KALEM SÛRESİ

 

68

 

İndiği Yer :

 

Mekke

 

İniş Sırası :

 

2

 

Âyet sayısı :

 

52

 

Nüzulü

 

Mushaftaki sıralamada altmış sekizinci, iniş sırasına göre İkinci sûredir. Alak sûresinden sonra, Müzzemmil sûresinden önce Mekke'de inmiştir. 17. âyetten 50. âyete kadar olan kısmının Medine'de indiği yönünde bir rivayet bulunmakla bera­ber.[1] âyetlerin üslûp ve İçeriğinden bunların da Mekke'de in­diği anlaşılmaktadır.[2]

 

Adı

 

Sûre adını birinci âyette geçen "kalem" kelimesinden almış olup yaygın ola­rak bu adla anılmaktadır. Tefsirlerde "Nûn" adıyla da anılır. Buhârî ise sûrenin adını "Nûn ve'1-kalem" olarak kaydetmiştir. [3]

 

Konusu

 

Muhammed aleyhisselâmın Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir elçi ol­duğuna vurgu yapılması, yüksek şahsiyeti ve Mekkeli müşriklerin onun getirdiği mesaj konusunda yaymaya çalıştıkları tereddütler, müşriklerdeki şahsiyet bozuk­lukları, nimete karşı nankörlüğün sonucunu açıklamak amacıyla anlatılan "bahçe sahipleri kıssası", âhiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri, Allah'ın müminler için ha­zırlamış olduğu ödüller ve kâfirlere vereceği cezalar, sûrenin başlıca konularıdır. Ayrıca Hz. Peygamber'e metanetli olması, Yûnus Peygamber'in yaptığı gibi sabır­sızlık göstermemesi tavsiye edilmektedir. [4]

 

Meali

 

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. Nûn. Kaleme ve (kalem eh­linin) onunla yazdıklarına andolsun ki sen -rabbinin lütfü sayesinde- asla deli değilsin. 3. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir ödül vardır. 4. Sen el­bette üstün bir ahlâka sahipsin. 5-6. Aranızdan hanginizin aklı bozuk olduğu­nu yakında sen de göreceksin, onlarda görecekler. 7. Doğrusu, yolundan sa­pan kimseyi en iyi bilen rabbindir; hidayete erenleri de en iyi O bilir. 8. Şu halde seni yalancılıkla itham edenlere boyun eğme! 9. İsterler kî sen (onlara) taviz veresin, onlar da tavizci olsunlar. 10-14. Olur olmaz yemin eden aşağılık, daima kusur arayıp iğneleyen, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep en­gelleyen, saldırgan, günahkâr, huysuz ve sert, bütün bunlardan sonra bir de ne idüğü belirsiz kimselere, serveti ve çocuktan var diye sakın boyun eğme. 15. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "Öncekilerin masalları!" der. 16. Ya­kında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız! [5]

 

Tefsiri

 

1-7. Sûrenin bağında bulunan "nûn" harfi, "hurûf-i mukattaa"dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin İlk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi ve­rilmiştir.

Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldık­larına inanırlardı. Hz. Peygamber'İn de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâ­hin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı[6]  Bu nedenle Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, İddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Al­lah'ın lütfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu. [7]

Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler:

Arap dilinde, "(kalem ehlinin) yazdıklarına" diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu, bu da yazı yazanın gerçekte ka­lem değil, onun arkasındaki görünmeyen bir akıl ve idrak sahibi olduğunu göste­rir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılar­dan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan Rabbü'l-âlemîn'i anlamak gerekir. Öte yandan bu fi­ilin, "yazmakta oldukları ve yazacakları" anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır  [8]"Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yaz­dıklarından maksat da Kur'an'dır" diyenler olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın dü­şünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilgi­nin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Yüce Allah'ın bu sûreye kalem üzerine yemin ederek başlaması da kalemin önemine yapılan bir vur­gu anlamı taşır. Kur'ân-ı Kerîm'in ilk inen sûresine (Alak) "Oku!" buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm'ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi gös­termesi açısından oldukça anlamlıdır.

Hz. Peygamber'e verilen "bitip tükenmeyen ödül", dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah'ın yar­dımı, âhirette ise Allah'ın ona lütfedeceği müstesna mükâfatlardır  [9] 4. âyetteki "üstün ahlâk" ise Hz. Peyganıber'in sahip olduğu Kur'an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber'in ah­lâkının Kur'an ahlâkı olduğunu belirtmiş[10] kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta', "Hüsnü'l-huluk", 8). Bu açıklamalar, Hz. Peygamber'in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah'ın lütfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber'e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyan içermektedir. Burada inkarcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber'i mi yoksa kendilerini mi cin çarp­mış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir savaşın­da müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve ne- ye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmakta­dır; buna göre inkarcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlaya­cak ve onları mutlu kılacak olan Allah'ın dininden ve O'nun yolundan saptıkları için asıl mecnun onlardır. [11]

 

8-9. Resûlullah'm şahsında bütün müminlere hitap edilerek Peygamber'! ya­lancılıkla İtham eden ve hakkı yalan sayanlara boyun eğmemeleri, onların İradele­rine teslim olmamaları istenmektedir. Çünkü inkarcılar Hz. Peygamber'in ahlâkî prensipler ve manevî değerler konusunda taviz vermesini, bu anlamda uzlaşmacı davranmasını ve İslâm'ın kendilerine ters gelen, çıkarlarıyla çatışan yönlerinin bı­rakılmasını istiyor; buna karşılık kendilerinin de taviz vereceklerini ve ona muha­lefet etmeyeceklerini söylüyorlardı. Hatta bir müddet Hz. Peygamber'in kendi ilâhlarına tapmasını, bir müddet de kendilerinin Hz. Peygamber'in ilâhı olan bir Allah'a tapmalarını teklif etmişlerdi[12] Allah Teâlâ onların bu tu­tum ve beklentilerine karşı Hz. Peygamber'in tavizsiz davranmasını, gevşeklik göstermemesini istemektedir. Zira doğru yol onun yoludur. [13]

 

10-16. Müşriklerin ileri gelenleri hakkında inen bu âyetler, onların genel ka­rakterlerinin güzel bir özetidir, "Ne idüğü belirsiz" diye çevirdiğimiz 13. âyetteki "zenîm" kelimesine müfessirler "bir toplumdan olmadığı halde onlara yamanmış olan, babası bilinmeyen, kötülüğü ile tanınan, lüzumsuz kimse, faydasız şey" an­lamlarını vermişlerdir. [14]Zenîm kelimesinin burada özellik­le günah İşlemekten, haksızlık yapmaktan, zarar vermekten utanıp çekinmeyecek kadar tabiatı bozulmuş, insanlığını kaybetmiş, bu anlamda soysuzlaşmış kişiyi ifa­de ettiği söylenebilir. Bu âyetlerde Hz. Peygamber ve ona iman edenler uyanlarak anılan kötü niteliklerin tümünü veya bir kısmını taşıyan kimseye mal ve oğullan var diye yani zengin ve güçlü olduğu için boyun eğmemeleri istenmektedir.

"Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız" dîye çevirdiği­miz 16. âyet mecazî bir anlatım olup, güç ve zenginliğinden dolayı şımararak Al­lah, peygamber ve kitap tanımayan kimseyi Yüce Allah'ın zelil ve perişan edece­ğini, kibir ve gururunu kıracağım ifade eder. [15]

 

Meali

 

17-18. Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, ("Allah izin verirse" gibi) bir kayıt koymaksızın sabah erkenden bahçenin meyvesini kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi. 19-20. Fakat onlar uykudayken rabbin tarafından gelen kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de bahçe kesilip kurumuş gibi oldu. 21. Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler: 22. "Eğer devşirecekseniz erkenden tarlanızın basma gidin!" 23. Derken yola koyuldular. Birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı: 24. "Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!" 25. Amaçlarını gerçekleştirebilecek şekilde erkenden yola düşüp gittiler. 26-27. Bahçeyi gör­düklerinde ise "Herhalde yanlış yere gelmişiz" dediler. 28. İçlerinden aklı başında olan biri şöyle dedi: "Ben size 'Emrine uyarak rabbinizin şanını yüceltmelisiniz' dememiş iniydim?" 29. Şöyle cevap verdiler: "Rabbimizi. Tenzih ederiz; doğrusu biz haksızlık etmişiz." 30. Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar. 31. "Yazıklar olsun bize, dediler, gerçekten biz azgın kişilermişiz! 32. Belki rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Biz rabbimizden bu­nu diliyoruz." 33. İşte ceza budur. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi! [16]        

 

Tefsiri

 

17-33. Bu âyetlerdeki kıssada bir bahçe olayı örnek gösterilerek Allah'ın ver­diği nimetlere şükretmeyen Mekke

müşrikleri uyarılmaktadır. Rivayete göre geç­mişte dindar bir adamın her türlü meyve, ekin ve hurma ağaçlan bulunan bir bah­çesi vardı. Hasat zamanı geldiğinde fakirleri çağırır, bahçenin ürünlerinden onlara ikramda bulunurdu. Adam ölünce oğullan, aile fertlerinin çokluğunu ileri sürerek yoksulların payını kesmeye ve bahçenin ürününü sabahleyin erkenden gizlice top­lamaya karar vermişler, ancak gece gelen bir âfet tirünü imha etmişti[17]  Yüce Allah, Kur'an'da birçok yerde, verdiği nimete şükredenlere daha fazla nimet vereceğini, nankörlük edenleri de cezalandıracağını haber vermiştir. [18] Nitekim Hz. Peygamber'I yalancılıkla İtham edip getirdiği mesajı reddeden Mekke müşrikleri de Peygamber aralarından ayrıldıktan sonra eski refahlarını, özellikle ticarî imkânlarını giderek kaybetmişler, sonunda müslümanlar karşısında varlıkları son bulmuştur.

Müfessirlerin çoğunluğu 18. âyeti, "Bahçe sahipleri 'Allah İzin verirse' de­meden ertesi gün yapacakları iş hakkında karar verdiler" şeklinde açıklamışlardır '("Allah izin verirse" gibi) bir kayıt koymaksızın' dîye çevirdiğimiz bölüm hak­kında "yoksulların payını ayırmaksızın" şeklinde de bir yorum vardır. [19]  Gelecekte bir işi yapmaya niyet ederken "İnşaallah" diyerek işi Allah'ın ira­desine bağlamak gerekiyordu. Nitekim bu konuda Yüce Allah Peygamber efendi­mizi şöyle uyarmıştır: "'Allah izin verirse' demeden hiçbir şey için 'Şu işi yarın yapacağım' deme!" [20] "Hiç kimse yann ne elde edeceğini bilemez"[21]  Zira bîr şeyin meydana gelmesi için sadece insanın irade ve gü­cü yeterli değildir, Allah'ın da onu dilemesi gerekir.

28. ayette geçen "rabbiıı şanını yüceltmek"ten maksat da 18. âyette bildirilen "Allah izin verirse" gibi bir istisnadır, yani işi Allah'ın iznine bağlamaları yahut fakirler hakkındaki niyetleri ve takındıkları tavırdan dolayı Allah'tan af dilemele­ridir. [22]  28-32. âyetlerden anlaşıldığına göre bu kişiler içlerin­den aklı başında birinin haklı uyanlarını dikkate almamışlar, fakat bahçelerinin mahvolduğumı görünce onun haklı olduğunu anlamışlar, nasihatine kulak vermiş­ler ve yaptıklarına pişman olup tövbe etmişler; ancak iş işten geçmiş, bahçeleri yanmıştı. [23]

 

Meali

 

34. Şüphesiz Allah'a itaatsizlikten sakınanlar için rahlen katında ni­metleri bol cennetler vardır. 35. Öyle ya, emrimize boyun eğenleri o günah­kârlarla bir mi tutacağız? 36. Size ne oluyor! Ne biçim hüküm veriyorsunuz! 37-38. Yoksa elinizde okuduğunuz bir kitap var da orada istediğinizin sizin olacağını mı yazıyor? 39. Yoksa, "Neye hüküm verirseniz o mutlaka sizin­dir" diye tarafımızdan lehinize verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var? 40. Sor onlara: İçlerinden bu sorumluluğu omuziayan kim­dir? 41. Yoksa onların (kendilerine akıl veren) ortakları mı var? Doğru sÖy-lüyorlarsa haydi getirsinler ortaklarını! 42. İş ciddileşip paçalar sıvandığı gün secdeye çağrılırlar, bunu da yapamazlar; 43.0 sırada gözlerine korku çökmüş, perişan olmuşlardır. Halbuki onlar, yapabilecek durumda iken de secdeye çağrılmışlardı. 44. Sen bu sözü yalan sayanı bana bırak! Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz. 45. Onlara mühlet veriyorum; ama benim planım çok sağlamdır! 46. Yoksa sen onlar­dan bir ücret istiyorsun da bunun ağırlığı altında kalmaktan mı çekiniyor­lar? 47. Yahut gayb bilgisine sahipler de oradan mı yazıyorlar? [24]

 

Tefsiri

 

34-41. Kur'an âhirette müminlere büyük Ödüller, "nimetleri bol cennetler" müjdeledikçe müşrikler dünyadaki sosyal konumlarına aldanarak böyle bir şey ol­duğu takdirde kendilerinin daha büyük nimetlere mazhar olacaklarım savunmuş­lardı; âyetler onlara cevap vermektedir. Cevapların soru tarzında sıralanması onla­rın tutumlarının hayret verici ve kabul edilemez olduğuna işaret etmektedir, 37-38. âyetlere göre âhirettekİ mutluluk dünyadaki güç ve zenginliğe değil, iman ve İyi amele bağlıdır; bu mutluluğu kimlerin hak ettiğini de en iyi Allah bilir; çünkü hak etme şartlarını ve ölçülerini koyan yalnız O'dur. Bu husustaki rehber de O'nım ki­tabıdır. [25]

 

42-43. Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki "gün"den maksat, son dere­ce şiddetli ve sıkıntılı olayların ortaya çıkacağı kıyamet günüdür. "İş ciddileşip pa­çalar sıvandığı..." diye çevirdiğimiz "yükşefu an sakın" deyimi lafzan "incikten açılır" şeklinde tercüme edilmekte; bununla ciddi, önemli ve güç bir işe girişilme­si veya bütün hakikatlerin açıkça ortaya çıkması ya da bir olayın iyice yaklaşması kastedilmektedir. [26] Âyette bu deyim özellikle kıyamet günü­nü ve o günün sıkıntılarım ifade etmektedir. İnsanların o günün sıkıntısından kur­tulmaları için mahşerde görevli melekler veya Allah'ın ilham ettiği kimseler onla­rı Allah'a secde etmeve casırırlar Cİbn[27]Râzî've göre inkarcılar dünyada Allah'a secde etmedikleri için âhirette kınamak ve azarlamak maksadıy­la secdeye çağrılacaklardır . [28] Hadiste buyurulduğu üzere erkek-kadm herkes Allah'a secde eder; dünyada gösteriş için secde etmiş olanlar da secde et­mek isterler fakat eğilemezler[29]  Başka bir rivayette in­karcıların da secde etmek isteyecekleri fakat buna güçlerinin yetmeyeceği haber verilmiştir. [30]  Onlar, gözlerine korku çökmüş, zillet içerisinde ve perişan bir halde bulunurlar. Halbuki dünyada yapabilecek durumda iken de sec­deye çağrılmışlar, fakat secde etmemişlerdi. Bu nedenle âhirette secde etme güç­leri ellerinden alınacaktır. [31]

 

44-45. "Bu söz" diye çevirdiğimiz "hadîs" kelimesi "ilâhî vahiy, Kur'ân" ve­ya "yeniden dirilmeyi ve âhiret hesabını bildiren ilâhî haber" şeklinde yorumlana­bilir. 44. âyetteki "Bu sözü yalan sayanı bana bırak" cümlesi, vahiy ve âhîreti in­kâr edenleri cezalandırma yetkisinin yalnız Allah'a mahsus olduğunu ifade eder. "Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz" diye çevirdiğimiz cümle ise kısaca şunu anlatıyor: Allah verdikçe onlar şımarır; fakat O, imtihan sebebiyle vermeye devam eder. Bu durum İslâmî literatürde "istİdrac" terimiyle ifade edilmiştir. [32]

ayette "plan" diye çevirdiğimiz "keyd" kelimesi, Allah için kullanıldığın­da, İslâmiyet ve müslümanlar aleyhinde çalışan inkarcıların planlarını boşa çıka­ran Allah'ın adaletli ve hikmetli planını ifade eder. Yüce Allah kendi planı uyarın­ca, âyetlerini yalan sayanları hemen cezalandırmayıp onlara mühlet verdiğini, ken­dilerine bazı imkân ve fırsatlar tanıdığını, bu suretle onların derece derece kurtu­luşu olmayan bir yıkıma doğru gittiklerini ifade buyurmaktadır. [33]

 

46. Peygamber, tebliğ faaliyetinin karşılığında ücret beklemez, muhataplarda maddî anlamda borç altında olmazlar, tebliğ de itaat da maddî kaygılarla ilgisi olmayan, tamamen dinî ve ahlâkî birer görevdir. [34]

 

47.İnkarcılara soru tarzında başka bir uyarı olup özellikle dinî konularda in­sanın bilgi kapasitesinin sınırlı olduğuna, Allah'tan başka hiç kimse ğayb âlemi hakkında bilgi sahibi olmadığı için bu konularda ileri sürülen iddiaların da temel­siz olacağına, sonuç olarak din konularında Allah'ın peygamberi vasıtasıyla insan­lara ulaştırdığı vahiy bilgisinin yegâne kaynak olarak benimsenmesi gerektiğine işaret edilmektedir. [35]

 

Meali

 

48. Sen rabbinin hükmüne sabret; şu balık sahibi gibi olma. Hani o, öf­keli olarak seslenmişti. 49. Rabbinin lütfü imdadına yetişmeseydi o, mutlaka ıssız bir sahaya kınanmayı hak etmiş olarak atılacaktı. 50. Fakat rabbi onu se­çip sâlihlerden eyledi. 51.0 inkarcılar Kur'an'ı işittikleri zaman, seni gözle­riyle dcvirivereceklermiş gibi bakar, "Şüphe yok o bir delidir" derler. 52. Oy­sa Kur'an, âlemler için öğütten başka bir şey değildir. [36]

 

Tefsiri

 

48-50. "Rabbinin hükmü"nden maksat Hz. Muhammed'e verilen peygam­berlik ve dini tebliğ görevidir. [37] veya Allah'ın inkarcılara mühlet vererek onlara karşı Hz. Peygamber'e yar­dımını ertelemesidir. [38] "Balık sahibi" ise Yûnus peygamberdir. Hz. Peygamber'e, Allah'ın verdiği görevi sabırla yerine getirmesi emredildikten sonra Yûnus'a atıf yapılmakta ve Resûlullah'a onun hatalı davranışını tekrar etme­mesi telkin edilmektedir. Çünkü Yûnus, tebliğ ettiği dini halkın hemen kabul et­mediğini görünce sabır ve azimle görevine devam edeceği yerde, halkına kızarak ülkeyi (Ninova) terketrniş, bir gemiye binip denize açılmış, yolda fırtına çıkmış, yolcuların bir kısmının denize atılmasına karar verilince çekilen kur'ada Yûnus'un şansına denize atılmak düşmüştü; fakat denizde bîr balık (balina) tarafından tutu­larak boğulmaktan kurtulmuştu. Böylece kendisine burada da Allah'ın rahmeti ye­tişti; Allah Teâlâ'nın lütfuyla bu balık onu sahile bırakarak ölümden kurtardı. Yû­nus Allah'ın emriyle ülkesine dönüp peygamberlik görevini sürdürmeye, tevhid inancını yaymaya devam etti. Bir rivayete göre Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkla­rı takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana gel­dikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Fakat onların imana geldiklerinden ha­bersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisi­nin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir. [39]  Burada Yûnus Peygamber'in kıssasına değini­lerek Hz. Muhammed uyarılmakta, Mekke müşriklerinin kendisine gösterdiği mu- halefete kızıp da ümitsizliğe kapılmaması ve peygamberlik görevini sürdürmesi telkin edilmektedir, [40]

 

51-52. Hz. Peygamber'den Kur'an'ı dinleyen müşriklerin gözleri (bakışları) etkili oklara benzetilerek ona karşı duydukları kin, nefret ve kıskançlık gibi men­fi duygulan tasvir edilmektedir. Kur'an'ın edebî üstünlüğü karşısında hayranlık duygulanın bastıramayan müşrikler, gerek dil gerekse içerik bakımından onda ten­kit edebilecekleri herhangi bir kusur bulamayınca insanların Peygamber efendimi­ze karşı gösterdikleri ilgi ve dikkati başka yönlere çevirmek için onun sözüne gü­venilmez bir mecnun olduğunu propaganda etmeye başlamışlardır. Ancak Yüce Allah Kur'an'ın üstün niteliklerini açıklayarak onların menfi propagandalarını et­kisiz hale getirmiştir.

Müşrikler Hz. Peygamber'i gördüklerinde, ona karşı duydukları kıskançlık ve düşmanlık sebebiyle gözleriyle onu oklayıp öldüreceklermiş gibi bakarlardı. 51. âyet onların bu psikolojik durumunu tasvir etmektedir. Bu âyetin nazar (göz değmesi) ile ilgili olduğu yolunda yaygın bir kanaat bulunmakla birlikte bu kana­at kesin bir bilgiye dayanmamaktadır. Nitekim Şevkânî'nin aktardığına göre[41]  çok yönlü bir âlim olan İbn Kuteybe de âyette müşriklerin Resûlullah'a na­zar değdirmelerinden söz edilmediğini, Resûlullah Kur'an okuduğunda inkarcıla­rın ona kinle ve düşmanlık duygulanyla baktıklannm anlatıldığını ifade etmiştir. Buna göre âyetin nazarla ilgisi yoktur. [42]



[1] bk. Şevkânî, V, 307

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/353.

[3] bk. "Tefsir", 68

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/353.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/353.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/354.

[6] krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti

[7] Şevkânî, V,308

[8] VIII, 5266-5267

[9] İbn Âşûr, XXIX, 62-63

[10] Müslim, "Müsâfirîn", 139

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/354-356.

[12] Şevkânî, V, 309

[13] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/356.

[14] bk, Râzî, XXX, 84-85

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/356.

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/357.

[17] bk. Râzî, XXX, 87

[18] meselâ bk. Nisa 4/147; İbrahim 14/7; Lokman 31/12

[19] Şevkânî, V, 312

[20] Kehf 18/23-24

[21] Lokman, 31/34

[22] bk. Şevkânî, V, 314

[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/357-358.

[24] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/359.

[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/359.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/359-360.

[26] Şevkânî, V, 316-317

[27] Âsûr. XXIX, 99

[28] XXX, 96

[29] bk, Buhârî, "Tefsir", 68/2

[30] Şevkânî, V, 317

[31] bk. Râzî, XXX, 96

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360.

[32] bk. A'râf 7/182

[33] bk. A'râf 7/182-183; ayrıca krş.En'âm 6/44

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360.

[34] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360.

[35] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360-361.

[36] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/361.

[37] krş. Müddessir 74/1-7; ayrıca bk. îbn Âşûr, XXIX, 104

[38] Râzî, XXX, 98

[39] bilgi için bk. Sâffât 37/139-148

[40] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/361-362.

[41] V, 319

[42] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/362.