NÛH  SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

Nûh Kıssasının Bir Başka Özeti 2

İki Ayrı Ecel 3

Âyetler Arasında Bağlantı 3

MEALİ: 3

Uyarı Ve İrşadın Sonuç Vermemesi 4

Nûh (A.S.) ın Uyguladığı Metodun Ana Hatları: 4

Ayetler Arasında Bağlantı 5

Meali: 5

Akla Işık Tutan Belgeler De Yarar Sağlamadı 5

Nûh Peygamberin Duası 6

Çocuk Terbiyesi Ve Çevre. 7

Nûh Peygamberin {A.S.) Duası 7

Zâlimler İçin Beddua. 7


NÛH  SÛRESİ

 

Sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir.

Sûrenin birinci âyetinde Nûh Peygamber'in (A.S.) kıssasından söz edil­diğinden, bu kadri yüce peygamberin adı aynı zamanda sûreye isim olmuş­tur.

Âyet   sayısı     :       28

Kelime     »        :      221

Harf         »        :      750        [1]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1-Nûh Peygamber'in (A.S.) kavmini imâna davet ettiği konu ediliyor.

2-Nûh Kavmi'nin günahları bırakmaları için kendilerine yapılan tav­siyelere yer veriliyor.

3-Nûh Kavminin isyan ve günahlarını artırdıkça,   Cenâb  Hakk'ın onların mal ve evlâdını çoğalttığına değinilerek konu üzerinde iyioe dü­şünmemiz ilham ediliyor.

4-İlâhî kudretin yüceliğine delâlet eden göklerin ve yerin; ırmak ve dağların yaratılışına parmak basılarak bunların birer belge olduğu belirti­liyor.

5-İnsanın, yeryüzünde yeşerip çıkan bitkiler misâli yaratıldığına dik­kat çekilerek konu üzerinde iyice düşünmemiz isteniliyor.

6-Nûh Kavmi'nin küfür ve azgınlığından ve buna karşılık hem dün­yada, hem de âhirette verilecek cezanın şiddetinden söz edilerek, yaşa­makta olan kâfirler uyarılıyor.

 

Meali:

 

1-Şüphesiz ki biz, Nuh'u kendi milletine peygamber olarak gönder­dik de, «elem verici bir azap gelmeden önce onları uyar» (dedik).

2-O da: «Ey milletim! dedi. Hakikaten ben size gönderilen acık bir uyarıcıyım.

3-4-Allah'a kulluk edin; O'ndan korkup (inkâr ve azgınlıktan) sakı­nın ve bana itaat edin ki, Allah sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belir­lenmiş bir vakte kadar da geciktirsin. Şüphesiz ki Allah'ın belirlediği va-_ kit gelince artık o geriye bırakılmaz. Keşke bunu bir bilseniz!.»

 

Nûh Kıssasının Bir Başka Özeti

 

«Şüphesiz ki biz,Nuh'u kendi milletine peygamber olarak gönderdik de, «elem verici bir azap gel­meden önce onları uyar» (dedik).»    -

Nûh Peygamber (A.S.), resullerin ilkidir. O bakımdan kadri yüce bir peygamber olarak tarihe geçmiştir. Yaşadığı tarih kesin bilinmemekle be­raber böyle bir peygamberin gelip geçtiği kesindir. Zira başta Kur'ân-ı Ke­rîm olmak üzere semavî kitapların hepsi Ondan ve meydana gelen tufan­dan söz etmişlerdir. Hadîslerde de.bu peygambere yer verilerek her türlü şüphenin anlamsız olduğu ortaya konulmuştur.

Bilindiği gibi-Kur'ân'da tarih üzerinde değil, olaylar üzerinde durulur; önemli, ibretli ve öğüt alınacak safhalar anlatılarak yönlendirme cihetine gidilir ve öylece araştırıcılara ip ucu verilir. Olayın hangi tarihte meydana geldiği ise tarihçilere bırakılır.

Nûh Kavmi iyice putperestliğe sarılıp tek ilâh .inancını kaybetmekle kalmamış, ahlâksızlığa ve zulme de pas verip azgınlığı alkışlar düzeye gel­mişti.

Cenâb-ı Hak, Asya'nın Mezopotamya dahif önemli bir kesiminde bulu­nan o milleti uyarıp doğru yola davet etsin diye Nuh'u (A.S.) peygamber olarak görevlendirdi.

Nûh (A.S.)m kavmine ilk sözü şu oidu :

«Ey milletim! Hakikaten ben size gönderilen açık bir uyarıcıyım. Al­lah'a kulluk edin; O'ndan korkup (İnkâr ve azgınlıktan) sakının ve bana itaat edin..»

Böylece Nûh Peygamber (A.S.) önce kendisinin uyarıcı bir elçi oldu­ğunu ilân etti. Arkasından kavmini Allah'ı bilip O'na ibâdete çağırdı ve an­cak Allah'ın korkulmaya lâyık bir ilâh olduğunu hatırlatarak bu hususta hiç­bir ücret, karşılık ve teşekkür beklemediğini; o bakımdan gerçek saadet istiyorlarsa mutlaka kendisine uymalarını açıkladı.

Mükâfat olarak da CenâbHakk'ın onların geçmiş günahlarını bağış­layacağını ve imân doğrultusunda yürüdükleri takdirde ömürlerinin, sahne­de kalma sürelerinin ilâhî ilimle belirlendiği süreye kadar uzatılacağını va'-detti. Küfür ve tuğyanlarında ısrar ederlerse, ona göre bir ecelin takdir edileceğini, artık onun değişmesinin söz konusu olamıyacağını ve o sebep­le vakti saati gelince o ecelin mutlaka gerçekleşeceğini haber verdi. Nûh Peygamber (A.S.) bunları söyledikten sonra «Bu hakikatleri keşke bir bil­seniz!» diyerek onların iyice düşünüp anlamaya çalışmalarını telkinde bu­lundu.

Şüphesiz Kur'ân-ı Kerîm'de Nûh kıssasıyla ilgili verilen bu bilgiler. Onun tebliğ ve irşadının, mücadele ve uyarısının kısa bir özetidir. Çünkü kavmi arasında 950 yıl yaşayan ve asırlarca oniarla mücadelede bulunan bu peygamberin başından geçen olaylar ciltlere sığmayacak kadar geniştir.

Uzun süre ilâhî emirleri teblîğ edip olumlu sonuç alamayınca, durumu CenâbHakk'ın takdîr ve hükmüne bırakarak onlardan ümidini kesmek zorunda kalmıştır. Sonuç ise, malûm : Büyük tufan kâfirlerin kökünü kazı­mış ve o bölgeyi onlardan temizlemiştir.

 

İki Ayrı Ecel

 

«Ve sizi belirlen­miş bir vakte kadar geciktirsin. Şüphesiz ki Allah'ın belirlediği vakit gelin­ce artık o geriye bırakılmaz. Keşke bunu bir bilseniz.»

Ecel: Bit şey için belirlenen süredir. Bu manayla insan için belirlenen ömre, «ecel» denilmiştir. «Falanın eceli yaklaşmıştır» demekten, ona ayrı­lan ömür süresi bitmek üzeredir mânası anlaşılır.

Fertler gibi, milletlerin de eceli vardır. İbn Abbas'a (R.A.) göre: Dör­düncü âyetin son kısmındaki «Allah'ın belirlediği vakit gelince artık o ge­riye bırakılmaz» cümlesinden, milletler için iki ayrı ecelin takdir edildiği anlaşılıyor. Çünkü az yukarıda imân ettikleri takdirde kavim ve millet ola­rak ecellerinin belirlenmiş bir vakte kadar geciktirileceği va'dedilmiştir. Bundan, şu hüküm ortaya çıkıyor:

a)  İmân edip iyi, yararlı insanlar olurlarsa, millet olarak ömürleri, ya­ni sahnede kalış süreleri uzatılacak; inkâr ve ahlâksızlıkta ısrar ederler­se, ona göre takdîr edilen süre sonunda silinip gitmeye mahkûm olacak­lardır.

b) Mukatil'e göre: Ecel birdir. Âyetteki geciktirilmeden maksat, hu­zur, güven, afiyet içinde ömürlerini tamamlama imkânı bulmalarıdır. O hal­de imân ederlerse başlarına gelecek birçok felâketlerden kurtulacaklar.

c)  Zeccac'a göre: İmân ederlerse, inecek olan azap indirilmeyecek ve onlar böylece azaptan uzak tutulacaklar. Ölümleri azap ve felâketle de­ğil, mutad ecelle noktalanacaktır.

Zeccac'ın bu yorumu ağırlık kazanmıştır. Zira bir millet hakkında -inkâr ve azgınlıkta ısrar ettikleri takdirde- takdîr edilen azabın inme vakti ge­lince, artık onun geri çevrilmesi söz konusu olamaz. Sünnetullah hep bu doğrultuda cereyan etmiş; ancak Yunus Peygamber'in kavmi bu genelle­menin dışında kalıp bir istisna teşkil etmiştir.

İbn Abbas'ın (R.A.) yorumuna göre, Nûh .Cavmi hangi şıkkı seçerse ona göre takdîr edilen ecele kadar yaşama şonsları vardı. Vakti saati ge­lince onu geciktirmek mümkün değildir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Nûh (A.S.)ın kendi kavmini uyarması konu edildi ve milletlerin de belirlenmiş eceli bulunduğuna değinilerek Nûh Kavminin takdîr edilen ecelle tarih sahnesinden silindiği belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Nûh (A.S.)ın kendi kavmini CenâbHakk'a ibâ­det ve taâte davet ederken kullandığı metod üzerinde duruluyor ve aydın­latıcı bilgiler veriliyor.

 

MEALİ:

 

5-6-Nûh dedi ki: «RabbımTŞüphesiz ki ben, milletimi gece-gündüz (uyarıp sana, senin dinine) davet ettim; ama benim bu davetim ancak on­ların (nefretine sebep olup) kaçmalarını arttırdı.

7-Hakikat ben, onları bağışlaman için ne kadar davet ettimse, par­maklarını kulaklarına tıkadıkır, elbiselerine örtünüp duymazlıktan geldiler; (inkârda) ısrar edip büyüklük tasladıkça tasladılar.

8-Sonra gerçekten ben onları açıkça (hakka, doğru yola) çağırdım,

9-Sonra yine ben, açıktan duyuruda bulundum ve gizli gizli görüş­meler de yaptım;

10-Rabbınızdan bağışlanma dileyin, çünkü mutlaka O, çok bağışla­yandır, dedim.

11-Gökten üzerinize faydalı yağmur gönderir.

12-Sizi, mallar ve oğullarla destekleyip güçlendirir. Size Cennet mi­sâli bahçeler verir ve ırmaklar akıtır.

13-Size ne oluyor ki, Allah'a büyüklük ve ululuğu, ta'zîm ve saygıyı yakıştıramıyorsunuz!?. O'ndan vakar ve şeref ummuyorsunuz?!.

14-Halbuki O, sizi kademeli tavırlardan geçirip yaratmıştır.

15-Allah'tan tıpatıp uyum hafinde yedi göğü nasıl yarattığını gör­mez misiniz?.

16-Orada Ay'ı bir ışık, Güneş'i ise bir kandil yapmıştır.

17-Allah sizi yerden bir bitki (gibi) bitirmiştir.

18-Sonra sizi oraya ceV irecek ve sizi (tekrar diriltip) bir çıkışla çı­karacaktır.

19-Allah, yeryüzünü size bir yaygı yaptı ki,

20-Orada geniş geniş yollarda yürüyesiniz.»

 

Uyarı Ve İrşadın Sonuç Vermemesi

 

Nüh dedi ki: «Robbım!Şüphesiz ki ben, milletimi gece-gündüz (uyarıp sana, senin dinine) davet ettim; ama benim bu davetim ancak onların (nefretine sebep olup) kaçma­larını artırdı..»

Bir kişiyi veya toplumu, ya da bir milleti sonsuza kadar uyarıp irşad etmek gereklidir diye bir kural yoktur. Uyarı ve irşadın, yönlendirme ve aydınlatmanın bütün yollarına baş vurulur; günün şartlarına göre en iyi, en yararlı inzar ve tenvir metodu seçilir ve öylece hizmete geçilir. Uyarı­lan kişi, toplum veya milet her geçen gün küfür ve tuğyanını artırır, kutsal değerlere saldırıp Allahsızlık ve ahlâksızlığı savunursa, o takdirde onları irşad etmenin, uyarıp yol göstermenin anlamı kalmamış kabul edilir. Duru­mu, en iyi bilen o çok yüce kudret sahibi CenâbHakk'ın hüküm ve ada­letine bırakmak gerekir.

İşte Nûh Peygamber de bu çizgiye gelindiğini açıklayarak o günün ölçü, ortam ve şartlarına göre 13 kadar irşat, uyarı, yol gösterme, akla seslenme, kalp ve kafayı aydınlatma açısından hareketle kendine has bir metod uyguladığını, fakat istediği nisbette olumlu sonuç alamadığını be­yânla, ileride tefsir edeceğimiz âyetlerde belirtildiği şekilde durumu Ce­nâbHakk'ın hükmüne bırakıp çekilmiştir.

 

Nûh (A.S.) ın Uyguladığı Metodun Ana Hatları:

 

Yukarıda da değindiğimiz gibi, Nûh (A.S.) uzun yıllar kavmini Hakk'a davet edip gereken tebliğ ve irşat görevini sürdürürken daha çok şu 13 maddelik bir metodla yola çıkmıştır:

1-Allah'ın varlığına, birliğine çağırıp, inandıkları takdirde geçmiş bü­tün kusur ve günahlarının bağışlanacağı va'dinde bulunmuştur.

Buna rağmen kavmi, hürriyetleri meşru sınırlar içine almak isteyen bir sistemi ve dini benimsemediler ve o yüzden Nuh'un (A,S.) uyarılarına ku­laklarını tıkadılar.

Bir kişinin peşine takılıp birçok nefsanî arzularına sed çekilmesini ki­bir ve gururlarına yediremediler.

2-Nûh (A.S.) çok açık ve net bir çağrıda bulundu. Anlaşılmayacak, şüphe uyandıracak bir anlatım tarzına yer vermedi.

3-Uyarıyla müjdelemeyi dengede tuttu : Bazan tehdit edip korkut­tu, bazan da ümit verip müjdeledi.

4-Açık tebliğin yanında ileri gelenlerle, toplum arasında söz sahibi olanlarla özel görüşmelerde bulunmayı ihmâl etmedi. Niyet ve amacını, davet ettiği inancın nasıl bir rahmet olduğunu kesin çizgileriyle anlattı. Ma­kam ve şöhret peşinde olmadığını, herhangi bir çıkar düşünmediğini söy­lerken günlük yaşayışıyla bunu isbat etti.

5-Bu arada CenâbHakk'ın geniş rahmet ve mağfiretinden söz et­ti. CenâbHakk'ın bütün emir ve yasaklarının, tavsiye ve beyânlarının mut­laka insandan yana olduğunu belirterek bundan başka bir şey beklenme­diğine dikkat çekti.

Şüphesiz Nûh (A.S.)ın kullandığı bu beş maddelik uyarı ve irşad daha çok duygu ve düşünceye yönelik bir seslenişi içermektedir. Böylece o, vic­danları haktan yana geliştirmeyi plânlıyordu. Arkasından onların aklına seslenmeye, ona göre inandırıcı, yönlendirici belgeleri sergilemeye geçti. Şöyle ki :

6-Gökten üzerinize faydalı, hayat verici yağmuru indiren Cenâb-ı Hak'tır. O, kurduğu düzenle bu nîmeti sistemli şekilde kullarına ulaştırmak­tadır. O, mevcut nimetlerden güneşi, ya da teneffüs edilen havayı veya yağmuru çekip alsa, hayat bir anda durur ve tükenir.

7-Kâinatı dengeli, düzenli tutan ve yürüten kimdir? Putların, taştan, ağaçtan yontulup şekillendirilen cisimlerin böyle bir kudreti ve marifeti var mıdır? O halde Cenâb-ı Hak mı ta'zîm ve tekrîme, ibâdet edilmeye lâyıktır, yoksa putlar mı? Kurulu düzende hâkim olan üstün kudreti basit cisim­lere iroa etmenin mâkul bir yanı var mıdır?

8-Sonra insan denilen  canlının  kademeli safhalardan geçirilerek yaratıldığını ayrı bir belge olarak gözler önüne serdi. Topraktan çıkan gı­da maddelerinin   insan   vücuduna  geçmesiyle  spermanın   oluştuğunu ve onun da kadının yumurtalığına intikal etmesiyle ceninin vücut bulduğunu; ana rahmindeki bekleme süresi içinde ceninin şekillenip insanî ruha maz-har kılındığını, inkarcı sapıkların anlayacağı tarzda anlattı ve böylece beşer aklını harekete geçirmeye çalıştı.

9-Sonra inkarcıların dikkatini yedi kat göğe çekip nasıl düzen ve dengede yaratıldığını yine onların anlayabileceği bir lisanla açıkladı.

10-Ay'ı bir nur, güneşi bir kandil olarak yaratan Allah'ın bu mükem­mel eserinin nasıl bir anlam ve hikmet taşıdığını ve her birinin mutlak su­rette ilâhî damgayı yansıttığını yönlendirici bir anlatımla işledi.

Böylece âyette geçen «ışık» diye çevirisini yaptığımız «nur»un ay'a; «kandil» diye çevirisini yaptığımız «sirac»ın güneşe nisbet edilmesi, ilmî bir gerçeği ortaya koymaktadır. Şöyle ki.- Nûr kavramıyla ay'ın ışığının kaynağının kendinden olmadığı, başka bir kaynaktan aldığı ortaya çıkıyor. Sirac kavramıyla da güneşteki tükenmez enerjinin kaynağının bizzat gü­neşin kendisi olduğu vurgulanıyor.

11-Nûh (A.S.) tekrar insanın hılkatındaki inceliğe geçip, az önce be­lirttiğimiz gibi, ilk insanırj ve sonra da onun neslinin topraktan yaratıldı­ğını belirterek bitkileri misâl verdi. Şöyle ki: Adem (A.S.) bizim mahiye­tini bilemediğimiz bir.kanunla «kün emri»yle vücut bulmuştur. Onun nes­linin ise, belli biyolojik ve fizyolojik kanunlara bağlanarak, erkekte oluşan spermanın, kadında oluşan yumurtanın topraktan çıkan gıda maddeleriyle vücut bulduğu kesindir.

12-Yeşerip çıkan bitkilerin bir gün gelip kuruyarak çer-çöp haline dönüştükten sonra baharın gelmesiyle yeniden yeşerip filizlenmesini, in­sanın öldükten sonra tekrar diriltilip kaldırılacağına yakın bir misâl gös­terdi.

13-Yeryüzünün coğrafî düzenlemesini bir başka belge ve delil olarak ortaya koydu. Dağların, ırmakların, kaynakların ve engebeli arazinin belli bir plâna göre hazırlanıp insanların yaşamasına elverişli düzeye getirildi­ğini belirtti.

Böylece Nûh (A.S.) uzun yıllar bu metodla hareket edip zaman zaman konuların kılıfını değiştirerek ayrı bir anlatım tarzıyla uyarı ve irşadını sür­dürdü.

Kur'ân-ı Kerîm'de ilgili âyetlerle Nûh Peygamber'in (A.S.) tebliğ ve ir-şad metodu verilerek, hak yolunda hizmet etmek isteyenlerin geniş çapta bilgi ve kültüre, birçok ilim dalında yetişmiş bulunmasına ihtiyaç olduğu belirtiliyor.

Allah adına konuşacak olan kişinin, O'nun hayat kanunlarını, hilkat plânını, sünnetullahı, kâinatta hâkim olan denge ve düzen ölçülerini ilmî yönden de çok iyi bilmesi; Kür'ân'ı inceliğiyle, ana fikirleriyle, temel bilgi­leriyle, hukukî sistemiyle anlayacak bir güçte olması şarttır. Aksi halde kaş yaparken göz çıkarabilir.

Unutmayalım ki, teblîğ ve irşad bütün bir ömrü kapsayan bilgi, bece­ri, tecrübe, ilim ve kültür işidir.

 

Ayetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Nûh Peygamber'in, kendi kavmini Hakk'a c ederken teblîğ ve irşadında kullandığı metoda yer verildi ve bu, 13 m halinde sıralanarak mü'minler aydınlatıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, Nûh Kavmi'nin uzun yıllar uyarılmalarına ve dilerini aydınlatan delil ve belgelerle doğru yol gösterilmesine rağmen bütün küfür ve azgınlıklarının arttığı konu ediliyor; tapındıkları putlc daha çok ilgi duyup sarıldıkları misâl olarak veriliyor. Sonra da Nûh (A.i yapılacak başka bir şey kalmadığını görünce, kâfirler aleyhine el kal beddua ettiği; kendi ailesi ve mü'minler için de duâ edip ilâhî mağfiret (ediği açıklanıyor.

 

Meali:

 

21-Nûh dedi ki: «Rabbim! Doğrusu onlar bana karşı geldiler; malı ve evlâdı kendisine zarardan başka birşey artırmayan kimseye uydular.

22-Büyük hileler ve düzenler kurdular.

23-«Ve sakın sakın tanrılarınızı terketmeyin; özellikle Vedd'i, Suvâ'ı, Yağûs'ü, Yaûk'u ve Nesr'i bırakmayın» dediler.

24-Bunlar cidden  birçoklarını  saptırdılar. (Rabbıml) bu zâlimlerin ancak sapıklık ve şaşkınlığını artır.»

25-Günah ve azgınlıkları sebebiyle boğuldular da Cehennem'e atıl­dılar. Kendilerine Allah'tan başka yardımcılar da bulamadılar.

26-Nûh dedi ki: «Rabbım! Yeryüzünde kâfirlerden dolaşıp yurt edi­nen bir kimse bırakma.

27-Eğer onları bırakırsan senin kullarını saptırırlar ve sadece ilâhî sınırları çiğneyen çok nankör, aynı zamanda ahlâksız evlât doğurup yetiş­tirirler.

28-Rabbım! Beni, ana-babamı, evime mü'min olarak gireni, bütün mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla. Zâlimlerin ise sadece yok olmalarını artır.»

 

Akla Işık Tutan Belgeler De Yarar Sağlamadı

 

<<Nûh dedi ki: <<Rabbım! Doğrusu onlar bana karşı geldiler; mal ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey artırmayan kimseye uydular. Büyük hileler ve düzenler kur­dular..»

Nûh Kavmi'nin aşırı putperestliği, ileri gelenlerinin makam ve maddî çıkarları, çoğunun hayat dizginini nefs ve iblisin eline bırakması kalp göz­lerini iyice kör etmiş, akıllarını mefluç hale getirmiş ve aklı duygunun emrine vermişti. O bakımdan inanıp taptıkları putlarına sımsıkı bağlanma ko­nusunda iyice şartlanmış ve bu hal, giderilmesi çok zor ön yargı çizgisine gelip dayanmıştı.

Nûh Peygamber'e inanan birkaç kişi dışında kalanları, ülkenin refah içinde gününü gün eden şımarık zenginleri putlara daha çok sahip çıkmaya tahrik ve teşvik ettiler ve böylece daha koyu bir putperestlik havasını oluş­turdular.

Cenâb-ı Hak, 23. âyetle onların büyük ilâh diye ibâdet ettikleri putla­rının isimlerini vererek Mekkeli'leri uyarmakta; o putların da Lât Menat, Hubel ve Uzza kadar büyük putlar olduğunu, ama ilâhî emir ve hüküm ge­lince hepsinin belirsiz hale getirildiğini, hiçbir putun onlar için kurtarıcı ve yardımcı olma güç ve kudretini taşımadığını hatırlatmaktadır.

Müfessir Merâğî, adı geçen putların hangi kavim ve kabilelere ait ol­duğunu ve Mekke ile civarındaki büyükçe putların kimler tarafından ko­runduğunu şöyle tesbit edip yazmıştır:

1-Vedd, Kelb Kabilesinin,

2-Suva' Hüzeyl'in,

3-Yağus, Sebe'lilerin,

4-Yaûk, Hemdanh'ların,

5-Nesr, Himyerli'lerin idi.

Bu tesbitten çıkarılan sonuç şudur: Nûh Peygamber (A.S.) Mezopo­tamya'dan Yemen'e kadar birçok kavim ve kabilelere gönderilen bir resul­dür ve tufan da bu bölgeleri tahrip etmiştir.

Burada şu soru ortaya çıkmaktadır:

Nûh Tufan'ında başta insan olmak üzere mevcut canlılarla birlikte put­lar da silinip belirsiz hale gelmiştir. Nûh (A.S.)ın yaşadtğı asırlarda halkın daha çok ilgi duyduğu o beş büyük put nasıl ortaya çıktı veya ismi geçen kabileler tarafından nasıl tesbit edilerek yeniden ihya edildiler?

Bu soruya Buharı, İbn Cüreyc tarikiyle İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı şu rivayetle cevap vermeye çalışmıştır: «Nûh Kavmi'nde tapılan putlar, tu­fandan sonra Araplara geçmiştir.»

Bu konuda senedi olmayan birçok rivayetler daha vardır ki onları tef-sîrimize nakletmeyi uygun görmedik.

Ancak şunu söyleyebiliriz ki: Sözü edilen beş putun ismen bilinme­sinde iki ihtimal vardır:

a) Ya tufandan sonra belli kesimlerde o putlara rastlayanlar olmuş ve üzerlerindeki yazı veya alâmetlerden tanımışlardır.

b) Ya da sadece çok yaygın olan bu isimler tufandan sonra da unu­tulmamış; gemiye binip kurtulan mü'minlerden duyulmak suretiyle dilden dile aktarılarak yeniden ihya edilmişlerdir. Koyu putperest olan Araplar da o isimlerin tesiri altında kalıp yaptıkları büyük putlarına aynı isimleri ver­mişlerdir.

Bu ikinci ihtimal akla daha yakındır. O halde olay, cahiliyet devri Arap-larının ibret almaz, öğüt kabul etmez, uslanmaz bir çizgide olduğunu gös­termiyor mu?

Adı geçen putlara tapanlar, inkâr ve tuğyanlarında ısrar ettikleri, pey­gamberlerinin uyarısına kulaklarını tıkadıkları için ilâhî gazaba uğratılarak tufanda yok edilmişler ve inanıp bağlandıkları putlar ne onları, ne de ken­dilerini kurtarabilmiştir.

Arap vc:rımadası'nda hem Nûh Peygamber'in kıssası, hem de putpe­rest âsilerin akıbeti az-çok bilindiği halde, başta Mekkeli'ler olmak üzere Arapların çoğu yine de koyu bir putperestlik güdüyor, bir türlü Hakk'ın sesine gönül kulaklarını açmıyorlardı.

Böylece Cenâb-ı Hak, özellikle Mekkeli müşriklerin ne kadar câhil, mantıksız, idraksiz ve öğüt, ibret almaz olduklarına işarette bulunuyor.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in risâlet devrinde ise, Mekke ve civarın­da müşriklerin geniş ilgi duyduğu ve çok önemli saydığı putlar şunlardı:

1-Lât: Sakîf ve Tâifli'lerin,

2-Uzzâ : Süleym ve Gatafan, aynı zamanda Cüşük kabilelerinin,

3-Menât: Huzaâ kabilesinin,

4-Esaf; Mekkeli'lerin,

5-Naile :      »

6-Hübel:     »        tapındığı büyük put idi.

Bunlardan özellikle Hübel, Mekkeli'ler için çok önemliydi. O bakımdan onun kadirini yüceltmek için Kabe'nin damını ona lâyık görmüşlerdi.

Putperestlik nasıl doğmuştur veya nasıl doğmaya namzettir?

Tek ilâh inancı zayıflamaya başlayınca, ortaya birtakım hurafeler çı­kar ve yavaş yavaş bu hurafeler kalp ve kafalarda yer edince, câhil halk tabakası bazı şeyleri kutsal sayıp dert ve dileklerini onlara anlatmaya çalışırlar. Derken bir süre sonra o şeyler ve cisimler ilâhlaştınlır ve böyle­ce tek ilâh inancı yerini çok ilâhh bir inanca bırakır.

Bu konuda sahih kabul ettiğimiz şu rivayet de konuyu yeterince ay­dınlatmaktadır :

-Hz. Aişe (R.A.)dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: «Ümmu Habibe ile Ümmu Seleme (R.A.), bir gün Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'e, Habeşistan'da bulundukları zaman Mâriye adı verilen bir kiliseyi ve İçinde bazı insan ve melek suretlerinin nakşedilmiş bulunduğunu gör­düklerini anlattılar. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurdu: «Şüp­hesiz onlar öyle bir topluluktur ki, içlerinde iyi bir kişi ölünce üzerine -bed inşâ eder ve o mabede, gördüğünüz suretlere benzer suretler nakşe­derler. Onlar kıyamet gününde Allah'ın yanında insanların en kötüsüdür-ler

[2]

Nûh Peygamberin Duası

 

«Nûh dedi ki: Rabbım! Yeryüzünde kâfirlerden dolaşıp yurt edinen bir kimse bırakma..»

Doğunun halk filozofu Şeyh Sadi, Gülüstan adlı kitabında der ki: «Kur­dun oğlu âkibet kurt olur.» Gerçi bu genel ve sabit bir kural değildir ve olamaz da. Ama içinde hakikat payı vardır. Nitekim Nûh Peygamber'in (A.S.) asırlara dayanan mücadelesi bu neticeyi vermiştir. O bakımdan yüzünü bârigâh-i izzete çevirerek : «Rabbım! Yeryüzünde kâfirlerden dolaşıp yurt edinen bir kimse bırakma. Eğer onları bırakırsan senin kullarını saptırırlar ve sadece ilâhî sınırları çiğneyen çok nankör, aynı zamanda ahlâksız evlâd doğurup yetiştirirler.» diye duâ etmiştir.

Şüphesiz Nuh'un (A.S.) yaptığı bu duâ, tufandan önce olmuştur. Zira âyetin siyak ve sibakı bunu yansıtmaktadır. Ancak ne var ki her şey zıd­dıyla inkişaf edip hız ve güç kazanır. Tez ancak antitezle ölçü ve değerini bulabilir. Nûh Peygamber bu gerçeği çok iyi bilirdi; ama biz Onun «alâ'l-arzi» sözünden bütün dünyayı değil, kendi bölgesini kasdettiğini tahmin ediyoruz. Çünkü «arz» kelimesinin başındaki «elif-lâm» ahd için de olabilir. Bu yorum ve takdirle, Nûh (A.S.) «el-arz» derken kafasında düşünüp ta­sarladığı kendi bölge ve kendi kavmini kasdetmiş olabilir. Aynı zamanda her peygamber görevi gereği yeryüzünde yalnız Allah'a ibâdet edilmesini arzular.

«Deyyar»ın kökü ya «cfâr», ya da «devir»dir. O bakımdan «deyyar», «ev tutan», «yurt edinen» mânasına gelir.

 

Çocuk Terbiyesi Ve Çevre

 

Eğer onları bırakırsan senin kullarını saptırırlar ve sadece İlâhî sınırları çiğneyen çok nankör, aynı zamanda ahlâksız evlât doğurup yetiştirirler.»

Hemen her canlı doğup büyüdüğü çevrenin şartlarına uyarak varlığını sürdürür. İntibak (uyum sağlama) kabiliyeti en yüksek olan canlı ise, in­sandır. O, içinde yetiştiği çevre, toplum ve ailenin ahlâk ve kültür tezgâ­hında dokunup şekillenir. Bunun istisnaları her zaman olabilir; ama genel kaideyi değiştirme*.

Doğan çocuğu bir oka benzetirsek, ana-babası onun için bir yaydır. Bunlar o oku kendi yaylarına yerleştirip atarlar; çocuk nereye düşerse ora­nın rengini ve karakterini az veya çok alır.

Alman ilim adamı ve ünlü şâir Goethe buna yakın bir tanımlamada bu­lunmuştur ;

«Çocukların hafızası kirlenmemiş beyaz kâğıda benzer; her türlü ya­zı için yer vardır. Yaşlıların hafızası ise, çeşitli çizgilerle dolmuş bir kâğıda benzer; yazmak için yer bulunmaz.»

Nûh Peygamber'in  (A.S.): «Onlar sadece fâcir keffar evlât  doğurup

yetiştirirler» sözü bu gerçeği çok daha güzel yansıtmaktadır.

O halde ana-babanın tesiri yanında çevrenin de tesiri çok önemlidir. Bunun için her mü'min kişi evlâdına iyi bir çevre seçip bulmak zorundadır ve böyle yapmakla yükümlüdür. Ahlâkan çökmüş, manevî bağlan iyice zayıflamış veya kopmuş; yabancı kültürün kurbanı olmuş bir beldeden veya bölgeden, evlâdını kurtarmak için ahlâki kurallara saygılı olan ve dinî inan­cı zayıflamayan, kendi öz kültürüyle ayakta durmayı başaran başka bir belde veya bölgeye göç etmesi, tedbirlerden biri sayılabilir ve böyle bir imkân bulamadığı takdirde inançlı, ahlâklı bir çevre edinmeye gayret eder.

 

Nûh Peygamberin {A.S.) Duası

 

Hz. Nûh (A.S.) azgın, mütecaviz, nankör kâfirler aleyhine duâ ettik­ten sonra, kendisinden sonra geleoek olan mü'minlere dilek adabını telkin ve tavsiye eder anlamda, yaptığı duasında şu sırayı özellikle gözetmiştir;

a)  Rabbım! Beni,

b)  Ana-babamı,

c)  Evime mü'min olarak gireni,

d)  Ve bütün mü'min erkekleri ve mü'min kadınları (mağfiretine maz-har kılarak) bağışla.. [3]

Onun bu veciz ve anlamlı duası, bize de duâ adabını öğretmekte ve şu bilgileri vermektedir:

1-Duâ özlü, anlamlı ve kısa olmalı,

2-Yapmacık hareketlerden, kafiye ve vezinden uzak tutulmalı,

3-Önce kendi nefsi için, sonra ana-babası ve yakınları, sonra da bü­tün mü'minler için rahmet, af ve mağfiret; sıhhat, selâmet ve afiyet dilek ve temennisini taşımalı..

 

Zâlimler İçin Beddua

 

Nûh Peygamber (A.S.), ıslâhı mümkün olmayan inkarcı zâlimleri kas-dederek duasının sonunda onlar için bedduada bulunmuş : «Zâlimlerin ise, sadece yok olmalarını artır» demiştir. Zira dünya adaletle ayakta durabi­lir. Kâinat da bir bütün olarak ilâhî adalet, denge ve düzenle ayakta dur­maktadır. Yeryüzünde ve bir ülke veya beldede zâlimlerin çoğalması, o yerde denge ve düzenin bozulması, adaletin ortadan kalkması demektir. Nûh (A.S.)ın asırlara dayanan tecrübe ve müşahedesi, böyle bir bedduada bulunmasına yol açmıştır.

Nûh Sûresi'ne, Nûh (A.S.)ın kıssasına kapı açılarak başlandı ve Onun gerek mü'minler lehine, gerekse kâfirler ve zâlimler aleyhine yaptığı dua­nın özeti verilerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsîrini bize müyesser kılan CenâbHakk'a sayısız hamd-u senalar; kıssaların ibretli yanlarını bize en güzel şekilde açıklayan sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.) ve O'nun âl ve ashabına salât-u selâmlar olsun.

 



[1] Tefsîrü Garâbi'l-Kur'ân/Nizamuddin Nisabûrî: 29/47

[2] Sahih-i Müslim - Tefsîr-i Kurtubî:   18/308

[3] Bilgi için bak: İbrahim Sûresi: 41. âyetin tefsîrl