Mekke'de inmiştir. 30
âyettir.
Mülk sûresi, Mekke'de
inen sûrelerdendir. Bu sûrenin durumu, Mekke'de inen ve inanç konusunu ana
hatları ile ele alan diğer sûrelerin durumu gibidir. Bu sûre üç ana hedefi ele
alır. Bunlar "Yüce Allah'ın büyüklüğünü, öldürme ve diriltmeye kadir
olduğunu isbat... Alemlerin Rabbinin birliğine dâir
hüccet ve deliller getirmek... Sonra da, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri inkâr eden yal ani ayıcıların akıbetini
açıklamaktır."
Bu mübarek sûre ilk
hedefi açıklayarak başlar. Mülk ve saltanatın, Allah'ın elinde olduğunu:O'nun
varlıkları kontrolü altında tuttuğunu anlatır. bütün boyunlar O'nun yüceliğine
eğilir ve alınlar O'na yönelir. O, yaratmak, vücûda getirmek, hayat vermek ve
öldürmek hususunda varlıklar üzerinde tasarruf sahibidir: "Mutlak
hükümranlık elinde olan Allah'ın şanı yücedir..."
Daha sonra sûre yedi
göğün yaratılmasından ve Allah'ın, dünya semasını süslediği parlak
yıldızlardan bahseder. Bunların hepsi, Yüce Allah'ın kudret ve birliğinin
delilleridir.
"O ki, yedi göğü
katlar halinde yaratmıştır."
Daha sonra bu sûre
geniş bir şekilde suçlulardan söz eder. Yanan ve Allah düşmanlarına karşı
şiddetli kin ve öfkeden neredeyse parçalanacak olan cehennemi gördüklerinde
onların ne yapacaklarını anlatır. Kur'ân'ın, korkutma
ve teşvik etmeyi beraber yapma üslubuna göre, kâfirlerin ve mü'-minlerin varacakları yeri beraberce anlatır: "Oraya
atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler..."
Sûre Allah'ın yüceliği
ve kudretini gösteren bazı delilleri getirdikten sonra, azabının o inkarcı
kâfirlere gelmesinden sakındırır: "Gökte olanın, sizi yere batın
vermeyeceğinden emin misiniz.? O zaman yer, sarsıldıkça sarsılır."
Bu mübarek sûre, Rasulullah'ın (s.a.v) davetini yalanlayanlara uyarıda
bulunmak ve Peygamberin ölümünü ve mü'minlerin helak
olmasını temenni ettikleri bir zamanda başlarına azabın inmesinden onları
sakındırmak suretiyle sona erer: "De ki, Allah beni ve beraberi m dekileri yok etse veya bizi esirgese, söyleyin bakalım,
inkarcıları, yakıcı azaptan kurtaracak kimdir?" Allah'ım! Bu ne büyük
tehdit! Bunun karşısında azalar titrer! [1]
Bu sûreye Vâkiye (koruyucu), Münciye
(kurtarıcı) isimleri de verilir. Çünkü bu sûre, kendisini okuyanı kabir
azabından korur. Rasulullah (s.a.v); "O, koruyucu
ve kurtarıcıdır. Kişiyi kabir azabından kurtarır" buyurmuştur.[2]
Bismillâhirrahmânirralıîm
1. Mutlak
hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.
2. Hanginizin
daha güzel davranacağını imtihan için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O, mutlak gâlibdir, çok bağışlayıcıdır.
3. Birbiri
ile âhenktar yedi göğü yaratan O'dur. Çok merhametli
olan Allah'ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir bir
bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
4. Sonra
gözünü tekrar tekrar çevir. Göz, âciz ve bitkin halde
sana dönecektir.
5. Andolsun ki, biz (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle
donattık. Bunları şeytanlara atılacak ateş parçaları kıldık ve onlara alevli
ateş azabını hazırladık.
6. Rablerini
inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Orası varılacak ne kötü yerdir.
7. Oraya
atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.
8. Neredeyse cehennem
öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun
bekçileri onlara, "Size, uyarıcı bir peygamber gelmemiş miydi?" diye
sorarlar.
9. Onlar
şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, uyarıcı bir peygamber gelmişti; fakat biz onu yalan saymış ve "Allah'ın
bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir
sapıklık içindesiniz!." demiştik.
10. Ve
"Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli
cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!" derler.
11. Böylece
günahlarını itiraf ederler. Artık (Allah'ın
rahmetinden) uzak olsun o alevli cehennemin mahkûmları!
12. Fakat
daha görmeden Rablerinden (azabından) korkanlara gelince onlar için gerçekten
hem bağışlanma hem de büyük mükâfaat vardır.
13. Sözünüzü
ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, sinelerin özünü bilmektedir.
14. Hiç
yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden
haberdardır.
15. Yeryüzünü
size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin sırtlarında dolaşın ve Allah'ın rızıkmdan yiyin. Dönüş ancak O'nadır.
16. Gökte
olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça
sarsılır.
17. Yahut gökte
olanın üzerinize taş göndermeyeceğinden emin misiniz? Öyleyse tehdidimin ne
demek olduğunu yakında bileceksiniz!
18. Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanlamışlardı; ama
Benim azabım nasıl olmuştu?!
19. tıstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları (hiç)
görmediler mi? Onları Rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her
şeyi görmektedir.
20. Rahman
olan Allah'a karşı şu size yardım edecek askerleriniz hani kimlerdir?
İnkarcılar ancak derin bir gaflet içinde bulunmaktadırlar.
21. Allah
size verdiği rızkı kesiverse, size rizık verebilecek
olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve haktan kaçmada direnip durmaktadırlar.
22. Şimdi
yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa doğru
yolda düzgün yürüyen mi?
23. De ki: Sizi
yaratan, size kulaklar, gözler ve kalbler veren
O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!
24. De ki:
Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur, ancak O'nun huzuruna gelip
toplanacaksınız.
25. Onlar:
"Doğru sözlü iseniz, bu tehdit hani ne zaman?" derler.
26. De ki: O
bilgi, ancak Allah'a mahsustur. Bense sadece apaçık bir uyarıcıyım.
27. Ama onu
yakınlarında gördükleri zaman, inkâr edenlerin yüzleri kararacak ve
(kendilerine) "İşte sizin arayıp durduğunuz budur!" denecektir.
28. De
ki: Allah beni ve bareberimdekileri
yok etse veya bizi esirgese, inkarcıları elem verici azaptan kurtaracak kimdir?
29. De ki: O
Allah; çok esirgeyicidir; biz O'na îman etmiş ve sırf O'na güvenip dayanmışizdır. Siz kimin
apaçık bir sapıklık
içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz!
30. De ki:
Suyunuz çekilecek olsa, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?
Tıbâk, birbiri üstüne demektir. Bir kimse, bir takunyayı
diğerinin ölçüsünde kesip onu ötekinin üstüne koyduğunda söylenen sözünden
alınmıştır.
Futûr, çatlak ve yarıklar demektir. "Yardı"
mânâsına gelen Jai fiilindendir. Şair şöyle der:
Allah sizin için,
direksiz bir gök bina etti ve onu düzgün yaptı. Onda herhangi bir çatlak
yoktur.[3]
Hasır, yorgun
demektir. Yorulmak mânâsına gelen kökündendir. Deve yorulup yürümekten
kesildiğinde denir. Şâir şöyle der:
Ona Mina'da Muhassab'ta baktım.
Bakışlarını bana yorgun olarak döndü.[4]
Şehîk, eşek anırması gibi çirkin ses.
Parçalanıp birbirinden
ayrılır. Bu kelimenin aslı dür. Hafifletmek için tâ'lardan
biri zikredilmemiştir.
Menâkib, kenarlar ve köşeler demektir. aslında
"yan" manasınadır. Bu kökten, kişinin omuzuna
denir.
Israr ve devam
ettiler.
Sarsılır, sallanır.
Zülfe, "onlara
yakın" demektir.
Gavr, "yere batan" manasınadır. [5]
1. Allah yüceler
yücesidir. Yaratılmışlara her türlü iyilikten bol bol
verendir. Göklerin ve yerin mülkiyeti O'nun kudret elindedir. Göklerde ve yerde
nasıl isterse Öyle tasarruf eder. İbn Abbas şöyle der: Mülk O'nun elindedir. Dilediğini azîz,
dilediğini zelîl eder. Yaşatır ve öldürür. Zengin eder, fakir eder, verir,
vermez.[6] Onun
her şeye gücü yeter. O, tam kudret sahibidir. Bütün işlerde, tartışmasız tam
bir tasarrufa sahiptir.
Bundan sonra Yüce
Allah gücünün alâmetlerini ve yüce hikmetini açıklamak üzere şöyle buyurdu: [7]
2. Dünyada
hayatı ve ölümü meydana getiren O'dur. Dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür.
O, tektir, ezici güce sahiptir. Ölüm, kalplere daha çok korku verici ve
ürpertici olduğu için, Yüce Allah önce onu zikretti. Alimler şöyle der: ölüm,
yok olma ve hayattan tamamen kesilme değildir. O, sadece bir yurttan başka bir
yurda taşınmaktır. Bunun içindir ki, Ölünün, kabrinde işittiği, gördüğü ve
hissettiği bildirilmiştir. Nitekim Rasulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: "Sizden biri kabrine konup da eşi dostu ordan döndüğünde, o onların ayak seslerini işitir"[8] Yine Rasulullah (s.a.v) bir başka hadiste şöyle
buyurmuştur: "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim
söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz. Ancak şu var ki, onlar cevap
veremiyorlar".[9]
Ölüm, sadece ruhun
bedenle ilgisinin kesilmesi ve vücuttan ayrılmasıdır. Allah hayatı ve ölümü
yarattı ki, ey insanlar! Sizi imtihan etsin de, sizden güzel iş yapanla kötü
iş yapanı görsün. Kurtubî şöyle der: Size imtihan
edilen muamelesi yapmak için böyle yaptı. Yoksa Allah itaat edenle isyan edeni
ezelden bilicidir.[10] O,
kendisine isyan edenlerden intikam alacak üstünlüğe sahiptir, tevbe edip O'na dönenlerin günahlarını da çok
bağışlayandır.[11]
3. O,
gökleri, birbiri üstünde, yedi kat olarak yaratandır. Her gök, diğerinin
kubbesi gibidir. Ey muhatap! Allah'ın eşsiz yaratmasında herhangi bir eksiklik,
bozukluk, ihtilaf veya uyumsuzluk göremezsin. Bilakis onların yaratılışları son
derece sağlamdır. Yüce Allah, mahlukatm
yaratılışının yüceliğini göstermek ve gücünün üstünlüğüne dikkat çekmek için
"Onlarda" demeyip Rahman'ın yaratmasında" buyurdu. Göklere ve
onların sağlam yaratılışlarına tekrar bak. Herhangi bir çatlak veya yarık
görebilecek misin? [12]
4. Sonra
tekrar tekrar bak. Bu harikulade göklere ibret
gözüyle defalarca bak. Gözün, senin istediğini göremeden, son derece yorgun ve
bitkin bir halde, boynu bükük ve zelil olarak sana döner. Fahreddin
Râzî şöyle der: Yani, sen tekrar tekrar
baksan, gözün, bulmak İstediğin bozukluk ve kusuru bulamaz. Aksine, yorgun ve
bitkin olarak, istediğini görmeden, uzaklaştırılmış olarak zelil bir halde
döner. Kurtubî
şöyle der: Gözünü göğe çevir ve tekrar tekrar bak.
Gözün sana zelil ve kusur ve bozukluk görmekten uzak bir halde döner.[13] Yüce
Allah'ın tekrar tekrar bakmayı emretmesinden maksat
şudur: İnsan bir şeye bir kere baktığında, tekrar bakmadıkça, onun kusurunu
göremez. Âyetteki "iki kere"den maksat çokluktur. "Gözün sana
yorgun ve zelil olarak döner" mealindeki âyet bunun delilidir. Bu, çok
bakmanın delilidir.[14]
Bundan sonra Yüce
Allah, göğü süslediği parlak ve
ışık saçan yıldızlan anlattı: [15]
5. Ayetin
başındaki yemin lamıdır, ise, kesinlik ifade eder. Yani, Allah'a yemin olsun
ki, Ey İnsanlar! Size yakın olan göğü parlak, aydınlatıcı yıldızlarla süsledik.
Bu, göklerin, yeryüzüne en
yakını olan birinci göktür. Tefsirciler şöyle der: Yıldızlar, geceleyin kandil
gibi ışık saçtıkları için, onlara "kandiller" mânâsına gelen "mesâ-bîh" denildi. Onlarla
başka bir fayda daha sağladık ki, o da, kulak hırsızlığı yapan düşmanlarınız şeytanlar
için taş olmaktır. Katâde şöyle der: Yüce Allah,
yıldızları üç şey için yarattı: Göğün süsü, şeytanlar için taşlar ve karada ve
denizde kendileriyle yol bulunan alâmetler.[16]
Hâzin şöyle der: Eğer, "Yıldızlar gök yüzünün süsü ve şeytanlar için taşlardır.
oysa ki, süs olmaları kalıcı olmalarını gerektirir. Taş olmaları yok olmalarını
gerektirir. Bu iki durum nasıl birleştirilir?" denilirse şöyle cevap
verilir: Bundan makat onlara, yıldızların kütleleri
atılır demek değildir. Aksine, yıldızlardan bir şulenin ayrılıp o şeytanlara
atılması caizdir. Ki bunlar da, "şihâb"
denilen ve yıldızdan kopan ışıklı alevlerdir. Bu, yanmakta olan ateşten alman
bir kora benzer.[17] Ben derim ki, Yüce
Allah'ın, "Ancak bir söz kapan olursa, onu da delen ve yakan bir alev
takip eder"[18] mealindeki âyeti bu
mânâyı destekler. Buna göre yıldızlar taş olarak atı maz.
Taşlama ancak, yıldızdan kopan alevlerle olur. O şeytanları dünyada alevlerle
yaktıktan sonra, âhirette de onlar için alevli bir azap
hazırlamışızdır. Bu da yakılmış ateştir. [19]
6. Rablerini
inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Bu azap, şeytanlara mahsus değil,
aksine Allah'ı inkâr eden her insan ve cin içindir. Kâfirler için cehennem,
dönüp varılacak yer olarak ne kötü bir yerdir.
Bundan sonra Yüce
Allah cehennemi ve oradaki azap, korku ve bukağıları anlatmak üzere şöyle
buyurdu. [20]
7. Odunun
büyük ateşe atıldığı gibi, o kâfirler cehenneme atıldığında, cehennemin,
şiddetli yanması ve fokurdamasından dolayı, eşek sesi gibi, çirkin v.e korkunç
sesini işitirler.[21] İbn Abbas şöyle der: Şehîk, kâfirler cehenneme atıldığında cehennemin çıkardığı
sestir. Eşeğin arpayı görünce anırması gibi, cehennem onları gördüğünde öyle
ses çıkarır. Sonra öyle bir ses çıkarır ki, korkmayan hiç kimse kalmaz.[22]
Cehennem kızgınlık ve şiddetli alev sebebiyle, tencerenin kaynadığı gibi onları
kaynatır. Mücâhid şöyle der: Cehennem onları, az
tanenin çok su içinde kaynadığı gibi kaynatır.
[23]
8. Cehennem,
Allah düşmanlarına karşı şiddetli kin ve Öfkesinden dolayı, nerdeyse ayrılıp parça parça olacak. Oraya her kâfir topluluğu atıldıkça, cehennem
melekleri yani Zebaniler onlara, azarlama ve kınama üslubuyla, "Bu korkunç
günden sizi korkutup uyaracak bir peygamber size gelmedi mi?" diye
sorarlar. Tefsirciler öyle der: Bu soru, hasret üstüne hasret ve azap üstüne
azap çekmeleri için, elemlerini artırmak gayesiyle sorulmuştur. [24]
9. Şöyle
cevap verirler: Evet, bize bir uyarıcı geldi. Allah'ın âyetlerini bize okudu.
Fakat biz onu yalanlayıp peygamberliğini inkâr ettik. Daha çok yalanlamak ve
inkâra devam etmek için, "Allah hiç kimseye vahiy diye bir şey
indirmemiştir" dedik. Râzî şöyle der: Bu,
onların, Allah'ın adaletini itiraf ve Yüce Allah'ın değerli peygamberler göndererek onların inkâr
gerekçelerini ortadan
kaldırdığını ikrar ettiğini gösterir. Fakat onlar, peygamberleri yalanlamış ve
"Allah hiçbir şey indirmedi" demişlerdir.[25] Bu
kâfirlerin sözünün devamıdır. Yani, ey Peygamberler topluluğu! Siz, sadece
haktan uzak, apaçık, derin bir sapıklık içindesiniz. [26]
10. Kâfirler
der ki: Faydalanabilecek aklımız olsaydı
veya hak ve
hidayeti arayan kulak
gibi işitseydik, cehennemde ebedî kalmayı hak etmezdik. [27]
11. Suçlarını
ve peygamberleri yalanladıklarını itiraf ederler. Cehennem ehli, Allah'ın rahmetinden
uzak ve helak olsun. İbn Kesîr şöyle der:
Pişmanlığın fayda vermediği bir yerde pişman olarak, kendilerini kınamaya
başladılar.[28] Bu, dua cümlesidir. Yani Allah onları
rahmetinden uzaklaştıran ve helak etsin.
Bundan sonra Yüce
Allah, bedbaht kâfirlerin durumunu anlatınca, iyi, bahtiyar kimselerin durumunu
anlatarak şöyle buyurdu: [29]
12. Rablerini
görmeden Ondan korkan ve Allah'ın rızasını kazanmak için günahlardan
sakınanlar var ya işte Allah katında onlara, günahları
için büyük bir bağışlama ve
Allah'tan başkasının bilemeyeceği kadar bol sevap vardır. [30]
13. Bu
hitap, bütün yaratıklaradır. Yani, ey insanlar! Sözünüzü ve kelamınızı ister
gizleyin, ister açıkça söyleyin, onu gizleseniz de, açıkça söyleseniz de
aynıdır. Allah bilir. Çünkü Yüce Allah, gizli olanları ve niyetleri bilendir.
Kalplerden geçeni ve onlara verilen vesveseleri bilir. İbn
Abbas şöyle der: Bu âyet müşrikler hakkında inmiştir.
Müşrikler, Peygamber (a.s.)'in aleyhinde konuşup dil uzatıyorlardı. Cebrail
(a.s.) de, söylediklerini Rasulullah (s.a.v)'a haber
veriyordu. Bunun üzerine birbirlerine dediler ki: Gizli konuşun ki, Muhammed'in
ilâhı işitmesin. Bunun üzerine Yüce Allah, hiçbir şeyin kendisine gizli
kalmayacağını ona bildirdi.[31]
14. Yaratan,
yarattıklarını bilmez mi? Eşyayı yaratan ve onları meydana getiren,
yarattığının gizli ve açık tarafını nasıl bilmez? Halbuki O, kulların sırlarına
vâkıftır, gizli kapalı işleri bilir. Her şeyden haberdardır, hiçbir şey O'nun
ilminden uzak kalmaz. Onun haberi olmadan hiçbir zerre kımıldamaz. Hiçbir
nefis ne hareket eder, ne de durur.
Bundan sonra Yüce
Allah, birliğinin ve gücünün delillerini ve kullarına olan lütuf ve ihsanının
alâmetlerini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [32]
15. Yeryüzünü
sizin için uysal ve yollarını kolay kıldı. Ey insanlar! Yeryüzünün etrafında
yürüyün. İbn Kesîr şöyle der: Dünyanın etrafından,
dilediğiniz yerde yolculuk yapın. Ticaret ve kazanç için bölgelerinde ve
etrafında dolaşın.[33] Yüce
Allah'ın size ihsan ettiği çeşitli kazanç ve rizıklardan
yararlanın. Alûsî şöyle der: Faydalanma şekilleri
çoğu zaman "yeme" ile ifade edilir. Çünkü yemek, bunların en
önemlisi ve en genelidir. Bu ayette ,
sebebe sarılmanın ve kazanmanın mendûb olduğuna delil vardır. Bu, tevekküle aykırı değildir.
Ömer (r.a) bir kavmin yanından geçerken, "Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Biz, tevekkül eden kişileriz" diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Ömer (r.a.) "Aksine siz, tevekkül eder görünenlersiniz. Tevekkül eden,
tohumunu toprağa atıp Rabbine tevekkül eden adamdır" dedi.[34]
Ölümden ve yok olduktan sonra, hesap ve ceza için dönüş, sadece Allah'adır.
Bundan sonra Yüce
Allah, Hz. Peygamber (a.s.)'i yalanlayan Mekke
kâfirlerini tehdit ederek şöyle buyurdu: [35]
16. Ey
kâfirler topluluğu! Rabbiniz, yeryüzünü, etrafında yürüyebileceğiniz şekilde
size boyun eğdirdikten sonra, şimdi, O Yüce Rabbinizin sizi yere batırıp sizi
karanlıklarda kaybetmesinden emin mi oldunuz? O zaman yer, sizi şiddetli bir
şekilde sarsar. Râzî şöyle der: Bundan maksat şudur:
Yüce Allah onları yere batırdığında, yeri deprenip sarsılacak şekilde hareket
ettirir de yer onların üstünde kalır, onlar da yere batıp giderler. Yer
onların üstünde sarsılıp hareket eder, neticede onları aşağıların aşağısına
atar.[36]
17. Veya
Yüce Allah'ın, Lût kavminin ve Fîl ashabının üzerine
gönderdiği gibi, başınıza gökten taş göndermesinden emin mi oldunuz? Azap
görülünce, uyarımın ve yalanlayanları cezalandırmamın nasıl olacağını
anlayacaksınız. Bunda şiddetli bir tehdit ve korkutma vardır, ve kelimelerinin
aslı ve dir. Âyet sonlarının uygunluğuna riayet için "yâ"
zikredilmemiştir. [37]
18. NÛh, Âd ve Semûd kavimleri ile
benzeri geçmiş milletlerin kâfirleri de peygamberlerini yalanlamıştı. Azabın
inişiyle onları cezalandırmam nasıl oldu? Bir bak. Son derece korkunç değil
miydi? Bu, Rasulullah (s.a.v.) için bir teselli ve
onun müşrik kavmi için de bir tehdittir.
Yüce Allah, başlarına
gelebilecek, yere batırma ve taş gönderme azabından onları sakındırdıktan
sonra, kuştan ve Allah'ın onu sağlam yaratmasından ve ilah oldukları iddia
edilenlerin böyle bir şeyi yaratmaktan âciz kalmalarından ibret almaya
dikkatlerini çekerek şöyle buyurdu: [38]
19. Havada uçtukları
ve süzüldükleri esnada kanatlarını açan, zaman zaman
kanat çırptıkça onları kapatan,
üstlerindeki kuşlara ibret
nazarıyla bakmadılar mı? Kanatlar çoğunlukla
açık ve sanki öylece sabitmiş gibi olduğu için, Yüce Allah bu durumu şeklinde
isimle ifade etti. Kanatları kapatmak olayı zaman zaman
tekrarlandığı için onu da "kapatırlar"
şeklinde fiil ile ifade etti. İbn Cüzeyy
şöyle der: Eğer, "niçin üslubuna uygun olarak demedi" denilirse,
şöyle cevap verilir: Uçuşta
kanatlan açmak asıldır. Nitekim yüzmede de kol ve bacakları uzatmak asıldır. İsm-i fail devamlılık ve çokluk ifade ettiği için, Yüce
Allah onu cüL, şeklinde ism-i
fail kalıbı ile zikretti.[39] Kanatları
kapama işine gelince, kuş bunu, dinlenmek ve destek için, az yapar. Dolayısıyle Yüce Allah bunu, azlığından dolayı fiil lafzı
ile zikretti, Kanatlan açıp kaparken havada onları düşmekten koruyan, rahmeti
bütün kainatı kapsamış olan yaratıcı Rahman'dan başkası değildir. Râzî şöyle der: Yani, kuşlar ağır ve iri cüsseli olmakla birlikte, hava boşluğunda kalabilmeleri
Allah'ın tutması ve koruması sayesindedir. Menfaate uygun
olarak kanatlarını nasıl açıp ka-payacaklannı
Allah'ın onlara ilham etmesi, Allah'ın rahmetindendir.[40] Kuşkusuz
Allah, ilmi ve hikmeti icâbı nasıl yaratacağını ve nasıl eşsiz şeyleri meydana
getireceğini bilir.
Bundan sonra Yüce
Allah, işitmeyen ve fayda vermeyenlere ibadet etmeleri hususunda, müşrikleri
kınayarak şöyle buyurdu: [41]
20. Allah'ın
azabını sizden savabilecek yardımcı ve destekçiler kimlerdir? İbn Abbas şöyle der: Size azap
etmek istersem, sizi Benden kim korur?[42]
ilahların fayda ve zarar vereceğine inanmaları hususunda kâfirler, sadece büyük
bir cehalet ve apaçık bir sapıklık içindedirler. Zira vehimleri hakikat zannettiler
de putlara aldandılar. [43]
21. Allah
size rızkını vermezse, O'ndan başka size kim nzık
verir? Bu iki âyetteki hitap kınama, tehdit ve aleyhlerinde delil getirme
üslubu ile kâfirleredir.[44]
Bilakis onlar taşkınlığa devam ve isyanda ısrar ettiler. Haktan ve imandan
uzaklaştılar.
Bundan sonra Yüce
Allah, kâfir ve mü'min için misal getirerek şöyle
buyurdu: [45]
22. Başı
eğik yolunu göremeyen, karanlıkta yürüyen kör deve gibi yalpalayan, her an
tökezleyen ve yüz üstü düşen âmâya benzeyen kimse mi, daha doğru yoldadır,
yoksa dimdik yürüyen, yolunu gören ve açık bir yolda yürüdüğü için tökezlemeyen
kimse mi? Tefsirciler şöyle der: Bu, Allah'ın, mü'min
ve kâfirler için getirmiş olduğu bir meseldir. Kâfir, görmeden ve rehbersiz
yürüyen köre benzer. Yolunu bulamaz. Şaşırıp sapar ve durmadan yüz üstü düşer. Mü'min ise, uzuvları tam, gözleri sağlam, dosdoğru yolda
yürüyen birine benzer. O, yalpalama ve tökezlemekten emindir. Bu, onların
dünyadaki misalidir. Âhirette de durumları böyle
olur. Mü'min, dosdoğru yol üzerinde düzgün bir
şekilde yürüyerek mahşer yerine getirilir. Kâfir ise, cehennemin alt
tabakalarına yüz üstü sürünerek
toplanır. Katâde şöyle der:
Kâfir, Allah'a karşı isyanlara dalmıştır. Dolayısıyle
Yüce Allah kıyamet günü onu yüz üstü haşredecektir. Mü'min ise apaçık bir yol üzerindedir. Dolayısıyle
Allah onu da, kıyamet günü dosdoğru bir yol üzerinde toplar.[46] İbn Abbas şöyle der: Bu, sapıklık
yoluna girenle doğru yola giren için bir meseldir.[47]
Bundan sonra Yüce
Allah, yüce nimetlerini onlara hatırlattı ki, içinde bulundukları, inkâr ve
şirkin çirkinliğini anlasınlar. [48]
23. Ey
Muhammed! Onlara de ki, sizi yoktan var eden ve bu nimetleri yani göz, kulak
ve akıl veren Yüce Allah'tır. Bu azalar, bilgi elde etme ve anlama vasıtası
olduğu için özellikle bunları zikretti. Sayılamayacak kadar nimetlerine karşı,
Rabbinize ne de az şükrediyorsunuz.[49] Taberî şöyle der: Rabbinizin size vermiş olduğu bu
nimetlere karşı O'na ne de az şükrediyorsunuz"[50]
24. De ki,
sizi yaratıp yeryüzünde çoğaltan O'dur. Hesap ve ceza için, dönüşünüz sadece
O'na olacaktır. [51]
25. Kıyamet
ve haşrin olacağına dair bize verdiğiniz haberde
doğru sözlü iseniz, bizi tehdit ettiğiniz haşr ve ceza
ne zaman olacak, söyleyin. Bu, kâfirler tarafından yapılmış bir olaydır. [52]
26. Ey
Muhammed! Onlara de ki: "Kıyametin kopma ve ceza verme zamanının bilgisi Allah kalındadır. Başkası onu bilmez.
Ben sadece, Allah'ın emrini yerine getirmek için, sizi O'nun azabından korkutan
uyarıcı bir peygamberim.
Bundan sonra Yüce
Allah, müşriklerin o zor gündeki durumunu bildirerek şöyle buyurdu: [53]
27. Azabı ve
kıyametin korkunç olaylarını yakınlarında gördüklerinde, yüzlerinde, sıkıntı,
gam ve kederin meydana getirdiği üzüntü alâmetleri görünür ve o yüzleri
zelillik ve acizlik sarar. Ebû Hayyân
şöyle der: Azabı görmek, onların yüzlerini kötüleştirir ve orada öldürülmeye
götürülen kimsenin yüzünde görülen keder ve üzüntü görülür.[54] Melekler,
kınamak ve susturmak için onlara şöyle derler: İşte bu, dünyada yalanlamak ve
alay etmek maksadıyle, hemen gelmesini istediğiniz
şeydir. [55]
28. Ey
Muhammed! Senin helak olmanı isteyen o müşriklere de ki: Bildirin bana, Allah
beni ve benimle birlikte olan mü'minleri öldürür veya
ecellerimizi erteleyerek bize merhamet ederse Sizi Allah'ın, elem verici
azabından kim koruyacak? Yüce Allah, onların kâfirliklerini tescil etmek ve
yaptıklarının çirkin olduğunu göstermek için "sizi kim koruyacak?"
şeklindeki zamir yerine "Kâfirleri kim koruyacak?" şeklinde isim
getirdi. Tefsirciler şöyle der: Kâfirler, Peygamber (a.s.) ile mü'minlerin yok olmasını istiyorlardı. Dolayısıyle
Yüce Allah, Rasulüne, onlara şöyle demesini emretti:
Allah, öldürmek suretiyle beni ve beraberimdekileri yok ederse, bunda sizin ne
yararınız var?! Allah'ın azabı size indiğinde, sizi ondan kim koruyacak?
Putların sizi, o, elem verici azaptan kurtaracağını mı zannediyorsunuz?[56]
29. Onlara
de ki: O, Rahmân'dır. Bİz bir tek olan o Allah'a inandık. Bütün işlerimizde,
mallara ve adamlara değil, O'na dayandık. Yakında kimin sapıklık içersinde
olduğunu anlayacaksınız. Biz mi, yoksa siz mi? Burada müşrikler için bir tehdit
vardır. [57]
30. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Haber verin bana. Su, çıkaramayacağınız şekilde yerin
derinliklerine sızıp gittiğinde, yeryüzünde akıp görünecek şekilde, onu size
kim çıkarıverecek?! Allah'tan başkası, size onu getirebilir mi? Öyleyse,
yaratıcı ve rızık verene, başkasını yani putları
niçin ortak koşuyorsunuz? [58]
Bu mübarek sûre,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. ile ve
arasında tıbak vardır. Çünkü, manasınadır.
2. Terkibinde,
saygı ve tazim için ism-i mevsul
getirilmiştir. Yani, mülk ve saltanat O'nundur. Kâinatta tasarruf hakkı O'na
aittir.
3. "Gözü
çevir"den sonra, "Gözü tekrar tekrar çevir"
denilerek, cümlenin iki kere tekrarlanın asiyle itnab
yapılmıştır. Daha çok hatırlatma ve uyarma için böyle yapılmıştır. Aynı şekilde
cümlelerinde de itnab vardır.
4.
"Size bir uyarıcı gelmedi mi? "Bu, istifhâm-ı inkârı olup kınama ve
azarlama için sorulmuştur.
5. "Rablerini
inkâr edenler için cehennem azabı vardır" ile "Görmeden Rablerinden
korkanlara gelince, onlar için bağışlanma vardır" âyeti arasında mukabele
sanatı vardır. Yüce Allah ikinci âyete mukabil, birinci âyeti söylemiştir. Bu
da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
6. "Neredeyse
öfkeden parçalanacaktı" âyetinde istiâ-re-i mekniyye vardır. Yüce Allah, kaynaması ve alevinin şiddeti
hususunda cehennemi, öfkesinin şiddetinden neredeyse patlayacak derecede
düşmanına şiddetli kin ve öfke duyan kimseye benzetti. Müşebbehun
bihi hazfederek, istiâre-i mekniyye
yoluyla ona, levazım atın d an olan bir şeyle, yani şiddetli kin ile işaret
etti.
7.
"Şimdi, yüz üstü kapanarak yürüyen mi, varılacak yere daha iyi erişir,
yoksa doğru yolda yürüyen mi?" âyetinde istiâre-i temsîliyye
vardır. Bu, mü'min ve kâfir için
misal getirme üslubuyla anlatılmıştır. Mü'min dosdoğru yolda dimdik yürür, kâfir ise, yüz üstü
eğilmiş olarak cehenneme doğru yürür. Allah'ım! Bu ne parlak bir istiare!
8. ve
benzeri âyet sonlarının uygunluğuna riayet için seci' murassa' yapılmıştır.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Mülk Sûresi"nin tefsiri bitti. [59]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/505.
[2] Tirmizi
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/506.
[3] Bahr, 8/298
[4] Kurtubî, 18/210
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/510-511.
[6] Kurtubî, 18/206
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/511.
[8] Buharı, Cenâiz, 68, 87; Ebû Dâvûd, Cenâiz,
74.
[9] Buhârî, Cenaiz,
86; Müslim. Cennet 86,87.
[10] Kurtubî, 18/207
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/511-512.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/512.
[13] Tefsîr-i kebîr, 30/58
[14] Kurtubî, 18/209
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/512.
[16] Bahr, 8/299
[17] Hâzin, 4/125
[18] Sâffât sûresi, 37/10
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/512-513.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/513.
[21] İbn Cüzeyy
şöyle der: Şehîk, eşeğin çıkardığı seslerin en
çirkinidir. Bununla Yüce Allah, Şiddetli kaynaması ve korkunçluğundan dolayı
cehennem sesini kastetmektedir.
[22] Teshîl, 4/134
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/513.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/513-514.
[25] Tefsîr-i kebîr, 30/64
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/514.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/514.
[28] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/528
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/514.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/514.
[31] Hâzin, 4/126: Âlûsî, 29/13
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/514-515.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/515.
[33] Muhtasar-t İbn Kesîr, 3/528
[34] Âlûsî, 29/15
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/515.
[36] Tefsîr-i kebîr, 30/70
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/515.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/515-516.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/516.
[39] Teshil, 4/136
[40] Tefsîr-i kebîr, 30/71
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/516.
[42] Hâzin, 4/126
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/517.
[44] Tefsîr-i kebîr, 30/73
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/517.
[46] İbn Kesîr şöyle der: Bu,
Allah'ın mü'min ve kâfir için getirmiş olduğu bir
meseldir. Sapıklık içinde bulunan kâfirin misali, yüzü üstü yani dik değil de
başı eğik yürüyen kimsenin durumuna benzer. Hangi yola gireceğini ve nasıl
gideceğini bilmez. Şaşkın, hayret içinde ve yolunu yitirmiş bir haldedir. Mü'min ise, apaçık bir yolda dimdik yürür. Şimdi bunlardan
hangisi daha doğru yoldadır. Bu mu, yoksa öbürü mü? (Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/530)
[47] Tabcrî, 7/20
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/517.
[49] İbn Atiyye
şöyle der: Bundan maksat şükredilmediğini ifade etmektir. Yüce Allah bunu "azlık"la
ifade etmiştir. Nitekim Araplar, hiç bitki vermeyen bir toprak için, Burası, ne
de az bitki veren bir topraktır" derler. (Bkz. Bahr, 8/303)
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/518.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/518.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/518.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/518.
[54] Bahr, 8/307
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/518.
[56] Tefsîr-i kebîr, 30/76
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/518.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/519.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/519.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/519-520.