Kalem suresi, elli iki
âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu mübarek sure de
diğer Mekki sureler gibi insanların, iman edip rable-rinin takdirlerine boyun
eğmeleri gerektiğini ve herşeyin o yüce rabbin dilemesi ve takdiriyle meydana
geldiğini beyan ile başlıyor.
Allah teala, Kur'an-i
Kerimin birçok yerinde olduğu gibi bu surenin başında da söze yeminle
başlıyor. Burada Cenab-ı Hak, yarattığı şeylerden, kalem ve onun yazdıklarına
yemin ederek başlıyor ve Peygamber efendimize hitaben buyuruyor ki: "Ey
Muhammed, kalem ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki sen deli değilsin."
"Şüphesiz sana, arkası kesilmeyen bir mükafaat vardır ve muhakkak ki sen,
büyük bir ahlak üzeresin."
Sure-i celilede bu
âyetlerden sonra insanların bazı davranış biçimlerine işaretle o davranışlar
mezmum sayılıyor ve buyuruluyor ki: "Ey Muhammed, çok yemin eden, alçak,
çok kınayan, çokça koğuculuk eden, hayırı durmadan engelleyen, saldırgan, çok
günahkâr, pek katı kalbli, bununla birlikte soysuz olan hiçbir kimseye malı ve
çocukları var diye sakın itaat etme."
Sure-i celilede daha
sonra, insanların hayatında her zaman vuku bulabilecek bir hususa işaretle,
fakirlere daima yardımda bulunulması öğütleniyor. Kazandıkları mallar
bakımından fakirleri hesabetmeyen, onlara bir şey vermek istemeyen kimsenin
burnunun yere sürüleceği beyan edilerek bahçe sahiplerinin kıssası anlatılıyor.
Fakirlere bahçelerinden bir şey vermek istemeyen cimri insanların bahçeleri
bir gecede mahvoluyor. Allah teala bu kıssa ile mallarına bir zeval erişen
insanların buna asla karşı koyamayacağı beyan edilmiş oluyor.
Yine sure-i celilede,
balığın kamında yaşama durumuna düşen Yunus aleyhisselamın kıssasına kısaca
temas ediliyor ve peygamberle birlikte insanlar sabırlı olmaya davet ediliyor.
Sure-i celile, nazar
duası olarak okunan şu âyet-i kerimelerle sona eriyor: "Kâfirler Kur'anı
işittikleri zaman neredeyse gözleriyle seni kaydırıp devirecekterdi. "O
delidir." diyorlardı."
"Oysa Kur'an,
âlemlere gönderilen bir hikmet ve bir öğütten başka bir şey değildir."[1]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla.
1-2- Nûn.
Kaleme ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki ey Muham-med, rabbinin nimeti
sayesinde deli değilsin.
Surenİn başında geçen
"Nun" kelimesi, Mukatta'a harflerindendir. Bu harfler hakkında Bakara
suresinin başında yeteri kadar izahat verilmiştir. Ancak Taberi buradaki Nun
harfi hakkında da bazı açıklamalarda bulunmuştur. Bunla-nşu şekilde özetlemek
mümkündür:
Ebu Zıbyan'in,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine ve Mücahid'e göre Nun kelimesinden maksat,
yerküresinin, üzerinde bulunduğu büyük bir balıktır. Abdullah b. Abbas diyor
ki: "Allah önce kalemi yarattı. Kalem olacak her şeyi yazdı. Sonra su
buharı yükseldi. Gökler de bu buhardan yaratıldı. Sonra Allah Nun'u yarattı.
Yeryüzü bunun üzerine döşendi. Yeryüzü hareket edip sarsıldı. Dağlar yaratılıp
yeryüzünün sarsıntısını durdurdu. Bu sebeple dağlar yeryüzüne-karşı
övünmektedirler." Abdullah b. Abbas bundan sonra: "Nun, kalem ve
onunla yazdıklarına yemin olsun ki... "âyetini okudu.
Görüldüğü gibi
Abdullah b. Abbas, kalemin yaratılmasından sonra Nun şeklinde bir şeyin
yaratıldığını ve yeryüzünün, onun üzerine döşendiğini, sular buharlaşıp gökler
yaratıldıktan sonra yeryüzünün, sarsılmasını önlemek için dağların
yaratıldığını ifade etmektedir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen rivayetlerde
balık kelimesi zikredilmemiş "Nun" kelimesi zikredilmiştir. Sadece
Mücahid'in rivayetinde Nun'un yerine balık kelimesi zikredilmiştir. Bu da, kalemden
sonra yaratılan ve yerin, üzerine oturtulduğu zikredilen o maddenin, balık
şeklinde yuvarlak bir madde olduğuna işaret etmektedir. Yeryüzünün canlı bir
balık üzerinde durduğunu söylemek isabetli değildir.
İkrime'nin, Abdullah
b, Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre buradaki Nun kelimesinden
maksat, "Rahman" kelimesinin nunudur. Buna göre"er" Rahman
kelimesinin bir parçası diğer
bir parçası
"Nun" da başka bir parçasıdır.
Sabit b. el-Bünani'nin
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre bu surenin başındaki
"Nun" harfinden maksat, içine mürekkep konan divit demektir.
Muaviye b. Ebi Kurre
ise buradaki Nun kelimesinden maksadın nurdan bir levha olduğunu söylemiştir.
Katade ve İbn-i Zeyd ise "Nun kelimesi bir yemindir. Allah bununla yemin
etmiştir." demişlerdir.
Diğer bir kısım
âlimler "Buradaki Nun kelimesi surenin ismidir." demişlerdir. Başka
bir kısım âlimler ise: "Buradaki nun kelimesi alfabe harflerinden bir
harftir. Bazı sureler bu gibi harflerle başlatılmıştır." demişlerdir.
Ayette zikredilen
"Kalem" kelimesi bildiğimiz kalemdir. Ancak buradaki kalemden
maksadın, Allah tealanin ilk defa yarattığı ve kendisine kıyamete kadar olacak
şeyleri yazmayı emrettiği kalem olduğu söylenmiştir.
Ubade b. es-Samit,
oğluna vasiyet ederken şöyle demiştir:
"Ey oğlum,
Allahtan kork ve bil ki sen, Alİaha iman etmedikçe, hayrıyla ve şerriyle kadere
iman etmedikçe Allahtan kormuş olamazsın. Şayet bunun dışında bir düşünce
üzere ölürsen cehennem ateşine girmiş olursun. Ben, Resulul-lah (s.a.v.)in
şöyle buyurduğunu işittim: "Allanın ilk yarattığı şey kalemdir. Allah onu
yaratınca "Yaz" dedi. O da "Neyi yazayım?" dedi. Allah:
"Olanı ve nihayete kadar olacağı kapsayan kaderi yaz." buyurdu.[2]
Abdullah b. Abbas da,
Allah teâlânın, ilk yarattığı şeyin kalem olduğunu söylemiştir. Mücahid ise
buradaki kalemden maksadın Kur'anı yazan kalem olduğunu söylemiştir.
Âyet-i kerimede
"Kalemle yazılana" yemin edilmektedir. Burada zikredilen,
"Kalemle yazılan"dari maksat, her kalemle yazanın yazdığı şeyle veya
meleklerin yazdıkları amel defterleri yahut kalemin yazdığı Kur'an-t Kerimdir.
Ya da kalemin yazdığı kaderdir.
Allah teaia, kaleme ve
onunla yazılanlara yemin ederek Resulullahın, müşriklerin iddia ettikleri gibi
deli olmadığını zira onun, rabbi olan Allanın lüt-funa ve peygamberlik nimetine
mazhar okluğunu beyan etmiştir.[3]
3- Şüphesiz
sana, arkası kesilmeyen bir mükafaat vardır.
Ey Muhammed.muhakkak
ki sana, müşriklerin çeşitli eziyet ve işkencelerine karşı sabretmenden dolayı
kesintiye uğramayan mükafaatlar vardır.[4]
4- Muhakkak
ki sen, büyük bir ahlak üzeresin.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Süddi, Dehhak, İbn-i Zeyd, Rebi' b. Enes ve Ebu Malik, buradaki
"Ahlak" kelimesinden maksadın "Din" olduğunu söylemişler
ve âyeti: "Şüphesiz ki sen büyük bir din üzeresin." şeklinde izah
etmişlerdir. Atiyye ise buradaki "Ahlak" kelimesinden maksadın
"edep" okluğunu söylemiş ve âyetin manasının: "Şüphesiz ki sen
büyük bir edep üzeresin." şeklinde olduğunu söylemiştir. Peygamber
efendimiz bu konuda şöyle buyunnuş-tur:
"Ben ancak güzel
ahlakı tamamlamak için gönderildim.[5]
Sa'd b. Hişam, Hz.
Aişe'ye Resulullahın ahlakını sorduğunda şu cevabı vermiştir:
"Sen Kur'an
okumuyor musun?" Sa'd "Evet" demiştir. Bunun üzerine Hz. Aişe:
"Şüphesiz ki Resulullahın ahlakı Kur'andı." diye cevap vermiştir.[6]
Enes b. Malik diyor
ki:
"Ben ResuluIIaha
on sene hizmet ettim. Vallahi o bana hiçbir zaman "Of demedi. O bana bir
iş için: "Niçin bunu böyle yaptın?" Veya "Bunu neden yapmadın?"
demedi.[7]
5-6- Hanginizin
aklını kaybetmiş olduğunu, yakında sen de göreceksin. Onlar da görecekler.[8]
7- Şüphesiz
rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi
bilir.
Ey Muhammed, sen de
kavminin müşrikleri de, sizden hanginizde delilik bulunduğunu göreceksiniz.Şüphesiz
ki rabbin, Kureyş müşrikleri gibi hak dinden sapanları da çok iyi bilir. Senin
gibi ve sana uyanlar gibi hidayet üzere olanları da çok iyi bilir.
Âyet-i kerimede,
"Hanginizin aklını kaybetmiş olduğu" şeklinde tercüme edilen cümle,
Mücahid tarafından "Hangi topluluğun içinde deli var? Mu-hammed'in
topluluğu içinde mi yoksa ona karşı gelen müşrikler topluluğu içinde mi?"
şeklinde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas
tarafından ise "Hanginizde delilik var?" şeklinde izah edilmiş Taberi
de bu görüşü tercih etmiştir. Katade tarafından ise "Hanginiz şeytana daha
yakınsınız?" şeklinde izah edilmiştir.[9]
8-9- Ey
Muhammed, yalancılara uyma. Onlar isterler ki, sen onlara yumuşak davranasın,
onlar da sana yumuşak davransınlar.
Âyette zikredilen
"Onlar isterler ki sen onlara yumuşak davranasın. On-' lar da sana yumuşak
davransınlar." ifadesi, Abdullah b. Abbas, Dehhak ve Süf-yan es-Sevri
tarafından, "Allahın âyetlerini yalanlayanlar isterler ki sen, Alluhi
inkar edesin, onlar da inkar etsinler." şeklinde izah edilmişin
Mücahid, Katade ve
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat,
"Senin onlara taviz vermeni beklerler ki onlar da sana taviz versinler.
Veya "Dinin aleyhine onlara yumuşak davranmanı isterler ki onlar da sana
yumuşak davransınlar." şeklinde izah edilmiştir. Taberi de bu izah tarzım
tercih etmiş ve ayetin manasının şöyle olduğunu söylemiştir: "Ey
Mu-hammed,müşrikier isterler ki, onların ilahlarına davet etmelerine uyasm da,
dinin aleyhine onlara yumuşak davranasın. Onlar da sana, dinleri aleyhine
yumuşak davransınlar ve seni rabbine ibadet etmen hussunda serbest
bıraksınlar." Ta-beri bu izahı yaptıktan sonra şu âyetleri zikretmiştir:
"Eğer seni, azimli ve sebatlı kilmasaydik, nerde ise onlara az da olsa
meyledecektin." "Eğer onlara biraz olsun meyletseydin, dünya ve
âhiretin azabını sana kat kat tattınrdık. Sonra kendin için bize karşı bir
yardımcı da bulamazdın."[10]
10-14- Ey
Muhammcd, çok yemin eden, alçak, çok kınayan, çokça koğuculuk eden, hayırı
durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkar, pek katı kalbi i, bunlarla
birlikte soysuz olan hiçbir kimseye, mal ve çocukları var diye sakın itaat
etme.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde, Resulullaha şu kimseleri dinlememesini ve onlara, mal ve
çocukları var diye itaat etmemesini emretmektedir. Onlar şunlardır:
"Çok yemin eden
alçak." Buradaki (Çok yemin eden"den maksat, "Yalan yere çokça
yemin eden" demektir. "Alçak"tan maksat ise, Abdullah b.
Ab-bas'a göre "Yalan söyleyerek kendisini alçak düşüren demektir.
Mücahid'e göre, âciz, Katade'ye göre ise, "Çokça şer işleyeiTdir.
Çok kınayan, çokça
koğuculuk eden: Buradaki "Çokça kınayan" ifadesinden maksat,
Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre "Çokça gıybet edip âdeta müslümanlarnı
etini yiyen, İbn-i Zeyd'e göre ise "İnsanları dürtükleyen, çimdikleyen ve
onları döven" demektir. "Çok koğuculuk eden" cümlesinden maksat
ise, Katade'ye göre "İnsanların bazılarının sözlerini alıp diğerlerine
götüren." Abdullah b. Abbas'a göre ise: "Yalan sözler gezdiren"
dir.
Kelbi, "Çok
koğuculuk yapan" kişiden maksadın, Ahnes b. Şerik adındaki kişi olduğunu
söylemiştir.
Peygamber efendimiz,
bir hadis-i şerifinde:
"Koğuculuk yapan
cennete giremez." buyurmuştur.”[11]
Peygamber efendimiz,
kabir azabı çeken iki kimse için şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki bunlar
azap görüyorlar. Bunlar, büyük bir günahtan dolyi azap görmüyorlar. Bunlardan
biri kendisini idrardan sakındırmıyordu. Diğer ise koğuculuk yapıyordu."[12]
"Hayırı durmadan
engelleyen, saldırgan, çok günahkar." cümlesindeki "Hayın çokça
engelleyen" ifadesinden maksat, "Cimri olan ve üzerine düşen haklan
yerine getirmeyen." demektir. "Saldırgan"dan maksat,
"İnsanların üzerine saldıran ve Allanın koyduğu sınırlan çiğneyerek
haramlara düşen" demektir. "Çok günahkar"dan maksat ise
"Rabbine karşı günah işleyen ve haram yiyen" demektir.
Pek katı kalblİ,
bunlarla birlikte soysuz olan: Cümlesindeki "Pek katı kalbli" diye
tercüme edilen "Utullin" kelimesinden maksat,
"Katı, sert,
sıhhatli, dolgun vücutlu kimsenin kendisine dokunamadığı kişi" demektir.
Resulullah (s.a.v.)e
kelimelerinin manaları sorulduğunda Resulullah: *
"O, vücudu
kuvvetli, sağlam, çok yiyen, çok içen, yiyecek içecek bulan, insanlara çokça
zulmeden ve kamı geniş olan"dır." buyumıuştur.[13]
Vehb ez-Zimari diyor
ki: "Gök ve yer şu adama ağlar ki, Allah onun vücudunu mükemmel yaratmış,
kamını geniş yapmış ve ona dünya nimetlerinden ısınp yiyeceği nimetler venniş
soma da o kişi, insanlara karşı zulmeder olmuştur. İşte bu demektir.
Ubeyd b. Umeyr diyor ki: "çok yiyen,
çok içen, çok kuvvetli olan kimsedir.
Böyle kimselerin âirette bir arpa tanesinin ağırlığı kadar sevabı
olmayacaktır.Mülkün sahibi olan Allah, bunlardan yetmiş bin tanesini bir defada
cehenneme dolduracaktır.
Abdullah b. Abbas'a
göre katı bir şekilde münafık olandnr. Mücahid'e göre şerri çok şiddetli
olandır. İkrime'ye göre kâfir ve sinsi olan dernektir. Hasam Basri ve Katade'ye
göre ise hayasız, edepsiz ve sinsi olan demektir.
Âyette geçen ve
"Soysuz" diye tercüme edilen kelimesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas,
Said b. el-Müseyyeb, Said b. Cübeyr ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre
bu kelimeden maksat, bir kavimden olmadığı halde o kavme yamanan ve o kavimden
biriymiş gibi kabul
edilen kimsedir.
Dehhak ve İkrime'nin,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise kelimesinden maksat,
koyunların boynunda görülen küe ve etten meydana gelmiş, sarkan küpe gibi et
ben'i bulunan demektir. Buna göre âyette anlatlan bu kâfirin boynunda ya
gerçekten bir et beni bulunmakta ve bununla tanınmaktaydı, yahut da,
koyunların o et kiipeleryle tanındıkları gibi bu kâfir de kendisini tanıtan baz
ta I amellere sahipti.
Said b. Cübeyr'in,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise kelimesinden maksat,
kendisinden şüphelenilen şerli bir kimsedir.
Ali b. Ebi Talha'nın,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat,
"Çokça zulmeden" demektir.
Şehr b. Havşeb'den
nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat, kaba, sert, çok haram
yeyip içen" demektir.
Ebu Rezin'e göre
kelimesinden maksat, kâfirlik alameti demektir. Mücahid diyor ki:
"Koyunlar küpeleriyle tanındıkları gibi kâfirler de bu sıfatla
tanınırlardı." İkrime'ye göre ise içten pazarlıklı demektir. Ebu Rezin'den
nakledilen diğer bir görüşe göre' ise kelimesinden maksat, "Facir
kimse" demektir.
Buhari, Mücahid'in,
Abdullah b. Abbas'tan âyeti hakkında
şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Bu, Kureyşten
bir adamdı. Bunun boynunda koyunların boynunda bulunan et küpesi gibi, etten
bir ben vardı."[14]
Âyet-i kerimenin
"Mal ve çocukları var diye sakın ona itaat etme" bölümü, kıraat
(okunuş) farklılıklarına göre çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Mealde bir
kıraat şekli tercih edilmiş ve ona göre tercüme yapılmıştır. Diğer bir kıraat
şekline göre, âyet başka iki şekilde daha izah edilmiştir. Bunlardan biri
"Böyle olan kimse mal ve oğullar sahibi olduğu için mi kendinise
âyetlerimiz okunduğunda, "Bunlar öncekilerin efsaneleridir."
diyor." şeklindedir. Ve bu sıfatların sahibi olan kişi kınanmaktadır.
Diğer izah şekli ise "Bu sıfatların sahibi olan kişi mal ve oğullar
sahibi olduğu için mi sen ona itaat ediyorsun?" şeklindedir ve itaat eden
kınanmaktadır.[15]
15-
Âyetlerimiz ona okunduğu zaman: "Bunlar eskilerin masallarıdır" der.
Bu gibi inkarcılara,
kitabımız Kur'an okunduğu zaman onlar âyetleri alaya alarak ve onları inkar
ederek "Bu, öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir."
derler.[16]
16- Biz
yakında onun burnunu damgalayacağız (ezeceğiz).
Bu âyet-i kerime
çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bu âyetin manası
şöyledir: "Biz yakında onun burnunu kılıçla keseceğiz de o yaşadığı
müddetçe bu onda bir iz olarak kalacaktır." Bu görüşte olan Abdullah b.
Abbas diyor ki: "Âyetin zikrettiği bu gibi insanlar, Bedir günü
savaştılar, savaş anında burunları kesildi,"
Said b. Cübeyr'in
Katade'den naklettiği başka bir görüşe göre bu âyetin manası: "Biz bu gibi
insanlara, yaşadıkları müddetçe kendilerinden gitmeyen çirkin bir iz
bırakacağız." demektir.
Ma'mer'in Katade'den naklettiği
başka bir görüşe göre bu âyetin manası: "Biz yakında onun burnuna işaret
olacak bir damga basacağız." demektir. Bazı âlimler ise bu âyetin manasının "Biz yakında
(yani âhirette) cehennemliklerin yüzüne cehennemlik alameti basacağız, yani
yüzlerini karartacağız." demek olduğunu söylemişlerdir.
Taberi âyetin
manasının "Biz bunun durumunu yakında açığa çıkaracağız ki burnuna damga
vurulanın tanınması gibi bunu tanımış olsunlar da kimseye gizli kalmasın."
demek olduğunu söylemiştir.[17]
17- Bahçe
sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi bunları da imtihan ettik. Bir zaman bahçe
sahipleri, sabahleyin erkenden bahçelerinin meyvelerinin dcvşircccklerine dair
yemin etmişlerdi.[18]
18- Hiçbir
istisnaya yer vermemişlerdi.
Biz, Kureyş
müşriklerim, o meşhur bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi imtihan ettik.
Bahçe sahipleri mahsullerini toplayacaklarına dair yemin etmişler,
yeminlerine: "Eğer Allah dilerse" şeklinde hiçbir istisna da
getirmemişlerdi.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde Kureyş müşriklerini kınamaktadır. Zira Allah teala âyette
zikredilen o bahçe sahiplerine bolca nimetler verdiği gibi Kureyşlilere de
katından büyük bir lütuf ve rahmet olmak üzere, Hz. Muham-med'i Peygamber
olarak göndermiştir. Fakat Kureyşliler, bahçe sahiplerinin kendilerine verilen
büyük nimetlere karşı nankörlük ettikleri gibi bunlar da Hz. Muhammed'i
yalanlayarak ve ona karşı çıkarak bu emsalsiz nimeti tepmişlerdir. Böylece
bahçe sahiplerinin geçirdikleri imtihan gibi bir imtihan geçinnişlerdir.
Ayette zikredilen bu
bahçe sahipleri İkrime'ye göre şunlardır: İkrime diyor ki: "Bunlar
Habeşistanlı bir kısım insanlardı. Babalarının bir bahçesi vardı. O bahçenin
ürünlerinden fakirlere yedirip onları doyuruyordu. Babalan Ölünce oğullan şöyle
dediler: "Babamız fakirleri yedirip doyururken ahmaklık ediyordu."
Bunlar, sabahleyin erkenden mahsullerini toplayacaklarına dair yemin etmişler,
yeminlerine hiçbiristisna get imlemişler ve fakirlere bir şey venneyeceklerine
dair karar almışlardı. Neticede Allah tealanin beyan ettiği akıbete uğradılar.
Abdullah b. Abbas
burada zikredilen bahçe sahiplerinin, kitap ehli isanlar olduklarını
söylemiştir.[19]
19-20- Onlar
daha uykudykcn rabbin tarafından o bahçeyi bir bela sardı da simsiyah
kesiliverdi.
Âyette zikredilen
"Bela" dan maksat Allah tarafından gönderilen bir âfettir. "Simsiyah"
diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Ab-bas'a göre "Karanlık gece
gibi oldu." demektir. Süfyan es-Sevri ve Süddi'ye göre "Biçilmiş
ekine döndü, kırılıp döküldü." demektir, Bazılarına göre de "Yanıpx
simsiyah kesildi." demektir. Said b. Cübeyr ise kelimesinin, Ye-men'de
San'a şehrine altı mil uzaklıkta bulunan verimsiz bir yerin adı olduğunu,
bunların bahçelerinin de o toprağa benzer duruma geldiğinin haber verildiğini
söylemiştir.[20]
21-22- Sabah
erkenden birbirlerine: "Haydi dcvşirccckscniz mahsulünüzün başına erken
gidin." diye seslendiler.[21]
23-24-
"Bugün hiçbir yoksul oraya girip yanınıza sokulmasın." diye
aralarında fısıldaşarak bahçeye doğru yürüdüler.
Bu bahçe sahipleri,
sabah olunca birbirlerine şöyle seslenmişlerdi: "Eğer mahsulünüzü
toplayacaksanız onun başına gidin." Nihayet kalkıp gittiler. Kendi
aralarında şöyle konuşuyorlardı: "Bugün bahçede sizin yanınıza sakın kimse
girmesin."[22]
25- Onlar
(fakirlere yardıma) engel oimaya güçlerinin yeteceğini zannederek gittiler.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Yardıma engel olmaya" diye tercüme edilen ifadesi çeşitli
şekillerde izah edilmiştir;
Abdullah b. Abbas'a
göre, güçlü ve kuvvetli bir şekilde mahsullerini toplayabileceklerini
zannederek" demektir.
Katade, Hasan-ı Basri,
İbn-i Zeyd ve Mücahid'e göre bu ifadeden maksat, "Ciddiyetle"
demektir. Bunlara göre âyetin manası: "Bahçenin mahsullerini toplayacaklarına
güçlerinin yeteceğini zannederek ciddi bir şekilde gittiler." demektir.
İkrime ve Mücahid'den
nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Kurar vermiş
olarak" demektir. Bunlara göre âyetin manası: "Bahçenin mahsulerini
toplayacaklarına güçlerinin yeteceğini zannederek ve daha Önceden karar venniş
bir şekilde gittiler." demektir.
Hasan-ı Basri'den
nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "İhtiyaçları
olarak" demektir. Buna göre âyetin manası: "Bahçe sahipleri fakirlere
kin besleyerek ve mahsullerini toplayacaklarına güçlerinin yettiğini sanarak
gittiler." demektir.
Taberi âyetin:
"Bahçe sahipleri daha Öce vermiş oldukları karar üzere kasıtlı bir
şekilde, kararlarını uygulayacaklarına güçlerinin yettiğini zannederek
sabahleyin gittiler." şeklinde izah edilmesinin daha doğru olacağını söylemiştir.[23]
26- Bahçeyi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz
biz yolumuzu şaşırdık."[24]
27- Daha
doğrusu biz mahrum edilmişiz.
Bahçe sahipleri,
bahçelerini yanmış, mahsulleri imha edilmiş bir şekilde görünce onun, kendi
bahçeleri olup olmadığında şüphe etmişler, bir kısmı diğerine: "Galiba
biz yolumuzu şaşırdık, başka bir bahçeye gittik." demişlerdir. Bahçelerini
tanıyan diğer bir kısmı ise "Hayır bir yolumuzu şaşırmadık, bilakis bizler
mahsullerden mahrum edildik ve cezalandırıldık." demişlerdir.[25]
28- İçlerinden
en insaflıları: "Ben size (tevbe edip) Allahı teşbih etmeniz gerekir
dememiş miydfm?" dedi.
Âyette zikredilen
"Allahı tesbih"ten maksat, Mücahid"e göre "Eğer Allah
dilerse" demektir. Buna göre âyetin manası: "Bahçe sahiplerinden en
insaflı olanı diğerlerine demiştir ki: "Ben size dememiş miydim ki:
"Bu bahçenin mahsulünü sabahleyin erkenden toplarız." derken:
"Eğer dilerse bunu yaparız" deyin ve böylece Allahı anmış olun."[26]
29- Onlar
da: "Biz, rabbimizi, layık olmadığı sıfatlardan tenzih ederiz, şüphesiz
biz zalimlermişiz." dediler.[27]
30-
Birbirlerini kınamaya başladılar.[28]
31- Yazıklar
olsun bize, şüphesiz biz, haddi aşanlarmışız.[29]
32- Umulur
ki rabbimiz, bize bu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz, herşeyi yalnız
rabbimizden dileriz." dediler
Bahçe sahipleri:
"Biz rabbimizi teşbih ve tenzih ederiz. Şüphesiz ki bizler yemin ederken
"Eğer Allah dilerse" demeyerek ve bahçenin mahsullerinden fakirlere
vemıemeyi kararlaştırarak zalimlerden olmuşuz." dediler ve birbirlerine
yönelerek, düştükleri kötü durumdan dolayı birbirlerini kınadılar. Neticede kendi
kendilerine şöyle dediler: "Vay halimize, bizler azmışız, Allanın emrine
karşı gelmişiz. Umulur ki bizim, yaptıklarımızdan tevbe ettikten sonra rabbimiz
bize bu bahçemizden daha hayırlısını verir. Biz, rabbimizin bize bundan daha
hayırlısını vermesini niyaz ederiz."[30]
33- İşte
azap böyledir. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
Ey insanlar, işte
azabımız böyledir, biz, emrimize karşı gelenleri, bahçe sahiplerinin
bahçelerine âfet göndererek onu imha ettiğimiz gibi cezalandırırız. Kıyamet
gününde rablerini inkar edenlerin ve ona karşı gelenlerin cezası ise daha
büyüktür. Keşke müşrikler bunu bilseler. Yaptıklarından vaz geçer rablerine
itaat ederler.[31]
34- Şüphesiz
Allahtan korkanlar için rablcri nezdinde "Naim" cennetleri vardır.[32]
35- Biz,
nıüslümanları hiç suçlularla bir tutar mıyız?
Allahm emirlerini
tutup yasakianndan kaçınarak ondan korkanlar için, katında naim cennetleri
vardır. Ey insanlar, âhirette kendilerine nimet vermeme açısından emirlerime
itaat edip bana kulluk eden müslümanlarla, emir ve yasaklanma karşı gelen ve
çeşitli günahlar işleyen suçluları hiç bir tutar mıyız[33]?
36- Ne
oluyor size? Nasıl böyle hüküm verebiliyorsunuz?[34]
37-38- Yoksa
içinde, seçtiğinizin sizin olacağını beyan eden bir kitabınız mı var da onu
okuyorsunuz?[35]
39- Yoksa
karar verdiğiniz her şey sizin olacaktır." diye aranızda kıyamet gününe
kadar devam edecek olan bir ahit mi var?[36]
40- Ey Muhammcd, sor onlara, içlerinden hangisi
buna kefil olabilir?[37]
41- Yoksa
onların ortakları mı var? Eğer iddialarında samimi iseler onları da
getirsinler.
Ey kavim ne oluyor
size? Nasıl Allahm kullarından, kendine itaat edenle isyan edenin ayrılacağına
dair hüküm veriyorsunuz? Siz bunların eşit olacaklarını sanmayın. Ey kavim,
sizin, müslümanlarla suçluların eşit olacaklarına dair verdiğiniz hükme dayanak
olacak, Allah tarafından gönderilmiş bir kitabınız mı var da ve oradan,
dilediğiniz gibi hüküm verebileceğinizi çıkarıyorsunuz? Yahut sizler,
dilediğiniz gibi hüküm verebileceğinize dair bizden kıyamet gününe kadar
bozulmayacak ahitler mi aldınız da hüküm veriyorsunuz? Ey Muham-med, sen bu
müşriklere sor, bunlardan hangisi bizden böyle bir ahit aldığına dair kefildir?
Yoksa bunların iddia ettikleri sözlerde, kendileriyle yardımlaştkla-n bir takım
ortakları mı var da onlarla birlikte karar veriyorlar? Eğer bu iddialarında
samimi iseler ortaklanın da getiriversinler.[38]
42-43- O gün
baldır açılır, (kıyamet gününün dehşetinden paçalar sıvanır) Kâfirler secdeye
davet edilirler. Fakat secde edemezler. Gözleri açılmaz bir halde onları zillet
kaplamıştır. Halbuki onlar (dünyada) sağlam oldukları halde secdeye davet
ediliyorlardı.
Âyet-i kerimenin baş
tarafında "O gün baldır açılır" ifadesi geçmektedir, bir kısım âlimler
bu ifadenin mecazi bir anlam taşıdığım söylemişler, diğer bir kısım âlimler ise
bunu, zahiri manada almışlar ve bunu destekleyen hadis-i şeritler
zikretmişlerdir.
Bu ifadedin mecazi bir
anlam taşıdığını söyleyenler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.
İkrime'ye, Katade'ye,
Said b. Cübeyr'e, Mücahid'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre
"Baldırın açılması" ifadesinden maksat, sıkintıh bir günün, dehşetli
bir olayın ortaya çıkmasıdır. Bu gün, bir savaş günü de olabilir. Zira böyle
bir günde iş ciddiye alınır ve paçalar sıvanır.
Abdullah b. Abbastan
nakledilen diğer bir görüşe göre "Baldım açılması" ifadesinden
maksat, dünyanın gitmesi, âhiretin ortaya çıkmasıdır. O gün ameller ortaya
dökülür. Kapalı olan baldırlar açıldığı gibi sırlar da açığa çıkar. Abdullah b.
Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gününün
korkunçluğundan dolayı orada görülen sıkıntı ve darlıkların ortaya çıkmasıdır.
Yine Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu ifadeden maksat,
kıyamet gününün en dehşetli anıdır.
Ebu Musa el-Eş'ari'den
nakledilen bir görüşe göre ise "Baldırın açılma-sı"ndan maksat, büyük
bir nurun ortaya çıkmasıdır. İnsanlar bu nuru görünce Allaha secde
edeceklerdir.
Rebi' b. Enes'e göre
ise bu ifadeden maksat, perdenin kaldırılmasıdır. Yani, yaratıcı ile yaratan
arasındaki perde kaldırılacaktır." demektir. "O gün baldır
açılır." ifadesinin mecazi olmayıp gerçek manada kullanıldığını
söyleyenlere gelince:
Abdullah b. Mes'ud,
Ebu Hureyre ve Ebu Said el-Hüdri, kıyamette Allah tealanin, baldırını açarak
kendisini müminlere tanıtacağını, müminlerin de bunun karşısında Allaha secde
edeceklerini söylemişler ve bu hususta şu hadisleri rivayet emişlerdir.
Ebu Said el-Hudri
diyor ki:
"Ben,
Resulullahın şöyle dediğini işittim. Rabbimiz baldırını açacak, her mümin erkek
ve kadın ona secde edecektir. Ancak, dünyada iken gösteriş olsun ve desinler
diye secde edenler o gün secde edemeyeceklerdir. Secde etmeye çalışacaklar
fakat sırtlan tek bir parça haline gelecek ve secdeye eğilemeyeceklerdir.[39] Bu
hususta Ebu Hureyre[40] ve
Abdullrhb. Abbas'tan da hadisler rivayet edilmiştir. Ebu Said el-Hudri'nin
rivayet ettiği hadis, Buhari'nin Kitap et-Tevhid'inde ve Müslim'in Kitap
el-İman'mda daha uzun bir şekilde rivayet edilmiştir.
Âyet-i kerimenin
devamında "Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler."
buyurulmaktadır. Yani âhirette baldırın açılması, kullan Allaha secde etmeye
sevkedecektir. Fakat onlar, secde edemeyeceklerdir.
Yine âyette
"Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbuki onlar
dünyada sağlam olduklan halde secdeye davet ediliyorlardı." buyurulmaktadır.
Kâfirlerin âhirette, dehşetten dolayı gözleri baygın hale gelecek, Allanın
azabından dolayı onlan zillet ve hakirlik kaplayacaktır. Bu onların, dünyada
iken böbürlenmelerinin ve gururlanmalannın karşılığıdır. Onlar dünyada sağlam
iken Allaha secde etmeye davet ediliyorlar fakat secde etmiyorlardı. Âhirette
secde etmek isteselerde secde edemez duruma geleceklerdir. Allahı gören müminler
ona secde ederlerken kâfir ve münafıklar edilemeyecekler ve dimdik kalacaklardır.
Said b. Cübeyr ve
İbrahim et-Teymi, "Onlar dünyada secdeye davet ediliyorlardı."
ifadesinden maksadın, "Ezan okunarak farz namazlannı kılmaya
çağı-nlıyorlardi." olduğunu söylemişlerdir.[41]
44- Ey
Muhammcd, Kur'anı yalanlayanları sen bana bırak. Biz onları nerede geldiğini
bilmedikleri bir azaba yavaş yavaş yaklaştracağız.[42]
45- Ben
onlara mühlet veriyorum, şüphesiz benim tuzağım çok kuvvetlidir.
Allah teala bu
âyetlerde, Kur'anı yalanlayan kâfirleri tehdit etmekte, onları dünya
nimetleriyle eğlendinnektedir. Kâfirler bu nimetleri kendi gayretleriyle elde
ettikleri kanaatıyla her zaman öyle olacaklarını zannederler. Ancak bu onların,
bir gafletidir.Adim adım cehennem ateşine yaklaştınldıklanndan haberleri
yoktur. Allah onlara mühlet verir ama, yakaladığında da bir daha kurtulamazlar.[43]
46- Ey Muhammed, yoksa sen onlardan bir ücret
istiyorsun da, ağır borç altında mı kalıyorlar?[44]
47- Yoksa,
gaybın ilmi yanlarında da oradan mı çıkarıp yazıyorlar?
Ey Muhammed, sen
Allaha ortak koşan bu müşriklerden, hakka davetine ve öğüt vermene karşılık bir
ücret mi alıyorsun da onlar, ağır borç altına giriyor ve davetini kabul
etmiyorlar. Yoksa onların ellerinde, gayba ait bilgilerin yazıldığı Levh-i
Mahfuz mu var da onlar oradan bir takım biigiFeri kopya ediyor ve onlarla sana
karşı tartışıyorlar ve inkarcıların, iman edenlerden daha üstün olduklarını
oradan mı öğreniyorlar?[45]
48- Ey
Muhammed ,scn rabbinin hükmüne sabret. Balık tarafından yutulan Yunus'un
durumuna düşme. O, kederli bir halde rabbinc nida etmişti.
Ey Muhammed,
getirdiğin Kur'ana karşı çıkan şu müşrikler hakkında rabbinin sana verdiği
hükme sabret. Rabbinin sana emrettiğini devam ettir. Onların eziyet etmeleri
seni tebliğinden alıkoymasın. Sakın sen, balık tarafından yutulan Yunus b.
Metta gibi aceleci ve sabırsız olma. Onun gibi tebliği bırakma, aksi takdirde,
onun uğratıldığı cezaya çarptırılırsın. O, kederli bir halde rabbine münacaatta
bulunmuştu. Ve "Senden başka hiçbir ilah yoktur, seni tenzih ve teşbih
ederim, doğrusu ben, zalimlerden oldum."[46] demişti. "Biz de duasını kabul edip onu
sıkıntılardan kurtardık.."[47]
49- Eğer ona rabbinin nimeti yetişmeseydi,
kınanmış olarak çıplak bir yere atılmış olacaktı.[48] .
50- Rabbi onu
peygamber seçerek salih kullardan eyledi.
Eğer Yunus'a, rabbinin
affetme ve merhamet etme nimeti ulaşmamış olsaydı, o balığın kanımdan kınanmış
bir halde, çıplak bir araziye atılmış olurdu da kendisini muhafaza edecek bir
şey bulamazdı. Fakat rabbin ona, merhamet etti ve onun için geniş yapraklı bir
bitki bitirdi. Rabbi onu, peygamberliğe seçti ve onu, salih kullan olan
Peygamberlerinden kıldı.[49]
51-
Kâfirler, Kur'anı işittikleri zaman neredeyse gözleriyle seni kaydırıp
devireceklerdi. "O delidir," diyorlardı.
Ey Muhammed, kâfirler,
Kur'anı işittiklerinde sana olan kinleri kabarıyor, şiddetli düşmanlıklarından
dolayı nerdeyse seni gözleriyle delip geçmek istiyorlar. Onlar sana
"Şüphesiz ki bu delidir." diyorlar.[50]
52- Oysa
Kur'an âlemlere gönderilen bir hikmet ve bir öğütten başka bir şey değildir.
Müfessirler bu âyet-i
kerimeye ve bir kısım sahih hadislere dayanarak göz değmesinin gerçekten
varolduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Abdullah b. Abbas, Resulullah (s.a.v.)in
şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Göz değmesi (nazar)
haktır. Şayet herhangi bir şey kaderin önüne geçmiş olabilseydi, göz (nazar)
geçerdi. Göz değmesinden dolayı yıkanmanız istenirse yıkanın."[51] yani, gözü değenin, bir kabın içine abdest
alması ve abdest azalarından dökülen suyun kendi başına dökmesi istenirse bunu
yapsın,"
Bu hususta Ebu Ümame
b. Sehl diyor ki:
"Amir b. Rebia,
Sehl b. Huneyf yıkanırken yanından geçmiş ve şöyle demiştir: "Ben bu gün
gibi bir gün (bu deri vücut) gibi bir deri) görmedim. Özel
odasında oturan kızın derisi dahi böyle
değildir Bunun üzerine yıkanmakta olan Sehl, hemen bayılıp yere düşmüştür. O,
Resulullaha getirilmiş ve "Sehl'e kavuş ya Resulullah, o bayılıp yere
düştü." denmiştir. Resulullah: "Sehl hakkında kimi
suçluyorsunuz?" diye sormuş orada bulunanlar: "Âmir b.
Rebia'yı." diye cevap vermişler, Resulullah: "Sizden biriniz niçin
kardeşini öldürmeye girişiyor? Şayet o, kardeşinden beğendiği bir şey görecek
olursa ona: "Mübarek olsun." diye dua etsin." Sonra Resulullah
su getirilmesini emretti ve Âmir'in onunla abdest almasını istedi. Âmir yüzünü
yıkadı, ellerini dirseklerine kadar yıkadı. Ayaklarını dizlerine kadar yıkadı.
Etekliğinin içinden sağ uç tarafını da yıkadı. Resulullah Âmir'e, abdest
azalarından dökülen suyu bizzat kendi başına dökmesini emretti."
Zühri'nin rivayetine göre başının arkasından dökmesini emretti."[52]
Görüldüğü gibi gözü
değen kişinin yıkanmasının nasıl olacağı anlaşılmış oldu.
Taberi: "Kur'an,
âlemlere gönderilen bir hikmet ve öğütten başka bir şey değildir."
âyetinde geçen ve "Kur'an" diye tercüme edilen "Zikir"
kelimesinden maksadın, Hz. Muhammet] olduğunu ifade etmiş ve âyetin manasının
"Oysa Muhammed, âlemlere gönderilen bir hatırîatıcıdan başkası
değildir." şeklinde olduğunu söylemiştir.[53]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/379-380.
[2] Tinnizi, K.el-Kader, bab: 17, Hadis no: 2155/ Ebu
Davul, K. es-Sünne; bab: 16, Halis no: 4700
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/381-383.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/383.
[5] Ahmetl b. Hanbel, Müsnecl. C.2, .S. 38 /Muvatta, K.
Hüsnü’l- Hulk, bab: 8
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/383-384.
[6] Müslim, K. el-Müsafirîn, bab: 139, Hadis no; 746
[7] Müslim, K.el-Fadail, b:ıb: 51, Hadis no: 2309
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/385.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/385.
[10] Isra Suresi, 14/74-75
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/385-386.
[11] Buharı, K.el-Edeh, bab: 50/Müslim, K. el-Iman, bab:
169-170, Hadis no: 105
[12] Buharı, K.el-Vudu' bab: 55/Muslim, K.eİ-tman, bab:
115, Hadis no: 292
[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, S.227
[14] Buhari, K/Tefsir el-Kur'an, Sure: 68, bab: I
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/386-390.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/390.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/390-391.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/391.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/391-392.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/392.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/393.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/393.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/393.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/394.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/394.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/394.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/395.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/395.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/395.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/395.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/395.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/396.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/396.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/396.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/396.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/396.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/397.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/397.
[39] Buhari, K? Tefsir el-Kur'an, Sure: 68, bab: 2 K.
et-Tevhid, bab: 24 / Müslim, K.el-İman, bab: 302, Hadisim: 183
[40] Bkz. Darimi, K. er-Rikâk, bab: 82
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/397-399.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/399.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/399.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/400.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/400.
[46] Enbiya Suresi, 21/87
[47] Enbiya Suresi, 2188
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/400.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/401.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/401.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/401.
[51] Müslim, K.es-Sehmı, bub: 42, Hadis no: 2188 /Tirmizi,
K.et-Tıb, bab: 19, Hadi no: 2062
[52] İbn-iMace, K. et-Tıb, bab: 32, Hadis no: 3509 /
Muvatla K.el-Ayn, bab: 2
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/401-403.