KALEM   SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İlgili Hadîsler. 2

Nûh İle Kalem.. 3

Kalem İse: 3

Peygamber (A.S.) Hâşâ Dengesiz Değildi 4

Ardı, Arkası Kesilmeyen Ecir: 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali 4

Putlara Saygı Gösterilmesini İsteyen Şaşkınlar. 5

İslâm  Düşmanlarının Oniki Alâmeti 5

Âyetler Arasında Bağlantı 6

Meali: 6

İnkârda Israr Edip Hakk'a Karşı Gelenlerin Durumu. 6

Ayetler Arasında Bağlantı 7

Muttakilere Ayrılan Sonsuz Nimetler. 7

İnkarcı Suçlular Kalp Temizliğinden Söz Ederler. 7

Dünyada Hakk'a Secde  Etmiyenler Âh İr Ette Secde Edemezler. 8

İlâhî Hüküm Önceden Belirlenmiş Bir Programa Göre İner. 8

Âyetler Arasında Bağlantı 9

Meali: 9

Balığın Arkadaşı Yunus (A.S.) 9

Nazar (Göz Değmesi) Konusu. 10

Göz Değmesi  Haktır. 10

Kur'ân-I Kerîm Milletler İçin Doğru Yolu Gösteren Tek Rehberdir. 11


KALEM   SÛRESİ

 

el-Hasan, İkrime, Atâ' ve Câbir'e göre: Tamamı Mekke'de inmiştir. İbn Abbas'a (R.A.) göre: 14. âyetine kadar olan kısmı Mekke'de,.ondan sonra 33. âyetine kadar olan kısmı Medine'de; bundan sonra 47. âyete kadar olan kısmı Mekke'de, 50. âyetine kadar olan kısmı Medine'de ve on­dan sonra sonuna kadar olan kısmı Mekke'de inmiştir. Katade de aynı görüştedir.

[1]Sûreye «Nûn» ve «Kalem» kelimeleriyle başlanmış ve bumu. aynı za­manda sûreye isim olmuştur. Âyet   sayısı     :       52 Kelime     »        :     300 Harf         »        :    1456        [2]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1-Resûlüllah (A.S.) Efendimizin örnek ahlâkından söz ediliyor.

2-İnkarcı sapıkların kötü ahlâkı yeriliyor ve onlara verilecek cezaya dikkat çekiliyor.

3-Cennet ehlinin mutlu durumlarına değinilerek mü'minlerin imân ve irfanını artıracak bir anlatımla konu işleniyor.

4-Suçlu günahkârlar kınanıyor ve onları susturucu anlamda sağ­lam delillere yer veriliyor.

5-Kur'ân'ı yalan ve uydurma sayan müşrikler çok elim bir âkibetle tehdit ediliyor.

6-Müşriklerin ezâ ve cefâsına karşı, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e sabır tavsiye ediliyor ve Yunus Peygamber gibi bu konuda acele etmemesi isteniliyor.

 

Meali:

 

1-Nûh'a, Kâlem'e ve (kalemle) satır satır yazdıklarına and olsun ki,

2-Sen, Rabbın n im etiyle (şımarıp dengeni kaybeden) bir çılgın de­ğilsin.

3-Şüphesiz ki senin için ardı-arkası kesilmez bîr ecir vardır.

4-Ve sen, elbette büyük-yüksek bir ahlâk üzeresin.

5-6-Yakında kimlerin fitneye uğramış çılgın olduğunu sen de göre­ceksin, onlar da görecek.

7-Şüphesiz ki Rabbın, yolundan sapan kimseyi daha iyi bilir ve O, doğru yol üzere bulunanları da daha iyi bilir.

 

İlgili Hadîsler

 

«Allah'ın ilk yarattığı şey. Kalem ve Hut'tur. Kaleme: «Ya*:» diye bu­yurdu. O da: «Ne yazayım?» dedi. Cenâb-ı Hak ona: «Kıyamete kadar olacak her şeyi yaz!» diye buyurdu.

Resûlüllah (A.S.) bu açıklamasından sonra «Nûn ve'l-Kalem» sûresini okudu.»

[3]«Allah'ın ilk yarattığı şey, Kalem'dir. Sonra da Nûn'u yaratmıştır. Nûn, mürekkeptir. Sonra ona: «Yaz!» diye buyurdu. O da: «Ne yazayım?» di­ye sordu. Cenâb-ı Hak ona: «İş, rızık, eser ve ecelden olacak her şeyi yaz!» buyurdu. O da kıyamete kadar olup bitecek o şeyleri yazdı.»

[4]«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz sima bakımından da insanların en gü­zeli, ahlâk bakımından onların en iyisi idi. O, ne uzun, ne de kısa idi.» [5]

Enes (R.A.) diyor ki:

  Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e on yıl hizmet ettim. Allah'a and olsun ki, O bana bir defa olsun «ofl» bile demedi ve «şunu neden yaptın?» diye beni azarlamadı.» [6]

«Ben ancak, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.» [7]Hz. Aişe (R.A.) diyor ki:

  Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ne eliyle bir hizmetçiye vurdu, ne bir kadına dayak attı. O hiçbir zaman eliyle bir şeye vurmadı, meğer ki Allah yolunda mücadelede buluna.. O iki şey arasında bir tercih yapma husu­sunda muhayyer bırakılınca, kendisince en kolay olanını seçerdi; meğer ki bir günah söz konusu ola, o takdirde de günahtan insanların en çok uzak­laşanı olurdu. Kendi nefsinden yana hiçbir zaman intikam almaya heves­lenmedi, meğer ki (kötülükte bulunan kimse) Allah'ın yasaklamış olduğu şeylerden birini hiçe saymış ve çiğnemiş ola, o takdirde O, Allah adına o kimseden intikam alırdı.»

Ashab-ı Kira m'dan Sa'd b. Hişam (R.A.) diyor ki:

Hz. Aişe (R.A.)dan Resûlüllah'ın (A.S.) ahlâkını sordum. Bunun üze­rine bana: «Kur'ân okuyor musun?» diye sordu. Ben de: «Evet, okuyo­rum» diye cevap verdim. O şöyle dedi: «Resulü İlah'in ahlâkı Kur'ân'dır[8]

 

Nûh İle Kalem

 

«Nûn'a, Kalem'e ve (kalemle) satır satır yazdıklarına and olsun ki..»

«Nûn» ve «Kalem» kavramları üzerinde hayli durulmuş ve birçok yo­rumlar yapılmıştır. Biz bunlardan dokuz kadarını özetleyip nakletmekle ye­tiniyoruz :

a) Muâviye b. Kurre'nin kendi babasından, onun da Resûlüllah (A.S.) dan merfuân yaptığı rivayete göre, Resûlüllah {A.S.) şöyle buyurmuştur: «Nûn, nurdan bir levhadır.»

[9]b) Sâbir b. Bünanî'ye göre : Nûn, hokka demektir. el-Hasan ile Katade de aynı yorumu benimsemişlerdir. Nitekim Velîd b. Müslim'in Mâlik b. Enes tarikiyle Ebû Hüreyre (R.A.)den yaptığı  rivayette Resûlüllah   (A.S.)  şöyle buyurmuştur: «Allah'ın ilk yarattığı şey Kalem'dir. Sonra da Nûn'u yarat­mıştır : «Nûn ve'l-Kalem..» Sonra da Cenâb-ı Hak Kalem'e şöyle buyurdu : «Yaz!» O da: «Ne yazayım?» diye sordu. Allah: «Kıyamete kadar olacak şeyleri yaz!» buyurdu. Bunun üzerine Kalem işlemeye başladı ve kıyame­te kadar olacak şeyleri yazdı. Sonra Kalem'in ağzı (ucu) mühürlendi, ko­nuşamaz oldu ve kıyamete kadar da konuşmayacaktır. Ondan sonra Ce­nâb-ı Hak «aklı» yarattı ve Cebbar (olan Allah) ona dedi ki: «Benim ya­nımda senden daha hayret uyandıran bir yaratık yaratmadım. İzzet ve Ce­lâlim hakkı için sevdiğim kimsede seni mükemmelleştireceğim, sevmediğim kimsede seni noksan (aştıracağım.»

Sonra Resûlüllah (A.S.) devamla şöyle buyurdu: «İnsanların akıl yö­nünden en olgunu, Allah'a en çok itaat edeni ve O'na en çok ibâdet ve taâtte bulunanıdır.» [10]

c) Tabiînden Mücahid'e göre : Nûn, yerin altındaki Hût (balik)tır. Ka­lem de, kendisiyle zikir yani Kur'ân yazılandır.

Nûn ile ilgili bu yorum, İslâm'ın getirdiği temel bilgilere, ana kurallara pek uymamaktadır.

d)   Dahhak'e göre: Nûn, Rahman sıfatının son harfidir.

e)  İbn Zeyd'e göre : Nûn, yemin edatıdır.

f)  İbn Keysan'a göre : Nûn, yer aldığı sûrenin açış anahtarıdır ve ay­nı zamanda sûrenin ismidir.

g)  EbûÂliye'ye göre : Nûn, CenâbHakk'ın «Nasîr», «Nûr» ve «Nasır» isimlerinin baş harflerinden meydana gelen bir semboldür.

h) Muhammed b. Kâb el-Kurezî'ye göre: CenâbHakk'ın mü'minle-re nusrat vereceğine and içtiğinin remzidir.

i) Cafer es-Sadık'a göre: Cennet ırmaklarından birinin ismidir.

 

Kalem İse:

 

a)  İbn Abbas'a (R.A.) göre: Bu, Allah'ın yarattığı «Kalem» ile yemin anlamında bir anlatım tarzıdır ki, bu kalemle kıyamete kadar olacak şey­ler yazılmıştır.

b)   Katade'ye göre : Kalem, genel bir anlam taşımaktadır ve o bakım­dan CenâbHakk'ın insanlara verdiği en güzel nimetlerden biridir. Çünkü hayat kalemle düzene girer.

c)   Bazı ilim adamlarına göre : İki kalem yaratılmıştır. Birincisi, zikir adına ne varsa yazıp tamamladıktan sonra Arş'ın üstüne konulan kalem­dir. İkincisi, olacak şeyleri yazmaya devam eden kalemdir.

Şeyh Muhyiddin el-Arabî buna yakın bir yorumda bulunarak özetle şöy­le demiştir: «İki çeşit kalem vardır. Biri, doğum, ölüm, rızık ve ecel gibi önemli şeyleri yazıp bitiren kalemdir. İkincisi, diğer olaylar ve konuları gü­nü gününe yazan kalemlerdir. Hz. Peygamber'in (A.S.) Mi'rac gecesi gıcırtı seslerini duyduğu kalemler bunlardır.»

Nûn ve Kalem ile yemin edilmesinin hikmeti:

Cenâb-ı Hak, insan hayatıyla içice olup önem arzeden eşyanın yer yer adını anarak onlarla yemin etmekte ve böylece o şeylerin önemsenme­sini istemektedir. Güneş'e, Ay'a, zeytine, incire vb. şeylere yemin etmesi bu cümledendir.

Nûn'un hokka olduğu ve bu harfin yazılışının da bir halkayı andırdığı, bununla ilgili yorumlardan biridir. Böylece Cenâb-ı Hak, hokkayla kalemin günlük işlerimizdeki yerine işaretle, okuyup yazmanın  lüzumunu  belirtmekte ve ilmin ancak yazılmak suretiyle korunabileceğini, kuşaktan kuşa­ğa aktarılabileceğini dolaylı şekilde kafalara işlemektedir.

Bu iki şeyle yemin edildikten sonra, meleklerin veya insanların satır satır yazdıkları Kur'ân ve yazacakları diğer eserler konu edilerek okuyup yazmanın kutsallığı ilham edilmekte ve Allah'a dosdoğru imân eden her­kesin okuma-yazma öğrenmesi emir ve tavsiyeye şayan görülmektedir. Bu inceliği ve gerçeği çok iyi bilen Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Bedir Sava-şı'nda elde ettiği esirleri fidye karşılığı serbest bırakırken, kurtuluş akçesi verme imkânı olmayan esirlerden her birinin on tane Müslüman çocuğuna okuma-yazma öğretmesi halinde kendilerinden kurtuluş akçesi talep edil-miyeceği ve bu hizmetlerinin onun yerine geçeceğini ilân etmiştir.

Anlaşıldığı üzere İslâm, Allah'ın insanlara saadet, huzur, güven, kar­deşlik, ilim ve irfan vaadeden son mesajıdır. O bakımdan işe okuma-yazma seferberliğiyle başlamış; ilk inen Alak Sûresi «Oku!» emriyle, ilâhî mesajı yansıtmıştır. Konumuzu oluşturan âyette de bu emir biraz açıklanarak hok­ka ve kalemin önemi üzerinde durulmuş ve iyi düşünebilen insanlara ha­yatın anahtarı verilmiştir. Arkasından satır satır yazılmakta olan kitapların kıymeti yüceltilerek özendirici bir anlatımla ilâhî murad yansıtılmıştır.

Okuyup yazmaya, kalem ve kitaba saygı göstermek; kalem tutan el­lere lâyık olduğu ilgiyi göstermek aynı zamanda medenî olmanın açık be­lirtisi, kalkınmanın en aydın yoludur.

O halde Kur'ân-ı Kerîm'in nasıl bir kitap olduğunu, İslâm'ın da nasıl bir din olduğunu iyice anlayabilmek için sûre ve âyetler üzerinde çok et­raflı düşünmek ve ilâhî muradı anlayıncaya kadar uğraşmak; her âyetin ve cümlenin bize neler öğretmek istediğini araştırmak; aynı zamanda Hz. Mu-hammed'in (A.S.) hayatını çok detaylı olarak bilmek gerekir.

Nûn ve Kalem deyip geçmek bize bir şey öğretmez. Ama bu iki kav­ram üzerinde durup neye delâlet ettiğini; CenâbHakk'ın neden bu iki­siyle and içtiğini araştırdığımız takdirde Kur'ân'ı anlamış oluruz.

 

Peygamber (A.S.) Hâşâ Dengesiz Değildi

 

Sen' Rabbın nîmetiyle (şımarıp dengeni kay­beden) bir çılgın değilsin.»

Mekkeli müşrikler, Hz. Muhammed'i (A.S.) gözlerden ve gönüllerden düşürmek için O'nun hakkında bazan «şâir», bazan «kâhin», bazan «büyü­cü sihirbaz», bazan da «şımarık dengesiz» şeklinde sözler sarfediyor, küçük düşürücü benzetmelerde bulunuyorlardı. O kadar ki, Kur'ân-ı Kerîm'in bir başka âyetinde onların bu hususta daha da ileri giderek şöyle dedikleri belirtilmektedir: «Ey kendine kitap indirildiğini iddia edip duran kişi! Doğ­rusu sen delisin.»

Cenâb-ı Hak, Nûn ve Kalem'e, sonra da kalemle yazılan satırlara ye­min ederek, inkarcı azgınların, şuursuz müşriklerin Peygamber hakkında akıl ve mantık, insaf ve izan kabul etmez saçmalamalarını reddederek Onun ne kadar yüksek ahlâka ve üstün meziyetlere sahip bulunduğunu şöyle açıklamaktadır: «Sen, Rabbın nîmetiyle (şımarıp dengeni kaybeden) bir çılgın değilsin. Şüphesiz ki senin için ardı-arkası kesilmez bir ecir vardır ve sen elbette büyük, yüksek bir ahlâk üzeresin. Yakında kimlerin fitneye uğramış çılgın olduğunu sen de göreceksin, onlar da görecek.»

 

Ardı, Arkası Kesilmeyen Ecir:

 

Hz. Muhammed'in (A.S.) âlemlere rahmet olarak gönderilmesi; Allah ile kulları arasındaki engelleri, her türlü bâtıl inancı kaldırmakla noktalan­mıyor; aynı zamanda her iki hayatın anlam ve hikmetini öğretmek ve in­sanoğluna yakışan bir hayat düzeni getirerek gerçek medeniyetin temeli­ni atmak ve böylece insanlığa en büyük ve kalıcı hizmeti vermek suretiyle de çok kapsamlı bir inkılabı gerçekleştirme hikmetini de içeriyor.

Şüphesiz bu inkılâp öyle bir ecir (mükâfat)dır ki kıyamete kadar de­vam edecek, ardı, arkası kesilmeyecektir. İnceldiği zamanlar olacak, ama mümkün değil kopmayacaktır. Eninde sonunda insanlar aramakta olduk­ları gerçek huzur ve güveni, kardeşlik ve barışı, sevgi ve saygıyı, adalet ve fazileti, yardımlaşma ve dayanışmayı, ahlâk ve edebi Onda, Onun ge­tirdiği ilâhî nizam ve sistemde bulacaklar ve sususzluklarını Onun yüksek ahlakıyla gidereceklerdir.

Nitekim üçüncü âyetle bu müjde verilmekte ve dördüncü âyetle top­lum ve milletleri ancak Onun yüksek ahlâkının gerçek hüviyetine kavuş­turacağına işaret edilmektedir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Hz. Muhammed'in (A.S.) yüksek şahsiyeti konu edilerek müşriklerin Onu küçük düşürmek için ortaya attıkları gerçek dı­şı suçlama ve yakıştırmaları reddedildi. Aynı zamanda bu büyük peygam­berin çok yüksek ahlâk üzere olduğu belirtilerek inkarcı sapıklar insafa davet edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, içleri ihanet ve kin dolu müşriklerin yapmacık davranışlarla diyalog kurma istekleri üzerinde durularak, o gibi yalancı sapık­lara itibar edilmemesi emrediliyor ve arkasından bu kaypak   dönek   iki yuzlu yalancı sap.kların 12 kadar alâmetine atıf yapılarak mü'minlere bilgi veriliyor.

Meali

 

8-(hakk’ı)yalan sayanlara boyun eğme.

9-Onlar senin yapmacık da olsa (kendilerine) yumuşak ve müsamahalı davranmanı, kendilerinin de sana yapmacık yumuşaklık göstermelerini isterler.

10-14-Çok yemin eden,değersiz,alçak,kusur araştırıp leke süren,iki yüzlülük edip söz götürüp getiren,hayra hep engel olan,saldırgan olup hakları çiyneyen,günahişleyen,kaba ve şerefsiz ve sonra da soysuz olan hiçbir kimseye –mal ve oğullar sahibi de olsa-boyun eğme.

15-onun karşısında ayetlerimiz okununca,”önceliklerin masallarındır”der.

16-yakında onun burnunu damgalıyacağız.

 

Putlara Saygı Gösterilmesini İsteyen Şaşkınlar

 

  «(Hakk'ı) yalan sayanlara boyun eğme. Onlar senin yapmacık da olsa (kendilerine) yumuşak ve müsama­halı davranmanı, kendilerinin de sana yapmacık yumuşaklık göstermeleri­ni isterler.»

inkarcı putperest sapıklar, bazan da Hz. Muhammed'e (A.S.). kendi putlarına saygı göstermesi halinde onların da Onun Rabbına karşı saygılı olabileceklerini söyleyerek bir bakıma sathî bir anlaşma tarafdarı oldukla­rını ihsas ediyorlardı. Şüphesiz ki Hz. Muhammed (A.S.) Efendimİz'in put­lara saygı göstermesi, iltifatta bulunması, onları ilâh kabul etmesi anlamına gelirdi ki, bu, İslâm'ın sonu ve risaletin de hedefinden bütünüyle sapması olurdu. Böylece o yüce dâva temelinden yıkılır, doğduğu yerde ölürdü. Hattâ müşrikler Ona : «Kâtiplerine yazdırdığın âyetlerde putlara dokunma, onla­rın bâtıl ilâhlar olduğunu belirtme, ne istersen sana vermeye hazırız» di­yecek kadar akıllarını kaybetmiş; ilâhî vahyin ve peygamberliğin mana ve hikmetinden uzak kalmışlardı.

Birara Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, İslâmiyetin yayılmasını engelleyen pürüzlerin az da olsa kalkmasını düşünerek Kureyş Kabilesine mensup putperestlere biraz hoşgörülü davranmayı düşünmüştü ki Cenâb-ı Hak he­men şu beyânı indirdi: «Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, az da olsa onlara meyledecektin ve o takdirde sana hayatın da, ölümün de (acısını) kat kat tattınrdık; sonra da kendine, bize karşı bir yardımcı da bulamaz­dın.» da.

 

İslâm  Düşmanlarının Oniki Alâmeti

 

Mekkeli putperest müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Muhammed'in (A.S.), dede ve babalarının dinine dönmese bile onlara ve inançlarına karşı say­gılı olmasını istediler ve bunun için birtakım yersiz, anlamsız teklifler ileri sürdüler ve o takdirde Ona karşı daha mülayim bir tutum ve anlayış izle­yeceklerini bildirdiler. Az yukarıda belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber (A.S.)ın böyle mantıksız, ölçüsüz ve bütünüyle yanlış bir teklîfi kabul etmesi asla düşünülemezdi. Zira O, Mekkeli'lerin daha cazip tekliflerine karşı, «Güneşi sağ avucuma, ayı da sol avucuma koysalar yine de dâvamdan vazgeçe­cek değilim. Çünkü bu kutsal dâva benim icadım değil, bütünüyle

Hakk'ın emir ve tecelfisidir» diyerek İslâm esaslarıyla bağdaşmayan hiçbir teklife iltifat etmiyeceğini çok önceden ilân etmiş bulunuyordu.

Nitekim Cenâb-ı Hak, ilgili âyetlerle bu ve benzeri tekliflerde bulunan­ların hemen her devir ve ülkede bulunabileceğini ve onları iyi tanıyabilmek için şu oniki alâmetlerini dikkatten uzak bulundurmamayı mü'minlere bildir­mekte ve böylece İslâm ülkesinde o gibilere sahayı boş bırakmamayı em­retmektedir :

1- Hakk'ı, doğruyu, ilâhî dini yalanlarlar; küfrü, ahlâksızlığı savunur­lar.

Böylelerine uymak, onların izlediği yola girmek demektir ve o takdirde ne İslâm kalır, ne de Kur'ân..

2-Yapmacık sahte dostluk kurmak isterler. Gerçek mü'minlerden de aynı şeyi bekleyip asıl amaçlarına ulaşmayı düşünürler. Böylece ortam ve şartlara göre dalkavukluğun en kötüsünü sergileyerek çok fena bir çı­ğır açarlar.

Şüphesiz hem Hz. Muhammed'in (A.S.), hem de Onun yolunda yürü­yen gerçek mü'minlerin böylesine şerefsiz, haysiyet kırıcı, kişiliği zedele­yici ve dine ağır darbe İndirici bir yaklaşmaya iltifat etmeleri asla düşünü­lemez.

3- Çok yemin ederler ve onu maske yapıp sinsî ve şeytanî arzularını gerçekleştirmeye çalışırlar.

4-Bunlar son derece değersiz, şahsiyetsiz, alçak kişilerdir. Dostluk kurmaya lâyık değillerdir.

5- İkiyüzlü, kaypak ve dönektirler. O bakımdan onlara asla inanmak doğru olmaz ve arkalarından gidilmez.

6-Söz götürüp getirirler. Kendilerine göre siyaset yapıp toplumu, özellikle inanan zümreyi birbirine düşürmeye özen gösterirler. Böylesine tehlikeli soysuzlara yüz vermek İslâm'ın aleyhine birtakım sonuçlar do­ğurur.

7- Hayra, iyiliğe, birliğe engel olurlar, kişisel çıkarlarını hep ön plân­da tutup fırsat beklerler. Alabildiğine maddecidirler, kendilerinde fazîlet-ten yana hiçbir ışık yoktur.

8-Ortam ve şartlar elverdiğinde saldırgandırlar. Hakları çiğnemek­te bir sakınca görmezler. Zorbalık onların vasfı, nankörlük karakterleridir. O bakımdan böyleleriyle yola çıkılmaz ve arkadaşlık edilmez.

9- Günah işlemekten zevk   alırlar.   İçinde   bulundukları   toplumdan utanmazlar.

10-Şerefsizlik onların şiarı, saygısızlık ve şarlatanlık onların sanatı­dır. O bakımdan onlar, hiçbir zaman dost edinilmeye lâyık değildirler ve hiçbir ciddi konu ve davada da onlarla işbirliği yapılmamalıdır.

11-Mal ve servetleriyle. aşiret ve çocuklarıyla gururlanıp böbürle­nirler. Değer ölçüleri zenginlik ve dalkavukluktur. Bunun için onlara mey­letmek, yaklaşmak asla doğru olmaz.

12-CenâbHakk'ın indirdiği âyetlere «eskilerin masalları» deyip ge­çerler. Gerçeği akıl ve irfan ile öğrenmeye yanaşmazlar. Çoğu duygusunun esiridir. O bakımdan güvenilmezler.

Mekke'de bu çirkin alâmetleri birer süs ve büyüklük sayıp durmadan ortalığı karıştıran ve İslâm aleyhine akla gelmedik iftira ve çirkin yakıştır­malarda bulunanların başında Ebû Cehl, Velîd b. Muğîre, Ebû Leheb, Utbe ve benzeri azgınlar bulunuyordu. Cenâb-ı Hak, 16. âyetle bu mağrur sah­tekârların yakın gelecekte burunlarının kırılacağını haber vermekte ve enin­de, sonunda Hz. Muhammed'in (A.S.) başarıya erişeceğini müjdelemekte­dir. Nitekim öyle oldu: Önce Bedir Savaşında bu azgınların çoğu İslâm mücahitlerinin kılıç darbeleri altında can verdiler ve lanet damgasını yiye­rek tarih sahifelerine öylece yazıldılar. Bir rivayete göre, Velîd b. Muğîre savaş alanında burnundan ağır şekilde yaralandı ve hezimete uğrayarak hakkettiği cezayı gördü.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, İslâm düşmanlarına hiçbir zaman itibar edilme­mesi emredildi ve onların oniki kadar alâmeti üzerinde durularak aydınlatıcı bilgi verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, yakın gelecekte Mekkeli müşriklerin burunlarının kırılacağı, zorbalıkların son bulacağı ve büyük bir perişanlık içinde neye uğradıklarını şaşıracakları haber veriliyor ve nîmet dolu bahçenin ürün­leriyle müreffeh geçinen gafillerin başına gelen musibet misâl verilerek MekkeM putperestler uyarılıyor; mü'minlere de sabır tavsiye ediliyor.

 

Meali:

 

17-18-Şüphesiz ki biz, onları, ürünlerini sabahladıklarında devşire-ceklerine yemin eden ve hiçbir istisna yapmayan bahçe sahiplerini belâya uğratıp denediğimiz gibi, belâya uğratıp denedik.

19- Kendileri henüz uykuda iken, Rabbın tarafından dolaşan bir belâ, bahçeyi sanverdi.

20-Sabaha doğru bahçe (yok olup) siyah bir kül (yığını halin)e döndü.

21-Sabahleyin birbirlerine seslendiler:

22-«Devşirecekseniz, haydi durmayın erkenden ürünlerinizin başı­na gidinizi»

23-24-Derken hemen yola koyuldular ve şöyte fısıldaştılar: «Sakın bugün ürünlerimizin bulunduğu o yerde aramıza bir yoksul sokulmasın.»

25-(Yoksulu) engellemeye güçleri yeter halde sabah erkenden git­tiler.

26-27- Bahçeyi görünce, «Biz herhalde şaşırıp (başka yere) sapmı­şız, hayır biz mahrum kalmışız» dediler.

28- İçlerinden en uygun düşüneni: «Ben size demedim mi, tesbîh etseydiniz yal?» dedi.

29- Onlar da «Rabbımız! Seni tesbîh ve tenzih ederiz. Şüphesiz ki, biz zalimler misiz» dediler.

30- Sonra birbirlerine dönüp kendilerini kınamaya başladılar:

31- «Yazıklar olsun bize! Doğrusu biz azgınlarmışız.

32- Umulur ki Rabbımız, o bahçenin yerine bize daha İyisini verir. Biz artık Rabbımızı (O'nun lûtf-u keremini) gönülden istemekteyiz» dediler.

33- İşte azap böyledir ve and olsun ki Ahiret azabı daha büyüktür. Bunu bir bilseler!.

 

İnkârda Israr Edip Hakk'a Karşı Gelenlerin Durumu

 

«Şüphesiz ki biz, on­ları, ürünlerini sabahladıklarında devşireceklerine yemin eden ve hiçbir is­tisna yapmayan bahçe sahiplerini belâya uğratıp denediğimiz gibi, belâya uğratıp denedik.»

Cenâb-ı Hak bu âyetle, nimetin kıymetini, hangi kudret kaynaklarından elde edildiğini ve nasıl bir rahmetin eseri olduğunu bilmeyen, sadece nefis­lerinin sınır tanımaz hürriyet eğilimini ön plâna alıp ahlâk ve fazîletin, hak elin ve telkîn ettiği esas ve prensiplerin karşısına çıkan inkarcı putperest­ler ve maddeci şaşkınlar için öğüt ve ibret alınacak bir misâl veriyor:

Sözü edilen büyük bahçe veya çiftliğin Yemen'in San'â bölgesinde ol­duğunu İbn Abbas (R.A.) kendi tefsirinde kaydetmiştir. Bahçe sahibi Allah'a inanan bir kişi olarak, ürünlerinin devşirme mevsiminde dalda ve başakta kalanlarla yere dökülenleri fakir ve yoksullara bırakırdı. Kendisi ölünce mîrasçıları aç gözlülük ederek fakirlere ve yoksullara hiçbir şey bırakmaz oldular; o kadar ki sabahın erken saatlerinde fakirler ve muhtaçlar henüz gözlerini açmadan meyva ve diğer ürünleri toplamayı âdet haline getirdi­ler. Derken böyle bir ailenin çiftliği ortaya çıkan bir afetle kül haline gel­di. Mirasçılar neden sonra kusurlarını, günahlarını anladılar da Allah'a -nelip pişmanlık duygularını dile getirdiler.

Kur'ân-ı Kerîm'de bu olay, hem Mekkeli nankör putperestlerin hem de her çağda yaşamakta olan nankör maddecilerin Hakk'a yönelmeleri için çok ibretli ve öğüt alınacak misâl veriliyor. Yakın gelecekte Mekkeli zorbaların bütün güçlerini ve imkânlarını kaybedeceklerine işarette bu­lunularak uyanmaları isteniliyor. Nitekim Mekke'nin fethedilmesiyle her şey bitti. Müşrikler düne kadar zulüm ve işkencede bulundukları mü'min mü-cahidler karşısında hezimete uğradılar ve çok geçmeden Allah'ın büyük bir lütuf ve ihsanının kıymetini bilmediklerini anladılar, vakit kaybetmeden İslâm'ın nurlu havasına girdiler.

Böylece nankörlerin, benoil ve muhterislerin âkibeti gözler önüne seri­lerek tuttukları yanlış ve netioesi çok tehlikeli yoldan dönmeleri, ilâhî rah­met gereği istenilmekte ve CenâbHakk'ın, pişmanlık duyup dönüş ya­panları bağışlayacağı haber verilmektedir.

Unutmayalım ki, ceza amelin cinsindendir. Nimete şükretmesini bilme­yenlerin bir gün gelir de o nîmet ellerinden alınabilir. Şüphesiz ki böyle bir nankörlükten dolayı pişmanlık duymadan ölenlere âhirette verilecek ceza çok daha elim olur,

Cenâb-ı Hak bu misâli verirken mü'minlere ayrıca iki mesaj daha ver-

mektedir:

1- Doğru yolu gösteren, iyiliği telkîn eden kimseyi dinlemekte büyük yarar vardır. Nitekim çiftlik sahipleri, kendilerini uyaran ve doğruyu telkîn eden yakınlarını dinlemiş olsalardı, felâkete uğramıyacaklardı.

2- (İnşallah), yani «Allah dilerse»  demeden,  «yarın şunu yapaca­ğım, bunu isteyeceğim» demeyin. Çünkü kuvvet ve kudretin bütünü Allah'a aittir. O güç ve kudret verirse, istenilen şeyler yapılabilir. Nitekim çiftlik sahipleri muhtaçlar uyanmadan sabahleyin erkenden gidip meyva topla­yacaklarına yemin etmiş, fakat «Allah dilerse» dememişlerdi. O yüzden de sabahleyin kalkıp bahçe ve çiftliklerine gidince, yerinde sadece kül yığını bulmuşlardı.[11]

 

Ayetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, başta Mekkeli nankör müşrikler olmak üzere, yaşamakta olan inkarcılar uyarıldı ve Allah'a karşı nankörlük eden çiftlik, bağ ve bahçe sahiplerinin başına gelen felâket düşündürücü bir misâl olarak verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Allah'tan saygı ile korkup nankörlük ve her türlü kötülükten kaçınan mü'minler müjdeleniyor. Hakk'a teslim olanlarla, Hakk'ın koyduğu sınırları dinlemeyen suçlu günahkâr sapıkların hiçbir zaman bir tutulmayacağı konu ediliyor. Sonra da kendilerini hep üstün gören ve mü'-minleri küçümseyen inkarcı şaşkınlara âhirette verilecek azabın birkaç saf­hası üzerinde durularak yönlendirici bilgi veriliyor.

34- Şüphesiz k;, muttakîlere (Allah'tan saygı ile korkup haksızlıktan, azgınlıktan ve cimrilikten sakınanlara) Rablarının yanında nimet cennet­leri (ve\a Naîm Cennetleri) vardır.

35- Artık biz, (hakka) teslimiyet gösterenleri, günahkâr suçlular gi­bi mi tutarız?

36- No uluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?!.

37- Yoksa size ait, ders yapıp okuduğunuz (semavî) bir kitap mı var

38-İçinde, neleri seçip beğenirseniz onlarsizin olacak (diye) bir bil­gi mi bulunuyor?

39-Yoksa üzerimizde Kıyâmet'e kadar sürüp gidecek sizden yana yeminler mi var ki, siz neleri hükmederseniz o sizin olacak diye?

40-Sor onlara : İçlerinden hangisi buna kefil?..

41-Yoksa onlara ait ortaklar mı var? O halde eğer doğru kişiler ise­ler, ortaklarını getirsinler.

42-O gün, baldır-bacak açılacak; secdeye çağrılacaklar, ama (bu­na) güçleri yetmiyecek.

43-Gözleri korkudan kararmış halde kendilerini zillet sanverecektir. Oysa (daha önce dünyada) kendileri sağlam ve sıhhatli iken secdeye çağ­rılırlardı.

44-Artık bu sözü yalanlayanı bana bırak; biz, onları bilmedikleri ci­hetten kademe kademe sürükleyip (azaba) yaklaştırırız.

45-Onlara biraz zaman verip erteliyoruz; şüphesiz ki, benim ceza düzenim oldukça sağlamdır.

46-Yoksa sen, onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden kendile­ri ağır bir borç altına mı girmiş bulunuyorlar?

47-Yoksa gayb ile ilgili bilgiler yanlarında bulunuyor da onu mu ya­zıyorlar?

 

Muttakilere Ayrılan Sonsuz Nimetler

 

«Şüphesiz ki, muttaki lere (Allah'tan saygı ile korkup haksızlıktan, azgınlıktan ve cimrilikten sakınanlara) Rablarının yanında nimet cennetleri (veya Naîm Cennetleri) vardır.»

Muttaki, şüpheden uzak imân doğrultusunda haram ve şüpheli şeyler­den sakınıp farz ve vacipleri yerine getiren; sünnete riâyet edip nankör­lükten, kötülükten kaçınan kimse hakkında kullanılan bir sıfattır. Bulundu­ğu cümle ve konuya göre daha kapsamlı ve geniş manalara delâlet eder.

Dünya hayatının her türlü çekiciliğine ve şatafatına rağmen nefsine hakim olup hemen her iş ve konuda, her olay ve davranışta ilâhî hoşnut­luğa erişmeyi amaç seçen faziletli bir mü'mine, bu güzel niyet » ameline karşılık Âhiret hayatında Naîm Cenneti hazırlanmıştır. Allah'ın sözü değiş­mez, vaadi mutlaka yerine gelir.

Hayatını günah ve kötülüklerle, nankörlük ve maddeyi amaç seçmek­le kirleten suçlu günahkârlarla, onların aksine Allah'a yönelip sünnetullah doğrultusunda hayatını düzene sokan gerçek mü'minler hiçbir zaman bir tutulmazlar. Zira bir tutulmuş olsalardı, İmân, güzel ahlâk, adalet ve fazilet gibi hayatımıza anlam kazandıran kutsal değerler hedef ve amacına ulaş­mamış olur, bir bakıma hikmetsiz kalırdı. Bunun için Cenâb-ı Hak, 35. âyet­le : «Artık siz (hakka) teslimiyet gösterenleri, günahkâr nankör suçlular gi­bi mi tutarız?» buyurarak ilâhî adaletinin şaşmazlık ve anlamını bizlere öğ­retiyor.

 

İnkarcı Suçlular Kalp Temizliğinden Söz Ederler

 

<Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?!.»

Hemen her çağda sahnede olan inkarcı sapıklar, suçlu günahkârlar, din, Allah ve âhiretten; ibâdet, taât ve teslimiyetten söz edilince, dudak bükerler ve kalp temizliğine değinerek «Siz kalbe bakın, o temiz olduktan sonra gerisi fazla ve lüzumsuzdur» derler.

Oysa kalp denilen o ilâhî nazargâh, imân, sâlih âmel, güzel ahlâk ve irfan suyuyla sulanıp Cenab ı Makk'ın rahmet, lütuf ve ihsanına; inayet ve keremine ayna olunca, vücudun diğer organları bu havaya katılır ve her biri güzel ve iyi amellerin aracı haline gelir. Böylece vücudun zahiri or­ganları kalbin aynası durumuna geçer. Kalpte olan imân ve irfan bütünüyle kendini organlarda hissettirir. Ancak münafıklığı şiar edinenlerin durumu bu genellemerin dışındadır, Çünkü onların sözleri niyetlerine, iş ve amel­leri kalplerine uymaz.

O halde «Ben iyi bir insanım; kalbim son derece temizdir» demek ve her Allah'ın günü nefsanî arzuların peşine takılıp durmadan günah işlemek hiç kimseyi takva derecesine yükseltmemiş, hiç bir şahsı kurtarıcı ve Hakk'ın rızasına eriştirici olmamıştır.

Bunun için Cenâb-i Hak 36. âyetle, böylelerine hayret dolu bir anla­tımla seslenerek.- «Ne oluyor size?. Nasıl hükmediyorsunuz?.'» buyurarak onları uyarıyor. Sonra da şöyle ekliyerek onların düşünce ufuklarını geniş­letiyor ve vicdanlarını harekete geçirmek istiyor: «Yoksa size ait ders yapıp okuduğunuz (semavî) bir kitap mı var? İçinde, neleri seçip beğenir­seniz onlar sizin olacak (diye) bir bilgi mi bulunuyor? Yoksa üzerimizde Kiyâmet'e kadar sürüp gidecek sizden yana yeminler mi var ki, siz neleri hükmederseniz o sizin olacak diye?»

 

Dünyada Hakk'a Secde  Etmiyenler Âh İr Ette Secde Edemezler

 

  «O flün baldır-bacak açıla­cak; secdeye çağrılacaklar, ama (buna) güçleri yetmiyecek

Bu âyetle, âhiretten bir safha, diğer bir anlatımla, bir tablo sergileni­yor. Bilindiği gibi, Allah'a secde etmek kulluğun gereği, İnsan olarak yara­tılmanın şükrü; bir çok yeteneklere lâyık görülmenin itirafı ve her şeyin in­san için, insanın da Allah'a ibâdet için yaratıldığının belirtisidir.

Dünya hayatında bu idrâke erişmeyenler, en şerefli makamı, en aziz dereceyi ve en yüksek nimeti kaçırmış olurlar. O nedenle âhirette, mü'min-ler ilâhî seslenişe gönül verip secdeye kapanırken, bunlar, sırtlarındaki gü­nah, zulüm ve sapıklık, şehvet ve madde yükünün bir kabus haline gel­mesi sebebiyle secde etme imkânı bulamazlar,çünkü dünyada sağlıkları ve güçleri yerindeyken günde beş defa müezzin onları namaza, secdeye, ibâdete davet ettiği halde onun bu çağrısına ilgi duymamış ve iltifat da etmemişlerdi. Hattâ onlardan, bir kısmı ezan ve ibâdeti alay konusu edinmek suretiyle edep ve terbiyelerini iyice bozmuş, kalplerinde imândan eser bırakmamışlardı.

Böylece kıyamet gününde gerçek mü'minler Hakk'a bağlılık ve teslimi­yeti şükür ve zikirle ifadeye çalışırken, o inkarcı suçluları zillet ve mes­kenet kaplayacak; küfür ve nifaktan kaynaklanan kir ve karanlık yüzleri­ni karartıp şaşkına çevirecek. 43. âyetle bu hazîn safha açıklanarak, in­karcı maddecilerin, suçlu günahkârların ölmeden önce Hakk'a dosdoğru yönelmeleri arzu ediliyor ve İlâhî rahmetin her kişiye açık bulunduğuna işa­rette bulunuluyor.

Şüphesiz bu ilâhî çağrı ve uyarı, büyük bir fırsatı değerlendirmeye yö­nelik bulunmaktadır. Yeter ki, anlayan kalpler, işiten kulaklar bulunsun.

 

İlâhî Hüküm Önceden Belirlenmiş Bir Programa Göre İner

 

«Onlara biraz zaman verip erteliyoruz; şüp­hesiz ki, benim ceza düzenim oldukça sağlamdır.»

CenâbHakk'ın isim ve sıfatlarından biri de «Sebûrsdur. Bu, çok sab­reden, koyduğu kanunlarını değiştirmeyen, hazırladığı programın uygulan­masına müdahale etm^jn, kurduğu kâinat düzenini kıyamete kadar sür­düren Allah'ın değişmeyen isimlerinden bindir.

O bakımdan gerek Mekkeli azgın inkarcıları, gerekse her çağda Hakk'a karşı çıkan maddeci sapıkları hemen cezalandırmaz; dönüş yapıp tevbe ederler diye onlara mühlet verir. Şüphesiz O'nun indirdiği kitap, gönderdi­ği peygamber de bu mühletin bir başka tezahürüdür. Öyle ki, oeza ver­mekte acele etseydi, bu iki kutsal değeri göndermeye gerek görmezdi.

44. âyetle, Kur'ân'ı yalan sayıp onun uydurma olduğunu iddia edenle­rin, sünnetullah gereği kademe kademe, adım adım azaba sürüklenecek­leri haber veriliyor. Dönüş yapmayanların o azaptan kurtulmasının hiçbir zaman söz konusu olamıyacağına işaret ediliyor.

İnkarcılardan bir kısmının da zamanla doğruyu itiraf edeceklerine atıf yapılıyor. Nitekim Bedir Savaşı bu iki z'd hususun mihenk taşı ve tecelli mahalli oldu: inatçı kâfirler meydan ortasında küfür ve tuğyan üzere canlarını verirken, hayatta kalanlardan bir kısmı gerçeği anlamakta gecik­medi. Özellikle Mekke'nin fethedilmesiyle hidâyete lâyık görülenler 180 derececik  bir dönüşle Hakk'a teslimiyet gösterdiler.

Bu ne demektir? Cenâb-ı Hak, ilgili âyetle mü'minlere şu sağlam bil­giyi ve itikadı meseleyi veriyor: Öyle ki, mü'minlere düşen görev, Hakk'ın buyruklarını dosdoğru teblîğ etmek ve birlik şuuruyla küfrün karşısında dur-

maktır. Gerisi ise, Allah'a aittir. Dilediğini doğru yola kavuşturur, dilediğini de sapıklığıyla baş başa bırakır.

O halde irşad ve tebliğ düzeyinde olan mü'minlerin : «Biz, inkarcı sa­pıkları, suçlu günahkârları Hakk'a davet ettik, onları doğru yola çağırdık, ilâhî buyrukları tebliğ ettik, ama onlar kabul etmediler» diyerek üzülmele­rine gerek yoktur. Çünkü mürşid ve mübelliğe düşen şey, tebliğ ve irşatta bulunmaktır. Hidâyete eriştirmek İse, bütünüyle Allah'a aittir. Kul hem ken­di sınırını, hem de ilâhî sınırları bilip gözetmekle yükümlüdür.

[12]

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Allah'tan saygı ile korkan mü'minlere verilecek mükâfat müjdelendi. Bu düzeyde olan mü'minlerle, inkâr ve sapıklık batak­lığında bocalayan inkarcıların bir tutulmayacağı belirtilerek, mü'minlere tesellide, kâfirlere ihtarda bulunuldu. Sonra da Kâfirlerin âhiret gününde uğratılacakları elîm azaptan birkaç safha üzerinde durularak yönlendirici bilgiler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, hak ile bâtıl mücadelesi sürerken, mü'minlerin çok sabırlı olmaları konu ediliyor. Arkasından bu hususta sabrı elden bı­rakıp acele eden Yunus Peygamber misâl veriliyor ve Onun hayatının o dönemine dikkat çekiliyor. Sonra da Kur'ân âyetleri okununca müşrikle­rin gözlerini hainlikle, kin ve nefretle Hz. Peygamber'e (A.S.) çevirdikleri­ne değinilerek ilâhî hükmün inmesini acele istememelerine işarette bulu­nuluyor.

 

Meali:

 

48- Sen, Rabbın hükmünü sabırla bekle de, o balığın arkadaşı (Yu­nus) gibi olma. Hani o öfkeye kapılıp üzüntü içinde (Rabbına) seslenip dua etmişti.

49- Eğer Rabbından ona bir lütuf nimeti erişmeseydî, yerilecek bir halde çırılçıplak (sahile) atılacaktı.

50- Ama Rabbı onu seçti de iyi-yarariı kişilerden eyledi.

51- Kâfirler, Kur'ân'ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle ye­rinden devireceklerdi; «Bu herhalde delinin biridir» diyorlardı.

52- Halbuki Kur'ân, ancak milletler için bir öğüttür.

 

Balığın Arkadaşı Yunus (A.S.)

 

«Sen, Rabbın   hükmünü sabırla bekle de, o balığın arkadaşı (Yunus) gibi olma. Hani o öfkeye kapı­lıp üzüntü içinde (Rabbına) seslenip duâ etmişti..»

Mekkeli müşriklerin zulüm, işkence ve şartlatanlığı, İslâm'ın karşısına aşılması zor engeller koymuştu. O yüzden hem Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, hem de arkadaştan İçin için üzülüyor ve bazı mü'minlerin zaman zaman sabrı taşıyordu. O kadar ki, va'dedilen ilâhî hükmün hemen inmesini isti­yor ve bu hususta fazla beklemeye âdeta tahammül edemiyorlardı. Oysa buna gerek yoktu. Önemli olan CenâbHakk'ın emirlerini dosdoğru teb­liğ edip anlatmaktı. Peygamber (A.S.) Efendimiz bunu kusursuz şekilde yerine getiriyordu. Ancak hidâyet (doğru yola eriştirmek) İlâhî sınıra girer; beşerin o sınırı aşmaya çalışması kesinlikle yanlıştır ve haddini bilmezlik­tir. Resûlüllah (A.S.) bu inceliği çok iyi biliyor, elinden geldiğince hem sab­rediyor, hem de ilâhî hidâyeti temenni ediyordu. AshâbKirâm'dan bir kıs­mı ise, bu hususta biraz sabırsızlık gösteriyordu. Bunun üzerine, Cenâb-ı Hak, o sabırsızlık gösteren mü'minleri aydınlatmak ve onlara ait sınırı gös­termek için Yunus Peygamber'i (A.S.) misâl verdi. Şöyle ki:

Tarihte Musul civarında nüfusu yüz binin üstürîde olan Ninova Şehri­ne uyarıcı  ve müjdeleyici olarak Yunus, peygamber hüviyetiyle gönde­rilmişti. Yıllarca irşad ve tebliğ o bölge halkı üzerinde olumlu bir tesir bı­rakmayınca, yani hakkı red ve inkâr edenler doğru yolu seçmeyip günah ve sapıklıkta ısrar edince, ilâhî hükmün (dünyada İnecek olan azabının) yakın olduğu bildirilmişti. Buna rağmen Nino/alı'lar uslanmamış, dönüş ycp-mamış ve şımarıklıklarına devam etmişlerdi. İnecek azu^ın geciktiğini gö­ren Yunus Peygamber (A.S.) sabırsızlanmış ve öfkelenerek Ninova Şehrini terketmişti. Şüphesiz bu davranış bir peygamberin bulunduğu dereceye göre çok hatalı idi. Cenâb-ı Hak, Yunus Peygamber'i o yüzden çetin bir sı­nava tabi tuttu; çok geçmeden o, balığa yem oldu. Ne var ki, ilâhî irâde tecelli edip balığa : «Onu hazmetme, karnında diri olarak tut!» jiye ilham­da bulundu- Yunus (A.S.) m şehri terketmesinden sonra Ninova üzerine bu-lutumsu siyah bir tabaka inmeye başladı. Onlar bunun farkına varıp Allah'a yönelerek tevbe ve istiğfarda bulundular ve kusurlarının bağışlanmasını dilediler. Tabiatıyla bu dönüş kitlesel idi. İnen hiçbir azap geri alınmadığı halde, Cenâb-ı Hak o azabı kaldırdı. Böylece Yunus (A.S.) da, Ninovalı'lar da boylarının ölçüsünü almış oldular. 48. âyetle bu olaya parmak basılarak Resûlüllah (A.S.) Efendimizin ve arkadaşlarının sözünü ettiğimiz hususta sabırlı olmaları emredilmekte; Yunus'a (A.S.) benzememeleri, yani Onun gibi sabırsızlık göstermemeleri bildirilmekte ve çok dikkatli olmaları hatır­latılmaktadır. [13]

Aynı zamanda bu misâl ile tebliğ ve irşad metodunda çok önemli yeri olan başarı sağlamanın bir uçunun sabırlı, temkinli, ümitli ve güvenli ol­maya bağlı bulunduğuna işaret vardır. Diğer yandan Ninova'nın Hakk'a dönüp hidâyete eriştirildikleri gibi, yakın gelecekte Mekkeli putperestlerin

de Hakk'a dönüp teslimiyet gösterecekleri dolaylı şekilde haber veriliyor. Nitekim öyle oldu; Mekke'nin fethedil mesiyle bu kapı açıldı ve düne ka­dar mü'minlere karşı amansız birer düşman olan bu insanlar bugün onlar­la din kardeşi olma bahtiyarlığına eriştiler.

Şüphesiz CenâbHakk'ın bu sünneti, şartlar elverdiği ve ortam ha­zırlandığı her çağda ve dönemde hükmünü yürütür; yeter ki Hakk'ı savu­nan mü'minler kendilerine düşen görevi yürütürken birlik ve beraberlik için­de bulunsunlar ve niyetleri hâlis olsun.

 

Nazar (Göz Değmesi) Konusu

 

«Kâfirler, Kur'ân'ı işit­tikleri zaman neredeyse seni gözleriyle yerinden devirecekler..»

Bu âyetin nazarla ilgili olduğunu söyleyenler hayli çoktur. Zira Mek-keli azgın müşriklerin kini o dereceye varmıştı ki, Resûlüllah'ı (A.S.) gör­dükleri ve Onun mübarek ağzından çıkan Kur'ân âyetlerini duydukları za­man kin ve nefret dolu gözlerini Ona çevirirlerdi de neredeyse Onu bir an­da yok etmeyi akıllarından geçirirlerdi.

Hattâ müşriklerin arasında göz değme tesiri yüksek olarak bilinen ki­şiler bu maksatla Hz. Peygamber'e (A.S.) dikkatle bakıp öldürücü bir has­talık veya olayla karşılaşmasını temenni ederlerdi. Rivayete göre, göz değ­mesi konusu Beni Esed Kgbilesi'nde çok yaygındı; yani o kabilenin insan­larının gözleri çok keskin idi, hayretle, dikkatle baktıkları bir şeyde olum­suz tesirler meydana getirirlerdi. Kurtubî'nin tesbitine göre, onlar semiz bir inek veya deve görünce, cariyelerini çağırırlar ve «selenizi, dirheminizi alıp gelin, az sonra ileride şu devenin veya sığırın eti satılacak, bize de bir miktar satın alın» diye emrederlerdi. [14]

Onlar göz değmesini de şöyle sağlarlardı: «Doğrusu hayret, bugüne kadar böylesine güzel, böylesine semiz bir koyun veya deve görmedim!» derler ve gözlerini o hayvan üzerine dikerlerdi. Cok geçmeden o hayvan hastalanır ve bıçağın altına girerdi.

Yine rivayete göre. Beni Esed Kabilesi'nde nazar hususunda bir adam çok meşhur olmuştu. Onu çağırıp Hz. Muhammed'e (A.S.) nazar etmesini istediler. Ne var ki Cenâb-ı Hak, Peygamberini onların şerrinden ve naza­rından korudu ve bunun üzerine yukarıdaki nazar âyeti indi.

Maverdî de buna benzer şu rivayeti nakletmiştir: Araplardan bir kişi diğerine nazar etmek istediği zaman üç gün bir şey yemez, içmez ve iyi­ce acıkmış bir halde o kişinin malına veya şahsına nazar edip şöyle derdi: «Allah'a and olsun ki bu adamdan daha kuvvetli, daha cesur görmedim. Aynı zamanda hayret bunun malı da, evlâdı da hayli çok!»

Ancak Kuşeyri bu rivayetlerin bir kısmını pek isabetli bulmamış ve şöy­le demiştir: «İsabet-i ayn {nazar değmesi) ancak nazar edilen şeyin çok beğenilmesi ve nazar edenin içinden gelen bîr hayretle ona bakmasıyla gerçekleşebilir. Bir şeyden tiksinmek, bir şeye kızmak ve öfkelenmek suretiyim nazar değmesi olmaz. Hz. Peygambere kin ve nefret dolu gözle bakıyorlar ve «Bu herhalde delinin biridir» diyorlardı. O bakımdan Resû-lüllah (A.S.) Efendimiz hakkında bu bapta bir göz değmesi arzusu söz ko­nusu değildir.»

[15]Müfessirlerden önemli bir kısmı bu görüşün hilafını belirterek, birini yok etmek, dert ve musibete uğratmak için de nazar değmesi olabilir de­mişlerdir.

«İzlâk»ın delâlet ettiği manalar:

İlim adamları ve lûgatçiler, «izlâk» kökünden gelen «yüzliku» fiilinin şu mânalara delâlet ettiğini belirtmişlerdir:

1- Helak etmeyi dilediler,

2 -Uzaklaştırmayı, bulunduğu yerden ayrılmasını arzu ettiler,

3- Bulunduğu şerefli makam ve dereceden gidermeyi istediler,

4- Nüfuz etmeye yöneldiler,

5- Yere düşürmeyi düşündüler,

6- Risâleti tebliğden alıkoymayı tasarladılar.

7- Fitneye düşürmek istediler,

8- Kötülükle dokunmaya yöneldiler,

9- Gözleriyle yeyip bitirmek istediler,

10- Öldürmeyi umdular..

 

Göz Değmesi  Haktır

 

Göz değmesi,ruhun beğenme arzusunun gözde belirmesi ve etkile­yici bir kuvvet olarak karşısındakini tesir altına almasıdır.

Ruhun mahiyetini bilmemekle beraber onun mevcudiyetini, vücudu­muzdaki tezahürlerinden anlıyor ve kabul ediyoruz. Şüphesiz ruh, ilâhî kudretin öyle bir tecellisidir ki, hilkat kanunuyla içiçedir ve bütünüyle ha­yat ve enerji kaynağıdır.

Ruhun bu gibi etkileyici tezahürleri üzerinde duran ilim adamları, ça­lışmalarını sürdürmektedirler. Yakın gelecekte onun gözde beliren etkile­yici kuvvetinin bilimsel olarak da ortaya çıkarılacağını ümit ediyoruz.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz de bu önemli sayılacak konu üzerinde dur­muş ve birtakım açıklamalarda bulunmuştur:

«Göz değmesi haktır.» [16]

«Cefer'in oğullarına nazar değiyordu. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) rukyede bulunur, yani okuyup üflerdi.» [17]

«Eğer kaderin önüne bir şeyin geçmesi söz konusu olsaydı, herhalde göz değmesi onun önüne geçerdi.»

[18]«Her türlü kötü nazardan Allah'ın tastamam kelimelerine (ilâhî söz­lerine) sığınırım.» [19]

«Göz değmesi haktır; deveyi tencereye, adamı kabre sokar.» [20]

Keşfü'l-Hafa'da bu hadîslerden birincisi üzerinde durulmuş ve bu cüm­lenin üzerine yapılan her fazlalığın zayıf olduğuna dikkat çekilmiştir.

«Kim bir şeyi görür de onu beğenir ve hayretini izhar eder de şöyle derse : «Maşaallah, kuvvete illâbillah», artık o baktığı şeye bir zarar ver­memiş olur.»

[21]Böylece göz değmesi ihtimali belirdiği zaman, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin dört no'lu duasının okunmasını ve bir de (Kul eûzü bi-Rabbi'l-felak» ile «Kul eûzü bi-Rabbi'n-nas» sûrelerinin okunmasını tavsiye ederiz.

 

Kur'ân-I Kerîm Milletler İçin Doğru Yolu Gösteren Tek Rehberdir

 

«Ha'buk» Kur'ân, ancak milletler için bîr öğüt­tür.»

İnsan, nefsinden gelen sese kulak vererek hürriyetinin sınırlanmasını, önünde bir engelin bulunmasını istemez. Şüphesiz ki, ilâhî buyruklar ve O'nun indirdiği hayat düzeni ruha gıda verip kalbi yönlendirirken «nefis» denilen süflî duyguya ağır gelir. O bakımdan Kur'ân'ın tilâvetini duyan Mek-keli müşrikler huzursuzluk hissediyor ve Hz. Muhammed'e (A.S.) karşı kin ve düşmanlık bakışlarını artırıyorlardı. Neredeyse o bakışlarıyla Onu devi­rip mefluç hale getirmeyi arzuluyorlar ve nefislerden gelen sese kulak ve­rip. Peygamber (A.S.) için «Bu herhalde delinin biridir» diyeoek kadar ölçü ve idrâklerini, insaf ve vicdanlarını kaybediyorlardı. Oysa asıl deli onlardı. Nefis ve küfür fırtınasında insanî özelliklerinden önemli bir kısmını kay­betmişlerdi, ama bunun hiç de farkında değillerdi.

Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ın ilim, irfan, güzel ahlâk, fazîlet, adalet, hakse­verlik, din kardeşliği, sevgi ve saygı aşılayan ve bu doğrultuda milletler için bir zikir (öğüt, bilgi, görgü, ahlâk ve medeniyet) aşılayan bir kitap oldu­ğunu açıklayarak akıl ve imân gözüyle onun incelenmesini belirtmekte ve insanı, hilkat kanunu gereği fazîlet ve şeref çizgisinde ancak bu kutsal ki­tabın tutabileceğini ilham etmektedir.

Bir fikir adamının dediği gibi: «Kendi kendinin zindanı olan insan, irâdesini fizikî istekler tuzağında, nefis, iç güdü ve eğilimlerinin ağına bı­rakan insan demektir. Bütün bunları bir kenara iten insan, mutlak iradeye, seçme irâdesine ulaşan ve Allah'a daha çok yaklaşan insandır.»

Kalem Sûresi'ne, hokka ve kaleme and içilerek ve bunların insan ha­yatındaki önemine işaret edilerek başlandı ve Resûlülah'ın (A.S.) ilâhî -metle dengesini kaybeden bir çılgın olmadığı açıklanarak Onun yüksek ah­lâk üzere bulunduğu belirtildi. Kur'ân-ı Kerîm'in milletler için yönlendirici, aydınlatıp gerçek medeniyete eriştirici bir kitap olduğu ifade edilerek sûre noktalandı olan Hz. Muhammed'e (A.S.)

 



[1] Tefsîr-i Kurtubt :   18/223

[2] Tefsirü Gârâibi'l-Kur'ân/Nizamüddin Nisabûrî: 28/12

[3] Taberânî: İbn Abbas (R.A.)dan

[4] İbn Asâkir : Ebû Hüreyre (R.A.)den

[5] Buharî/libas:  68, fezâil:   93,  113- Tirmizî/libas:   21- Taberânî/sıfatu'n-nebl 1

[6] Müslim/fezâil: 51- Ebû Dâvud/edeb : 1- Dâremî/mukaddeme: 10

[7] Taberânl/menafcıb: 23

[8] İbn Kesif : 4/402

[9] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân :   18/223

[10] el-Câmi'u Li-AhkâmH-Kur'ân :  18/223

[11] Bilgi için bak : Kehf Sûresi 24, İnsan Sûresi 30, Tekvîr Sûresi 29. âyet-ı tefsiri

 

[12] Kasas Sûresi: 56. âyetin tefsirine bakılması.

[13] Fazla bilgi için bak: Yunus Sûresi : 98, 99- Enbiyâ Sûresi: 87, 88 ve Saf-fat Sûresi: 139-148. âyetlerin tefsîri

Fazla bilgi için bak: Yunus Sûresi : 98, 99- Enbiyâ Sûresi: 87, 88 ve Saf-fat Sûresi: 139-148. âyetlerin tefsîri

[14] Tefsir-i Kurtubî:  18/254

[15] Tefsîr-i Kurtubî: 18/255'den özetlenerek

[16] Buharî/tıb :  36, libas:  86- Müslim/selâm:  41, 42- tıb:  15- Tlrmizî/tıb: 19- Taberânî/ayn: 1- Ahmed: 1/274

[17] îbn Mâce/tıb: 33- Ahmed: 6/438

[18] Müslim/selâm: 42- Tirmizî/tıb : 17, 19- tbn Mâce/tıb: 33- Taberânî/ayn: 3- Ahmed:  1/254

[19] Buharî/enbiyâ: 10- Ebü Dâvud/sünnet: 20- İbn Mâce/tıb: 36

[20] Ebû Nuaym :  Câbir (R.A.)dan merfuân

[21] tbn Sinnî - Bezzar : Enes (R.A.)den - KeşfÜ'1-Hafa: 2/77