Sûre Başlarındaki Hece Harfleri (El-Hurûfıı'f-Mukatta'a)
Lider Ve Zengin Sınıfın Düşmanca Tavırları
Kureyş Liderlerinin Peygamber'le Pazarlıkları Ve Teklifleri
(Öncekilerin Mitolojileri / Hikâyeleri)
Bahçe Kıssası Ve Bunun (Anlatılmasının) Gayesi
Mekkî Sûrelerde Medenî Âyetlerin Yer Aldığını Belirten Rivayetler Üzerine
Ayetlerde Yer Alan Konular Şunlardır:
Ayetler Peygamber (S)'E Hitap Etmiştir Ki Burada:
Kâfirlerin Peygamber (S)'İ Cinlenmek (Cünûn) İle Vasıflandırmaları
Oryantalist Ve Misyonerlerin Peygaıııberfsvi Cinlenmekle
Vasıflandırmaları
Kur ‘an’daki Sırası
:68
Nüzul Sırası :3
Ayet Sayısı :52
İndiği Dönem :Mekke
Sûrede, Peygamber
(s)'İn desteklenmesi, teskin edilmesi, övülmesi, inkarcılara hücum edilmesi,
onların uyarılması ve karşı tavırları konu edilmiştir. Öğüt verme ve uyarma formunda
bir kıssa anlatılmış, ayrıca Peygamber (s)'in desteklenmesi bağlamında Yunus
Peygamber'in kıssasına yer verilmiştir.
Sürenin ilk dört ayeti
ve bunları izleyen diğer ayetlerin içerikleri, ilk dört ayetin yalnız başına
ve kalan ayetlerin ise bir müddet sonra nazil olduğu ihtimalini vermektedir.
Bundan başka sürenin bir kerede indiği olasılığı da vardır. Sürenin nüzul
yönünden ikinci sûre olması, ilk dört ayetinin yalnız başına ve Aİak sûresinin ilk beş ayetinin peşinden nazil olması
ihtimaline göredir. Bu ihtimal doğru olmayıp ilk dört ayet ve müteakip ayetler
birlikte nazil olmuşlarsa, o takdirde sürenin bu şekilde ikinci olarak
sıralanması da doğru değiidir ve bir miktar sonra
İnmiş olması gerekir. Bizim esas aldığımız mushaf,
ayetlerin Medine'de nazil olduklarını belirtmektedir. Oysa ayetlerin üslup ve
içeriği bu kanaatin doğru olmadığını göstermektedir.
Sürenin
ayetleri; konu, birbirini îakip etme ve sözün akışı
yönünden uyum içerisindedir. Buna göre şöyle denilebilir: İlk dört ayeti
hakkında belirttiklerimize dikkat edilmesi kaydıyla sûre; bir defada ya da birbirini izleyen bölümler halinde nazil olan
sûrelerdendir. [1]
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adıyla
1) Nûn, kalem ve
(onunla) yazdıklarına[2]' and olsun ki!
2) Sen,
Rabbinin nimetİyle cinlenmiş değilsin.
3) Senin
için kesintisiz*2' bir mükafat vardır. [3] Ve
sen, büyük bir ahlâk üzeresin.
Âyetlerde hitap
Peygamber (s)'e yöneltilmiştir. Allah'ın yardımı ve nimetinin onu kuşattığını,
onun dillenmediğini, yüce görevini yerine getirmesi ve bu uğurda göğüsle-diği sıkıntılara karşı Allah'tan kendisine
sürekli/kesintisiz bir ecrin var olduğunu, Allah'ın seçmesi ve gözetmesinden
ötürü, O'nun eğittiği yüce bir ahlâk üzere okluğunu pekiştirmek tarzında,
kaleme ve insanların kalemle yazdığı şeylere yemin edilmiştir.
Bazı
müfessirler bu sûre başındaki nûn ( 0.) harfinin
diğer sûrelerin başında yer alan (mukatta'a)
harflerinden olduğunu söylemişler, bazıları da bu harfin sözcük mânâsı taşıdığını,
hokka ve Yunus (baliği) anlamlarına geldiğini; onun
yemin ve tekid çerçevesine dahil olduğunu;
"'kalem" ve '"yazmak" ipuçlarıyla, "'hokka7"
mânâsının yer almasından Ötürü ikinci görüşün doğru olduğunu söylemişlerdir[4].[5]
Nûn harfinin, birçok sûrenin önünde bulunan mukatta'a harflerinden olduğu kabul edilirse deriz ki; bu
konuda çeşitli görüşler vardır[6]. Bize
göre en İsabetli ve tercih edilmesi gerekli olanı, bu harflerin lenbih/dikkat çekme ve daha sonra söylenilecek olan
sözlere/mesaja kulak verilmesi ve zihinleri hazırlamak (motivasyon) için
geldiğidir.
Bu sûrelerde mukatta'a harflerini yemin ifadelerinin takip etmesi,
belirtilen tercih ve görüşü kuvvetlendirmektedir. Mukatta'a
harflerinin bazı sırları gizlediği türünden söylenilenlere gelirsek; bu konuda
Peygamber ve ashabına ulaşan sağlam bir rivayetin mevcut olmadığı bir tarafa;
Peygamber (s)'in görevinin tabiatı ve onun asaletinin evrenselliğine sığacak
bir durum değildir. Bu gibi durumlarda zan ve tahmin ile konuşmak doğru olmaz.
Bu
haillerin, sûrelerin ayet sayılarını gösteren semboller/işaretler olduğunu
söyleyenler için de aynı durum geçerlidir[7].[8]
İlk ayetle ilâhî bir
yemin bulunmaktadır. Müteakip üç ayet ise. bu yeminin cevabı (sebebi)dır. Kur'an'daki yeminler, açıkça görüldüğü üzere, alışılagelincn konuşma/dil üslûbuna dahil olduğundan
dolayı, birçok kez ve çeşitli şekillerde Kur'an'da
geçen malûm bir tarzdır. Sûre başlarında. Kur'ani
nazım özelliklerinden birisi olarak kabul edilebilir olan ve yeminlerle
başlayan birçok sûre (daha) bulunmaktadır.
(Kur'an'da)
üzerine yemin edilen şeyler çok çeşitlidir ve bunlar evrenin gök ve yerdeki
sahnelerini, onun canlı ve cansız varlıklarını kapsamaktadır. Ne var ki.
üzerine yemin edilen nesne ve yeminin üslûbundan; onun, insanların
zihinlerinde önemli bir yer işgal ettiği ve kendi hayatlarında meydana gelen
bir olgu olduğu görülmekledir.
Yemin, her hangi bir
sahnenin azamcli, bir görüntünün korkunçluğu bir
tablonun gücünden dolayı ya da insanda bazı ruhî
İzler/etkilerin doğmasına yol açması yahutla bazı
adet, gelenek ve kavramların bağlantılı olduğu bir sebep dolayısıyla ortaya
çıkmış da olsa durum aynıdır, farketmez. Yeminden
sonra gelen vurgular, amaç ve anlamlar zihin ve kulakları motive etmek gayesini
taşımaktadır.
Bu süredeki yeminde
lam bir uyum vardır. Çünkü yazmak ile yazım araçları olan kalem ve hokka bir araya getirmiştir. İki ayet gurubu arasında,
yazma, okuma ve bilgiye dikkat çekmek çerçevesinde büyük çapta bir konusal uyum
görülmekledir. Bu iki guruptan ilki Kur'an'da ilk
olarak nazil olduğu nakledilen Alak sûresinin ilk
ayetleridir. Kalem sûresinin ilk ayetleri harikulade bir biçimde ve işarel tarzıyla insan hayatında yazma, okuma ve ilmin
önemine dikkat çekmektedir.
Bazı müicssirlcr[9] sahâbî ve tabiîlerden, kalem kelimesinin mânâsının;
Allah'ın, evrendeki olayları ilahi levhaya[10]
kaydedilmesini emretmiş olduğu ilahi kalem şeklinde yorumladıklarına dair
sözler naklctmişlcrdir. Bize öyle geliyor ki, bu
yorumda zorlama vardır ve buradaki (kalem) kelimesi insanların kullandığı kalem
anlamına gelmektedir. "Yazdıkları" (yesturun)
kelimesinin bu kelimeyi izlemesi de bu görüşü kuvvetlendiren hususlardandır.
Bundan başka, Kalem ve Alak ayetlerinde geçen kalem
kelimesinin anlamı ve fonksiyonu arasındaki mânâ ve konu uyumu da bunu
desteklemektedir.
Rivayet edildiğine
göre[11]
(Kalem süresindeki) bu ayetler Alak sûresinin ilk
ayetlerinden sonra inmiş ve sırf bu nedenle Kalem sûresi nüzul yönünden Kur'an'ıri ikinci sûresi olarak sıralamaya konulmuştur.
Eğer rivayet sahihse (bu) ayetler yalnız başına ve sûrenin kalan ayetleri ise
onlardan bir müddet sonra nazil olmuş; daha sonradan, önceki ayetlere katılmış
ve bu şekilde sûrenin telifi ve oluşumu tamamlanmış; aynt
şekilde Peygamber (s)'i teskin ve destekleme; zanna kapıldığı ve korktuğu
şeyden O'nu sıyırmak için nazil olmuş olmalıdır. Bu ise; ük
olarak kendisine vahyedildiği zaman görüp
işittiklerini, cinlerin musallat olması (çarpması) şeklinde zannetmesidir. O
kadar ki, Ta-berânî'nin Peygamber (s)'den naklen,
Abdullah b. Zubeyr'c nispet edilen bir hadiste, rivayet
ettiğine göre O, kendisini dağın tepesinden atmak istiyormuş[12].
(Peygamberin durumu
hakkındaki) belirtilen rivayet sahih değil İse, ayetlerde bir yönden O'nu
teskin etme ve destekleme, bir yönden de kafirlerin Peygamber (s)'i cin-lenmiş olmakla suçlamalarına cevap verme hedeflenmiştir. Kur'an birçok ayette bu suçlamalara işaret etmektedir:
"Dediler ki;
"Ey kendisine zikir (kitap) indirilmiş olan, sen mutlaka cinlenmişsinf" (HicrJS/6).
"Yoksa 'onda
delilik var' mı diyorlar? Hayır. O kendilerine hakkı getirdi fakat çokları
haktan hoşlanmıyorlar." (Müminim 23/70}
"O inkar edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri
zaman neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. 'O mecnundur' diyorlardı,
Halbuki O, âlemler için uyarıdan başka bir şey değildir". (Kalem 68151-52)
Bu
bölümdeki ayetlerle ile bundan sonrakiler arasında uyum ve irtibat okluğu görü-mektedir ki bu durum (ayetlerin nüzulü hakkındaki) ilk rivaycli zayıflatmaktadır: Şöyle denilebilir: Sûre tek bir
zincir halinde ya da (sûreyi oluşturan bölümler) peşpeşe nazil olmuştur. Sûrenin ikinci sûre olarak sıraya
konması doğru değildir. Çünkü müteakip ayetler; inkar, münakaşa, kınama,
eleştiri ve inkarcıların Kur'an'ı "öncekilerin
mitolojileri" şeklinde nitelemeleri gibi hususları içermektedir. Bu ise, Kur'an'clan az olmayan bir bölümün nüzulünden ve Peygamber
(s)'in insanlarla ilişki kurup onlara Kur'an okuması;
münakaşa ve mücadeleye girerek onlarla haşır-neşir olmasından sonra meydana
gelmiş olmalıdır. [13]
Bu edebî özelliği olan
tekitli bir üslupla Peygamber (s)'in ahlâkini, Allah'ın övmesi ve onu büyüklük
sıfatı ile nitelemesi olağanüstü bir olaydır ki, bunun önünde her türlü beşeri
övgü, niteleme ve lütuf eriyip (yok olmaya) mahkumdur. Bazı siyer ve şemail kitaplarında
yersiz ve gereksiz bir biçimde geçtiği üzere[14]
Peygamber (s)nin bütün uzuv ve görüntüleri itibariyle
diğer insanlar gibi bir beşer, kendinden önce yaşamış peygamberler gibi bir rasul olduğu ve onların arasında sonradan ortaya çıkmış
asılsız bir türedi olmadığına ilişkin Kur'an
açıklamalarına ters olarak; bazı miislümanların, Peyganıber'in kişiliğini neredeyse beşerilik çerçevesinden
çıkaracak biçimde birtakım özelliklerle nitelemek İçin sarfettiği
çabalar; öyle anlaşılıyor ki, Peygambcr'in
ahlâkındaki büyüklük, onun şahsiyetin deki temizlik, peygamberlik için
seçilmesini sağlayan kalbindeki iman ve ihlasını
idrak etmek hususunda kusur edilmesinden kaynaklanmakta ve bu durum onları, ne
eşyanın tabiatına uyan ne de Kur'an nasslanna uygun olan başka sebepler aramaya
yöneltmektedir.
Nitekim bu duruma şu
ayetlerde işaret edilmiştir:
"De ki: 'Ben
elçilerden bir türedi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilemem. Ben
sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir
uyarıcıdan başka hır şey değilim." (Ahkaf46i9)
"De ki: 'Ben
kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne bir zarar verme gücüne
sahip değilim! Eğer gaybı bilseydim çok hayır
(mal-mülk) elde ederdim. Bana kötülük dokunmamıştır. Ben sadece inanan bir
kavim için bir uyarıcı ve müjdeciyim." (Araf7/188)
"Muhammed, sadece
bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Simdi o olur veya Öldüıiilürse siz ökçelerinizin üzerine geriye mi döneceksiniz?
Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse, Allah'a hiç bir ziyan veremez, Allah sükredenlcri miikafatlandırcıcak-tır."
(Ali İmran 3/144)
"De ki: 'Beti de
sizin gibi bir insanım: Tanrınızın bir iek Tanrı
olduğu bana vahyo-lunuyor.
Kim Rabbi'nc kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve
Rabhi'nc (yaptığı) ibadete hiç bir kimseyi ortak
etmesin." (Kefıf 181110)
Her
halükârda (buradaki) ayetler nüzul itibariyle Kuran'in
ilk aycllcrindcndir. Peygamber (s), üzerinde
taşıdığı ve onunla ilahi Övgüyü hak etliği yüce ahlâk ile risalet
görevini yüklenmeden önce donanmıştı. O ahlâk Allah Rasulü'nü
risalete, büyük göreve hazırladı ki, Allah risaletini nasıl vereceğini daha iyi bilir. Buhari'nin Aişe'de'n naklen
rivayet ettiği bir hadiste geçtiğine göre, Peygamber
(s)'e ilk kez vahiy indikten soma, O Hz. Hatice
validemizin yanına dönmüş; olup biteni O'na anlattığı zaman "Ben kendimden
korkuyorum" demiş; Halice ise; "Hayır, hayır! Allalra
yemin olsun ki, Allah seni hiçbir zaman yardımsız bırakma?. Sen akrabanı
gözetirsin, çaresizlerin yükünü hafifletirsin, yoksullara yardım edersin,
misafirperversin, iyi işlerde yardımcı olursun"[15] demiştir.
Abdullah b. ez-Zübeyr'den naklen, Tabeıi'nin
rivayet ettiği[16] bir hadiste geçtiğine göre ise Peygamber (s) Hatice'ye "(sıradan
bir) şair ya da cinlcnıniş
olmaktan korkuyorum" deyince; (Hatice) "Bundan Allah'a sığınırım ey EbıTl-Kasım; senin doğru sözlülüğün, eminliğin, yüce bir
ahlâka sahip olman ve akrabanı gözetiyor olman öieden
beri bi-liniyorken, Allah
bunu sana yapmaz" demiştir. Burada anlatılanlar, övülmeye layık bir
ahlâkla Peygamber (s)'in risaletlen önce donanmış
olduğu yönündeki görüşümüzü desteklemekledir.
[17]
5- (Sen de)
göreceksin, onlar da görecekler;
6- Hanginizin "fitne"Jenmiş"[18]olduğunu
7- Şüphesiz Rabbin kimin kendi yolundan
saptığını ve kimin de doğru yolda olduğunu en iyi bilendir.
8- Öyleyse
yalanlayanlara İtaat etme.
9- istediler ki, sen yumuşak davranasın[19],
insanlar da sana yumuşak davransınlar.
10- Şunların
hiç birine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,
11- Kötüleyen'[20], söz
götürüp getiren[21],
12- Hayra engel olan, saldırgan, günahkar,
13- Kaba[22] ve
sonra da kötülükle damgalı'[23].
14- Mal ve oğullar sahibi olmuş diye
15- Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman;
"eskilerin masalla-n"[24]dedi.
16- Biz O'nun ağzını'[25]
(ateşle) damgalayacağız1[26].
ayetle bahse konu olan
kişinin ağzı mânâsında kullanılmıştır.
Ayetlerin ifade biçimi
oldukça açıktır. Burada Peygamber (s) ile kafirler arasında meydana gelen bazı
olaylar, onların cevaplanıp kınanmaları ve Peygamber (s)'in desteklenmesi gibi
hususlar anlatılmıştır.
1) Kafirlerden
bazıları, "meftun", "sapmış", atalarının dininden ve
geleneklerinden çıkmış bir kimse olarak O'nu ayıplamaya başlamışlardı, İlk ayet
bunlara, "Gerçek mutlaka çok geçmeden ortaya
çıkacak ve kimin meftun olduğu bilinecektir" şeklinde cevap vermiştir.
Sonra "hitab" kimin gerçek sapık, kimin de
gerçek mübtcdi olduğunu Rabbin bilir şeklindeki
destekleme ile Peygamber (s)'e yöneltilmiştir.
Bazıları ise Peygamber
(s)'e, yumuşaklık göstermesini, buna karşılık da kendilerinin yumuşaklık
göstereceği teklifini götürmeye başladılar. Rivayetlerin belirttiğine göre
bunların istedikleri "yumuşaklık"; onların düşüncelerini küçümsemem
ek ve birlikte hareket etmektir. Peygambcr'c
yumuşaklık ise O'nun davet ettiği bazı şeylerde kendi başına bırakılmasıdır.
Bazıları (ise) Peygambcr'c buna dair yeminler
ediyorlardı. (Sonuçta) ayet onları tasdik etmemeyi, (onlara) itaat edilmemesini
emretti. Çünkü onlar inkarcıdırlar.
Peygamber Kur'an okuyunca; bazıları onun Allah'ın vahyi olduğunu
inkar ederek, mal-mülk, evlat ve güçleriyle böbürlenerek, Kur'an'in
öncekilerin sayfaları ve efsanelerinden iktibas edildiğini söylemeye
başladılar. Âyetler bunlara; "Onlar inkarcı/yalancı, alçak, çokça
ayıplayıcı, kötüleyici, insanlar arasında söz getirip götüren ve bozgunculuk
yapan, hayra engel olan, katı kalpli, başkalarına nispetli kimselerdir"
diyerek çok şiddetli bir biçimde hücum etmiştir. Son ayet ise inkar,
yalanlama, iftira, aldatıcı yalan yeminlerden dolayı onların ağızlarını ateşle
dağlamakla tehdit etmiştir. Bu tehdit, içbenliklcri-ne
daha kuvvetli etkisi olması için onların geleneklerinden çıkarılmıştır.
10-16. ayetlerdeki
zamir tekildir. Müfessirler[27] Ahnes b. Şurayk ve Esved b. Abdi Yâğus'un ismini
zikretmişler ve ayetlerin bunlardan birisini kastettiğini söylemişlerdir. Ayeflcr "hepsi" (Külle) kelimesi ile
başlamaktadır.
Bunlardan Önceki
ayetler zamir ve fiil olarak cem' (çoğul) kipiyle gelmiştir ki, şöyle denilmesi
uygun düşmekledir: Âyetlerin üslûbu hitap biçimindedir ve müfessirlcrin
belirttikleri sahih olsa bile bir ferdi değil bir sınıfı ifade etmek suretiyle
gelmiştir.
İnkar, yalan (yere)
yemin, koguculıık, insanları ayıplayıp-kötülcme, hayra engel olma, haddi aşma/azgınık,
katı kalplilik ve acımasızlık gibi olumsuz niteliklerle ayetlerin onları
kınaması; bu kötülenen çirkin niteliklerden uzak durup, nefsi pisliklerden
temiz-
lemenin gerekliliğine dair yüce ve sürekli bir Kur'anî telkini içermekle, ahlâki değer ve bunun
kuvvetlendirilmesine, insanların fiillerinin bu ahlâki değerlerden doğması ve
etkilenmesine Kur'an'ın çok önem verdiğini
göstermektedir.
Aynı zamanda bu
ayetlerde Peygamber (s)'e yönelik genel uyarılar yer almıştır ki, bunlar
şöyledir: Çirkin ahlâk üzerinde olan kafirlerin hidayete ulaşması hakkında sağlıklı/doğru
bir sonuca ulaşmaları imkansızdır. Plakikat ve ve ilkeler konusunda yumuşak davranmak ve taviz vermek
bahse ve tartışmaya konu olması uygun/caiz olmayan bir durumdur. Burada yine
her zaman ve mekanda geçerli uzun boyutlu ve yüce bir Kur'anî
vurgu vardır.
Bu
ayetlerin erken dönemde indiği kabul edilirse, başlangıcından itibaren Peygamber
(s)'in davet yolunda açıkça-aşikar olarak yürüdüğüne dair; Alak
sûresi ayetlerinden çıkarttığımız fikrin desteklendiği apaçık ortadadır. [28]
Çokça yalanlayan ve
yemin edenin mal ve çoluk çocuk sahibi olmak ile nitelendirilmesi Peygamber
(s)'e bu (olumsuz) tavırları gösteren, ondan taviz isteyen ve O'nu sapıklıkla
itham edenlerin tuzu kuru/aristokrat sınıfı olduğunu göstermektedir. İİk defa Peygamber'İ engelleyen,
soy-sop sahibi zengin liderlerden biri idi. Böylece lider ve zengin sınıfının
Peygamber (s)'e, davetin başlangıcından itibaren düşmanca tavrı başlamıştır.
Bu ayetlerden ve Alak sûresinin ilk beş ayetini takip
eden ayetlerden önce inen sûre ve pasajlarda, A'lâ,
Leyi, Şems, Fecr, Zilzâl, Kâria! Asr gibi davetin
prensiplerini ihtiva eden daha sonra üzerinde duracağımız sûrelerde (yer aldığı
üzere) özellikle açları yedirmek-doyurmak, fakir ve miskinlere tasaddük, zayıflara şefkat etmeye çağırdığını gördükleri,
sonra da Peygamber'e inananların içerisinde bu kimselerin olduklarını öğrendikleri
zaman, bu zengin sınıfa mensup olanlar, Peygambcr'in
hareketinde, kendilerinin can damarlarını ve çıkarlarını tehdit eden şeyler
görmüşlerdi.
Bu sınıf sonuna dek
Peygamber (s)'e düşmanlık ve O'na karşı insanları kışkırtma eylemlerine öncülük
etmeye, O'nun çağrısına ve bu çağrıyı insanların kabul etmesine geniş Ölçüde
engel olmaya devam etmiştir. Kur'an'da bu durumu
belirten birçok ayet bulunmaktadır.
"Ve dediler ki,
"Rabbimiz, liderlerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar."
(Ahzab 33/67)
"Sen o zalimleri Rabblerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz
atarlarken bir görsen: Zayıf düşürülenler, büyüklük tas/ayanlara: "Siz
olmasaydınız, elbette biz inanan insanlar olurduk" diyorlar. Büyüklük tasîayanlar da zayıf düşürülenlere dediler ki:" Size
hidayet geldiği zaman, sizi ondan biz mi engelledik? Hayır siz. kendiniz suç işliyordunuz."
Zayıf düşürülenler büyüklük taslayanhıra;
"Hayır, gece gündüz tuzak kıırar. Allah'ı inkar
etmemiz/. O'na eşler koşmamızı bize emrederdiniz" dediler. (Sebe 34/31-33)
Burada
kınama ve red kuvvetli ve dehşet verici bir manzara
sergilemekledir. Öyle ki, Alak sûresi ayetlerinde de
aynı durum vardı. Engelleyen ve düşmanlık edenler. Peygamber ve O'nun
ashabına, etkileri açısından, bu ayetlerin uslubundaki
ilahi hikmet hakkında söylediklerimiz, burada da söylenilebilir. Üslûbun bu
şekilde devam etmesi, kuşkusuz bu bağlamda Önemli bir durumdur. [29]
"İstediler ki sen
yumuşak davranasın. onlar da yumuşak davransınlar'"[30] ayelinin. Peygamber'in onlara taviz vermesi ve iyi
davranması ve sonunda da buna karşılık olarak kendilerinin benzer tavır
gösterecekleri konusunda bazı müşrik liderlerinin tekli Herini anlattığı
açıkça görülmektedir. Bazı müfessirlerin anlattığına göre onlar Peygamberden ya tanrılarını iyilikle anmasını ya
da (en azından) susmasını (buna karşılık) onu dinleyeceklerini ve bazı
talepleri konusunda onunla birlikte olacaklarını teklif etmişlerdi. Yeri
gelmişken bu teklifin sadece bir kez için olmayıp, bazı ayelcrin
işaret etliği ve bazı rivayetlerin de aktardığı üzere Mekke dönemindeki birçok
zaman diliminde tekrar edilmiş olması kayda değerdir ki; bu ilk dönem.
Peygamber'in şiirlinin en tehlikeli bölümlerinden birisini leşkil
etmiştir. Peygamber (s) başlangıçtan itibaren -ki Öyle devam etmiştir- toplumun
doğru yola gelmesi konusunda çok ısrarlı ve davetinden uzak durmalarından,
özellikle lider takımın bu tutumundan çok üzüntülüydü. Çünkü onlar biraz önce
belirttiğimiz üzere, Arapkir'in büyük çoğunluğunun önünde engel oluyorlardı.
Liderlerden bir kısmı bu akrabalık bağını kullanıyorlar ve karşılıklı olarak
yumuşama ve taviz verme biçiminde doğrudan ya da
amcası Ebu Talib aracılığı
ile bazı tekiller ve öneriler sunuyorlardı. Isra
süresindeki şu ayetler buna işaret etmektedir:
"Az daha onlar, baskı yapıp seni, sana vahy
ettiğimizden ayırarak, ondan başkasını üstümüze atman
için kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni
sağlam/aştırmamış olsaydık, onlara bir parça meyledecektin." fİsra 17/73-74)
Müfcssirier bu konu hakkında, birçok rivayet aktamişlardır'[31]ki.
bunlara göre: Kureyş'in liderlerinden bir gurup
Peygambere, kendisine iyi davranmaları ve kolaylık göstermeleri karşılığında
ilahlarını kötüleme ve inançlarını yermekten vaz geçmesini önermişler; Pcygamber'dcn.
bir müddet daha bu gelenek ve ayinlerine dokunuimaması-nı islemişler, ondan, Hacer-ül Esved'e yaptığı gibi kendi
pullarını da ziyaret etmesini talep etmişler, kendilerine bu konuda müsamaha
gösterilmesini işlemişlerdir. Görünen ti ki, onlara bazı kolaylıklar göstermesi
Peygamber'in hatırından geçmiş, sonunda Allah O'nu bu yanlışa düşmekten korumuş
ki. bu koruma Kalem sûresi ayetlerinde yer alan ve bizim de biraz önce
değindiğimiz uyarıyı İçermektedir.
Yunus sûresinde şöyle
bir ayet vardır: "On/ara açık açık ayetlerimiz
okunduğu zaman, bizimle buluşmayı ummayanlar; "Bundan başka bir Kıtr'an getir veya bunu de-çiştir" derler. De ki,
"O'nu kendi tarafımdan değiştirtmem. Ben sadece bana vahvniu-nana uyarım . Saye! ben Rabhirne
karşı gelirsem büyük bir günün azabından korkarım?" (Yunus 10115)
Müfessirlerin rivayet
ettiğine göre[32] müşrikler Peygamber'den.
kendilerine ve Allah'a ortak koştukları putlarına hücum edilmeyen bir Kur'an istemişlerdir.
İbn Hışâm'ın rivayetine göre Kureyş'in liderleri öfkeli bir biçimde tanrılarını kötülemek
ve inançlarını yermekten yeğenini engellenmesini istemek için birçok kez Ebû Tâlib'c gelmişlerdir. Bu
anlardan birinde, O da bunların toplantısında iken Pcygam-ber'e: Bizden başka hiçbir kimseye vermediğin bir şeyi bize
verdiğini Arapkir'in duymaların! istiyoruz" demişler.
Hz. Peygamber bir defasında amcasına; "Onları Araplar'a hakim kılıp Arap olmayanların kendilerine boyun
eğmesini sağlayıcı bir söz söylemelerini onlardan isliyorum" demiş;
müşrikler de O'na 'Teki, amcanın hakkı (halın) için, on söz söyle" demişler,
Rasulullah da; "Lâ İlahe illallah" deyin ve
O'nun dışında kuiluk ettiklerimizden sıyrılın"
deyince, bazıları diğerlerine "bu adam size hiçbir şeyi verecek
değildir" demiştir.
En'âm ve Kchf süresindeki bazı
ayetlerin ibaresi ve müfessirlerin bunlar hakkında rivayet ettikleri gösteriyor
ki. İider takımı Peygamber'den, eğer Onların
kendisiyle birlikte oturmalarını, ona kulak vermelerini ve daveti kabul
etmelerini istiyorsa: etrafındaki iakir ve
kimsesizleri/miskinleri çevresinden kovmasını öneriyorlar ve bu müslüman-ları daveti kabul
etmemelerine bahane yapıyorlardı.
Bu durum şu ayetlerde
yer almıştır: "Sabah-akşam Rablerinin rızasını isteyerek. O'na
yalvaranları (Kureyş liderlerinin önerisine uyarak)
kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir
sorumluluk yok ki. onları kovup da zalimlerden olasın!" (En'am 6/52)
"Sabah-akşam.
rızasını isteyerek Rabblerine yalvaranlarla beraber
olmak konusunda sabret. Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan
başka vana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz: keyfine uyan ve işi
hep aşırılık olan kişiye itaat etme." (Kchf18128)
Ayetler. Kafirlerin
ileri gelenlerinin tekliflerini kabul etmekten Peygamberin sakın-dırılmasım ve sosyal statüleri nasıl olursa olsun kendisine
iman edip etrafında toplanan ashabına çokça ilgi ve özen göstermesi hususunu
konu edinmiştir. Zira onlar Allah a i-man ve sadece
O'na yönelimde samimi arzularını ortaya koymuşlardır ki. bu onların şanını ve
değerini Allah katında yükseltmiştir. Görüldüğü gibi ayetlerde çok büyük bir
telkin vardır.
Bununla
birlikte, ilk dönemden itibaren liderlerin Peygamber (s)'den taviz ve tolerans
istemeye yönelmeleri, buna karşılık O'na aynı şekilde hareket edeceklerini vadet-meleri ve bu husustaki ısrarları; Peygamber'i
yolundan engellemeye, kınama ve hücumlarında daha yumuşak olmaya O'nu
zorlayacak bir kuvveti kendilerinde bulamadıklarını kanıtlamaktadır. Ayrıca
lider takımının sahip olduğu güç, zenginlik ve çokluğa aldırış etmeyip Kur'an'ın mesaj ve hücumlarını onların suratlarına çarparak
bu şekilde onların kulaklarını yırtmaya sevkedecek
cesaret, ruhi kuvvet ve Allah'a tam teslimiyetin Pcy-gamber'de bulunduğunu; aynı zamanda lider takımının bu
durumu bildiklerini göstermektedir. Burada büyük ve eşsiz bir örneklik vardır[33]
"Esâtîru'l-Evvelîn" ifadesi, kafirlerin Kur'an hakkındaki iddialarını anlatmak için Kur'an'da çok kez tekrar edilmiştir. Bu cümle veya daha
doğrusu esatir kelimesi şu an, asla olmayan, saçmalık ya
da hurafenin geçerli olduğu kıssaları ifade etmektedir. Ne var ki gördüğümüz
kadarıyla bu kelime Kur'an'da sadece bu anlamda
kullanılmamış aynı zamanda aralarında, elden ele dolaşan hristiyan
ve yahudilerin kitapları dahil olmak üzere
öncekilerin kitapları ve sahifelerine işaret maksatıyla da (Kur'an'da) yer
almıştır.
Furkan süresindeki bir ayet bu izahı desteklemektedir;
"Evvelkilerin masalları, onları yazdırmış, sabah akşam onlar kendisine
okunuyor" dediler, "(Furkan 25/5)
Öyle ki, Kafirler
Peygamber'in okumuş olduğu Kur'an'ın vahiy olmadığını
ve O'-nun ellerde dolaşan ilk kitaplardan iktibas
edip yazdırmış ve ezberlemiş olduğunu söylemek istemektedirler.
Sûredeki
bu ifade aslında, bu ayetlerden önce nazil olan ayetlerin, hacim itibariyle
kayda değer bir halde olduğunu ispatlamakladır ki, bu yüzden kafirler nazil
olan ayetler ile kendi söyledikleri arasında uygunluk ve konu benzerliği
görmüşlerdir. Sûrenin tertibi hakkında söylediklerimiz de bu görüşü desteklemektedir.
[34]
17- Biz
bahçe sahiplerini nasıl İmtihan ettiysek, kuşkusuz bunları da imtihan ettİk[35].
Hani onlar sabah olunca' [36]onu mutlaka devşİreceklerine[37]
yemin etmişlerdi.
18- İstisna
da yapmıyorlardı[38].
19- Oysa uyurlarken hemen Rabbinden (gönderilen) doİa-şıcı bir bela onu sardı da[39]
20- (Bahçe)
simsiyah kesiliverdi.
21-Sabahleyin
birbirlerine seslendiler:
22- "Devşireceksenİz
erkence mahsulünüze"[40],
gidin!" diye.
23- Derken aralarında fısıdaşarak[41]
gittiler;
24- "Sakın bu gün aranıza hiç bir yoksul
girmesin" diye.
25- Engellemeye güçleri yetecek adamlar tavrıyla[42]'
erkenden gittiler.
26- Fakat onu (bu halde) gördüklerinde
"herhalde biz yolu şaşırdık"[43]dediler.
27-
"Hayır doğrusu biz mahrum bırakıldık!"
28- (İçlerindeki) orta yolu tutan (adil kİşi)[44]"Ben
size demedim mi? Rabbinizi teşbih etmeniz gerekmez miydi?"dedi.
29- "Rabbimizİ
teşbih ederiz, doğrusu biz zulmedenler-denmişiz!" dediler.
30- Dönüp birbirlerini kınamaya başladılar"[45].
31-"Yazıklar
olsun bize, biz azgın kimseiermişiz![46]
32- Belki Rabb'imiz, bize onun yerine ondan daha iyisini
verir. Biz Rabb'imİze yönelir, O'ndan umarız." (dediler).
33- İşte azrib böyledir. Ahirct azabı ise
elbet daha büyüktür, keşke bilselerdi.
Bu ayetler bahçeleri
olan bir gurubun kıssasını anlatmaktadır ki, bu adamlar "Allah izin
verirse/dilerse" demeksizin bahçenin ürünlerini hasat edeceklerine dair
yemin edip bahçeden fakirleri mahrum bırakmayı planlamışlar ve güçlerine
dayanarak sabah erkenden kararlarını gerçekleştirmeye gitmişlerdi. Allah da
kötü niyetlerine ceza olarak, ürünleri hasat edilmiş gibi yapan bir belayı
onlara musallat etmiştir. Bahçelerini bu durumda gördüklerinde şaşkınlığa
düşmüşler, hatta bahçenin (yolunu) kaybettiklerini zannetmişler, sonra gerçeği
anlamışlar ve mahsullerini kaybedip mahrum kaldıklarını idrak etmişlerdi.
Onların içerisinde, kendilerine orta yolu, itidalli olmayı ve haddi aşmamayı
öğütleyen, aklını kullanan iyi bir adam vardı. Onlara: "vBu gidişimizin nasıl sonuçlanacağını size bildirmemiş
miydim?" dedi. Onların tevbe ve teşbih
etmelerini, günahlarını kabul-46
ienmelerini istedi. Bunlardan bazdan diğerlerini kınamaya
başladılar; Allah'ı teşbih, istiğfar edip zulüm ve azgınlıklarını
kabullendiler, kaybettikleri ve mahrum kaldıkları şeylerin yerine daha iyisini
getirmesi ümidi ile tevbe edip Allah'a yöneldiklerini
ilan et-tilcr.
Anlaşıldığı
kadarıyla ayetler, Allah'ın, inkarcıları bahçe sahiplerini sınadığı şeylerle
sınamış olduğu gerçeği ile başlamış; Allah'ın nimetlerini inkar eden zalimlerin
başına gelen dünyadaki şiddetli azaba dikkat çekilmesi ve kendilerini bekleyen
daha şiddetli ve büyük olan ahiret azabı ile tehdit
edilmesiyle sona ermiştir. [47]
Müi'essirler, kıssada belirtilen bahçenin Yemen ve Habeşistan'da
olduğunu rivayet etmişlerdir. Bazdan da, bu bahçenin Sakîf'ten
bir adama ait olduğunu, (bu adamın) ağaçtan yere düşen ürünleri fakirlere terkettiğini. o ölüp çocukları mirasçı olunca; "Babamız
kuskusuz ahmak bir adamdı" deyip fakirleri bundan mahrum bıraktıklarsın
söylemişlerdir. Başka bir ifade ile kıssada anlatılanlar gerçek bir olaya
aittir. Âyetlerin ruhu ve içeriği bu gerçeği göstermekte ve yine olayın, (Kur'aırı) işitenler tarafından bilindiği izlenimini
vermektedir.
Açıkça görüldüğü
üzere, "Onları imtihan ettik" cümlesindeki "onlar" zamiri
daha önceki ayetlerin tavırlarını anlattığı, inkarcılara aittir ki. bunlar Kurcyş'in lider takımıdır. Burada, onların bahçe kıssasını
bildiklerine dair bir ipucu vardır.
Kıssanın öğüt ve örnek
vermek amacıyla anlatıldığı açıktır. Bu durum Kur'aırdaki
bütün kıssa ve mesellerin (temel) Özelliklerindendir. Oysa yahudi
ve hrislİyan kutsal kitaplarının ihtiva etliği
kıssalar, tarih ve haber Özelliği taşımakladır. Bu kıssada yer alan öğüt ve hatırlatma
şudur: Allah, bahçe sahiplerini bahşettiği nimetlerle imtihan etliği gibi
inkarcıları da nebevi risalede imtihan elmişlir.
Ayrıca bu adamlar, kendilerine doğru yolu göstereni dinlemedikleri, Allah'ın
nimetine şükretmedikleri ve fakirleri mahrum bırakmak şeklindeki taşıdıkları
kötü niyetlerinden ötürü Allah'ın azabı ve belasına maruz kaldıkları. Rabbani
bir imtihanın önündcdirlcr. Eğer kendilerine nasihat
eden öğüt sahibi ve yol göstericiye kulak vermeyip ona icabet etmez ve Allah'ın
verdiği nimetlere şükretmezlerse onlar, aynı şekilde, -Ahirct'tc
karşılaşacakları büyük azap şöyle dursıın-dünyada da
Allah'ın bela ve azabına maruz kalacaklardır.
Bizim esas aldığımız mushaf bu ayetlerin Medine'de nazil olduğunu
belirtmekledir. Ne var ki bu konuda bizim bazı tespitlerimiz vardır:
1) Buradaki
ayetlerin tamamı tıpkı aynı bağlam ve konu hakkında inmiş gibi. öncesi ve
sonrası ile uyunVbütünlük içerisindedir.
2) Ayetlerin
içeriği, getirilen risalel/nübüvvct
döneminin ilk zamanlarındaki insanlara yönelik olduğunu göstermekledir.
3) "Onları imtihan ettik" cümlesindeki
"onlar" zamiri, daha önce bahis konusu edilen (kafir)Iere aittir ki, bu ayetlerle öncekiler arasında bağlantı
bulunmaktadır.
4) Ayetlerin
üslûbu ve karekteristiği, Mekkî
ayetlerin üslup ve karakteristiğine daha çok benzemektedir.
Bunlardan
dolayı, ayetlerin Medenî oluşuna dair rivayetin doğruluğuna temkinle
yaklaşmaktayız. [48]
Zikredilen ayetlerin
Medenî oluşuna dair rivayetin belirtilmesi münasebetiyle iik
kez diyoruz ki: Mekkî sûrelerde Medenî ayetlerin
bulunduğuna dair rivayetler vardır. Bizim esas aldığımız mushaf,
otuzdört Mekkî sûrede yüzkirkyedi Medenî ayetin bulunduğunu-nu
belirtmektedir. Bazı rivayetler bu ayetlerin sayısını arttırmakta diğerleri ise
azaltmaktadır. (Oysa) ayetleri iyice düşünen bir kimse bunların çoğunda Mekke
döneminin karekteristiğini, tablo ve olaylarını
görecek; Önceki ve sonrakiler arasında bağlam ve içerik hatta nazım yönünden
tam bir uyum bulunduğunu anlayacaktır. Kaldı ki bu ayetlerin Medine'de inmiş
olmasının hikmeti de gerçekten anlaşılamamaktadır. O halde bunların Medenî
oluşunu ve Medine'de nazil olma sebeplerini ifade eden rivayetlerin doğruluğu
konusunda şüphe ve temkinle yaklaşmak uygun bir yoldur.
Ancak, tenziün hikmetinin Mekkî
sûrelerdeki konuları (Medenî dönemde) desteklemeyi gerekli bulmuş olması farz edilerse bu da tatmin edici olmayan bir varsayımdan
ibarettir. Kayda değer bir husus da, bu rivayetlerin büyük bir bölümünün sahih
ve kuvvetli nebevi hadisler yahut sahabi sözleri
olmayışıdır. İnsanın aklına şöyle bir neden geliyor: Bu Mekkî
ayetler Medine'de meydana gelen bazı olaylar üzerine okunmuş veya delil
getirilmiş; bazıları bu durumu unutmuş, meseleyi karıştırmış ve bunların Medenî
ayetler olduğu zannına kapılmışlardır.
Bu
sözümüz, Mekkî sûrelerdeki, Medenî olduğu iddia
edilen ayetlerin çoğuna uymaktadır. Ancak Mekkî
sûrelerdeki az sayıdaki bazı ayetler bu yargının dışındadır. Zira karekteristik ve içerikleri bunların Medenî olduklarına
dair rivayetin doğruluğunu desteklemektedir. İşte bunlar içeriklerine uygun
yerlere konulmuşlardır ki, yeri geldiğinde onları açıklayacağız. [49]
34) Müttakî (sakınan,
korunan)ler için Rableri katında nimet bahçeleri
vardır.
35) Biz müslümanları mücrimler gibi yapar mıyız hiç?
36) Neyiniz
var, nasıl (böyle) hüküm veriyorsunuz?
37) Yoksa
sizin bir kitabınız var da ondan mı okuyorsu-nuz?[50].
38) (Ki)
Onda istediğiniz her şeyi buluyorsunuz[51]'.
39) Yoksa
sizin istediğiniz hükmü verebileceğinize dair Kıyamet'e kadar sürecek andlannız mı var üzerimizde?[52].
40) Sor onlara:
onlardan hangisi buna kefil[53]
olacak?
41) Yoksa
kendilerinin ortakları mı var? Doğru iseler ortaklarını çağırsınlar.
42) Baldırın açılacağı![54]
(bütün çıplaklığı ile gerçeğin ortaya çıkacağı) ve secdeye davet edilecekleri
gün, (secde) edemezler.
43)Gözleri
düşük olarak yüzlerini zillet kaplar [55](Oysa)
Onlar sağlam iken de secdeye çağırılırlardı.
1- Tasdik
edici müttakîlerc Rableri katında, O'nıın cennetlerinde nimetler verileceği müjdelen m iştir.
2- Olumsuz soru tarzında Allah'ın ahiret gününde müslümanlan
suçlular/günahkarlarla bir tutmasının doğru olup olmadığı sorgulanmıştır.
3- Yalanlayici/inkarcılara
meydan okunup bunlar tahkir edilmiştir. Öyle ya.
Onlar gerçekten de Allah'ın müslümanlan günahkarlarla
bir tutmasının mümkün olduğunu mu sanıyorlar? Hangi yüzle bu zannın doğruluğuna
hükmediyorar. Onların yanında, arzuladıkları ve
istedikleri şeylere ahirelte sahip olacaklarına dair istinad edip bildikleri bir kitap mı var? Umdukları ve
hükmettikleri şeyleri elde edecekleri hakkında onların yanında Allah'tan gelen
sürekli ve kapsamlı bir ahit mi var?
4- Allah'a orlak
koştukları varlıkların sözkonusu imkanları vereceğini
zannediyorlar ise kendilerine bunları kimin garanti edeceğini müşriklere
sorması emredilmiş; bu ortaklan çağırmaları konusunda müşriklere meydan
okunmuş, eğer dürüst iseler bunlardan yardım dilememeleri istenilmiştir.
5- Kıyamet
günü onların başlarına gelecek olaylar, uyarma, meydan okuma ve tehdit etme
tarzında anlatılmıştır. Bu günün hali onlara şiddetli gelince, kendilerini
saran tehlike derhal secdeye kapanmalarını onlara hatırlatacak fakat onlar
bundan aciz kalacaklar. Çünkü onlar kendilerine tanınmış fırsatı kaçırdılar.
Vakit ve imkan yönünden genişlikle oldukları halde secde etmeleri
emredildiğinde secde etmemişlerdi. Kimbilir o gün kendilerine
zillet ve alçaklık damgası vurulduğu halde onların ürpeni-korkudan
sarsılan gözleri nasıl olacak?
Açıkça görüldüğü
üzere; ayetler önceki konu ile bağlantılı olup, onun bir tekrarı ve kıssada
verilen örneğin devamıdır.
Ayetlerin ruhu mütakiîcr ile; iman ve davete icabet edip kendilerini
Allah'ın gazabından koruyanların; mücrimler (günahkarlar) ile de inkar edip şınıararak düşmanlık gösferenlerin
kastedildiğini göstermekle; Aynı şekilde kafirlerin akide ve gelenekle rintle
hak üzere olduklarını iddia ettiklerini ortaya koymaktadır. Belki de bu iddia,
onların dînî geleneklerinin. İbrahim (a), O'nun dini ve sahilden ile ilişkisine
dair öiecjcn beri Araplar'ın
bildikleri ve söylenegeldikleri şeylerle bağlantılıdır.
Âyetlerde çoğul
muhatap zamirinin gelmesi, onlara soru sorması ve meydan okumasının Peygamber
(s)'e emredilmesİ; ortamın karşılıklı mücadele ve
tartışma ortamı olduğu ya da mücadele ve tartışma
ile sona erdiği; kafirlerin, kendi inançlarının doğru olduğu ve bunların ilahi
Öğretilerle irtibaü konusunda ısrar ettikleri
izlenimini vermektedir.
Bu
gibi tartışma ortamlarının anlatımı Kur'an'da birçok
kez geçmiştir ki; Peygamber (s) İle kafirler arasındaki bu münazara, tartışma,
münakaşa ve mücadele ortamlarının an be an meydana geldiği gerçeğini
desteklemekte ve bunun da, davetin yayılması hususunda doğal bir süreç
olduğunu göstermektedir. [56]
Ahiretteki cennetlere bu ayetlerde ilk kez işaret edilmiş
olmalıdır. Bundan ölürü iliyoruz ki; Kur'an'da
cennetler, ahirette salih mü'minlcrin elde edecekleri nimetler arasında
belirtilmiştir. Dünyada insanlar ve özellikle Kur'an'ı
ilk dinleyenler bağ ve bahçelerde, buralarda olan ağaç ve çiçekler, sular,
gölgelik ve ürünler içerisinde ziyafet ve istirahat yapmaya öteden beri
alışkın idiler. Bundan ötürü ilahi hikmet, salih mü'minlcrc, dünyada insanların öteden beri zevk açtıkları,
nefislerinin huzur bulduğu şeylerden daha iyi/güzellerini onlara vadetmeyi gerekli görmüştür. Kur'an'daki
birçok ayetle insanların alışkın oldukları ve onların dikkatlerini çeken bazı özcliik ve benzetmelerle ahiretteki
(cennetler) açıklanmışiır, ki, bunun amacı zihinlerde
çağrışım yapmak, nefisleri etkilemek ve beşeri tatmin etmektir.
Ahiret bahçe (ccnnet)leri, ahiret hayatının bir bölümü
olup Kur'an'ın bildirmesinden ötürü iman edilmesi
gereken imani-gaybî
gerçeklerdendir ve Alfah'm kudreti çerçevesinden de
onlara tabidir. Bahçelere ait niteliklerin anlatımında çok söz söylenilmesi, genel
olarak ahiret hayalının anlatımında izlenen Kur'an'in özclliklcrindcndir. Bu
konudaki birçok ayet ve bunların üslupları -cennetlerin imânı hakikat olmasına
ilave olarak-şöylc söylemeyi gerektirmektedir: (Söz
konusu) ayetlerde: Allah'ın davetini kabul ye O'na iman etmek, salih amel işleyip bunda sebat etmek, netsin şehvet ve hcvalannı bu yolda feda etmeyi Özendirmek, teşvik etmek ve
yönlendirmek hedeflenmiştir.
Bazı müicssirler. cennetlerin nitelikleri, mahiyeti, yeri,
yaratmış zamanı, nimetlerinin, saray ve yapılarının biçimleri vs. hususlarda
çok teferruata dalmışlardır. Bu mesele gaybî-imani bir konu olduktan sonra teferruata dalmak, zorunlu
olmayan ve gereksiz bir zorlamadan ibarettir. Özellikle, bu konuda Kur'aıVın anlattıklarına ilave olarak bir şey söylemesi
doğru olabilecek tek kaynak olan Peygamberle (bu anlatılanların) bağlantısı
sabit olmadıktan sonra en iyisi/evla olan Kuran ve sahih sünnete labi olmak; ayrıca Kur'an'daki bu
niteliklerin gerçekleştirmek istediği amacı ve bu nitelikler İle insanların
dünyada alışkın oldukları şeyler arasındaki benzerliğin hikmetini gözetmektir
ki. daha önce bu hususa dikkat çekmiştik.
Yabancılar, Kur'an'da anlatılan cennetler dolayısıyla İslam dininde
ayıp aramaya yeltenmişlerdir. Onların iddialarına göre (cennet tasvirleri) mü s
lürn anlarda bencillik ve tamahkarlığı körüklemekte,
iyilikleri ancak şahsi karşılık umarak yapmaların;! yöneltmekte böylece de ahiret hayatı soyut ruhani çerçevesinden çıkmaktadır.
Bencillik ve tamahkarlığın körüklenmesi iddiasına gelince; ahiret
hayatını ve cenneti arzulamanın, bu olumsuz duyguların kökünü kesmesini
gerektirdiği çok açıktır. Çünkü; iman edip. korunduğu (takva ettiği) ve salih amel islediği zaman, meylettiği nimetlerden daha
âlâsına ahiret hayatında ulaşacağına inanan insan;
dünya hayalında peşin hiçbir maddi karşılık beklemeksizin, mal ve nefsiyle ilgiîi olarak birçok şekilde fedakarlık yapmaya, kanaata, başkalarını düşünmeye ve iyi işler yapmaya kendini
alışlirabilir. Ahirctin
ruhani-.soyul çerçevesine gelince; Kur'an, anlatmış
olduğu bütün işlerde olayların doğası ve gerçek özelliklerine uygun bir tarz
izlemiştir.
Bundan dolayı İslam
dininin, ebedi ve insanlığın evrensel dini olması isabetli bir durumdur.
Cennetler ve oralardaki nimetlerin nitelikleri hakkında yer alan ifadeler bu
çerçevede geçmiştir. Bu yüzden salih mü'minin ahiret hayatında
yararlanacağı "Allah'ın yüce rızası", "göz aydınlığı",
nefsin arzulan ve huzur bulması (gibi durumlar), çeşitli üsluplar ve birçok
konular içerisinde anlatılmış tır ki bu (tarz), aynı şekilde olayların doğasına
da uygun düşmektedir. Zira Allah, onların bu şekilde nefsinin huzuru ve göz aydınlığını
bulan kimseler olduğunu bilmektedir. Sonuç olarak Kur'an,
olaya maddi çerçeveden bakanlar ile idealistleri birlikte razı edecek
hususları içermiştir. Nitekim şu ayetlerde bu durum görülmektedir:
"De ki: Bunlardan
daha iyisini size söyleyeyim mî? Allah'tan korkanlar için Rabb-leri katında altlarında ırmaklar akan, içinde, sürekli
kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır, Allah
kullarını görür." (Al-i İmran 3115)
"Allah, inanan
erkeklere ve İnanan kadınlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî
kalacakları ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va'd etmiştir. Allah'in razı olması
ise hepsinden büyüktür. İşte büyük başarı budur." (Tevbe
9/72)
"Yanları
yataklarından uzaklaşır. Korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve
kendilerine verdiğimiz ruıktan hayır için harcarlar.
Yaptıklarına karşılık o/arak onlar için ne gözler aydınlatıcının (nimetler)
saklandığını hiç kimse bilemezi" (Secde 32/16-17)
"Ey huzura eren
nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak RabB'ine
dön. Kullarım arasına gir. Cennetime gir,"(Fcer
89/27-30)
"Rabbimiz, bizi
sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet
çıkar..." Bakara 21128
"Rahbi O'na: "İslam ol!" demişti, "Âlemlerin
Rabbine teslim oldum." dedi. İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyyet etti, Ya'kuh da::
"Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, bundan dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi)".
"Yoksa siz, Ya'kuh'a Ölüm (hali) geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman
(Ya'kub). oğularına:
"Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti- "Senin tanrın
ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın tanrısı olan
fek Tanrı'ya kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız elediler". (Bakara
21131-133)
"Allah'a, bize
indirilene, ibrahim e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torun/ara indirilene, Musa ve İsa'ya veri/ene
ve (diğer) peygamberlere Rabbleri tarafından verilene
inandık, onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz Allah'a teslim
olanlarız," deyin. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru
yolu bulmuş olurlar; ama dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşerler. Onlara
karşı Allah sana yeter. O, işitendir, bilendir" (Bakara 2/136-137)
"Allah katında
din, İslam'dır. Kitab verilmiş olanlar, kendilerine
ilim geldikten sonra sırf aralarındaki ayrılıktan ötürü, ayrılığa düştüler.
Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çabuk görendir.
Seninle tartışmaya girişirlerse de ki: "Ben de kendimi Allah'a teslim
ettim, bana uyanlar da."
"Kendilerine
kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: Siz ele islam
oldunuz mu? Eğer islam olurlarsa doğru yolu
bulurlar. Yok eğer dönerlerse, sana düşen, yalnız duyurmaktır- Allah kullarını
görmektedir." (Al-i İmran 3/19-20)"Kim islam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, (o din) ondan
kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden
olacaktır." (Al-i İmran 3/85)
Tek olan Allah'ın
dışındaki varlıklardan sıyrılan ve ondan başkasına boyun eğmeyen, kendini ve
nefsini Allah'a teslim eden, O'na itaat edip emirlerine uyan kişi "müs-lûman" (Müslim) dır.
Açıkça görüldüğü üzere
burada; Allah'ın bitlenmesi (tevhid), O'na karşı ihlas ve O'nun için kendini feda etme/özveri, ve nefsi
başka faktörlerden kurtarıp özgürleştirme yönünden eşsiz ve derin bir özellik
vardır. Bu husus. İslam'a ait bu anlam sebebiyle. Muhammed (s)'c tabi
olanlarda, yüksek bir karakter kazandırmıştır ki, bu karakter Peygamber döneminden
sonsuza dek onların taşıdıkları bir alamet olmaya devanı etmiştir.
Bizim kanaatimize göre
"müslimûn/müslümanlar"
kelimesinin iman edenlere ait bir isim olması, Hacc
süresindeki şu ayetin inmesinden sonra yerleşmiştir:
"Allah uğrunda,
O'na yaraşır şekilde cihad edin. O. sizi seçti ve
dinde size bir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim'in dini(nde
olduğu gibi yaptı). O Önce(ki kitaplarda) da, bunda da (Kur'an'da)
size müslümanlar adını verdi ki, Peygamber size şa-hid olsun, siz de insanlara şahid olasınız. Haydi namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a
sanlın; sahibiniz
O'dur. Ne güzel sahip ve ne güze! yardımcıdır (O)! (Haca
22/78)
Bu Hacc
sûresinin iMekkî ya da
Medenî oluşu ihtilaflıdır. Fakal sûrenin içeriği onun
Mekkî olduğunu ve bazı Medenî ayetlerin buna
katıldığını kuvvetli bir biçimde göstermektedir. Yeri geldiği zaman
açıklayacağımız üzere bu Medenî ayetlerin Hacc
sûresine katılmasını bazı etkenler gerekli kılmıştır. Buradaki' ayet, bağlamın
da ortaya koyduğu gibi Mekkî ayetlerdendir. Yani -bu
doğru ise- (müslim) adının verilmesi Mekke döneminde
yerleşmiş; sonra Medenî olan Maİde sûresinin üçüncü
ayetinde de yer almıştır:
"Ben
bugün size dininizi ikmal enim, size nimetimi tamamladım ve size din olarak
İslam'ı tercih ettim." (Ayetteki "islam"
kelimesi müsliimanların dinine ad olmuştur). [57]
44 - 45) Bu
sözü yalanlayan! bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece (azaba) yaklaştıracağız[58].
Onlara mühlet veriyorum[59].
Doğrusu benim tuzağım[60]'
sağlamdır[61].
Her iki ayette, daha
Önceki ayetlerde olduğu gibi kafirlere yönelik dehşetli hücum ve Peygamber'in
teskin edilip güçlendirilmesi hususuna devam edilmiştir. Hitab
Ö.'na yöneliktir. "Kur'an'ı
yalanlayanları Allah'a bıraksın, kuvvet ve mal itibarıyla yararlandıkları şeyiere aldırış etmesin. Kuşku yok ki Allah, bilmedikleri
bir biçimde, onları kademe kademe azaba yaklaştırmak
ve mühlet vermek için böyle yapıyor. Şüphesiz O'nun düzeni/tuzağı kuvveti ve
şiddetlidir, daha sonra oniarı kuşatacaktır."
"Se neslcdricuhum" (Onları
derece derece yaklaştıracağı?,). "Umlî ichum" (Onlara mühlet
veriyorum) ve "Keydî" (Benim
düzenim/tuzağım) Arap dilinde alışılagelen üslup ifadeleridir. Yoksa; Allah'ın
onlara, tehlikeye düşürmek ve aldanmalarının artması amacı ile sabretmesi,
yarattıklarına tuzak/düzen kurması anlamına geldiğini vehmetmek tutarsızdır.
Çünkü Allah bütün bunlardan uzaktır. Yalanlama/inkar kafirler tarafından meydana
gelmiş, onlar inkarcı, şımarık ve düşmanca tavır takınmışlar, (insanları) Allah'ın
yolundan uzaklaştırmalar; sonuçta ceza ve azabı hak emıişierdir.
Söylediğimiz sibi bu (abirler
Peygamber'in teskin edilip, desteklenmesi ve takviye edilmesi amacını
gülmektedir. [62]
46) Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da
onlar ağır borç altında[63] mı
kalıyorlar?
47) Yoksa gayb onların yanında da, onlar mı yazıyorlar?[64]
Bu iki ayet de aynı
bağlamdadır ve hitap yine Peygamber (s)'e yönelikiir.
Ayetler sorgulama üslubu ile gelmiştir: Peygamber davet ve irşadına karşılık o
kafirlerden herhangi bir ücret mi istiyor ve onlar bu isteği ağır bulup borç
ve zarardan kurtulmak için davetten kaçıyorlar? Yoksa Allah'ın gaybından haberleri mi var ya da
gelecekte olacak olaylar onların elinde mi ki, otılâr
kendileri için diledikleri şeyleri söylüyor ve sonuçla onlar akibet yönünden güven içerisinde olduklarını gösteriyorlar?
Açıkça görüldüğü gibi ayetlerin üslûbu, daveti duymazlıktan gelip aldırış
etmemelerinden ölürü yalanlayan/inkarcıların kınanmasını ayrıca onların
uyarılmasın! konu edinmiştir. Aynı şekilde Peygamber'in, büyük görevi
karşılığında herhangi bir ücret ya da karşılık talebi
veya arzusu olmadığını da anlatmakladır.
Allah'ın emrini yerine
getirme görevi; insanların Allah'a ve güzel ahlâka yönelmeleri, dünya ve ahirelle mutlu olacakları unsurları temin, onların daveti
kabul etmemelerinin vahim sonuçları konusunda uyarılmalarını arzu etmek
dışında: bütün Özel gayelerden sıyrılarak insanları davel
etmek, olumsuzlukları kınamak ve davetle doğru ve ihiaslı
olunduğunun kanıtlanması kasdı ile Peygamber'in bu
durumu ilan etmekle çıtı reci ilmesi Kur'an'da birçok kez geçmiştir. Mesela:
"De ki:
"Size bir öğüt vereyim; ikişer ikişer ve teker teker Allah'in huzurunda durunuz
sonra düşününüz! Arkadaşınızda delilikten eser yoktur. O. ancak şiddetli bir
azabın önünde sizi uyaran (bir Peygamberidir."
"De ki: "Ben
sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Benim ücretim yalnız Allah'a
aittir. O her şeye şahittir.7'
"De ki:
"Rabbim hakkı koyar, gaybleri bilendir."
"De ki: "Hak
geldi, artık batıl ne birsey ortaya çıkarabilir, ne
de geri getirebilir." (Sebe 34146-49)
"De ki :
"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak Allah'a yaklaşmayı (ya da aramızdaki akrabalık bağını, gözetmenizi) arzu
ediyorum. Kim bir iyilik işlerse onun iyiliğini arttırırız." (Şura 42/23)
Rivayet
edildiğine göre[65] Kureyş'in
ileri gelenleri birçok defa ve çeşitli şekillerde Peygamber (s)'e, hareketinden
vazgeçtiği takdirde içlerindeki en zengin insan yapmak için O'na istediği her
şeyi vermeyi teklif ettiler. İşte burada O'nunla
müşrikler arasındaki mücadele ve çatışmanın aynı zamanda Muhamtned'in
davetinin mahiyeti hakkında lider takımının düşüncelerinin (görüldüğü) bir
tablo vardır. Öyle ki bunlar Peygam-ber'in bu zor görevi yerine getirmekle sorumlu olmasını ve
özel bir beklenti ve çıkar olmaksızın onun yolunda azimle mücadele etmesini içlerine
sindiremediler. Peygamber ise onların tekliflerine, yüz çevirerek karşılık
veriyor; Allah'ın emri ve Kur'an'ın diliyle,
kendisinin onlardan bir ücret istemediğini ve tek amacının onların hidayeti,
karanlıklardan nura kavuşmaları, dünya ve ahirette
mutluluklarım garanti altına almak olduğunu i-lan
ediyordu. Bu eşsiz tablo, lider takımının Peygamber'i böyle bir suçia itham ettiklerini ifade eden hiç bir Kur'an ayetinin olmadığını ortaya koymaktadır. [66]
48- Sen Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi'[67]
(Yunus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak[68]
(Allah'a) ses-ienmişti.
49- Eğer Rabbinden O'na bir nimet yetişmeseydi,
yerile-rek£[69]
çıplak[70] bir
yere atılırdı[71].
50- Fakat Rabbi O'nun duasını kabul etti[72]' de
O'nu salih-lerden yaptı.
1- Allah'ın
emri ve hükmü tamamlanıncaya dek sabretmesi emredilmiş,
2- Yüreği
daralan ve ümmetinin kendisini yalanlamasına dayanamayan "Balık Sahibi"
(Yunus) gibi olması nehyedilmiş,
3- (Yunus Pcygamber'in) akibetinc kısaca
işaret edilmiştir.
Şöyle ki, O Allah'tan
yardım dilemiş ve O'na yakarmış; Allah'da O'na acımış
ve nimeti O'na yetişmiş, O'nu seçmiş ve salihlerden
kılmıştır. Eğer böyle olmasa idi, balık onu çıplak bir yere kınanmış bir
biçimde fırlatıp atacaktı.
Açıkça görüldüğü Üzere
ayetlerde aynı mevzu devam etmektedir. Bu ayetlerde, davetin ilk zamanlarından
itibaren, (O'nun) mücadele ettiği engel olma, yalanlama ve düşmanlık gibi
olumsuz tavırlardan dolayı Pcygamber'in başına gelen
sıkıntı ve sancıların bir tablosu vardır. Bu gibi tablolar hakkındaki Kur'anî işaretler çok kez tekrar edilmiş; ayrıca Peygamber
(s)'e yönelik sabır ve sebat göstermesine ilişkin Kur'an'i
emirler de tekrar edilmiştir[73].
Balık sahibine yer
verilmesi, peygamberler ve onların kıssalarına ilişkin Kur'anî
işaretlerin en üstünüdür. Zira (buradaki) balık sahibi, Saffat
sûresinde açıkça belirtildiği üzere Yunus Peygamber'dir. Daha sonra
peygamberler ve onların toplumlarına dair kıssaların yer aldığı Kur'an bölümleri birbirini takip etmiştir. Bunların büyük
bir kısmı bazı yerlerde kısa, bazı yerlerde de uzun bir biçimde tekrar
edilmiş; sonuçta Kur'an'ın büyükçe bir bölümünde
özellikle de Mckkî sûrelerde yer almıştır. Yunus Peygambcr'e kısa ve özellikle kapalı bir şekilde
"Balık sahibi" tabiriyle işaret edilmesi, Yunus kıssasının, Kur'an't dinleyen (ilk) toplum için yabancı olmadığını
kanıtlamaktadır. Bu kıssa çok ayrıntılı bir biçimde Tevrat'ın Yunan sifrindc[74]
anlatılmıştır. Tevrat'ın bölümleri. Peygamber'(s)'in çevresindeki yahudi ve hriştiyanlar arasında
yaygın bir durumdaydı. Görülen o ki, Peygamber çevresi ve bunlardan Kur'an dinleyenler bu kıssayı duymuşlar
veya bazıları bunu
onlardan dinlemişlerdi.
Kıssanın Özeli sonra SaiTal sûresinde, bundan başka Yunus ve Bnbiyasûrelcrindc
ye-ralmıştır ki, şöyledir:
Toplumun
kendisini yalanlamasından ötürü Yunus (a)'un göğsü daraldı/bunaldı. Sanki kaçar
gibi, Allah'ın izni olmaksızın öfkelenerek onları terkedi
ve bir gemiye bindi. Sonra gemiyi batmakla tehdit eden bir fırtına çıklı ve kaplan geminin yüklerini hafifletmeyi gerekli
gördü. Yolculardan kimin atılacağı konuşundu kura çekildi. Kura Yunus'un
aleyhine çıktı ve Yunus gemiden atıldı. Daha sonra fırtına dindi (bu arada ı
O'nu büyük bir balık yuttu. İ.ştc bu anda Yunus,
Allah'ın gazabını üzerine çektiğini hisseni ve Allah'a istiğfar, hamd, teşbih ederek yardım dilemeye başladı. Allah da O'na merhamel etti ve balığın O'nu zayıf bir biçimde sahile
almasını sağladı. Sahilde hiç bir gölgelik de yoklu; fakat Allah bir asma-kabak
ağacı yetiştirip /çıkarllı da kuvveti yerine
gelinceye dek (Yunus) oraya sığındı. Sonra kavmine geri döndü ve onları
(Allah'a) davet elli, onlar da iman ettiler. [75]
Burada balık sahibine
örnekleme, sakındırma ve (Peygamber'i) desicklcnıe
amacıyla işaret edilmiştir ki, Peygamber (s)'in içi/göğsü, toplumun takındığı
inatçı ve inkarcı tavırlardan ötürü daralmasın. Bunlar, Kıır'an'daki
Peygamber kıssalarının amaçlarındandır ve iki hedefi gerçekleştirmek istediği
görülmekledir: İlki, Peygamber (s)'in desteklenmesi ve O'nun (Önceki
olaylardan) ders almaya yöneltilmesi. Nitekim bu durum simdi sözkonusu ettiğimiz ayetlerde olduğu gibi ayrıca şu
ayetlerde de yer almıştır.
"Biliyoruz,
onların dedikleri elbette seni üzüyor, gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar,
fakat o zalimler bile hile Allah'nı ayetlerini inkar
ediyorlar."
"Senden önce de
elçiler yalanlannnştı. Yalanlanmalarına ve ezive! edilmelerine şöhrettiler, nihayet on/ara yardımımız
yetişti. Allah'ın kelime/erini değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da ramilerin
haberinden bir parça geldi. " (En'anı 6133-34)
İkincisi: Kafirlerin
uyarılması ve kendilerinden önceki inkarcı, yalanlayın ve (Allah yolundan)
engelleyicilerin başlarına gelen olayların bunlara hatırlaidmasıdır.
Nitekim bu durum şu ayetlerde belirtilmiştir
"Ad ve Semûd'ıı da (helak ettik). Bu. oturdukları yerlerden size
belli otoluktadır: Şeytan onlara yaptıkları işleri süsleyip onları yo/dan
çıkardı. Halbuki bakıp ibra alabilirlerdi."
"Karun'u,
Firavun'u ve Hâmân't da (helak ettik). Andolsuıı. Musa onlara açık delillerle geldi, fakat onlar
o yerde büyüklük tasladılar. Ama onlar geçip gidecek
(kurtulacak) değillerdi."
"Nitekim hepsini günalnyla yakaladık. Onlardan kiminin üstüne taş yağdıran
hır fır-58 tına gönderdik, kimini korkunç ses yakaladı, kimini yere batırdık,
kimini de boğduk. Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi
kendilerine zulmediyorlardı." (Anke-but
29/38-40)
Yunus kıssasının. Kur'an''ı dinleyen (ilk döncmdcki)lcrc yabancı olmadığını söylemiştik. Yeri geldiğinde
dikkat çekeceğimiz üzere, bu durum genel olarak bülün
Kur'an kıssaları için geçerlidir. Okuyucu dikkatlice
baktığında Ankebut süresindeki ayetlerin, bunun en
kuvvetli delilini içerdiğini görecektir.
Bu yüzden şöyle
denilebilir: Allah'ın hikmeti, ibret ve öğül alma,
(İslam'a) sarılma ve teslimiyetin daha kuvvetli olması için kıssaların,
dinleyenler tarafından ciiz'î olarak ya da tamamen bilinmiş olmasını gerekli kılmıştır. Çünkü
insanlar ianıdıklan örneklerden ve bildikleri
olaylardan (daha fazla) etkilenmektedirler.
Şu an söz konusu
ettiğimiz üç ayetten önce. kınama ve uyarma (üslubunda) bazı ayetler yer almış;
ayrıca bu üç ayeti yine içerisinde kınama ve teshil/destekleme bulunan iki
ayet takip etmiştir. Bu (durum) hedefin, teshil ve uyarma olduğunu pekiştirmektedir.
Peygamber kıssalarının bulunduğu bölümlerin çoğunda Kur'an
bu üslubu izlemiştir. Dahası (sözkonusu)
bölümlerdeki bu (hal), daha mükemmel ve acık bir biçimde gösteriyor ki, bu
(tarz) bir yönden hedef fikrini desteklemekle diğer bir yönden Kur'an naz-mındaki insicam/uyumun
göstergelerinden birisi olmakla, bir başka yönden de Kur'an
kıssalarının, tarihsel mahiyeti sebebiyle (Kur'an'da)
geçmediğini kanıtlamaktadır.
Bülün bunlardan dolayı, işi uzatan birçok lefsircinin yaptığı gibi kıssalarının mahiyetlerini
irdelemeye gerek yoktur. Öyle ki bu alimler Kur'an'da
bulunan açıklamalarla da yetinmemişler aksine rivayetlere dayanarak çoğu
lüzumsuz ve garipliklerle dolu birçok açıklamaları da bu ayetlerin peşine
koymuşlardır. Kur'an'i ecdel
ve münakaşaya maruz bırakması, O'nu kutsallık çerçevesinden ve irşad. uyarma, müjdeleme, hatırlatma, öğüt verme ve ıslah
etme gibi amaçlarından çıkartmakla olduğu bir yana bu (anlamsız ve yersiz
yaklaşım) Kur'an'm amaç ve hedeflerine hizmet de
etmemekledir.
Peygamberler ve
onların toplumlarına dair kıssaların çoğunun Kur'an'da
tekrar edildiğini, bunların üsluplarının çok çeşitli olduğunu ve bu
kıssalardan bazılarının da birçok kez tekrar edildiğini söylemiştik. İşte bu
yüzden, ayrıca kâinat ve ahiret tabloları gibi (temel
esasları) destekleyen diğer bölümlerin de tekrar edilmesinden dolayı art
niyetli bazı misyoner ve oryantalistler Kur'an'da
kusur arama cüretinde bulunmuşlardır. Yeri gelmişken buna cevap olarak diyoruz
ki: olay ve vakitlerin farklılığı nedeniyle insan tabakaları ile Peygamber
(s)'m bağlantıları kesilmemiş, bu ilişki şahıslara göre çeşitli şekillerde
olmuştur. Davetin desteklenmesi için. Allah'ın vah yelmesi ile tilavet olunan/okunan
Kur'an bölümlerinin farklı sınıflar, farklı olaylar
ve vakitlerle ben/eşmesi gayet doğaldır. Nübüvvet ve O'nu taşıyanın yüce
değerini kabul etmekle birlikle şöyle denilebilir: Peygamberin buradaki durumu,
öğrencilerine veya kendisini dinleyenlere ders veren bir vaiz, müderris ya da öğretmene benzemekledir. Bunlar (muhatap) her an
değişmektedir. Bu yüzden de Öğretmen, vaiz veya müderrisin derslerini veya
vaazlarını tekrar etmesi doğaldır.
En azından bu
tekrarlar; arz yöntemi, üslup ve lafızlarda bir tür değişiklik ve çeşitlilik
olarak ortaya çıkmış olabilir. Bu da kıssa ve diğer tekrar edilen destekleyici
bölümlere nispetle aynı şey demektir. Zira tenzilin hikmeti böyle
gerektirmekledir. Görülen o ki, bu bölümlerin tekrar edildiği her defada -yeri
geldiğinde açıklayacağımız üzere- ibret ve Öğütün tamamlanmasına katkısı olan
yeni bir şey gelmiştir. Açıkça görüldüğü gibi bu durum tekrarlardaki hikmetin
göstergelerinden biridir.
Bizim
esas aldığımız mushaf bu ayetlerin Medenî olduğunu
belirtmiştir. Ne var ki bu ayetlerin siyak ve konu yönünden diğer ayetlerle tam
bir uyumu/insicamı vardır, ayetlerin içerdiği tablo ile Mekke dönemi
tablolarının benzerliği; bunların Medine'de nazil olduğuna ait rivayet
konusunda bizi daha temkinli davranmaya zorlamaktadır. [76]
51- O inkar
edenler Zikri'[77] (Kur'an'ı)
işittikleri zamanı redeyse seni gözleriyle
devireceklerdi.[78]"O mecnundur"diyorlardı.
52- Halbuki
O, âlemler için uyandan başka birşey değildir.
İki ayette de
Peygamber (s)'e karşı kafirlerin takındıkları tavırlara ait bir tablo vardır.
O'nu Kur'an okurken duydukları zaman, neredeyse
bakışları üe onu yutup yok edeceklermiş gibi Öfkeyle
ona bakıyorlar ve onu mecnunluk/delilik ile nitelemeye başlıyorlardı. İkinci
ayet ise onlara verilen cevabı ve Kur'an'in âlemler
için bir hidayet rehberi, kendileri için de bir uyarıcı ve haürlatıcı
olduğunu anlatmaktadır.
Açıkça
görüldüğü üzere iki ayet siyakla ve daha Önceki ayetlere konu olan tavırlarla
bağlantılıdır. İlk ayet onların tavırlarını anlatma şeklinde; (ama) kınama
üslûbu ndadir. [79]
Bu tablo Kur'an'da (birçok kez) tekrar edilmiştir ki, sözkonusu tavır ve sözlerin kafirler tarfından
tekrar edildiğini göstermektedir. İkinci ayetin üslûbu kafirlerin Peygamber
(s)'i cünûn/cinlenmekle nitelemeleri ile akıl
hastalıklarının belirtilerinden olan akıl karışıklığı, delilik ve sar'ayı kastetmediklerini açıkça ortaya koymaktadır. Peygam-ber'in okuyup durduğu,
belagat, kuvvet, hikmet, emsal ve insicam yönlerinden eşsiz olan Kur'an bölümlerini işittikleri halde onlar kendilerinden bu
(delilk isnadı) bekienilc-meyecek derecede zeki kimselerdi.
Onların Peygamber'le
anlaşmaya ve O'na yanaşmaya meyletmeleri, bu konuda O:-na
yemin etmeleri bir başka kuvvetli kanıttır.
Kur'an'da, Peygamber'in aklının mükemmelliği ve zihninin
sağlamlığını, O'nun fuzuli ve anlamsız davranışlardan uzak durduğunu
(kafirlerin) bildiklerini ifade eden ayetler vardır. Mesela;
"De ki:
"Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdi. Ben
ondan önce aranızda bir ömür boyu kalmıştım, düşünmüyor musunuz?" (Yunus
10116)
"Onlar O sözü (Kur'an'ı) iyice düşünmediler mi? Yoksa onlara, İlk
atalarına gelmeyen bir şey geldi diye mi böyle (davranıyorlar)?"
"Yoksa elçilerini
tanımadıkları için mi onu inkar ediyorlar?" (Müminim 23/68-69)
Buna göre uygun olan
yorum şudur: Kafirlerin Peygamber'i cinlenmekle suçlamaları; (O'nun
söylediklerini) çirkin görme tarzındadır, inanç ve düşüncelerini karıştıran yeni
bir şeye davet eden bir kimseye karşı, bunu idraklerine sığmayacak bir cüret
olarak görmeleri, insanların öteden beri alışkın oldukları bir tutumdur. Bu
ilhamları ile onların şair, kahin, falcı ve sihirbazlar hakkında inandıkları
gibi, Peygamber'in de cinlerle ilişkide olduğunu kastetmiş olmaları mümkündür[80].
Belki de bu yüzden birçok ayette geçtiği üzere,
Peygamber (s)'e, şairlik, kâhinlik ve sihirbazlık yakıştırması yapılmıştır. Mesela:
"İşte böyle,
onlardan önce ne kadar elçi geldiyse mutlaka 'büyücü ve cinlenmiş' dediler."
(Zâriyât 51/52)
"Sen hatırlat,
öğüt ver. Rabbinin sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnun. Yoksa onlar (senin
hakkında): Bir şairdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz mu
diyorlar? De ki: gözetleyin, ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim," (TCır 52/29-31)
Onların Peygamber
(ş)'i cünûnla nitelemelerinin iki amacı olabilir:
Şöyle ki. onlar bazen bir ihtimali bazen de diğer ihtimali kastediyorlardı. Şuara sûresinde şeytanların Kur'an'ı
indiremeyeccğini belirten ayetler vardır:
"O'mı şeytanlar indirmedi. Bu onlara yaraşmaz ve zaten
yapamazlar da. Çünkü onlar (melekleri) işitmekten uzaklaştırılmışlardır."
(Şuura 26/210-212)
Hicr'de O'nun cinlendiğini söylemeleri ve doğru birisi ise
melekleri getirmesini isledikleri anlatılmaktadır:
"Ey kendisine
zikir (Kur an) indirilmiş olan, sen mutlaka ciltlenmişsin. Eğer doğrulardan
isen bize melek getirsene!" dediler." (Hicri5/6-7)
Sanki onlar
"Senin ancak cinlerle ilişkin var. Öyle değiise,
Allah'la ilişkin olduğun konusunda doğru isen melekleri getir." diyorlar;
bu şekilde de meleklerin Allah'a hizmetle görevli olduklarını itiraf etmiş
oluyorlar ve birçok ayclin anlattığı üzere, onların
Allah'ın kızları olduklarına inanıyorlardı.
"Şimdi sor
on/ara: Rabhine kızlar, onlara da oğlanlar mı? Yoksa
biz melekleri, onların gözleri Önünde dişi mi yarattık? " (Sâffât 371149-150)[81]
(O
ancak âlemler için bir hatırlatma/zikirdir) cümlesi. Peygamber (s)'i
cinlenmekle vasıflandıran kafirlere karşı kuvvetli bir cevabı içermekledir.
Öyle ya, O'rtun, kendilerine
okuduğu bu Kur'an'da bütün âlemler için hidayet, öğüi ve hatırlatma vardır ve bunun da cinlenmiş bir kişiden
çıkması imkansızdır. [82]
Yeri gelmişken
belirtmek istiyoruz. Misyonerler ve art niyetli oryantalistlerin Peygamber
(s)'i sürekli cünıîn ile vasıflandırmaktan
çekinmemden, bu iftiralarını. O'nun sar'a hastalığına
tutulduğu noktasına götürüp kendisine nöbet geldiği, kramplar isabel elliği ve ondan ter boşandığında şuurunu
kaybettiğini; nihayet kendisine geldiğinde, Allah'ın vahyi dediği şeyleri mü'minlere okuduğunu, aynı zamanda bu vahyin ancak sar'a nöbetlerinin bir eseri olduğunu söylemeleri tiksinti
verici/iğrenç bir durumdur. Bu adamlar, Peygamber (s)'e vahiy geldiğinde O'nun vecd halini, terlemesini ve yüzünün kızardığını söyleyen
bazı hadis ve rivayetleri kötü bir biçimde yorumlayıp gerçek boyıı-lundan saptırın
ıslar/tahrif etmişlerdir.
Kinleri ve içlerinde
gizledikleri pislikleri bunları ele vermiş; sar'aya
tutulanların nöbet esnasında şuur, düşünme ve hafıza hareketlerinin durduğunu
onlara unutturmuş, Peygamber'in bu halinin akabinde kendisine vahyolunan Kur'an ayetlerini
okuduğunu itiraf ellikleri zaman; aklında, beden ve ahlâkında rahatsızlık
bulunan bir hastadan çıkması makul olamayacak; eşsizlik, belagat, hikmet, yüce
insanî-sosyal-ahlâki prensip-ler/ilkeler, sırf
Allah'a davet, hayr, maruf/ iyilik, şirk ve
pulculukla savaş; günah, çirkin ve yasak davranışlardan nehiy
gibi konulan içerdiğini görmezden gelerek, kendi kendileri ile çelişkiye
düşmüşlerdir. Bunun yanında yine Kur'an'ın, şiddeili düşmanları ve inatçı inkarcılarının dili ile
Peygambere cünûn/delilik nispei
edildiğini defalarca anlattığını da bilmezden gelmişler ki; bu husus, konu ile
ilgili çok önemli ve güçlü bir delii olup onların
dediklerini yüzlerine çarpan kuvvelli ve deslekli bir cevaptır. Nitekim üzerinde durduğumuz ayette Kur'an'ın getirdiği şeylerin âlemlere bir zikir ve onlara
bir davet olduğu ilan edilmiştir. Şu ayetler de bu türdendir:
"Düşünmediler mi
ki, arkadaşlarında (Muhammcd) hiç bir delilik
(cinnet) yoktur; O apaçık bir uyarıcıdır." (Araf 71184)
"Yoksa elçilerini
tanımadıkları için mi O'nıı inkar ediyorlar? Yoksa
"onda bir delilik/cinnet var" mı diyorlar? Hayır; o. kendilerine
hakkı getirdi fakat onların çoğu haktan hoşlanmıyorlar." (Müminim
23/69-70)
Ahiret bahçe (cennet)leri, ahiret hayatının bir bölümü olup Kur'an'ın
bildirmesinden Ötürü iman edilmesi gereken imani-gaybî gerçeklerdendir ve Allah'ın kudreti çerçevesinden de
onlara tâbidir. Bahçelerin'niteliklerinin anlatımında
çok söz söylenilmesi, genel olarak ahiret hayatının
anlatımında izlenen Kur'an'ın Özcilikicrindcndir.
Bu konudaki birçok ayel ve bunların üslupları
-cennetlerin imani hakikatine ilave olarak- şöyle
söylemeyi gerektirmektedir: (Söz konusu) ayetler: Allah'ın davetini kabul ve O~na iman etme, salih amel işleme
ve bunda sebat etme. nefsin şehvet ve hcvâlannı bu
yolda feda etmeyi özendirmek, leşvik etmek ve
yönlendirmeyi hedeflemiştir.
Bazı müfessirler,
cennetlerin nitelikleri, mahiyeti, yeri. yaratılış zamanı, nimetlerinin, saray
ve yapılarının biçimleri vs. hususlarda çok teferruata dalmışlardır. Bu mesele gaybî- imani bir konu olduktan
sonra teferruata dalmak zorunlu olmayan ve gereksiz bir zorlamadan ibarettir.
Özellikle, bu konuda Kur'an'ın anlattıklarına ilave
olarak bir şey söylemesi doğru olabilecek lek kaynak
olan Pcygamber'le (bu anlatılanların) bağlantısı
sabit olmadıktan sonra en iyisi/evlâ olan Kur'an ve
sahih sünnete tabî olmak: ayrıca Kur'an'daki bu
niteliklerin gerçekleştirmek istediği amacı ve bu nitelikler ile insanların
dünyada alışkın oklukları şeyler arasındaki benzerliğin hikmetini gözetmektir
ki. bu hususa dikkat çekmiştik.
Yabancılar, Kur'an'da anlatılan cennet/bahçeler dolayısıyla İslam
dininde ayıp aramaya yeltenmişlerdir. Onların iddialarına göre (cennet
tasvirleri) müslümanlarda bencillik ve lanı ah karlığı körüklemekte, iyilikleri ancak şahsi
karşılık umarak yapmalarına yönclimckte; böylece de ahiret hayalı soyut ruhani çerçevesinden çıkmaktadır.
Bencillik ve tamahkarlığın körüklenmesi iddiasına geiince;
ahiret hayalı ve cenetlcr(i
arzula-rna)nın; bu olumsuz
duygular.n kökünü kesmesi gerektiği çok açıktır. Çünkü; iman edip, korunduğu
(takva ettiği) ve salih amel işlediği zaman,
meylettiği nimetlerden daha âlâsına ahiret hayatında
ulaşacağına inanan insan; dünya hayatında peşin hiç bir maddi karşılık
beklemeksizin, mal ve nefsiyle ilgili olarak birçok şekilde fedakarlık yapmaya.kanaata, başkalarını düşünmeye ve iyi işler yapmaya kendini
alı.ştırabilir. Ahirdin ruhani soyut çerçevesine
gelince; Kur'an anlatmış olduğu bütün işlerde
olayların doğası ve gerçek özelliklerine uygun bir tarz izlemiştir.
Bundan dolayı İslam
dininin, ebedi ve insanlığın evrensel dini olması isabetli bir durumdur.
Cennetler ve oralardaki nimetlerin nitelikleri hakkında yer alan ifadeler bu
çerçevede geçmiştir. Bu yüzden salih mü" minin ahiret hayatında yararlanacağı cennetlerin anlatımı
kısıtlanmamış; aksine O'nun kavuşacağı Allah'ın yüce rızası, göz aydınlığı ve
huzur bulması (gibi durumlar), çeşitli üsluplar ve birçok konu içerisinde
anlatılmıştır ki, bu (iarz) aynı şekilde olayların
doğasıyla uyumludur. Zira Allah, bu şekilde nefsinin huzuru ve göz aydınlığını
bulan kimseler olduğunu bilmektedir. Sonuç olarak Kur'an,
olaya maddi çerçeveden bakanlar ile idealistleri birlikte razı edecek hususları
içermiştir. Nitekim şu ayetlerde bu durum görülmektedir:
"De ki: Bunlardan
daha iyisini size söyleyeyim mi? Allah'tan korkanlar için Rahb-leri katında altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli
kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kulları
görür." (Al-ti imran 3115)
"Allah inanan
erkeklere ve inanan kadınlara, altlarından ırmaklar akan. içinde ebedi
kalacakları ve Adn çenetlerinde güzel meskenler va'd etmiştir. Allah'ın razı olması ise hepsinden büyüktür.
İşte büyük başarı budur." (Tevbe 9/72)
"Yan/arı
yataklarından uzaklaşır (yanlarını yataklarından kaldırıp namaz kılarlar),
korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz miktarı
hayır için harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne göz/er aydınlatıcı
(nimetler)in saklandığını hiç kimse bilemez!" (Secde 32116-17)
"Ey
huzura eren nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön. Kullarım arasına
gir. Cennetime gir." (Fecr 89127-30) [83]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/33.
[2] Yesturûn Yazdı anlamına
gelen (sctara) fiilinden gelmekledir.
[3] Gayru Memnun Kesintisiz,
sürekli olan.
[4] Bkz.: Taberî,
İbn Kesîr. Tabresî, Hâzin
ve Zamahşerî tefsirleri.
[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/34.
[6] Biraz önce belirtilen tefsir kitaplarından Bakara
sûresinin ilk ayetlerinin tefsirine bkz.
[7] Ali Nasûh et-Tâhir, Ramazan 1373/Mayıs 1954rde, "Kur'an'daki Sûrelerin Başlangıçları" (Evâilu's-Suver) başlığı ile bir
broşür yayınlamış, orada bu görüşü savunmuştur. Broşürü iyice inceleyen kişi
açık bir şekilde hesap hatasına düşüldüğünü, sağlam bir senet olmaksızın Medeni
ayetlerin Mekkî sûrelerde ve Mekkî
ayetlerin de Medenî sûrelerde yer aldığına dair birtakım rivayetlerin kabul
edildiğini: yine sağlam bir senet olmaksızın hesaba uydurmak ve tatbik etmek
yüzünden bazılarının kabul edilmediğini görecektir. Bu şöyle dursun, belirtilen
bu görüş çok tehlikeli bazı problemleri de beraberinde getirmektedir. et-Tâhir m söylediği şeylerden birisi de şudur: Sûrelerin
bazılarında ve hatta büyük bir kısmındaki bu harfler, dönemlerden birinde ve
ayetler nihâî olarak tertip edilmeden önce sûrelerin ayet sayılarını sembolize
ediyordu. Bu aşamadan sonra sûreye başka ayetler ilave edildi. Mekki sûrelere bazı Medeni ayetler, Medeni sûrelere bazı Mekki ayetler eklenmiş ve sûrelerden bazıları diğer
bazılarının içerisine girmişti. Sûreyi oluşturan ayetler tertip edildiği zaman ebced hesabına göre bu harflerin sembolize ettiği sayı
bozulmuş oldu. Bu şu anlama geliyor: Bazı ayet veya ayet guruplarının, bir
dönemde ayet sayılarının işaretlendiği başka bir sûreye eklenmesi, bu
şifreleri bozmuş; ikinci olarak da Allah'ın öğretmiş olduğu hikmetlerini yok
etmiştir.
Nihâî şekilleri ile
sûrelerin. Peygamber (s)'in sağlığında ve O'nun emriyle tertip edildiğini farz
edersek -ki birçok delil ve ipucuna dayanarak, el-Kur'anu'l-Mecîd adlı kitabımızda (söyleyip) tercih ettiğimiz görüş budur-
Bu takdirde Peygamber (s), ilahi şifrelemeyi ihmal etmiş demektir ki, Peygamber
bundan beridir. Bazı alimlerin söylediklerine göre; ayetlerin tertibi
Peygamberin vefatından sonra olmuş ise, o zaman Peygam-ber'in, ashabına şifre olayını bildirmemesi problemi ortaya
çıkmaktadır. Eğer o, (ashabına) bildirmediyse. Allah'ın emrine muhalefet etmiş
ve kendisine Allah'ın indirdiği baz: şeyleri açıklamamış demektir ki. Peygamber
(s) bundan da beridir. Eğer O. ashaba bu meseleyi bildirmiş ise. bu takdirde
onlar emre muhalefet etmiş ve hep birlikte ilahi şifrelemenin hikmetini ihlal
etmiş olmaktadırlar ki, onlar da bundan uzaktırlar. Burada tek bir ihtimal
kalıyor; o da şudur: Peygamber (s)'in harfleri şifreleme meselesi bu et-Tâhir "keşfedene" kadar, bütün insanlara gizli
kalmıştı! O'nun da böyle iddia edeceğini zannetmiyoruz.
[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/34-35.
[9] Mesela bu sûrenin tefsiri hk.
bkz.: Taberi Tefsiri.
[10] Levh-i Mahfuz kastedilmiş
olmalıdır, (çevirenin notu).
[11] es-Siret'ul-Hatebiyye, 1/244.
[12] Taberânİ Tarihi, 11/48,49 (Matbaat'ul-İstikâme).
[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/35-37.
[14] Bkz.: Sîratu'r-Rasûl (s), 1/24 vd.
[15] Bkz.Mansûr
Ali Nâsıf, et-Tâcu'l-Câmi' Li'i-Usûl Fİ Ahâdîsi'r-Rasûl, İII/226. II.Basım. (İhyâu Kutubı'l-Arabiyye)
[16] Taberr Tarihi 11/47,48
[17] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/37-38.
[18] el-mcftûn Sapmış, yoldan
çıkmış.
[19] Tudhinu Yumuşaklık
gösterirsin veya yağcılık yaparsın.
[20] Hemmâz Çokça ayıpiayan. kötüleyen.
[21] Meşşa hi nemîm Çok söz
götürüp, geliren. (koğucu).
[22] CUtull Kötü, kaba.
[23] Zenîm Nesebi sarih olmayan,
başkasına nispetli.
[24] Esâtîru'l-Evvelin
"Esatir", "ustura" kelimesinin çoğuludur ve yazmak
anlamındaki "setara'Ylan lüremişir.
Ayette önceki toplumların hikayeleri, efsaneleri ve yazdıkları
kastedilmekledir.
[25] el-Hurtûm Bu kelime filin hortumu için kullanılmakta
olup;
[26] Seııesimııhû Bir şeye alamet
koymak anlamındaki "veseme"den türemiştir.
Hayvanları ve özellikle develeri birbirinden ayırd
edebilmek için bedevi Arapların uyguladıkları bir gelenek olan derilerin
üzerine damga vurulması sureliyle hayvanlar tanınmaktaydı.
[27] Ayetlerin tefsin hk. bkz. Taberi, İbn
Kesir, Tabresî, ve Nîsâburi
Tefsirleri.
[28] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/40-41.
[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/41-42.
[30] Ayetin tefsiri hk. bkz.: Beğavî, ibn
Kesir. Taberî, Hâzin ve Tabresî
Tefsirleri.
[31] Hâzin, Begavi, Tabresî tefsirleri...
[32] Begavi, Hâzin, Tabresî.
[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/42-44.
[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/44.
[35] Beievnâhum Onları denedik,
sınadık.
[36] Musbihiyn Erkenden
sabahleyin.
[37] es-Samıu Devşirmek, hasat elmek.
[38] Lâ yestesnûn Yemin etîikîcn sonra İnşaatları / Allah dilerse demiyorlar.
[39] Fc tâfe
aleyhâ tâifun miıı Rabbikc Bahçe--nin ürünlerine İsabet eden, onları kurulan ve onlan kapkara ya da toplanılmış/hasat
edilmiş gibi yapan ilahi beladan kinayedir.
[40] Havsikum Burada bahçeniz
anlamındadır.
[41] Yetehâfetûn Fısıyldaşıyorlar.
[42] Hani planlama, kötü niyel ve
kası!
[43] Dallûn Burada yolunu
şaşıranlar, kaybolanlar anlamındadır.
[44] Evsatuhum En akıllıları, en reşid/aklı başında olanları.
[45] Yetelâvemûne Bazıları
diğerlerini kınıyorlar.
[46] Tâğiyn Azgınlık ve
şımarıklıkla haddi aşanlar olarak, anlamındadır.
[47] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/46-47.
[48] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/47-48.
[49] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/48.
[50] Tedrusûn Okuyorsunuz,
öğreniyorsunuz veya öğretiyorsunuz.
[51] Tehayyarûn Beğenmek, seçmek,
(seçiyorsunuz).
[52] Em lekum eymânun
alcynâ hâli-ğatıın ilâ yevmi'l-Kıyâme Kurtuluş konusunda
Allah'tan size verilmiş Kıyamet'e dek devam eden kapsamlı bir ahit mi var,
anlamındadır.
[53] Zaım Kefil, taahhüd eden, veya destekleyici, demektir.
[54] Yevme yukşeftı
an sâk'ın Durumun şiddetlendiği vakit demektir. Savaş kızışınca bacaklarını
açmak Arapların adetindendi. Burada kastedilen kıyamet günü ve o zamanki
durumun şiddetleneceğidir.
[55] ferhekuhûm Onlara yetişecek,
korkutacak veya onları saracak.
[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/50-51.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/51-54.
[58] cl-İstidrâcj
Olaya derece derece düşürmek.
[59] 'l-İmlâ Zaman ve mühlet vermek.
[60] cl-Kcyd
Düşmana karşı tedbir almak ve onu mağîûp etmek,
[61] Merîn Kuvvetli veya şiddetli.
[62] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/54-55.
[63] el-Mağrem Mali yükümlülük,
borç veya kayıp.
[64] Yekfûbûn Burada
"diledikleri gibi hükmediyorlar veya anlatıyorlar" anlamındadır.
[65] es-Siratü'l Halebiyye, 1/302 vd
[66] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/55-56.
[67] Sâhibu'l'Hût (Balık Sahibi).
Diğer bazı ayetlerin belirttiği üzere bu şahıs Yunus Peygamber'dir.
[68] Mekzûm Öfke ve kederle dolu.
[69] Mezmâm Yerilen ve sonu kötü
olan.
[70] el-Arâu Ağacı olmayan'çıplak yer.
[71] Nubize Bir tarafa atıldı.
[72] İçtebahu Onu seçti, yerleştirdi ve affetti.
[73] Siratür Rasul,
t/275 vd
[74] el-Kur'anü'l Mecid, s. 166-185
[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/57-58.
[76] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/58-60.
[77] ez-Zikru Birinci ayette Kur'an anlamındadır ki birçok ayette bu anlamda gelmiştir.
İkinci ayette "hatırlatma" anlamındadır. Aynı şekilde bu anlama gelen
başka ayetler de vardır.
[78] el-îzlâq Helak etme. Bazı
müfessirler (bunun anlamı için) göz değmesi demişlerdir.
[79] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/60.
[80] Bkz. 'Asru'n
Nebi' kitabımız İli. Böiüm V! Kısım, Arapların Fikri
Hayatı, s. 293-298; Arapların Dini Hayatı, s. 371-378
[81] Bkz. Asru'n
Nebii, IV. Bölüm, Dini Hayat.
[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/61-62.
[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/62-64.