Allah (c.c), mü'minleri anlattığı bir ayet-i kerime'de; "Onlar her
sözü duyarlar, en güzeline uyarlar" buyuruyor.[1] Mü'minler bu dünya yolculuğu içerisinde, doğumlarından
Ölümlerine kadar her söze kulak verirler ama en güzeli nedir? En güzel sözü
Allah(cc), kendisinin indirdiğini ifade ediyor. Bu
sûre, Mekke devrinde nazil olmuş, 52 ayettir.
Yani yeryüzünde
söylenmiş ve de söylenecek olan en güzel kelam Allah kelamıdır. O'nun içindir
ki, hatib efendiler, Cuma günü hutbelerinde;
"En güzel sözün Allah'ın kelamı olduğunu" insanlara duyururlar,
Biz de, Allah'ın (c.c)
indirdiği, Kalem Suresi diye isimlendirilen, Nûn
sûresi diye de bilinen, bu sûrenin manasını vererek insanlara duyurmaya
çalışacağız. Sûre Kalem'e yeminle başlıyor.[2]
1- Nun. Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki,
Harflerle ilgili,
alimlerimiz birçok şe'yler söylemiş ama efendimizin
dilinden bir açıklama olmadığı için, bütün müfessirlerimiz bunların üzerinde
fazla durmamışlar. Manasını Allah bilir demişler. Biz de aynı şekilde söyleyip
harfe mana vermeden devam edeceğiz.
"Kalem'e ve
kalemin yazdıklarına yemin olsun ki" diyor Rabbim. Rabbim bir şeye yemin
etmekle o şeyin değerini bize anlatmış oluyor.
"Alak" suresinden sonra ikinci olarak bu sure nazil
oluyor. İlk yemini de kalem üzerinedir. Öyleyse kalemin hakkını vermemiz
gerekiyor. Bu kalemle Allah'ı inkar eden yazılar değil, Allah'ın varlığını
bütün gönüllere, çiftçinin sabanıyla veya pulluğuyla yerin derinliklerine daneleri ektiği gibi, yerleştirmek ve oradan şirki söküp
atmak gerekir.
"Kalem ve
yazdıkları" derken her çağın kendine göre kalemi ve yazılarının olduğunu
da hatırımızdan çıkamayacağız. Bir zamanlar kurşun kalemler, dolma kalemler
varsa, şimdi de bilgisayarlar var. İleride neler olacağını hayal bile
edemiyoruz şimdiden. Ama her ne olursa olsun; yazan, yazıyı yayan ve insanlara
duyuran her türlü vasıta kalem ve yazdıklarınının
içerisine girmektedir.[3]
2- Sen
Rabbinin nimeti ile mecnun değilsin.
"Sen Rabbinin nimetiyie deli olmuş değilsin." Yani Allah (c.c) sana
bu nimeti verdi. Bu nimet ki, Peygamberliktir, imandır, Kur'ân'dır.
Yani Allah sana bu Kur'ân'i indirmeye başlamış ye bu
nimetleri vermeye başlamışsa, sen bunlardan dolayı deli olmuş değilsin. Bu
nimetler senin Peygamber olduğuna işarettir.
Bizler de günümüzde;
herkesin aklına geleni söylediği ve her akıl sayısınca sapıklığın arttığı bir
dönemde, bütün insanların aklına hitab edecek ve
bütün insanların aklını kendisine çekebilecek kelimeleri, -ki onlar Allah'ın
kelamıdır- manasıyla, insanların anlayabileceği bir dille anlatmaya
çalıştığımızda, bazı yerlerde size, "deli" diyebilirler, desinler.
"Bu söz Peygamberimize de söylenmiş" deyip tebliğe devam diyeceğiz.[4]
3- Şüphesiz
senin için kesintisiz mükafat vardır.
"Senin için hiç ardı,
arkası kesilmeyecek mükafatlar vardır." Yani sen İslâm yolunda yürür, bu
Allah'ın kitabını insanlara anlatmaya devam eder ve bu insanların İslâm'a
girmesine sebeb olursan, ardı arkası kesilmeyen
mükafatlar, sevablar senin içindir, diyor Allah
(c.c).
Aynı-ayet .bize şöyle hitab eder. Bu yolda yürür, insanlara İslâm'ı anlatır,
insanlar senin" anlatman sebebiyle hidayete gelir ve senin öğrettiklerinle
amel edecek olurlarsa, onların her amel edişinde, sana da sevab
vardır. Çünkü bir hayra delalet eden, öncülük yapan, o hayrı işlemiş gibidir
deniliyor.[5]
4- Hiç
şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin.
Efendimiz (s.a.v.)
1400 sene önce insanları sapıklığın her çeşidinden, sırat-ı müstakime çağırması
için görevlendirildiğinde, Allah (c.c) önce onu güzel ahlak ile donatmış.
"Sen mutlaka büyük bir ahlak üzeresin" demiş.
Hz. Aişe validemiz de diyor
ki: "O'nun ahlakı Kur'ân'dı." Yani bütün
hal ve hareketlerini, şekillendiren Kur'ân'ın emir,
yasak ve tavsiyeleri idi. O, Kur'ân'ın yaşayan hali
idi. Kur'ân, okuduğumuz ve anlamaya çalıştığımız bir
kitaptır. Peygamber efendimiz (s,a.v.) de Kur'ân'ın
yaşanan hali idi diyor Hz. Aişe
validemiz.
Bu ayetten biz ne
dersi alıyoruz? Biz bu çağda, bu insanların öncüsü olmaya namzet olmuşuz.Allah
böyle buyurmuş. Allah (c.c), "Siz kötülükten insanları alıkoymak,
insanlara iyilikleri emretmek üzere çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz"
buyurmuş.[6]
Böyle bir görevi mü'min olma şerefine erişenlere vermiş Allah (c.c) Mü'minlik rütbesi dünyanın en büyük rutbesidir.
Mü'min olarak bizler, kılavuzluk görevini
üstlenmişiz. Öyleyse bizim hal ve hareketlerimiz, davranışlarımız, elimiz,
ayağımız, gözümüz, kulağımız, bütün insanlara bakan ve bakmayan varlığımız, Kur'ân'a göre şekillenmesi gerekiyor.
İnsanlar örnek
arıyorlar. Biz İslâm'ı anlattığımız da, bazı insanlar, "çok güzel"
diyorlar. Ama yaşanması gerekiyor. Yani Allah (c.c) bizden, Kur'ân-ı Kerim'in yaşanır hale gelmesini istiyor. Siz
insanlara örnek olacaksınız. Bütün hareketlerinizi Kur'ân
yönlendirecek. Böyle davranırsanız ne olacak?[7]
5- Yakında
sende göreceksin, onlarda görecekler,
Daha Mekke'de
nübüvvetin başlangıcında efendimize müjdeler veriliyor. Peygamber efendimiz
nübüvvetle görevlendirildiğinde Hz. Hatice validemiz
O'na iman ediyor ve ikisi elele yeryüzünü ıslah etmek
üzere yürüyüveriyorlar. Sayılarının azlığından endişe etmiyorlar. Çünkü Allah
onların yardımcısı, koruyucusu.
Yürüdüler, derken
küçük bir delikanlı, Hz. Ali (R.A) iman ediyor Üçü
yürüdü: Bu üçünün yürümesi hala devam ediyor. Şimdi sizler ve bizler de
katıldık bu kervanın içerisine. Kıyamete kadar bu yürüyüş devam edecek. Zira
bunun startını veren Allah'dır (c.c).
Allah (c.c);
"Allah'ın rahmetine ve cennetine doğru yarış yapınız" diyor.[8] Bu
yarıştaki ödül, altun kupalar filan değil, ödül
cennet.
Rabbim bu dünya da
müjdeyi veriyor. Sende yakında neticeyi göreceksin, onlar da görecek diyor.
Yani dünyada devlet, ahirette de cennet var. Dünya
da mü'minin olacaktır. Çünkü mü'minler
her gün, "Rabbena duasını okurlar. "Ya
Rabbi! Dünyamızı güzel eyle, dünyamızı cennet eyle, ahiretimizi
de cennet eyle, bizi,ateşin azabından koru."[9]
6- Delilik
hanginizde imiş.
Yakında göreceksiniz.
"Kim fitneye tutulmuş?" kim delirmiş?, kim çıldırmış?, kim din dışı
kalmış? Onları siz göreceksiniz. Yani kim hak yolda? kim batıl yolda? olduğu
yakında ortaya çıkacak diyor Allah (c.c).[10]
7- Şüphesiz
Rabbin, yolundan sapanı iyi bilir. O, hidayette olanı da iyi bilir.
Kimin doğru yolda
olduğunu, kimin sapık yolda olduğunu Allah en iyi bilendir. Sırat-ı müstakim
üzerine de olduğunu, dünyada devlete, ahirette
cennete gitmenin yolunun, İslâm yolu olduğunu Allah bildirdiğine göre, bunun
dışında olanlar, sapık yoldadırlar.
İslâm dışı hayat
yaşayanların sapıklıklarına bizim aklımız yetmiyor ve bunu da görüyorsunuz.
Saymaya kalkışsak, sapıklığın çeşidini sayabilecek durumda değiliz. Her gün
basın yoluyla, sapıklığın bir başka çeşidini insanlara takdim ediyorlar. Bu
sapıklıklara düşmemek için bizim, yolumuzu iyi seçmemiz gerekiyor ki; O yolda
Allah'ın belirttiği yoldur.[11]
8- Artık
yalanlayanlara itaat etme.
"Yalancılara ve
dini yalanlayanlara itaat etme" diyor Rabbim. Dini yalanlayanlar kim?
Günümüzde bunlar iki türlüdür. 1. Biz Kur'ân'a da,
Allah'a da inanmayız diyenler. Bunlar dini temelden yalanlayanlardır. 2. Kur'ân'a inanırız, Allah kelamıdır ama, 1400 sene öncesinin
şartlan için inmişti. Zamanın değişmesiyle ahkam değişti. Allah bu günler için
bizi, bize bırakmıştır diyenler.[12]
9- (Önce)
senin yağcılık yapmanı (davandan dönmeni) isterler. Ardından onlarda sana
yağcılık yapsınlar.
Kafirlerle karşı
karşıya geldiğinizde, sizin her geçen gün biraz daha güçlendiğinizi
gördüklerinde, onlarda da yumuşama meydana geliyor. Peygamber efendimize karşı
da yumuşuyorlar.
Vücudumuzun bir
parçasını verirsem ne olur diyor muyuz? Demiyoruz. Aynı şekilde de dinimizden
taviz verecek bir tek emrimiz, bir tek yasağımız, bir tavsiyemiz yoktur.
Mevlana taviz
meselesini güzel hikaye ediyor. Diyor ki;
"dövme yaptırmak isteyen biri dövmeciye gidiyor. (İslâm'da bu iş
yasaktır.) Diyor ki; benim göğsüme bir aslan resmi yap. Adam, yaparım ama şu
kadar paranı alırım diyor. Parasını alıyor, adamı yatırıyor ve döğme yapmaya başlıyor. Dövmeci iğneyi bir batırıyor adam
bağırıyor, ikincisinde yine batırıyor, yine bağırıyor. Dayanamayınca sormuş.
Orası aslanın neresi?, Kulağı demiş. Yahu kulağı görülmese de olur demiş.
Başka tarafa geçmiş, yine sormuş, yahu orası neresi? Ayakları. Yahu ayakları
gömleğin altında kalacak, orayı geç. Kuyruğu görülmez orayı geç, sırtı geç
demiş. Dövmeci demiş ki; kalk! Aslan ortadan uçtu gitti." Yani en küçük
şeyleri terk edecek olursanız. Onun büyüğü de beraberinde gider. Onun için
Allah (c.c) İslâmî çizgide yürümeye adım atan bu müslümanlar topluluğuna, en önemli tavsiyelerinden birini
veriyor. Taviz vermek yok.,Bir adım geriye atmak yok. Allah'ın dediğinden
dönmek yok.[13]
10-Devamlı
yalan söyleyen aşağılıklara itaat etme.
11- Hep
ayıplayan, laf getirip götürene.
12- iyiliği
engelleyen, haddi aşan, devamlı günah işleyene.
13- Zorbaya,
bunlardan başka soysuzada (itaat etme).
14- Mal ve
oğulları var diye (itaat etme).
Alçak, çok yemin eden
insanlara itaat etme. Laf getirip götüren ve insanlarla alay eden, insanları
hafife alan, insanlara hakaret eden insanlara itaat etme.
Küçücük kelimelerle
ifade edilmiş. İnsanları alaya alan, kaş göz işaretleriyle, çeşitli kalem
oyunlarıyla, insanların şahsiyeti" ile oynayan ve onları hafife alan,
hakaret eden insanlara itaat etme.
İnsanların arasını
dedikodu yoluyla bozacak, söz getirip-götüren, müslümanları
rencide eden insanlara itaat etme.
Şimdi bunu büyük çaplı
organize güçler yapıyor. Basın yayın organlarıyla müslümanların
aleyhine, insanların aleyhine cürümler, suçlar işleniyor. İnsanlar hafife
alınıyor. Bir insanı hafife alan, hakaret eden» şahsiyyeti
ile oynayan, bütün insanlığın şahsiyyeti ile oynamış
gibidir. Onun için daha ilk ayetlerde, insanların şahsiyyeti
ile oynayan ve onlara hakaret eden, onlarla dalga geçen ve insanlar arasında
bozucu sözleri yayan insanlara itaat etme diye uyarılıyor. Bizde uyarılıyoruz.
Haddi aşmış, çok günah
işleyen ve cimrilik yapan insanlara da itaat etme. Cimri insanlar. Elinden hiç
hayır gelmeyen insanlar, yaptıkları işler, çıkardıkları kanunlar, vermiş
oldukları emirlerde insanlığın selameti, saadeti değil, kendi çıkarları olan
insanlara itaat etme. Cennete giden yola engel koyanlara itaat etme.
Ahlaksızca yaşayan,
haddi aşmış insanlara da itaat etme. Ahlaksız bir nesilden dünyaya gelmiş
insanlara da itaat etme. Yani nesli bozuk insanlara da itaat etme. Kendi nesli
bozuk bu insanların, yaptıkları kötülükler nedeniyle gelecek nesli de
bozacaklarından, bunlara da itaat etme!
Bunlar mal sahibidir,
çocuk sahibidir diye itaat etme. İnsanların ekonomik, siyasi, askeri gücüne
bakarak onlara itaat etme..[14]
15- Ona
ayetlerimiz okunduğunda "Öncekilerin masalları" dedi.
Onlara ayetlerimiz
okunduğunda, geçmişlerin masallarıdır diyorlar.
Kur'ân-ı Kerim'i baştan sona, mealinden ve tefsirinden
okuduğunuz da göreceksiniz ki; Hz. Adem (A.S)'ın, Nuh (A.S)'ın, İbrahim (A.S)'ın, Musa (A.S)'ın, İsa (A.S)'ın, Efendimiz (S.A.V)'in hayatlarından örnekler vererek
anlatılıyor. Peygamber olmayan bazı insanların da hayatı anlatılıyor. Mesela Ashab-ı Kehf gibi-. İnsanlığın
Önüne bir putgibi dikilen Firavun, Nemrut gibi
insanların da hayatları anlatılıyor.
Bunlar anlatılınca bir
kısım imansızlar demişler ki; "yahu bunlar geçmiştekilerin
hikayesidir." diyorlar. Bunlar bize örnek olsun diye anlatılan olaylardır.
Onlar bizim örneklerimiz ve önderlerimizdir. Allah (c.c) bize onların tüm
hayatlarını değil, örnek olacak hayatlarını anlatı-vermiştir.[15]
16- Biz
yakında onun burnu üzerine damga vuracağız.
17- Biz o
bahçe sahiplerini denediğimiz gibi, onları da deneyeceğiz. Hani onlar
sabahleyin bahçenin meyvelerini toplayacağız diye yemin etmişlerdi.
18- istisna
yapmıyorlardı. (İnşaallah demiyorlardı.)
19- Onlar
uykuda iken, bahçenin üzerinde bir dolaşan dolaştı.
20- Bahçe
simsiyah oluverdi.
21-
Sabahleyin birbirlerini çağırdılar.
22-
Ürününüzü toplayacaksanız erken çıkın (dediler).
23- Gizlice
konuşarak yürüdüler.
24- Bahçede,
"yanınıza fakir girmesin" diye (fısıldaştılar).
25-
(Fakirleri) engellemeye güçleri yetecek şekilde erkenden gittiler.
26- Bahçeyi (simsiyah) görünce, "Muhakkak
biz yolumuzu şaşırdık" dediler.
27- (Gerçeği
öğrenince) Hayır, biz mahrum bırakılanlarız (dediler).
28- İçlerinden ortada (dengeli) olanı "Ben
size, teşbih etmeli değilmiydiniz? diye demedim
mi?" dedi.
29-
"Rabbimizi teşbih ederiz, biz gerçekten zalimlermişiz" dediler.
30-
Birbirlerini ayıplamaya başladılar.
31-
"Yazıklar olsun bize. Biz gerçekten azginlarmışız"
dediler.
32-
Rabbimizin, bize bundan daha hayırlısını vermesi umulur. Gerçekten biz
Rabbimizi istiyoruz.
33- İşte
(dünya) azabı böyledir. Ahiret azabı ise, daha büyükdür. Keşke bilselerdi.!
İlk nazil olan
sûrelerde; insanlardan Allah'ın vermiş olduğu nimetleri kaçıranlar, yani Kur'ân'm ifadesiyle müstekbirlerin,
Mü stez1 afi ardan dünya nimetlerini kaçırmaya çalışan bir bölümünün örneği
veriliyor.
Peygamber efendimizden önce
geçmiş bir olay bize naklediliyor. Onlar bir araya geliyorlar, zenginler klûbü oluşturuyorlar. Kendi aralarında konuşuyorlar.
Yoksullara malların gitmemesi, kendi aralarında dönüp dolaşması için plan,
program yapıyorlar. Gizlice mallarını yeme, ayrı yerlerde toplanma ve ayrıca bu
nimetlerden yararlanma tarafına nasıl gideceklerini planlıyorlar. O zaman ziraatçilik önde idi.
Ama Allah(c.c);
onların bahçelerini bir gecede, sam veliyle karartı-verdiğini, yerle bir
ediverdiğini ve onlarında o zaman akıllarının başlarına geldiğini, bize
anlatmak suretiyle, bizim bunu yapmamamızı istemektedir.
Günümüzde de hemen hemen aynı şeyler yapılmaktadır. Çok uluslu şirketler veya
Türkiye'de büyük şirketler bir araya geliyorlar, küçüklere zulmediyorlar ve
onları ortadan kaldırma tarafına gidiyorlar. Mesela yurt dışından gelen kotayı
3-4 şirket kendi aralarında bölüşüyorlar, küçük şirketlere haber bile
vermiyorlar. Kısaca, bu gibi tutumlar vahşi kapitalizm uygulamalarıdır.
İşte bunun olmaması
için Allah (c.c) bize geçmişten bir örnek veriyor. Yani bunu gizlice yeme
tarafına giderseniz Allah size bunu ye-dirtmez. Yer
gibi görünürsünüz ama yediğinizin tadını bulamazsınız.
Biz Allah'ın verdiği
nimetleri Allah'ın kullarıyla paylaştıkça mutluluk duymalıyız. Bu konuda
efendimiz bizim örneğimiz. Zengin bir kadınla evlenen Peygamberimiz,
peygamberliğinin ilk. yıllarında kendisine iman etmiş fakir insanlara yardım
etmek, köle olanları satın alıp, hürriyetine kavuşturmak ve aynı sofrada o
insanlarla beraber yemek için bütün mal varlığını harcamı.ş.
Diğer insanlarla beraber-günlük kazanıp günlük yeme saadetine erişmiştir.
Devlet olarak
Medine'de zengin de olmuşlar ama o zenginlik, hepsine birdenp
sirayet etmiştir.[16]
34- Müttakiler için
Rablerinin katında, nimeti bol cennetleri vardır.
35-
Müslümanları suçlular gibi yaparmıyız?
Muttaki insanlara
Allah katında naim cennetleri vardır. Cenneti
görmedik. Allah (c.c) bize tarif etmiş. Şu tarif te
güzel bir tariftir;
"Gözlerin görmediği,
gönüllerin hayal etmediği, kulakların işitmediği bir cennet." Bu cenneti
Allah (c.c) muttaki insanlara vereceğini bildiriyor.
Muttaki kimdir? Bunu Hz. Ömer Sahabeden birine sormuş. O da demişki:
"Efendim hani dikenli bir arazide ayakkabısız bir şekilde yürüdüğünde ne
yaparsın? Ayağına diken batmaması için yere çok dikkatli basarsın. İşte bu yer
yüzünde de öyle bir yürüyüşe takva denilir. Bakışlarınızın günaha girmemesi,
kulaklarınızın günah duymaması, yürüdüğünüz yerler günah sokakları olmaması,
elinizin, gönlünüzün günahla kirlenmemesi için dikkat etmeye takva denir. Bunu
yapan kişiye de muttaki deniliyor. Muttaki insanlar cennete alınıyor. Çünkü;
"Temiz insanlar, temiz yerlere layıktır."
Avrupalının İspanya'da
Öldürdüğü müslüman sayısınca, müslüman-lar kıyamete kadar kafir öldüremezler. Çünkü müslümanın hedefi öldürmek değildir. "Biz müslümanlarla, suçluları bir tutamayız?" diyor.
Allah.(c.c).[17]
36- Size ne
oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?
Siz nasıl batılla hücüm verirsiniz. Allah'ın hak olan kelamı var iken, o
doğrultuda hareket etmeniz gerekirken, Allah'ın dediğine uymanız gerekirken,
sizin vücudunuzu yöneten, sizin hayatınızı devam ettirmek için her şeyinizi
veren Allah'a itaat ve ibadet etmeniz gerekirken, O'na şükretmeniz gerekirken
nasıl olurda Allah'ı inkar, Rasûlünü inkara yönelirsiniz?
Yoksa elinizde kitap
mı var? Allah'tan söz mü aldınız. Allah size kıyamete kadar bir fırsat mı
verdi? Böyle kötü hükmedesiniz.diye Allah size bir berat mı verdi? Karşılıklı
yeminleştiniz mi siz?
Yoksa onların ortaklan
mı var? Eğer doğru söylüyorlarsa ortaklarını getirsinler, şirk koştuklarını
getirsinler, Allah'a karşı ilah diye ortaya sürdüklerini getirsinler.
Kur'ân-ı Kerim'de, en çok sakınılması gereken şeyin
"şirk" olduğu belirtilmektedir. Çünkü en büyük zulüm şirktir. Şirk
nedir? Şirket kelimesiyle aynı kökten gelmektedir. Şirket'te nasıl ortakların
hisseleri oranında, sözleri geçiyorsa, şirkte de bu
yeryüzünde, gök yüzünde, insanların yönetiminde, tabiatın yönetiminde
Allah'tan başka birinin varlığım kabul etmek demektir.[18]
37- Yoksa
size ait bir kitap varda oradanım okuyorsunuz.?
38-
Sizin için istediğiniz herşey, onun
(kitabın) içinde var (öylemi?).
39-Yoksa, ne
hükmederseniz sizin lehinizedir diye, sizin bizim üzerimizde kıyamet gününe
kadar geçerli yeminler (iniz) mi var?
40- Sor
onlara: Onların hangisi bunu savunacak?
41-Yoksa
onların ortaklarımı var.? Eğer doğru iseler ortaklarını getirsinler.
42- O gün
baldır açılır ve secdelere da'vet olunurlar, fakat
(secdeye) güçleri yetmez.
43- Gözleri
(öne) düşmüş, kendilerini zillet sarmışken (secdeye da'vet olunurlar
ama yapamazlar) Halbuki sapasağlam
iken (dünyada) secdelere da'vet olunmuşlardı.
44- Bu sözü
(Kur'ân'ı) yalanlayanları bana bırak. Bilmedikleri
yerden biz onları (azaba) yaklaştıracağız.
45- Onlara
mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.
46-Yoksa sen
onlardan ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altındamı
kalıyorlar?
47- Yoksa gayb onların yanında da onlar yazıyorlar mı? Kıyamet günü
geldiğinde, insanlar paçaları sıvadığında, yani zor bir işe giriştiğinde onlar
secdeye varmak isterler, Allah'ın huzurunda; "Ya
Rabbi biz dünyadayken sana secde etmedik, ama bu gün secde etmek istiyoruz,
affet bizi diye secdeye kapanmak isterler ama secdeye kapanamazlar.
Gözleri yerde donuk
bir vaziyette ama, yüzleri kirli ve kara bir vaziyette. Çünkü işledikleri
bütün günahlar sebebiyle iç dünyaları dış dünyalarına çıkıvermiş, içi dış
olmuş. "O benim kelimemi yalanlayanları bana bırak" diyor Rabbim.
Yani Kur'ânı yalanlayanları bana bırak.[19]
48-Rabbinin
hükmüne sabret. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. O üzgün olarak Rabbine dua
etmişti.
49-Eğer
Rabbinden ona bir nimet erişmeseydi, kınanmış olarak sahile atılıverirdi;
50- Rabbi
onu (Peygamber olarak) seçti ve onu salihlerden
kıldı.
Ahirette, içimiz dış olduğunda yüzümüzü karartmayacak işler
yapalım. Rabbim bu yolda yürürken sabretmemizi istiyor. Bir örnek veriyor.
Yunus gibi olma. Yunus (a.s.) kavminin bela ve musibetlerine bir gün
sabredemez, hicret eder. Halbuki Peygamberler hicret için dahi Rablerinden izin
almaları gerekir.
Yunus (A.S) Rabbinden
izin gelmeden hicret eder. Efendimiz Mekke'den Medine'ye Rabbinden vahiy
aldıktan sonra hicret etti. Rabbim Peygamber Efendimizi uyarıyor. "Sakın o
balık sahibi gibi olma. Belalara diren, belalara sabret" sabırla ilgili
ilk emirdir bu. Sabır çok önemlidir. Sabredeceğiz, sabırla yürüyeceğiz, hiçbir
zaman bir adım geriye gitmiyeceğiz.[20]
51- Kafirler zikri (Kur'ânı)
işittiklerinde, nerdeyse seni gözleriyle kaydıracaklardı ve "şüphesiz o
deli" diyorlar.
52- Halbuki
o (Kur'ân) bütün alemler için bir zikir (öğüt, şan,
şeref) dir.
Kafirler, gözleriyle bile
Peygamberimizi yok etmek istiyorlardı. Bu Kur'ân'ın
ayetlerini işittiklerinde gözleriyle Peygamberimizi yemek istiyorlardı.
Bu
günde aynısı değil mi? Allah'ın kelamı her yerde okunmaya başlıyor. Karakollarda,
kışlalarda, üniversitelerde kısaca her yerde okunmaya başlayınca, birilerinin
gözleri belermeye başlamıştır. Gözleriyle müslümanları
yok etmeye yöneliyorlar ama Allah (c.c) diyor ki; bu belirli gurubun, belirli
yörenin, belirli bir ırkın kitabı değil, bütün alemlere indirilmiş bir
zikirdir, bir nasihattir, bir yol göstericidir. İnsanların gönüllerini
etkileyecek kelimeler ve iman'esasları bizim elimizde
olduğundan, bu yeni dünya düzenini kurmak bize nasib
olacaktır.[21]
[1] Zümer
18.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/27.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/27-28.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/28.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/28-29.
[6] Ali imran
110.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/29-30.
[8] Hadid 21, Ali İmran 133.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/30.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/30.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/30-31.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/31.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/31-32.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/32-33.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/33-34.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/34-36.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/36-37.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/37-38.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/38-39.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/39-40.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/40.