2- Ölümün Hayattan Önce Sözkonusu Edilmesinin Sebebi:
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adı İle
Bütün müfess iri erin görüşüne göre Mekke'de inmiştir. el-Vâkiyc (koruyucu) ve el-Münciye
(kurtarıcı) diye de adlandırılır. OtU2 âyettir.
Tirmizî'nîn rivayetine göre İbn Abbas dedi ki: Rasûlullah (sav)'ın ashabından bir adam, bir kabir üzerine -onun kabir
olduğunu bilmeksizin- çadırım kurdu. Bir de ne baksın, orası bir insan kabri
imiş. Kabir bitirinceye kadar da Mülk Sûresi'nı
okumuş. Peygamber (sav)'a gelerek; Ey Allah'ın Rasûlü,
dedi. Ben çadırımı kabir olduğunu bilmeksizin bir kabrin üzerine kurdum. Bir
de baktım ki, orası bir insan kabri imiş. Mülk Sûresi'ni sonuna kadar okudu, Rasûlullah (sav) dedi ki: "O menedicidir,
o koruyucudur, onu kabir azabından korur." (Tirmizî)
dedi ki: Bu hasen, garib
bir hadistir.[1]
Yine ondan şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu
ki: "Bütün mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir!" (1. âyet) diye
başlayan sûrenin her mü'minin kalbinde olmasını,
ezbere bilmesini çok arzu ederdim.' Bunu es-Sa'lebî
zikretmiştir[2]
Ebu Hureyre'den dedi ki:
Peygamber (sav) buyurdu ki: "Allah'ın kitabından ancak otuz âyet olan bir
sûre vardır ki, Kıyamet gününde bir adama onu cehennem ateşinden çıkartıp
cennete sokuncaya kadar şefaat etti (edecektir). Bu Tebâreke
Sûresi'dir." Bu hadisi bu manada Tirmizî rivayet
etmiş olup hakkında: Hasen bir hadistir, demiştir.[3]
îbn Mesud dedi ki; Ölü kabrine
konulduğu vakit ona ayaklan tarafından gelinin. Senin buna ulaşmana imkânın
yok. Çünkü o ayakta iken el-Mülk Sû-resi'ni okur,
namaz kılardı. Sonra başı tarafından ona gelinir. Bu sefer dili: Sizin ona
karşı bir yolunuz yoktur. Çünkü o benimle Mülk Sûresi'ni okurdu. Sonra dedi ki:
Bu sûre Allah'ın azabından koruyan sûredir. Tevrat'ta el-Mülk süresidir. Kim
bir gece onu okuyacak olursa, o çok büyük bir iş, çok hoş bir iş yapmış olur.
Her gece bu sûreyi okuyana,
el-fettan'ın (çok fitneye düşürücü şeytanın) zarar vermeyeceği rivayet
edilmiştir.
[4]
1. Bütün
mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir! Ve O, hefşeye
kadirdir.
"...Ne
yücedir!" buyruğu "bereket"den "tefâale" veznindedir. Daha önce (el-A'raf, 7/54 buyruğu açıklanırken) geçmiş bulunmaktadır.
el-Hasen
her türlü kötülükten münezzeh demektir, diye açıklamıştır. Dâim oldu, diye de
açıklanmıştır. O varlığının başlangıcı bulunmayan, devamının da sonu
gelmeyecek olan dâimdir.
"Bütün mülk
elinde bulunan"; dünyada da, âhirette de
göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan... demektir.
İbn Abbas dedi ki: Mülk, O'nun
elindedir. Dilediğini aziz eder, dilediğini zelil kılar. Diriltir, öldürür,
zengin kılar, fakir eder, verir ve alıkoyar.
Muhammed b. İshak dedi ki: Nübüvvet mülkü yalnız O'nundur. Nebiye tabi
olan kimseleri o yolia aziz kılmış, ona muhalefet
edenleri de onun vasıtası ile zelil kılmıştır.
"Ve O,"
nimet vermek ve intikam almak gibi "herşeye
kadirdir."
[5]
2. 0
hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı
yaratandır. O Azizdir, Gafurdur.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
[6]
"O... ölümü ve
hayatı yaratandır" buyruğu ile ilgili olarak şöyle denil-migtir: Yani O, sizi ölüm için ve hayat için yaratmıştır.
Bu da dünya hayatında ölüm için, ahiret hayatında da
hayat için yaratmıştır, demektir. Ölümü hayattan önce zikretmesinin sebebi ise
ölümün kahredici özelliğinin bulunmasından dolayıdır. Nitekim yüce Allah
kızları, oğlan çocuklardan önce zikrederek; "Dilediğine kızlar ihsan
eder..." (eş-ŞCırâ, 42/49) diye buyurmaktadır.
Ölümü önce
zikretmesinin, daha önce var olmasından dolayı olduğu da söylenmiştir. Çünkü
eşya başlangıçta ölü hükmünde idi. Nutfe, toprak ve
buna benzerlerinde olduğu gibi.
Katade dedi ki: Rasûlullah (sav)
şöyle buyururdu: "Şüphesiz yüce Allah, Âdernoğullarını
ölüm İle zelil kılmış, dünyayı hayat yurdu, sonra ölüm yurdu, âhireti ise mükâfat yurdu, sonra da ebedi kalınacak yurt
kılmıştır."[7]
Ebu'd-Derdâ'dan rivayete göre
Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Üç şey olmasaydı Âdemoğlu asla başını
önüne eğmezdi. Fakirlik, hastalık ve ölüm. Bununla birlikte o, yine çok
atılgandır."[8]
"Ölümü ve hayatı
yaratandır" buyruğunda, hayattan ünce ölümü zikretmektedir. Çünkü
insanlar arasında ameide bulunmaya en çok koşan kişi.
ölümü sürekli gözünün önünde bulundurandır. O halde âyet-i kerimenin zikredilmesinde
gözetilen maksad açısından daha önemli olduğundan
ötürü ölüm öne alınmıştır.
İlim adanılan şöyle
demiştir; Ölüm ne katıksız bir yokluk, ne de sadece bir yok oluştur. O sadece
ruhun beden ile ilişkisinin kesilip, ayrılması, ikisi arasında bir engel
oluşturmasıdır. Bir halden bir diğerine değişmek ve bir yurttan diğerine
taşınmaktır. Hayat ise bunun aksidir.
İbn Abbas, el-Kelbî ve Mukatil'den şöyle
dedikleri nakledilmektedir; Ölüm ye hayat iki cisimdir. Ölüm bir koç şeklinde
yaratılmış olup her neye uğrarsa ve her ne onun kokusunu alırsa mutlaka ölür.
Hayat da ablak (siyah-beyaz karışımı bîr renkte) dişi bir kısrak suretinde
yaratılmıştır. -Cebrail'in ve peygamberlerin bindiği at bit idi,- Adımını gözün
görebildiği kadar atar. Eşekten yüksekçe, katırdan alçakçadır. Her neye
uğrayıp, kokusunu alırsa mutlaka hayat bulur. Her neyi çiğnerse mutlaka hayat
bu! ur, İşte Sâmirî'nin, izinden bir avuç alıp
buzağı heykelinin üzerine attığı ve dirilmesine sebeb
teşkil eden at budur, (Bk. Tâ-Hâ, 20/96. âyetin tefsiri) Bunu es-Sa'lebî ve el-Ku-şeyrî İbn Abbas'tan
nakletnıişlerdir. el-Maverdî
de bu anlamdaki açıklamayı Mukatil ve el-Kelbî'den zikretmektedir.
Derim ki: Kur'ân-i Kerim'de de şöyle buyurulmaktadır:
"De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği sizin ruhunuzu alır."
(es-Secde, 32/11); "Meleklerin o kâfirlerin... canlarını alırken bir gör
şeydin!" (el-Enfal, 8/50) Yine yüce Allah:
"...Elçilerinizonun ruhunu alırlar"
(el-Enâm, 6/61) diye buyurduğu gibi, bir başka yerde de: "Allah ölümleri
vaktinde ruhları alır" (ez-Zümer, 39/42} diye
buyurmaktadır. O halde; melekler üstün ve şerefli aracılardır. Allah'ın salât ve selâmı üzerlerine olsun, Gerçek manada öldüren ise
yüce Rab-bimizdir. Ölüm -sahih haberde vârid olduğu gibi- âhirette bir
koç suretinde gösterilecek ve Sırat üzerinde boğazlanacaktır.[9]
İbn Abbas'tan zikredilen bu
rivayetin ise; bu hususta mazereti urtadan kaldıracak
(yani bu rivayeti reddetmeye ihtimal bırakmayacak) sahih bir habere ihtiyacı
vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yine Mukatil'den şöyle dediği zikredilmiştir: Ölümü yarattı.
Yani nutfe-yi, alakayı ve bir çiğnem eti yarattı.
Hayatı yarattı yani o bir insan yarattı ve ona ruh üfledi, o da insan oldu.
Derim ki: Bu güzel bir
görüştür. Buna yüce Allah'ın: "Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını
denemek üzere..." buyruğu delil teşkil etmektedir. Bu hususa dair
açıklamalar daha önceden el-Kehf Süresi'nde (18/7. ve
30. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
es-Süddî
yüce Allah'ın: "O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere
ölümü ve hayatı yaratandır" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Hanginizin
ölümü daha çok hatırlayacağını, ona daha güzel hazırlanacağını, hanginizin
ondan daha çok korkup ondan sakınacağını ortaya çıkarmak için... demektir.
İbn Ömer dedi ki: Peygamber (sav) yüce AJlah'ın: "Bütün mülk elinde olanın şanı ne
yücedir... O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve
hayatı yaratandır" buyruğuna kadar okudu ve şöyle buyurdu: "(Kimin)
Allah'ın haramlarından daha çok çekineceğini, Aî-İnh'a itaatte elini daha çok çabuk tutacağını,.."[10]
"Denemek
üzere..." buyruğu size deneyenin muamelesi Üe
muamele etmek üzere demektir. Yani kulu, sabrını ortaya çıkarmak için ölümü kendisine
ağır gelecek olan kimsenin ölümü ile şükrünü ortaya çıkarmak için hayat ile
denemek üzere... demektir.
Bir başka açıklamaya
göre; Allah ölümü öldükten sonra diriliş ve amellerin karşılığını görmek için,
hayatı da sınanmak için yaratmıştır. Buna göre: "Sizi sınamak üzere"
buyruğundaki "lam" ölümün yaran I ması mı
değil, hayatın yaratılmasına taalluk eder. Bunu ez-Zeccâc
zikretmiştir.
el-Ferra
ve yine ez-Zeccâc şöyle demişlerdir:
"Sınamak" fiiii: "Hangi"
lafzında amei etmez. Çünkü "sınamak" ile
"hangi" arasında bir fiil takdir edilmiştir. Bu; "Hanginizin
daha çok itaaC ettiğini göreyim diye sizi
sınadım" demeye benzer. Yüce Allah'ın. "Sor onlara! Buna hangileri
kefildir,? (el-Kalem, 68/40) buyruğu da (bu yönüyle) buna benzemektedir. Bu da
oniara sor, sonra hangilerinin... bak, demektir. O
halde âyet-i kerimedeki: "Hanginizin" lafzı mübtedâ
olarak mer-f\ıdur, "Daha
güzel" lafzı da onun haberidir. Aniam da şöyle
olur: Sizi sınayıp hanginizin amelinin daha güzel olduğunu ortaya çıkarmak ya da göstermek için... (ölümü ve hayatı yaratandır),
demektir.
"O"
kendisine karşı gelip isyan edenlerden intikam alışında güçlü olan
"Azizdir." Tevbe eden kimselere çokça
bağışlayıcı olan "Gafurdur."
[11]
3- O, tabaka
tabaka yedi gök yaratandır. "Rahman'ın
yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözü çevir de bak! Bir çatlak
görecek misin?"
"O tabaka tabaka" yani biri diğerinin üstünde "yedi gök
yaratandır." Bu göklerin birbirine
yapışık bölümleri ise onların kıyılandır, tbn Abbas'tan böylece rivayet edilmiştir.
"Tabaka tabaka" lafzı "yedi" lafzının sıfatıdır.
Buna göre mastar ile nitelendirilmiş olmaktadır. "Birbirine mutabık"
anlamında mastar olduğu da söylenmiştir. Yani o yedi gök yarattı ve bunları
biri diğerinin üzerinde tabaka halinde yahut biri diğerine mutabık yahut biri
ötekine mutabık gelecek şekilde yaratandır, demektir. Sibeveyh
dedi ki: Bu lafız ikinci meful olarak nasbeditmiştir.
Derim ki: Bu durumda:
"Yaratan"; "Var eden" ile "Yapan, meydana
getiren" anlamında, "(i1^): Tabaka tabaka"
lafzı da; ( çoğulu olur. (Jir)'in çoğulunun; "diye
gelmesi gibi. Bunun: Tabaka" lafzının çoğulu olduğu da söylenmiştir.
Eban b. Tağlib dedi ki:
Bedevinin kişiyi yererken: "Onun kötülüğü üstüstedir
(tabaka tabaka gelir), hayrı ise kalıcı
değildir" derken duydum,
Kur'ân-ı Kerim'in dışında bu ibarenin: "Tabaka tabaka yedi gök'" şeklinde "gökler"
lafzının sıfatı olarak cer ile gelmesi de mümkündür. Bunun (bu yönüyle) bir
benzeri: "Ve yedi yeşil başak" (Yusuf, 12/46) buyruğudur.
"Rahmân'ın
yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin" buyruğunda -ki: "Düzensizlik"
lafzını Hamza ve el-Kisâî
elifsiz olarak, "vav': harfi de şeddeli
şekilde: "Düzensizlik" diye okumuşlardır. İbn
Mesud ve arkadaşlarının kıraati de budur. Diğerleri
ise "elif İle okumuşlardır, İki ayrı söyleyiştir. Hepsi de aynı manalara
gelen: Taahhüt etmek,"Tahammül göstermek,"; "Başka türlü
göstermek, "Küçük görünmek" Kat kat olmak,
katlanmak" ile; Uzaklaşmak" gibi.
Ebu Ubeyd; okuyuşunu tercih
etmiş ve bu hususta Abckırrahman b. Ebi Bekr'in söylediği; "Kızları
hususunda benim gibi birisi nasıl olur da dikkate alınmaz, fikri
sorulmaz" ifadesini delil göstermiştir.
en-Nehhas
dedi ki: Bu Ebu Ubeyd'in reddolunan bir görüşüdür. Çünkü bu şekilde bir kullanıma,
kendileri ileri götürülen, diğeri ile uyumları bozulan manası verilir. Âyet-i
kerimede ise; okuyuşu daha uygundur, Nitekim işler arasında farklılık ve
uzaklık olduğu vakit: fiili kullanılabileceği gibi; fiili de kullanılabilir.
Biri diğerini geçti, demek olur. Nitekim bundan önce yüce Allah: "O
tabaka tabaka yedi gök yaratandır" diye buyurmuş
bulunmaktadır. Yani sen Rahman'ın yaratmasında herhangi bir eğrilik, bir
çelişki, bir farklılık (ayrılık, tutarsızlık) göremezsin. Aksine oniar suretleri ve sıfatlan itibariyle değişseler bile,
yaratıcılarına deii! teşkil edecek şekilde dosdoğru
ve İstikamet üzeredirler.
Bununla kastedilenin
yalnızca gökler olduğu da söylenmiştir. Yani sen göklerin yaratılmasında bir
kusur göremezsin.
Bunun aslı: "Geçmek, geride bırakmak"dan
gelmektedir. Bu da bir şeyin ötekini geçerek, geride
bırakarak düzgünlüklerinin azlığı dolayısıyla arada boşluk meydana gelmesi
anlamındadır. Buna da İbn Abbas
(r.a)'ın, herhangi bir farklılık (göremezsin)
şeklindeki açıklaması delil teşkil etmekledir,
Ebu Ubeyde dedi ki: -Bir şey
geçti anlamında denilir.
Daha sonra insanlara
ibret alsınlar, O'nun kudreti hakkında tefekkür etsinler diye yarattığı
varlıklara dikkatle bakmalarını emrederek: "Haydigö-zü(nii) çevir de bak. Bir çatlak
görecek misin?" diye buyurmaktadır. Yani gözünü semaya tekrar çevir. (Aynı
anlamda): "Gözünü semada evirip çevirdi" denildiği gibi; "Semaya
yorulunca-ya kadar baktı" da denilir. Anlamlar
birbirine yakındır.
Yüce Allah'ın:
"(.eri1*): Haydi... çevir" buyruğunda "fe"
harfini, daha öncesinde zikredilmiş bir fiil bulunmamakla birlikte getirmesi,
önceden "göremezsin" diye buyurmuş olmasından dolayıdır. Yani bak,
sonra gözünü tekrar çevir, herhangi btr çatlak
görecek misin? demektir. Bu açıklamayı Katade yapmışttr.
lafzının;
"çatlaklar" demek olduğu Mücahid ve ed-Dahhak'tan nakledilmiştir. Katâde; Btr tutarsızlık, es-Süddi: Bir delik, İbn Abbas: Bir gevşeklik diye açıklamışlardır. Bunun kökü: 'den
gelmektedir ki; bu da çatlamak demektir. Şair şöyle demiştir:
"O size direksiz
olarak bir sema bina etti, Ve süsledi onu, onun hiçbir çatlağı da yok.:
Bir başka sair de
şöyle demektedir:
"Sen kalbi(mi)
çatlattın, sonra içine serptin Sevgini de; kaynadı, birbirine böylelikle
çatlaklar yapıştı. İçeceğin varamadığı bir yere kadar vardı ve sarhoşluğun da
Fakat ona bir türlü sevinç ulaşamadı."
[12]
4. Sonra
gözü(nü) tekrar tekrar çevir ve bak! Göz hor ve
hakir, yorulmuş olarak yine sana dönecektir.
"Sonra gözü
tekrar tekrar çevir ve bak!" buyruğundaki: “Tekrar
tekrar" lafzı mastar konumundadır. Çünkü; iki
defa çevir demek olup, bu da biri diğerinin ardından çevirmek demektir. İki
defa (tekrar tekrar) bakmayı emretmesi, şundan
dolayıdır: İnsan bir şeye bir defa baktığı takdirde ona ikinci bir defa
bakmadığı sürece o şeyin kusurunu görmez. Yüce Allah da bunu haber
vermektedir: O kimse göğe iki defa bakacak dahi olsa, hiçbir kusur
göremeyeceği gibi, ona baktıkça hayret edecektir. Allah'ın: "Göz hor ve
hakir... olarak yine sana dönecektir" buyruğu bunu anlatmaktadır. Yanı bu
kabilden herhangi bîr şey görebilmek imkânından uzak, zilletle ve küçülmüş
olarak dönecektir. -Aynı kökten olmak üzere-: "Köpeği kovdum ve uzaklaştırdım"
demektir. "Köpeğin kendisi uzaklaştı': denilir. Buna göre bu fiil hem geçişli, hem geçişsizdir. da aynı
anlamdadır. "Gözü (görmesi; görmeyecek kadar oldukça zayıfladı,
zayıflamak" demektir. İşte yüce Allah'ın: "Göz hor ve hakir... olarak
yine sana dönecektir" buyruğundaki "Hor ve hakir olarak'7 lafzı da
buradan gelmektedir.
İbn Abbas dedi ki; "Hor ve
hakir" istediği, arzu ettiği şeyi göremeyen kimse demektir.
"Yorulmuş
olarak" buyruğu, yorgunluğun en ileri derecesine varmış olarak, demektir.
O halde (fa'îl veznindeki bu şekil) "fail"
anlamında olup, yorgun, bitkin düşmek demek olan: 'den gelmektedir. Bununla birlikte;
"O şeyin uzaklığı o kimseyi yorgun ve bitkin düşürdü" kullanımından
meful anlamında olması da mümkündür. İbn Abbas'ın açıklaması da bu anlama gelir. Şairin şu beyitinde de bu kabildendir:
"Her kim
ulaşabileceği noktadan daha yukarısına göz dikecek olursa, Onun o göz dikmesi,
yorulmuş, bitkin düşmüş ve hor ve hakir geri döner."
"Mesafenin uzaklığından
dolayı (veya uzun zamandan beri) gözü zayıfladı ve bitkin düştü" gibi
ifadeler kullanılır. Bu durumda olana: ya da;
denilir. Şair de şöyle demiştir:
"Ben ona Mina'dan el-Muhassİb'de baktım da
Göz bana yorgun ve bitkin olarak geri döndü."
Bir başka şair de bir
deveden sözederken şüyle
demektedir:
"Ona doğru
gözlerin bakışı yorgun ve bitkindir."
Şair burada: "Ona
doğru" lafzını zarf olarak nasbetmiştir. Bir başka
şair de şöyle demektedir:
"Atların üstü
başı kirlendi, hâlâ onların asil olanları Bitkin ve yorgundur. Buna karşılık
geride kalanları yolda gelmeye devam
etmektedir."
Bu lafzın,
"pişman olan kimse" anlamında olduğu da söylenmiştir. Şairin şu
mısraında da bu anlamda kullanılmıştır;
"Ey demirci kızı!
Pişman değilim bugün Geçip giden bir şey için."
Buradaki: "iki
kere (mealde; tekrar tekrar)"den kasıt,
çokluktur, Buna delil de yüce Allah'ın: "Göz hor ve hakir, yorulmuş olarak
yine sana dönecektir" buyruğudur. Bu da çokça bakmaya delildir,
[13]
5. Andolsun Biz, dünya semâsını kandillerle süsledik. Onları
şeytanlara atış taneleri yaptık. Ayrıca onlara Sa"îr
azabını hazırladık.
6. Rabblerini inkâr edenlere de cehennem azabı vardır. O ne
kötü dönüş yeridir!
" Andolsun Biz, dünya semâsını kandillerle süsledik"
buyruğunda geçen: "Kandiller" lafzı; "'m çoğuludur. Yıldızlara
"kandil" denilmesi aydınlık verdiklerinden dolayıdır.
"Onları
şeytanlara atış taneleri yaptık." Oranın alevli atışlarını... yaptık,
anlamında olup muzaf hazfedilmiştir. Buna delil yüce
Allah'ın: "Meğer ki hızlıca hırsızlayıp bir şey kapan olsun. Hemen
arkasından parlak, delici bir
alev ona yetişir"
(es-Saffat, 37/10) buyruğudur. Buna göre kandiller
yerlerinden kaybolmazlar ve bizzat onlar şeytanlara atış için kullanılmazlar.
Şöyle de
açıklanmıştır: Şeytanların taşlanmaları bizatihi yıldızlardan olmak üzere,
zamirin kandillere râu olduğu da söylenmiştir. Bu
durumda yıldızın kendisi düşmez, ancak ondan ışığından olsun, şeklinden olsun
bir şey ek-siimeksizin kendisiyle şeytana atış
yapılan bir şeyler ayrılır. Bu açıklamayı, Ebu Ali:
Bunlar kalıcı olmayan atış taneleri olmakla birlikte, naşı! süs olabilirler?
diyen kimseye cevap olmak üzere yapmıştır.
el-Mehdevî
dedi ki: Bu açıklama şeytanların gökten hırsızlama işittikleri şeylerin
yıldızların bir yerinden olmasına binaendir. Birinci takdir ise, şeytanların
hırsızlama aldıkları haberlerin yıldızların bulunduğu yerden daha aşağıda
bulunan havadan olması takdirine göredir.
el-Kıışeyri
dedi ki: Ebu Ali'nin açıklamasından daha uygunu şöyle
deme-mizdir: Bu yıldızlar kendileri ile şeytanlara
atış yapılmadan önce bir zînet idi.
Atış taneleri"
lafzı; in çoğulu olup kendisi ile atış yapılan şeye ad olarak kullanılan bir
mastardır.
Katade dedi ki: Yüce Allah, yıldızları üç hikmetle
yaratmıştır. Sema için zinet olmaları, şeytanlar için
atış taneleri ve karada, denizde ve zamanın bulunması için kendileri ile yol
bulunan alâmet olmaları için. Buna göre kim yıldızlar hakkında bunların dışında
bir tevil ve açıklamada bulunacak olursa, hakkında bilgisi olmayan bir şeyi
açıklamaya kendisini zorlamış, haddi aşmış ve zulmetmiş olur,
Muhammed b. Ka'b dedi ki: Allah*a yemin ederim, yer ve sema ehlinden
hiçbir kimsenin bir yıldızı dahi yoktur. Fakat onlar kâhinliği bir yol ediniyorlar
ve yıldızları da buna bir sebep ve gerekçe gösteriyorlar.
"Ayrıca onlara"
şeytanlara "Sa'îr" yangın ve alevin en şiddetiesi "azabını hazırladık" "Ateş
şiddetlice alevlendi, yandı" denilir. Bu şekilde yanan ateşe de: ile, denilir.
Tıpkı öldürülen kimseye: ile denilmesi gibi.
"Rabblerinİ İnkâr edenlere de cehennem azabı vardır. O ne
kötü bir dönüş yeridir!"
[14]
7. Oraya
atıldıklarında o kaynayıp coşarken, onun korkunç sesini işitirler.
"Oraya"
kâfirler "atıldıklarında o kaynayıp coşarken, onun korkunç sesini
işitirler."
İbn Abbas dedi ki: Cehennem'in
korkunç sesi "şehîk" kâfirlerin ona atılacağı
vakittir. O katırın arpa için kişneyip ses çıkarması gibi onlar için öylece
ses çıkartır. Sonra da korkma dik kimse bırakmayacak şekilde bir ses çıkartır.
Korkunç sesin,
cehenneme atıldıkları vakit kâfirlerden geleceği de söylenmiştir. Bu
açıklamayı Ata yapmıştır.
Korkunç ses (şehîk) göğüste, hırıltılı soluma (zefir) ise boğazda olur.
Daha önce Hûd Sûresi'nde (11/106. âyetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır,
"O kaynayıp
coşarken" kaynayıp dururken demektir. Hassan'ın
şu beyi-tinde de bu anlamdadır:
"Siz tencerenizi
bomboş bıraktınız,
Onların tencereleri
ise sıcak ve kaynamaktadır."
Mücahid dedi k: Azıcık taneler çok miktardaki suyun içinde
kaynadığı gibi, cehennem de onlarla birlikte kaynayıp coşar. İbn Abbas da şöyie
açıklamıştır: Tencere (içindekilerle) nasıl kaynayıp coşuyorsa, cehennem de onlar,
içinde oldukları halde öylece kaynayıp coşar. Bu ise aşırı kızgınlığından ölürü
ateşin ileri derecedeki alevinden dolayı böyle okır.
Nitekim; Filan öfke ile dolup
taşmaktadır" denilmesi de buna benzer.
[15]
8.
Öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi otur. İçine herbir
grub atıldığında, bekçileri onlara: "Size
uyarıcı bir peygamber gelmedi mi?" diye sorarlar.
9.
Onlar:
"Evet, gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi. Fakat biz yalanladık ve
Allah hiçbir şey indirmemiştlr. Siz ancak büyük bir
sapıklık içindesiniz dedik" diye cevap verirler.
10. Yine
derler ki: "Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık,
cehennemlikler arasında olmazdık."
11. Böylelikle günahlarını İtiraf edecekler.
Allah'ın rahmeti cehennemliklerden uzak olsun.
"Öfkesinden
neredeyse çatlayacak gibi olur." Said b. Cubeyr dedi ki: Yani neredeyse ayrılıp dağılacak,
paramparça olacak. İbn Abbas,
ed-üahhak ve İbn Zeyd dedi ki: Yüce Allah'ın
düşmanlarına karşı aşın derecedeki öfkesinden dolayı neredeyse darmadağın
olur.
"Öfkesinden";
kaynayıp coşmasından demektir, diye de açıklanmıştır.
"Çatlayacak"
lafzının aslı; şeklindedir.
"İçine"
kâfirlerden "herbir grup atıldığında, bekçileri
onlara" azarlamak ve sitemde bulunmak üzere "size uyarıcı bir
peygamber" dünya hayatında sakınasınız diye bugünü haber verip korkutan
bir peygamber "gelmedi mi, diye sorarlar."
"Onlar: Evet,
gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi." Bizi uyardı ve korkuttu
"fakat biz yalanladık ve Allah" sizin üzerinize "hiçbir şey
indirmemiştir. Siz" ey peygamberler topluluğu "ancak büyük bir
sapıklık içindesiniz dedik, diye cevap verirler." Ve böylelikle
peygamberleri yalanladıklarını itiraf ederler. Daha sonra cahilliklerini de
itiraf ederek, cehennemde oldukları halde şöyle diyeceklerdir:
"Eğer biz"
uyarıcı peygamberlerin getirdiklerine kulak verip "dinleseydik ve"
onların söyledikleri hakkında "aklımızı kullanmış olsaydık..." İbn Abbas dedi ki: Eğer hidayete
kulak veren yahut onu akleden kimseler olsaydık,
yahut bizler belleyip düşünenlerin işittiği gibi işitmiş olsaydık; ya da düşünüp (iyiyi kötüden) ayırdedebilenler
gibi akıl edebilseydik "cehennemlikler arasında olmazdık." Yani biz
de cehennemliklerden olmazdık.
Bu buyruk kâfire
akıldın kullanmak) diye bir şey verilmediğini göstermektedir. Buna dair
açıklama -Allah'a andolsun ki- daha önceden et-Tûr
Sûre-si'nde (52/32. âyetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır,
Ebu Said ei-Hudrî'den, o Rasûiullah
(sav)'darı şöyle dediğini rivayet etmektedir; "Günahkâr kıyamet gününde
pişman olacak ve: "Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık,
cehennemlikler arasında olmazdık" diyecek. Yüce Allah da;
"Böylelikle günahlarını itiraf ettiler" diye buyuracak. "[16]
Günahlarından kasıt
ise peygamberleri yalanlamış olmalarıdır. Buradaki "günah" çoğul
anlamındadır. Çünkü bunda fiil manası da vardır. Mesela; "İnsanlara maaş
verildi" denilirken, maaşları verildi, demektir.
"Allah'ın rahmeti
cehennemliklerden uzak olsun!" Onlar Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar,
demektir.
Said b, Cubeyr ile Ebu Salih şöyle demişlerdir: O, Suhk;
uzak olsun cehennemde bir vadi olup, ona "es-sahk"
denilir.
el-Kisaî
ve Ebu Cafer "hı"
harfini ötreli olarak; diye okumuşlardır. Bu okuyuş
Ali'den de rivayet edilmiştir. Diğerleri ise "ha" harfini sakin olarak
okumuşlardır. Bu da tıpkı: "Haram, korku" kelimelerinin
iki türlü söyleyişi gibi iki ayrı söyleyiştir. ez-Zeccâc dedi ki: Bu lafız mastar olarak nasbedilmiştir
ki: "Allah onları alabildiğine uzaklaştıracaktır" demektir. İmruu'1-Kays da şöyle demektedir:
"O batıya (ve
doğuya) giderek her tarafı dolaşıp duruyor, Saba rüzgarı da onu alabildiğince
uzaklaştırıyor."
Ebu Ali der ki: Kıyasa göre bu lafzın: diye gelmesi
gerekir. Ancak mastarı (ha'dan sonraki elifin) hazfi ile gelmiştir. Şu mısrada olduğu gibi;
"Eğer helak
olursam, işte o benim kaderimdir,"
Yani (kaderim lafzı)
"takdirim" anlamındadır.
Yüce Allah'ın:
"Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz" sözlerinin cehennem
bekçilerinin cehennemliklere söyleyeceği sözler olduğu da söylenmiştir.
[17]
12. Muhakkak
ki Rabblerinden gıyaben korkanlar için; işte onlar
için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.
"Muhakkak ki Rabblerinden gıyaben korkanlar için" buyruğunun bir
benzeri de: "Rahman'dan tenhada iken (gıyaben) korkup..." (Kaf, 50/33) buyruğudur. Buna dair açıklamalar (sözü geçen
âyetin tefsiri yapılırken) geçmiş bulunmaktadır. Hem Allah'tan, hem de gayb olan O'nun azabından korkanlar demek olup, bu da
kıyamet günü azabıdır.
"İşte onlar
için" onların günahları için "bir mağfiret ve büyük bir ecir"
olan cennet "vardır."
[18]
13. Sözünüzü
ister gizli, ister açık söyleyin. Çünkü O, göğüslerin özünü en iyi bilendir.
14. Yaratan
bilmez mi hiç? O Latîfdir, herşeyden
haberdardır.
"Sözünüzü İster
gizli, ister açık söyleyin." Lafız emir olmakla birlikte maksat haberdir.
Yani siz Muhammed (sav)'ın durumu hakkında
söylediklerinizi açık söyleseniz de, gizleseniz de (aynı şeydir) "çünkü
O, göğüslerin özünü" kalplerde bulunan hayır ve şerri "en iyi
bilendir."
İbn Abbas dedi ki: Âyet-i kerime
müşrikler hakkında inmiştir. Onlar Peygamber (sav) hakkında kötü şeyler
söylüyor, Cebrail de ona bunu haber veriyordu. Biri diğerine: Muhammed'in
Rabbi duymasın diye söyleyeceğinizi gizli söyleyin, deyince "sözünüzü
ister gizli, İster açık söyleyin" âyeti indi.
Bu da Muhammed (sav)'ın durumu hakkında sözlerinizi gizleyin. -Diğer sözler
hakkında olduğu da söylenmiştir.- Yahut o sözlerinizi açıkça söyleyin, ilan
edin (farketmez), demektir. "Çünkü O, göğüslerin
özünü en iyi bilendir." Göğüslerin özünden kasıt, onlarda bulunanlardır.
Nitekim kadının karnındaki cenine: Karnında bulunan" denilmesi de buna
benzer.
Daha sonra yüce Allah:
"Yaratan bilmez nü hiç?" diye buyurmaktadır. Yani gizli olanı
yaratan, gizliyi bilmez mi? Şöyle buyurmaktadır: Gizli olan şeyi kalpte
yaratan Benim. Kulların kalbinde bulunanı Ben bilmez miyim?
Meânî alimleri şöyle demişlerdir: Arzu edildiği takdirde:
\&); Kimse ("yaratan" lafzındaki an) lafzı yaratıcının adı
olarak da kabul edilebilir. Bu durumda anlam: Yaratan, yarattığını bilmez mî,
demek olur. Yaratılmışın adı olarak ta kabul edilir. O vakit anlam: Allah
yarattığı varlıkları, kimseleri bilmez mi, demek olur. Yaratıcının yarattığını
da, yaratmakta olduğunu da bilmesi kaçınılmaz bir şeydir.
İbnu'l-Müseyyeb dedi ki: Çokça
ağaç arasında gece vaktinde, hızlıca rüzgann estiği bir
sırada bir adamın içinden şunlar geçti: Acaba düşen bu yapraklan Allah bilir
mi? Oldukça azametli bir ses ile ormanın bîr tarafından ona şöyle seslenildi:
"Yaratan bilmez rai hiç? O Latiftir, herşeyden
haberdardır."
Üstaz Ebu İshak
el-İsferayînî dedi ki: İlim ile ilgili olan isimler
de zatî sıfattann İsimleridir. "el-Alîm: Herşeyi bilen" bunlardan birisidir. Anlamı ise İlminin
bütün malumatı kuşatmışıdır. «el-Habîr: Herşeyden haberdar olan" de bunlardandır. Olacak herşeyin olmadan önce bilinmesi gibi özel bir anlamı
vardır. "el-Hakîm: Hükmü sağlam, hikmeti sonsuz" de bunlardandır. Bu
da niteliklerin inceliklerinin bilinmesi gibi Özel bir anlamı ihtiva eder,
"eş-Şehîd" de bunlardandır. Gayb olanın da, hazır olanın da bilinmesi hakkında kullanılır,
Hiçbir şey O'nun için gayb değildir, demektir.
"el-Hafîz" de bunlardan olup, O'nun hiçbir
şeyi unutmaması anlamına gelir. "el-Muhsî"
de bunlardandır, çokluğun onu bilmekten alıkoymayacağı anlamınadır. Işığın
çokluğu, rüzgarın şiddeti, yaprakların ardı arkasına düşmesi gibi. O bu
hallerde bile herbir yaprağın hareket parçacıklarını
dahi bilir. Yaratan O olduğu halde nasıl olur da bilmez? Zaten: "Yaratan
bilmez mi hiç? O Latiftir, herşeyden
haberdardır" diye buyurmuştur.
[19]
15. 0, yeri
size itaatkâr ve yumuşak kılandır. O halde omuzlarında
(dört bir yanında) yürüyün ve O'nun rızkından yiyin ve
dönüş yalnız O'nadır.
"O yeri sîze
itaatkâr" üzerinde karar kılabileceğiniz şekilde "ve yumuşak
kılandır."
Buradaki: "İtaatkâr
ve yumuşak, sana boyun eğen, sana itaat eden" demektir. Mastarı şeklindedir
ki, yumuşaklık ve itaat etmek, itaac edig anlamındadır. Yani yüce Allah, yeryüzünü üzerinde
yürümeyi engelleyecek şekilde sert ve haşin kılmamiştır.
Üzerindekilerle
birlikte yok olup gitmesin diye dağlarla ona sebat vermiştir, diye de
açıklanmıştır. Çünkü eğer yeryüzü çalkanıp duran, sağa sola eğilip meyleden
bir halde yaratılmış olsaydı, bize itaatkâr kılınmış olmazdı.
Şöyle de
açıklanmıştır: Bu buyrukla ekin ekmek, ağaç dikmek, pınarların ve ırmakların
açılması, kuyuların kazılması gibi işlere imkân verecek özellikte olmasına
işaret edilmektedir.
"O halde
omuzlarında (dört bir yanında) yürüyün" buyruğundaki emir, mübahltk ifade eden bir emirdir. Bununla lütuf ve minnetin
izharı da sözko-nusudur.
Emir anlamında haber olduğu da söylenmiştir. Yani O, onun etrafında, köşe
bucaklarında, düzlüklerinde ve dağlarında yürüyesiniz diye (böyle yaratmıştır),
demektir. İbn Abbas, Katade ve Beşir b. Kab dedi ki-"Omuzlarında" dağlarında...,
demektir.
Rivayet edildiğine
güre Beşir b. Ka'b'ın bir
cariyesi vardı. Ona: Eğer bana yerin omuzlarının ne olduğunu bildirecek
olursan, hür ol demiş, cariyesi de: Yerin omuzları O'nun dağlarıdır, diye
cevap vermiş ve böylece cariyesi hür olmuştur. Sonra onunla evlenmek istedi, Ebu'd-Derda'ya sorunca ona: Senin
için şüpheli olan hususları şüphe gerektirmeyecek hallere terket,
diye cevap yerdi.
Mücahid: ŞtVafında, köşe
bucaklarında diye açıklamıştır. Yine ondan gelen rivayete göre yollarında ve
dağlarının arasındaki yollarda diye açıklamıştır. es-Süddî
ve el-Hasen de böyle açıklamışlardır. el-Kelbî ise: Yanlarında diye açıklamıştır.
Adamın omuzları, iki
yanı" demektir. Çünkü (V&-" )'in asıl anlamı yan demektir.
"Adamın yanı'
ile: "İki yön arasından (saba ve kuzey rü2garı gibi) esen rüzgar" da buradan
gelmektedir. "Filan kişi filandan uzak düştü" (tabiri de böyledir.)
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: İstediğiniz yerde yürüyün. Ben orayı size karşı durmayacak ve
size boyun eğecek şekilde yarattım.
Katade, Ebu'l-Celed'den
şöyle dediğini nakletmektedir: Yeryüzü yirmidört-bîn
fersahtır, Sudan onikibin fersah, Rum diyarı sekizbin fersah, Farshır üç-bin
ve Araplar için bin fersah(hk arazi) vardır.
"O'nun rızkından
yiyin." Yani Ü'nun size helâl kıldığı şeylerden
yiyin. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır. Size
verdiklerinden yiyin, diye de açıklanmıştır.
"Ve dönüş yalnii O'nadır." Anlamının şu olduğu da söylenmiştir:
Gökleri aralarında bir uyumsuzluk olmaksızın yaratan, yeri de size boyun eğer haliyte var eden, sizi tekrar diriltmeye kadir olandır.
[20]
16. Goktekilerin sizi yere geçirmesinden emin raî oldunuz? O
zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz.
İbn Abbas dedi ki: Kendisine
isyan etmeniz halinde semada bulunanın azabından emin mi oldunuz?
İfadenin: Kudreti,
saltanatı, Arşı ve hakimiyeti göklerde bulunandan emin mi oldunuz? takdirinde
olduğu da söylenmiştir. O'nun mülkü her ne kadar herşeyi
kapsıyor ise de özellikle semanın anılması, kudreti nafiz ve geçerli olan O
mutlak ilâhın, semada olan olduğuna, yeryüzünde bulunup tazim ettikleri
kimselerin ilah olmadığına dikkat çekmek içindir.
Buyuuğun meleklere işaret olduğu da söylenmiştir. (Meal de bu
mülahaza ile yapılmıştır). Azab etmekle görevli olan
melek olan Cebrail'e işaret olduğu da söylenmiştir.
Derim ki: Anlamın
şöyle olması ihtimali de vardır. Siz gökleri yaratanın Karun'u yerin dibine
geçirdiği gibi, sizi de yerin dibine geçirmeyeceğmden
emin mi oldunuz?
"O zaman onun
durmadan çalkalanmakta olduğunu" gidip geldiğini "göreceksiniz."
"Durmadan
çalkalanmak" gidip gelmek sonucunda çalkalanmak demektir. Şair de şöyle
demiştir;
"O kaktı, o
kadınlar kalbleri hedef alarak ve gördüğün
çalkanıp duran her
kan,
Mutlaka göğsün ta
ortasında akmaktadır."
Kişinin yerin dibine geçip, yerin onu çepeçevre kuşatmasına: ( denilir.
Muhakkikler şöyle
demişlerdir: Semanın üstünde bulunana karşı kendinizi emin mi buldunuz,
demektir. Bu da yüce Allah'ın: "Yeryüzünde dolaşın." (et-Tevbe, 9/2) buyruğuna benzemektedir. Onun üstünde dolaşın,
demektir. Fakat bu (semanın üstünde oluşu) ona temas etmekle, orada mekan tutmakla
değil, orayı hakimiyeti, kahrı ve tedbirinde bulundurmakladır.
Buyruğun: Semanın
üstünde bulunana karşı kendinizi emin ini buldunuz anlamında olduğu da
söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Ve andolsun...
hurma dallarına asacağım." (Tâ-Hâ, 20/71) buyruğunun hurma dallan
üzerinde asacağım anlamına gelmesi gibi.
Bu da semavâtı idare eden ve mâliki olan anlamındadır. Filan kişi
Irak ve Hicaz üzerindedir, demeye benzer. Yani oranın valisi ve emindir. Bu
hususa dair haberler pek çok, sahih, yaygın olup yüce Allah'ın yukarda oluşuna
işaret etmektedir. Bunları ya bir inkarcı ya da inatçı bir cahilden başkası reddetmez. Bunlardan
maksat ise yüce Allah'ın tazim edilmesi, aşağıda ve altta oluştan tenzih
edilmesidir. Buna karşılık yücelik ve azametle nitel endiril-mesidir. Yoksa mekân, cihet ve sınırlarla nitelendirmek
değildir. Çünkü bunlar cisimlere dair sıfatlardır. Dua esnasında ellerin semaya
kaldırılmasının sebebi ise, vahyin semadan gelmesi, yağmurun oradan inmesi ve kud-siyetin (temizlik ve arınmışhğın) yeri olması, tertemiz meleklerin orada bulunması,
kulların amellerinin oraya yükseltilmesi, Allah'ın arşının ve cennetinin
semanın üstünde bulunmasıdır ve bu Atlah-u Teala'nın Kabe'yi dua ve namaz için kıble yapmasına benzer.
Çünkü yüce Allah, onlara ihtiyacı bulunmadığı halde mekânları yaratmış
olandır. O, mekânı ve zamanı yaratmadan, mekân ve zaman var olmadan önce ezelde
de vardı ve şu anda da ezelde olduğu hal üzeredir.
Kunbul, İbn Kesir'den: "Dönüş...
emin mi oldunuz" buyruğunda birinci hemzeyi "vav"a
kalbederek, ikincisini de tahfif ile okumuştur. Kû-feliler, Basralılar, Şamlılar
ise -Ebu Amr ve Hişam dışında- her iki hemze'yi tahfif ederek okumuşlar,
diğerleri ise (bir tek hemzeyi) tahfif ile okumuşlardır. Bütün bunlara dair
açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır!
[21]
17. Yahut
göktekilerin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz?
Hem Benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz.
"Yahut
göktekilerin üzerinize" Lût kavmi ve Fil ashabı
üzerine gönderdiği gibi semadan taş, bir görüşe göre içinde taş ve çakıl
taşları bulunan, bir diğer açıklamaya göre de içinde taş bulunan bulutlardan
"taş yağdıran bîr rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Hem Benim
korkutmamın" uyarmamın "nasıl olduğunu bileceksiniz?"
Buradaki: "Korkutma"nın "korkutucu" anlamında olduğu da
söylenmiştir.
Bununla Muhammed
(sav)'ı kastetmektedir. Yani siz onun doğru söylediğini ve yalanlamanızın
akıbetini pek yakında bileceksiniz.
[22]
18. Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Benim
azabım nasıl oldu?
"Andolsun ki onlardan öncekiler" Nuh, Âd, Semûd, Lût kavmi, Medyen ashabı, Ress ashabı,
Firavun kavmi gibi geçmiş ümmetlerin kâfirleri "de yalanlamışlardı. Benim
azabım nasıl oldu?" Onların bu hallerini İnkârım, reddedişim nasıl oldu?
Daha önceden (el-Hac, 22/45) geçmiş bulunmaktadır.
(Bir önceki âyet-i
kerimede geçen): "Benim korkutmam" lafzı ile buradaki "Benim
azabım" anlamındaki lafızları vasıl halinde okuduğu takdirde Verş "ye" ile; diye okumuştur. Yakub her iki halde de "ye"h
okumuşken, diğerleri mushafa uyarak "ye"yı hazf ile okumuşlardır.
[23]
19.
Üstlerinde sıra sıra dizilip, kanatlarını açıp
kapayan kuştan görmediler mi? Onları Rahman'dan başkası tutmuyor. Muhakkak ki
O, herşeyi çok iyi görendir.
"Üstlerinde sıra sıra dizilip kanatlarını açıp kapayan kuşları görmediler
mi?" Yum yüce, Allah insanlar için yeryüzüne boyun eğdirdiği gibi, kuşlar
için de havaya boyun eğdirmiştir.
"Sıra sıra dizilip" uçtukları vakit havada kanatlarını
açıp... demektir. Çünkü kuşlar kanatlarını açtıkları taktirde kanallarının
tüylerini güzel bir şekilde sıraya dizerler.
"Açıp
kapayan" kanatlarını yanlarına doğru çırpan demektir.
Ebu Cafer en-Nehhas dedi ki:
Kuş kanatlarını açtığı vakit: "Kanatlarını sıra sıra
dizdi" denilir, Kanatlarını kendisine doğru çekip, onu yanlarına
değdirecek olursa: "Kanatlarını kapadı" denilir. Çünkü o böylelikle
kanatlarını kendisine doğru çekmektedir.
Ebu Hirâş dedi ki:
"Gece kanadına
(sığınmak için) elini çabuk tutar ve o bir sığınmacıdır, Kanatlarını açmakla ve
kapamakla; hızlıca kanat çırpıyor."
Uçmalarını
bitirdikleri vakit açtıktan sonra kanatlarını kapayan kuşlar.., diye de
açıklanmıştır. Bu "açıp kapayan" lafzı "sıra sıra
dizilip" lafzına atfe-dilmiştir. Yani muzari olan fiil, ism-i faiie atfedilin iştir. Nitekim şair şu beyi-tinde ism-i faili muzari fiile atfetmiş
bulunmaktadır:
"Hemen onları (o
develeri) çok keskin bir kılıçla akşam vaktiIcesmeye
koyuldu, Onların bacaklarına (kesmek için darbe indirirken) kimi zaman âdil
davranıyor, kimi zaman zulmedici idî (zulmediyordu)."
"Onları
Rahmân'dan başkası tutmuyor." Yani kuşlar uçarken havada o kuşları
Allah'tan başka tutan yoktur. "Muhakkak ki O, herşeyi
çok İyi görendir."[24]
20. Rahmân'a
karşı sizlere yardım edecek de kimdir? Şu sizin ordunuz mu? Kâfirler ancak bir
aldanış içerisindedirler.
"Rahmân'a karsı
sizlere yardım edecek" kendisine isyan ettiğiniz takdirde size yapmak
istediklerini savıp, önleyecek "de kimmiş? Şu sizin ordunuz mu?" İbn Abbas dedi ki: Bu mu size
taraftarlık edecek ve sizi koruyacak olan?
"Ordu" tekil
de gelebilir. İşte bundan dolayı "şu sizin ordunuz mu" diye
buyurmaktadır. Bu da inkârı bir istifhamdır. Yani sizin "Rahmân'a
karşı" Rahman olan Allah'ın dışında, Allah'tan gelecek azabınızı çevirecek
bir ordunuz yoktur. "Kâfirler ancak" şeytanlar
tarafından "bir aldanış İçerisindedirler." Azab
da yoktur, hesab da olmayacaktır diye onları aldatmaktadırlar.
[25]
21. Eğer O,
rızkını kcsiverirse, size nzık
verebilecek kim? Hayır, onlar azgınlık edip inatla kaçmaktadırlar,
"Eğer O"
yani Allah "rızkını kesiverîrse, size rızık
verebilecek kim?" Uydurma ilâhlarınızdan size dünya menfaatlerini kim
verebilir? Yağmuru kim yağdırabilin1 diye de açıklanmıştır,
"Hayır, onlar
azgınlık edip" haktan "inatla kaçmaktadırlar" ve bunu ısrarla
sürdürmektedirler.
[26]
22. Acaba
durmadan yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi daha çok hidâyettedir? Yoksa dosdoğru
bir yol üzere dümdüz yürüyen kimse mi?
"Acaba durmadan
yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi.-.* buyruğu ile yüce Allah, mü'min ve kâfire bir örnek vermektedir,
"Düşerek
yürüyen" yani önüne bakmayıp sağını solunu görmeyen, bundan dolayı
tökezlemekten ve yüzüstü düşmekten yana emin olmayan bir kimse; önünü, sağını
solunu gören, dimdik ve dosdoğru yürüyen kimse gibi midir? İbn
Abbas dedi ki: Bu dünyadadır.
Bununla; doğru dürüst
yol bulamayan ve bundan dolayı istemeyerek tehlikeli yollara giden ve sürekli
yüzüstü yıkılan kür bir kimsenin, yolunu bilen, bildiği yolda ilerleyen, önünü
gören, sağlıklı ve dosdoğru bir kimse gibi olmayacağını kastetmiş de olabilir.
Katade dedi ki: Bu buyruktan kasıt, dünyada masiyetler işleyip duran, kıyamet gününde de yüce Allah'ın
yüzüstü hasredeceği kâfirdir,
İbn Abbas ve el-Kelbî; Yüzüstü düşerek yürüyen kimse ile Ebu Cehil'i, dosdoğru yürüyen kimse ile Rasûlullah
(sav)'ı kastetmiştir, demişlerdir. Ebu Bekir'i
kastettiği de söylenmiştir, Hamza'yı kastettiği; Ammâr b. Yâsir'i kastettiğini de
İkrime ifade etmiştir.
Buyruğun bütün
kâfirlerle, mü'minler hakkında umumi olduğu da söylenmiştir.
Yani kâfir hak üzere midir, batıl üzere midir, bilemez. Yani böyle bir kâfir mi
daha doğru yoldadır yoksa yolu gören ve kendisi İslamın
kendisi demek olan "dosdoğru bîr yol üzere" mutedil ve dimdik
yürüyen ınüslüman kimse mi?
"Adam yüzünü öne
eğdi" ifadesi -"elif" ile- teaddi etmeyen,
(geçiş yapmayan) şekillerde kullanılır. Eğer teaddi edecek olursa "elif' getirmeksizin: "Allah
onu yüzüstü yıku" denilir.
[27]
23. De ki:
"Sizi yaratan, size işitme(k için kuhıklar),
gözler ve kalpler veren O'dur. Ne kadar az şükredersiniz!"
"De ki: Sizi
yaratan... O'dtır" buyruğu ile yüce Allah,
Peygamberine, Allah'ın kendilerini yaratmış olduğunu itiraf etmekle birlikte,
şirk koşmalarının ne kadar çirkin olduğunu onlara bildirmesini emretmektedir.
"Size işitmet k için kulaklar), gözler ve kalpler veren O'dur. Ne
kadar az şükredersiniz!" Yani sizier bu
nimetlere şükretmiyor, yüce Allah'ı tevhid etmiyorsunuz,
"Ben bu işi pek
az işlerim" derken bu işi hiç yapmam, demektir[28]
24. De ki;
"O, sizi yeryüzüne dağıtıp yayandır. Yalnız O'nun huzuruna toplanıp
götürüleceksiniz."
25.
"Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu vaadiniz ne zaman gerçekleşecek?"
derler.
"De ki: O, sizi
yeryüzüne dağıtıp yayandır." Yeryüzünde yaratandır. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Sizi
yeryüzünün üzerinde dağıtmış ve yaymış olandır, diye de açıklanmıştır. Bu
açıklamayı İbn Şecere yapmıştır. Herkese atrfelinin karşılığını vermek için de "yalnız O'nıra huzuruna toplanıp götürüleceksiniz."
"Eğer doğru
söyleyenler iseniz, bu vaadiniz ne zaman gerçekleşecek, derler." Kıyamet
günü ne zaman olacak? Sizin bizi kendisiyle tehdit ettiğiniz bu azap ne zaman
olacak, derler. (Bu anlamdaki buyruk) daha önceden (Yunus, I(y48) geçmiş
bulunmaktadır.
[29]
26. De ki:
"Ona dair bilgi ancak Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir
korkutucuyum."
"De ki: Ona dair
bilgi ancak Allah'ın yanındadır." Yani ey Mııhammed,
onlara de ki: Kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi Allah'ın yanındadır.
Bunu O'ndan başkası bilemez. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın: "De ki:
Onun ilmi ancak Allah'ın nezdindedir" (el-Araf,
7/187) âyetidir.
"Ben ancak"
sizin için "apaçık bir korkutucuyum" ve size bu gerçeği öğretenim.
[30]
27. Artık
onu yakınlaşmış gördüklerinde; o kâfirlerin hoşlanmadıkları yüzlerinden belli
olur ve: "İşte bu, sizin acele gelmesini is-tediğinizdir"
denilir.
"Artık onu
yakınlaşmış gördüklerinde"; buyruğundaki: "Yakın olmak (mealde;
yakınlaşmış)" lafzı mastar olup: "(İilî>):
Yakınlaşmış" demektir. Bu açıklamayı Mücahid
yapmıştır. el-Hasen, gözle görülen dîye açıklamıştır.
Müfessirlerin
çoğunluğuna göre mana şöyledir: Onlar o azabı gördüklerinde.- Buradaki azap âhiret azabıdır. Mücahid, Bedir
azabı demektir, diye açıklamıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Onlar tehdit
olundukları öldükten sonra dirilip toplanmanın kendilerine yakın olduğunu
gördüklerinde... Bu açıklamaya da; "yalnız O'nun huzuruna toplanıp
götürüleceksiniz" (Mülk, 67/24) buyruğu delil teşkil etmektedir.
İbn Abbas ise: Onlar kötü
amellerinin pek yakın olduğunu gördüklerinde. .. diye açıklamıştır. "O
kâfirlerin hoşlanmadıktan yüzlerinden belli olur." Onlara kötü bir muamele
yapılmış olur, demektir. ez-Zeccâc: Kötülük yüzlerinde
apaçık belli olur, diye açıklamıştır. Yani bu azaptan oniar
hoşlanmamışlar ve küfürlerine delâlet edecek alâmet de yüzlerinde görülmüş
olacaktır. Yüce Allah'ın: "O günde kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler
kararacaktır" (Âl-i İmran, 3/106) buyruğunda
olduğu gibi.
("Hoşlanmadıkları"
anlamı verilen lafzı) Nâfî, îbn
Muhaysın, İbn Âmir ve el-Kisâî dammeyi işmam
ile; diye okumuşlar, diğerleri ise hafif olması maksadıyla işmamsız
olarak kesreli okumuşlardır, Dammeli okuyan ise, bunun
asıl gelmesi gereken şekli gözönünde bulundurarak
böyle okumuştur.
"Ve: İşte bu,
sizin acele gelmesini istediğinizdir, denilir." el-Ferrâ
dedi ki: Buradaki: "İstediğiniz" lafzı dua (istemek)den; vezninde
bir fiildir. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur. Temenni ettiğiniz ve
istediğiniz anlamındadır. İbn Abbas
yalan söylediğiniz, diye açıklamıştır ki bunun da tevili (yorumu) şöyledir:
Kendisi sebebiyle batılları ve yalan sözleri söylediğiniz şey, işte budur. Bu
açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır.
Bu lafız genel olarak
şeddeli bir şekilde: diye okunmuştur. Tevili (yorumu) da açıkladığımız
gibidir.
K#tade,
İbn Ebi İs hak, ed-Dahhak ve Yakub
ise (dal harfini) şeddesiz; "Çağırdığınız, dua ettiğiniz" diye
okumuşlardır. Katade dedi ki: Bu onların:
"Rabbimiz, hesab günü gelince payımızı bize
çabuk ver!" (Sâd, 38/16) şeklindeki dualarıdır. ed-Dahhak da şöyle demiştir; Bu
onların: "Ey Allah! Eğer bu senin katından (gelmiş) hakkın kendisi ise
durma bizim üzerimize gökten taş yağdır..." (el-Enfâl,
8/32) şeklindeki sözleridir.
Ebu'l-Abbas dedi ki: Bu okuyuş,
acele istediğiniz anlamındadır. Nitekim bir şey istendiği zaman: "Bunu
istedim" denilir. şekli ise o kökten: vezninde kullanılır.
en-Nehhâs
dedi ki: Şeddeli ve şeddesiz şekilleri olan: ile aynı anlamdadır. Tıpkı ile nin: Güç yetirdi": ile nun:
haksızlık etti" anlamına gelmesi gibi. Şu kadar var ki: şeklinde ardı arkasına
bir şeyin olması anlamı vardır. Fakat: şekli, az hakkında da, çok hakkında da
kullanılabilir.
[31]
28. De ki:
"Bana haber verini Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları helak etse
veya bize rahmet buyursa, ya kâfirleri acıklı
azaptan kim kurtarır?"
"De ki: Bana
haber verin. Eğer Allah beni... helak etse" Yani, ey Muhammed onlara -ki
Mekke müşriklerini kastetmektedir ve onlar; "...yoksa onlar o bir şairdir.
Biz onun zamanın ızdırab veren musibetine uğramasını
bekliyoruz mu diyorlar?" (et-Tur, 52/30) buyruğunda olduğu gibi Muhammed
(sav)'ın ölümünü temenni ediyorlardı- de ki; Söyleyin
bana eğer biz ölür yahut rahmete mazhar olup,
ecellerimiz ertelenecek otursa, sizi Allah'ın azabından kim koruyabilir? O
bakımdan sizin, bizim helakimizi beklemenize de, kıyametin kopuşunun acele
gelmesini istemenize de ihtiyacınız yoktur.
"Beni,., helak
etse" buyruğunda "ye" lafzını İbn Muhaysın, el-Mü-seyyebî, Şeybe, el-A'meş ve Hamza sakin olarak ("nun"dan
sonra med harfi olarak) okumuşlar, diğerleri ise fetha ile okumuşlardır. Bununla birlikte hepsi de:
"Benimle beraber olanları" lafzındaki "ye'yi
fetha ile okumuşlardır. Yalnız Kûfeliler
"ye"yi sakin olarak okumuşlardır. Ancak Hafs diğerleri gibi fethah
okumuştur.
[32]
29. De ki:
"O Rahmandır, biz Ona İman etmişizdir ve yalnız O'na tevekkül ettik. Artık
kimin apaçık bir sapıklık İçinde olduğunu pek yakında bileceksinizdir."
"De ki: O
Rahmandır, biz O'na iman etmişizdir ve yalnız O'na tevekkül ettik... Fek
yakında bileceksinizdir" buyruğundaki: "Pek yakında bileceksinizdir"
anlamındaki kelimeyi el-Kisâî haber olarak
"ye" ile (pek yakında bileceklerdir, anlamında diye) okumuş ve bunu
Ali'den rivayet etmiştir. Diğerleri ise hitap olarak "te"
ile (pek yakında bileceksinizdir, anlamında) okumuşlardır. Bu onlara bir
tehdittir.
Şayet: "O'na îman
etmişizdir" buyruğundaki mefulü na"
anlamındaki lafzı) ne diye tehir etti, buna karşılık "tevekkül
ettik" buyruğunun ("O'na" anlamındaki) mefulünü niçin öne aldır'
diye sorulacak olursa, şöyle cevap verilir: Çünkü "iman ettik" lafzı
kâfirlerin sözkonusu edilmelerinin akabinde onlara carj£ olmak üzere gelmiştir, Sanki: Biz iman ettik, fakat
sizin kâfir olduğunuz gibi biz de inkâr etmedik denilmiş gibidir. Bundan sonra
da: "Ve yalnız O'na tevekkül ettik" diye buyurmaktadır ki; biz özel
olarak O'na tevekkül ettik. Sizin kendilerine güvenip, dayandığınız
adamlarınız, mallarınız gibi şeylere bel bağlamadık. Bu açıklamayı ez-Zemahşeri yapmıştır.
[33]
30. De ki:
"Bana haber verin! Eğer suyunuz yerin dibine gecîriliver-se, size kim kaynar bir su getirebilir?"
"De ki" ey Kureyşliler "bana haber verin! Eğer suyunuz yerin
dibine ge-çiriliverse"
kovaların ulaşamayacağı şekilde yerin dibine çekilse -onların suları Zemzem
kuyusu ile Meymun kuyusundan geliyordu.- "Size
kim kaynar" Katade ve ed-Dahhak'ın açıklamasına göre akar "bir su
getirebilir?"
Bu durumda onlar
kaçınılmaz olarak bunu Allah'tan başkası bize getiremez, diyeceklerdir. O
vakit onlara: O halde size bir su getirebilme gücü olmayan varlıkları ne diye
O'na ortak koşuyorsunuz?
"su yerin dibine
çekildi, çekilir, çekilmek" denilir. "Yerin dibine çekilmiş
olan" demektir. Mübalağa olmak üzere burada suyun çekilmesi mastar ile
nitelendirilmiştir. "Çok adaletli bir adam, çok razı olunan bir adam"
demek gibi. Daha önce el-Kehf Sûre-si'nde (18/41. âyetin tefsirinde) geçtiği
gibi. Bu anlamdaki açıklamalar da el-Mu'minûn
Sûresi'nde (23/18. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.
îbn Abbas'tan dedi ki:
"Kaynar bir su" yani gözlerin gördüğü, açıkça ortada olan demektir.
O halde bu "mef'ul" veznindedir. Bunun:
"Su çoğaldı" tabirinden geldiği de söylenmiştir. O vakit bu lafız
"faîl" veznindedir. Yine İbn Abbas'tan; anlam, size tatlı bir su kim getirir?
şeklindedir, diye açıkladığı da rivayet edilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
(Mülk Sûresi burada
sona ermektedir).
[34]
[1] TİTinizt, V, 164; Taberânl, Kebir, XII, 174; Beyhakî,
Şuabu'l-îman, II, 495 "Yahya b. Amr'ın bu hadisi münferiden rivayet ettiği ve kavi (güçlü,
zayıf olmayan) bir râvi olmadığı" kaydıyla;
Abdullah b. Adiy el-Kümil,
VII, 2O1te Yahya b Amı'ııı "zayıf bir ra-vi olduğunu" kaydettikten
sonra bu hadisi zikretmektedir
[2] Abdullah b. Adiy, el-Kâmil,
11, 385'de Hafs b. Ömer b. Meyimin el-Ademiden sö2 ederken, sika (güvenilir) bir râvî olmadığını belirttikten sonra 11, 3ö6'da bu rivayeti
kaydetmektedir
[3] Tirmizî, V, 164; Eb& Dâvûd, II, 57; îbnMâce, II, 1244; Müsned, II,
299
[4] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/497-498.
[5] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/498.
[6] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/499.
[7] Taberî, Câmiu'l-Beyân,
XXIX, İde Katade nin âyeli açıklaması olarak; ayrıca hk.
İbıı Kesîr, Tefsir, IV, 397
[8] Ehu Nııaym,
Hilye, VII, 277de; Abdurrahman
h. Ali Ehııl-Ferat, Safvetu's-Safve, Beyrut
1399/1977, II, 234'cle Süfyan b. Uyeynenin
sözü alarak.
İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/499.
[9] Müslim,
IV,
2188; Buharı, IV,
1760; Müsned. III, 90
[10] Taberi, Câmiu'l-Beyân,
XII,
[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/499-501.
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/501-504.
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/504-506.
[14] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/506-507.
[15] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/507-508.
[16] Hadis olarak kaynağını tespit edemedik
[17] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/508-510.
[18] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/510.
[19] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/511-512.
[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/512-513.
[21] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/513-515.
[22] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/515.
[23] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/516.
[24] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/516-517.
[25] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/517-518.
[26] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/518.
[27] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/518-519.
[28] Âyet-i kerimedeki terkibin de hıına
benzediğini ve pt"k az şiükretmenin
hiç şükretmemek anlamına geldiğini kastetmektedir.
İmam Kurtubi,
el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/519.
[29] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/519-520.
[30] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/520.
[31] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/520-521.
[32] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/522.
[33] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/522-523.
[34] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/523.