani eğer siz ikiniz kıskançlık ve onun sırrını ifşa etme
hususundaki istek sebebiyle peygambere fena gelecek ve onu rahatsız edecek
hareketlerle birbirinize destek olursanız, şüphesiz Allah ona yardım
edecektir. Aynı şekilde Cebrail de Ebu Bekir ve Ömer gibi salih müminler de
yardım edecektir. Allah'ın, Cebrail'in ve salih müminlerin ona yardımından
sonra melekler de onun yardımcısı ve muhafızı olacaklardır. Rasulullah'ın
(s.a.) şanının yücelmesi, kadınların tuzaklarından kurtulması, müşriklerin ve
münafıkların onu rahatsız etme, ona zarar verme ve tuzak kurma hayallerinin yok
edilmesi için Rasulullah'a yapılan bu yardım ve Rabbani teyid, hiçbir peygambere
ve hiçbir beşere yapılmamıştır.
Sonra Allah Tealâ
Rasulullah'ın bu iki hammıyla beraber diğer eşlerini de ikaz ederek şöyle
buyurdu:
"Eğer o sizi
boşarsa yerinize, Allah'a itaatle teslim olan, Allah'ın birliğini tasdik eden,
namaz kılan, tevbe eden ibadet eden, oruç tutan kadınlar, dullar ve bakire
kızlar olmak üzere Rabbinin ona sizden daha hayırlılarını vermesi
muhtemeldir." Yani Yüce Allah sonsuz kudret sahibidir; peygamber
hanımlarını boşarsa, Allah ona sizin yerinize sizden daha faziletli ve hayırlı,
İslâm'ın bütün vecibelerini yerine getiren, imanı kâmil, Allah'ı melekleri,
kitapları ve peygamberleri tasdik eden, Allah ve Rasulüne karşı son dece
itaatkâr, günahlardan tevbekâr, Allah'a ibadette devamlı, O'na boyun eğen, oruç
tutan, kimisi dul kimisi bakire eşler vermeye kadirdir. Kelbi'ye göre duldan
maksat Firavun'un hanımı Asiye, bakireden maksat da İmran'm kızı Meryem gibi
kadınlardır. Bu görüş zayıf hadislerden alınmıştır ve bu değiştirmenin yalnız
ahirette olacağı fikrine dayanmaktadır.
Son iki özellik hariç
bu vasıfların tamamının bir kişide toplanmasının mümkün olduğu unutulmamalıdır.
Bu yüzden "dul ve bakire" kelimeleri "vav" harfi ile
atfedilerek bağlanmıştır. Bu da bu iki vasfın farklı olduğuna, bir anda bir kişide
bulunmasının mümkün olmadığına delâlet içindir, çünkü atıf muğayereti
(farklılığı) gerektirir.
Bu ayet-i kerime
Rasulullah (s.a.)'ı rahatsız etme gayretlerine karşı en ağır tehdidi
içermektedir. Zira bir kadın için kocasının kendisini boşamasından ve başka
biri ile evlenmeye karar vermesinden daha ağır bir şey yoktur. Çünkü bu onun
belini kırar, uykusunu kaçırır ve hayatta mutluluk duygularını siler götürür.
Yine bu ayette Allah'ın peygamberine onu istediği ile evlendirme vaadi vardır.
Bazılarına göre bu, dünyada olacak idi, bazılarına göre ise ahirette olacaktır.
Hem dünyada hem ahirette olması daha isabetli bir görüştür.
[11]
Bu ayetler aşağıdaki
şu hususları ifade etmektedir:
1- Allah
Tealâ, peygamberini, Allah'ın helâl kıldığım yapmaktan kaçınmasından dolayı
itap etti. O halde hiç kimsenin mubahı haram kılması caiz değildir. Nitekim
ayet-i kerimede: "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz
şeyleri haram kılmayın." (Maide, 5/87) buyurulmaktadır. Şa'bi şöyle dedi:
Bu haram kılma aynı zamanda "yemin" olmakla beraber, Rasulullah
sadece haram kılma konusunda itab olundu, çünkü yemine kef-faret verilir, itab
olunmaz. İşte "Allah size farz kıldı" dan maksat keffarettir.
Bu tekdir ve itab,
Kur'an-ı Kerim'in Allah katından geldiğinin kesin bir delilidir. Çünkü bir
insanın kendi kendini itap etmesini veya evinde geçen mahrem bir aile
anlaşmazlığını kıyamete kadar okunacak bir haber olarak bildirmesi makul
değildir.
2- Yemin
etmeksizin bir şeyi yemekten veya içmekten kaçınmak yemin değildir. Kişinin
"Bu bana haram olsun." demesi ile o şey ona haram olmaz. Ancak
hanımına karşı bunu söylerse îlâ yapmış sayılır. Bu, cumhurun görüşüdür. Ebu
Hanife'ye göre ise yenilmesi, içilmesi, giyilmesi mubah olan şeyi, kişi kendine
haram kılarsa bu yemin olur, keffaret vermesi icap eder. Hanımını kendisine
haram kılarsa îlâ yemini yapmış olur.
Aslında bu hususta delil alınabilecek bir nas yoktur.
Bu yüzden "Beraet (suçsuzluk) asıldır." kaidesini esas alanlara göre
bu sözün hiç hükmü yoktur, keffaret lâzım gelmez. "Allah buna yemin
demiştir." diyenlere göre yemindir. "Yemin değildir ama keffaret
vacip olur" diyen ise görüşünü şu iki husustan birine dayandırmıştır:
Birincisi: Bu bir yemin olmadığı halde Allah'ın bu söze keffaret vacip kılması.
Diğeri ise: Yeminden maksat haram kılmaktır. İşte o mana burada mevcuttur. Buna
binaen keffaret vacip olur.
Bu bir ric'î talâktır
diyen ise "Bu bana haramdır." sözünü, bunun delâlet edebileceği
manalardan en azma yormuştur, zira ric'î talâk da neticede teması haram eder.
"Üç talâktır" diyenler ise bu lafzı muhtemel olan manaların en
yükseğine yormuştur ki o da üç talâktır. "Bu söz bir zıhardır."
diyenler ise onu hanımı haram kılan sebeplerin en alt derecesine yorumlamışlardır.
Zira zıhar nikâhı ortadan kaldırmayan bir haram kılmadır. Bazılarına göre de
bu söz bir ba'in talâktır, çünkü ric'i talâk boşanan hanımı haram kılmadığı
halde bain talâk haram kılar.[12]
3- Yemin
bozmak keffareti gerektirir. Anlaşılan o ki Rasulullah (s.a.) bal yememesinin
yanında yemin de etmişti. Çünkü esah olan rivayete göre Rasulullah (s.a.) bu
hadisede keffaret de vermişti. Keffaretler meydana gelen yaraları sarar.
Kişi eşini veya
cariyesini kendine haram kılsa, yemin keffareti vermesi gerekir. Müslim'in
Sahih'inde rivayet ettiği İbni Abbas'ın şu sözü de buna delildir: "Kişi
hanımını kendine haram kılarsa bu bir yemin olur, kef-faretini verir."
Sonra İbni Abbas: "Andolsun ki, Rasulullah'ta sizin için en güzel bir
örnek vardır." (Ahzab, 33/21) ayetini okudu.
4-
Kadınlarda doğuştan var olan aşırı kıskançlık sebebiyle onlarda birbirlerine
karşı garip davranışlar görülebilir.
5- Kadınların
sır saklaması zor olur. Nitekim Rasulullah (s.a.) hanımı Hafsa'ya bal yemeyi
veya Mariye'yi kendine haram kıldığını, veya kendisinden sonra Ebu Bekir ve Ömer'in
halife olacağını ona bir sır olarak söylemiş ve bunu gizli tutmasını
istemişti, ama o bunu Aişe'ye nakletmişti.
6- İnsan
çoğu zaman Allah'ın her şeyi bildiğini, her şeyinden haberdar olduğunu unutur
da ne yaptığını bilmeyen farkında olmayan gafil insan gibi işler yapar.
Kendisini gören Allah'ın onu mutlaka hesaba çekeceğini, amellerini
sorgulayacağını hesap etmez. İşte Hafsa'dan sadır olan hareket. Rasulullah
(s.a.) onun yaptıklarını ve bunları kendisine Allah'ın bildirdiğini haber
verince onu şaşırttı.
7- Kur'an-ı
Kerim'in üslûbu eğitici ve öğreticidir. Bu sebepledir ki Allah Tealâ, Hz. Aişe
ve Hafsa'yı, Rasulullah'm muhabbetini zedelemeye kalkışmaları, saygıda kusur
etmeleri ve sırrını ifşa etmeleri dolayısıyla tev-beye davet etmiştir. Zira onların
kalpleri eğrilmiş ve haktan uzaklaşmıştır. Çünkü onlar Rasulullah'm (s.a.)
Rasulullah'm helâl olan baldan ve helâl olan hanımından uzak durmasını
istiyorlardı. Rasulullah'm (s.a.) bu sevgisinde itidal, saygı ve kadına ikram
vardır.
8- Allah
Tealâ, Hz. Aişe, ve Hafsa'yı tehdit etti: Şayet Rasulullah'a (s.a.) isyan etmek
ve onu rahatsız etmek için birbirinize arka çıkar yardım-laşırsanız, işte bu
durumda Hz. Peygamber Allah, melekler, Cebrail, Ebu Bekir ve Ömer gibi salih
müminler tarafından korunacak ve muhafaza edilecektir.
9- Burada
başka bir tehdit daha vardır ki o daha ağır ve daha etkilidir. Şayet
Rasulullah (s.a.) Aişe ve Hafsa'yı ve diğer hanımlarını boşar-sa, Allah
bunların yerine ona dünyada ve ahirette onlardan daha hayırlı ve faziletli
eşler verecektir. Allah Tealâ peygamberinin onları boşamayacağını bildiği halde
böyle söylemesi, peygamberine bir vaad, ilâhi kudreti haber vermek ve onları
korkutmak içindir.
Mevcut eşlerinin
yerine vereceği eşlerin vasıflan da kemâlin zirvesin-dedir. Onlar Allah'ın ve
Rasulünün emirlerine teslim olan, kendilerine gelen emir ve nehiyleri tasdik
eden, itaatkâr, tevbekâr, ibadet düşkünü, çok oruç tutan, hicret eden, bazıları
dul, bazıları bakire hanımlar olacaktır.
10- Hz.
Hafsa sırrı Hz. Aişe'ye açtığı zaman Rasulullah (s.a.) bir ay hanımlarına
yaklaşmamak üzere yemin etti. Yirmi dokuz gün onlardan uzak durduktan sonra
"Allah'ın senin için helâl kıldığını, niçin haram kıldın." ayeti
nazil oldu. Bu, Darakutni'nin İbni Abbas'tan rivayet ettiği nüzul sebebidir ki
o zaman Rasulullah Mariye'yi kendisine haram kılmıştı.
Müslim Sahih'inde
uzunca bir kıssa rivayet etmiştir ki özeti şöyledir: Rasulullah (s.a.)
hanımlarından uzak durunca insanlar mescidde "Hz. Peygamber hanımlarını
boşamış." diye söylenmeye başladılar. Bu daha örtünme emri gelmeden önce
idi. Ömer, Aişe ve Hafsa'nın yanına gidip "Niçin Rasulullah'ı
üzüyorsunuz?" diye onları payladı.
Sonra Rasulullah'm
yanına gitti. Hz. Peygamber bir hasır üzerinde yatıyordu, doğrulup oturdu,
Hasır yanlarında iz yapmıştı. Hz. Ömer sonrasını şöyle anlatıyor:
Rasulullah'ın dolabına baktım bir sa' kadar arpa vardı, odanın bir köşesinde
de deri dabaklamak için bir miktar selem ağacı yaprağı, duvarda da yaş bir deri
görünüyordu. Göz yaşlarımı tutamadım. "Niye ağlıyorsun Hattab'ın
oğulu?" dedi. Ben de: 'Ya Rasulallah! Niçin ağ-lamıyayım, bak hasır
vücudunuza iz yapmış, dolabınızda şu görünenlerden başka bir şr yok. Bizans
kralı Kayser, İran kralı Kisra nimetler içinde yüzüyor. Halbuki sen Allah'ın
elçisi ve seçkin kulusun. İşte dolabın hali." dedim. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.): "Ey Hattab'ın oğlu! Ahiretin bizim, dünyanın onların
olmasını istemez misin?" dedi. Ben de "isterim" dedim.
[13]
6- Ey iman edenler! Kendinizi ve
ailelerinizi öyle bir
ateşten koruyun ki onun yakacağı insan ve taştır. Üzerinde iri yapılı,
sert tabiatlı melekler vardır ki onlar Allah'ın kendilerine emrettiğine asla
isyan etmezler, neye memur edilirlerse yaparlar.
7- Ey kâfirler! Bugün
özür dilemeyin, siz sadece yaptığınızın cezasını çekeceksiniz.
8- Ey iman edenler!
Bir nasuh tevbesi yaparak Allah'a dönün! Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter
ve sizi içinde ırmaklar
akan cennetlere koyar. O gün Allah peygamberini ve iman edip onunla beraber
olanları rüsva etmeyecek, nurları önlerinde ve sağlarında koşacak, "Ey
Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla, bizi yargıla, şüphesiz sen her şeye hakkıyla
kadirsin diyecekler.
9- Ey peygamber!
Kâfirlerle, münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların barınacakları
yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.
"...kendinizi ve
ailenizi ateşten koruyun" cümlesinde sonucu söyleyip sebebi kastetme
kabilinden mecaz-ı mürsel vardır. Yani sizi ve ailenizi Allah'ın azabından
koruyacak olan ibadeti terketmeyin, demektir.
[14]
"Ey iman
edenler!" Günahları terkedip ibadetlere devam ederek öğütle, biraz baskı
ve ısrar ile aile fertlerinizi de buna yönlendirerek "kendinizi ve
ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı" yakıtı inkarcı
"insan ve" tapınmak üzere put haline getirilen "taştır." Enbiya
suresi 21. ayette de geçtiği gibi kâfirler ve putlar cehennem odunu olacaktır.
O cehennem
"üzerinde sert tabiatlı" zor işlere dayanıklı, kuvvetli "iri
yapılı melekler vardır ki onlar Allah'ın kendilerine emrettiğine asla isyan
etmezler" geçmişte etmemişlerdi, gelecekte de "neye memur edilirlerse
yaparlar." Müddessir suresi 30. ayette anlatıldığına göre bunlar cehennemin
bekçileridir ve sayıları ondokuzdur. Celâleddin el-Mahalli şöyle der: Bu ayet,
dinden dönmemeleri için müslümanlara ve müslüman görünen münafıklara bir
tehdittir, korkutmadır.
Cehenneme girerker
kâfirlere şöyle denir: "Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin." Çünkü
mazeretiniz yok, özür dilemenin faydası da yok. "Siz mutlaka yaptığınızın
cezasını çekeceksiniz"
"Ey iman edenler!
Bir nasuh tevbesi yaparak Allah'a dönün! Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter
ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar." Nasuh tevbesi,
geçmişte yaptıklarına pişman olup ilerde aynısını bir daha yapmamak üzere karar
verilerek samimiyetle yapılan tevbedir. Hz. Ali'ye tevbenin ne olduğu soruldu.
O da "Şu altı şey tevbeyi oluşturur, dedi ve saydı: Geçmiş günahlara
pişmanlık, farzların iadesi, hakların geri verilmesi, hak sahipleriyle
helâllaşmak, bir daha yapmamaya kesin karar vermek, Allah'a itaat konusunda nefsi
terbiye etmektir, dedi.
"O gün Allah
peygamberini ve iman edip onunla beraber olanları rüs-va etmeyecek."
Sırattan geçerken "nurları önlerinde ve sağlarında koşacak, "Ey
Rabbimiz!" cennete kadar "bizim nurumuzu tamamla" söndürme,
"bizi yarlığa" ayıplarımızı setreyle! "Şüphesiz sen her şeye
hakkıyla kadirsin," diyecekler. " Münafıkların nuru ise sıratta
sönecek.
"Ey
peygamber!" Her türlü silâhı kullanarak "kâfirlerle",' dil ve
delil ile de "münafıklarla savaş! Onlara karşı" değer vermeyerek,
öfkeni ortaya koyarak, hak ettikleri yerde en şiddetli şekilde "sert
davran." Cihad, yerine göre silâhla, yerine göre deliller ortaya koyarak
yapılır. "Onların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış
yeridir."
[15]
Allah Tealâ,
peygamberlerin hanımlarına, yaptıkları hatadan dolayı tevbe etmelerini
emrettikten, peygambere muhalefet etmemeleri konusunda onları uyarıp vaaz ve
nasihat ettikten ayrıca kendilerini boşamakla tehdit ettikten sonra, müminlere
de birtakım hususlar emretmiştir ki, bunların başında müminlerin günahı
terkedip sevap işlemek suretiyle kendilerini ve ailelerini ateşten korumaları
gelmektedir. Sonra Allah Tealâ, kâfirler cehenneme gireceği gün onlara:
"Bu gün artık mazeret yok."denileceğini haber verdi. Sonra müminlere hata
ve günahlardan samimi ve ciddi olarak tevbe etmelerini emretti. Sonra Allah
Tealâ, mütecaviz kâfirler ve kendini gizleyen münafıklara karşı cihad
yapılmasını emretti. Cihad silâhla olduğu gibi iman konusunda açık deliller
ortaya koymak suretiyle de olur. Sonuçta kâfirlerin ve münafıkların cezası
cehennem olacaktır.
[16]
"Ey iman edenler!
Kendinizi ve ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insan ve
taştır." Yani, ey Allah'ı ve peygamberini tasdik edenler! Kendinizi
terbiye edin, ateşten korunacak tedbirler alın, Allah'ın emrettiklerini yapmak,
yasakladıklarını yapmamak suretiyle bu tedbirleri alın. Aile efradınızı eğitin,
onlara Allah'a itaat etmelerini emredin, Ona karşı isyan sayılacak şeyleri
onlara yasak edin, onlara nasihat edin, terbiye edin ki normal ateşin odunla
tutuşturulması gibi insanlarla ve taşlarla tutuşturulan o korkunç ateşe
onlarla beraber gitmeyin.
Bu ayetin benzeri
ayetler de şunlardır: "Ailene namazı emret, kendin de ona sabır ile devam
et." (Taha, 20/132), "En yakın hısımlarını uyar!" (Şuara,
26/214). Ahmed, Ebu Davud ve Hakim'in Abdullah b. Amr'dan rivayet ettiklerine
göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Çocuklarınıza yedi yaşında namaz
kılmalarını emredin, on yaşında kılmazlarsa dövün, yataklarını ayırın."
Tirmizi ve Hakim'in Amr b. Said'den rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Bir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir şey
veremez."
Ahmed b. Hanbel, Ebu
Davud ve Tirmizi'nin Semure b. Cündüp'ten rivayet ettiklerine göre Rasulullah
(s.a.) şöyle buyurdu: "Çocuk yedi yaşma geldiği zaman namaz kılmasını
emredin, on yaşına geldiği zaman kılmıyorsa dövün." Dahhak ve Mukatil
şöyle dediler: Müslümanın, Allah'ın farz kıldıklarını, yasak ettiklerini
ailesine çoluk çocuğuna, akrabalarına, cariye ve kölelerine öğretmesi bir
farzdır. İbni Cerir de şöyle dedi: "Çocuklarımıza dini, hayrı ve önemli
terbiye kurallarım öğretmek üzerimize farzdır."
Bu ayet öğretici
kişinin, emrettiğinin ve yasakladığının ne olduğunu bilmesinin vacip olduğuna delildir.
"Üzerinde iri
yapılı sert mizaçlı melekler vardır ki onlar Allah'ın kendilerine emrettiğine
asla isyan etmezler, neye memur edilirlerse yaparlar." Yani cehennemde
oranın işlerini yürüten, cehennem ehline azap etmekle görevli melekler vardır.
Bunlar iri yapılı, kalplerinden Allah'ı inkâr edenlere karşı merhameti
alınmış, cehennem ehline karşı sert, görünüşleri korku veren, kendilerinden
merhamet isteyene merhamet etmeyen, sırf azap için yaratılmış melekler vardır.
"Üzerinde on dokuz tane vardır." (Müddes-sir, 74/30) ayetinde de
beyan edildiği gibi cehennem zebanileri denilen o melekler on dokuz tanedir,
özellikleri Allah'a hiç noksansız itaat etmeleridir. Onlar asla Allah'ın
emirlerine muhalefet etmezler, emrolunduk-ları şeyi hiç geciktirmeden, tayin
edilen vakitte yerine getirirler, onlar em-rolunduklan o fiili yapma
gücündedirler, herhangi bir acizlik göstermezler.
"Allah'ın
kendilerine emrettiğine asla isyan etmezler, neye memur edilirlerse
yaparlar." cümleleri aynı manada olduğu halde bir arada zikredilmesinin
faydası şudur: Birinci cümle geçmiş hallerini ifade etmek ve itaatkârlıklannı
beyan etmek içindir. Zira isyan etmemek emre uymayı gerektirir. Yine bu ilk
cümle "Ona ibadet hususunda kibirlenmezler." (Enbiya, 21/19)
ayetinde de ifade edildiği gibi onların asla tekebbür göstermediklerini
açıklamak içindir. İkinci cümle ise istikbaldeki hallerini, derhal emre uyup
yerine getireceklerini ve "yorulmazlar" (Enbiya, 21/19) ayetinde de
ifade edildiği gibi, asla tembellik ve ihmal göstermeyeceklerini beyan etmek
içindir.
Sonra Allah Tealâ
cehenneme girerken kâfirlere söylenecek sözü müminlere hatırlatarak nasihatte
bulundu ve şöyle buyurdu: "Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin, siz sadece
yaptığınızın cezasını çekeceksiniz." Yani kıyamet günü kâfirler cehenneme
girerken ümit ve beklentilerini kırmak için onlara şöyle denilecek: Mazeret
göstermeyin, çünkü mazeretiniz kabul edilmeyecektir. Bugün ancak dünyada
yaptığınızın karşılığını göreceksiniz.
Bundan maksat şudur:
Dünya cihad ve salih amel yapma yurdudur, ahiret ise devamlı kalma ve karşılık
görme yurdudur. Dünya ahiretin tar-lasıdır. Dünyada iyi ve verimli şey eken ve
diken, ahirette güzel şey biçer, kötü ve verimsiz şeyler diken de ektiğini
biçer.
Ahirette özür dilemek
veya tevbe etmek fayda vermeyeceği için Yüce Rabbimiz müminlere nasuh tevbesi
yolunu göstererek şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler!
Bir nasuh tevbesi yaparak Allah'a dönün! Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter
ve sizi içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah peygamberini ve
iman edip onunla beraber olanları rüs-va etmeyecek." Yani ey Allah ve
Rasulünü tasdik edenler! Allah'a dönün geçmiş günahları silecek sadık ve samimi
bir tevbe ile O'na dönün. Tevbe geçmiş günahlardan pişmanlık duymak, dil ile af
dilemek, fiilen günah olan şeyi terketmek, bir daha o günahı tekrarlamamak
üzere karar vermektir. Böyle yaparsanız belki Allah Tealâ, işlediğiniz
amellerinizin günahlarını siler ve sizi köşklerinin ve ağaçlarının altından
nehirler akan bahçelere koyar. O gün Allah Tealâ, nebisi Muhammed'e azap
etmeyeceği, zelil ve perişan etmeyeceği gibi O'na iman edip dinine tabi
olanları da azap etmeyecek zillete düşürmeyecek, bilakis onlara izzet ve
ikramda bulunacaktır.
"Olur ki
Rabbiniz" sözü, Zemahşeri'nin de dediği gibi Allah tarafından kullarını
heveslendirme ifadesidir. Burada iki vecih vardır: Birincisi: Yüksek makam
mevki sahibi olanların "Belki, olur ki" ifadelerinin kesinlik
ifade etmesidir.
Diğeri: Kullara korku ve ümit arasında olmalarını öğretmek için bu üslûp
kullanılmış olabilir.
Özetleyecek olursak,
"olur ki" sözü Allah'tan sadır olmuşsa katiyyet ve kesinlik ifade
eder.
"Rüsva
etmez" sözünde Allah'ın rüsva ettiği cehennem ehline bir iğneleme vardır:
"Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen kimi ateşe koyarsan onu rüsva
etmişsindir." (Ali İmran, 3/192).
Alimler nasuh
tevbesini "Kişinin hali hazırda günahlarını terketmesi, geçmişte
yaptıklarına pişman olması, ileride günah işlememek üzere karar
vermesidir." diye tarif etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel ve İbni Mace,
Abdullah b. Mesud'un Rasulullah'm "Pişmanlık tevbedir." dediğini
işittiğini rivayet etmişlerdir. Yine Rasulul-lah'ın (s.a.): "İslâm
kendinden öncesini kestiği gibi tevbe de kendinden öncesini keser."
Sonra Allah Tealâ
imanın eserini zikrederek şöyle buyurdu: "Nurları önlerinde ve sağlarında
koşacak "Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla, bizi yarlığa, şüphesiz sen
her şeye hakkıyla kadirsin." diyecekler." Yani müminlerin nurları
onların yolunu aydınlatacak, sıratın üstünde yürürlerken önlerinden ve
sağlarından koşacak. Nitekim Hadid suresinde "Ve O size ışığında
yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin." (57/28) buyrulmuştur. Allah kıyamet günü
münafıkların nurunu söndürdüğünde müminler Allah'a yakın olmak için "Ey
Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla." diye dua edecekler. Yani onu bize
bırak, biz sıratı geçinceye kadar sönmesin, günahlarımızı setreyle,
kötülüklerimizi geç, hesaba çektiğin zaman günahlarımız ve kötülüklerimiz
yüzünden bizi cezalandırarak rüsva eyleme, şüphesiz sen her şeye kadirsin.
Nurumuzu tamamlamak, günahlarımızı affetmek, ümit ve emellerimizi
gerçekleştirmek de kudretin dahilindedir, o halde dualarımızı kabul eyle.
Sonra Allah Tealâ
peygamberine kâfirlere karşı kılıçla, münafıklara karşı hüccetle cihad etmesini
emrederek şöyle buyurdu:
"Ey peygamber!
Kâfirlerle, münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların barınacakları
yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir." Ey peygamber! Kâfirlerle
kılıçla, münafıklarla delil ve burhanla ve suç işledikleri takdirde hadleri
tatbik ederek onlarla mücadele et, dünyada İslâm'a davet hususunda onlara karşı
sert davran. Her iki gruba karşı ister kılıçla ister delil ile cihad ederken
sert ve katı davran. Bundan dolayıdır ki Rasulullah (s.a.) münafıklardan
bazılarının "Ey filan çık dışarı, çık dışarı!" diyerek mes-cidden
kovulmasını emretmiştir. İşte onların dünyadaki azabı budur.
Her iki grubun da
ahiretteki kalacakları yer cehennem olacaktır. Orası ne kötü bir durak, ne kötü
bir varış yeridir.
[17]
Bu ayet-i kerimeler şu
hususlara işaret etmektedir:
1- Allah
Tealâ müminlerin, fiilleriyle kendilerini, vaaz, nasihat ve ir-şad etmek
suretiyle de evlâdu iyalini ateşten korumalarını emretmiştir ki. emir burada
vücub ifade eder. Bu, ister emir olsun ister nehiy, dinin hükümlerine tam
manasıyla sarılmayı, günah olanı terkedip ibadet olanı yapmayı, salih amellere
devam etmeyi, eşini ve çocuklarını farzları eda edip nehiylerden kaçınmaya
teşvik etmeyi ve onları bu konuda devamlı konrol etmeyi gerektirir.
2-
Kâfirlerin ve asilerin, insanlarla ve taşlarla tutuşturulan o cehennem
ateşindeki azabı şiddetli olacaktır. Cehennemin hizmetlerini zebani denilen on
dokuz melek yerine getirir. Bunlar katı kalplidirler, kendilerinden merhamet
dileyene merhamet etmezler, gazaptan yaratılmışlardır, insanoğluna yemek içmek
sevdirildiği gibi onlara da insanlara azap etmek sevdirilmiş, iri bedenli, sert
tavırlı ağır sözlü, Allah'ın emrini ne fazla ne noksan yapıp da asla aykırı
davranmazlar, emrolundukları şeyi tam vaktinde yaparlar.
3- Kıyamet
gününde kâfirlerden ne tevbe kabul edilir, ne mazeret. Dünyada yaptıkları
amellerin karşılığını bulacaklardır. "Artık zulmedenlere o gün
mazeretleri fayda vermeyecek, onlardan dönüş de istenmeyecektir." (Rum,
30/57) ayetinde de ifade edildiği gibi, onlara özür dilemelerinin fayda
vermemesi ve özür dilemelerinin yasak edilmesi umutlarının kesilmesi içindir.
4- Allah
tevbe etmeyi emretti. Tevbe her hâl ve zamanda farzdır. Talep edilen bu tevbe,
gayet ihlâsh ve sadakatle yapılan tevbedir. Bu da İmam Nevevi'nin zikrettiği
gibi şu üç şartı taşıyan tevbedir: Günahı terketme, yaptığına pişman olma ve
asla benzeri bir günah yapmamaya karar verme.
Alimler şöyle
demiştir: Kendisinden tevbe edilen günah ya Allah hakkı olur veya kul hakkı
olur. Namaz kılmama gibi Allah hakkı olursa, pişmanlığa ilâveten onu kaza
etmedikçe tevbe sahih olmaz. Aynı şekilde orucu terketmesi veya zekâtı
vermemesi halinde de kaza etmedikçe o günahın tevbesi olmaz. Şayet bu, kısası
gerektiren bir cinayet veya hadd-i kazif gibi içinde insan hakkı da bulunan
haddi gerektiren bir günah olur ve hak sahibi hakkını talep ettiğinde cezayı
tatbik etme imkânı verirse, bu takdirde pişman olma ve ihlâsla o günahı
tekrarlamama kararı tevbe için yeterlidir. Ama bu had zina gibi, içki içme gibi
sırf Allah hakkı olan hadler-den ise samimi bir pişmanlıkla Allah'a tevbe
ederse ceza ondan düşer. Yol kesenler yakalanmadan önce tevbe ederlerse
cezalarının düşeceğini Allah Tealâ açıkça ifade etmiştir. Yakalandıktan sonra
tevbe ederlerse düşmez.
Eğer günah kul haklarındansa ister muayyen bir şey olsun
isterse başka türlü bir hak olsun, gücü yeterse onu sahibine iade etmedikçe o
günaha tevbe etmek ile sorumluluğundan kurtulmaz. İadesine şimdilik gücü
yetmiyorsa, gücü yettiği zaman en kısa sürede yerine getireceğine
az-metmelidir.
Eğer bu günah bir müslümana
zarar vermişse önce bu zararı gidermeli, sonra ondan af dilemeli, onun
günahlarının affı için Allah'a dua etmelidir. Hak sahibi af ederse günahtan
kurtulur.
Haksız yere birini korkutmak suretiyle kötülük yapmış
veya üzmüş veya tokatlamış veya haksız yere sille atmış veya kamçı ile vurup
incitmiş de sonra af dilemiş, gönlünü almış o da af etmişse bu günahtan
kurtulur.[18]
5- Allah
Tealâ nasuh tevbesi yapanın tevbesini kabul eder, günahlarını örter ve onu
cennete koyar. "Olur ki" sözü ihtimale delâlet eder, ancak Allah'a
nispetle kullanıldığı zaman vücup (kesinlik) ifade eder. Bey-haki'nin
-Şuabü'l-Iman'da- ve İbni Asakir'in İbni Abbas'tan zayıf senetle rivayet
ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.): "Günahtan tevbe eden sanki
günah işlememiş gibi olur." buyurmuştur.
6- İmanın
bir nuru vardır ki iman sahibi onun sayesinde sırattan geçer, kurtuluşa koşar.
Ahirette Allah Tealâ münafıkların nurunu söndürünce müminler: "Ey
Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla, bizi yarlığa, şüphesiz sen her şeye hakkıyla
kadirsin." diyerek dua edecekler. Af dilemek her insanın günahkâr olduğunu
göstermez, ancak şüphesiz her mümin kusurludur.
7- Allah
Tealâ, peygamberine kılıçla, vaaz ve nasihatle Allah'a davet ederek kâfirlere
karşı cihad etmesini, münafıklara sert davranarak, deliller serdederek ve
ahiretteki hallerini ve onların müminlerle beraber sıratı geçebilecekleri bir
nurlarının olmayacağını kendilerine bildirerek onlarla cihat etmesini
emretmiştir. Şüphesiz her iki zümrenin de yeri cehennemdir ve orası ne kötü yerdir.
[19]
10- Allah inkâr
edenlere Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal olarak gösterdi. Onlar
kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara hainlik
ettiler de onlar (peygamberler) onları Allah'ın azabından hiçbir şeyle kurtaramadılar.
Ve "Ateşe girenlerle beraber siz de girin." denildi.
11- Allah, iman edenlere de Fira-vun'nun karısını
bir misal olarak verdi. Hani o "Ey Rabbim! Bana katında, cennete bir ev
yap, beni Fira-vun'dan ve onun amelinden kurtar, beni zalimler güruhundan
kurtar." demişti.
12- Namusunu çok iyi
koruyan İm-ran kızı Meryemi de (bir misal olarak verdi.) Biz bundan dolayı ona
ruhumuzdan üfürdük. O Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. İtaat
edenlerdendi o.
"...İnkâr
edenlere Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal olarak gösterdi"
"...iman edenlere de Firavunun karısını misal olarak verdi." cümlelerinde
iki örnek arasında mukabele vardır. Kadınlar bunlardan hain ve kâfir olanları
değil de mümin olanları örnek alsınlar diye böyle bir karşılaştırma
yapılmıştır.
"Dahilîn,
zalimin, kânitîn" kelimeleri arasında kelimelerin son harflerinin aynı
olması dolayısıyla seci vardır.
[20]
Garip bir olay olduğu
için "Allah inkâr edenlere Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal
verdi." Ta ki onlara benzeyenlerin de gariplikleri bilinsin. "Onlar
kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken"
münafıklık yaparak "onlara hainlik ettiler de onlar (peygamberler) onları
Allah'ın azabından hiçbir şeyle kurtaramadılar. Ve" onlara "ateşe
girenlerle" Nuh ve Lut kavminin kâfirleriyle "beraber siz de
girin" denildi." Bu peygambere ve müslümanlara yakınlığına aldırış
edilmeden, inkârlarından dolayı başlarına ceza geleceklerin halini anlatmak
için verilmiş bir örnektir. Nuh'un karısının adı Vaile veya Vağile idi. Kocası
hakkında kavmine "O mecnundur." derdi. Lut'un karısının adı da Valihe
veya Vahile idi. Gece ateş yakarak gündüz duman tüttürerek kocasının yerini
ihbar ederdi.
"Allah, iman
edenlere de Firavunun karısını bir misal olarak verdi." İnkarcı bir
ortamdan hiç etkilenmediğini o durumda olanlara örnek olsun diye anlattı.
Firavun'un karısı Asiye'ye böyle bir ortam hiç zarar vermiyordu. Asiye Musa
(a.s.)'nın halası idi. Ona iman etmişti. Firavun onu bu imandan döndürmek için
ağır işkenceler yaptı. "Hani o" işkence sırasında dua ederek:
"Ey Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap, beni Firavun'-dan ve onun
amelinden", azgınlığından, işkencesinden ve çirkin işinden "kurtar,
beni zalimler güruhundan kurtar." demişti." Bu güruh, zulüm ve
inkârda Firavun'un peşinden giden putperest Mısır kıptileridir.
"Namusunu"
erkeklerden "çok iyi koruyan" iffetli "îmran kızı Meryemi
de" bir misal olarak verdi. "Biz bundan dolayı ona ruhumuzdan üfürdük."
Bu ruhtan İsa'yı babasız yarattık. Bu iffet misali, kocası olmayanlara güzel
bir örnek olsun diye zikredilmiştir. "O, Rabbinin kelimelerini ve
kitaplarını tasdik etti. İtaat edenlerdendi o."
[21]
Allah Tealâ, geçen
ayetlerde nasuh tevbesi yapmayı, iman üzere devam etmeyi, ihlâslı olmayı ve
düşmanlarla cihad etmeyi teşvik etmişti. Bu ayetlerde de hem müminlere hem
kâfirlere iki misal verdi. Kâfirler için verdiği misalde onların da daha önceki
benzerleri gibi nesep, akrabalık veya karılık kocalık ilişkisine bakılmaksızın
inkârlarının ve müminlere karşı düşmanlıklarının cezalarını görecekleri
açıklanmıştır. Nitekim Nuh ve Lut peygamberlerin hanımları her ikisi de
peygamber evinde bulundukları halde Allah'ı ve peygamberi inkâr ettikleri için
azaba duçar oldular. Peygamber hanımı olmaları hiçbir şey ifade etmedi.
Diğer misali de
müminler için verdi. Bu misalde Firavun'un hanımı Asiye ile İmran'ın kızı
Meryem zikredildi. Bu iki hanım mümin idiler. Ancak bunların mümin olması
kocalarını Allah'ın azabından kurtarmamıştır. Allah Tealâ müminlerin de bu iki
kadın gibi ihlâslı, kararlı ve kuvvetli imana sahip insanlar olmaları
gerektiğini beyan için bu misali zikretmiştir.
[22]
"Allah inkâr edenlere Nuh'un karısı ile
Lut'un karısını misal olarak gösterdi. Onlar kullarımızdan iki salih kulun
nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara hainlik ettiler de onlar onları
Allah'ın azabından hiçbir şeyle kurtaramadılar, ve "Ateşe girenlerle
beraber siz de girin." denildi." Yani kâfirlerin müslümanlarla bir
arada ve daimi münasebet içinde bulunmalarının faydası olmaz, kimse kimseyi
kurtaramaz, kalplerinde iman yoksa bir arada bulunmalarının Allah katında
onlara hiçbir yararı olmaz. Kişi kâfir olarak kaldıkça sırf dostluk, nesep veya
nikâhın asla faydası olmaz. İşte Allah Tealâ, kâfirlerin haline bu misali
verdi.
Bu misalin mahiyeti
şudur: Nuh ve Lut peygamberlerin hanımları, onların nikâhı altında bulunmaları
durumuyla gece-gündüz onlarla beraber idiler, beraber yer içerler, en ileri
şekilde beraberlik ve dostluk halinde olurlardı. Ancak onlara iman etmeyerek,
peygamberlik konusunda onları tasdik etmeyerek din ve iman konusunda onlara
hıyanet ettiler. O peygamberler Allah katında en yüce mertebeye sahip
oldukları halde hanımlarını Allah'ın azabından kurtaramadılar, peygamber hanımı
olmaları onlara hiçbir şekilde fayda vermedi, musibetten kurtulamadılar ve
nihayet azap ve ceza başlarına geldi.
Rivayete göre Nuh'un
hanımı insanlara kocası için "O delidir." dermiş, Lut'un karısı da,
kötülük yapsınlar diye kocasının misafirlerinin yerini kavmine haber verirmiş.
Ahirette bu iki kadına
inkârlarının ve kötülüklerinin cezası olarak şöyle denilecek: "İnkâr ve
isyan ehlinden cehenneme girenlerle beraber siz de girin."
Bu ifade, müminlerin
anneleri Hafsa ve Aişe'ye Rasulullah (s.a.)'a karşı işledikleri hatadan dolayı
bir tarizdir, onları ve başkalarını ikaz ve korkutmadır ki eğer Allah'a asi
olurlarsa peygamberle nikâhlı olmaları hiçbir şey ifade etmez. Yahya b. Sellam
şöyle diyor: Bu ifade ile Aişe ve Hafsa, Rasulullah'ın (s.a.) aleyhine ortak
hareket ederek ona muhalefet ettiklerinden dolayı ikaz edilmişler ve onlara
beyan edilmiştir ki Allah'ın yarattıklarının en hayırlısı ve peygamberlerinin
sonuncusu bir zatın nikâhı altında bile olsalar, bu onları Allah'ın azabından
kurtarmaz. Ancak yaptıkları sahih ve samimi tevbe ile Allah Tealâ, onları bu
yaptıklarının azabından muhafaza buyurdu.
Sonra Allah Tealâ,
müminlere bir başka misal olarak önceki misalin aksine -eğer müminler kâfirlere
muhtaç olurlarsa onlara karışmanın kendilerine zarar vermeyeceğini ifade eden
şu iki kadının halini misal getirdi. Birinci kadın hakkında şöyle buyurdu:
"Allah iman
edenlere de Firavun'un karısını bir misal olarak verdi. Hani o "Ey Rabbim
bana katında, cennette bir ev yap, beni Firavundan ve onun amelinden kurtar,
beni zalimler güruhundan kurtar." demişti." Yani Allah Tealâ
müminlere bir başka misal olarak Firavun'un karısı, Müzahım'ın kızı ve Musa'nın
halası Asiye'nin halini zikretti. Asiye, Musa (a.s.)'m asasını yere atma kıssasını
duyduğunda ona iman etmişti. Bunun üzerine Firavun ona ağır işkence ve azap
etti. Fakat o imanından dönmedi. İşte bu hadise -Firavun'un karısına zarar
vermediği gibi- küfrün baskısının müminlere zarar veremeyeceğini gösteren
hadiselerden biridir ki o, kâfirlerin en azılısının nikâhı altında idi. Ve
neticede Allah'a imanı sayesinde naim cennetlerine girdi.
Zaten Asiye şöyle dua
ediyordu: "Ey Rabbim! Sana yakın olanların derecelerinin en yücesinde,
rahmetine yakın olacak şekilde bana bir ev yap, beni Firavun'un bizzat
kendisinden ve ondan sadır olacak şer amellerden kurtar, beni o zalimler
güruhu kipti kâfirlerden kurtar. "Katade şöyle dedi: Firavun dünyanın en
mütekebbiri ve en kâfiri idi. Vallahi, hanımı Rabbine itaat edince kocasının
kâfirliği ona asla zarar veremedi. Bunun hikmeti şudur: Bilsinler ki şüphesiz
Allah adaletle hükmeder, herkesi ancak kendi günahı ile cezalandırır.
İbni Cerir de şöyle
dedi: Firavun'un karısına güneş altında işkence yapılırdı. İnsanlar yanından
ayrıldığı zaman melekler kanatlarıyla gölge yaparlardı. Cennetteki evini
görürdü.
Bu ayet-i kerime
Firavun'un karısının Allah'a, öldükten sonra dirilmeye, cennete, cehenneme,
salih amelin cennete götüren yol, kötü amelin de cehennem ateşine girmenin
sebebi olduğuna sıdk ile iman ettiğine delildir. Ayrıca bu ayet, serlerden
Allah'a sığınmanın salih insanların bir sünneti olduğuna delildir.
İkinci örnek kadın
hakkında da Allah şöyle buyurdu:
"Namusunu çok iyi
koruyan İmran kızı Meryemi de, (bir misal olarak verdi.) biz bundan dolayı ona
ruhumuzdan üfürdük. O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. İtaat
edenlerdendi o." Yani Allah Tealâ müminlere İsa (a.s.)'mn annesi İmran
kızı Meryem'i örnek verdi. Allah ona dünya ve ahiretin izzet ve şerefini ihsan
etti, isyankâr bir toplumun içinde bulunmasına rağmen Allah onu zamanın
kadınlarının en faziletlisi olarak seçti, o iffet ve namusunu erkeklerden ve
kötülüklerden korudu. Bu sebeple o iffet ve temizlik misalidir. Allah Tealâ,
Cebrail'e onun kadınlık uzvuna üflemesini emretti. -Bazı tefsircilere göre de
gömleğinin cebine üflemesini emretti. Ancak bu haber onların uydurmasıdır-.
Bunun üzerine Meryem İsa'ya hamile kaldı. Allah'ın kullan için indirdiği
dinleri, İdris (a.s.) ve diğer peygamberlere inen sahifeleri ve diğer büyük
kitapları tasdik etti. Cebrail'in kendisine "Ben ancak Rabbinin sana bir
elçisiyim." (Meryem, 19/19) diye hitap etmesini, Ali İmran suresi 42-48,
Meryem suresi 16-36. ayetlerinde kendisine haber verilen İsa'nın
müjdelenmesini ve onun Allah'a en yakın insanlardan olacağı haberlerini tasdik
etti. Meryem, Rabbine itaat eden bir kavme mensup idi. Evi bir ibadet ve taat
evi idi ve Rabbine ibadet ve taatte bulunanlardan idi.
Ahmed b. Hanbel İbni
Abbas'tan şöyle rivayet etti: "Bir gün Rasulul-lah yere dört tane çizgi
çizdi ve bunlar nedir bilir misiniz? dedi. Onlar da Allah ve Rasulü bilir,
dediler. Rasulullah : "Cennet ehli kadınların en faziletlileri şunlardır:
Huveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma, İm-ran kızı Meryem ve Firavunun
karısı Müzahim kızı Asiye'dir" buyurdular."
Buhari ve Müslim'in
Ebu Musa el-Eşari'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Erkeklerden kemâle ulaşanlar çoktur. Kadınlardan ise sadece Firavunun
karısı Asiye, İmran kızı Meryem ve Huveylid kızı Haticedir. Aişe'nin diğer
kadınlara üstünlüğü ise tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir."
[23]
Bu ayetler şu
hususlara işaret etmektedir:
1- Kâfirler
için verilen ilk misal, eğer dinleri ayrı ise ahirette yakını ve akrabası da
olsa hiç kimsenin diğerine faydası olmayacağına işaret etmektedir. Nitekim Nuh
ve Lut peygamberlerin hanımları kâfir idiler. Allah nezdinde izzet ve makam
sahibi olmalarına rağmen hanımlarını Allah'ın azabından kurtaramadılar. Her
ikisinin de hıyaneti din konusunda idi. İbni Abbas: "Hiçbir peygamberin
hanımı gayri meşru yola düşmemiştir." dedi. Ancak her ikisi de müşrik
idiler.
Bu örnek Hafsa ve
Aişe'ye bir tariz (iğneleme)dir ki şayet onlardan bir günah sadır olmuşsa
azabın defi için onların peygamberin hanımlarından olması hiçbir şey ifade
etmeyecektir. Rivayet olunur ki Mekke kâfirleri alay ederek "Muhammed bize
şefaat eder." diyorlardı. Bunun üzerine Allah Tealâ şunu açıkladı: En
yakınları olmalarına rağmen inkâr ettiklerinden dolayı nasıl ki Nuh'un ve
Lut'un, hanımlarına şefaatleri fayda vermeyecekse, akraba bile olsalar
Muhammed'in şefaati Mekke kâfirlerine fayda vermeyecektir.
Ahirette Nuh'un ve
Lut'un hanımlarına: "Girenlerle beraber ateşe siz de girin."
denileceği gibi Mekke kâfirleri ve diğerlerine de denilecektir.
2-
Müminler için verilen ikinci örnek de şuna
işaret etmektedir: Müminde hakim olan vasıf Allah'a sığınma ve iman oldukça
kâfirlerle içice bulunması ona zarar vermez. Allah Tealâ verdiği bu örnekle
Rasulullah'ın (s.a.) aleyhine ittifak oluşturan Aişe ve Hafsa'yı Rasulullah'a
muhalif davranmamaları için ikaz etmiştir.
Firavun'un verdiği
eziyetlere sabreden Asiye'nin ve Yahudilerin ezalarına ve zina ithamlarına
sabreden iffet abidesi Hz. Meryem'in örnek verilmesi, müminleri onlar gibi
sıkıntılar karşısında sabır göstermeye ve dinde sebat etmeye teşvik içindir.
Zira müminin ezalara karşı sabrı onu zalimlerden kurtarır. Allah'a yakınlık
vesile ve şafaatlerle değil ibadet ve taatlerle olur.
Bunun içindir ki
Firavun'un, karısı Asiye'ye işkence yapmasına rağmen o "Rabbim, bana
katında cennette bir ev yap, beni Firavundan ve onun amelinden kurtar, beni
zalimler güruhundan kurtar." diyerek dua etmişti.
Hz. Meryem, İsa'nın
annesidir. Allah Tealâ onu misal verdi. Çünkü o iffetli, tertemiz, kendini
bütün çirkinliklerden korumuş iken kendisine zina iftirasını atan Yahudilerin
bu ezasına karşı sabretti.
Razi şöyle der: Nuh'un Vale ismindeki hanımı ile
Lut'un Vahile ismindeki hanımını örnek verilmesine gelince, bu pek çok önemli
noktaları ihtiva etmektedir ki tamamını ancak Allah bilir. Bazılarını şöyle
sıralayabiliriz:
a)
Erkeklerin ve kadınların büyük sevaba ve elim azaba karşı dikkatlerini çekmek.
b)
Başkasının salih kişi olmasının fasid olana
fayda vermeyeceğini, başkasının fasid kişi olmasının salih olana zarar
vermeyeceğini bilmek.
c) Kişi, her
ne kadar kendisi son derece salih insan olsa da kadından ve nefsinden emin
olmamalı. Tıpkı Nuh ve Lut peygamberlerin hanımlarından sadır olan
davranışlarda olduğu gibi.
d) İmran
kızı Meryem'e kazandırdığı gibi kadının iffetli ve namuslu olmasının ona çok
şey kazandıracağını bilmek. Nitekim Allah Tealâ bunu haber vererek şöyle
buyurdu: "Şüphesiz Allah sana seçkin bir hususiyet verdi, seni tertemiz
(büyüttü), seni alemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı." (Ali İmran,
2/42)
e) Sıdk ile
Allah'ın huzurunda tazarru ve niyazda bulunmanın azaptan kurtuluşa ve hesapsız
mükâfata vesile olduğunu ve her hususta ezelî huzura müracaat etmenin gerekli
olduğunu bilmek. Zaten sonunda varacağımız yer de O'nun huzurudur.[24]
[1] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/541.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/541.
[3] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/541-542.
[4] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/544.
[5] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/544-545.
[6] Megafir, kötü kokulu bir
bitkidir.
[7] İbnü'l-Arabî,
Ahkâmul-Kur'an, IV/1833-1834.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/545-546.
[9] a.g.e, IV71835.
[10] Kurtubî, XVIII/183.
[11] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/546-550.
[12] Kurtubî, XVIII/183.
[13] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/550-552.
[14] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/553.
[15] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/553-554.
[16] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/554-555.
[17] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/555-557.
[18] Kurtubî, XVIII/199-200.
[19] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/558-559.
[20] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/560.
[21] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/560-561.
[22] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/561.
[23] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/561-564.
[24] Razî, XXX/51.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale
Yayınları: 14/564-565.