Bahçe Sahiplerinin Hikayesi Ve Maksadı
Yalanlayıcılarla Münakaşa Ve Onların Tehdit Edilişi
Buna Nûn
sûresi de denilir. Sahih kavle göre Mekkîdir. 52 ayettir.
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bazı sıfatlarının açıklamasını ve O'nun yalan-layıcıiara muhalefet etmekle mükellef olduğuna dair ilahî
irşadı kapsamakta; sonra kâfirleri tehdit etmek için bahçe sahiplerinin
hikayesi anlatılmaktadır. Bunun ardısıra kafirlerle,
tartışılmakta ve onların hüccetleri iptal edilmektedir. Bunu müteakiben de
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kâfirlerin ve müşriklerin eziyetlerine karşı
sabırlı olmakla emrolunmaktadır. Bununla birlikte
onların Peygamber'e, Kur'an'a karşı şiddetli bir öfke
besledikleri de beyan buyuru 1 maktadır. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah adıyla.
1-2- Nün;
kalem ve onunla yazılanlara and.olsun ki, ey
Muhammed! Sen Rabbİnin nimetine uğramış bir kimsesin,
deli değilsin.
3- Doğrusu
sana kesintisiz bir ecir vardır.
4- Şüphesiz
sen büyük bir ahlaka sahipsindir.
5-6-
Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin,
onlar da görecekler.
7- Doğrusu
senin Rabbİn, yolundan sapıtanlan.çok
iyi bilir; O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir;
8- Ey
Muhammed! Bundan böyle, yalanlayanlara aldırma;
9- (Onlar
sana İndirilen ayetlerden beğenmediklerini bırakman suretiyle senin)
kendilerine yumuşak davranmam İsterler; böyle yapsan, onlar da seni över,
yumuşak davranırlar. .
10-14- Ey
Muhammed! Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı
giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de
soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğullan vardır diye aldırış etmeyesîn.
15-
Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: "öncekilerin masalları" der.
16- Onun
havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz. [2]
Nun şeklinde okunur. Mekkî
surelerin açılışını yapan diğer heca harfleri
gibidir. Şüphesiz ki bunlar, Allah ve Resulü arasında birer şifredirler. Kalem.Kesilmiş
veya eksik.Ve yazdıkları şeyler.
Cinlenmiş, bela ve
mihnete çarpılmış, aklı, malı veya evladı elinden alınarak fitneye maruz
kalmış kimse. Zayıf görüşlü. Yumuşak davranırsın. Çok yemin eden.
İnsanları çokça kı- arasında söz götürüp getiren, koğuculuk
yapan.
İnsaf ve adalet
sınırlarını aşan. Çok günah işleyen.
Kaba vücutlu, çok
güçlü ve fazla yeyip içen.Soysuz ve kötülükle damgalı. Burun. Damgalarız. [3]
Kutlu ve yüce olan Hak
Teâlâ ayet-i kerimede kaleme ve onun yazdıklarına yemin
etmekle, kaleme ve onun eseri olan yazıya büyük bir nimet nazarıyla
bakıldığına işaret etmiş bulunmaktadır. Ayrıca kalem ile yazısı, insana
bahşedilen konuşma ve beyan nimetinden sonra gelen büyük nimetlerdendirler.
Çünkü bir millette kalem ve yazı ne kadar yaygın olursa o millet, diğer milletler
arasında o kadar gelişip yükselir ve ileriye doğru mesafeler kat eder. Kaldıki ayet-i kerimede kalem İle yazıya yemin edilmiş
olması, insanların yazının ehemmiyetine nazarlarını çevirmek içindir.
"Ve Onunla yazdıklarına"
ifadesi ne parlak bir lafızdır! Çünkü bu kelime, yazının ve kalpteki şeyleri
şekle dökmenin bütün çeşitlerini kapsıyor. Bu amaca ulaşmak gayesiyle icad edilmiş ve edilecek olan bütün modern alet ve
nizamları şümulüne alıyor. Çünkü bunu ifade eden Kur'an'dır.
Kur'an'da gayplan bilen,
olmuş ve olacak şeyleri, İnsanın yaptığı ve yapacağı şeyleri bilen Allah
katından gönderilmiş bir kitaptır. Görüyorsunuz ki Kur'an'ı
Kerim bütün icadları kapsayacak olan ifadeleri
seçiyor. Baksanıza bir Ayeti Kerimede Cenab-ı Allah
ne buyuruyor: "Binmeniz ve süs için atlan, katırları ve merkepleri
(yarattı) ve daha sîzin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır:"[4] Bu
surenin nazil olan surelerin ilklerinden olduğunu bildiğinizde belki de dehşete
kapılıp irkilirsiniz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize nazil olan ilk sure de
şudur: "Yaratan Rabbinin adıyla Oku. O insanı ataktan (kan pıhtısı
biçimini alan embriyodan) yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir!"[5] Evet
Peygamber Efendimize nazil olan İlk sure budur. Ama bunda bir gariplik yoktur.
Çünkü bu semavî bir din olup okuma ve yazmanın .kadrini ve bunların dünya
düzenindeki etkilerini pek iyi bilir. Sonra bütün bunlar okuma yazma bilmeyen
ümmî ve Arap bir peygamberin eliyle oluyordu! Cenab-ı
Allah kaleme ve Onunla yazdıkları şeylere yemin ederek dedi ki: Ey Muhammed!
Rabbinin lütuf ve nimeti ile cinlenmiş, deli değilsin. Müşrikler seni böyle
niteliyorlar ama sen hiçte öyle değilsin!
Ayeti Kerimenin kasd ettiği mana şöyle oluyor: Allah'ın sana nimet olarak
bahşetmiş olduğu yüce ahlâk ve rahman, rahim olan Rabbinin gözetip himaye
etmesi dolayısıyla sen deli değilsin. Nasıl deli olabilirsin? Oysaki sen
akıllı, emîn ve sadık bir insansın. Bunu hepsi kabulleniyorlar ve böylece
itirafta bulunuyorlar. Bu nasıl olur?! Elde ettiğin Peygamberlik vazifesine ve
.ifa ettiğin emanete karşılık Allah tarafından sana kesintisiz bir bağış, nimet
ve mükâfat vardır. Bu yolda karşılaştığın güçlük ve zahmetlerden dolayı sana
bol sevap vardır. Sen yüce bir ahlak üzere olduğun halde ve de bu risalet vazifesinin yükünü omuzunda
taşıdığın halde nasıl olur da deli olursun?!
Peygamber hakkında Cenab-ı Allah böyle bir tanıklıkta bulunduktan sonra artık
müşriklerin iddialarının doğruluğuna mahal kalır mı?! Hal böyle olun-'ca şüphesizki sen Allah'ın inayet
ve gözetimi altındasın, sen O'nun Peygamberlerinin sonuncusu, elçilerinin
imamısın. Sende göreceksin, onlarda göre-ceklerki
işin içyüzü onların iddia ettikleri gibi değildir. Muhakkakki
Allah Mü'minlerle beraberdir. Kafirlere ve müşriklere
karşı elçilerine yardım edecektir. Müşrikler; sayılarının çokluğu, mallarının
fazlalığı ile övünüyor ve buna güveniyorlardı. Evlatlarına bel bağlıyorlar ve
Peygambere eziyet etmeleri için onları, salıyorlardı. Bazen Peygamber Efendimiz
onların bu yaptıklarından müteessir oluyor ama Cenab-ı
Allah onu teselli edip güzel vaadlerde bulunuyordu. Şüphesizki Allah'ın vaadi yerini bulacaktı. Peygamberinin
muzaffer olacağını, müşriklerin de belaya uğrayacaklarını bildiriyordu.
Sizden hanginizin deli
olduğunu ey Muhammed sen de bileceksin müşrikler de bileceklerdir! Bu ifade,
deliliğin sadece müşriklerin arasında bulunduğuna ve bunun başkalarına sirayet
etmeyeceğine dair bir tarizdir. Deliliği onlara isnad
etmesi, müşriklerin Peygambere deli demelerinden ötürüdür. Aslında onlarda
delilik yoktu. Yalnız haktan yüz çevirip heva ve
batıla tabi olmalarından ötürü bu vasıfla nitelendirildiler. Aslında bu
durumda olan kimselere deli demek elbetteki yerinde olur.
Cenab-ı Allah, kuİu.Muhammed'e
yardım edip askerlerini güçlendirdi, küfür ordularını tek başına dağıttı. Bu
nedenle kafirler ve diğer bütün insanlar bildilerki
Muhammedi yalanlayıp küfrettiklerinden Ötürü kendileri delidirler, deliler
gibidirler. Bunda bir tuhaflık yoktur. Hak yoldan sapanların kimler olduklarını
ey Muhammed senin Rabbin daha iyi bilir. O doğru yola iletilmişleri de en iyi
bilendir. Çünkü o insanları topraktan, sonra spermadan, sonra kan pıhtısından
yarattı. Doğru yoldan sapanları O yüce zat bilir. Üstün ve övgüye layık olan
Allah'ın doğru yoluna girenleri de pek iyi tanır.
Hal böyle olunca ey
Muhammedi Hiç bir halde ve talep.ettikleri hiçbir hususta sen, yalanlayıcılara
itaat etme! Onlar kalplerinin ta derinliklerinden dİIerlerki,
istedikleri bir hususta kendilerine yumuşak davranasm
ve senin bu yumuşak davranmana karşılık olarakta sana
kendileri yumuşak davransınlar.
İslam davetinin ilk
zamanlarında Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, çokluk olan düşmanlar karşısında
tek başına durup direniyordu. Bununla beraber onlara her bakımdan Peygamberin
kendilerine yumuşak davranmasını, Tanrılarını kötülememesini, düşlerini
bozmamasını teklif ediyorlardı. Bu sebeple ilk zamanlarda müslümaniara
hücum etmiyorlardı. Onların bu tekliflerinden Peygamber'(S.A.V.) Efendimizin
kalbi azıcık etkilenmiş olduğundan 'dolayı şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Öyle ise yalanlayanlara itaat etme. Onlar İstedilerki,
sen yumuşak davranasında onlarda sana yumuşak
davransınlar." Evet Mü'minlerin azimlerini
bilemek, himmetlerini alevlendirmek için bu ayet-i kerimeler nazil olmuştu. Bu surenin
açılışında Cenab-ı Allah Peygambere ilişkin vasıfları
zikrettikten sonra Mü'minlerin gayretlerini bilemek,
azimlerini güçlendirmek için bu ayetleri İnzal buyurdu. Müşrikler ise
Peygamberin deli olduğunu iddia ederek çok günahlara saplandılar. Bundan sonra
nasıl olurda Peygamber onlarla uyum içine girip kendilerine karşı yumuşak
davranır?! Bu, Peygambere ve davet sahiplerine Allah'ın bir direktifi İdi.
Çünkü İdare-i maslahatçılık, çoğunlukla eşrafın, iyi insanların ve davet
sahiplerinin vurulduğu1 bir silah haline gelmiştir. İşte Peygamber (S.Â.V.)
Efendimiz de yalanlayıcı kafirlere itaat etmekten mutlak surette men
olunmuştur. Sonra insanı itaatten nehyeden bazı
sıfatlara sahip olan kimselere de Peygamberin İtaat etmesi yasaklanmıştı. Bu
sıfatlar sahih rivayete göre Velid bin Mugîre'de bir araya gelmişti. Bazıları bunların Velid bin Mugîre'den başka
şahıslar için söz konusu oiduğunu söylemişlerdir.
Ey Muhammedi Çok yemin
eden kimselere itaat etme. Çünkü bir kimse, muhattabınm
kendisini doğrulamayacağına inandığı zaman çok yemin eder. Bu gibi kimselerin
kendileri ile nefisleri arasında ve yine kendileri ile Rableri. arasında çok
yalancı olmaları da kaçınılmazdir. Ve yine zillet
sahibi, akıl ve görüş bakımından zayıf ve hakir olan kimselere de itaat etme.
İnsanları kötülükle anan ve onları kınayan, insanlar arasında koğuculuk yapıp laf getiren ve götüren, İnsanlar arasında
düşmanlık tohumlarını eken, iyiliği men eden hem'kendilerini,
hem de başkalarını iyilik yapmaktan alıkoyan, mütecaviz çok günahkar, âsî,
kaba, kötü ahlaklı çirkin muameleli, çok yeyip içen, düşük, soysuz kimselere de
itaat etme. Mal ve evlat sahibi olmuş diye kaba davranan ve kötülükle davranan kimselerede itaat etme. Kendilerine âyetlerimiz okunduğu
zaman; bu önceki milletlerin efsaneleri, yalanlan ve uydurmalarıdır. Bu
uydurmalar nesilden nesile intikal etmektedir,
derler.
İşte bu ve buna benzer
mahlukları Rabbin burnu üzerine damga vurarak zillete ve ara düşürür,
Allah'ın bu tehdidi
gerçekleşmiştir. Nitekim Velid bin Mugîre'nin adı da ta kıyamete kadar zillet ve hakaretle
birlikte anılacaktır.
Muhammed (S.A.V.)
Allah katında yaratıkların en üstünü ve en şerefli-sidir. İşte bu saydıklarımız
da O'nun bazı sıfatlarıdır ki Rabbi, onları bu surede tescil etmiştir. Bu
sıfatlarının yanısıra O'na ve O'nun davetini
omuzlayan-lara Rabbi tarafından yöneltilen bazı ilahî
tevcihler vardır. Bunların yamsıra on sıfat vardır ki
onlarda son derece kötü, hakir ve kınanmıştırlar. Bu sıfatlar, hakkın ve
Muhammedi davetin düşmanlarına layıktırlar!'[6]
17-18- Biz
bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahiplen daha
sabah olmadan bahçeyi devşireceklerine —bir istisna yapı bırakmaksızın— yemin
etmişlerdi.
19-20- Ama
onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sanvermişti de bahçe kapkara kesilmişti.
21-22- Sabah
erken: "Ürünlerinizi devşireceksenİz erken
çıkın" diye birbirlerine seslendiler.
23-24-
"Bugün orada, hiçbir düşkün kimse yanımıza sokulmasın" diye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı.
25-
Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle konuşarak erkenden gittiler.
26-27- Bahçeyi gördüklerinde:
"Herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız; belki de biz yoksun bırakıldık"
dediler.
28-
Ortancaları: "Ben size Allah'ı anmanız gerekmez mi? dememiş miydim?"
dedi.
29- "Rabbimizİ tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik"
dediler.
30- Birbirlerini
yermeye başladılar.
31- Sonra
şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdik."
32-
"Belki Rabbimîz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbİmizden dilemekteyiz!'
33- İşte azab böyledir; ama ahiret azabı
daha büyüktür; keski bilseler! [7]
Onları imtihan ettik.
Çok ekinli, meyveli ve alt taraftaki şeyi gizleyecek kadar dalları birbirine
girmiş sık ağaçlıklı bahçe demektir.Onu devşirecekler.İstisna etmiyorlar. Yani
Allah dilerse d emiyorlardı.
Sabahladıklarında.
Geceleyin gelip helak eden dolaşıcı bir bela. Devşirilmiş
bahçe. Sarimin birkaç manası vardır ki eh meşhuru karanlık gece veya karanlık
yerdir. Ekininiz. Ayet-i kerimede bununla kast edilen, ekin yeri, yani
tarladır. Kimsenin duymayacağı şekilde gizlice konuşup fısıldaşıyorlardı.Yoksulları
ve düşkünleri bahçeye girmekten men et: meye muktedir olduklarını zannederek
gittiler.Onların en mutedil ve en güzel görüşlü olanları.Allah'ı kötülüklerden
tenzih. etmeli ve teşbihte bulunmalı değil miydiniz?Birbirlerini kınıyorlardı.Vay
halimize.Haddi aşmış akıl ve şeriat ölçüleri dışına çıkmış kimseler.Allah'a
yönelip O'na yalvaranlar. [8]
Cenab-ı Allah, sayılamayacak derecede birçok nimetlerle
insanlara inamda bulunmuştur. Bu insanların bir kısmıda
Mekkelilerdir. Çünkü onların da geniş çapta ticaretleri ve biraz da ekinleri
vardı. Yazın ve kışın kervanlar düzenlerlerdi. Sonra Cenab-ı
Allah kendilerini uçurum karanlığından çıkarıp ilim ve hidayetin nuruna
kavuşturmak içi hak din ve hidayet ile Peygamberini elçi olarak kendilerine
gönderdi. Peygamberin beraberİnde,onlarm
zikir ve şereflerini içeren Kur'an vardı. Kur'an onları hakka ve dosdoğru yola iletiyordu ama onlar
inkar edip yalanladılar ve Allah'ın hakkına riayet etmeyip nankörlük ettiler.
Dolayısıyla da azap ve helaki hak ettiler! Bu bela değil midir? Hem de nasıl
bela!
Biz, nimetler verip
sonra da Peygamberlerin önderini elçi olarak göndererek Mekkeli-leri imtihan ettik ama onlar küfredip Allah'tan büyük bir
intikam azabına çarptırılmaya müstehak oldular!
Çünkü oniar mallarına, aşiretlerine ve çocuklarına
güvenip aldandılar. Allah'ın kendileri üzerindeki hakkına riayet etmediler.
Biz hayır, bereket ve bol ürür.lü, sık ağaçlıklı,
dallan birbirine girmiş bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi Mekkelileri de
imtihan ettik. Ama onlar Allah'ın hakkını takdir etmediler. Miskinleri, düşkünleri
ve onların haklarını, inkâr ettiler. Sonra da pişman oldular, ama zaman,
pişmanlık zamanı değildi!
Bahçe sahiplerinin
hikâyesi özetle şöyledir: Allah'tan korkan, düşkünlere haklarını veren, sahibi
gelip hakkını ve Allah'ın hayrından payına düşeni alsın diye devşirme gününü
ilân eden salih bir insan vardı. Zamanla bu adam
vefat etmiş, yerine çocukları geçip bahçeyle
ilgilenmeye başlamışlardı. Bunlar çok idiler. Sonra bahçedeki meyveleri
devşirme zamanı gelmiş, bunlar yapacakları işi konuşmaya başlamışlardı:
Babalarının yaptığı gibi mi yapacaklardı? Hayır... Babaları iyi ve hoş bir
insandı. Bakmakla yükümlü olduğu kimselerin sayısı az olup kendisi de bir tek
fert İdi. Bize gelince biz bir grubuz. Bizim çocuklarımız var. Onlara bakmakla
yükümlüyüz. Düşkünlerin ve yoksulların bu bahçede haklan yoktur! Bahçeyi ekip
biçen, gübreleyen bizleriz. Hayır hayır, babamızın
yaptığı şekilde düşkünlere bir şey veremeyiz...
Evet böyle dediler.
Ancak içlerinden bir kardeşleri müstesna. O böyle demedi. Onlara öğüt verdi ama
öğüdüne kulak asmadılar. Onlara emirler verdi, ama emrine uymadılar. O bir
kişi, diğerleri bir grup idiler. İster istemez onların kararlarına uydu. Unutmaki Cenab-ı Allah şöyle
buyuruyor: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri
yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf vadediyor''[9]
Yatsı vakti işlerini
kararlaştırdılar. Sabah erkenden bahçedeki meyveleri devşirmeye gideceklerdi.
Bunu yoksullara haber vermeyeceklerdi. Bu işi karara bağlarken de "Allah
dilerse..'' dememişler ve yoksulları, haklarından mahrum bırakmaya güç
yetireceklerini sanmışlardı. Onlar bu haldeyken Rab-binden gelen dolaşıcı bir
bela bahçeyi sardı. Bu belayı insanlar getirmiş değildi. Gönderen Allah'tı. Bu
bela neticesinde bahçe; meyveleri devşirilmiş,
çırılçıplak ağaçlardan ibaret hale geldi. Kapkaranlık bir geceye dönüştü. Pamuk
tarlasında pamukların devşirilmesİnden sonra tarlanın
kapkaranlık bîr gece gibi simsiyah hale geldiğini görmez misiniz?!
Gittiklerinde bahçeyi
bu halde gördüler. Evet gizlice kimseye haber vermeden, yoksulları haberdar
etmeksizin bahçeye gidipte ağaçların meyvelerinin yok
olduğunu görünce şöyle dediler: Vay başımıza gelenlere! Bİz
yolumuzu şaşırmışız ve sapıklığa düşmüşüz. Çünkü düşkünlerin, haklarını vermez
olduk. AHah'ın büyük kudretinden gafil kaldık!..
Bundan sonra şöyle
dediler: Düşkünleri, böyle yapmakla mahrum bıraktığımızı zannetmeyin. Hayır,
onlar asla mahrum değildirler. Şüphesiz ki Allah mevcuttur. Tevfik
ve hidayetten mahrum olanlar bizleriz. Çünkü biz Allah'ın emrinin dışına
çıktık. O'nun kullarına ve yaratıklarına karşı kaba
davrandık.
Aklen mutedil, görüş bakımından da sağlam olan kardeşleri
kendilerine şöyle dedi: Düşkünleri bu bahçedeki haklarından mahrum bırakmaya
karar, verdiğiniz zaman sizi uyardım. Allah'ı teşbih ve tenzih etmez, emrine
itaat etmez misiniz dedim. O'nun rızik vermeye,
âsilerle mütekebbirleri cezalandırmaya muktedir olamiyacağım
mı zannediyorsunuz?!
Onun bu sözleri
karşısında şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen noksanlıklardan
münezzehsin, yücesin ve muhakkak ki bizler kendimize yazık' edip zulmettik.
Olup bitenlerden ve
elden kaçan fırsatlardan dolayı pişman oldular. Ama onların bu pişmanlıkları
geçerli miydi değil miydi. Bu pişmanlıkları kendilerine fayda sağladı mı
sağlamadı mı? Doğrusunu Allah bilir.
Dönüp biribirlerini kınamaya ve şöyle demeye başladılar: Vay
başımıza gelenlere! Şüphesiz ki bizler akıl, şeriat ve İlahî yasaların hududu
dışına çıkan azgın kimseleriz. (Pişman oldular ve sözlerine devamla şöyle
dediler): Umarız ki Rabbimiz bu kaybettiklerimizin yerine bize daha hayırlı
şeyler verir. Şüphesiz ki biz sadece Allah'a rağbet eder O'na yöneliriz.
Ey İnsanlar!
Azgınlarla cebbar, kâfir ve müşriklere dünyada gönderdiğimiz bu gibi azabı bir
an içerisinde göndeririz. Bu azap ile onların ekinleri, nesilleri yok olur,
Allah'ın emirlerine karşı gelmekten ve gurura kapılıp aldanmaktan sakının.
Şüphesiz ki ahiretin azabı, —eğer insanlar
bilirlerse— daha şiddetli ve daha büyüktür. [10]
34- Allah'a
karşı gelmekten sakınanlara, Rableri katında nimet cennetleri vardır.
35-
Kendilerini Allah'a vermiş olanları hiç suçlular gibi tutar mıyız?
36- Ne
oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?
37- Yoksa
okuduğunuz bir kitabınız mı var?
38-
Seçtikleriniz herhalde orada olacaktır.
39- Yoksa
aleyhimizde, kıyamet gününe kadar süregidecek ahidleriniz mi var ki, kendinize hükmettikleriniz sizin
olacaktır?
40- Ey
Muhammedi Sor onlara: "Bunu kim üzerine alır?"
41- Yoksa
onların ortaklan mı vardır? Doğru sözlü iseler ortaklarını getirsinler.
42-43- O gün işin dehşetinden baldırlar
açılır; gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet burur; Secdeye çağırılırlar ama
buna güçlen yetmez. Oysa, kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye
çağırılmışlardı.
44- By Muhammedi Kur'an'ı yalanyalanlan Bana bırak; Biz onları bilmedikleri yerden
yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.
45- Onlara
mehil veriyorum; doğrusu Benim tuzağım sağlamdır.
46- Yoksa ey
Muhammed, sen onlardan ücret istiyorsun da, ağır bir borç altında mı
kalıyorlar? Elbette hayır,
47- Yoksa, gaybm bilgisi kendilerinin katında da onlar mı yazıyorlar? [11]
Okuyorsunuz, anlamak
maksadıyla titizlikle inceleyerek okuyorsunuz. Ahidler,
mîsak ve sözler. Sağfam ve
kesin andlar. Kefil, garantör ve avukat manalarına
gelir.İşlerin zorlaşmasını ifadeden bir kinayedir. Kendilerini bir zillet ve
alçaklık kaplar.Kur'an ve Peygamberin insanlara
tebliğ ettiği vahiy. Beni bırak. Onları derece derece
yakalarız ve azaba yaklaştırırız.Onlara mühlet- veririm ve ertelerim.
Benim onlara
uyguladığım muamele, kuvvetli ve sağlam tuzağa
benzer.Tebliğe karşı bir ücret. Ağır yük altında kalmışlar. Borç. [12]
Mekke müşrikleri İslâm
daveti karşısında en azılı düşmanlar olarak duruyorlardı. İslâm davetini yok
edip ortadan kaldırmak için canlarını ve mallarını sarf ediyorlardı. Şanı yüce
olan Allah bunu biliyordu. Bazan onları tehdit
ediyor, durumlarını ortaya çıkarıyor, "Yaianlayıcılara
itaat etme." diyerek Peygamber (S.A.V.) ile onların arasım açıp aradaki
mesafeyi uzatıyordu. Bazan da-kendilerinden önce
gelip geçmiş, Allah'ın gazabına uğramış bahçe sahipleri gibi yalanlayıcı
mağrur ümmetlerin başına gelen felaketleri onlara örnek gösteriyordu.
. Bundan sonra Cenab-ı Allah onlarla tartışmaya, vehimlerini ve delillerini
yıkmaya başladı. Onlar diyorlardı ,kİ: Biz, Peygamber ve sahabilerine
nis-betle daha iyi durumdayız. Biz mal bakımından
onlardan daha zenginiz. Adamlarımız onlarmkinden daha
çoktur. Güçlüyüz, kuvvetliyiz. Muhammed-in sahabileri
ise yoksulluk, zaaf ve azlık içindedirler. Kıyamet günü olunca onlardan daha
iyi durumda olmasak bile en azından onlar kadar iyi bir du-i'um içinde olacağız!
İşte bu mes'eleyle ilgili olarak yukarıdaki vazıh ve net ayet-i
kerimeler sevk olundu. Bu ayetler onların görüşlerini ve asılsız iddialarını
çürütüp reddediyor. [13]
Allah'tan sakınıp,
nefislerini İlahî azaba karşı koruyan, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet eden
takva sahibi kimseler için Rableri katında nimet cennetleri vardır. Evet
yalanlayıcı kâfirler için değil de müttakîler için
nimet cennetleri vardır. Bakınız Cenab-ı Allah'ın şu
kavli celiline: "Rablerikatında...'' Kâfirler
için, mü'minlere ve müttakîlere
bahşedilecek olan bu gibi cennetlerin Rableri katında bahsedilmesini akıl
kabul ediyor mu? Hayır. Çünkü, onlar Rablerine küfrettiler, O'nu tanımadılar,
O'nun hukukuna riayet etmediler.
Kutlu ve yüce olan Hak
Teâlâ şöyle buyuruyor: Şaşıyorum size ey kâfirler!
Biz hükmümüzde zulüm rnü ediyoruz. —Bu imkansızdır—
takva sahibi müslü mani arı, suçlu kafirlerle aynı
seviyede mi tutacağız?!.
Sonra Cenab-ı Allah bu reddini te'kid
etmek ve daha da şiddetlendirmek için şöyle buyuruyor; Size ne olmuş?
Aklınızda ve görüşünüzde noksanlık meydana getirecek bir durum mu vuku buldu?
Siz nasıl hüküm veriyorsunuz? Bu hükmünüzü aklınıza mı dayanarak verdiniz,
yoksa bozuk düşünce ve kötü görüşünüze mi. dayanarak verdiniz? Şüphesiz bu
hükmünüz, akıldan ve sağlam düşünceden soyutlanmış bir hükümdür. Yoksa bunu içinde
okumakta olduğunuz bir kitabınız mı var? Ki onda beğendiğiniz hususları
buluyorsunuz? Semavî olsun olmasın, içinde görüp beğendiğiniz bazı hükümler
bulunan bir kitabınız mı var ki oîıu inceleyip
okuyorsunuz? Hayır, böyle bir şey yoktur. Kıyamette sizin için beğendiğiniz
şeylerin olacağını ifade eden bir kitabınız olmamıştır ve olmayacaktır. Yoksa
sizin bu hususta bize karşı kullanabileceğiniz bir dayanağınız ve bizden
aldığınız bir ahdiniz mi var? Hayır böyle bir şey de yoktur.
Ey Muhammed! Meydan
okuyarak onlara şöyle sor: Eğer mezkûr şeyleri içeren bir kitapları varsa onu
ibraz etsinler. Allah'tan kendilerine verilmiş bir ahid
ve yemin varsa onu da ortaya koysunlar. Bu söylediklerime kefalet edecek bir
avukatları varsa söylesinler. Bakalım kimmiş o? Semavî olsun olmasın, kitaptan
naklî bir delilleri yoktur. Yemîn veya başka şeylerden zannî
bir hüccetleri de yoktur. Onların bu söylediklerini tekeffül edecek bir garantör
ve avukatları da yoktur. Artık bundan sonra neleri var?! Yoksa onların tapmakta
oldukları putları Allah'a ortak mı koşuyorlar?! Eğer bu iddialarında doğru
İseler, onların doğruluklarına tanıklık edecek ortaklarını getirsinler. Bu
ortaklan, kendilerine ait cennette bir pay olduğuna dair ortaya sürdükleri
iddialarını te'yİd etsinler. Şüphesiz ki
müşriklerin,, bu iddialarının doğruluğuna tanıklık edecek ortaklan yoktur.
Çünkü onların Allah'a koştukları ortaklar, putlardan ibaret olup ne bir fayda
ne de zarar veremezler. Göremez ve işitemezler. Öyleyse onların bu hüccetleri
geçersiz olmuştur. Mazeretleri kabul edilmez. Üzerlerine azap kelimesi vacip
olmuştur. İddia ettikleri gibi eğer ortaklan var ise işlerin zorlaştığı
kıyamet gününde getirsinler de görelim. O en büyük korku gününde, İşlerin
zorlaştığı günde, manzaraların korkunçlaştığı günde getirsinler de o
ortaklarını ibraz etsinler.
Ey müşrikler, herkesin
işlediği suçtan dolayı Allah katında cezalandırılacağı, yaptığı iyiliklerden
ötürü de mükâfatlandıracağı o şiddetli korku gününü hatırlayın. Siz de bu
yaptığınızdan dolayı cezalandırılacaksınız ve size şöyle denilecektir: İşte
bugün size hak zahir oldu. Gerçekler ortaya çıktı. Allah'a secde edin ve'O'na ibadette bulunun!
Ama ne gezer! Artık
onlarla, arzuladıkları şeylerin arasına engel girmiştir. O esnada gözleri
dönmüş, kalpleri sarsıntıya uğramış, zillet ve alçaklık — Dünyada iken
işledikleri kötülüklerden ötürü— Onları kaplamıştır. Daha önce onlar dünyada
yaşamın ortasında iken bedenleri sağlam olup amel ve taat
vaktinde iken secdeye davet edilirler, hem de bu hususta ısrarla kendilerine
çağrıda bulunulurdu arria onlar secde etmezlerdi. Bu
gün ise hesap ve ceza günüdür. İşlerin zorlaştığı ve insanların secdeye
çağrıldıkları halde secde ede-.meyeceklerİ bu günde
vay onların hallerine!
Madem böyle. Ey
Muhammed Beni ve bu Kur'an-ı yalanlayanları baş-başa
bırak. Ben onları görmekteyim ve onları cezalandırmaya da muktedirim. Onları
azaba doğru, bilmedikleri bir cihetden, derece derece yaklaştıracağım.
Allah'ın onları azaba
derece derece yaklaştırması, Allah'ın onlara mal ve
evlat vererek sıhhat ve afiyetle nimetlendirmesi,
fakat bu mal, evlat, sıhhat ve afiyetin onları Allah'ın ayetleri hususunda
sağlıklı düşünceden alıkoyması, Resula tabi
olmamalarıdır. Oysa Resulûllah'm Allah'ın elçisi
olduğuna dair açık deliller vardır. Ama onlar batıl itikadlarına
ve gafilliklerine ısrarla sarılmışlardır. Bu düşüncelerini devam
ettirmişlerdir, öyleyse onlar azabın kendilerinden te'hir
edileceğini zannetmişler, nimetlerin kendilerine bol bol
verileceğini —çünkü kendilerinin buna müstehak olduklarını—
düşünmüşlerdir. Rableri katında ikram görecekleri düşüncesine kapılmışlardır.
Hayır... Hiçte öyle değil! Gururları onları köreltti. Kıyamet gününde
kendilerinin de en azından mü'minler kadar nimete mazhar olacaklarını zannettiler. Allah katından kendilerine
bir bela inip topluluklarım darmadağın etmesine değin müşrikler sapıklık ve
gururlarına devam ettiler! Bu onların derece derece
azaba yaklaştırılmaları değil midir? Onlara mühlet tanınması değil midir?
Nihayet Allah'ın hükmü onları yok etti.
Allah kendilerine
mutsuzluk ve helaki takdir ettiği halde —ki bu akıbetle mutlaka
karşılaşacaklardır— azabın te'hİr edilmesini ve
nimetlerle yararlandırılmalarını bir tuzak oliisak
adlandırmıştır. Çünkü bu durum gerçekten de tuzağı andırmaktadır. Aslında
gerçek anlamda tuzak, zayıf kimsenin güçlüye karşı uyguladığı bir taktikdir Cenab-ı Allah ise
zayıflıktan uzaktır. O güçlü, kuvvetli ve muktedir olan zattır.
Ey Muhammedi Sen bu risalet vazifeni yapma karşılığında onlardan büyük bir
ücret mi İstiyorsun ki onlar bu ücreti sana ödeme hususunda ağır borç altına
giriyorlar? Yoksa onların yanında gayba ait sahifeler mi var ki diledikleri şeyi yazıyorlar? Hayır ne
öyle, ne de böyle. Onlar bu delillere karşı cevap veremez olmuşlardır. [14]
48- Ey
Muhammed! Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi Yunus gibi olma, o,
pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.
49- Rabbinin
katından ona bîr nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı.
50-51- Rabbi onu seçip iyilerden kıldı.
Doğrusu inkar edenler, Kur'-an'ı dinlediklerinde nerdeyse seni gözleriyle yıkıp
devireceklerdi. "O delidir" diyorlardı.
52- Oysa Kur'an, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir. [15]
Balık sahibi Yunus bin
Metta'dir. Öfke yutkunan. Çöl ve açık yer. Kınanmış
ve yerilmiş.Onu seçti.Seni gözleriyle devirecekler. [16]
Durum böyle olduğuna
ve şu kâfirlerin hüccetleri batıl olduğuna, kendileriyle .münakaşada fayda
kalmadığına göre Ey Muhammed sen Rabbinin hüküm ve yargısına sabret. Şüphesiz ki
Allah'ın asla değişmeyen ve aksama-yan bir yasası vardır. Bu yasa uyarınca O,
yalanlayıcılara süre tanır. Azaplarını erteler, ama onları asla ihmal etmez.
Onlara mutlaka azap tatdıracaktir. Sana düşen, sadece
sabretmektir. Yunus bin Metta gibi olma.O salih Peygamber, kavminden eziyet ve acı çekince Rabbine
nida ederek kavmine bedduada bulundu. Öfke ve elemle dopdoiu
hale gelmişti. Sonra onlardan nefret ettiği için' tıpkı kaçak bir köle gibi
yurtlarından çıkıp gitti. Kıyıya vardığında gemiye1 bindi. Neticede onu denize
attılar, balık onu yuttu. Kavminin eziyetlerine sabretmediğinden dolayı yerilmiş've kınanmıştı. Nihayet Cenab-ı
Allah emrini mutlaka yerine getirecekti... Ama o balığın karnında kalınca Cenab-ı Allah lütfü ile ona ulaştı. Yunus, üç karanlığın
içinde kaldı. İlmi herşeye nüfuz eden, herşeyden haberdar olan Allah'a tevbe
edip yönelerek şöyle nida etti: "Senden başka Tanrı yoktur. Sen
eksikliklerden uzaksın, yücesin, ben zalimlerden oldum! "[17]
Cenab-ı Allah onu rahmetiyle örtüp tevbesİni
kabul buyurunca.bahk onu açık bir araziye attı. Tevbesi kabul edildiği için artık o kınanmışlardan değildi.
Cenab-ı Allah onu seçti ve Ninova
halkına Peygamber olarak gönderdi. Ninovalılar ona
iman ettiler. Rablerİ onları bir zamana kadar
yaşattı. Dünya nimetlerinden yararlandırdı.
Bunda bir tuhaflık
yoktur. Çünkü Yunus, salih kimselerdendi. Ey Allah'ın
Resulü, sen Yunus gibi olma. Azim sahibi Peygamberler gibi sabret. Allah bir
şeye hükmetti mi o şey mutlaka yerine gelir. Hem bilki
şu yalanla--yrcılar sana düşmanlık yapmakla bir yere
varamaz ve sana bir kötülükte bulunamazlar. Sen onlardan her ne kadar meşakkat
görsen de bu pek azdır.
Şu ayet-i kerimeden
daha çok buna delalet eden bir delil yoktur: Kafirler neredeyse o kindar ve
nefretli bakışlarıyla seni devireceklerdir. Senin ayağını kaydırıpta
mübarek bedenine darbeler vurmak isteyeceklerdir. Bu zehirli bakışları kafa
uçurucu oklar gibidir. Senden Kur'an-i duydukları
zaman sana zehirli bakışlarını fırlatırlar.
Kindar ve kıskanç
kimseleri bundan daha İnce bir şekilde tavsif eden bir ifade biliyor musunuz?!
Daha önce de
söyledikleri gibi şu müşrikler Muhammed (S.A.V.)'in deli ve cinlenmiş olduğunu
söylüyorlar. Aslında bu Kur'an alemlere bir uyarıdan
başka birşey değildir. Bütün insanlık için bir
şereftir. Bu Kur'an'ın deli ve cinlenmiş bir kirnse tarafından uydurulmuş olmasını akıl kabul eder mi?! [18]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/297.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/297-298.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/298-299.
[4] Nahl sûresi: 8.
[5] Alâk süresi 13.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/299-301.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/302-303.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/303.
[9] Bakara sûresi: 268.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/303-305.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/306-307.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/307.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/307-308.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/308-310.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/310.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/310-311.
[17] Enbiya sûresi: 87.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/311-312.