Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- El-Hâkka (varlığı gerçekleşecek olan).
2- Nedir o Hakka?
3- Hâkka'mn ne olduğunu nereden bileceksin!
4- Semud ve Âd (kavimleri) EI-Karia'yı (o patlak verecek olanı) yalan saydılar.
5- îşte Semud (halkı), şaşkınlıkları yüzünden helak edildiler.
6- Ad'a gelince, onlar da uğultulu bir fırtına (kasırga) ile helak edildiler.
7- Onu yedi gece, sekiz gün aralıksız onların üzerine (Allah) musallat kıldı. Öyle ki o kavmi orada sanki içi kof hurma kütükleri gibi yere yıkılmış görürsün.
8- (Ey Rasûlüm!) Onlardan hiç arda kalanı görüyor musun? [1]
(1-8) «EUHakka (varlığı gerçekleşecek olan). Nedir o...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu sure ittifakla Mekkî'dir. Ayetleri 51, kelimeleri 256, harfleri 1034'tür. Mekkî oluşuna dair şu hadis delil gösterilmektedir: İmam Ahmed, Hz. Ömer'den rivayet ediyor: «Ben müslüman olmazdan evvel Rasûlullah'a sataşmak için çıkmıştım. Baktım Jâ benden Önce mescide girmiş. Arkasında durdum. EUHakka Sure-si'ni okudu. Ben Kur'an'ın telifinden hayret ediyordum. Kalbimde bu şairdir dedim. Hemen arkasından «O şairin sözü değildir» ayeti geldi. Kâhindir, dedim. «Bu kâhinin sözü değildir» diyen ayet geldi. Sureyi sonuna kadra dinledim. İslâm kalbimin her zerresine etki yapmıştı».
«ELHakka»d&n maksat Kıyamet'tir. Kıyamette bu ismin verilmesi şu noktadan ileri geliyor: Emirler orada tahakkuk eder.
Bazılarına göre, Kıyamet'e Hakka denilmesi, onun kesinlikle meydana geleceğindendir. Bazıları da «Kıyamet bazı kimselere cenneti, bazı kimselere de cehennemi tesbit ettiğinden dolayı ona El Hakka ismi verilmiştir» .diyorlar. Bazıları da «Her insan amelinin karşılığına layık olacağından dolayı bugüne et-Hakka denilmiştir» derler.
Kisaî, «EUHakka hak günü demektir. Zira Araplar «Benden hakkı anladığında benden kaçtı» derler» demiştir.
«O Hakka'yı sana bildiren nedir?», yani o günü sana "bildiren hangi şeydir? Allah'ın Rasûl-ü Kıyamet'in kopacağını biliyordu, fakat Kıyamet'in durumunun korkunçluğunu bildirmek için, «Onun ne olduğunu bildiren nedir?» diye soruldu. Cenab-ı Hak bu cümle ile onun mahlûkat ilimlerinin dairesinden hariç olduğunu açıklıyor. Yani onun durumu, dehşetinin korkunçluğu, nerede ise hiç kimsenin idrak edemeyeceği ve hiç kimsenin vehmedemeyece-ği bir şekildedir.
«Sen onun halini nasıl takdir edersen o onun ötesindedir, daha büyüktür, daha büyüktür». Ayetin istifham şeklinde gelmesi, Kıyamet'in lazımını hedeflemektedir, onun da gerçeği yaşanmadıkça bilinmez. Hiçbir fikir sahibinin fikri, hiçbir vehim, ona erişmez, demektir.
«El-Karia» kelimesi Kıyamet manasınadır. İnsanları korkutmak gökleri parçalamak, yer ve dağlan darmadağın yapmak ve yıldızlan söndürmek suretiyle meydana gelir.
Bazılanna göre «Karia»dan maksat bazı kimseleri yükseltmek, bazılarını alçaltmaktır. Çünkü kur'a kökünden alınmadır ve mânâsı budur. Bazıları da «Karia'dan insanların üzerine inen dünya azabı kastediliyor. Zira onların peygamberleri kendilerini bu azabın geleceğinden korkutuyorlar, onlar da onu yalanlıyorlardı» demişlerdir. [2]
«Semud» Hz. Salih'in kavmidir. Onlann yurtlan Hicr'de, Şam ile Hicaz arasındaydı. Muhammed bin İshak «Onların yeri, yurdu Vadi'UKurra idi, göçebe araplardı» diyor. Ad'a gelince, onlar da Hud kavmiydi, el-Ahkâf'ta dururlardı. Ahkaf, Umman ile Hadra-mut (veya Hadramevt) arasında kumsal tepelerden meydana gelen bir yerdir. Yemen'in tamamı ona dahildir. Onlar göçebe ve fakat çok cömert bir kavimdi.
«Tağiye»den maksat sayhadır. Yani haddi aşan bağırmadır. Onlar tağiye (tağiye fiili)yle helak oldular.
Kelbi «Tağiye'den maksat şimşektir. Onlar şimşekle helak oldular demektir» diyor. Mücahid'e göre «tağiye» günahlardır. Buna göre günahlanyla helak oldular demek olur. Hasan «Onlar tuğyan ve kupürleriyle helak oldular» diyor.
«Sarsar», soğuk rüzgâr demektir. Soğukluğuyla tıpkı ateşin yakışı gibi nereye isabet ederse orayı yakar. (Dahhak)
Bazıları da «Sarsar'dan maksat, şiddetli ses veren demektir» diyorlar. Mücahid «Zehiri şiddetli olan rüzgâr demektir» der.
«Atiye» kelimesi kendisini sevku idare edenlerin elinden çıkmış, onlara itaat etmeyen ve şiddetli esintisi sebebiyle kendisine güç yetmeyen şiddetli rüzgâr demektir. O adeta Allah'ın gazabı için ben de gazaba geldim, diyor. Böylece Ad kavmi üzerinde şiddetle esti ve onlan kahretti.
«Sahhara» fiili gönderdi, musahhar kıldı demektir. «Husu-men» kelimesi de peşpeşe gelir, ara vermez, kesintisiz anlamındadır.
Lejs'e göre «huşum» uğursuzluk demektir. Bunlar huşum geceleridir. Yani hayn elden silip götüren gecelerdir!
Bu günlerin başlangıcı konusunda ihtilaf vardır. Süddi'ye göre pazar sabahı başlamıştır. Rebi bin Enes'e göre cuma sabahı, Yahya bin Selâm ve Vehb bin Münebbih'e göre ise çarşamba günü başlamıştır. îşte bunlar Arapların «İhtiyar kadının günleri» dediği günlerdir. Bunlarda soğuk ve şiddetli rüzgâr vardır. Başlangıcı çarşamba günüdür. Sonu da çarşambadır. İhtiyar kadına şu sebeple isnad edilmiştir: Ad kavmine mensup ihtiyar bir kadın bir tünele girdi. Rüzgâr da onun arkasından tünele girerek kadını sekizinci günde Öldürdü.
Veya bunlara kışın son günlerinde oldukları için bu isim verilmiştir.
«Sar'a» seriin çoğuludur, ölüler demektir. «A'caz» acz'in çoğuludur, usuller, kökler demektir.
«Haviye» çürümüş manasınadır. Veya içlerinde bir şey olmayan ağaçtır. Nahl hurma ağacıdır, müzekker de müennes de olur. Bunun için Cenab-ı Hak bir ayette «Nahlin munkairin» şeklinde munkair vasfını müzekker getirmiş, bu ayette de «nahlin haviye, tin» şeklinde «haviyetin» kelimesini müennes getirmiştir.
«Bakiye» kelimesi geri kalan demektir. Yani onların arkasın-da, geride kalan bir grubu veya bir nefsi görüyor musun? [3]
9- Firavun, ondan Öncekiler ve kasabalar halkı da (Lut Kavmi) hep o hatayı işlediler.
10- İşte böylece onlar Bablerinin peygamberine karşı geldiler. Bunun üzerine gittikçe artan şiddetli bir azap kendilerini yakaladı.
11- Hakikat şu ki su (tufan) taştığı zaman o süzülen (gemi) de sizi biz taşıdık.
12- Ki sizin için onu ibret yapalım ve bu ibret duyan kulaklarda yerleşsin.
13- Sura bir tek defa üfürülür üfürülmez,
14- Yerler, dağlar yerlerinden oynayıp bir çarpma ile darmadağın olunca;
15- İşte o gün (olacak) olur. Ve El-Vakıa (Kıyamet) kopar.
16- Gök yarılır ve o gün kuvvetten düşer.
17 - Melekler ise onun etrafında (Allah'ın emrini) beklemektedirler. O gün Rabbiain Arş'ını onların üstündeki sekiz melek taşır.
18- O gün huzura çıkacaksınız ve hiçbir sırrınız gizli kalmayacaktır.
19- Kimin kitabı sağ eline verilirse o der ki: «Gelin, kitabımı okuyun».
20- «Kesinlikle
ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim».
21/23- Artık o meyveleri sarkmış yüksek bir bahçede hoş bir yaşayış içindedir.
24- (Allah onlara:) «Yeyin, için. Afiyet olsun! Bu, geçmiş günlerde takdim ettiğiniz salih amellere karşılık olarak (size verilmiştir)» der.
25- Kitabı sol eline verilmiş olana gelince, O der ki: «Eyvah î Keşke bana kitabım veril meşeydi».
26- Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim».
27- «Ne olurdu o (ölüm) kafi olaydı».
28- «Malım bana bir faıde vermedi».
29- «Saltanatımın tamamı benden ayrılıp mahvoldu».
30- (Allah) «Tutun onu, hemen bağlayın» (diye emreder).
31- Sonra onu cehenneme atın».
32- «Sonra boyu yetmiş arşın olan bir zincirle onu oraya sürün».
33- Çünkü o, yüce Allah'a iman etmiyordu».
34- «Fakirlerin (ne) yiyeceğine hiç bakmıyor ve teşvik etmiyordu. [4]
(9-34) «Firavun, ondan öncekiler ve...» Bu Ayetlerin Tefsin
Firavun ve Firavun'dan önceki diktatörler veya Firavun'un askerleri ve Mu'tefikat ahalisi «Hatie»yi getirdiler. «Hatie» yanlış fi-ildir. Günah ve küfür demektir. Mücahid «Onların işlemekte oldukları hataları getirdiler)) demek olduğunu söyler. El-Cürcani «Büyük Hatie'yi getirdiler demektir)) diyor. Binaenaleyh Hatie kelimesi mastar olur.
«Rablerinin elçisine isyan ettiler» cümlesinde geçen elçi, Kel-bi'ye göre Hz. Musa'dır. Bazılarına göre Hz. Lut'tur. Bazıları da elçi mânâsına gelen rasûl kelimesinin risalet, peygamberlik demek olduğunu söylemişlerdir. Zira Rasûl, risalet mânâsındadır.
«Rabiyeten» kelimesi daha yüksek, daha yüce demektir. Yani bunların azabını diğer ümmetlerin azabından daha korkunç yaptık demektir. Zira bu kelime «Raba, yarbu» kökünden geliyor. Bu da fazla olmak demektir. Mücahid «Rabiyeten şedid mânâsını ifade eder» dedi.
«Tağa» fiili yükseldi, asdı demektir. «ELCariye» ise gemi demektir. Gemiye bindirilenler Hz. Nuh ve çocuklarıdır. Ondan sonra yeryüzünde yaşayanlar onların neslinden gelmiştir.
«TegJdre»nin mânâsı hatırlatmak, «Ta'iye» ise koruyan, hıfzeden demektir. [5]
«Sûra bir tek üfürülüşle üfürüldüğü zaman» ifadesindeki üfürülüş birinci nefhadır. Bu ayet kıyametin nasıl kopacağını açıklamaktadır. Bu birinci üfürülüş olduğu zaman "bütün âlem harap olur, herkes ölür. (îbn Abbas)
İbn Müseyyib ve Mukatil «Bu üfürülüşten maksat son üfürü* lüştür» demişlerse de İbn Abbas'ın yorumu daha doğrudur. Zira bu husus ilgili ayetin siyakına daha uygundur.
«Yer ile dağların hamledilmesumden maksat, yerlerinden sökülmeleridir. Sökülüşten sonra birbirine vurulurlar ve paramparça olurlar. Bu tokuşturma zelzele gibidir. Nitekim Cenab-i Hak «Yer, sarsıntısı île sarsıldığı zaman» buyuruyor. Bazılarına göre ayetin mânâsı «onu bir tek yaygı ile yaydık» demektir. Onları eşit hale getirdik. Onlar öyle bir arz meydana getirdiler ki orada eğrilik ve engebeli bir şey göremezsin. Yani önce parçalandı, sonra da bu şekilde tasviye edildi.
Ragib, «Dek, yumuşak arazi demektir» diyor. Yani yer ile dağlar yumuşak arazi yerine geçtiler ve tasfiye oldular. îşte o gün Kıyamet kopmuş, vakıa olmuştur.
«Vahiye» kelimesi çok zayıf demektir. Gökler katılıklarından sonra atılmış yün gibi olurlar. Bu meleklerin inişinden veya kıyametin dehşetinden ötürüdür.
tbn Şecere «Vahiye'den maksat delik deşik olmuştur demektir» diyor. «Melek»ten maksat meleklerdir. «Erca» kelimesinden
maksat etraflarıdır. Yani gökler delindikleri, parçalandıkları zaman melekler de onun etraflanndadırlar. Çünkü gökler onların yeridir. (İbn Abbas)
Dahhak «Göklerin parçalanmadığı kısımların etraflarında melekler dururlar» diyor. Said bin Cubeyir «Melekler o günde yeryüzünün kenarlarında dururlar» dedi. Yani yere inerler, onun kenarlarım korumaya başlarlar. [6]
«Allah'ın Arşı'nı yüklenen seto>den maksat, İbn Abbas'a göre, meleklerden sekiz, saftır. Onların adetlerini ancak Allah bilir. İbn Zeyd'e göre sekiz tane melektir. Hasan'a göre onların kaç tane olduğunu ancak Allah bilir. Acaba sekiz midirler, sekizbin mi-dirler, belli değildir! Rasûl-ü Ekrem'in bir hadisinde «Bugün Arşı taşıyanlar dörttür. Kıyamet Günü olduğu zaman Cenab-ı Hak onları dört melekle daha takviye eder.» Maverdî'nin Ebu Hüreyre' den rivayet ettiği bu hadisi Salebi zikretmiştir.
Ayetin metnindeki «Fevkahum» (üstlerinde) zamiri göklerin kenarlarındaki meleklere veya Kıyamet ehline veya Arşı taşımakta olan sekiz meleğe racidir. Yani onlar Rabbinin Arşını sırtlarında veya başlarında taşımaktadırlar.
Ebu Hayyan, Arş'ı yüklenen meleklerin vasıfları konusunda değişik, çeşitli hadisler nakledildiğini söyler. Birbirleriyle çelişen birbirini tekzib eden nakiller ileri sürmüşlerdir. Onları nakletmiyoruz, çünkü asılsızdırlar, diyor.
«O gün arzolunur sunuz», yani Allah'a arzolunursunuz. Bunun delili başka bir ayetteki «Onlar saf halinde Rabbine arzedildilem cümlesidir. Bu arz Cenab-ı Hak'kın bir şey bilmediği ve bunun vasıtasıyla onları öğreneceği şeklinde değildir. Bunun mânâsı, hesaba çekileceksiniz, amelleriniz size takrir edilecektir ve ona karşılık mükâfat alacaksınız, demektir.
«O sizin bütün amellerinizi bilendir». Sizden herhangi bir sır olarak kalmaz, tbn Şecere «Onun için herhangi bir insan gizli kalmaz» der. Yani hesaba tutulmayan hiçbir insan olmaz. Abdullah bin Amr bin As «Mümin kâfirden, doğru da fa&rr'en gizli kalmaz» diyor.
Kitab'm sağ eline verilmesi kişi için kurtuluş delilidir. İbn Abbas «Bu ümmetin, kitabı sağ elinden verilen ilk kişisi Ömer ibn Hattab'tır .Ömer için güneşin parlaması gibi parlama (sevinç) vardır» der. Dinleyenlerden biri: «Ebubekir nerede kaldı? Sen Ömer'i öne geçirdin» deyince İbn Abbas: «O uzaktır^ uzak. Melek-ler onu doğru cennete götürürler» diye cevap verir (Salebi)
«Haumu» kelimesi gelin demektir. İsim-fiüdir. «Gelin, kitabımı okuyun». Bunu İslâm'a olan güven ve kurtuluşundan gelen sevgiden söylüyor. Çünkü yemin (sağ), ayetler katında sevginin, sol (şimal) da üzüntünün delillerindendir.
«Muhakkak ben zannettim», yani bildim, yakin ettim, demektir. (İbn Abbas).
Veya zannettim ki Allah günahlarımdan beni muaheze edecektir. Fakat Allah bana lutufta bulundu, muahaze etmedi de-mektir.
Dahhak «Kur'an'da gelen her zan maddesi, müminlerin zannı olursa yakın manasınadır, kâfirlerden gelirse şek demektim diyor. Mücahid «Ahiret hakkındaki zan yakın, dünya hakkındaki zan ise şüphe, şek ifade eder» diyor.
Hasan Basri «Mümin Rabbi hakkında güzel zanda bulundu vq güzel amel etti. Münafık kötü zanda bulundu ve kötü amel yaptı» der.
«Ahirette hesabımla karşı karşıya geleceğimi bildim ve haşri inkâr etmedim»; yani insan, hesap gününden korktuğundan dolayı kurtulmuş oluyor. Çünkü kesinlikle Allah'ın kendisiyle muhasebe yapacağını biliyordu ve ahiret için amelde bulunuyordu.
«Raziye» kelimesi «merdiyye» demektir. Yani o, razı olduğu bir hayattadır. Sahih'de Rasûl-ü Ekrem'den şu hadis naklediliyor: «Onlar yaşıyorlar, ebediyyen ölmezler, sıhhatlidirler, ebediyyen hasta olmazlar. Nimet içerisinde yüzerler, hiçbir zaman kıtlık görmezler. Daima gençtirler, ebediyyen ihtiyarlamazlar.
«Daniyetun» kelimesi yakındır demektir. Ayakta olan da, oturan ve yaslanan da eliyle ona yetişir. «Kutuf» kelimesi kıtf'ın çoğuludur. Biçilen, toplanan meyveler demektir. Katf ise meyve biçme zamanıdır. Onlara «yeyin, için» denilir. «Heniy'en» kelimesi «afiyet olsun» mânâsını ifade eder. Yani yemekte, içmekte, hoşuna gitmeyen hiçbir şey yoktur. Serbestçe yiyin için. Bu da daha önce işlemiş olduğunuz salih amellerin karşılığıdır. [7]
«El-Eyyam'uLH aliye» geçmiş günler, dünya demektir. Dahhak «Bu ayet Ebi Seleme Abdullah bin Abdul Esed Mahzumi hakkında nazil oldu» der. Mukatil de burada ona katılıyor. Bunu takip eden ayet onun kardeşi Esved bin Abdul Esed hakkında nazil olmuştur. Bunu da İbn Abbas ve Dahhak rivayet etmiştir. Bu ayetlerin iniş sebebi bu iki kardeştir. Fakat mânâ bütün şekavet ve saadet ehlini kapsayacak kadar geniş tutulmuştur. «Yeyin, için» hitabı da bunu ifade etmektedir.
Bu ayetlerden maksat, gerek hayrda gerek serde önder olan herkesi kapsamaktadır.
«Ona zincir takın» ifadesi hakkında Süfyan şöyle diyor: «Bize gelen habere göre zincir onun (kuburundan giriyor, ağzından çıkıyor». Bunu Mukatil de söylemiştir. Yani onun içine bir zincir koyun.
Bazıları da «Zincir onun boynuna atılır, onunla yerde sürüklenerek cehenneme götürülür» der.
«O, arkadaşlarına: «Beni tanıyor musunuz? diye bağırır. Onlar da: «Seni tanımıyoruz. Başına gelen zillet ve hakareti görüyoruz. Sen kimsin?» derler. O zaman: «Ben falan oğlu falanım, her inkarcı âsi için böyle bir ceza vardır» der.»
Kurtubi bunları naklettikten sonra «Ben derim ki, bu tefsir bu ayet hakkında gelen tefsirlerin en sahihidir.» Zira şu ayet de bu mânâya işaret eder: «Hatırlat o günü ki her insanı önderiyle çağırırız».
«Taam'il-Miskin» ifadesiyle maksat miskini yedirmektir. Yani o fakire yedirmeye de insanları teşvik etmiyordu. Böylece ayetten anlaşıldığına göre O, fakirleri yedirmediği için de azap görür. Ve cimrilikten ötürü, küfürden ötürü gördüğü azabın bir benzerini görür.
«Yehuddu» fiili had kökünden gelir, kışkırtmak, tahrik ve teşvik etmek demektir. [8]
35- Bundan ötürü, bugün kendisi için hiç bir dost yoktur!
36- İrin ve kan karışımından başka bir yemek de yoktur.
37- Onu ancak kâfirler yer.
38- Yemin ederim gördüklerinize,
39- Ve görmediklerinize.
40- Ki o (Kur'an) oldukça şerefli bir peygamberin (getirdiği) kesin (bir) sözüdür.
41- O bir şairin sözü değildir. Amma da az inanıyorsunuz?
42- O bir kâhin sözü de değildir. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
43 - O Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
44- Eğer O (Hz. Muhammed) bazı laflar uydurup, bize iftirada bulunsaydı,
45- Kesinlikle onun sağ elini alırdık.
46- Sonra onun can damarını keserdik.
47- Sizden hiç kinişe buna mani olamazdı.
48- Doğrusu O (Kur'an) takva sahipleri için bir öğüttür.
49- Kuşkusuz ki biz içinizde yalanlayanlar olduğunu biliyoruz.
50- Kesinlikle O (Kur'an) kâfirler üzerinde bir hasrettir.
51- Kesinlikle O (Kur'an) bir gerçektir.
52- (Ey Basûlüm!) O halde yüce Babbinin ismini teşbih et. (O'nu yücelt ve eksikliklerden tenzih et). [9]
(35-52) «Bundan Ötürü, bir gün kendisi için, .» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Hamîm» yakın akraba, şefkatli, koruyucu, müdafaa yapan insan demektir.
«Gıslîn» kelimesi yaralardan akan irin demektir. İbn Abbas îbn Ebi Hatim ve İbn'ul-Munzir'in rivayetine göre Gislîn'den maksat, kanlı sudur ve cehennemliklerin bedeninden akar.
Ebu Talha tankıyla İbn Abbas'tan gelen tefsire göre «Gislin» cehennem ehlinin irinidir. Mücahid «Gislîn'in ne olduğunu bilmiyorum. Fakat zannımca, zakkumdur» der. Ebu Said el-Hudri'den gelen bir hadiste Hz. Peygamber: «Eğer Gislîn'den dünyaya bir kova dökülse bütün ehli dünya onun kokusundan rahatsız olur» buyurdu.
«EUHatiun» günahkâr kimselerdir. Yani müşrikler kastedilinektedir. Burada hakkı bırakıp bâtıla gidenlerin kastedilmesi de mümkündür. Çünkü onlar hududu aşanlardır.
38. ayetin başında «La» harfi ya zaiddir, yani ben sizin gördü-ğünüze ve görmediğinize yemin ederim, demektir. Veya daha önce geçen bir kelamın reddi içindir. Yani durum müşriklerin dediği gibi değildir; ben sizin gördüğünüz ve görmediğiniz nesnelere yemin ederim ki, kesinlikle o (Kur'an) kerim bir RasûTün sözüdür.
Velid bin Muğire Hz. Muhammed için «O sahirdir», Ebu Cehil «Şairdir», Ukbe de «Kâhindir» deyince bu ayeti kerime nazil olmuştur.
«İnnehu» daki zamir Kur'an'a racidir. Hasan, Kelbi ve Muka-til'in yorumlarına göre «RasûLü Kerim» ile Cebrail kastedilmiştir. Çünkü başka bir ayette «Kesinlikle O, kerim bir Rasûî'ün sözüdür. O Rasûl, zilarşın (Arş sahibi olan Allah'ın) katında kuvvet sahibidir» denilmektedir. Yine Kelbfnin ikinci bir rivayetine göre «Rasûfoden maksat Hz. Muhammed'dir. Çünkü Cenab-ı Hak «O, şairin sözü değildir» buyurur. Kur'an RasûluIIah'ın sözü değildir, O ancak Allah'ın sözüdür. Rasûlullah'a nisbet edilmesi, Peygam-ber'in onu okumasından, tebliğ etmesinden ve onunla amel etmesinden dolayıdır.
Şair sözü değildir. Çünkü şiirin bütün sınıflarına ters düşmektedir. Kâhin sözü de değildir; çünkü şeytanlar sebebiyle ve onları inkârdan ötürü inmiştir. Şeytanlar kendilerini inkâr edenin yerine herhangi bir şey göndermediler.
41. ve 42. ayetlerde «Kaliten» tabirinden sonra gelen «ma» kelimesi fazladır. Yani siz az iman ediyor, az hatırlıyorsunuz. Bazıları «Ma mastar harfidir» demişlerdir. Yani kendisinden sonra gelen cümleyi veva elfazı mastar mânâsına sokar.
«Alemlerin Rabbinden indirilmiştir o Kur'an»; yani Kur'an kerim bir Rasûlün ismidir ve âlemlerin Rabbinden inendir.
«Tekavvele» fiili, kişinin kendiliğinden bir söz uydurup başkasına maletmesi demektir. Yani O (Muhammed) bize bazı iftiralarda bulunsaydı, onun kuvvet ve kudretini alırdık. Allah Teâlâ «Kuvvet ve kudret» yerine «sağ» mânâsına gelen «yemin» lâfzını zikretmiştir. Çünkü her şeyin kuvveti sağındadır.
Süddi ve Hakem, «Yemin'den maksat haktır. Yani onu müstahak olduğundan ötürü cezalandırırız» diyor. Hasan «Onun sağ elini keseriz demektir» diyor. Bazıları «Onun sağ elini kabzedip tasarruftan menederiz» anlamını vermişlerdir.
Sonra onun vetinini (kalp damarını) keser, onu helak ederiz.
«Vetin» kalbe bağlı bulunan bir damardır. O kesildi mi sahibi Ölür. Bu yorum İbn Abbas'ındır. Mücahid, «O kalbin ipidir. İnsanın belinde bulunur. O kesildi mi kuvveti tamamen iptal olur, sahibi de ölür» demiştir.
«Hacizîn» mani olurlar demektir. Yani sizden hiç kimse yoktur ki artık ona mani olsun. Kesinlikle o muttakiler için; yani Allah'tan kor-kanîar için hatırlatmadır. «O» zamiri ya Kur'an'a veya Rasûl-ü Ekrem'e racidir. Bu ayetin tefsiri el-Bakara Suresi'nin başında geçmiştir.
«O, hasrettir», yani Kur'an, kendisini yalanlayanlar üzerine bir hasrettir. Tabii bu Kıyamet Günü'nde kâfirler için hasret olur. Onlar, Kur'an'a iman edenlere verilen sevabı görürler, kendileri adına pişman olurlar, üzülürler.
Bazıları «Bu hasret dünyadadır. Çünkü onlar Kur'an'a muarazadan aciz kaldıkları için öfkelerinden, hasedlerinden boğulacak hale geldiler» demiştir.
«Kesinlikle Kur'an, elbette hakkulyakindir», yani yakinin hakkı (aynısı) olan yakindir.
Sufüerden bazı kimseler ilmin en yüce mertebesinin «hakk'aU yakın», onun altında «ayn'aî-yakin», daha altta da «ilm'el-yakin» gelir, demişlerdir.
«Sebbih» emirdir. Yani O'nun yüce ismini zikret. Rabbini teşbih et, onu tenzih et, ortaktan uzak tut. İbn Abbas bu cümleyi «Rabbin için namaz kıl, secdeye kapan» şeklinde tefsir etmiştir. [10]
HAKKA SURESİ'NÎN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/234.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/235-236.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/236-238.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/240.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/241-242.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/242-243.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/243-245.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/245-246.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/247-248.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/248-251.