KALEM SÛRESİ
I
Keremli
Mekke'de inmiştir. Elli iki âyettir. Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle
buyuruyor:
I
"Hakka İle kaleme ye yazmakta oldukları şeylere
andolsun kî,"
İbn-i
Abbas (r.a) der ki: "Nûn, o bahkür ki, Hak Teâlâ yerleri onun üzerine
döşedi. O balık hareket etti, yerler silkindi. Yüce Allah dağları yarattı. Bu
yerleri onlarla perçinledi, oturttu. Doğrusu bu dağlar, yerlere karşı
övünürler. Bu övünme Kıyamete dek sürer." Hasan Basrî ve Katâde (r.a)
"Nûn, hokkanın divitidir. Kalem diye zikredilmiştir." "Nûn"
Allahü Teâlâ'nm "Nûr" adının ilk harfidir, diyen de olmuştur.
"Rahman" adının son harfidir, diyenler de olmuştur. Kâlem'e gelince:
Yüce Allah ilk defa onu yarattı ve dedi ki: "Ey Kalem! Yaz. Kalem: "Ne
yazayım?" deyince Allah! "Takdîr olunan şeyleri yaz. Onlar ileride
vücût bulacaktır. Hem de Kıyamete kadar olacak şeyler..." (Kıyamete kadar
olacak takdirlerimi yaz, dedi).
Allahü
Teâlâ kaleme tazim için balığa yemin etti. Zîra onun yaratılmasında ve doğru
olmasında ulu hikmetleri vardır. Bunda çok faydalar vardır. Anlatılamaz. Kasem
(yemin) burada "Nûn vel-kalem" (yaratan Allah hakkı için) demek.
Ayrıca "Hafaze meleklerinin insanoğlunun amellerinden yazdıkları
hakkîçûn" demek. Onlar Önce Levh-i mahfuza olacakları şifrelemişlerdir.
Vakti gelince insanoğlu yaratıldığı istikâmette amel eder. Ona öyle kolay
gelir... Bütün bu, esrar "Melekût âleminde"dir...
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
Kalem
Sûresi [Cüz: 29 Âyet- 3-4) 261
"(Habîblm) sen, Rabbinin nimeti sayesinde, bir
mecnûn-deli değilsin."
Bu,
yukardaki yeminin cevâbıdır. Yüce Allah: "Nûn hakkı, kalem hakkı, Hafaze
meleklerinin yazdıkları hakkı için yemin" olsun ki Yâ Muhammedi Sen
Rabbinin nimetlerine mecnûn değilsin." Onlar, Mekke müşrikleri böyle
sanırlar. İlk inen "İkrâ... mâlem ya'lenV'e kadar gelince Cebrail (a.s)
Rasûlullah (s.a.v)1 a gelerek namaz kılmayı öğretti. O da kılardı.
Bunu gören müşrikler: "Muhammed delirdi. Şâirdir, mecnûndur," demeye
başladılar. Onların bu sözlü sataşmaları Rasûlullah (s.a.v)' in canını çok
sıktı. Bu âyet-İ kerîme ile Hak Teâlâ onu teselli eyledi (etti). Şöyle ki:
"Yâ Muhammed! Sen benim peygamberimsin. Kullarımı Hakka çağırman için seni
gönderdim. Bu İlahî, manevî nîmeüeri senin Rabbin verdi. Peygamberlik verdi
sana. Kur'an'ı sana İndirdi. Sen bu nimetlerin şükrünü yerine getirmekte gafil,
mecnûn değilsin. Onlara aldırma!"
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Senin için muhakkak ve muhakkak tükenmeyen bir
mükâfat vardır."
Hiç şüphesiz büyük bir ahlâk üzerindesin sen."
Yâni,.
Yâ Muhammed! Sen üstün bir dâva (islâm) için gönderilmiş ve onu taşımaya
elverişli olarak yaratılmışsın. Onların konuşmalarından ötürü canını sıkma.
Nitekim Rasûlullah (s.a.v)1 in yaratılışı yüce idi. Halkın müs-lüman
olmasını canı gönülden isterdi. Tutsakları kurtarırdı.
Açlan
doyururdu. Herkese büyük-küçük demeden selâm verirdi. Hiçbir ihtiyaç sahibinin
isteğini reddetmezdi. Bir başkasından da olsa bulur ve verirdi. Hastalan
ziyaret ederdi. İyi olsun-kötü olsun müslümanın cenaze namazında hazır
bulunurdu ve kılardı. Komşularıyla çok iyi geçinirdi. Müslüman yaşlılara hürmet
ederdi. Meşru bir sofraya çağırıldığında gitmeye çalışırdı. Suçluların suçunu
bağışlardı. Halka çok yumuşak davranırdı. Onların en pehlivanı o bilinirdi.
Hükümlerinde çok adaletliydi. Eli
262
Kalem
Sûresi (Cüz; 29 Âyet; 5-6)
hiçbir
nâmahreme dokunmamıştır. Azmışları düzeltirdi. Her çeşit cömertlik, onun
vazgeçilmez davranışıydı. İhtiyâcından fazla parası olursa, onu fakirlere
dağıtmadan uyuyamazdı. Ehlibeyti için bir yıllıktan fazla mal ayırmazdı.
Geçimini asgarîden sağlardı. Arpadan ve hurmadandı çoğu yiyecekleri. Onu bile
isteyene Allah için tereddütsüz verirdi. Kendi söküğünü dikerdi. Papucunu tamir
ederdi. Ne iş olursa büyüklük göstermeden yapardı. Kimsenin suçunu yüzüne karşı
söylemezdi. Utancından dolayı tenkîdînt îmâ ile söylerdi. Bir köle ve câriye
çağırsa, büyüklenmez giderdi. Verilen hediyeleri reddetmezdi. Bir içim süt ve
tavşan-hayvan uyluğu getirirlerse onların bedelini vermesi de başka bîr
sünnetidir. Fakat sadaka ve zekât yemezdi. Nefsi ve dünyâ için iş yapmazdı. Ne
yaparsa Allah için ve din gayretiyle yapardı. Hakkı herşeyden üstün tutardı.
Kendi ve Ashabı bundan zarar görse de... Açlıktan kanuna taş bağlardı. Ne
bulursa yerdi. Kâfirden yardım istemezdi. Helâl yemekten perhiz etmezdi. Hurma
bulsa ekmeksiz onû yerdi. Arpa veya buğday ekmeğinden hangisini bulsa, onları
katıksız yerdi. Helva ve bal bulsa onları da yerdi. Sütü ekmeksiz içerdi.
Kanaatkardı. Kavunkarpuz bulsa yerdi.
Nerde
olursa olsun yürürdü. Düşmanlara da- onlar savaş hâlinde de-ğillerse-mütevâzi
davranırdı. Kimin yanma varsa güleryüz gösterirdi. Ne bulsa giyerdi. Ne binit
olsa ona binendi. Terkisine bir kişiyi aldığı da olurdu. Zaman olur, başı
açık-yalın ayak "ridâ-îzâr" (Hacıların ihramı gibi) ile dolaşırdı.
Bunlardan üst elbisesiz de (ridâsız) bile yürürdü. Güzel kokular sürerdi.
Velhâsıl, onun ahlâkını anlatabilmemiz bile zordur. Kaldı ki yaşayabilmek!.,.
Şu bir gerçektir: Kur'an İçinde ne kadar emir varsa, hepsini uygulamıştır. Bu
emirleri yerine getirmek gerek vacip olsun, gerekse mendûb olsun, onların tümünü
yapmıştır. Kur'an'ın yasakladığı hiçbirşeyi de yapmamıştır. Bu haramlar İster
"tahrîm? (harama yakın) olsun isterse •tenzihi" (helâla yakın) olsun
farketmez. Yani kesin içki gibi haramları yapmadığı gibi, mekruhlara da,
şüphelilere de yanaşmamıştır. Harama düşme korkusuyla böyle yapmıştır. İşte
bütün bu saydıklarımızı onaylar biçimde Hz. Âişe (r.a)1 ya
peygamberin (s.a.v) ahlâkı sorulunca O: "Onun ahlâkt Kur'andı,"
demiştir. Ona gerçekten lâyık ümmet olanlar da onun ahlakıyla ahlaklanırfar.
Ona tam uymanın tabiî sonucu da budur!
Bundan
sonra Hak Teâlâ şöyle buyurdu:
"Yakında göreceksin. Onlar da görecekler.
Delilik hanginizde imiş?"
I
(Cüz:
29 Âyet: 7-13) Kalem Sûresi 263
Yâ
Muhammedi Yakında sen de onlar da göreceksiniz: O kâfirler dünyada küfür ve
ondan türeyen-üreyen günahları işlemelerinden dolayı cehennem âteşi için
zebanilerin onlara nasıl davrandıklarını... O kâfirler mi deliyraiş yoksa
mü'minler mi? Anlaşılacak pek yakında...
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki Rabbin, O, kendi yolundan sapan
kişiyi çok iyi bilendir. O« hidâyete ermiş olanları da pek iyi bilendir."
Yâ
Muhammedi Senin Rabbin hei şeyi bilendir: İslâm yolundan çıkan ve sapıklık yoluna düşeni çok iyi bilendir.
Hidâyet yolunda kim dosdoğru yürüyor, onu da en iyi bilen O'dur. Sabret. Ceza
gününde sapıtmış olan ile yolunda olanı ayırd edecektir. O gün herkesin durumu
açık-seçik ortaya çıkacaktır.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Artık o yalanlayanları tan«n<a. Onlar arzu
ettiler ki sen yumuşak davranasın da kendileri de yumuşaklık
gestersinler."
Bu
âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler dediler ki:1 "Yâ
Muhammedi Gel bir müddet senin Rabbine beraber tapalım. Biraz da atanın ve
dedenin dîni olan bizim taptıklarımıza tapalım. Böyle olursa seni
İnciltmeyiz" Yüce Allah bu çarpık görüşü reddetti. Yâ Muhammedi Sakın ha
bu yalancı zâlimlere itaat ederek dinleme. Çünkü onlar Allah'ı sânına lâyık
biçimde tanımayan müşriklerdir. Sen onların bu müşrik inançlarına yumuşak
yaklaşırsan onlar da senin inancına yumuşak bakarlar. Uyma...
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(Doğruya da - eğriye de) alabildiğine yemîn
eden, İzzetinefsi olmayan, dâima ayıplayan, Lâf getirip götürmeye koşan,
(insanları)
264
Kalem Sûresi (Cüz: 29 Âyet: 14-16)
hayırdan durmayıp meneden, aşırı zâlim, çok
günahkar, kaba-ha-şin, bütün bunlardan başka da kulağı kesik (damgalı soysuz)
olan her kişiyi tanıma (onlara boyun eğme)!"
Cumhura
göre bu âyet-i kerîme "Velîd bin Muğire" hakkında gelmiştir. Rasûlünü
haklı çıkardı. Yâ Muhammed! Her şeye andiçene itaat etme. özellikle Velîd'e. O
Allah'ın dînini yalanladığı nalda yalan yere andiçer. Alçaktır, yüzsüzdür. Bir
şeyin iyisini-kötüsünü ayıran görüşü yoktur. O iftiracı, lânetci ve lâf getiren
ve götüren biridir. Halk içinde "nemmâmcılıkla" tanınmıştır. Ayrıca,
hayırların kaynağı İslâmdan menedendir. Malını hayır yerlere vermede çok
cimridir. Kendini bütün bu güzelliklerden uzaklaştırdığı için de "aşırı
zaîim"dir. Çok günahkâr ve fâcirdin İri-yarı bir gövdesi vardır. Ama
bâtını (kalbi) haraptır. Haşîn ve kaba davranışlıdır.
Bütün
bunlara ek olarak ta "soysuz"dur. Rivayete göre Velîd b. Muğîre bu
âyetler gelince doğru anasının yanına varıyor, şöyle sertçe konuşuyor:
"Muhammed (s.a.v) beni on kötü sıfatla teşhîr etti. Bunların dokuzunun
kendimde olduğunu anladım. Fakat (zenîm-piç, haramzade) olduğumu anlayamadım.
Doğru söyle. Yoksa bu kılıçla seni öldürürüm, dedi. Anası: (Oğlum, baban zengin
biriydi. Ama cinsî gücü yoktu. Malı başkasına kalmasın diye bir çobanla yattım.
Sen onun oğlusun) dedi. Abdullah b. Ab-bas (r.a): "Yüce Allah'ın bu adamdaki
ayıplan teşhîr ettiği kadar hiçbir kimseyi vasıflandırdığını bilmiyoruz,"
dedi. Hükmü geneldir. Bu özellikler kimde varsa onun hâli de aynıdır...
Şehr
bin Havşeb (r.a), Efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir.
Şöyle ki:
(Cennete;
haksız, arsız, kaba, haşîn davranışlı ve soysuz kişi gire- Geniş açıklaması
şöyle: (Cevvâz): Mal toplayan ve fakat bu malda hakkı olanlara vermeyen
kişidir. (Ca'zariyyü): Arsız olan, kimseye şefkati olmayandır. (Utull): şişman,
yiyici, fakat halka zâlim olan (zenîm): soysuz. Gayrimeşrû olan çocuk demek.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(Öylesini tanıma ki) mal ve oğullar sahibi
olmuş diye. Karşısında âyetlerimiz okunduğu zaman o, (Evvelkilerin masalları)
demiştir."
(Cüz:
29 Âyet: 17) Kalem Sûresi 265
Yâ
Muhammedi Bu sıfatlarla nitelenmiş zâlime uyma ki onun çok malı var ve fakat
ona mağrurdur. Âyetlerimiz kendilerine okunduğu halde"bu evvelkilerin
uydurduğu masallar!" derler.
Yüce
Allah şöyle buyurdu: e
"Biz yakında onun hortumunun üstüne damga
basacağız."
Yâni,
biz onu kıyamet günü bu kötü sıfatlarla «msâlinden ayırdedece-ğiz. O bizim
Rasûlümüzü düşman tuttu. Hem de halk arasında aşırı giderek bunu sürdürdü.
Mukâtıl (r,a): "Kıyamet gününde Allah Tealâ onların yüzünü (simsiyah)
yapacak. Gözleri (ak) olacak. (Demir) den boynu olacak. Ateşe atılacak. Etler
boyunlarına bağlanacak. Yüzüstü cehenneme sürülecek. Burnu ve yüzü
dağlanacak."
Allahü
Teâlâ Velîd b. Mugîreyi teşhir eyledi. Onu hor etti, hakîr kıldı. Dna bir ayıp
verdi ki ondan ne dünyada ne de âhirette kurtulamaz...
Yüce
Allah şöyle buyurdu: \?2_\'.'fö
"Biz, o bahçe sahiplerini nasıl belâya
uğrattiysek muhakkak bunları da belâlandırdık..."
Hak
Teâlâ buyurur: Mekkelileri imtihandan geçirdik. Yedi yıl kıtlık verdik. O bahçe
ehlini belâlandırdık. Onlar musaİlî (namaza) idiler. Bahçeler onlara
atalarından kalmaydı. Yemen tarafında San'aya iki fersah mesafede bir
yerdi, Atalan o bahçe ve tarla mahsullerinin içinden "bir yıllık
nafakalarını" ayırırlardı. Kalanı ise Allah yoluna tasadduk ederlerdi.
Meyva toplandığı zaman kalanı da miskinlere verirlerdi. Hurmaları topladıkları
zaman da
kalanı yine dervişlere (fakirlere) ihsan ederlerdi. Harmanları kaldırdıkları zaman
da kalanlar miskinlerin olurdu. Bağlarını bozduklarında da kalanlardan
kimsesizler yararlanırlardı. Hepsinin öşrünü verirlerdi. Üzümün ku
rusundan da (öşrü) nü verirlerdi. Yaptıkları pekmezden de öşürü ihmal etmezlerdi.
Buğdaydan, undan, ekmekten hep öşür verirlerdi. Bu cömert re Allah'ın emrine
titiz kimseler öldüklerinde de aynı şeyleri yapmaları için evlatlarına vasiyyet
ederlerdi. Sakîfoğullarından olan cömert kişilerden birinin üç oğlu kaldı
geride. Bunlar bir araya gelerek şu kötü kanaate vardılar: "Bizim
atalarımız akılsız kişÜermiş. Bizim de çok çoluk-çocuğumuz
/ar. Artık fakirlere bir şey veremeyiz!" y , ^ > •■'•
Nitekim
yüce Allah şöyle buyurdu: "ö&^^rjf? V^ -i
"Hani (bahçe sahipleri) sabah olunca onu
mutlaka devireceklerine, biçeceklerine yemin etmişlerdi."
Bu
üç kardeş, miskinler duymadan bağlarının ve bahçelerinin
266 Kalem Sûresi (Cü* 29 Âyet: 18-24)
mahsûllerini
toplamaya yemin etmişlerdi. Böylece onları mahrum edeceklerdi.
"(Bu bâbda) istisna da yapmıyorlardı."
Yani
(inşallah) demediler. Ertesi gün kesin bağlanın keseceklerini sandılar.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Halbuki onlar uyurlarken hemen Rabblnden (gönderilen)
do-laşıcı bir belâ onu sardı da."
Yüce,
kudreti sonsuz olan Allah o bahçenin ağaçlarını ateş göndererek kapkara yaktı.
Onların uykuda oldukları için haberleri yoktu.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(O bahçe) simsiyah kesiliverdi. İşte sabaha
karşı birbirlerini çağırdılar."
O
bahçe ateş düşmüş yere döndü. Bunların hayırları yok. Sabah olunca manzayı
görünce birbirlerini dehşetle işten haberdâr ettiler.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Devşirecekseniz erkence mahsulünüzü
(devşirmeye) çıkın diye.»
O
miskinler gelmeden, kalkmadan önce kalkınız da erkence mahsulünüzü toplayın,
diyeceklerdi...
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
(Cü*
29 Ayet: 26-29) Kalem Sûresi 267
"Derken onlar aralarında fısıldanarak gittiler:
Sakın bugün karşınıza hiçbir yoksul oraya girmesin diye."
Sabah
erkenden kalktılar. Ama kimse, özellikle yoksullar duymasın diye de
fısıldaştılar. Bir fakire bile yedirmemeye azmetmişlerdi.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
'"(Fakirleri) menn'e (sanki) güçleri yetecek
adamlar tavrıyle erkenden gittiler. Fakat onu (bu halde) görüverince dediler
ki: 'Herhalde biz yanlış gelenleriz.1 (Hakikati anlayınca da):
Hayır, biz mahrum (kalmış) lanz.
Bağlarına
ve bahçelerine varınca, onları kapkara görünce birbirlerine: "Bu bizim
bağımız olamaz. Fakat biraz İnceleyince bağlan olduğunu anladılar. Allah'ın
suçlarından dolayı kendilerini cezalandırdığını anladılar. Mahsûlden mahrum
olduklarını bizzat gördüler ve anladılar.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Ortancaları: Ben size demedim mi? (Allah'ı)
tenzih etmeli değil miydiniz, dedL"
Sözü
dinlenir ve bilgili olan ortancaları dedi ki: "Ben sizi önceden
uyarmıştım. Siz (înşaallah) demediniz. Ayrıca zikri (sübhânallah) ı da
bıraktınız. Adeta gözünüz değdi: O zamanın inşallah yerine kullanılan deyimi
buydu. Onlar yaptıklarına pişman oldular. Tahassür içinde kaldılar.
İtfitekim
Hak Teâlâ şöyle bildirdi:
"Seni (tesbîh ve) tenzîh ederiz ey Rabbimiz.
Hakîkaten biz zâlinüermişiz, dediler."
Bahçelerinin
böyle kapkara yandığını görünce: Biz Rabbimizi noksanlıklardan uzak biliriz.
Onu herşeyden yüce biliriz Tenzîh ve tazim ederiz. Biz Ona isyan etmişiz.
Fakirlere vermemekle kendimize yazık ettik. Zâlimlerden olduk. Bu dehşetli
felâket başımıza bundan geldi.
268 Kalem Sûresi (Cüz: 29 Âyet: 30-33)
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
I
"Şimdi kabahati birbirine yüklemeye başladılar.1
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun bize, dediler, gerçekten biz azguılarmışız."
Cehennem
bize uygun... Fakirleri mahrum bırakmak istedik. Onlara bu davranışımızdan
dolayı biz asıl mahrum olduk.
Ümitlerini
Allah'ın rahmetine bağlayarak dediler ki:
"Rabbimizİn bize, bunun yerine, ondan daha
hayırlısını vermesi umulur. Biz (artık) gerçekten Rabbbnize çevirenleriz."
Biz
yapüklanmiza pişman olduk. Allah'a tam yöneldik. Onun bize eskisinden daha iyi
bahçe-bağ vereceğini umuyoruz. Ki bu da cennette gerçekleşecek.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"İşte azap böyledir. Âhiret azabı İse elbette
daha büyüktür. (Bunu) Bilselerdi."
Cimrilik
yaparak fakirin haklarını yemelerinin dünyadaki cezası ondan mahrum kalmaktır.
Günahlarından
tevbe etmeden ölmeleri sonucu âhirette daha şiddetli azaba uğratılacaklardır.
Mekke kâfirlerine de dünyâda açlık ve kıtlık verdi. Âhiretteki azabımız
dayanılır gibi değil!... îman etmezlerse-ki etmeden ölenler oldu-cimrilik
ederek hayırlara sarfetmeyen eski ve yeni kâfirlerden bahsederek yüce Allah
bize ders veriyor.
Şimdi
de yüce Allah mü'minlere şöyle buyuruyor:
(Cüz:
29 Ayet: 34-38) Kalem Sûresi 269
"Şüphesiz ki (fenalıktan) sakınanlar için
Rableri nezdinde nimeti dâim ve hâlis cennetler vardır."
Serden,
isyandan sakınan mü'minlere cennet var. Onun nîmetleri hâlisdir. Sıkıntısı da
yoktur. O Rablerinin kereminin sonu yoktur. Utbe bin Rebîa şöyle dedi:
"Eğer Muhammed'in dediği gibi cennet varsa onların bizden bir üstünlüğü
yoktur. Çünkü biz de burda, onlardan bahçelerimiz-bağlarımızta farklıyız.
Âhirette de biz yine üstün oluruz veya denk oluruz".
Hak
Teâlâ bunun üzerine şöyle buyurdu:
270 Kalem Sûresi {Cüz: 29 Âyet: 40-43)
"Yahut üzerimizde, sizin lehinize kıyamet
gününe kadar (sürecek) yeminler (İmiz, taahhütlerimiz) mi vardır ki
(nefisleriniz için) ne hüküm verirseniz mutlaka sizindir?!"
Biz
andiçerek sîze bir takım vaadlerde mi bulunduk? Siz, herşeyi, böyle bir
taahhütümüz olmuş gibi, lehinize yorumluyorsunuz? Hiç sizinle mü'minler bir
olur mu? Hükmünüz sizi bağlar. Bizim tarafımızdan sizin lehinize bir hüküm
yoktur.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(Habîbim) sor kendilerine: Onlardan hangisi
bunların avukatı olacak?"
Yâ
Muhammed! Bu dediklerini onlara gerçekleştirecek hangi kefil (garantör) vardır?
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Yoksa ortakları da mı var onların? Öyleyse o
ortaklarını da getirsinler; (iddialarında) doğrucu (adam) lar iseler..."
Bunların
cennette mü'minlerle aynı olacaklarına dâir tanıkları mı vardır? Onları
getirsinler bakalım. Sözlerinde samimi iseler, dediklerini yapsınlar. Yüce
Allah "istifhâm-suâl yoluyla" bunları bildirdi ki onları
"cezalandırma ve azarlama"yı murat etti. Umduklarının istedikleri
gibi olmayacağını dilemiştir. Bir ümit ışığı var bu soru şeklinde. Fakat iyi
incelenirce onların azaplanacağı murâd edilmektedir.
Yüce
Allah Kıyamet gününde olacak korkulu hallerden bahsederek buyuruyor ki:
"(Hatırla ki o gün) baldır (lar) in açılacağı,
kendilerinin secdeye davet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güç
yetiremiyeceklerdir. Gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak."
Yâ
Muhammed! Onlara belâlar vaktinde dehşetli ânların yaşanacağını
(Cüz:
29 Âyet: 43) Kadem Sûresi 271
iyice
bildir. Şunu iyi bilsinler ki peygamberlerin dediklerinin hepsi gerçektir. O
âhiret azapları mutlaka olacaktır. "Baldırlarının açılacağı"
Kıyametin dehşetli ve korkutucu hallerini simgeleyen bir deyimdir. Onlar bu halde
secdeye davet olunacaktır. Ama secdeye varmaya güçleri yetmiyecektir.
Kâfirlerin ve münafıkların belleri ve sırtları, sığırların boynuzları gibi katı
ve sert olacaktır. Ebû Musa Eşarî, atasından Rasûlullah (s.a.v)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmektedir: "Kıyamet günü her kavim neye tapıyorsa o
taptıkları putlar canlanacak. Her kavim taptıkları putlarının yanlarında
toplanacaklardır. Yalnız Tevhîdciler yerlerinde kalakalacaklardır. Onlara
diyecekler ki:
"—
Herkes bir yere gidiyor. Siz ne bekliyorsunuz?" Onlar dediler ki: 11—
Bizim de Rabbİmiz vardır. Dünyada Ona tapardık. Ama biz Onu görmezdik."
Onlar dediler ki:"— Eğer mabudunuzu görebilseniz tanıyabilir misiniz?
Onlar: "—Evet, biliriz" dediler. Onlar İse: "— Görmediğiniz
Tanrınızı nasıl tanıyacaksınız?" dediler. Cevâblan şöyle: "— Şundan
biliriz ki: Onun eşi ve benzeri yoktur. Hiçbir varlık Ona benzemez!"
Bundan sonra Allahü Teâlâ kemâl-i kudretiyle bunlardan perdeleri kaldırdı.
Onlar Allahü Teâlâ'ya nazar ettiler. Hemen secdeye vardılar. Kâfir münafıkların
takadan yetmedi de kafaları üzerlerine düştüler. Çünkü sırtları-belleri boynuz
gibi olduğundan yıkıldılar. Allahü Teâlâ mü'nıinlere dedi ki: "Başınızı
kaldırın. Sizin kurtuluşunuz için bu yahûdilerden ve hıristiyanlardan birer
fidye verdim ki bunun sonunda sizin cehennemdeki boş yerinizi onlar
dolduracaklardır. Siz de Cennete böylece kavuşacaksınız." Ebûbürde Cr.a)
dedi ki: "Bu hadîs-i şerifi ben "Ömer b. Abdulaziz'e söyledim. O (O
Allah'dır ki ondan başka ilâh yoktur. Acaba Rasulullah bunu söyledi mi?) dedi.
Ben de bunun için yemin ettim. O da inandı. Ve dedi ki: (Tevhîd ehli hakkında
bundan daha sevgili bir hadîs işitmedim.)"
Mü'minler
başlarını kaldırdılar. Gördüler ki o yahûdilerin, hiristiyanla-rın
vejnünâfıklann gözleri fırlamış, öfkeleri yüzlerine vurmuş da kapkara
kesilmişler. Halbuki mü'minlerin yüzleri ise "kardan ak"dı. O
kâfirlerin secdeye varamamalarının sebebini Allah şöyle bildirdi:
"Halbuki onlar bu secdeye (dünyada) her şeyden
salim ve sapasağlam iken çağrılıyorlardı."
Gerçekten
dünyâda peygamberlerimiz onları Tek olan Allah'a kulluk rem2i olan namaza ve
onun en anlamlı rüknü olan secde etmeye" çağırdıkları halde dinlemediler.
Halbuki hiçbir bedenî engelleri yoktur. Dipdiri
272
Kalem
Sûresi (Cüz: 29 Âyet; 44-45)
heriflerdi.
Gören dinleyen onlan bir adam sanırdı. Ama boştular. Şimdi de biz
Azîmüssan-onlar Varlığımızı tam anladıkları halde-secdeye güçleri yet-miyecek
bir aceze hâline getirdik. Böylece İntikam alıyoruz. Münafıklar da yalandan,
inanmadan namaz kıldılar.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Artık bu sözü yalan sayanları bırak. Biz
onları, kendilerinin bilmeyecekleri bir cihetten, derece derece azaba
yaklaştırıyoruz."
Bu
âyet-i kerîmede iki husus var. Birisi: Rasûlullah (s.a.v) Efendimizi onların
verdiği sıkıntılardan dolayı teselli etmektir. Diyor ki: "Yâ Muhammedi
Üzülme. Onların işini bana bırak. O Kur'an't inkâr edene ben öyle azap
hazırladım ki sen onlarla baş edemezsin. İntikamını ben alacağım. Biz kadiriz.
Âciz değiliz. Biz istidrâcî olarak azar azar onları azaba yaklaştırırız. Hiç
haberleri bile olmaz."
Allahü
Teâlâ'nın istidracı şöyle tezahür eder: İnkarda ve günahlara balıklama
daldıkları halde Biz onlara îman ve tevbe nasîp etmeyiz. Sapasağlam olurlar.
Mutlu görünürler. Kahrımızdan onları nimetlere boğarız. Onlar bütün bunlara kendi
akıllan ve yetenekleri sayesinde sahip oldukları yanlış bâtıl görüşe
saplanırlar. Hatta Allah katında bir mertebelerinin olduğunu bile sanma
saplantısına düşerler.
O
gafil ve îman câhili adamlar bilmezler ki bütün bunlarla Allah onlara tuzak
kurmuştur. Fakat onlar bunun farkına varamaz eblehlerdir. Kâfirlere ve
münafıklara fikren ve zikren benzeyenler için de aynı tehlike bahis konusudur.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Ben onlara mühlet veriyorum. Şüphe yoktur ki
benim fendim sağlamdır!"
Bunlara
zaman tanımam da bir tuzaktır. Ölene dek onlar oyalansınlar. Benim cezam
erişince çetin olur, Ondan hiç mi hiç kurtulamazlar. Allahü Teâlâ verdiği
nimetlere "keyd-tuzak" dedi. Azar azar helake duçar oldukları için
bir tuzağa benzetiliyor.
Rasûlullah
(s.a.v) bu hususta şöyle buyurdu: "Kulun, günahlarında de-
{Cüz-.
29 Ayet: 46-47) Kalem Sûresi 273
vam
ve İsrar etmesine rağmen, Allah'ın onu dünyâdan ne arzu ederse verdiğini
görürsen bu, ancak Cenâb-ı Haktan bir istidrâcdır." (Ahmed b. Han-bel
-Utbe bin Âmir'den).
İstidracî
olarak helak olmaya yüce Rabbîmiz kâfirleri örnek vermiştir. Onların gerçekten
yok olacakları öte dünyâda bütün çıplaklığı ile görülecektir. Ama fikrî, hâlî,
fiili ve içtimaî bakımdan onlara benzeyen adına da müslüman denen nice
"görünmez helakte" olanlar vardır. Herkesin bir "yumuşak
karnı" var. Herkesin bir veya birkaç köklü zaafı var. İşte farke-dilmeyen
helak bu nâzik noktalarda gerçekleşir. Her insan kendini iyi tart-malıdır.
Gerçek Allah dostları tutmalıdır. Onların tenkitlerine önem vermelidir. Maddî
ve manevî dayanışma içine girmelidir. Kimisi (geveze) kimisi (şehvetperest),
kimisi (mal düşkünü) kimisi (zorba), kimisi (sünepe)... İşte bunlar yüzünden
küfre sapmasak da cennet derecelerini kaybederiz. Allah için aklı erenlerin
suskun olmaması gerekir. Bizi tuzağından korusun.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Yoksa
sen kendilerinden bir ücret İstiyorsun
da onlar bir borç-dan dolayı ağır yük altında mı bırakılmışlardır."
Yâ
Muhammed! Sen bunları İslama çağırdığın için bir hak mı istiyorsun? Hayır asla!
Bu onlara ağır gelsin. Sen bunlardan hidâyet üzere olmaları için istemezsin.
Çünkü bunlar için mal istesen onlar zâten bunu vermezler. Böyle bir şey olsaydı
îmana gelmemeye mazeretleri olurdu. Hiçbir ciddî özürleri yoktur.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Yahud gayb,
yanlarındadır da onlar (bunu ondan) mı
yazıyorlar?"
"Levhülmahfûz"
onların gözleri önünde mi ki oraya bakarak, ondan hüccetler getirerek Kur'an'ı
ve onun haber verdiği gerçekleri inkâr mı ediyorlar?"
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
274 Kalem Sûresi (Cüz; 29 Âyet: 48-50)
"(Habîbim) sen (şimdilik) Rabbinin hükmüne
sabret. O balık sahibi gibi olma. Hatırla ki o, gamla dolu olarak (Rabblne) duâ
etmişti."
Yâ
Muhammedi Sana yapılan zulümlere sabret. Çünkü bunlar bile Bizim
takdîrimizledir. Biz sana, düşman üzerine galip olasın diye, yardım ettik. Bunu
uzak sanma. Kavmine azap dileyen Yunus bin Mettâ gibi olma.
Biz
de azap gönderdik, O kavim de bunlan görünce inandılar. Azabı da onlardan geri
çektik. Yunus ise azap onları helak etmedi diye üzüldü. Biz de onu balık karnında
hapseyledik. Gönlü büsbütün daraldı, gamlandı da bize bu halde duâ etti. Şöyle:
"Senden başka bir ilah yoktur. Ey benim eksiklerden uzak Sultanım! Ben bu
nefsime zulüm ettim. Merhametlilerin en merhametlisi Sensin," diye tam
kırk gün avazı çıktığı kadar niyaz etti.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Eğer Rabbinden ona bir nîmet erişmiş
olmasaydı, O, mutlaka çırılçıplak (çıkarıldığı) o yere kınanmış bir halde
atılacaktı."
Allahü
Teâlâ'nın rahmeti ve ihsanı erişmeseydi o tevbe edemezdi. Allah onu balığın o
karanlık kamından kurtardı. O ne ot ve ne de ağaç olan bir çöle çıktı. Bu
durumda da canı sıkıldı. Ama çabuk toparlandı. Allah'a candan tevbe eti. Allah
da tevbesini kabul etti. Bağışladı. O çölde kabak bitirdi. Onu gölgeledi.
Sıkıntısı da geçti.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"(Bunun ardından) Rabbi onu seçti de kendisini
sâlihlerden yaptı."
Üzerindeki
zellelerden de temizlenince Yüce Allah onu tekrar peygamberlerden kıldı. Bu
âyet-i kerîme ile Allahü Teâlâ Rasûlüne şu işareti verdi, Kul Haktan gelen
sıkıntılardan dolayı darlanmamahdır. Şayet sabre-demez de canı sıkılırsa hemen
istiğfar etmelidir. Böylece Yüce Allah onun hatasını bağışlasın. Efendimiz
şahsına yapılan sıkıntılara (Uhudda olup-bi-
(Cüz:
29 Âyet 51-52) Kalem Sûresi 275
tenler
gibi) karşı kâfirlere ilenmek gelir gibi olurken Allahü Teâlâ geçmiş
peygamberlerden haber vererek onu teselli etmiş. Şahsına yapılan hakaretlere
beddua böylece gerçekleşmemiştir.
Yüce
Allah Mekke kâfirlerinin yaptıklarını haber vererek şöyle buyurdu:
"Doğrusu, o küfredenler zikri (Kur'an'i)
işittikleri zaman az kaldı seni gözleriyle yıkacaklardı. Hâlâ da (kin ve
hasetlerinden): 'O, mutlaka bir mecnûndur,' diyorlar"
Yâ
Muhammedi Bu Mekkeli inkarcılar senin Kur'an okuduğun zamanda gözlerini, seni
yıkmak için üzerine dikerler. Emirlerin ve haberlerin yüzünden senden nefret
ediyorlar. Seni cinnete nisbet edip derler ki: "Bu Muhammed
mecnûndur." Halbuki senin akıllı olduğunu bilirler. Fakat kıskançlıklarından
bu sözü söylerler. Müfessir Kelbî (r.a) dedi ki: "Esedoğullarının gözü
keskin adamları vardı. Bunlardan üçgün bile birşey yemeden aç kalan olurdu. Her
ne ki bakıp da (Bunun gibi hiçbir şey görmedim) dese o şeyi devirirdi.
Rasûlullah (s.a.v)'e de yıkıcı gözle bakarlardı. Ama O Allah'ın muhafazasında
olduğu için zarar veremezlerdi. Araplar içinde de bir-iki gün aç kalan olurdu.
Koyun veya deve geçse: "Hiç böyle koyun veya deve görmedim," derse
hemen o koyun veya deveye zarar ilişirdi... Bâzı kabilelerden öyle kimseler
vardı ki besili bir hayvana bakınca o hayvan çok ileri gitmeden ölürdü. Mekke kâfirleri
ne kadar "gözü keskin" adam varsa hepsini toplayıp Peygamberimiz (s.a.v)'
e: "Biz bunun gibi bir adam görmedik. Bunun gibi hüccet görmedik"
dedirtmek için ittifak ettiler. Fakat Allah onu korudu. Bu âyet-i kerîmeyi
gönderdi. Rasûlullah (s.a.v) "(Göz
değmesi gerçektir) " buyurdu. Hatta Araplar; "Nazar insanı kabre,
deveyi tencereye sokar," derler. Kem gözlerin zararlarından kurtulmak için
hâîis niyetle bu âyeti okumalısın.
Yüce
Allah şöyle buyurdu ki:
"Halbuki o (Kur'an) âlemler için şereften başka
(bir şey) değildir. Onun çok akıllı olduğunu bildikleri halde cinnete nisbet
ederler. Kıskandıkları İçin iftira ederler. Sen üzülme. Onların hesabını göreceğiz!"