KALEM SURESİ 2

Şerefli Peygamber. 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Bahçe Sahiplerinin Hikayesi Ve Maksadı 4

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

Yalanlayıcılarla Münakaşa Ve Onların Tehdit Edilişi 5

Bazı Kelimeler: 5

Nüzul Sebebi: 6

Açıklama: 6

Surenin Nihayeti 7

Bazı Kelimeler: 7

Açıklama: 7


KALEM SURESİ

 

Buna Nûn sûresi de denilir. Sahih kavle göre Mekkîdir. 52 ayettir. Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin bazı sıfatlarının açıklamasını ve O'nun yalan-layıcıiara muhalefet etmekle mükellef olduğuna dair ilahî irşadı kapsamak­ta; sonra kâfirleri tehdit etmek için bahçe sahiplerinin hikayesi anlatılmakta­dır. Bunun ardısıra kafirlerle, tartışılmakta ve onların hüccetleri iptal edilmek­tedir. Bunu müteakiben de Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kâfirlerin ve müş­riklerin eziyetlerine karşı sabırlı olmakla emrolunmaktadır. Bununla birlikte onların Peygamber'e, Kur'an'a karşı şiddetli bir öfke besledikleri de beyan buyuru 1 maktadır. [1]

 

Şerefli Peygamber

 

Rahman ve Rahim olan Allah adıyla.

1-2- Nün; kalem ve onunla yazılanlara and.olsun ki, ey Muhammed! Sen Rabbİnin nimetine uğramış bir kimsesin, deli değilsin.

3- Doğrusu sana kesintisiz bir ecir vardır.

4- Şüphesiz sen büyük bir ahlaka sahipsindir.

5-6- Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin,

onlar da görecekler.

7- Doğrusu senin Rabbİn, yolundan sapıtanlan.çok iyi bilir; O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir;

8- Ey Muhammed! Bundan böyle, yalanlayanlara aldırma;

9- (Onlar sana İndirilen ayetlerden beğenmediklerini bırakman sure­tiyle senin) kendilerine yumuşak davranmam İsterler; böyle yapsan, onlar da seni över, yumuşak davranırlar.   .

10-14- Ey Muhammed! Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği dai­ma önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğullan var­dır diye aldırış etmeyesîn.

15- Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: "öncekilerin masalları" der.

16- Onun havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Nun şeklinde okunur. Mekkî surelerin açılışını yapan diğer heca harfleri gibidir. Şüphesiz ki bunlar, Allah ve Resulü arasında birer şifredirler. Kalem.Kesilmiş veya eksik.Ve yazdıkları şey­ler.

Cinlenmiş, bela ve mihnete çarpılmış, aklı, malı veya evladı elin­den alınarak fitneye maruz kalmış kimse. Zayıf görüşlü. Yumuşak davranırsın. Çok yemin eden.

İnsanları çokça - arasında söz götürüp getiren, koğuculuk yapan.

İnsaf ve adalet sınırlarını aşan. Çok günah işleyen.

Kaba vücutlu, çok güçlü ve fazla yeyip içen.Soysuz ve kötülükle damgalı. Burun. Damgalarız. [3]

 

Açıklama:

 

Kutlu ve yüce olan Hak Teâlâ ayet-i kerimede kaleme ve onun yazdıkla­rına yemin etmekle, kaleme ve onun eseri olan yazıya büyük bir nimet naza­rıyla bakıldığına işaret etmiş bulunmaktadır. Ayrıca kalem ile yazısı, insana bahşedilen konuşma ve beyan nimetinden sonra gelen büyük nimetlerdendirler. Çünkü bir millette kalem ve yazı ne kadar yaygın olursa o millet, diğer mil­letler arasında o kadar gelişip yükselir ve ileriye doğru mesafeler kat eder. Kaldıki ayet-i kerimede kalem İle yazıya yemin edilmiş olması, insanların ya­zının ehemmiyetine nazarlarını çevirmek içindir.

"Ve Onunla yazdıklarına" ifadesi ne parlak bir lafızdır! Çünkü bu keli­me, yazının ve kalpteki şeyleri şekle dökmenin bütün çeşitlerini kapsıyor. Bu amaca ulaşmak gayesiyle icad edilmiş ve edilecek olan bütün modern alet ve nizamları şümulüne alıyor. Çünkü bunu ifade eden Kur'an'dır. Kur'an'da gayplan bilen, olmuş ve olacak şeyleri, İnsanın yaptığı ve yapacağı şeyleri bi­len Allah katından gönderilmiş bir kitaptır. Görüyorsunuz ki Kur'an'ı Kerim bütün icadları kapsayacak olan ifadeleri seçiyor. Baksanıza bir Ayeti Keri­mede Cenab-ı Allah ne buyuruyor: "Binmeniz ve süs için atlan, katırları ve merkepleri (yarattı) ve daha sîzin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır:"[4] Bu surenin nazil olan surelerin ilklerinden olduğunu bildiğinizde belki de deh­şete kapılıp irkilirsiniz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize nazil olan ilk sure de şudur: "Yaratan Rabbinin adıyla Oku. O insanı ataktan (kan pıhtısı biçimini alan embriyodan) yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir!"[5] Evet Peygamber Efendimize nazil olan İlk sure budur. Ama bunda bir garip­lik yoktur. Çünkü bu semavî bir din olup okuma ve yazmanın .kadrini ve bun­ların dünya düzenindeki etkilerini pek iyi bilir. Sonra bütün bunlar okuma yazma bilmeyen ümmî ve Arap bir peygamberin eliyle oluyordu! Cenab-ı Allah kaleme ve Onunla yazdıkları şeylere yemin ederek dedi ki: Ey Muhammed! Rabbinin lütuf ve nimeti ile cinlenmiş, deli değilsin. Müşrikler seni böyle niteliyorlar ama sen hiçte öyle değilsin!

Ayeti Kerimenin kasd ettiği mana şöyle oluyor: Allah'ın sana nimet ola­rak bahşetmiş olduğu yüce ahlâk ve rahman, rahim olan Rabbinin gözetip himaye etmesi dolayısıyla sen deli değilsin. Nasıl deli olabilirsin? Oysaki sen akıllı, emîn ve sadık bir insansın. Bunu hepsi kabulleniyorlar ve böylece itirafta bulunuyorlar. Bu nasıl olur?! Elde ettiğin Peygamberlik vazifesine ve .ifa ettiğin emanete karşılık Allah tarafından sana kesintisiz bir bağış, nimet ve mükâfat vardır. Bu yolda karşılaştığın güçlük ve zahmetlerden dolayı sana bol sevap vardır. Sen yüce bir ahlak üzere olduğun halde ve de bu risalet va­zifesinin yükünü omuzunda taşıdığın halde nasıl olur da deli olursun?!

Peygamber hakkında Cenab-ı Allah böyle bir tanıklıkta bulunduktan son­ra artık müşriklerin iddialarının doğruluğuna mahal kalır mı?! Hal böyle olun-'ca şüphesizki sen Allah'ın inayet ve gözetimi altındasın, sen O'nun Peygam­berlerinin sonuncusu, elçilerinin imamısın. Sende göreceksin, onlarda göre-ceklerki işin içyüzü onların iddia ettikleri gibi değildir. Muhakkakki Allah Mü'minlerle beraberdir. Kafirlere ve müşriklere karşı elçilerine yardım ede­cektir. Müşrikler; sayılarının çokluğu, mallarının fazlalığı ile övünüyor ve buna güveniyorlardı. Evlatlarına bel bağlıyorlar ve Peygambere eziyet etmeleri için onları, salıyorlardı. Bazen Peygamber Efendimiz onların bu yaptıklarından müteessir oluyor ama Cenab-ı Allah onu teselli edip güzel vaadlerde bulunu­yordu. Şüphesizki Allah'ın vaadi yerini bulacaktı. Peygamberinin muzaffer olacağını, müşriklerin de belaya uğrayacaklarını bildiriyordu.

Sizden hanginizin deli olduğunu ey Muhammed sen de bileceksin müş­rikler de bileceklerdir! Bu ifade, deliliğin sadece müşriklerin arasında bulun­duğuna ve bunun başkalarına sirayet etmeyeceğine dair bir tarizdir. Deliliği onlara isnad etmesi, müşriklerin Peygambere deli demelerinden ötürüdür. As­lında onlarda delilik yoktu. Yalnız haktan yüz çevirip heva ve batıla tabi ol­malarından ötürü bu vasıfla nitelendirildiler. Aslında bu durumda olan kim­selere deli demek elbetteki yerinde olur.

Cenab-ı Allah, kuİu.Muhammed'e yardım edip askerlerini güçlendirdi, küfür ordularını tek başına dağıttı. Bu nedenle kafirler ve diğer bütün insan­lar bildilerki Muhammedi yalanlayıp küfrettiklerinden Ötürü kendileri deli­dirler, deliler gibidirler. Bunda bir tuhaflık yoktur. Hak yoldan sapanların kimler olduklarını ey Muhammed senin Rabbin daha iyi bilir. O doğru yola iletilmişleri de en iyi bilendir. Çünkü o insanları topraktan, sonra sperma­dan, sonra kan pıhtısından yarattı. Doğru yoldan sapanları O yüce zat bilir. Üstün ve övgüye layık olan Allah'ın doğru yoluna girenleri de pek iyi tanır.

Hal böyle olunca ey Muhammedi Hiç bir halde ve talep.ettikleri hiçbir hususta sen, yalanlayıcılara itaat etme! Onlar kalplerinin ta derinliklerinden dİIerlerki, istedikleri bir hususta kendilerine yumuşak davranasm ve senin bu yumuşak davranmana karşılık olarakta sana kendileri yumuşak davransınlar.

İslam davetinin ilk zamanlarında Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, çok­luk olan düşmanlar karşısında tek başına durup direniyordu. Bununla bera­ber onlara her bakımdan Peygamberin kendilerine yumuşak davranmasını, Tanrılarını kötülememesini, düşlerini bozmamasını teklif ediyorlardı. Bu sebeple ilk zamanlarda müslümaniara hücum etmiyorlardı. Onların bu teklif­lerinden Peygamber'(S.A.V.) Efendimizin kalbi azıcık etkilenmiş olduğundan 'dolayı şu ayet-i kerime nazil oldu: "Öyle ise yalanlayanlara itaat etme. Onlar İstedilerki, sen yumuşak davranasında onlarda sana yumuşak davransınlar." Evet Mü'minlerin azimlerini bilemek, himmetlerini alevlendirmek için bu ayet-i kerimeler nazil olmuştu. Bu surenin açılışında Cenab-ı Allah Peygambere ilişkin vasıfları zikrettikten sonra Mü'minlerin gayretlerini bilemek, azimlerini güç­lendirmek için bu ayetleri İnzal buyurdu. Müşrikler ise Peygamberin deli ol­duğunu iddia ederek çok günahlara saplandılar. Bundan sonra nasıl olurda Peygamber onlarla uyum içine girip kendilerine karşı yumuşak davranır?! Bu, Peygambere ve davet sahiplerine Allah'ın bir direktifi İdi. Çünkü İdare-i mas­lahatçılık, çoğunlukla eşrafın, iyi insanların ve davet sahiplerinin vurulduğu1 bir silah haline gelmiştir. İşte Peygamber (S.Â.V.) Efendimiz de yalanlayıcı kafirlere itaat etmekten mutlak surette men olunmuştur. Sonra insanı itaat­ten nehyeden bazı sıfatlara sahip olan kimselere de Peygamberin İtaat etmesi yasaklanmıştı. Bu sıfatlar sahih rivayete göre Velid bin Mugîre'de bir araya gelmişti. Bazıları bunların Velid bin Mugîre'den başka şahıslar için söz ko­nusu oiduğunu söylemişlerdir.

Ey Muhammedi Çok yemin eden kimselere itaat etme. Çünkü bir kim­se, muhattabınm kendisini doğrulamayacağına inandığı zaman çok yemin eder. Bu gibi kimselerin kendileri ile nefisleri arasında ve yine kendileri ile Rableri. arasında çok yalancı olmaları da kaçınılmazdir. Ve yine zillet sahibi, akıl ve görüş bakımından zayıf ve hakir olan kimselere de itaat etme. İnsanları kö­tülükle anan ve onları kınayan, insanlar arasında koğuculuk yapıp laf geti­ren ve götüren, İnsanlar arasında düşmanlık tohumlarını eken, iyiliği men eden hem'kendilerini, hem de başkalarını iyilik yapmaktan alıkoyan, mütecaviz çok günahkar, âsî, kaba, kötü ahlaklı çirkin muameleli, çok yeyip içen, düşük, soysuz kimselere de itaat etme. Mal ve evlat sahibi olmuş diye kaba davranan ve kötülükle davranan kimselerede itaat etme. Kendilerine âyetlerimiz okun­duğu zaman; bu önceki milletlerin efsaneleri, yalanlan ve uydurmalarıdır. Bu uydurmalar nesilden nesile intikal etmektedir, derler.

İşte bu ve buna benzer mahlukları Rabbin burnu üzerine damga vura­rak zillete ve ara düşürür,

Allah'ın bu tehdidi gerçekleşmiştir. Nitekim Velid bin Mugîre'nin adı da ta kıyamete kadar zillet ve hakaretle birlikte anılacaktır.

Muhammed (S.A.V.) Allah katında yaratıkların en üstünü ve en şerefli-sidir. İşte bu saydıklarımız da O'nun bazı sıfatlarıdır ki Rabbi, onları bu sure­de tescil etmiştir. Bu sıfatlarının yanısıra O'na ve O'nun davetini omuzlayan-lara Rabbi tarafından yöneltilen bazı ilahî tevcihler vardır. Bunların yamsıra on sıfat vardır ki onlarda son derece kötü, hakir ve kınanmıştırlar. Bu sıfat­lar, hakkın ve Muhammedi davetin düşmanlarına layıktırlar!'[6]

 

Bahçe Sahiplerinin Hikayesi Ve Maksadı

 

17-18- Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi dene­dik. Sahiplen daha sabah olmadan bahçeyi devşireceklerine —bir istisna ya­pı bırakmaksızın— yemin etmişlerdi.

19-20- Ama onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sanvermişti de bahçe kapkara kesilmişti.

21-22- Sabah erken: "Ürünlerinizi devşireceksenİz erken çıkın" diye birbirlerine seslendiler.

23-24- "Bugün orada, hiçbir düşkün kimse yanımıza sokulmasın" di­ye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı.

25- Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle konuşarak erken­den gittiler.

26-27- Bahçeyi gördüklerinde: "Herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız; belki de biz yoksun bırakıldık" dediler.

28- Ortancaları: "Ben size Allah'ı anmanız gerekmez mi? dememiş miydim?" dedi.

29- "Rabbimizİ tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik" dediler.

30- Birbirlerini yermeye başladılar.

31- Sonra şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık eden­lerdik."

32- "Belki Rabbimîz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbİmizden dilemekteyiz!'

33- İşte azab böyledir; ama ahiret azabı daha büyüktür; keski bilseler! [7]

 

Bazı Kelimeler:

 

Onları imtihan ettik. Çok ekinli, meyveli ve alt ta­raftaki şeyi gizleyecek kadar dalları birbirine girmiş sık ağaçlıklı bahçe de­mektir.Onu devşirecekler.İstisna etmiyorlar. Yani Allah dilerse d emiyorlardı.

Sabahladıklarında. Gece­leyin gelip helak eden dolaşıcı bir bela. Devşirilmiş bahçe. Sarimin birkaç manası vardır ki eh meşhuru karanlık gece veya karanlık yerdir. Ekininiz. Ayet-i kerimede bununla kast edilen, ekin yeri, yani tarladır. Kimsenin duymayacağı şekilde gizlice konuşup fısıldaşıyorlardı.Yoksulları ve düşkünleri bahçeye girmekten men et: meye muktedir olduklarını zannederek gittiler.Onların en mu­tedil ve en güzel görüşlü olanları.Allah'ı kötülüklerden tenzih. etmeli ve teşbihte bulunmalı değil miydiniz?Birbirlerini kınıyor­lardı.Vay halimize.Haddi aşmış akıl ve şeriat ölçüleri dı­şına çıkmış kimseler.Allah'a yönelip O'na yalvaranlar. [8]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, sayılamayacak derecede birçok nimetlerle insanlara in­amda bulunmuştur. Bu insanların bir kısmıda Mekkelilerdir. Çünkü onların da geniş çapta ticaretleri ve biraz da ekinleri vardı. Yazın ve kışın kervanlar düzenlerlerdi. Sonra Cenab-ı Allah kendilerini uçurum karanlığından çıka­rıp ilim ve hidayetin nuruna kavuşturmak içi hak din ve hidayet ile Peygam­berini elçi olarak kendilerine gönderdi. Peygamberin beraberİnde,onlarm zi­kir ve şereflerini içeren Kur'an vardı. Kur'an onları hakka ve dosdoğru yola iletiyordu ama onlar inkar edip yalanladılar ve Allah'ın hakkına riayet etme­yip nankörlük ettiler. Dolayısıyla da azap ve helaki hak ettiler! Bu bela değil midir? Hem de nasıl bela!

Biz, nimetler verip sonra da Peygamberlerin önderini elçi olarak gönde­rerek Mekkeli-leri imtihan ettik ama onlar küfredip Allah'tan büyük bir inti­kam azabına çarptırılmaya müstehak oldular! Çünkü oniar mallarına, aşi­retlerine ve çocuklarına güvenip aldandılar. Allah'ın kendileri üzerindeki hak­kına riayet etmediler. Biz hayır, bereket ve bol ürür., sık ağaçlıklı, dallan birbirine girmiş bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi Mekkelileri de imti­han ettik. Ama onlar Allah'ın hakkını takdir etmediler. Miskinleri, düşkün­leri ve onların haklarını, inkâr ettiler. Sonra da pişman oldular, ama zaman, pişmanlık zamanı değildi!

Bahçe sahiplerinin hikâyesi özetle şöyledir: Allah'tan korkan, düşkün­lere haklarını veren, sahibi gelip hakkını ve Allah'ın hayrından payına düşe­ni alsın diye devşirme gününü ilân eden salih bir insan vardı. Zamanla bu adam vefat etmiş, yerine çocukları geçip bahçeyle ilgilenmeye başlamışlardı. Bunlar çok idiler. Sonra bahçedeki meyveleri devşirme zamanı gelmiş, bun­lar yapacakları işi konuşmaya başlamışlardı: Babalarının yaptığı gibi mi ya­pacaklardı? Hayır... Babaları iyi ve hoş bir insandı. Bakmakla yükümlü ol­duğu kimselerin sayısı az olup kendisi de bir tek fert İdi. Bize gelince biz bir grubuz. Bizim çocuklarımız var. Onlara bakmakla yükümlüyüz. Düşkünle­rin ve yoksulların bu bahçede haklan yoktur! Bahçeyi ekip biçen, gübreleyen bizleriz. Hayır hayır, babamızın yaptığı şekilde düşkünlere bir şey vereme­yiz...

Evet böyle dediler. Ancak içlerinden bir kardeşleri müstesna. O böyle demedi. Onlara öğüt verdi ama öğüdüne kulak asmadılar. Onlara emirler verdi, ama emrine uymadılar. O bir kişi, diğerleri bir grup idiler. İster istemez onla­rın kararlarına uydu. Unutmaki Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Şeytan si­zi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf vadediyor''[9]

Yatsı vakti işlerini kararlaştırdılar. Sabah erkenden bahçedeki meyveleri devşirmeye gideceklerdi. Bunu yoksullara haber vermeyeceklerdi. Bu işi ka­rara bağlarken de "Allah dilerse..'' dememişler ve yoksulları, haklarından mahrum bırakmaya güç yetireceklerini sanmışlardı. Onlar bu haldeyken Rab-binden gelen dolaşıcı bir bela bahçeyi sardı. Bu belayı insanlar getirmiş de­ğildi. Gönderen Allah'tı. Bu bela neticesinde bahçe; meyveleri devşirilmiş, çırılçıplak ağaçlardan ibaret hale geldi. Kapkaranlık bir geceye dönüştü. Pa­muk tarlasında pamukların devşirilmesİnden sonra tarlanın kapkaranlık bîr gece gibi simsiyah hale geldiğini görmez misiniz?!

Gittiklerinde bahçeyi bu halde gördüler. Evet gizlice kimseye haber ver­meden, yoksulları haberdar etmeksizin bahçeye gidipte ağaçların meyvelerinin yok olduğunu görünce şöyle dediler: Vay başımıza gelenlere! Bİz yolu­muzu şaşırmışız ve sapıklığa düşmüşüz. Çünkü düşkünlerin, haklarını ver­mez olduk. AHah'ın büyük kudretinden gafil kaldık!..

Bundan sonra şöyle dediler: Düşkünleri, böyle yapmakla mahrum bı­raktığımızı zannetmeyin. Hayır, onlar asla mahrum değildirler. Şüphesiz ki Allah mevcuttur. Tevfik ve hidayetten mahrum olanlar bizleriz. Çünkü biz Allah'ın emrinin dışına çıktık. O'nun kullarına ve yaratıklarına karşı kaba

davrandık.

Aklen mutedil, görüş bakımından da sağlam olan kardeşleri kendilerine şöyle dedi: Düşkünleri bu bahçedeki haklarından mahrum bırakmaya karar, verdiğiniz zaman sizi uyardım. Allah'ı teşbih ve tenzih etmez, emrine itaat etmez misiniz dedim. O'nun rızik vermeye, âsilerle mütekebbirleri cezalan­dırmaya muktedir olamiyacağım mı zannediyorsunuz?!

Onun bu sözleri karşısında şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen noksanlıklardan münezzehsin, yücesin ve muhakkak ki bizler kendimize ya­zık' edip zulmettik.

Olup bitenlerden ve elden kaçan fırsatlardan dolayı pişman oldular. Ama onların bu pişmanlıkları geçerli miydi değil miydi. Bu pişmanlıkları kendile­rine fayda sağladı mı sağlamadı mı? Doğrusunu Allah bilir.

Dönüp biribirlerini kınamaya ve şöyle demeye başladılar: Vay başımıza gelenlere! Şüphesiz ki bizler akıl, şeriat ve İlahî yasaların hududu dışına çı­kan azgın kimseleriz. (Pişman oldular ve sözlerine devamla şöyle dediler): Umarız ki Rabbimiz bu kaybettiklerimizin yerine bize daha hayırlı şeyler ve­rir. Şüphesiz ki biz sadece Allah'a rağbet eder O'na yöneliriz.

Ey İnsanlar! Azgınlarla cebbar, kâfir ve müşriklere dünyada gönderdiği­miz bu gibi azabı bir an içerisinde göndeririz. Bu azap ile onların ekinleri, nesilleri yok olur, Allah'ın emirlerine karşı gelmekten ve gurura kapılıp al­danmaktan sakının. Şüphesiz ki ahiretin azabı, —eğer insanlar bilirlerse— daha şiddetli ve daha büyüktür. [10]

 

Yalanlayıcılarla Münakaşa Ve Onların Tehdit Edilişi

 

34- Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rableri katında nimet cen­netleri vardır.

35- Kendilerini Allah'a vermiş olanları hiç suçlular gibi tutar mıyız?

36- Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?

37- Yoksa okuduğunuz bir kitabınız mı var?

38- Seçtikleriniz herhalde orada olacaktır.

39- Yoksa aleyhimizde, kıyamet gününe kadar süregidecek ahidleriniz mi var ki, kendinize hükmettikleriniz sizin olacaktır?

40- Ey Muhammedi Sor onlara: "Bunu kim üzerine alır?"

41- Yoksa onların ortaklan mı vardır? Doğru sözlü iseler ortaklarını getirsinler.

42-43- O gün işin dehşetinden baldırlar açılır; gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet burur; Secdeye çağırılırlar ama buna güçlen yetmez. Oysa, ken­dileri sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı.

44- By Muhammedi Kur'an'ı yalanyalanlan Bana bırak; Biz onları bil­medikleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.

45- Onlara mehil veriyorum; doğrusu Benim tuzağım sağlamdır.

46- Yoksa ey Muhammed, sen onlardan ücret istiyorsun da, ağır bir borç altında mı kalıyorlar? Elbette hayır,

47- Yoksa, gaybm bilgisi kendilerinin katında da onlar mı yazıyorlar? [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

Okuyorsunuz, anlamak maksadıyla titizlikle inceleyerek oku­yorsunuz. Ahidler, mîsak ve sözler. Sağfam ve kesin andlar. Kefil, garantör ve avukat manalarına gelir.İşlerin zorlaşmasını ifadeden bir kinayedir. Kendilerini bir zillet ve alçaklık kaplar.Kur'an ve Peygamberin insanlara tebliğ ettiği va­hiy. Beni bırak. Onları derece derece yakalarız ve azaba yaklaştırırız.Onlara mühlet- veririm ve ertelerim.

Benim onlara uyguladığım muamele, kuvvetli ve sağlam tuzağa  benzer.Tebliğe karşı bir ücret. Ağır yük altında kalmışlar. Borç. [12]

 

Nüzul Sebebi:

 

Mekke müşrikleri İslâm daveti karşısında en azılı düşmanlar olarak du­ruyorlardı. İslâm davetini yok edip ortadan kaldırmak için canlarını ve mal­larını sarf ediyorlardı. Şanı yüce olan Allah bunu biliyordu. Bazan onları tehdit ediyor, durumlarını ortaya çıkarıyor, "Yaianlayıcılara itaat etme." diyerek Pey­gamber (S.A.V.) ile onların arasım açıp aradaki mesafeyi uzatıyordu. Bazan da-kendilerinden önce gelip geçmiş, Allah'ın gazabına uğramış bahçe sahip­leri gibi yalanlayıcı mağrur ümmetlerin başına gelen felaketleri onlara örnek gösteriyordu.

. Bundan sonra Cenab-ı Allah onlarla tartışmaya, vehimlerini ve delille­rini yıkmaya başladı. Onlar diyorlardı ,kİ: Biz, Peygamber ve sahabilerine nis-betle daha iyi durumdayız. Biz mal bakımından onlardan daha zenginiz. Adamlarımız onlarmkinden daha çoktur. Güçlüyüz, kuvvetliyiz. Muhammed-in sahabileri ise yoksulluk, zaaf ve azlık içindedirler. Kıyamet günü olunca onlardan daha iyi durumda olmasak bile en azından onlar kadar iyi bir du-i'um içinde olacağız!

İşte bu mes'eleyle ilgili olarak yukarıdaki vazıh ve net ayet-i kerimeler sevk olundu. Bu ayetler onların görüşlerini ve asılsız iddialarını çürütüp red­dediyor. [13]

 

Açıklama:

 

Allah'tan sakınıp, nefislerini İlahî azaba karşı koruyan, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet eden takva sahibi kimseler için Rableri katında nimet cennetleri vardır. Evet yalanlayıcı kâfirler için değil de müttakîler için nimet cennetleri vardır. Bakınız Cenab-ı Allah'ın şu kavli celiline: "Rablerikatında...'' Kâfirler için, mü'minlere ve müttakîlere bahşedilecek olan bu gibi cennetle­rin Rableri katında bahsedilmesini akıl kabul ediyor mu? Hayır. Çünkü, on­lar Rablerine küfrettiler, O'nu tanımadılar, O'nun hukukuna riayet etmedi­ler.

Kutlu ve yüce olan Hak Teâlâ şöyle buyuruyor: Şaşıyorum size ey kâfir­ler! Biz hükmümüzde zulüm rnü ediyoruz. —Bu imkansızdır— takva sahibi müslü mani arı, suçlu kafirlerle aynı seviyede mi tutacağız?!.

Sonra Cenab-ı Allah bu reddini te'kid etmek ve daha da şiddetlendir­mek için şöyle buyuruyor; Size ne olmuş? Aklınızda ve görüşünüzde nok­sanlık meydana getirecek bir durum mu vuku buldu? Siz nasıl hüküm veri­yorsunuz? Bu hükmünüzü aklınıza mı dayanarak verdiniz, yoksa bozuk dü­şünce ve kötü görüşünüze mi. dayanarak verdiniz? Şüphesiz bu hükmünüz, akıldan ve sağlam düşünceden soyutlanmış bir hükümdür. Yoksa bunu için­de okumakta olduğunuz bir kitabınız mı var? Ki onda beğendiğiniz hususla­rı buluyorsunuz? Semavî olsun olmasın, içinde görüp beğendiğiniz bazı hü­kümler bulunan bir kitabınız mı var ki oîıu inceleyip okuyorsunuz? Hayır, böyle bir şey yoktur. Kıyamette sizin için beğendiğiniz şeylerin olacağını ifa­de eden bir kitabınız olmamıştır ve olmayacaktır. Yoksa sizin bu hususta bize karşı kullanabileceğiniz bir dayanağınız ve bizden aldığınız bir ahdiniz mi var? Hayır böyle bir şey de yoktur.

Ey Muhammed! Meydan okuyarak onlara şöyle sor: Eğer mezkûr şeyle­ri içeren bir kitapları varsa onu ibraz etsinler. Allah'tan kendilerine verilmiş bir ahid ve yemin varsa onu da ortaya koysunlar. Bu söylediklerime kefalet edecek bir avukatları varsa söylesinler. Bakalım kimmiş o? Semavî olsun ol­masın, kitaptan naklî bir delilleri yoktur. Yemîn veya başka şeylerden zannî bir hüccetleri de yoktur. Onların bu söylediklerini tekeffül edecek bir garan­tör ve avukatları da yoktur. Artık bundan sonra neleri var?! Yoksa onların tapmakta oldukları putları Allah'a ortak mı koşuyorlar?! Eğer bu iddiala­rında doğru İseler, onların doğruluklarına tanıklık edecek ortaklarını getir­sinler. Bu ortaklan, kendilerine ait cennette bir pay olduğuna dair ortaya sürdükleri iddialarını te'yİd etsinler. Şüphesiz ki müşriklerin,, bu iddialarının doğruluğuna tanıklık edecek ortaklan yoktur. Çünkü onların Allah'a koş­tukları ortaklar, putlardan ibaret olup ne bir fayda ne de zarar veremezler. Göremez ve işitemezler. Öyleyse onların bu hüccetleri geçersiz olmuştur. Ma­zeretleri kabul edilmez. Üzerlerine azap kelimesi vacip olmuştur. İddia ettik­leri gibi eğer ortaklan var ise işlerin zorlaştığı kıyamet gününde getirsinler de görelim. O en büyük korku gününde, İşlerin zorlaştığı günde, manzarala­rın korkunçlaştığı günde getirsinler de o ortaklarını ibraz etsinler.

Ey müşrikler, herkesin işlediği suçtan dolayı Allah katında cezalandırı­lacağı, yaptığı iyiliklerden ötürü de mükâfatlandıracağı o şiddetli korku gününü hatırlayın. Siz de bu yaptığınızdan dolayı cezalandırılacaksınız ve si­ze şöyle denilecektir: İşte bugün size hak zahir oldu. Gerçekler ortaya çıktı. Allah'a secde edin ve'O'na ibadette bulunun!

Ama ne gezer! Artık onlarla, arzuladıkları şeylerin arasına engel girmiştir. O esnada gözleri dönmüş, kalpleri sarsıntıya uğramış, zillet ve alçaklık — Dünyada iken işledikleri kötülüklerden ötürü— Onları kaplamıştır. Daha önce onlar dünyada yaşamın ortasında iken bedenleri sağlam olup amel ve taat vaktinde iken secdeye davet edilirler, hem de bu hususta ısrarla kendilerine çağrıda bulunulurdu arria onlar secde etmezlerdi. Bu gün ise hesap ve ceza günüdür. İşlerin zorlaştığı ve insanların secdeye çağrıldıkları halde secde ede-.meyeceklerİ bu günde vay onların hallerine!

Madem böyle. Ey Muhammed Beni ve bu Kur'an-ı yalanlayanları baş-başa bırak. Ben onları görmekteyim ve onları cezalandırmaya da muktedi­rim. Onları azaba doğru, bilmedikleri bir cihetden, derece derece yaklaştıra­cağım.

Allah'ın onları azaba derece derece yaklaştırması, Allah'ın onlara mal ve evlat vererek sıhhat ve afiyetle nimetlendirmesi, fakat bu mal, evlat, sıh­hat ve afiyetin onları Allah'ın ayetleri hususunda sağlıklı düşünceden alıkoy­ması, Resula tabi olmamalarıdır. Oysa Resulûllah'm Allah'ın elçisi olduğu­na dair açık deliller vardır. Ama onlar batıl itikadlarına ve gafilliklerine ıs­rarla sarılmışlardır. Bu düşüncelerini devam ettirmişlerdir, öyleyse onlar azabın kendilerinden te'hir edileceğini zannetmişler, nimetlerin kendilerine bol bol verileceğini —çünkü kendilerinin buna müstehak olduklarını— düşünmüş­lerdir. Rableri katında ikram görecekleri düşüncesine kapılmışlardır. Hayır... Hiçte öyle değil! Gururları onları köreltti. Kıyamet gününde kendilerinin de en azından mü'minler kadar nimete mazhar olacaklarını zannettiler. Allah katından kendilerine bir bela inip topluluklarım darmadağın etmesine değin müşrikler sapıklık ve gururlarına devam ettiler! Bu onların derece derece azaba yaklaştırılmaları değil midir? Onlara mühlet tanınması değil midir? Nihayet Allah'ın hükmü onları yok etti.

Allah kendilerine mutsuzluk ve helaki takdir ettiği halde —ki bu akıbet­le mutlaka karşılaşacaklardır— azabın te'hİr edilmesini ve nimetlerle yarar­landırılmalarını bir tuzak oliisak adlandırmıştır. Çünkü bu durum gerçekten de tuzağı andırmaktadır. Aslında gerçek anlamda tuzak, zayıf kimsenin güç­lüye karşı uyguladığı bir taktikdir Cenab-ı Allah ise zayıflıktan uzaktır. O güçlü, kuvvetli ve muktedir olan zattır.

Ey Muhammedi Sen bu risalet vazifeni yapma karşılığında onlardan bü­yük bir ücret mi İstiyorsun ki onlar bu ücreti sana ödeme hususunda ağır borç altına giriyorlar? Yoksa onların yanında gayba ait sahifeler mi var ki diledikleri şeyi yazıyorlar? Hayır ne öyle, ne de böyle. Onlar bu delillere karşı cevap veremez olmuşlardır. [14]

 

Surenin Nihayeti

 

48- Ey Muhammed! Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahi­bi Yunus gibi olma, o, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.

49- Rabbinin katından ona bîr nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı.

50-51- Rabbi onu seçip iyilerden kıldı. Doğrusu inkar edenler, Kur'-an'ı dinlediklerinde nerdeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi. "O delidir" diyorlardı.

52- Oysa Kur'an, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir. [15]

 

Bazı Kelimeler:

 

Balık sahibi Yunus bin Metta'dir. Öfke yutkunan. Çöl ve açık yer. Kınanmış ve yerilmiş.Onu seçti.Seni gözleriyle devirecekler. [16]

 

Açıklama:

 

Durum böyle olduğuna ve şu kâfirlerin hüccetleri batıl olduğuna, ken­dileriyle .münakaşada fayda kalmadığına göre Ey Muhammed sen Rabbinin hüküm ve yargısına sabret. Şüphesiz ki Allah'ın asla değişmeyen ve aksama-yan bir yasası vardır. Bu yasa uyarınca O, yalanlayıcılara süre tanır. Azapla­rını erteler, ama onları asla ihmal etmez. Onlara mutlaka azap tatdıracaktir. Sana düşen, sadece sabretmektir. Yunus bin Metta gibi olma.O salih Peygamber, kavminden eziyet ve acı çekince Rabbine nida ederek kavmine bedduada bu­lundu. Öfke ve elemle dopdoiu hale gelmişti. Sonra onlardan nefret ettiği için' tıpkı kaçak bir köle gibi yurtlarından çıkıp gitti. Kıyıya vardığında gemiye1 bindi. Neticede onu denize attılar, balık onu yuttu. Kavminin eziyetlerine sab­retmediğinden dolayı yerilmiş've kınanmıştı. Nihayet Cenab-ı Allah emrini mutlaka yerine getirecekti... Ama o balığın karnında kalınca Cenab-ı Allah lütfü ile ona ulaştı. Yunus, üç karanlığın içinde kaldı. İlmi herşeye nüfuz eden, herşeyden haberdar olan Allah'a tevbe edip yönelerek şöyle nida etti: "Sen­den başka Tanrı yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin, ben zalimler­den oldum! "[17]

Cenab-ı Allah onu rahmetiyle örtüp tevbesİni kabul buyurunca.bahk onu açık bir araziye attı. Tevbesi kabul edildiği için artık o kınanmışlardan değil­di. Cenab-ı Allah onu seçti ve Ninova halkına Peygamber olarak gönderdi. Ninovalılar ona iman ettiler. Rablerİ onları bir zamana kadar yaşattı. Dünya nimetlerinden yararlandırdı.

Bunda bir tuhaflık yoktur. Çünkü Yunus, salih kimselerdendi. Ey Al­lah'ın Resulü, sen Yunus gibi olma. Azim sahibi Peygamberler gibi sabret. Allah bir şeye hükmetti mi o şey mutlaka yerine gelir. Hem bilki şu yalanla--yrcılar sana düşmanlık yapmakla bir yere varamaz ve sana bir kötülükte bu­lunamazlar. Sen onlardan her ne kadar meşakkat görsen de bu pek azdır.

Şu ayet-i kerimeden daha çok buna delalet eden bir delil yoktur: Kafir­ler neredeyse o kindar ve nefretli bakışlarıyla seni devireceklerdir. Senin aya­ğını kaydırıpta mübarek bedenine darbeler vurmak isteyeceklerdir. Bu zehirli bakışları kafa uçurucu oklar gibidir. Senden Kur'an-i duydukları zaman sa­na zehirli bakışlarını fırlatırlar.

Kindar ve kıskanç kimseleri bundan daha İnce bir şekilde tavsif eden bir ifade biliyor musunuz?!

Daha önce de söyledikleri gibi şu müşrikler Muhammed (S.A.V.)'in deli ve cinlenmiş olduğunu söylüyorlar. Aslında bu Kur'an alemlere bir uyarıdan başka birşey değildir. Bütün insanlık için bir şereftir. Bu Kur'an'ın deli ve cin­lenmiş bir kirnse tarafından uydurulmuş olmasını akıl kabul eder mi?! [18]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/297.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/297-298.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/298-299.

[4] Nahl sûresi: 8.

[5] Alâk süresi 13.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/299-301.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/302-303.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/303.

[9] Bakara sûresi: 268.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/303-305.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/306-307.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/307.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/307-308.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/308-310.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/310.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/310-311.

[17] Enbiya sûresi: 87.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/311-312.