MEARİC SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Müşriklerin Kıyamet Azabı İle Tehdit Edilmeleri Ve Gerçekleşeceğinin Vurgulanması 2

Belagat: 3

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi 4

Açıklaması 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 5

İnsan Tabiatını Tedavi Eden On Özellik.. 6

Belagat: 6

Kelime ve İbareler: 7

Ayetler Arası İlişki 7

Açıklaması 7

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 9

Rasulullah'ı (S.A.) Yalanlayan Kafirlerin Dünya Ve Ahiretteki Durumları 9

Belagat: 9

Kelime ve İbareler: 10

Nüzul Sebebi 10

Ayetler Arası İlişki 10

Açıklaması 10

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 11


MEARİC SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu sureye bu ismin veriliş sebebi, baş tarafında: "Melekler de, Ruh da oraya miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselir (ta'rucu)" (4. ayet) diye bu-yurulmuş olmasıdır. Yani melekler ve Yüce Allah'ın vahyi peygamberlere ve rasullere -hepsine selam olsun- aktarmakla görevlendirdiği şerefi ve makamının yüceliği dolayısıyla özellikle zikrettiği Cebrail-i Emin ona yük­selirler. Yüce Allah'ın: "Onu o emin Ruh indirdi." (Şuara, 26/193) buyru­ğunda da; "Ruh" diye adlandırılmıştır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu sure Hakka suresinden sonra inmiştir. Kıyamet gününü ve cehen­nemin niteliklerini anlatması, ahirette müminlerle günahkârların durum­larını açıklaması bakımından bu surenin tamamlayıcısı gibidir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu sure de diğer Mekke'de inen sureler gibi doğru akidenin esasların­dan söz etmektedir. Doğru akidenin esaslarının başında da ölümden sonra dirilişi, amel defterlerinin verilmesi, amellerin karşılıklarının görülmesi, hesaba çekilmek, azabın ve cehennem ateşinin nitelikleri yer almaktadır.

Sure, Mekkelilerin Rasulullah (s.a.)'ın davetine karşı takındıkları tu­tumu ve onunla alay edişlerini açıklayarak, kâfirlerin de Allah'ın azabını isteyip, alay ve inat maksadıyla azabın çabuklaştırılmasını istediklerini belirterek başlamaktadır. Onların bu tutumları Nadr b. Haris b. Kelde'de müşahhas olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü o azabın getirilmesini istemişti. Azab da onları gelip bulacaktır: "İsteyen biri inecek azabı istedi. O kâfirler içindir. Onu önleyebilecek yoktur..." (1-7. ayetler)

Daha sonra kıyamet gününü, dehşetli hallerini, cehennemi ve azabını, o korkunç günde de günahkârların durumlarını söz konusu etmektedir: "O gün gök erimiş maden gibi olacak..." (8-18. ayetler)

İnsanın tabiatı ve cehenneme girmesine sebep teşkil eden sıfatları ile ilgili parantez açılarak yapılan açıklamalar da buna uygun düşmüştür. Bu nitelikleri de zorluk ve sıkıntılı zamanlarda sabırsızlanarak feryadı bas­mak, nimet halinde azgınlaşmak, ihtiyaçtan bunaldığında alabildiğine cimri olmak ile fakirliğin ilacı söz konusu edilmektedir: "Gerçekten insan cimri olarak yaratılmıştır..." (19-21. ayetler)

Bundan üstün ahlâki değerlerle bezenip hem Allah'ın haklarını, hem kulların haklarını yerine getiren ve böylelikle cennetlerde ebediliği hak eden, namaz kılan müminler istisna edilmektedir: "Ancak namaz kılanlar müstesna. Onlar ki namazlarına devam ederler..." (22-35. ayetler)

Sure daha sonra kâfirleri eleştirerek onları yok edilmek ve yerlerine başkalarının getirilmesiyle kıyamet gününde karşı karşıya kalacakları azaplarla tehdit etmekte, ölümden sonra diriliş ve amel defterlerinin veri­leceği sırada ahiretteki kötü durumlarını anlatmaktadır: "Bu kâfirlere ne oluyor ki sana doğru hızlıca geliyorlar..." (36-44. ayetler) [3]

 

Müşriklerin Kıyamet Azabı İle Tehdit Edilmeleri Ve Gerçekleşeceğinin Vurgulanması

 

1- İsteyen biri inecek bir azabı istedi.

2-  O kâfirler içindir. Onu önleyebi­lecek yoktur.

3- O üstün ve yüce dereceler sahibi Allah'tandır.

4- Melekler de, Ruh da oraya mikta­rı ellibin yıl olan bir günde yükselir.

5-  O halde sen güzel bir sabır ile

ı onlar onu uzak görürler. : onu yakın görürüz.

8- O gün gök erimiş maden gibi ola­cak.

9-  Dağlar da renk renk boyanmış yün gibi olacak.

10-  Ve gerçek hiçbir dost, dostunu sormayacak.

11- Bunlar onlara gösterilir. Her gü­nahkâr o günün azabından (kurtul­mak için) feda etmeyi temenni eder; oğullarını,

12- Zevcesini, kardeşini,

13- Kendisini barındıran soyunu so-punu;

14- Ve yeryüzünde olanların hepsini; ve sonra da kendisini kurtarsın diye.

15- Asla! Çünkü o alevli bir ateştir.

16- Deriyi soyup çıkarandır.

17,18- Çağırır yüz çeviren ve arkasına dönen kimseyi, toplayıp kaba dolduranı.

 

Belagat:

 

"Uzak" ile "yakın" lafızları arasında tezat vardır.

"İsteyen biri... istedi" lafızlarında iştikak cinası vardır. Aynı şekilde "yüce dereceler" ile "yükselir" lafızları da böyledir.

"Melekler de, Ruh da... yükselir" buyruğunda Ruh'dan kasıt Cebra­il'dir. Özel olan, genel olana atfedilmiş ve böylelikle onun şerefine ve fazile­tine dikkat çekilmiş olmaktadır.

"O gün gök erimiş maden gibi olacak, dağlar da renk renk boyanmış yün gibi olacak" buyruğunda teşbih vardır. Benzeme yönü hazfedilmiştir.

"O günün azabından (kurtulmak için) feda etmeyi temenni eder; oğul­larını, zevcesini, kardeşini" buyruğundan sonra "ve yeryüzünde olanların hepsini..." buyruğu ile özelden sonra genel zikredilmiş olmaktadır. Maksat konunun dehşetini açıklamaktır. [4]

 

Kelime ve İbareler:                                    

 

"İsteyen biri istedi" alay etmek ve işi yokuşa sürmek amacıyla, soru so­ran kişi Nadr b. Haris'dir. Çünkü o "Eğer bu senin katından (indirilmiş) hakkın kendisi ise; durma bizim üzerimize gökten taş yağdır yahut bize acıklı bir azap gönder." (Enfal, 8/32) demişti. Ya da bu kişi Ebu Cehil'dir. O da: "...Haydi üzerimize gökten parçalar indir." (Şuara, 26/187) demişti. Ya da Rasulullah (s.a.) azaplarının çabuk gelmesini dilemişti.

"O, kâfirler içindir. Onu önleyebilecek" ona engel olacak, ona karşı ko­ruyacak kimse "yoktur." Yani bu azap kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir.

"O üstün ve yüce dereceler sahibi Allah'tandır." Maksat güzel sözün ve salih amelin yükseldiği dereceler yahut meleklerin mertebeleri ya da se-mavattır. Daha güçlü görülen, semalar sahibi anlamında olduğudur. Deği­şik derecelerde olan nimetler ve faziletler sahibi diye de açıklanmıştır.

"Melekler de, Ruh" Cebrail (a.s.) "da oraya" yani emrinin semadan in­diği yere "miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselir." Bu, sözü edilen o de­recelerin yüksekliğini ve ne kadar uzak olduğunu temsil ve canlandırma yoluyla bir açıklamadır. Yani eğer belli bir zaman süresinde o derecelerin katedilmesi varsayılırsa, dünya yıllarından ellibin yıl kadar bir zamanda gerçekleşir. Bu da ahirette kâfire nispetle böyle olacaktır. Sebeb ise onun göreceği zorluklardır. Mümin için ise bu farz bir namazdan daha çabuk ge­çecektir. İleride açıklanacak nebevi hadiste belirtildiği gibi.

"O halde sen güzel bir sabır ile sabret." Acele etme, tedirginlik göster­me, kalbin rahatsız olmasın. Buyruk "isteyen biri" ile alâkalıdır. Çünkü bu isteyiş alay ya da zora koşmak için olmuştur. Bu da onu rahatsız ediyordu. Yani azabın gerçekleşmesi yakındır. O halde sabret, onlardan intikam alı­nacak vaade yaklaşmaktadır.

"Çünkü onlar onu" azabı yahut kıyamet gününü "uzak görürler." Ger­çekleşmesi ihtimalinin olmadığını kabul ediyorlar.

"Biz ise onu" gerçekleşmesini "yakın görürüz."

"O gün gök erimiş maden (muhl) gibi olacaktır." Bu da sıvı yağ yahutta yağın tortusu ya da -meselâ gümüş gibi- eritilmiş maden gibi olacaktır, de­mektir.

"Renk renk boyanmış yün" atılmış yün veya çeşitli renklerde boyanmış yün demektir.

"Ve gerçek hiçbir dost, dostunu sormayacak." Yakın yakınını sormaya­cak. Çünkü herkes kendi haliyle uğraşacaktır.

"Bunlar onlara gösterilir." Yani müminler cehennemde bulunan kâfir­lere bakacak ve göreceklerdir.

"Her günahkâr o günün azabından (kurtulmak için) feda etmeyi" fidye olarak vermeyi "temenni eder: Oğullarını zevcesini...kendisini barındıran" kendisinin sığındığı "soyunu sopunu..." Bu ayet günahkârların ancak kendi kendisi ile meşgul olacağına bir delildir. Öyle ki kendisine insanların en yakın ve kalbini en iyi bilen kimseleri -onların haliyle ilgilenmek, durumlarını sor­mak şöyle dursun- kendisi kurtulmak üzere fidye vermeyi de temenni eder.

"Ve yeryüzünde olanların" insanların ve cinlerin yahut bütün yaratıl­mışların "hepsini ve sonra da (bunlar) kendisini kurtarsın" yani keşke on­ları feda etmek kendisini kurtarsa (diye temenni edecektir.) Buradaki "son­ra" lafzı bunun olmayacağını anlatmak içindir.

"Asla!" Bu günahkâr kimseyi vazgeçirmek ve onun arzu ettiğinin ka­bul olunmayacağını anlatmak içindir. Bu lafız istenen şeyden vazgeçmeyi ifade eder. "Çünkü o alevli bir ateştir." Yani cehennem ateşi, alev alev ya­nan ateştir. Çünkü o kâfirler üzerinde alev alev yanacaktır.

"Deriyi" insanın azalarını veya kafanın derisini "soyup çıkarandır." sonra da önceki haline dönecektir.

"Çağırır" imandan ve haktan "yüz çeviren" ve itaate yönelmeden "o ar­kasına dönen kimseyi," malı "toplayıp kaba dolduranı." Tutku ile ve gelece­ğe ait uzun emellerle onu biriktirip yığarak Allah'ın o maldaki hakkını ödemeyeni. [5]

 

Nüzul Sebebi

 

Nesai ve İbni Ebi Hatim'in rivayetlerine göre İbni Abbas Yüce Al­lah'ın: "İsteyen biri inecek bir azabı istedi." buyruğunda kastedilen kişi Nadr b. el-Haris olduğunu söylemiştir. O "Ey Allah, eğer bu senin katından hakkın kendisi ise durma bizim üzerimize gökten taş yağdır." (Enfal, 8/32) demişti.

İbni Ebi Hatim de Süddi'den Yüce Allah'ın: "İsteyen biri... istedi" buy­ruğu hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: Ayet Mekke'de Nadr b. Ha­ris hakkında inmiştir. O "Ey Allah, eğer bu senin katından hakkın kendisi ise..." (Enfal, 8/32) demişti. Azaba uğraması Bedir günü olmuştu.

İbnü'l-Münzir'in rivayetine göre Hasen dedi ki: Yüce Allah'ın: "İsteyen biri inecek bir azabı istedi" buyruğu nazil olunca insanlar azap kimlere ge­lecektir, diye sordular: Bunun üzerine Yüce Allah: "O, kâfirler içindir. Onu önleyebilecek yoktur." buyruğunu indirdi. [6]

 

Açıklaması

 

"İsteyen biri inecek bir azabı istedi. O kâfirler içindir. Onu önleyebile­cek yoktur." Yani birisi ahirette gerçekleşmesi muhakkak olan bir azabın getirilmesini istedi. Bu azap kâfirler içindir ve onları gelip bulacaktır. Al­lah bu azabın gelmesini dilediğinde gerçekleşmesi muhakkak olan bu azabı kimse engelleyemeyecektir. Buradaki isteyiş, alay etmek ve işi yokuşa sür­mek içindir. İsteyen kişi de Nadr b. Haris b. Kelde ya da bir başkasıdır. On­lar şöyle demişlerdi: "Ey Allah! Eğer bu senin katından (indirilmiş) hakkın kendisi ise durma bizim üzerimize gökten taş yağdır. Yahut bize acıklı bir azap gönder." (Enfal, 8/32)

"O üstün ve yüce dereceler sahibi Allah'tandır." Yani o azap meleklerin yükseldiği derecelerin sahibi Yüce Allah tarafından gerçekleşecektir. İbni Abbas dedi ki: "Yüce dereceler sahibi" semavatm sahibi demektir. Ona "me-aric: dereceler, basamaklar" adını vermesi meleklerin onda yükselmelerin­den ötürüdür. Katade'ye göre meâric, faziletler ve nimetler sahibi demek­tir. Çünkü Yüce Allah'ın çeşitli nimet ve ihsanlarının pek çok mertebesi vardır. Bu nimet ve ihsanlar da insanlara çeşitli mertebelerde ulaşır.

Maksat kâfirlerin isteyip, acele gelmesini istedikleri azabın hiç şüphe­siz gerçekleşeceğini anlatmaktır.

"Melekler de, Ruh da oraya miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselir." Yani bu derecelerde melekler ve Cebrail (a.s) insanlar oraya yükselmek is­teyecek olurlarsa dünya hesabı ile ellibin yıl süreli bir günde Yüce Allah'a yükselirler. Fakat ruhanî melekler bu mesafeyi çok kısa bir sürede yükse­lirler. Ne var ki burada ellibinden kasıt belli bir sayı ile sınırlandırmak de­ğildir. Maksat mutlak olarak çokluk ve meleklerin oldukça uzak bir yere yükseldiklerini anlatmaktır. Buradaki "oraya"dan kasıt, Arş'ına ya da hük­müne yahutta emirlerinin indiği yere ya da izzet ve keramet yerine; "Bir günde" buyruğu da çoğunluğun görüşüne göre "yükselir" buyruğu ile alâka­lıdır. Yani yükseliş böyle bir günde gerçekleşir. Bundan kasıt da günün mutlak olarak uzun olmakla nitelendirilmesidir.

Aynı zamanda İbni Abbas ve Hasan-ı Basri'nin de görüşü olan bir baş­ka görüşe göre "güri'den maksat kâfirleri dehşete düşürüp korkutmak için kıyamet günüdür. Maksat da onların hesaba çekilmek üzere insanlar ara­sında hüküm verilinceye kadar duracaklarıdır. Bu süre de dünya yılların­dan ellibin yıla tekabül eder. Arkasından cehennemlikler ateşin çeşitli basamaklarında yerlerini alacaklardır. Azabı isteyiş ile meleklerin yükselişi arasındaki ilişkinin sebebi de, onların bakışlarına göre gün süresiyle Allah nezdindeki gün süresi arasındaki bir karşılaştırmadır. Onlar dünyanın uzun süreli olduğunu görürler. Dünyanın süresi, Allah nezdindeki gün ile kıyas edilecek olursa pek kısadır.

Bu ayetin Secde süresindeki: "Sonra miktarı sizin saymanıza göre bin yıl olan bir günde." (Secde, 32/5) ayeti ile birlikte açıklaması da şöyledir: Kıyametin çeşitli konumları ve durumları vardır. Orada herbiri bin yıl sü­ren elli konum olacaktır.

Bu uzun süre ancak kâfirler hakkında söz konusudur. Müminler hak­kında ise böyle olmayacaktır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O günde cennetliklerin kalacakları yer çok hayırlı ve dinlenecekleri yer çok gü­zeldir." (Furkan, 25/24) Burada kalınacak ve dinlenilecek yerin cennet ol­duğu hususu üzerinde müfessirlerin ittifakı vardır. Ayrıca İmam Ahmed'in ve İbni Cerir'in rivayetine göre Ebu Said Hudri şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasulü! Bugün ne kadar da uzun bir gün, diye soruldu. Allah Rasulü şöyle buyurdu: Nefsim elinde olana yemin ederim ki bu mümin hakkında o ka­dar hafifletilecek ki, onun için dünyada iken kıldığı bir farz namazdan dahi daha kolay gelecektir.

"O halde sen güzel bir sabır ile sabret." Ey Muhammed! Alay etmek, işi yokuşa sürmek, vahyi yalanlamak maksadıyla azabı istemelerine aldırma. Bundan rahatsız olma. Onların seni yalanlamalarına, getirdiklerini inkâr etmelerine, gerçekleşmesini uzak gördükleri azabın çabuk gelmesini iste­melerine karşı kalbini ferah tut. Güzel bir şekilde sabret, tahammülsüzlük gösterme! Allah'tan başkasına şikâyet etme! İşte güzel sabrın anlamı budur.

"Çünkü onlar onu uzak görürler. Biz ise onu yakın görürüz." Onlar azabın gerçekleşmesini, kıyametin kopmasını uzak görürler. Küfür olan inançlarına göre bunun gerçekleşmesini imkânsız kabul ederler. Aynı şekil­de süresi ellibin yıl olan kıyamet gününün çok uzak, hatta imkânsız oldu­ğunu kabul ediyorlar. Bizler ise biliyoruz ki bugünün gerçekleşmesi pek ya­kındır, mümkündür, olmayacak bir şey değildir. Çünkü gelecek olan herşey yakın demektir.

Daha sonra Yüce Allah o günün birtakım niteliklerini ve o günde mey­dana gelecek birtakım olayları söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"O gün gök erimiş maden gibi olacak, dağlar da renk renk boyanmış yün gibi olacak ve gerçek hiçbir dost dostunu sormayacak." Göğün zeytinya­ğı tortusu yahut eritilmiş bakır, kurşun ya da gümüş gibi olacağı yani bir­birini tutmayan gevşek ve darmadağın bir hale geleceği, dağların ise rüz­garın savurduğu atılmış yün gibi olacağı gündür o kıyamet günü. O günde yakın, bir başka yakınının durumunu, halini -en kötü durumda olduğunu gördüğü halde- sormayacaktır. Çünkü göreceği dehşetli hallerden ötürü kendisinden başkasıyla uğraşamayacaktır.

"Bunlar onlara gösterilir, her günahkâr o günün azabından (kurtulmak için) feda etmeyi temenni eder: Oğullarını, zevcesini, kardeşini, kendisini ba­rındıran soyunu sopunu ve yeryüzünde olanların hepsini ve sonra da (bunla­rın) kendisini kurtarmasını (ister)." Her arkadaş arkadaşını görür. Kimse, kimseden gizli kalmaz. Fakat birbirleriyle konuşamazlar. Kâfir ve cehen­nem azabını hakettiren günah işlemiş herbir günahkâr, başına gelen kıya­met günü azabından kurtulmak için bulabildiği en değerli malı ya da kendi­si için en kıymetli, en üstün insanları feda edip kurtulmayı temenni eder. Çocuklarını, kardeşlerini, eşini, kabilesini, nesep itibariyle kendilerine bağlı olduğu akraba ve aşiretini ya da zorlu zamanlarda kendisini himaye eden ve kendilerine sığındığı yardımcılarını feda etmek ister. Hatta günahkâr bir kimse, yeryüzünde bulunan cinleri, insanları ve diğer yaratıkları dahi feda etmeyi arzu eder. Ancak onun kurtuluş için feda etmeyi istedikleri bütün bu fidyeler kabul edilmez ve isterse yeryüzündekilerin hepsini versin, vermek istediği bu fidyeler onu cehennem azabından kurtaramaz.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır: "Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve babanın oğluna, oğlunun babasına hiçbir fayda sağlamayacağı o günden de korkun. Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır." (Lokman, 31/33); "Eğer ağır yüklü bir kimse kendi yüküne (birini) çağırırsa -akraba dahi olsa- o yükünden hiçbir şey yüklenmez." (Fatır, 35/18); "Sur'a üfürüldüğü o günde aralarında akrabalık bağı olmayacaktır, birbirlerine soru da sormazlar." (Mu'minun, 23/101); "Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı o günde bunlardan herbir kişinin kendisine yeter bir işi olacaktır." (Abese, 80/34-37)

Özetle şanı Yüce Allah kıyamet gününün dört niteliğini söz konusu et­mektedir: O günde gök erimiş maden gibi olacaktır. Dağlar da atılmış yün gibi olacaktır. Hiçbir dost bir başka dostunu sormayacaktır ve kâfirler, o günün azabından kurtulabilmek için kendileri için en değerli insanları ve yeryüzünde bulunanların hepsini feda ederek kurtulmayı arzu edecektir.

Daha sonra Yüce Allah bu şekilde fidyenin kabul edilmeyeceğini, bu­nun olmayacak bir şey olduğunu daha da pekiştirerek şöyle buyurmakta­dır: "Asla! Çünkü o alevli bir ateştir. Deriyi soyup çıkarandır, çağırır yüz çe­viren ve arkasına dönen kimseyi, toplayıp kaba dolduranı." Yani bu günah­kârların herbirisi yeryüzündekilerin hepsini ve dünya malının tamamını fidye verip kurtulmak istese kabul edilmeyecektir. Onun için aşın sıcak ce­hennem vardır, onun barınağı orasıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: "İşte ben sizi oldukça alevli bir ateşi haber vererek korkuttum." (Leyi, 92/14) Cehennem ateşi eti üzerinde hiçbir şey bırakmamak üzere kemikten sıyırır. Başın derisini, ellerin, ayakların derilerini, bacaklarını etini soyup çıkarır, sonra herşey eski haline döner. Cehennem dünyada iken haktan, imandan yüz çevirip arkasını dönen, malı toplayıp kaba dol­duran, hayır yolunda hiçbir şey infak etmeyen, malındaki nafaka ve zekât gibi farz hakları yerine getirmeyen herkesi çağırır. Hasan-ı Basri der ki: Ey Ademoğlu! Allah'ın tehdidini duyduğun halde yine de dünyayı kaba dol­durmaya çalışıyorsun.

"Kellâ: Asla" buyruğu günahkâr kimseleri böyle bir temenniden vazge­çirmek, onların vermek istediği fidyenin kabulünün imkânsız olduğunu açıklamak içindir. "O" zamiri cehennem ateşine aittir. Cehennemden her ne kadar söz edilmediyse de azap cehennem ateşine delâlet etmektedir. Da­ha sonra verilen haberin açıklığa kavuşturduğu müphem bir zamir olması da mümkündür. Yani olay şu ki: ...demektir.

Çağırmak ise İbni Abbas'tan gelen rivayete göre hakikat anlamında­dır. Yahutta mecazî bir anlam ihtiva eder. Çünkü cehennemin hazırlanışı ve yalanlayıcılara görünüşü onları çağırmaya benzetilmiştir. O halde bu onların sanki cehennem onları çağırıp, cehenneme getirilmesi gibi cehen­neme getirilmelerini anlatan mecazi bir ifadedir.[7]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

1- Mekke kâfirleri alay etmek ve işi yokuşa sürmek maksadıyla tehdit olundukları azabın çabucak gelmesini istedi. Azap ise semâdaki dereceler sahibi veya meleklerin yükseldiği basamakların sahibi Allah'tan gelecek ve ahirette kâfirleri kesinlikle yakalayacaktır. Hiçbir kimse de bu azabı onlar­dan uzaklaştıramayacaktır.

2- Melekler ve Cebrail Yüce Allah'ın kendileri için takdir ettiği o dere­celere, mekânları olan yere kadar yükselirler; ki bu da semadır. Çünkü se­ma Yüce Allah'ın iyilik ve lütuflannın   mekânıdır. Dolayısıyla buradaki: "Oraya" buyruğundan kasıt mekân değil, işlerin onun dilediği şekilde niha­yete ermesidir. Burası da izzet ve keramet yeridir. Meleklerin yerleri olan mekâna ulaşmaları başkaları için yükselecek olurlarsa, ellibin yıl süre alır. Kanaatimce en sahih olan görüş budur ve bu daha önce geçtiği gibi çoğun­luğun görüşüdür. "Gim"den kastın, kâfirler için dehşetini anlatmak ve on­ları korkutmak için ellibin yıl süre olmakla nitelendirilen kıyamet günü ol­duğu da söylenmiştir. İbni Abbas dedi ki: O gün kıyamet günüdür. Yüce Al­lah kâfirler için onu ellibin yıllık kadar takdir edecektir. Sonra da ebedî kalmak üzere cehennem ateşine gireceklerdir.

Kurtubi, İbni Abbas'ın bu görüşü ile ilgili olarak şunları söylemekte­dir: "Bu görüş Allah'ın izniyle ayet ile ilgili görüşlerin en güzelidir. Buna delil de daha önce geçen Ebû Said Hudri'nin hadisi ile Buhari, Müslim, Muvatta, Ebu Davud ve Nesai'nin, Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadistir. Peygamber (s.a.) buyurdu ki: "Malının zekâtını ödemeyen herkese

Allah cehennem ateşinde erkek bir yılan gönderir. Onunla alnı, sırtı ve bö­ğürleri ellibin yıl süreli bir günde dağlanır, durur. Bu Allah insanlar ara­sında hükmedinceye kadar böyle devam edecektir." işte bu da bugünün kı­yamet günü olduğunun delilidir."[8]

Bu da daha önceden de geçtiği gibi kâfirler içindir. Mümin için ise kı­yamet gününde hesap günü sahih hadiste de sabit olduğu üzere iki namaz arası kadar olacaktır.

3- Yüce Allah peygamberine cehennem azabını pek uzak, yani olmaya­cak bir şey olarak gören kavminin eziyetlerine karşı sabırlı olmasını emir buyurmaktadır. Bugünün gerçekleşmesi ise Yüce Allah'ın takdirine göre pek yakındır. Çünkü gelecek olan herbir şey yakındır. Sabr-ı cemil (güzel sabır) ise tahammülsüzlüğün bulunmadığı Allah'tan başkasına şikâyetin olmadığı bir sabırdır.

4-  Ayetler (kıyamet günü için) dört nitelikten bahsetmektedir: Gök zeytinyağı tortusu, yahut kurşun, bakır, gümüş gibi eritilmiş maden gibi, dağlar ise atılmış ya da boyanmış yün gibi olacaktır. Yakın, bir başka yakı­nın halini sormayacaktır. Çünkü herkes kendisi ile uğraşacaktır. Halbuki kişi babasını, kardeşini, akrabalarını ve aşiretini görecek, fakat onlardan birisine soru sormayacak, konuşmayacaktır. Çünkü onlar da kendileriyle uğraşacaklardır. Kâfir cehennem azabından kurtulmak için dünya haya­tında kendisi için en değerli bildiği akrabalarını fidye olarak vermek iste­yecek, temenni edecek, fakat buna gücü yetmeyecektir. Fidye olarak bunla­rı verip kurtulsa, diye temennide bulunacaktır.

5- Yüce Allah'ın böyle bir temenniden vazgeçirmek ve azarlamak için dediği gibi, bu asla olmayacaktır. Fidye vermek onu Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. Onun için ateşi alev alev yanan cehennem vardır. Bu cehennem başın derisini, organların ve bedenin kemikleri üzerindeki etleri soyup çıkarır. Dünyada iken Yüce Allah'ın itaatine sırt çeviren, iman et­mekten yüz çeviren, malı toplayıp kaplara dolduran, Allah'ın maldaki hak­kını vermeyen ve böylelikle mal toplayıp, onu başkalarının faydasına kul­lanmayan herkesi kendisine çağırır. Çünkü bu gibi kimseler zekâtlarını ve maldaki farz hakları ödememişlerdi. Bunlarla meşgul olarak dinlerini ih­mal etmiş, mal toplamakla oyalanıp gitmiş, büyüklenmiş idiler. [9]

 

İnsan Tabiatını Tedavi Eden On Özellik

 

19-  Gerçekten insan cimri olarak yaratılmıştır.

20-  Yani o kendisine zarar erişirse

21-  Ona hayır dokunsa cimrilik edip infak etmeyendir.

22- Ancak namaz kılanlar müstesna.

23-  Onlar ki namazlarına devam ederler.

24-  Onlar ki mallarında bilinen bir hak vardır:

25- Dilenene ve yoksula.

26- Onlar ki hesap gününü tasdik ederler.

27- Ve onlar ki Rablerinin azabın­dan korkarlar.

28-  Çünkü Rablerinin azabından yana güven altında olunmaz.

29- Onlar ki başkalarına karşı ırzla­rını korurlar.

30-  Eşlerine yahut sağ ellerinin sa­hip olduklarına karşı müstesna. Çünkü onlar kınanmazlar.

31- Ama kim bundan ötesini isterse, işte bunlar sınırı aşanlardır.

32- Onlar ki emanetlerine ve ahidlerine uyarlar.

33- Onlar ki şehadetlerini dosdoğru yerine getirirler.

34- Onlar ki namazlarını gereği gibi kılarlar.

35- İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.

 

Belagat:

 

"O kendisine zarar erişirse, feryadı basandır. Ona hayır dokunursa cimrilik edip, infak etmeyendir" buyrukları arasında mukabele (karşıtlık) vardır. [10]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Gerçekten insan" buyruğu ile bütün insanlar kastedilmiştir. Bundan dolayı ondan "namaz kılanlar" istisna edilmiştir.

"Cimri (helû1)" çabucak üzülüp kederlenen, çok haris, sabrı pek az de­mektir. Zemahşeri dedi ki: Mastarı olan (hela) hoşuna gitmeyen bir şey çattığında çabucak tahammülsüzlük göstermek, hayır gelip çattığında da onu çabucak engellemektir (Başkasını ondan yararlandırmamaktır.)

"Feryadı basan" yani tahammül gösteremeyen. Maksat ümitsizliğe ka­pılan, ümidini kesen olduğuna dikkat çekmektir. Çünkü ceza, (feryat bas­mak) insanı görevlerinden alıkoyan keder demektir.

"Ona hayır" bolluk yahut mal ve zenginlik "dokunsa cimrilik edip in-fak etmeyendir" eli sıkılıkta aşırıya giden, hiçbir şey vermeyendir. İşte bu üç nitelik, insanın yaratılışında bulunan karakteristik özelliklerdir.

"Ancak namaz kılanlar müstesna." Müminler müstesna demektir. Az önce geçen niteliklere sahip kimselerden onlar müstesnadır.

"Onlar ki namazlarına devam ederler." Namazlarına dikkat eder ve hiçbir meşguliyet onları namazlarından alıkoymaz.

"Onlar ki mallarında bilinen bir hak" zekât, adak gibi farz olan belirli bir pay "vardır."

"Dilenen" isteyen fakir "yoksul" ise dilencilik yapmayan, iffetli davra­nan ve böylelikle zengin olduğu sanılarak mahrum bırakılan fakir demektir.

"Hesap gününü tasdik ederler." Kalpleriyle, amelleriyle, amellerin kar­şılıklarının görüleceği günü tasdik ettiklerini ortaya koyarlar. Bu sebeple çokça ibadet ederler, mallarından infakta bulunurlar. Bunu da ahirette mükâfatını almak ümidiyle yaparlar.

"Çünkü Rablerinin azabından yana güven altında olunmaz." Azabın gelmeyeceğinden emin olunamaz. Bu hiçbir kimsenin Allah'ın azabından -Allah'a itaatte ne kadar ileri giderse gitsin- emin olmaması gerektiğini or­taya koyan bir ara cümlesidir.

"Onlar ki başkalarına karşı ırzlarını korurlar." Irzlarını haramdan ko­rurlar.

"yahut sağ ellerinin sahip olduklarına" köleliğin olduğu dönemlerde cariyelerine karşı...

"Sınırı aşanlar" helal sınırlarını aşarak harama düşenler yahut şer'an müsaade edilen sınırların dışına çıkanlar.

"Emanetlerine" din ve dünya işlerinden kendilerine emanet olarak ve­rilen hususlara "ve ahitlerine" ahitleştikleri ve bağlı kalmayı üstlendikleri sözleşmelerine "uyarlar" korurlar, dikkat ederler.

"Şehadetlerini" çeşitli olduğundan dolayı çoğul gelmiştir, "dosdoğru ye­rine getirirler." Şahitliği eksiksiz yerine getirir ve onu gizlemezler.

"Namazlarını gereği gibi kılarlar." Vakitlerinde eda ederler. Şartları­na, farzlarına, sünnetlerine riayet ederler.

Namazın tekrarlanması ve başta da, sonda da onların namaz kılmakla nitelendirilmeleri namazın faziletini ortaya koymak içindir.

"Cennetlerde" Allah'ın sevap ve mükâfatıyla "ağırlanırlar." [11]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Kıyamet gününün korkunç niteliklerinin açıklanmasından sonra Yüce Allah insanların tabiatına dikkat çekmekte, onların kötü ahlâkın esaslarını teşkil eden cimrilik, tahammülsüzlük ve başkalarını hayırdan engellemek niteliklerine sahip olduklarını belirtmektedir. Arkasından salih ameller iş­leyip, insan nefsinin hastalıklarını tedavi etmek ve bütün insanlığa da ör­nek olmak için on niteliğe sahip müminleri bunlardan istisna etmektedir. [12]

 

Açıklaması

 

"Gerçekten insan cimri (helû1) olarak yaratılmıştır." Yani o kendisine zarar erişirse feryadı basandır. "Ona hayır dokunsa cimrilik edip, infak et­meyendir." Yani tahammülsüzlük insanın mayasında vardır. Yahut helû', aşırı tutkun ve az sabırlı demektir. Belâya sabretmeyen, nimetlere şükret­meyen kişinin vasfıdır. Aynı şekilde bu fakirlik, ihtiyaç, hastalık ve benzeri bir sıkıntı gelip çattığında çokça tahammülsüzlük gösteren ya da çokça üzülüp şikâyet eden kimse diye de açıklanmıştır. Buna zenginlik, bolluk ya da makam, mevki yahut güç, sağlık ve benzeri nimetler verilecek olursa da kimseye bir şeyler vermez, başkasına karşı oldukça cimrilik gösterir, eli sı­kı davranır.

İmam Ahmed'in ve Ebu Davud'un rivayetine göre Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Bir adamdaki en kötü şey, kişiyi mal toplamaya iten cimrilik ve korku zamanlarında kalbin alabildiğine zaaf gösterdiği korkaklıktır."

Daha sonra Yüce Allah aşağıdaki on niteliğe sahip kimseleri istisna etmektedir:

1, 2- Namazı kılmak ve ona devam etmek: "Ancak namaz kılanlar müstesna. Onlar ki namazlarına devam ederler." Yani hayra iletilen ve bu hususta kendilerine başarı verilen kimseler dışındaki insanlar yerilmeye değer niteliklere sahiptirler. Bu müstesna kimseler namazlarını eda eder­ler. Vakitlerine, farzlarına gereği gibi riayet edenler. Onlar hiçbir zaman namazlarını terketmezler. Hiçbir iş onları namaz kılmaktan alıkoymaz. Namazın farzlarından, sünnetlerinden birisini ihlâl etmezler. Namazın hakikatinin gerektirdiği Allah ile irtibatlı olmak, huzur ve sükûn içerisinde Allah'ın önünde saygı ile durmak emrini yerine getirirler. Bunlar hiçbir şe­kilde cimrilik, sabırsızlık, başkalarını hayırdan mahrum etmek gibi o sıfat­lara sahip değildirler. Onlar imanları ve ruhlarındaki hak dinin yer edin­miş olması sebebiyle övülmeye değer niteliklere ve hoşnut olunan özellikle­re sahiptirler.

Bu buyruk, ibadete devam etmenin gereğine bir delildir. Nitekim sa­hih hadiste Aişe (r.a.)'den rivayete göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuş­tur: "Allah için amellerin en çok sevileni az dahi olsa devamlı olanıdır." Bir başka lafızda: "Ameli işleyenin devamlı işlediği ameldir." şeklindedir. Aişe (r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a.) bir amelde bulundu mu onu devamlı işlerdi yahutta üzerine sebatla devam ederdi.

Bu durumda ayet ile namazı vakitlerinde devamlı kılanlar kastedil­mektedir. Namazın durumunu önemsemek ise namazdan önce birtakım hususları yerine getirmeye dikkat etmekle gerçekleşir. Abdest, avretin ör­tülmesi, kıbleye yönelmek ve diğer hususlar. Vaktin girmesiyle birlikte kal­bin namazla meşgul olması namaz ile birlikte dikkat edilmesi gereken hu­şu, riyakârlıktan sakınmak gibi hususlarla nafileleri ve tamamlayıcı diğer amelleri yapmak suretiyle ortaya çıkar. Ayrıca boş işlerden sakınmak, ita­ate aykırı hususlardan uzak durmak gibi namaz ile ilgisi olan hususların gözönünde bulundurulması da bunu gerçekleştiren hususlar arasındadır. Çünkü namaz hayasızlıktan ve münkerden alıkoyar. Namazdan sonra ma-siyetin işlenmesi o namazın kabul olunmadığının delilidir.

3- Zekâtı ve diğer malî görevleri yerine getirmek: "Onlar ki malların­da bilinen bir hak vardır: Dilenene ve yoksula." Onların mallarında ihtiyaç sahipleri için ayrılmış belirli bir pay vardır. İster dilensinler, ister iffetli davransınlar. Bu farz zekâtları ve insanın kendisini yükümlü tuttuğu adak yahut sürekli (cari) bir sadaka ya da sürekli bir yardım (vakıf) gibi bütün hususları kapsar. İşte bu da ruhu eğiten, ahlâkî hedefi ve üstün dinî amacı bulunan ibadetlerin farz oluşundan sonra, toplumsal hedefleri bulunan malî ibadetin farz oluşunun delilidir. Buna göre haktan maksat farz olan zekâttır. Bunun delili de "bilinen" olmakla nitelendirilmesi ve namazın de­vamı ile birlikte söz konusu edilmiş olmasıdır. Zekâtın dışındaki infaklar hakkında olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu mendupluk ve müstehap-lık ifade eder.

4- Amellerin karşılıklarının verileceği günü tasdik etmek: "Ve onlar ki hesap gününü tasdik ederler." Yani onlar kıyamet gününe yahut ölümden sonra dirilişe, hesaba ve cezaya (amellerin karşılıklarının görüleceğine) ke­sinlikle inanırlar. Bugünün geleceğinde hiç şüphe etmezler, onu inkâr et­mezler. Bu sebeple onlar sevap ve mükâfatı ümit eden, cezalandırılmaktan korkan kimselerin ruh hali ile amel ederler. Bu da amelin itikadı, sözü ve fiili tashihe iten bir amacının bulunduğunun bir delilidir.

5- Allah'ın azabından korkmak: "Ve onlar ki Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü Rablerinin azabından yana güven altında olunmaz." Yani onlar farzları terkedip, yasakları işleyecek olurlarsa Allah'ın azabından korkarlar, çekinirler. Çünkü azap kesinlikle gerçekleşecektir. Herhangi bir kimsenin o azaptan yana kendini güvenlikte hissetmemesi gerekir. Herke­sin o azabtan korkması icab eder.

Bu ayetin bir benzeri de şu buyruklardır: "Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer." (Enfâl, 8/2); "Verdikle­rini verirlerken Rablerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri ürperenler..." (Müminûn, 23/60)

İşte bu azaptan korkmanın kişiyi itaate götüren, masiyetten de alıko­yan bir etken olduğunun ve kimsenin Allah'ın azabından -ileri derecede itaatkâr birisi dahi olsa- kendisini güvenlik altında görmemesi gerektiği­nin delilidir.

6- İffetli davranmak ve hayasızlıklardan uzak durmak: "Onlar ki baş­kalarına karşı ırzlarını korurlar, eşlerine yahut sağ ellerinin sahip oldukla­rına karşı müstesna. Çünkü onlar kınanmazlar. Ama kim bundan ötesini isterse işte bunlar sınırı aşanlardır." Mahrem yerlerini haramdan alıkoyup Yüce Allah'ın izin vermediği hallerden onları alıkoyan kimselerdir. Allah'ın izin verdikleri ise eş ve cariyeler demek olan sağ ellerin sahip olduklarıdır. Bunlardan meşru olan bir yolla yararlanmakta kınanacak bir taraf yoktur. Kim bundan başka bir arayışa geçecek olursa o haddi aşmış, kendilerini de, ümmetlerini de zarara sokan taşkın kimselerdirler.

Bu da evlilik ve -dünyada köleliğin mevcut olduğu dönemlerde- cariye­lerle yararlanmanın dışındaki bütün yolların haram olduğunun delilidir.

7, 8- Emanetleri eksiksiz yerine getirmek ve ahidlere bağlı kalmak: "Onlar ki emanetlerine ve ahidlerine uyarlar." Yani onlar kendilerine veri­len emanetleri sahiplerine tastamam geri verirler. Antlaşmalarını da ek­siksiz yerine getirirler. Kendi adlarına bağlandıkları antlaşmalarından hiç­bir şeyi ihlâl edip bozmazlar. Onlara bir şey emanet edilecek olursa hainlik etmezler. Ahidleştiklerinde de sözlerinde durmamazlık etmezler.

İşte bunlar müminlerin nitelikleridir. Bunların zıttı ise münafıkların nitelikleridir. Nitekim sahih hadiste şöyle buyurulmuştur: "Münafığın alâ­meti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, ona bir şey emanet edilirse hainlik eder." Bir başka rivayette de şöyle denilmekte­dir: "Konuşursa yalan söyler, antlaşırsa ahdini bozar, tartışırsa haddi aşar."

9- Şahitliği hak ve gerçek ile eksiksiz yerine getirmek: "Onlar ki şeha-detlerini dosdoğru yerine getirirler." Hakimlerin huzurunda hak ile şahitlik ederler. Eksiksiz ve fazlasız olarak onu yerine getirirler. Yakın ya da uzak, üstün ya da aşağı konumdaki hiçbir kimseye iyi davranmaya kalkışmazlar, şahitliği gizlemez ve onu değişikliğe uğratmazlar.

10- Namaza gereken dikkati göstermek: "Onlar ki namazlarını gereği gibi kılarlar." Namazların vakitlerine, rükünlerine, farzlarına, müstehaplarına dikkat ederler. Bunların hiçbirisini ihlâl etmezler. Başka şeylerle uğraşıp namazı unutmazlar. Namazdan sonra da namazla çelişen yahut onunla bağdaşmayan bir iş yapmazlar. Çünkü o takdirde namazın sevabı gider, ecri boşa çıkar. Bu sebepten onlar namazlarına gayret ve şevkle baş­lar, namazı kılarken dünyevi meşgaleleri kalplerinden uzaklaştırırlar, oku­dukları Kur'an'ı yahutta tekrarladıkları zikirleri düşünür, kalpleri ile Al­lah'ın huzurunda durur, Kur'an ayetlerini anlayarak okurlar.

"İşte onlar cennetlerde ağırlanırlar." Yani sözü geçen bu sıfatlara sahip kimseler ebedilik cennetlerinde kalacak, türlü lütuflarla, çeşitli lezzet ve sevinçlerle ikrama mazhar olacaklardır. Nitekim Bezzar'ın ve Evsat'ta Ta-berani'nin Ebu Said'den rivayet ettikleri hadiste şöyle buyurulduğu nakle­dilmektedir: "Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırına gelmeyen şeyler vardır." [13]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayet-i kerimelerden aşağıdaki hususlar anlaşılmaktadır:

1- İnsan temeli hırs ve tahammülsüzlük olan bir karaktere sahip ola­rak yaratılmıştır. Bunların toparlayıcı adı ve niteliği de "helû' olmak"dır. Sözlükte bu lafız aşırı hırs, en kötü ve en çirkin tahammülsüzlük demektir. Herhangi bir hayra da, şerre de sabırla direnemeyip her iki halde de yap­maması gereken şeyleri yapan demektir. Böyle birisine hayır isabet ederse şükretmez, darlık ve sıkıntı isabet ederse sabretmez.

2- Namaz kılan müminlerin ise sözü geçen bu hali ortaya çıkartan kö­tü niteliklerden uzak olmaları, onların bir özelliğidir. Çünkü onların eksik­siz ve sahih namazları onlarda üstün bir ahlâkı besler, onları kötü nitelik­lerden alıkoyar.

Bu bakımdan onlar farz namazı sahih bir şekilde dinen öngörülen va­kitlerinde eda ettikleri gibi; kesintisiz ve herhangi bir namazı kaçırmadan sürekli kılarlar. Farz olan zekâtı da fakirlere ve yoksullara eksiksiz öder­ler. Kıyamet günü demek olan ceza (karşılık) gününe iman ederler. Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü o kimsenin kendisini ondan yana güven altında duyamacağı çetin bir azaptır. Hatta herkesin o azaptan korkması ve ondan çekinmesi gerekir.

Müminler aynı şekilde zinadan ya da hayasızlıklardan mahrem yerle­rini korurlar. Kadınlardan ancak sadece bu iki yolla yararlanırlar. Bunlar da evlilik ~ve cariye edinmek yoludur. Kim bunun dışında bir arayışa gire­cek olursa, o Yüce Allah'ın sınırlarını çiğneyen, haddi aşanlardan olur.

Emanetlere de gereken dikkati gösterirler. Söz ve antlaşmalarını ek­siksiz yerine getirirler. Hakimlerin huzurunda şahitliği -şahitlikleri yakın ya da uzak bir kimse hakkında olsun farketmeksizin- hak ile ve doğru ola­rak yerine getirirler, onu gizlemez ve değiştirmezler.

Dinin tespit ettiği şekliyle namaza dikkat ederler. Abdest almak, rükû ve sücudunu eksiksiz yapmak, huzur, sükûn ve huşu içinde kılmak, nama­za başlamadan önce ya da namaz sırasında namazdan uzaklaştıracak her­hangi bir işle meşgul olmazlar. Namazı bitirdikten sonra da herhangi bir masiyet işlemekten de uzak kalırlar.

Sözü geçen bu niteliklere sahip kimselerin mükâfatı ve Allah'ın onlara vaadi cennete kavuşmak ve orada türlü lütuf ve ihsanlara mazhar olmaktır. [14]

 

Rasulullah'ı (S.A.) Yalanlayan Kafirlerin Dünya Ve Ahiretteki Durumları

 

36- Bu kâfirlere ne oluyor ki; sana doğru hızlıca geliyorlar;

37-  Sağdan ve soldan bölük bölük etrafını sarıyorlar.

38-  Acaba onların her biri Naim cennetine koyulmayı mı ümit eder?

39~ Havır' gerçekten bizler onları bildikleri o şeyden yarattık.

40-  Hayır, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki mutlaka biz güç yetirenleriz.

41- Onların yerine onlardan hayırlı olanları getirmeye. Ve biz önüne

 42- Artık kendilerine vaad olunan günle" üe karşılaşıncaya kadar bırak onlar; dalsınlar, oynasınlar.

43-  O gün onlar sanki dikilmiş put­lara süratle gidiyorlarmış gibi ka­birlerinden hızlıca çıkarlar.

44- Gözleri horlukla aşağıda, kendile­rini de bir zillet sarmış olacaktır. İşte bu, onlara vaad edilegelen gündür.

 

Belagat:

 

"Acaba onların herbiri... mı ümit eder" sorusu azar maksadı taşıyan inkâri bir istifhamdır.

"Hayır, gerçekten bizler onları bildikleri o şeyden yarattık." buyruğun­da meniden kinayeli olarak söz edilmiştir. Aynı zamanda kullanılan ifade­ler oldukça nezih ve hatırlatma pek güzeldir.

"Sanki dikilmiş putlara süratle gidiyorlarmış gibi" buyruğunda teşbih vardır. Bu teşbih ile onlar küçümsenmekte, akıllarının kıtlığına işaret edil­mekte, Allah'tan başkasına ibadet ettikleri için de cahil olduklarına deği­nilmektedir. [15]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Acba onların her biri Naim cennetine konulmayı mı ümit eder?" Bu onların eğer Muhammed'in söylediği doğru ise bizler cennette dünyada ol­duğu gibi onlara göre daha büyük bir pay sahibi olacağız, şeklindeki sözle­rini reddetmek içindir.

"Hayır" buyruğu ile de cenneti ümit etmelerinden vazgeçmeleri isten­mektedir.

"Gerçekten bizler onları bildikleri o şeyden yarattık." Bizler onları da, başkalarını da değersiz nutfelerden yarattık. Her kim iman ile itaat ile nefsini kemale erdirmez, meleklerin ahlakıyla ahlâklanmaz ise cennete girmeye ehil olmayacaktır.

"Hayır" güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin "doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki; mutlaka güç yetirenleriz; onların yerine onlardan hayırlı olanları getirmeye." Yani biz onları helak etmeye ve onların yerine onlardan daha iyilerini ya da onlar gibilerini getirmeye gücümüz yeter.

"Önüne geçilecekler değiliz." Bundan aciz değiliz yahut bu hususta kimse bizi mağlup edemez.

"Artık kendilerine vaad olunan" azap "günleri ile karşılaşıncaya kadar bırak" terket "onları" batıl sözlerinde "dalsınlar" dünyalanyla "oynasınlar."

"O gün onlar sanki dikilmiş putlara" sancak ya da bayrak gibi dikilen herşeye "nasab" denilir. Burada da kasıt tapınmak üzere dikilen şeylerdir. "süratle gidiyorlarmış gibi kabirlerinden" mahşere doğru "hızlıca çıkarlar. Yüzleri korlukla" ümitsiz ve zelil olarak "aşağıda kendilerini de bir zillet sarmış" bürümüş "olacaktır. İşte bu onlara vaad edilegelen gündür." Kıya­met günüdür. [16]

 

Nüzul Sebebi

 

"Naim cennetine koyulmayı mı ümit eder" ayetiyle (38. ayet) ilgili ola­rak müfessirler şöyle demektedirler: Müşrikler Peygamber (s.a.) etrafında toplanır, onun sözlerini dinler fakat söylediklerinden yararlanmazlardı. Hatta onu yalanlıyor, alay ediyor ve şöyle diyorlardı: Andolsun eğer bunlar cennete girecek olurlarsa şüphesiz biz de onlardan önce cennete gireceğiz ve orada bize verilecekler, onlara verileceklerden daha fazla olacaktır. Bu­nun üzerine Yüce Allah şu: "Acaba onların herbiri Naim cennetine koyul­mayı mı ümit eder?" ayetini indirdi.[17]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Yüce Allah sözü geçen o niteliğe sahip olan kimselere cennetleri ve kendilerine ikramda bulunulacağını vaad ettikten sonra, dünya ve ahirette kâfirlerin durumlarını söz konusu etmektedir. Dünyada onlar küfre hızlıca koşarlar. Bu sebeple Yüce Allah onları yok edilmek ve helak olmakla tehdit etmiş, rasulüne de kıyamet gününe kadar onlardan yüz çevirmesini emir buyurmuştur. Ahirette ise onlar kabirlerinden çıkacaklar, batıl putlarına ve mabutlarına hızlıca koşacaklardır. Gözleri zilletle bakacak ve zillet on­ları dört bir yandan kuşatacaktır. Buna sebep ise kıyamet gününü yalanla­malarıdır. [18]

 

Açıklaması

 

"Bu kâfirlere ne oluyor ki, sana doğru hızlıca geliyorlar. Sağdan ve sol­dan; bölük bölük etrafını sarıyorlar." Yani ey peygamber, ne oluyor bu kâ­firlere? Niçin küfre, yalanlamaya, seninle alay etmeye hızlıca yöneliyorlar? Onların Peygamber (s.a.)'in sağında, solunda dağınık topluluklar, çeşitli fırkalar ve gruplar halinde ondan kaçışıp ayrılarak gittikleri görülüyor. Ni­tekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ne oluyor onlara ki, öğütten yüz çeviricidirler. Onlar sanki aslandan ürküp kaçan yaban eşşekleridir." (Müddessir, 74/49-51)

"Bölük bölük" lafzının boyunlarını uzatmış ve sürekli sana bakmakta­dırlar, anlamında olduğu da söylenmiştir.

Daha sonra Yüce Allah onların cenneti temenni edişlerinin yersizliğini söz konusu ederek cennetlere girmekten ümitlerini kesilmeleri için şöyle buyurmaktadır:

"Acaba onların herbiri Naim cennetine koyulmayı mı ümit eder?" Bu müşrikler bu şekilde küfür içinde iken yalanlıyorlar ve Rasulullah (s.a.)'dan kaçıp, haktan uzaklaşmakta iken Naim cennetlerine girmeyi mi ümit ediyorlar? Asla, aksine onların varacakları yer cehennemdir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Hayır, gerçekten bizler onları bildikleri o şeyden yarattık." Yani onların asla cennete girme ümitleri yoktur. Biz onları oldukça güçsüz bir meniden yarattık. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz sizi değersiz bir su­dan yaratmadık mı?" (Mürselat, 77/20) Bu buyruk, ölümden sonra dirilişin ve onların gerçekleşmesini inkâr ettikleri, varlığını uzak bir ihtimal olarak kabul ettikleri azabın meydana geleceğinin açık bir ifadesidir. Buna delil de onların da kabul ettikleri ilk yaratma bir yana baştan yaratmadır. O halde insanların değerlendirmelerine göre tekrar yaratmak, birincisinden daha kolay olacaktır. Yüce Allah'a göre ise ilk yaratmak ile tekrar yaratmak aynı şeylerdir. Ayrıca onlar zayıf ve güçsüz bir şeyden yaratıldıklarına göre, ken­dileri de zayıftırlar, onların bu şekilde büyüklenmemeleri gerekir.

Ahmed, İbni Mace ve İbni Sad'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.): "Bu kâfirlere ne oluyor ki sana doğru hızlıca geliyorlar..." buyruğundan itiba­ren: "Hayır, gerçekten biz onları bildikleri o şeyden yarattık." buyruğuna kadar okudu. Daha sonra Rasulullah (s.a.) avucuna tükürdü ve onun üzeri­ne parmağını koyup şöyle dedi: "Allah buyuruyor ki: Ey Ademoğlu, ben seni bunun gibi bir şeyden yaratmışken, sen beni nasıl aciz bırakabilirsin? Ni­hayet seni, organlarını yerli yerine yerleştirdim, seni dimdik ayakta dura­cak hale getirdim. İki elbisene bürünüp yürüdün. Yerde ses çıkardın, mal topladın, onu başkalarına vermeyip alıkoydun. Nihayet canın boğaza gelip dayanacağı vakit sadaka verme zamanı geldi(ğini hatırlardın)."

Daha sonra Yüce Allah, iman etsinler diye küfrü sürdürmeleri halinde helak edilmekle korkutup yerlerine başkalarını yaratmakla tehdit ederek buyurdu ki:

"Hayır, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki mutlaka biz güç yetirenleriz; onların yerine onlardan hayırlı olanı getirmeye ve biz önü­ne geçilecekler değiliz." Yüce Allah güneşin, ayın ve gezegenlerin sene bo­yunca her gün doğup battıkları yerlere yemin ederek, biz bunlardan daha iyi, isyankârlık edenlerden daha çok Allah'a itaat eden kimseleri yaratma­ya ve bunları da helak etmeye kadiriz diye buyurdu. Biz bunu dileyecek olursak hiçbir şey bizi aciz bırakamaz ve kimse bizi yenik düşüremez. Ak­sine biz dilediğimizi yapabiliriz. Fakat irademiz ve hikmetimiz onları ceza­landırmayı ertelemeyi gerektirmiştir.

Bu da Yüce Allah'ın var etmeye de, yok etmeye de -yemin ile pekişti­rilmiş olarak- kudretinin kemalinin delilidir. Mümkin (Allah tarafından yaratılmış) varlıklardan hiçbir şeyin Onu aciz bırakamayacağını ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu ifadeler onların ciddiye alınmadıklarını or­taya koymakta, sözlerinde çelişki bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Çün­kü onlar hem ölümden sonra dirilişi inkâr ediyorlar, hem de cennete girme­yi ümit ediyorlar. Yüce Allah'ın gökleri, yeri ve bildikleri şeyden de kendi­lerini yarattığını da itiraf ediyorlar. Fakat diğer taraftan onun kendilerini ikinci bir defa yaratabileceğine de iman etmiyorlar.

Daha sonra Yüce Allah, Rasulüne ölümden sonra diriliş gününe kadar onlardan yüz çevirmesini emir buyurarak onlara olan tehdidini daha ileri­ye götürmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Artık kendilerine vaad olunan günleri ile karşılaşıncaya kadar bırak onları; dalsınlar, oyalansınlar." Ey Muhammedi Bırak onları da batıl sözle­rini söyleyip dursunlar. Dünya hayatlarında oynayıp oyalansınlar. İnatla-şarak, yalanlamalarım, küfürlerini, ölümden sonra dirilişi inkârlarını sür­dürsünler. Kıyamet gününe ve o gündeki dehşetli halleri görene, onun aza­bını tadarak amellerinin karşılıklarını görecekleri güne kadar bu hallerini sürdürüp gitsinler.

O gündeki hallerinden bazıları:

"O gün onlar sanki dikilmiş putlara süratle gidiyorlarmış gibi kabirle­rinden hızlıca çıkarlar." Şanı yüce ve mübarek olan Rabbinizin, hesaba çe­kilmek üzere durulacak yere gelinmesi için yapacağı çağrı ile kabirlerden ' hızlıca ve birbirleriyle yarışırcasına kalkıp gidecekleri günü hatırla! Onla­rın, hesabın görüleceği yere hızlıca gidişleri dünyada iken dikilmiş bir bay­rak yahut bir sancağa hızlıca koşuşmalarını andıracaktır. Burada "dikilmiş şe/'den kasıt, dikilip de Allah'tan başka ibadet olunan herbir şeydir.

"Gözleri korlukla aşağıda, kendilerini de bir zillet sarmış olacaktır. İş­te bu onlara vaad edilegelen gündür." Gözleri zilletle ve üzülerek bakacak­tır. Aşırı zillet onları bürüyecektir. Bunun sebebi ise karşılarında duran azabın dehşeti ve dünya hayatında itaate karşı büyüklenmenin karşılığı ve cezasıdır. Pek büyük dehşetler ihtiva eden o gün Yüce Allah'ın karşı karşı­ya gelmekle onları tehdit edip uyardığı, kendilerinin ise yalanladıkları gündür. Keşke o güne iman etselerdi de azabtan kurtulsalardı.

Olacak hadiselerden mazi (geçmiş) zaman kipiyle söz edilmesi, Al­lah'ın vaadettiği şeyin kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğinden dolayıdır. [19]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler aşağıdaki hususları göstermektedir:

1- Yüce Allah kâfirlerin, Peygamber (s.a.)'in etrafında küfre hızlıca ko­şuşmalarını, risaletini yalanlayıp onunla alay edişlerini reddetmektedir. Onlar ne diye ona hızlıca gidiyor, etrafında oturuyor, sağında solunda hal­kalar yaptıklarını, küçük küçük gruplar halinde oturduklarını gördüğü­müz halde; emirlerinin gereğini yerine getirmiyorlardı.

2- Daha sonra Yüce Allah onların söz ve konumlarındaki çelişkilerini reddetmektedir. Onlar bir taraftan Peygamber (s.a.)'ın risaletini yalanla­yıp, ashabı ile alay ediyorlar, ölümden sonra dirilişi inkâr ediyorlar, arka­sından eğer bunlar cennete girecek olurlarsa şüphesiz biz onlardan önce cennete gireriz. Eğer onlara cennetten bir şeyler verilecek olursa, şüphesiz bize onlara verilenden fazlası verilecektir diyorlar. Yüce Allah onların bu iddialarını: "Acaba onların herbiri Naim cennetine koyulmayı mı ümit eder?" diye reddetmektedir. Yani onlar ölümden sonra dirilişi inkâr ettikle­rine göre nasıl olur da cenneti girmeyi ümit edebilirler.

3- Yüce Allah cennete girmekten yana onların ümitlerini kesmekte, onların asla cennete girmeyeceklerini haber vermektedir. Çünkü onlar bü­yüklük taslayanlardır. Onlar kendilerinin bir nutfeden sonra sülük gibi ya­pışan bir kan parçasından, sonra da bir çiğnem etten -tıpkı diğer Ademo-ğulları gibi- yaratıldıklarını biliyorlar. Böyle bir büyükleniş onlara yakış­maz. Onların cennete girmelerini gerektirecek bir üstünlükleri yoktur. Cennet ancak iman, salih amel ve Yüce Allah'ın rahmeti ile hakedilebilir.

Rivayet edildiğine göre Mutarrif b. Abdullah b. Şıkhîr, Mühelleb b. Ebi Sufra'nın ipekli elbiseler içerisinde büyüklenerek yürümekte olduğunu gör­dü. Ona: Ey Allah'ın kulu, dedi. Allah'ın nefret ettiği bu yürüyüş de ne olu­yor? Mühelleb ona: Beni tanıyor musun? diye sordu. Ona şu cevabı verdi: Evet, senin ilk halin bozuk bir nutfe, akıbetin pis bir leş olacaktır. Bu iki hal arasında da karnında pislik taşıyorsun. Mühelleb o yürüyüşünü bıra­karak yoluna devam etti.

4- Yüce Allah ölümden sonra dirilişi ispat etmek ve dirilişi inkâr eden müşrikleri reddetmek için güneşin doğuş ve batış yerlerine onları helak et­meye, onları yok etmeye ve fazilet, itaat ve mallarını feda edip harcamakta onlardan daha hayırlılarını getirmeye kadir olduğunu belirtmektedir. Hiç­bir şey ona karşı gelemez, istediği hiçbir şeyi yerine getirmekten aciz bıra­kılamaz. Başkalarını yerlerine getirmek sözkonusu olmadı, fakat Yüce Al­lah iman etmeleri için onları bu şekilde tehdit etti.

5- Yüce Allah müşrikleri kıyamet azabı ile tehdit ederken peygamberi­ne de batıllarına dalmaları ve dünyalarında oynayıp durmaları için onlara ilişmemesini emir buyurdu. Bu da bir tehdit şeklidir. Peygamberine de kendisine emrolunanla uğraşmasını, onların şirklerini önemsememesini emir buyurdu. Çünkü onların tehdit olundukları şeyler ile karşı karşıya gelecekleri bir günleri vardır.

6- Yüce Allah ölümden sonra diriliş günü müşriklerin durumlarını şöylece nitelendirmektedir: Onlar çağırıcınm çağırışına uymak üzere son çağrıyı işittiklerinde kabirlerinden hızlıca çıkacaklardır. Tıpkı onlar dün­yada iken Allah'tan başkasına ibadet edilmek üzere dikilen putlarına yarı­şırcasına hızlıca koşup gittikleri gibi.

Yine onları nitelendirirken gözlerinin zilletle ve yere bakacaklarını, bekledikleri Allah'ın azabının korkusu ile yukarı kaldıramayacaklarını, zil­let ve aşağılığın kendilerini bürüyeceğini belirtmektedir.

7- O gün kıyamet günüdür. Kâfirler o günde, o halde bulunacaklardır. Dünyada iken bugünde kendilerinin azap ile karşılaşacakları belirtilerek tehdit ediliyorlardı. Allah'ın vaadi ise kaçınılmaz olarak gelir ve gerçekleşir. [20]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/106.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/106.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/106-107.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/108-109.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/109-110.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/110-111.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/111-114.

[8] Kurtubî, XVIII/282 vd.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/114-115.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/116.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/117-118.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/118.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/118-121.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/121-122.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/123.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/124.

[17] Vahidi, Esbâbu'l-Nüzul, s. 250.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/124.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/124-125.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/125-127.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/127-128.