NUH SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Nuh (A.S.)'un Kavmine Peygamber Olarak Gönderilmesi 2

Kelime ve İbareler: 2

Açıklaması 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 3

Nuh (A.S.)'un Rabbine Yakarışı 4

Belagat: 4

Kelime ve İbareler: 4

Ayetler Arası İlişki 5

Açıklaması 5

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 7

Nuh Kavminin Çeşitli Kötülükleri, Çirkin Sözleri Ve Fiilleri 8

Belagat 8

Kelime ve İbareler: 8

Ayetler Arası İlişki 9

Açıklaması 9

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 10


NUH SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu sureye Allah'ın peygamberi Nuh (a.s)'un adı verilmiştir. Onun kav­mi ile birlikte davetinin başlangıcından itibaren tufana kadar olan kıssası söz konusu edilmiştir. Nitekim surede: "Gerçekten biz Nuh'u... gönderdik" diye başlamaktadır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin kendisinden önceki sure ile iki bakımdan ilişkisi vardır:

1- Her iki sure de Yüce Allah'ın kâfirleri tehdit ettiği azabı sözkonusu ederek başlamaları bakımından birbirine benzemektedir: Meâric suresinde Muhammed (s.a.)'in kavmi, bu surede ise Nuh (a.s)'un kavmine vaad olu­nan azaptan sözedilmiştir.

2- Yüce Allah Meâric suresinin sonlarında: "Mutlaka biz güç yetirenle-riz. Onların yerine onlardan hayırlı olanları yetirmeye." (Meâric, 70/40-41) diye buyurmuştur. Daha sonra Nuh (a.s)'un kavminden iman edenler müs­tesna, diğerlerinin suda boğulmasını kapsayan Nuh (a.s)'un kıssası ve bo­ğulanların yerine daha hayırlılarının getirildiği söz konusu edilmektedir. Böylelikle bu, yerlerine başkalarını getirmeye kadir oluşuna dair haberin ispatı ve delillendirilmesi konumundadır. Nitekim Kalem suresinde yer alan "Bahçe sahipleri" kıssası da, Mülk suresinin sonunda yer alan buy­ruklara dair bir çeşit delil durumundadır. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu sure de akide esaslarını yerleştirmeye, Allah'a ibadet ve itaat, put­lara ve heykellere ibadeti çürütmek, Allah'ın varlığına, vahdaniyetine kud­retine delil getirmek gibi imanın unsurlarını açıklamaya itina gösteren di­ğer Mekkî sureler gibidir.

Sure Yüce Allah'ın Nuh (a.s)'u kavmine peygamber gönderdiğini, onun kavmini uyarıp, onlardan günahlarının bağışlanması, onlara mal ve çocuk­lar verip, pınarların fişkırdığı bağ ve bahçeler ihsan etmesi için günahla­rından vazgeçmelerini istediğini belirterek başlamaktadır. Fakat onlar onun davetini kabul etmediler, sapıklığı ve isyankârlığı alabildiğine ileri götürdüler: "Gerçekten biz Nuh'u kavmine... gönderdik." (1-14. ayetler)

Daha sonra Yüce Allah göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde insanın yaratılışında Yüce Allah'ın insanlara yeryüzünü emirlerine vermek, fayda­larına orayı müsahhar kılmak, orada türlü hazine ve madenleri yerleştir­mek, yeryüzünün çeşitli yerlerine gidip gelebilmek, oradaki geniş yollarda yürümek gibi hususlar üzerinde düşünüp tefekkür etmelerini emir buyu­rup, bunları varlığına, birliğine, kudretine delil görmeleri, O'na itaate yö-nelip, nimetlerini itiraf etmelerini emretmektedir: "Görmez misiniz Allah yedi göğü nasıl tabaka tabaka yaratmış..." (15-20. ayetler)

Sure kavminin kâfirliğini, putlara ibadette ısrar edişlerini, dünya ve ahiretteki cezalarını, Nuh (a.s)'un yıllarca devam eden davet yolundaki uzun cihadından sonra şirkten vazgeçmemeleri ve uyarı ve hatırlatmalar­dan yararlanmamaları üzerine, Nuh (a.s)'un kavmine helak edilip yok edil­meleri için beddua etmesi ile sona ermektedir: "Nuh dedi ki: Rabbim, ger­çek şu ki bunlar bana isyan ettiler..." (21-28. ayetler) [3]

 

Nuh (A.S.)'un Kavmine Peygamber Olarak Gönderilmesi

 

1-  Gerçekten biz Nuh'u kavmine: "Kendilerine çok acıklı bir azap gel­mezden önce kavmini korkut." diye gönderdik.

2- O da dedi ki: "Ey kavmim! Şüphe­siz ben sizi apaçık bir korkutan ve uyaranım.

3- "Şöyle ki: Allah'a ibadet edin, O'n-dan korkun ve bana itaat edin.

4- 'Ta ki günahlarınızdan bir kısmı­nı mağfiret buyursun ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin. Şüp­hesiz ki Allah'ın takdir ettiği vakit geldi mi geri bırakılmaz. Keşke bil­seydiniz."

 

Kelime ve İbareler:

 

İman etmeyecek olurlarsa "kendilerine" dünyada tufan, ahirette de ce­hennem ateşi ile "çok acıklı bir azap gelmezden önce kavmini korkut!"

"Sizi apaçık bir korkutan ve uyaranım." Uyarıp korkutması apaçık olanım.

"Günahlarınızdan bir kısmını mağfiret buyursun." Bu buyrukta "bir kısmını" anlamını veren "min" edatı fazladan gelmiştir. Çünkü iman kendi­sinden önceki bütün günahların bağışlanmasına sebeptir. Yahut kul hakkı­nı dışarıda tutmak için kısmîlik ifade eder. "Ve sizi" azaba uğratmaksızın "belli bir süreye kadar" bilinen ve ileri geçilemeyecek süresi belli bir vadeye kadar "geciktirsin." Bu da sizin için tespit edilmiş olan en nihai süre olup, ölüm vadesidir. "Şüphesiz ki Allah'ın takdir ettiği vakit geldi mi geri bıra­kılmaz." O halde size mühlet verilen ve ertelendiğiniz bu zamanlarda iyi amel işlemek için elinizi çabuk tutunuz.

"Keşke bilseydiniz" bilen ve düşünenlerden olsaydınız bunu anlardınız, iman ederdiniz. Bu ifadede onların dünya hayatına aşın sevgi beslemeleri dolayısı ile ölüm hususunda sanki şüphe taşıdıklarına bir delâlet vardır. [4]

 

Açıklaması

 

"Gerçekten biz Nuh'u kavmine: Kendilerine çok acıklı bir azap gelmez­den önce kavmini korkut diye gönderdik." Yani biz Allah'ın kavmine gön­derdiği ilk rasul olan Nuh'u peygamber olarak gönderdik ve ona dedik ki: Kendilerine çok ağır ve acıklı bir azap gelmezden önce kavmini Allah'ın azabı ve intikamı ile korkutup uyar. Bu da ya cehennem azabı ya da tufan­da boğulma azabıdır. Eğer tevbe edip Allah'a dönerlerse bu azapları kaldı­rılır.

"O da dedi ki: Ey kavmim! Şüphesiz ben sizi apaçık bir korkutan ve uyaranım." Nuh kavmine: "Ben sizleri Allah'ın azabı ile açık ve besbelli bir şekilde korkutup uyarıyorum. Size nasıl kurtulacağınızı açıklıyorum." de­di. Bu korkutup uyarmanın muhtevası da şuydu:

"Şöyle ki: Allah'a ibadet edin, ondan korkun ve bana itaat edin." Sizle­re O'na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın bir ve tek olarak Allah'a ibadet etme­nizi, Onun haklarını eksiksiz yerine getirmenizi, emirlerine uymanızı, sizi azabına müstehak kılacak şeylerden uzak kalmanızı, size verdiğim emir­lerde bana itaat etmenizi emrediyorum. Çünkü ben sizlere şanı yüce ve mübarek olan Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim.

Takva (korkmak), emirleri yerine getirip haram ve günahı gerektiren hususlardan uzak durmak demektir.

Bu üç yükümlülüğü yerine getirmenin iki sonucu vardır:

"Ta ki günahlarınızdan bir kısmını mağfiret buyursun ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin." Yani günahlarınızın bir kısmını örtsün, işlediği­niz kusurları müsamaha ile karşılasın, ömürlerinizi uzatarak sizi Allah'ın sizin için takdir buyurmuş olduğu ölüm vaktinize kadar -iman edip, itaat ettiğiniz takdirde- ertelesin ve ömürlerinizi uzatsın. Böylelikle ibadet ve itaate mükâfat olarak iki hususun vaad edildiği görülmektedir: Birincisi ahirette görülecek zararların önlenmesi demek olan günahların bağışlan­ması, ikincisi dünya menfaatlerinin gerçekleştirilmesi sonucunu verecek olan ecelin mümkün olan en nihai süreye kadar geciktirilmesi.

İlim adamları bu ayet-i kerimeyi itaat, iyilik ve akrabalık bağını gö­zetmek sebebiyle ömrün gerçek anlamda uzatılacağına delil göstermişler­dir. Nitekim Ebu Ya'lâ'nm rivayet ettiği hadiste belirtildiğine göre Enes şöyle demiştir: "Akrabalık bağını gözetmek ömrü uzatır." Zemahşeri dedi ki: Allah meselâ Nuh kavmi iman ettikleri takdirde onlara bin yıl ömür ya­şayacaklarını, küfürleri üzere kalacak olurlarsa dokuzyüz yıl sonunda on­ları helak edeceğini takdir buyurmuş olsun. Onlara şu söylendi: İman edin, Allah da sizi belli bir vadenin sonuna kadar geciktirsin. Yani Allah'ın mik­tarını tespit ettiği ve sizin ulaşacağınız son vakit olarak belirleyip daha ile­risine gidemeyeceğiniz vakte kadar sizi yaşatsın. Bu da daha uzun vakit olan bin yılın nihayetidir. [5]

"Şüphesiz ki Allah'ın takdir ettiği vakit geldi mi geri bırakılmaz. Keşke bilseydiniz." Yani Allah'ın sizin için takdir ettiği süre gelip de siz hala kü­für üzerinde devam etmekte iseniz bu süre ertelenmez, aksine kaçınılmaz olarak gerçekleşir. O halde iman etmek ve itaate yönelmekte elinizi çabuk tutunuz. Eğer bilseydiniz, sizler Allah'ın takdir ettiği sürenin gelmesi ha­linde geriye bırakılmayacağını da bilirdiniz. Yani ecel kesindir ve ertelen­mez. Fakat bir başka şeyle bir alâkası ve irtibatı bulunmaktadır. İman ve itaat halinde ecel daha uzar. Fakat daha sonra da kaçınılmaz olarak ölüm gelecektir. Küfür ve masiyet halinde ise ecel daha kısa olur, sonra da ölüm tahakkuk eder.

Akıllı kimse, azap gelmeden önce itaate yönelmekte elini çabuk tutan­dır. Çünkü Yüce Allah cezanın gelmesini emredecek olursa, bu geri çevrile­mez ve buna engel olunamaz. Eceli tesbit eden Yüce Allah olduğundan do­layı eceli kendisine nispet etmiş bulunmaktadır. [6]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler aşağıdaki hususları göstermektedir:

1- Yüce Allah rasulü Nuh (a.s.)'u kavmine peygamber olarak gönderdi. Küfürleri üzere ısrar ettikleri takdirde ahirette cehennem azabı, dünyada ise karşı karşıya kaldıkları tufan olan can yakıcı azap ile korkutup uyar­mak için gönderdi. Katade'nin İbn Abbas'tan rivayetine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Risalet verilen ilk peygamber Nuh'tur. O bütün yeryüzündekileregönderilmişti." Bundan dolayı kâfir olmaları üzerine Yüce Allah yeryüzündekilerin hepsini suda boğdu.

2- Nuh (a.s) Rabbinin emrine uyarak kavmine aldığı risaleti şu sözle­riyle tebliğ etti: Kavmim, ben sizin için uyarısı apaçık olan sizi uyarıp kor­kutan birisiyim. Allah'a kim karşı gelirse cehenneme girer, size Allah'ı tev-hid etmenizi, ona gerçek anlamıyla ihlâsla ibadet etmenizi, ondan korkma­nızı, size verdiğim emirlerde Ona itaat etmenizi istiyorum. Çünkü ben Al­lah'ın size gönderdiği rasulüyüm. İbadet etme emri gerek kalb ile yapılan gerek organlarla yapılan türden olsun, farz ve mendub bütün amelleri kap­sar. Korkmak (takva) emri ise haram ve mekruh herşeyden uzak kalmayı ihtiva eder. İtaat de bütün emir ve yasaklarla itaati kapsar.

Eğer sizler ibadetten ayrılmaz, Allah'tan korkar, emirlerine itaat eder­seniz yaratılmışların hakları dışında kalan kimi günahlarınızı bağışlar, ecellerinizi erteler. Yani Yüce Allah onları yaratmadan önce şu hükmü tak­dir buyurmuştu: İman ederlerse ömürlerine bereket verecekti, iman etmez­lerse onlara daha erken azap gönderilecekti.

3- Gerçekleşmesi kesin olan ölüm geldiği takdirde geriye bırakılmaz. Bu ölüm ister azap ile gelsin, ister azapsız gelsin. Siz ey insanlar, eğer bi­len kimseler iseniz Allah'ın eceli geldiği takdirde asla geri bırakılmayacağı­nı da bilirsiniz. Bununla dünya sevgisinden vazgeçmeleri istenmekte, dinin hüküm, emir ve yasaklarından yüz çevirmelerinden dolayı da azarlanmak­tadırlar. [7]

 

Nuh (A.S.)'un Rabbine Yakarışı

 

5-  Dedi ki: "Rabbim, ben kavmimi gece ve gündüz gerçekten davet et­tim."

6-  'Takat benim davetim kaçıştan başka bir şeylerini artırmadı onla­rın."

7-  "Gerçekten ben onlara kendileri­ni mağfiret etmen için ne zaman davet ettiysem parmaklarını kulak­larına tıkadılar, elbiselerine hürün­düler, ısrar ettiler ve büyüklendik-çe büyüklendiler."

8- "Sonra ben gerçekten onları yük­sek sesle davet ettim."

9-  "Sonra muhakkak ben onlara hem açık açık ilan ettim. Hem de kendilerine gizli gizli söyledim."

10-  "Arkasından: Rabbinizden mağ­firet dileyin. Çünkü O çok mağfiret edicidir, dedim."

11-  "Böylece O üzerinize semayı (yağmuru) bol bol salıverir."

12-  "Mallarla, oğullarla size yardım eder. Size bağlar, bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır."

13-  "Size ne oluyor ki Allah'ın aza­metinden hiç korkmuyorsunuz?"

14-  "Halbuki O sizi tavır(dan) ta-vır(a) geçirerek yaratmıştır."

15- "Görmez misiniz, Allah yedi göğü nasıl tabaka tabaka yaratmış."

16- "Onların arasında ayı bir nur kılmış, güneşi de bir kandil yapmıştır."

17- "Ve Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir."

18- "Sonra sizi yine oraya iade edecek ve sizi bir defa daha çıkaracak."

19- "Allah, yeri sizin için bir sergi kılmıştır."

20- "Ta ki onun geniş yollarında gidesiniz."

 

Belagat:

 

"Gece ve gündüz" lafızları arasında tezat vardır. "Gizli, açık," "açık açık ilan ettim, gizli gizli söyledim" ve "sizi yine oraya iade edecek ve sizi bir defa daha çıkaracak." buyrukları arasında da aynı şekilde tezat vardır.

"Parmaklarını kulaklarına tıkadılar." buyruğu mürsel bir mecazdır. Çünkü maksat parmak uçlarıdır. Bu da bütünü ifade eden lafız ile cüzünü kastetmek kabilindendir.

"Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir" buyruğundaki "sizi bitir­miştir" lafzı ile onların yaratılışlarını ve aşama aşama geliştirilmelerini, bitkinin tedrici bir şekilde büyüyüp gelişmesine benzetmektedir.

"Büyüklendikçe büyüklendiler", "kendilerine gizli gizli söyledim", "ve sizi bir defa daha çıkaracak" buyruğunda mastarlar tekid için zikredilmiş­tir. Buna da itnab adı verilir.

"Sizi yine oraya iade edecek" ile "sizi bir defa daha çıkaracak" buyruk­ları arasında da tezat vardır. [8]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ben kavmimi gece ve gündüz" daima ve kesintisiz olarak "gerçekten" imana "davet ettim."

"Fakat benim davetim" imandan, itaatten "kaçıştan" ve onlardan kur­tulmak istemelerinden "başka bir şeylerini artırmadı onların."

"Gerçekten ben onlara..." iman ve itaate "ne zaman davet ettiysempar­maklarını kulaklarına tıkadılar." Daveti duymamak için kulaklarını tıka­dılar, "elbiselerine hüründüler" beni görmemek için üzerlerine elbiselerini örttüler. "ısrar ettiler" küfür ve masiyetlere abandılar, iman etmekten ve bana uymaktan uzak durarak "büyüklendikçe" alabildiğine "büyüklendiler."

"Yüksek sesle" sesimin çıkabildiği kadarıyla "davet ettim." "Açık açık ilân ettim. Hem de kendilerine" sözü "gizli gizli" söyledim. Onları ard arda, peşpeşe davet ettim, demektir. Ya da benim için mümkün olan her yolu de­neyerek davet ettim. Buradaki "sonra" lafzı davet şekillerinin farklılığı ve yöntem ve davet tarz ve tekniklerinin çokluğunu anlatmak içindir.

"Rabbinizden" küfür ya da şirkten tevbe ederek mağfiret isteyin "çün­kü O" tevbe edenler için "çok mağfiret edicidir."

"Semayı bol bol salıverir" yağmur yağdırır. Allah kırk yıl onlara yağ­mur yağdırmamış, hanımlarını kısırlaştırmıştı. Bulundukları halden vaz­geçip mağfiret dileyecek olurlarsa onlara bu durumun kalkacağı vaadinde bulundu. Bundan dolayı yağmur duası sırasında mağfiret dilemek meşru­dur. "Bol bol" ard arda ve pek çok demektir.

"Size ne oluyor ki Allah'ın azametinden hiç korkmuyorsunuz?" Onu tazim etmiyorsunuz, ondan korkmuyor ve ümit etmiyorsunuz? "Ümit etmi­yorsunuz" anlamı tercih edilecek olursa şöyle demek olur: Sizler niçin Al­lah'ın mükâfat yurdunda size pek büyük bir mükâfat vereceğini ümit etmi­yorsunuz? Burada inanılması gereken bir husustan en alt seviyedeki zannı ifade eden "ümit" diye sözedilmesi de bir mübalağadır.

"Tavır tavır" gelişme ve yaratılış aşamalarının çeşitli halleri demektir. Şöyle buyurulmuş gibidir: Durum bu iken ve O'na iman etmeyi gerektiren bir halde bulunduğunuza göre; niçin Allah'a iman etmiyorsunuz? O sizi il­kin topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra yapışkan bir kandan, son­ra bir çiğnem etten yarattı. Sonra eti kemiği yarattı, sonra sizi bir başka yaratılış ile bebeklikten çocukluğa ve olgunluk yaşlarına kadar eriştirdi.

"Görmez misiniz" bakmaz mısınız "Allah yedi göğü nasıl tabaka taba­ka" biri diğeri üstünde birbiriyle uyumlu "yaratmış; onların arasında" yani semavatta, dünya semasında ayı "bir nur kılmış, güneşi de bir kandil yap­mıştır." Bu gecenin yeryüzündeki karanlığını gideren, aydınlık saçan kan­dil demektir.

"Ve Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir." Sizi yerden belli bir şe­kilde yaratmıştır. Çünkü o atanız Adem'i topraktan yaratmış bulunuyor. Burada bitki gibi bitirmek lafzı, yaratmak için istiare yoluyla kullanılmış­tır. Çünkü bu yerden yaratılmaya ve meydana getirilmiş olmaya daha açık bir işarettir.

"Sonra sizi yine oraya iade edecek" kabre konulacaksınız. "Ve sizi bir defa daha" ölümden sonra diriltmekle, hasretmekle "çıkaracak." Burada tekrar yaratışın ilk yaratma gibi kesin bir gerçek olduğunu ve bunun ger­çekleşeceğini anlatmak için ifadeler tekidli kullanılmıştır.

"Yeri sizin için bir sergi" üzerinde gidip geleceğiniz şekilde sergi gibi hazır ve yayılmış, döşenmiş "kılmıştır." [9]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Yüce Allah, Nuh (a.s)'un kavmine peygamber olarak gönderildiğini ve onun Rabbinin emrine uyduğunu bildirdikten sonra, Rabbine yakarışını ve durumundan şikâyetini söz konusu etmektedir. O kendilerini çağırdı, korku­tup uyardı. Onlarsa ona karşı geldiler ve kafa tuttular. Onları değişik üslûp­larla davet etmesine, yağmur indirileceğini, mallar ve evlatlar verileceğini, pek çok bahçeler ve ırmakların onlara bahşedileceğini söylemesine, Yüce Al­lah'ın azamet ve kudretine pek çok delilleri ortaya koymasına rağmen onlar böyle davrandılar. Oysa insanın çeşitli hallerde yaratılışı, yedi göğün birbiriy­le uyumlu bir şekilde yaratılıp, güneş ve ay ile süslenmesi, yeryüzünün tıpkı bir sergi gibi hazırlanıp donatılması buna delil olan şeylerin bir kısmıdır. [10]

 

Açıklaması

 

Yüce Allah Nuh (a.s)'un kavminden çeşitli şekillerde şikâyetlerde bu­lunduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır: "Dedi ki: Rabbim ben kavmimi gece ve gündüz gerçekten davet ettim. Fakat benim davetim kaçıştan başka bir şeylerini artırmadı onların."

Nuh (a.s.) aziz ve celil olan Rabbine kavminden gördüklerini ve elli ek­siğiyle bin yıl gibi uzun bir süre onlara karşı sabredip katlandığını belirte­rek şikâyette bulundu: Ben kavmimi kendilerini çağırmamı emrettiğin ima­na, senin emrine uyarak gece gündüz davet edip durdum. Fakat benim on­ları çağırmam kendilerini davet ettiğim şeyden kaçıp uzaklaşmalarından başka bir şeylerini artırmadı. Yani ben onları hakka yaklaşmak için çağır­dıkça onlar haktan kaçtılar, uzaklaşıp gittiler. Daha sonra onların kendisine çeşitli tutumlar takındıklarını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"Gerçekten ben onlara kendilerini mağfiret etmen için ne zaman davet ettiysem parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine hüründüler, ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler." Ben onları günahlarının bağışlan­masına sebep olacak, sana iman etmeye ve sana itaate çağırdıkça onlar parmak uçlarıyla benim kendilerine yaptığım daveti duymasınlar diye ku­laklarını tıkadılar, beni görmesinler, sözümü işitmesinler diye de elbisele­riyle yüzlerini kapattılar. Küfür ve şirk üzere kalmaya devam ettiler, hakkı kabulden uzaklaşıp büyüklendikçe büyüklendiler. Yani hakka uymayı, ona boyun eğmeyi kendilerine yedirmediler.

"Sonra ben gerçekten onları yüksek sesle davet ettim, sonra muhakkak ben onlara hem açık açık ilan ettim, hem de kendilerine gizli gizli söyle­dim." Ben çeşitli davet yollarına başvurup onları insanlar arasında açıkça ve yüksek sesle imana ve itaate davet ettim. Daha sonra açıkça davet etti­ğim gibi gizli gizli de davette bulundum.

Ayetlerden maksat, onun davetinin üç mertebeli olduğunu anlatmaktır:

O gece gündüz gizli öğüt vermekle başladı. Onlarsa ondan kaçıp uzak­laştılar.

Sonra onlara açık açık davette bulundu. Çünkü bir topluluk arasında öğüt vermek bir azardır ve üslûbu ağırlaştırmaktır. Bu da onları etkilemedi.

Daha sonra gizli ve açık her iki yolu da bir arada denedi. Tıpkı hangi yola baş vurduysa faydasını göremediğinden şaşırıp kalan gayretkeş kim­senin yaptığı gibi. Buradaki "sonra" anlamındaki lafız bu haller arasındaki uzak süreyi ve üslûp mertebesindeki farklılığı göstermek içindir. Çünkü açıkça davet, gizli davetten daha ağır bir üslûptur. Her iki yolu birlikte uy­gulamak ise, bunlardan tek başına birisini kullanmaktan daha ağırdır.

Bu da Peygamber (s.a.)'in Mekke'de ve Arap yarımadasında izlediği davet aşamalarını andırmaktadır. Kureyş kâfirlerinin takındıkları tutum da Nuh (a.s) kavminin tutumuna benziyordu:

"Kâfir olanlar dediler ki: Bu Kur'anı dinlemeyin ve o okunurken an­lamsız sesler çıkarın. Belki baskın çıkarsınız." (Fussilet, 41/26)

Daha sonra davetinin mahiyetini şöylece açıklamaktadır: "Arkasın­dan: Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok mağfiret edicidir, dedim." Onlara dedim ki: Rabbinizden ihlâslı bir niyet ile geçmiş günahlarınızın bağışlanmasını isteyin. Küfür ve masiyetlerden Allah'a tevbe edin. Şüphe­siz sizi yaratan, besleyip büyüten Rabbinizin günahkârlara mağfireti pek çoktur.

Buyrukta mağfiret dilemenin, bereketin ve bolluğun artması sonucu­nu verdiğine delil vardır. Çünkü fakirlik, kıtlık, korkular, acılar, masiyetle-rin getirdiği bir uğursuzluktur. Tevbe edip mağfiret dileyecek olurlarsa bu uğursuzluk ve bela ortadan kalkar, hayır ve bereket geri döner.

Daha sonra küfür ve masiyetten tevbe etmeleri halinde onlara beş hu­susu vaad ederek dedi ki:

1- "Böylece O üzerinize semayı bol bol salıverir. Mallarla, oğullarla size yardım eder. Size bağlar ve bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır." Eğer sizler Rabbinizden mağfiret dileyecek olursanız üzerinize bol bol ve ardı ar­kasına yağmur yağdırır. Böylelikle mal, bolluk, mahsuller, meyveler çoğa­lır. Rahat, huzur, mutluluk ve istikrar her tarafı kuşatır. Size pek çok mal ve bol bol hayırlar ihsan eder. Güvenlik, refah, istikrar ve mutluluk duygu­su dolayısıyla soyunuzu, çoluk çocuğunuzu arttırır. Size ağaçlarla, mahsul­lerle, meyvelerle donanmış yemyeşil bahçeler verir.  Ekini, mahsulleri, ge­liri artıran akar tatlı suları olan ırmaklar ihsan eder.

İşte bu, Allah'tan mağfiret dilemenin, yağmurun yağmasının ve türlü rızıkları elde etmenin en büyük sebeplerinden birisi olduğunun delilidir. Bundan dolayı istiska namazında (yağmur duasında) mağfiret dilemek em-rolunmuştur. Aynı şekilde ayet, Yüce Allah'a iman etmeleri halinde hem ahirette pek büyük bir paya sahip olacaklarını, hem de dünyada bolluk ve varlığa kavuşacaklarını göstermektedir.

Teşvik edici unsurlarla davette bulunduktan sonra onları azarladı ve şu sözleriyle onları korkutarak davet yoluna başvurdu:

2- "Size ne oluyor ki Allah'ın azametinden hiç korkmuyorsunuz? Hal­buki O sizi tavır(dan) tavır(a) geçirerek yaratmıştır." Niçin Allah'ın azame­tinden korkarak Onu tevhid etmiyor, Ona itaat etmiyorsunuz? Halbuki nutfeden başlayarak yapışkan bir kan, bir çiğnemlik et, kemik, arkasından et gibi çeşitli merhalelerden geçirip sizi yaratan O'dur. Daha sonra hilkati­niz tamamlanmakta ve bambaşka bir yaratık olarak sizi var etmektedir. Çocukluk, sonra gençlik, sonra olgunluk çağma geliyor, sonra da yaşlanı­yorsunuz. Sizi bu harikulade aşamalarda yaratan zata karşı gereken tutu­mu takınmakta nasıl gerekeni yapmaktan uzak kalabiliyorsunuz?

Razi buradaki "recâ: ummak" lafzının "korkmak" diye tefsir edilmesini uygun görmemektedir. Çünkü sözlükte "recâ: ummak" korkmanın zıttıdır. Bu sebeple Zemahşeri'nin açıklamasını tercih etmiştir. Buna göre de: Siz niçin Allah'tan herhangi bir tazim ümit etmiyorsunuz demek olur. Yani ni­çin sizler Allah'ın sizi tazim edip, büyülteceğini ümit edecek bir durumda değilsiniz? "Allah" lafzı da tazim edecek olanı açıklamaktadır.

Bu ayet Yüce Allah'ın varlığının ve birliğinin bir delilidir. Çünkü insa­nın kendisi üzerinde düşünmesi bunu ortaya koyar. Daha sonra üst alem­den bir başka delili getirerek şöyle buyurmaktadır:

"Görmez misiniz Allah yedi göğü nasıl tabaka tabaka yaratmış, onla­rın arasında ayı bir nur kılmış, güneşi de bir kandil yapmıştır." Yani sizler Yüce Allah'ın biri diğeri üstünde birbirleriyle uyumlu olarak yedi göğü na­sıl yaratmış olduğuna, dünya semasında ayı, yeryüzünü aydınlatıcı ve ha­rareti bulunmayan bir halde, güneşi ise gece karanlığını gideren, etrafa ısı ve ışık saçan aydınlatıcı bir kandil gibi yarattığına bakmaz mısınız?

Ay için ayların geçip gidişine delâlet eden konaklar ve burçlar takdir ettiği gibi, güneş de yılların ardı arkasına gelmesinin bir delilidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Güneşi ışık saçıcı, ayı nurlu yaratan, yıl­ların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona konak yerleri belirleyen O'dur. Al­lah bunları ancak hak ile yaratmıştır. O bilen bir topluluk için ayetleri ge­niş geniş açıklar." (Yunus, 10/5)

Daha sonra Yüce Allah alt alemden olan dünyadan bir delili söz konu­su ederek şöyle buyurmaktadır:

"Ve Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya ia­de edecek ve sizi bir defa daha çıkaracak." Allah ilk atanız Adem'i toprak­tan var etti, bitki gibi büyüyüp gelişmesini sağladı. Sizin gelişmeniz de ye­rin bitirdiği ve bitki ya da hayvan türünden gıdalara dayalıdır. Daha sonra sizi tekrar yere geri iade etmekte, orada erimektesiniz. Parçalarınız dağıl­makta ve nihayet yere karışıp toprağa dönmektedir. Daha sonra kıyamet gününde ölümden sonra sizleri tekrar bir defada çıkartacaktır. Birinci ya­ratılışınızda olduğu üzere tedrici bir şekilde bitki gibi var etmeyecektir.

Zemahşeri dedi ki: Sonradan var edilmişliğe daha açık delil olması için yaratılışın anlatılması amacı ile bitki, istiare yolu ile kullanılmıştır.

5- "Allah yeri sizin için bir sergi kılmıştır. Ta ki onun geniş yollarında gidesiniz." Yüce Allah'ın insan üzerindeki nimetlerinden birisi de yeryüzü­nü sizin için bir sergi gibi yayıp donatılmış olarak yaratmasıdır. Orasını dağlarla sağlamlaştırmıştır. Siz de rızık aramak maksadıyla oranın çeşitli yerlerine gidip gelmektesiniz. Dağlar arasında, vadilerde ve ovalarda sizin için geniş yollar yaratmıştır. [11]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler aşağıdaki hususları göstermektedir:

1- Nuh (a.s.), kavmini Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın bir ve tek olarak ibadet etsinler diye elli yıl eksiğiyle bin yıl süreyle davet edip dur­du. Bu süre boyunca durmadı, dinlenmedi, usanmadı. Gece gündüz, gizli açık onları davet etti. Yüce Allah'ın emrine uyarak, O'na itaate boyun eğe­rek bu davetini sürdürdü. Fakat onlar bu kadar uzun bir süre davet olun­dukları halde, Nuh (a.s)'un daveti onların hakka yaklaşmalarını arttıracak yerde, imandan uzaklaşmalarından başka bir hallerini artırmadı.

2-  Razi'nin naklettiğine göre: "Ben kavmimi gece ve gündüz gerçekten davet ettim..." buyruğu, bütün olayların Yüce Allah'ın kaza ve kaderi ile or­taya çıktığının delili olan ayetlerden birisidir.

3- Nuh (a.s)'un, kavmini Allah'ın günahlarını bağışlaması için ibadete, takvaya ve itaate davetini ve kavminin bu davetinden kaçışını maddi ve hissedilecek bir şekilde tasvir etmiştir. Şöyle ki; kendisi onları günahları­nın bağışlanmasına sebep teşkil eden Allah'a iman ve Ona itaate davet et­tikçe onlar da onun davetini ve isteğini duymasınlar diye kulaklarını tıka­dılar, onu görmesinler diye elbiseleriyle yüzlerini örttüler. Hakkı kabul et­mekten büyüklenip yüz çevirerek alabildiğine büyüklendiler. İşte bu hak, davete kulak vermeyi engelleyen oldukça kalın bir perdenin ve psikolojik bir büyüklenmenin varlığının delilidir. Aynı şekilde bu, onların durumları ile bağdaşan bir mübalağadır. Onlar parmaklarını kulaklarına tıkayıp, el­biselerine bürünmekle birlikte işitmelerini engelleyen perde de daha da güçlü bir hal alır.

4- Nuh (a.s) kavmini tevhide ve Yüce Allah'a itaate davet yolunda üç aşamayı izledi: İşe gizlice öğüt vermekle başladı. İkinci olarak açıkça da­vette bulundu. Sonra hem açık, hem de gizli daveti birarada yaptı. Şayet davet ile karşılıklı iletişim kurulacak ve davetçinin sözlerinden etkilenile­cek olursa, bu başarılı bir siyaset ve bütün gayretini ortaya koyduğu yarar­lı bir yöntemdir.

5- Yüce Allah'a itaatle uğraşmak, bereketin ve gelişmenin artmasını, hayır kapılarının açılmasını, yağmurların yağmasını, ürünlerin artmasını, mahsullerin bollaşmasını gerektiren bir sebeptir. Yüce Allah kendisine ita­at etmeleri halinde onlara beş hususu vaadetti: Yağmur yağdırmak, mal ve evlât vermek, bahçeler ve ırmaklar vermek.

Hasan-ı Basri -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'den rivayete göre bir adam gelip kendisine kuraklıktan şikayette bulundu. Ona: Allah'tan mağ­firet dile, dedi. Bir diğeri gelip fakirlikten şikayet etti, bir başkası neslinin azlığından, bir diğeri ise toprağının veriminin azlığından şikâyet etti. Bun­ların hepsine de istiğfarda bulunmalarını emretti. Orada bulunanlardan birisi ona dedi ki: Sana çeşitli ihtiyaçlarından dolayı şikayette bulunan bir­kaç kişi geldi. Sen onların hepsine de Allah'tan mağfiret dilemelerini em­rettin. Bunun üzerine o kimseye şu: "Rabbinizden mağfiret dileyin... de­dim. " ayetini okudu.

Dikkat edilecek olursa insanlar dünyevi hayırları sevmek tabiatına sahiptir. Bundan dolayı Nuh (a.s) da bu ayet-i kerimede hayırlardan yana onları ümitlendirmiştir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Ve sevdiğiniz bir diğeri daha: Allah'tan bir zafer ve yakın bir fetih..." (Saf, 61/13)

6- Mağfiret dilemeyi emreden bu ayet-i kerime mağfiret dilemek ile rızkın ve yağmurların inmesinin isteneceğine delildir. Şa'bî dedi ki: Ömer yağmur duasına çıktı. Dönünceye kadar istiğfardan başka bir şey yapmadı. Onlara yağmur yağdırılınca hazır bulunanlar kendisine: Biz senin yağmur dilediğini görmedik, dediler. O da şöyle dedi: Ben kendileri vasıtası ile yağ­murun indirilmesinin istendiği semadaki bütün yağmur yağma sebeplerini söz konusu ederek talepte bulundum. Daha sonra da: "Rabbinizden mağfi­ret dileyin. Çünkü o çok mağfiret edicidir, dedim. Böylece o üzerinize semayı bol bol salıverir." ayetlerini okudu.

7-  Nuh (a.s) onlara ibadet ve itaati teşvik ederek dedi ki: Ne diye Al­lah'ın azametinden ve sizden herhangi birinizi cezalandırabileceğine kadir olduğundan korkmuyorsunuz? Yani Allah'tan korkmayı terketmekte hiçbir mazeretiniz yoktur. Çünkü Allah sizin nefislerinizde, kendi birliğine delâ­let eden bir belge yaratmıştır.

Daha sonra davetinden yüz çevirdikleri takdirde azaba uğratılmakla onları tehdit edip azarladı, sonra da Yüce Allah'ın varlığına ve Ona itaatin gereğine aşağıdaki hususları delil gösterdi:

8- Nuh (a.s) Allah'ın varlığına, vahdaniyetine, kudretine ve azametine insan nefsini ve gökler, güneşler, aylar gibi üst alemi, yeryüzündeki hazi­neleri ve oradaki madenler, bitkiler ve hayvanlar gibi türlü hayırları, mal­lan hatırlatarak, alt alemin üzerinde düşünmelerini isteyerek delil ortaya koymuş oldu.

İnsanı topraktan yaratan şanı Yüce Allah'tır. İnsan türünün evlilik yoluyla varlığını sürdürmesini sağlayıp, hayatının bütün aşamalarında in­sana gereken itinayı gösteren şanı Yüce Allah'tır.

Biri diğerinin üstünde ve birbiriyle uyumlu yedi semayı yaratan Al­lah'tır. Her sema diğerinin üzerinde kubbe gibi tabaka teşkil etmektedir. Dünya semasında Yüce Allah, ayı ışık saçan bir nur kılmış, güneşi de yer-yüzündekiler için aydınlatıcı bir kandil kılmıştır. Böylelikle geçimlerini sağlamak için çalışmak ve türlü ihtiyaçlarını karşılamak imkânını elde edebilmişlerdir.

Yüce Allah Adem'i yeryüzünün bütününden (alınmış topraktan) yarattığı ve ondan sonra onun zürriyeti üreyerek çoğaldığı gibi, insanları tekrar kabirlere defnedilmek suretiyle ölmüş halleriyle yere geri döndürecek, da­ha sonra da onları kıyamet gününde ölümden sonra dirilterek oradan bir daha çıkartacaktır. Burada tekrar insan nefsindeki delillere geri dönül­müş, Yüce Allah'ın: "Halbuki o sizi tavır tavır yaratmıştır." buyruğuna bir çeşit açıklama kabilindendir.

Kulların yeryüzündeki kolay ve geniş yolları izlemeleri için Yüce Allah yeryüzünü kullan için yayıp döşemiştir.

Burada önce nefislerdeki delilleri söz konusu etmektedir. Çünkü insa­nın kendi nefsi herşeyden daha çok kendisine yakındır. Bazan afakî (dış alemdeki) delillerle başladığı da olur. Çünkü bu tür deliller de daha göz ka­maştırıcı ve daha büyüktür.

Özetle Yüce Allah, Nuh (a.s) vasıtası ile tevhide dair dört delili zikret­mektedir:

1- "O sizi tavırdan tavıra geçirerek yaratmıştır."

2- Gökleri, güneşi ve ayı yaratmıştır.

3- Yeryüzünden (insanları) bitki gibi var etmiştir.

4- Yüce Allah yeryüzünü geniş yollara sahip, yayılmış ve döşenmiş bir halde yaratmıştır. [12]

 

Nuh Kavminin Çeşitli Kötülükleri, Çirkin Sözleri Ve Fiilleri

 

21- Nuh dedi ki: "Rabbim, gerçek şu ki, bunlar bana isyan ettiler. Malı ve evlâdı zararından başkasını artırmayacak kimselere uydular."

22- "Ve onlar büyük büyük hileler yaptılar, tuzaklar kurdular."

23-  "Ve: Tanrılarınızı sakın bırak­mayın, sakın Ved, Suvâ', Yeğûs, Yeûk ve Nesr'i terketmeyin, dediler."

24- "Şüphesiz ki onlar birçok kimseyi saptırdılar. (Rabbim) zalimlerin sa­pıklığından başka şeylerini artırma!"

25-  Onlar da günahlarından dolayı suda boğuldular. Ardından ateşe atıl­dılar da kendilerini Allah'tan kurta­racak yardımcılar da bulamadılar.

26- Nuh dedi ki: "Ey Rabbim! Yeryü­zünde kâfirlerden dönüp dolaşan bir kimse bırakma!"

27- "Çünkü eğer sen onları bırakır­san kullarını saptırırlar ve kötü kimseden, aşırı giden kâfirden baş­ka evlât doğurmazlar."

28- "Rabbim! Bana, anama, babama, mümin olarak evime girene, erkek ve kadın müminlere mağfiret eyle! Zalimlerin de helaklerinden başka şeylerini artırma!"

 

Belagat

 

"Ve: Tanrılarınızı sakın bırakmayın. Sakın Ved, Suvâ', Yeğûs, Yeûk ve Nesr'i terketmeyin dediler." Burada umumi lafızdan sonra özel lafzın zikri söz konusudur. Şu buyrukta ise bunun aksine, özel lafızdan sonra umumi lafız zikredilmiştir: "Rabbim, bana, anama, babama, mümin olarak evime girene, erkek ve kadın müminlere mağfiret buyur." Her ikisi de ıtnab türlerindendir. [13]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Bana" kendilerine verdiğim emirler hususunda "isyan ettiler." Toplu­mun alt kademesinde bulunanlar "malı ve evladı" bu nimetlerin kendileri­ne verildiği başkan ya da önder olup "zararından" ahiretteki ziyanından "başkasını artırmayacak kimselere uydular ve onlar" yani başkanlar "bü­yük büyük hileler tuzaklar kurdular." Çünkü onlar Nuh'u yalanlamış, ona ve ona uyanlara eziyetler yapmışlardı.

"Ve" alt kademedekilere: "Tanrılarınızı sakın bırakmayın. Sakın" Kelb oğullarının bir putu olan "Vedd"i, Huzeylilerin bir putu olan "Suvâ"ı, Gu-tayf oğullarının Sebe' yakınlarında Curf daki ya da Mezhiclilerin bir putu olan "Yeğûs"u "ve" Hemdanlıların putu olan "Yeûk"u "ve" Zülkela'lılardan olan Himyerlilerin putu olan "Nesr'i terketmeyin, dediler."

"Şüphesiz ki onlar" yani bu putlara ibadet etmelerini emreden liderler yahut putlar "birçok kimseyi saptırdılar. (Rabbim), zalimlerin sapıklığın­dan başka şeylerini artırma!"

"Onlar günahlarından dolayı" tufan ile "suda boğuldular. Ardından ateşe atıldılar" Bu da ahiretteki azap ya da kabirdeki azaptır "da kendileri­ni Allah'tan kurtaracak yardımcılar da bulamadılar." Kendilerinden azabı önleyecek, Allah'tan başka yardımcı olabilecek kimse bulamadılar. Bu on­ların Allah'ın dışında kendilerine yardım etmeye güçleri yetmeyen uydur­ma ilâhlar edindiklerine bir göndermedir.

"Dönüp dolaşan" bir yurtta konaklayan yahut herhangi bir kimse de­mektir.

"Kötü kimseden ve aşırı giden kâfirden" günah işleyip küfreden kimse­den... Bu dua ona (tufanın olacağına dair) vahyin gelişinden sonra olmuştu.

"Ana, babama" mümin idiler "mümin olarak evime" yahut mescidime gi­ren ya da gemime binen kimseye "erkek ve kadın müminlere mağfiret eyle." [14]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Nuh (a.s), Yüce Allah'ın tevhidine dair gösterdiği türlü delillerin açık­lanmasından sonra, kavminin isyan ettiğini ilân etti. Onların çeşitli çirkin işlerini, sözlerini, fiillerini nakletti. Bunların da put ve heykellere ibadet etrafında dönüp dolaştığını açıkladı. Arkasından onların hak ettikleri ahi-rette cehennem ateşine girmeyi, dünyada da helak edilmeyi sözkonusu etti. Bu da Nuh (a.s)'un onlara bu hususta yaptığı beddua ile kendisi, anne ba­bası, mümin erkek ve kadınlar için kapsayıcı mağfiret duasından sonra söz konusu edildi. [15]

 

Açıklaması

 

"Nuh dedi ki: Rabbim gerçek şu ki; bunlar bana isyan ettiler. Malı ve evlâdı zararından başkasını artırmayacak kimselere uydular." Nuh (a.s) Rabbine şöylece dua etti: Rabbim, benim kavmim bana isyanı sürdürüp da­vetimi kabul etmediler. Sahip oldukları malları ve evlatları, dünyada sa­pıklıklarını, ahirette cezalarını artırmaktan başka bir işe yaramayacak. Başkanlara, büyüklere ve varlıklı kimselere tabi olup gittiler. Böylelikle dünyayı da, ahireti de kaybettiler.

"Ve onlar büyük büyük hileler yaptılar, tuzaklar kurdular." Pek büyük hileler yaptılar, tuzaklar kurdular. Bu ise Nuh (a.s)'un hak dine ve Allah'ın tevhidine davetini kabul etmekten insanları alıkoymak ve ayak takımını Nuh (a.s)'a eziyet edip öldürmeye teşvik etmek şeklinde idi.

"Ve: Tanrılarınızı sakın bırakmayın. Sakın Ved, Suvâ', Yeğûs, Yeûk ve Nesr'i terketmeyin, dediler." Yani elebaşıları kendilerine uyan kimselere Nuh (a.s)'a muhalefet etmek, onun emir ve sözlerine karşı çıkmak için al­datıp kandırmak üzere, ilâhlarınıza ibadeti bırakıp, Nuh'un Rabbine iba­det etmeyin, dediler. Özellikle de -daha sonraları Arapların da ibadet etti­ği- şu Ved, Suvâ', Yeğûs, Yeûk ve Nesir adındaki putlara ibadeti terketme­yin.

Ved, Kelboğullarının; Suvâ', Huzeylilerin; Yeğûs, Gutayflılarm; Yeûk, Hemdanlıların; Nesr, Zülkela'lılardan Himyerlilerin putu idi. Bunlar Nuh (a.s) kavminden salih birtakım kimselerin isimleri idi. Bu şahıslar ölünce şeytan onların kavimlerine, bunların oturup kalktıkları yerlerde onların heykellerini dikin ve onlara bu şahısların isimlerini verin, diye telkinde bulundu. Onlar da böyle yaptılar. Bu işi yapanlar ölüp, başkaları geldikten sonra bu sefer İblis onlara şöyle vesvesede bulundu: Sizden öncekiler bun­lara ibadet ediyorlar ve bunlar vasıtasıyla onlara yağmur yağdırılıyordu. Bunun üzerine sonrakiler de onlara ibadet ettiler.

Arapların nezdinde başka putlar daha vardı. Bunların en önemlileri Taifte Sakiflilere ait Lât; Süleym, Gatafan ve Cuşemlilere ait Uzza; Ku-deyd'de Huzaalılara ait Menat; Mekkelilere ait İsaf; Naile ve Hubel putları bunların en önemlileri idi. Hubel onların nezdinde putların en büyüğü idi. Bu sebeple Kabe'nin üzerine yerleştirilmişti.

"Şüphesiz ki onlar birçok kimseyi saptırdılar. (Rabbim) zalimlerin sa­pıklığından başka şeylerini artırma." Yani onların büyükleri ve başkanları pekçok kimseyi saptırdı. Bir diğer açıklamaya göre putlar birçok kimseyi saptırdı. Putlara ibadet Peygamber efendimizin peygamberlik dönemine kadar Araplar arasında da Arap olmayanlar arasında da nesiller boyunca devam etti. Nitekim İbrahim (a.s) duasında şöyle demişti: "Beni de, oğulla­rımı da putlara tapmaktan uzak tut! Rabbim, çünkü onlar insanlardan birçoğunu saptırdılar." (İbrahim, 14/35-36)

Buna uygun olarak Nuh (a.s) onların sapmaları, başkalarını saptırma­ları, küfür ve inatları sebebiyle onlara şöylece beddua etti: Sen kâfirlerin şaşkınlıklarından ve doğrudan uzaklaşmalarından başka şeylerini artır­ma! Böylelikle hakka ve doğruya giden yolu bulamasmlar. Bu da Musa (a.s)'nm Firavun ve kavmine yaptığı şu bedduayı andırmaktadır: "Rabbi-miz! Mallarını yok et, kalplerini mühürle. Çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe iman etmeyeceklerdir." (Yunus, 10/88)

Daha sonra Yüce Allah onların cezalarını ve cezalarına sebep teşkil eden insanları saptırmalarını açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

"Onlar da günahlarından dolayı suda boğuldular. Ardından ateşe atıl­dılar da kendilerini Allah'tan kurtaracak yardımcılar da bulamadılar." Ya­ni günah ve kötülüklerinin çokluğundan, küfürleri üzere ısrar edip rasulle-rine muhalefeti sürdürdüklerinden dolayı tufan ile suda boğuldular. Sonra da ahirette ateşe sokulacaklardır. Kimse onları Allah'ın azabından kurta­ramadı ve bu azabı onlardan uzaklaştıramadı, uzaklaştıramayacak.

"Nuh dedi ki: Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dönüp dolaşan bir kim­se bırakma!" Yani Nuh (a.s) onların iman edeceklerinden yana ümidini ke­since Yüce Allah da bu hususu kendisine vahyettikten sonra onlara şöylece beddua etti: Rabbim, yeryüzünde onlardan bir yurt veya evde sakin olup barınan hiçbir kimse bırakma.

"Çünkü eğer sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve kötü kimse­den, aşırı giden kâfirden başka evlat doğurmazlar." Yani eğer sen onlardan herhangi bir kimseyi bırakacak olursan onlardan sonra yaratacağın kulları hak yoldan saptırırlar ve onlar ancak sana itaati terketmek suretiyle gü­nah işleyecek, kalbinden de nimetlerine karşı çokça nankörlük edecek; gü­nahkâr kimseden başkasını doğurmayacaklardır. Çünkü onları tanıyor, on­larla birlikte elli yıl eksiğiyle bin yıl birlikte kalmış bulunuyordu.

Daha sonra Nuh (a.s) iman ehline dua etti ve kâfirlere bedduayı da tekrarladı:

"Rabbim! Bana, anama babama, mümin olarak evime girene, erkek ve kadın müminlere mağfiret buyur. Zalimlerin de helaklerinden başka şeyle­rini artırma." Yani Rabbim benim günahlarımı da, risaletime iman etmiş bulunan anne babamın günahlarını da ört. Mümin olarak evime giren her­kesin günahlarını bağışla. Gelecek ümmet ve nesiller arasından senin var­lığını ve vahdaniyetini tasdik edecek her mümini de bağışla, kâfir olarak kendilerine zulmedenlerin ise helak, hüsran ve yok oluşlarından başka şeylerini artırma.

Onun bu duası kıyamet gününe kadar gelecek olan bütün müminleri ve zalimleri kapsamış bulunmaktadır.

İmam Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayetine göre Ebu Said Hudri, Rasulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinlemiştir: "Müminden başka­sıyla sohbet ve arkadaşlık etme. Yemelini de takva sahibinden başkası vemeşin." Nuh (a.s)'a uyarak onun gibi yaşayan ve vefat etmiş erkek kadın bütün müminlere dua etmek de müstehaptır. [16]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler aşağıdaki hususlara delil teşkil etmektedir:

1- Yüce Allah'tan başkasına şikâyette bulunmak, halini arz edip ona sığınmak caiz değildir. Bundan dolayı Nuh, kavmini Rabbine şikâyet etti. Onların kendisine karşı geldiklerini ve uymalarını emrettiği iman husu­sunda kendisine uymadıklarını bildirdi. Bunu da aralarında elli yıl eksi­ğiyle bin yıl süreyle kalıp onları davet ettiği halde küfür ve isyanları üze­rinde ısrar ettiklerini gördükten sonra yaptı. İbni Abbas dedi ki: Nuh (a.s) babalardan sonra gelecek oğullara ümit bağlamıştı. Böylelikle ardarda oğullar geldi. Yedi nesile kadar ulaştılar. Arkasından onlardan ümit kestik­ten sonra onlara beddua etti. Tufandan sonra da altmış yıl yaşadı ve insan­lar çoğalıp etrafa yayıldı.

2- İnsanlar geleneklerde önderlerini ve büyüklerini taklit ederler. Nuh kavmi de küfürleri, malları ve evlâtları dünya hayatında sapıklıklarından, ahirette de helaklerinden başka bir şeylerini artırmayan başkanlarına ve zenginlerine uydular. İnsanları din ve imana uymaktan alıkoyarak aşağı­lık kimseleri Nuh (a.s)'u öldürmek için kışkırtarak pek büyük hileler yaptı­lar, tuzaklar kurdular.

3- Nuh kavmi küfür ve inat üzere ısrar etti, karşı gelmelerini, putlara ibadetlerini sürdürdü. Putlara ibadet etmeyi, Yüce Allah'a ibadeti de ter-ketmeyi birbirlerine tavsiye etti. Özellikle de Ved, Suvâ', Yeğûs, Yeûk ve Nesr'e ibadeti teşvik ettiler. Bunlar da Nuh kavminin ibadet ettikleri birta­kım putlar ve suretler idi. Daha sonra Araplar da bunlara ibadet ettiler.

4-  Nuh (a.s) şikâyetinde şunu vurgulamıştı: Kavminin büyükleri ken­dilerine uyanların birçoğunu saptırmışlardır. Bu sebeple onlara şu sözle­riyle beddua etmişti: Zalim kâfirlerin azabından[17], hüsrandan, cennetlik­lerin yolundan sapmalarından ya da hile ve tuzaklarındaki sapıklıkların­dan başka şeylerini artırma! Nuh (a.s) onların kesinlikle iman etmeyecek­lerine dair bilgi ifade eden birtakım karine ve belgelerle bunu öğrendikten sonra onlara kızıp öfkelenerek sapıklıkta kalmaları için (veya azap görme­leri için) beddua etmiştir.

5- Nuh kavminin büyük ve küçük günahları tufan ile suda boğulmala­rına ve ondan sonra da cehennem ateşine girmelerine sebeptir. İşte o vakit Allah'ın azabından kendilerini koruyacak hiçbir kimse bulamadılar.

6- Ehl-i Sünnete mensup bazıları -ki bunlar arasında Kuşeyrî de vardır.- "onlar da günahlarından dolayı suda boğuldular, ardından ateşe atıl­dılar" buyruğunu kabir azabının varlığına delil göstermiştir. Çünkü cehen­neme atılmak suda boğulmaktan sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu ahi-ret azabı diye yorumlanamaz. Aksi takdirde buradaki (ardından anlamı ve­rilen) takip ifade eden "fe "nin bir anlam ifade etmesi söz konusu olmaz. Di­ğer taraftan "atıldılar" diye mazi (dili geçmiş zaman)dan haber veren bir kip kullanılmıştır. Bunun kullanılması bu işin gerçekleşmesi halinde uy­gun düşer.

Razi ise onların bu iddialarının delilsiz bir şekilde zahiri anlamı ter-ketmek olduğunu belirterek reddetmiştir. Çünkü buyruğun anlamı onlar cehennem ateşine girmeyi hakettiler şeklindedir. Yüce Allah'ın: "Atıldılar" buyruğu ise mazi lafız kullanılarak gelecekten haber vermek anlamındadır ki bu da bu azabın gerçekleşeceğini daha da pekiştirmek ve varlığının doğ­ruluğunu anlatmak içindir.[18]

7- Yüce Allah'ın: "Kendilerini Allah'tan kurtaracak yardımcılar da bu­lamadılar. " buyruğu herhangi bir işin meydana gelmesini Allah'tan başka­sı ile irtibatlandıran kimselere karşı bir delildir. Çünkü ayet-i kerime put­lara ibadete kendilerine gelecek musibetleri önlesinler ve kendilerine bir­takım menfaatleri celbetsinler diye devam eden müşriklere bir tenkit ma­hiyetindedir. Bu müşrikler Allah'ın azabına uğrayınca o putların faydasını görmedikleri gibi putlar da Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan uzak­laştıramadı.

8- Nuh (a.s) kâfirlerin kendisine tabi olacaklarından ümit kestikten ve Yüce Allah da kendisine: "Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir." (Hud, 11/36)  diye vahyettikten sonra yok edilip, helak edilmeleri için beddua etti. Yüce Allah da onun bedduasını ka­bul edip, inanmayan ümmetini suda boğdu. Bu da Peygamber (s.a.)'in şu buyruğunu andırmaktadır: "Kitab'ı indiren, hesabı pek çabuk gören, ahza-bı (kâfir gruplarını) bozguna uğratan Allah'ım, sen bunları da bozguna uğ­rat ve onları sarstıkça sars."

İbnü'l-Arabi dedi ki: Nuh (a.s) bütün kâfirlere beddua etti. Peygamber (s.a.) ise müminlere karşı ittifak eden ve onlara karşı başkalarını kışkırtan gruplara beddua etti. İşte bu genel olarak kâfirlere beddua etmenin bir da­yanağını teşkil etmektedir. Ne hal üzere öldüğü bilinmeyen muayyen bir kâfire gelince, ona beddua edilmez. Çünkü bizim için onun akıbeti bilinme­mektedir. Allah tarafından onun mutlulukla hayatının son bulduğu bilinen bir kimse olma ihtimali vardır. Peygamber (s.a.)'in özel olarak Utbe, Şeybe ve arkadaşlarına beddua etmesine gelince, bu onların akıbetlerini bilme­sinden ve onların halleri ile ilgili perdenin kendisine açılıp gösterümesinden dolayı idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.[19]

9- Nuh (a.s) kendisine, mümin olan anne babasına, evine ya da mesci­dine mümin olarak giren ve Yüce Allah'ı tasdik ederek namaz kıldığı yere namaz kılarak giren herkese, hayatta olanlarıyla ölmüşleriyle kıyamet gü­nüne kadar gelecek olan erkek kadın bütün müminlere de dua etmiştir.

Daha sonra iman ehline karşılık kâfirlere de: "Zalimlerin de helakle­rinden başka şeylerini artırma." diye beddua etmiştir. Bu da kâfir ve müş­rik olan herkes hakkında umumidir. [20]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/129.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/129.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/129-130.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/131.

[5] Zemahşeri, 11/ 270.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/132-133.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/133-134.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/135.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/136-137.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/137.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/138-140.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/141-143.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/144.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/145.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/145.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/145-148.

[17] Nitekim yüce Allah: "Muhakkak ki günahkarlar sapıklıkta ve çılgın ateş içindedirler." (Kamer, 54/47) diye buyurmaktadır. Burada "dalâl: sapıklık" azap demektir.

[18] Razi, XXX/145.

[19] Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1848 vd.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/148-150.