CİN SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Rasülullah'ı Dinleyen Cinler'in Adedi 3

Cinler Cennete Girer Mi?. 4

Cinlere Sığınma. 4

Meal 5

Dîrayet Ve Rtvayet Tefsiri 6

Cinlerin Azap Görmeleri 6

Mescid Ne İçindîr ?. 6

Dua İbadettir 7

Gaybı Ancak Allah Bilir 8


CİN SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- (Ey Rasûlüm!)  De kî: «Bana vahyolundu ki cinlerden bir grup Kur'an'ı dinlediler ve dediler ki:  Biz harikulade güzel,, bir «Kur'an dinledik».

2- «O  Kur'an  doğru yola iletiyor.   Buna   inandık. Artık Rabbimize hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız».

3- «Doğrusu Rabbimizin şanı yücedir. O ne eş ne de çocuk edinmiştir».

4- «Doğrusu aramızdaki beyinsiz,   Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu».

5- «Biz insanların ve cinlerin Allah'a karşı yalan  söyle­meyeceklerini sanmıştık».

6- «Gerçekten insanlardan bir grup cinlerden bir kısmına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı».

7- «Onlar da sizin sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi di­riltmeyeceğini sanmışlardı».

8- «Doğrusu biz semayı yokladık da onu çok kuvvetli bek­çiler ve yakıcı yıldızlarla doldurulmuş bulduk».

9- «Gerçek şudur ki biz (sözler) işitmek için gökte duru­lacak yerlerde dururduk. Fakat şimdi kim dinlemek istese ken­disini gözlemekte olan bir alev bulur».

10- «Bilmiyoruz ki yeryüzündeki kimselere bir fenalık mı istenmiştir, yoksa Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir?»

11- «Aramızda salihler de vardır. Onlardan başka olanlar da vardır. Biz ayrı ayrı yollar tutmuş uzdur».

12-«Gerçekten biz anladık ki yeryüzünde bulunsak da kaç-sak da Allah'ı aciz kılamayacağız».

13- «Doğrusu biz rehber olan Kur'an'ı işittiğimiz zaman ona inandık. Kim Rabbine iman ederse ne (ecrinin) eksik olmasından ne de gadre uğramaktan korkmaz».[1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-13)    «Ey Rasûlüm! De ki...»Bu Ayetlerin Tefsiri

Mekke DÖnemi'nde nazil olmuştur, 28 ayettir.

Bu sureye aynı zamanda, «Kul Uhiye İleyye» Suresi de denil­mektedir. Bu sure ittifakla Mekkî'dir ve yine ayetleri ittifakla 28' dir. Kelimeleri 285, harfleri 870'dir.

«Nefer» kelimesi üçten ona kadar olan grup demektir. El-Ha-riri «Nefer üç kişiden on kişiye kadar olan kitle» demektir, diyor. Fakat Hariri burada yanılgı içerisindedir. Çünkü bazen onun üs­tündeki cemaate de nefer denilir. Sadece erkek olmaları şartı da yanılgı sebebidir. însan olduklarından söylenmesi de yanılgıdır. Çünkü burada cinlere ıtlak olunmuştur.

El-Mucmel'de «Reht ile nefer kırk kişiye kadar olan grup için de kullanılır» deniliyor. Reht ile nefer arasındaki fark şudur: Reht bir babadan gelen kitledir. Nefer ise böyle değildir. Nefer bazen kavım mânasında da Kur'an'da kullanılmıştır. Cinn'in te­kili cinnî'dir. Rum'un tekilinin Rumi şeklinde gelmesi gibi. Cinler akıllı cisimlerdir. Onlarda ateş unsuru galiptir. Nitekim Cenab-ı Hak «Cânnı ateşten yarattı» diyor. Bazıları «Hava unsuru daha fazladır» demiştir. Bütün cinler veya onlardan bir grup değişik şekillere girebilir. Onların durumu gizli kalmaktır. Bazen asli şekilleriyle değil de başka suretlerde görülebilirler. Bazen tıpkı me­lekler gibi asli suretlerinde de görülürler. Fakat asli suretlerinde görülmeleri peygamberlere mahsustur. Ayrıca bu, Cenab-ı Hak'kın kullarının havaslarından bazılarına mahsustur. Onların çok zor işleri yapmaya kudretleri vardır. Aklen bazı latif (ateş unsuru faz­la) olan cisimlerin mahiyette diğer latif cisimlere muhalif olma­sına herhangi mani yoktur. Acaib fiillere muktedir olmaları, gibi özelliklere sahiptirler. Hikmet sahipleri birtakım lâ­tif cinsleri tesbit etmişler, kendilerine bazı özellikler vermiş­lerdir ki akıl hayrete düşer, onları kavramakta zorluk çekilir. îş-te cinlerin cisimleri bu cisimler tarzında olabilir. Tabiat âlemi çok geniştir, fehimler, anlayışlar, onlara Allah tarafından verilmiş olan özellikleri ihate etmekten acizdir. Felsefecilerin çoğu cinleri inkâr ederler. Ebu Ali İbn Sina'nın Risalet'ul-Hudud adlı kitabında şu ifade yer almaktadır: «Cin havai bir canlıdır. Değişik şekillere gi­rebilir». Bu, cin, kelimesinin tarifidir. Kelamın zahirinden anla­şıldığına göre bu hakikatin hariçte bir vücudu yoktur. Halbuki cinlerin vücudunu inkâr etmek açık küfürdür. Nitekim bu durum gizli değildir. îbn Sina'nın tekfirine sebep olan noktalardan biri de budur. Felsefecilerin ilklerinden büyük bir grup ve ruhaniyet sahiplerinin ekseriyeti de cinlerin varlığını kabul etmişlerdir. On­lara «ervahı süfli» diyorlar. Meşhur şudur ki onlar cinlerin kendi nefisleriyle kaim cevherler olduklarını, cisim ve cismaniyetle ilgi­leri bulunmadığını söylemeleridir. Cinler mahiyet itibarıyla deği­şik varlıklardır. Tıpkı arazların mahiyet itibarıyla değişik olmaları gibi. Bazıları hayırlıdır, bazıları da şerirdir. Çeşitleri vardır. Bu­na binaen bu çeşitler arasında büyük işler görmek, beşerin aciz olduğu işleri becermek imkânı olabilir. Hatta denildiğine göre on­ların her çeşidinin bu âlemin cisimlerinden birine özel bir bağ­lantısı vardır. [2]

 

Rasülullah'ı Dinleyen Cinler'in Adedi

 

Rasûlullah'ı dinleyen cinlerin sayısında ihtilaf vardır. Bazıla-n 7, bazılan t kişiydiler ve Harran ahalisindendiler, derken bazı­ları da dört kişiydiler ve Nusaybin ahalisinden idiler, derler. Nu­saybin'le ilgili olmadığını Alusi kaydetmektedir.

îkrime'den gelen bir rivayete göre onlar onikibin kişi idiler ve Musul'a bağlı Cezire'den idiler. Fakat yedi veya dokuz ile on-ikibin arasındaki münasebet çok zordur. Eğer oniki kişi iseler bu­rada «Nefer» kelimesi kavm mânâsındadır.

Zenıahşeri, Keşşafta, «Hz. Peygamber'i dinleyen cinler ŞU kavminden idiler. Onlar sayı bakımından cinlerin en fazlasını teş­kil etmektedirler. îblis'in bütün orduları onlardandır» diyor.

Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre Rasûl-ü Ekrem onların kendisini dinlediklerini müşahede ile, gözüyle görmek suretiyle de­ğil vahy ile bilmiştir. Ancak hadislerde varid olduğuna göre Ra­sûl-ü Ekrem onları gözüyle görmüştür. Kur'an'in bahsettiği kıssa ile hadislerden gelen kıssaların ayrı ayrı olduğunu kabul etmek suretiyle çelişki ortadan kalkar.

«Ahkâm'ul-Mercan fi Ahkam'iUCann» adlı kitapta müellif şöy­le der:

«Müslim ve Buhari'nin İbn- Abbas'tan naklettikleri hadiste Al­lah'ın Rasûlü ne cinlerin üzerinde Kur'an okumuş, ne de onları görmüştür. RasûUü Ekrem sahabilerinden bir grupla Ukkaz Pa. nayın'na gitmek üzere yola çıkmıştı. O zaman cinler ile göklere yaklaşıp dinleme arasına ateşle taşlama hadisesi girmişti. Cinler bunun ancak dünyada bir şeyin zail olmasından ileri geldiği kana­atine varmışlar, yeryüzünün doğu ve batısını kontrol etmek üzere çıkmışlardı. Tihame bölgesine giden cinler Rasûlullah'ın yanından geçiyor, Peygamber de ashabıyla sabah namazını kılıyordu. Bu hadise Nahle denilen yerde olmuştur. Peygamberi bu şekilde din­lediklerinde «î$te bizimle gökleri dinlemek arasına giren mani budur» dediler ve kavimlerine dönerek şöyle dediler: «Ey Kavmi­mizi Biz harikulade güzel bir Kur'an dinledik...»

Sonra Ahkam'ul-Mercan sahibi şöyle devam eder: «İbn Ab-bas'ın peygamber cinlere okumamış, onları görmemiştir şeklinde­ki sözü işte bu kıssadadır. Cinlerin peygamberi dinlemeleri ise bir sabah namazındadır ve yine bu kıssadandır, mutlak değildir».

Bunun böyle olduğuna şu ayet de delâlet etmektedir: «Hatır­lat o zamanı ki cinlerden birkaçını Kur'an dinlemek üzere sana yöneltip çevirmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman de­diler ki: «Kulak verin!». Sonra (dinleme işi) bitince kendi kavim­lerine birer uyarıcı olarak döndüler» (Ahkaf: 29)

Bu ayet Rasûlullah'ın onlarla konuştuğunu, onları dine çağır­dığını ve onları diğer cinlere elçi olarak gönderdiğini ifade eder. Nitekim Beyhaki de bunu söylemiştir. Ebu Davud, İbn Mesud ka­nalıyla, Rasûlullah'tan şöyle rivayet eder: «Bana cinlerin daisi gel­di. Onunla beraber gittim. Onlara Kur'an okudum». îbn Mesud di­yor ki: «Rasûl-ü Ekrem bizi götürdü. Onların toplantı yerindeki ateşlerini ve izlerini bize gösterdi».

Hadislerden anlaşıldığına göre cinlerin elçileri altı defa Ra-sûlullah'a gelmişlerdi. İbn Teymiye, İbn Abbas'm Kur'an'ın neye delâlet ettiğini bildiğini; fakat îbn Mesud ve Ebu Hureyre'nin cin­lerin Rasûlullah'a geldiğini ve onunla konuştuğunu bilmediğini söylüyor.

Cinler hadisesi hicretten üç sene önce oldu. Vakidi, «Peygam­berliğin 11. senesinde olmuştur» diyor. İbn Abbas Haccet'ul-Veda' da erginlik çağına yaklaşmıştı: «Biliyorum M cin kıssası altı defa vaki olmuştur» diyor. Beyhaki'nin şerhinde değişik yollarla İbn Mesud'dan geldiğine göre Allah'ın Rasûlü yatsı namazını kıldık­tan sonra gitti. Elimden tuttu. Biz şöyle bir   yere geldik.     Beni

oturttu. Etrafıma bir çizgi çizdi. Sonra bana dedi ki: «Sen bu çiz­ginin dışına çıkma!» Orada otururken bazı erkekler geldi yanıma. Sanki Zut'dan (Sudan dilinde, iri yan cins) idiler.

îbn Mesud hadisi uzun uzadıya söyledikten sonra diyor ki: Rasûl-ü Ekrem yanıma ancak seher zamanı geldi. Ben onların r.es-lerini durmadan işitiyordum. Sonra Rasûlullah geldiğinde: «Ey Al­lah'ın Rasûlü, neredeydin?» dedim. Hz. Peygamber: «Ben cinlere peygamber olarak gönderildim» dedi. Ben: «Ey Allah'ın Ra­sûlü, bu sesler nedir?» dedim. Rasûlullah: «Bu onların bana veda ettikleri, bana selam verdikleri zamanki sesleridir» dedi.

Azlık veya çokluktaki ihtilaf «bu hadîse birkaç defa olmuş­tur» demek suretiyle telif edilebilir. Allah hakikati daha iyi bi­lir.

Rasûlullah'tan hangi sureyi dinledikleri noktasında da ihtilaf vardır, îkrime «İkra bismi rabbike (Alak) Suresi'ni dinlemişler, dir» derken bazıları da «Er Rahman Suresi'ni dinlemişlerdir» de­miştir.

Hadiste geçen «Nusaybin Yemen'de bir köyün ismidir, Mardin vilayetine bağlı olan Nusaybin değildir» şeklindeki izahat için «Mu'cemun Ustu Cime» isimli Bekri'nin kitabına, Yakut'un «Mu-cem'uUBuldan» adlı kitabına ve «Tac'uUArus#un Yakuti'den nak­lettiğine bakılmış, fakat böyle bir şeye rastlanmamıştır.

Mekke'de Rasûlullah'a gelen cinlerin Nusaybin cinleri, Nahle' den gelen cinlerin de Ninova (Musul) cinleri olduğu rivayet edil­mektedir.

İbn'ul-Arabi «Bu cinler meselesinde îbn Mesud, îbn Abbas'tan daha iyidir. Çünkü o bizzat müşahede etmiş, îbn Abbas ise dinle­miştir. Müşahede dinlemekten üstündür» diyor.

Ehli ilim cinlerin aslı hakkında da ihtilaf etmiştir. İsmail bin Hasan el-Basri'nin rivayetine göre cinler İblis'in, insanlar da Adem' in çocuklarıdır. Cinlerden ve insanlardan müminler de kâfirler de vardır. Cinlerle insanlar sevap ve ıkabta ortaktırlar. Yani onlara da sevap yazılır bunlara da. Onlara da ikap tatbik edilir, bunlara da, Cinlerden ve insanlardan kim mümin ise o Allah'ın dostudur, cinlerden ve insanlardan kim kâfir ise o şeytandır.

Dahhak, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: Cin, el-Cannln ço­cuklarıdır, şeytan değildirler. Onların bir kısmı iman eder, bir kısmı da kâfir kalır. Şeytanlar ise îblis'in çocuklarıdır. Onlar an-cak İblisle beraber öleceklerdir[3].

 

Cinler Cennete Girer Mi?

 

Müslüman cinlerin cennete girip girmeyeceği hususunda ih­tilaf vardır. Onların el-Çann'dan olduğunu söyleyenler, onlar iman­larından Ötürü cennete girer diyorlar. İblis.'in zürriyetinden ol­duklarını söyleyenlerin iki görüşleri vardır:

1- Hasan'ın görüşüdür ve cennete girerler şeklindedir.

2- Mücahid'den gelen bir rivayettir. Buna göre cennete gir-mezler. Velev ki cehenneme girmeseler dahi. (Maverdi)

«Aceben» kelimesi fesahatında ve belagatında acaibtir demek­tir. Veya bereketinin çokluğunda acaibtir. Veya aceben aziz ma­nasınadır. Yani aziz bir Kur'an ki onun benzeri yoktur! Veya azim; yani büyük bir Kur'an demektir.

«Rüşd» kelimesinden maksat Allah'ın marifetidir. «Yendi» fi­ili hidayet edici mânasına gelen hadi yerine kullanılmıştır.

Alkame, Yahya, Hamza, Kisai, İbn Amr, Halef, Hafs ve Süle-mi «Bu surede 12 defa tekrar edilen elifnun maddesi sadece «En-ne» şeklinde okunur. İlk ayetteki Enne'nin başka bir tarzda okun-ması caiz değildir» demişlerdir. Çünkü hepsi «Ennehu'stemea» ibaresinin başındaki «enne» üzerine atfolumır. Bu da «Uhiye» fii­linin naibi faili olur. Bazılarına göre, «Amenna bihi» (Biz ona iman ettik) ifadesindeki «hu» zamiri üzerine atıftırlar. O zamir de harfi cer ile mecrur olduğundan dolayı onun üzerine atfedilenler de harfi cerr gibi muamele görürler. Yani «Enne» şeklinde okunur­lar.

«Teâla» fiili mazidir. «Ceddu» kelimesi azamet, şan demek­tir. Yani Rabbimizin şanı yücedir diye bana vahyedildi! Kıraat alimlerinden ismi zikredilenlerin dışında kalanların hepsi elifnun maddesini «inne» şeklinde okumuşlardır. Doğrusu da budur. (Kur-tubi).

Ebu Ubeyde ve Ebu Hatim de bunu tercih etmişlerdir. Bu tak­dirde (inne okunduğu takdirde) «biz dinledik» mânâsını ifade eden «inna semi'na» üzerine atfedilir. Çünkü bütün bu gelecek cümleler cinlerin kelâmındadır.

Kıraat alimlerinden Ebu Cafer ve Şeybe üç yerde «Enne» şek­linde okunacağını; çünkü bunun Rasûlullah'a vahyedilen olduğu­nu, diğer yerlerde cinlerin kelamı olduğu için ise «İnna» okunaca­ğını belirtmişlerdir. «Enne» şeklinde okunan üçüncü, dördüncü ve altıncı ayetlerdir.

«Ceddu» azamet ve celal demektir. Yani Rabbimizin azamet ve celali yücedir! Bu rivayet İkrime, Mücahid ve Katade'den geli­yor. Mücahid başka bir rivayette «Ced burada zikir manasınadır» derken, Enes bin Malik, Hasan ve İkrime «zenginlik manasınadır» demişlerdir. Nitekim Rasûlullah'm zengin birine «Senin katında ced fayda vermez» hadisi de bu manâdadır. Yani zenginlik senin katında hiçbir yarar sağlamaz, ancak taat ona fayda verir! İbn Abbas «kudret», Dahhak ise «fiil» demek olduğunu söylemişler­dir. Ebu Ubeyde ve Ahfeş «Mülk ve saltanat», Süddi «Emir» de­miştir.

Cinlerin sefihi'nden maksat İblis'tir. (Mücahid, îbn Cüreyc ve Katade) Ebu Burde, Ebu Musa'dan O da Rasûlullah'tan şöyle ri­vayet ediyor: «Cinlerin sefihi cinlerden müşrik olanlardır».

Katade «İnsanların sefihi Allah'a isyan ettiği gibi cinlerin se­fihi de Allah'a isyan etti» diyor.

«Şetat» kelimesi küfürde battıkça batmak demektir. Ebu Ma­lik «zulüm» derken, Kelbi «yalan» demiştir. Esasen «Şetat» keli­mesinin mânâsı «uzak olmak»tır. Zulm'e şetat denilmesi adaletten uzak oluşundan, yalana şetat denilmesi de doğruluktan uzak olu-şundandır.

Cinler, insanların ve cinlerin Allah hakkında yalan söyledikle­rini sanmıyorlardı. Onun için «Allah'ın eşi ve çocuğu var» dedik­lerinde onları doğruladık, fakat Kur'an dinlediğimizde Kur'an'la hak ortaya çıktı, dediler. [4]

 

Cinlere Sığınma

 

İnsanlardan cinlere sığınmanın mânâsı şudur: Kişi bir vadi­de konakladığında bu vadinin efendisine, bu vadinin sefih kav­minin şerrinden sığınıyorum, der. Böylece o vadinin hakimi hima­yesinde sabahlar. Mukatil der ki: «Cinlere ilk sığınanlar Yemen ehlinden bir gruptur. Sonra Beni Hanife'den sığınanlar oldu. Son­ra da Araplar arasında bu husus yaygınlaştı. İslâm geldikten son­ra, Allah'a sığındılar, cinleri terkettiler».

«Rahak» kelimesi hata ve günah demektir. Yani hata ve gü­nah yolunda cinler onları saptırmışlardı. (îbn Abbas Mücahid, Katade).

Bu saptırma (tuğyanı arttırma) cinlere izafe edilmiştir. Çün­kü onlar sebep olmuşlardı. Mücahid ayete başka bir yorum geti­rir: «İnsanlar cinlere sığınmak suretiyle onların azgınlıklarını art­tırmışlardı. Hatta cinler biz hem insanların hem de cinlerin efen­dileriyiz, dediler».

Katade, Ebu'l-Aliye, Rebi ve İbn Zeyd ayete üçüncü bir yorum daha getiriyorlar: «İnsanlar cinlerden korktuklarından ötürü bu sığınma konusunda azgınlıklarını arttırdılar».

îbn Cübeyr «Rahak» küfür demektir, diyor. Allah'ı bırakıp cinlere sığınmanın küfür ve şirk olduğu ortadadır.

«Onlar da sizin zannettiğiniz gibi Allah'ın hiç kimseyi dirilt­meyeceğini sanıyorlardı». Bu, Allah'ın sözüdür, insanlara hitap ediyor. Yani cinler de sizin gibi haşre iman etmemişlerdi.

Kelbi'ye göre ayetin mânâsı şudur: Cinler de insanların zan­nettikleri gibi zannettiler ki Allah insanlara herhangi bir peygam­ber göndermeyecek, o peygamberle insanların aleyhindeki delil gelişmeyecektir.

Yani ey Kureyş! Bu cinler bile Peygamber'e iman ettiklerine göre siz iman etmeye daha müstahak değil misiniz?

«Biz göğe dokunduk» diye başlayan ayet cinlerin sözlerinden. dir. Yani biz eski adetimize uygun olarak göğü aradık, baktık ki şiddetli bir korunma var, ve haber almak için gelen şeytanlara atılan ateş korlanyla doludur.

Kelbi «Rasûlullah ile Hz. İsa arasındaki zamanda cinler gök­leri dinlemekten menedilmiyordu. Bu, beşyüz sene böylece devam etti. Hz. Peygamber gönderildikten sonra göklerin tamamından menedildüer. Gökler melekler ve ateş parçalarıyla korundu» di­yor.

«Bizim peygamberimizden önce de recm vardı. Yıldızlar şey-tanlara atılırdı» şeklindeki görüş daha sıhhatlidir. Çünkü bu ayet­te Cenab-ı Hak cinlerin sözlerini naklederek şöyle buyurur: «Biz göğe dokunduk. Onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle doldurulmuş bulduk». Bu, cinlerin göklerin daha fazla korunduğuna dair olan sözleridir.

îbn Kuteybe, «Recm (yıldızların atılması) şeytanlara ateş par­çaları atılması, Hz. Peygamber'den önce de vardı. Fakat Hz. Pey­gamber Dönemi'nde bu, tamamen şiddetlendi. Bunun üzerine on­lar bu işi yapmaktan tamamen menedildiler» demiştir.

10. ayet, (İbn Zeyd'in tefsirine göre) tblis'in sözlerini nakle­diyor. Çünkü o, «Acaba bizi menetmekle Allah neyi irade ediyor? Yeryüzü ehline azap mı yoksa bir peygamber mi gönderecektir?» dedi.

Bazı müfessirler «Bu, cinlerin sözüdür. Hz. Peygamberi din-lemeden önce kendi aralarında konuşuyorlardı» demişlerdir. Ya-ni Cenab-ı Hak Hz. Muhammedi göndermekle yeryüzündekilere şerri mi irade ediyor? Zira onlar peygamberi tekzib ediyor, yalan­lıyor ve bu yalanlama sebebiyle de helak oluyorlar. Yoksa göndp-rilen Peygamber'e iman edip hidayeti bulacakları mı kastedilmiş­tir?

Bu yoruma göre şerr ile reşad, küfür ile imana hamledilir. Bu tefsire binaen onların «Hz. Peygamber'in gönderildiği» bilgisi­ne sahip   oldukları anlaşılmaktadır. Rasûlullah'ın okumasını din-

lemeden önce de vahyin korunması için göklerden menedildikle-

rini anlamışlardı.

11.  ve 12. ayetler de cinlerin kelâmindandır. Yani onların bir kısmı diğer arkadaşlarını Rasûl-ü Ekrem'e iman etmeye davet et­tiklerinde bu sözü söylediler. Yani biz Kur'an'ı dinlemezden ön­ce bizden salih insanlar da, kafirler de vardı!

«Taraik» kelimesi gruplar demektir. «Kıded» kelimesi de de-değişik demektir. Yarü biz değişik gruplardık. Bu yorum Süddi' nindir. Dahhak'a göre «değişik dinlerdeydik», Katade'ye göre ise «değişik havalarımız vardı, her birimiz başka bir hevadaydık» de­mektir. Ayetin mânâsı şöyledir: Bütün cinler kâfir değildi. Aksi­ne değişik cinsleri vardı. Bir kısmı kafir, bir kısmı müslümandi, salihti. Bir kısmı da mümindi fakat salih değildi!

İbn Müseyyib der ki: «Nasıl biz müslüman, yahudi, hıristiyan, mecusi isek onlar da o şekildedirler».

«Taraik» kelimesi tarikat'ın çoğuludur. Tarikat, kişinin görü­şü demektir. Yani biz muhtelif görüşlerde olan bir kitleydik. De­ğişik mezheplere sahiptik.

12.  ayetteki «zannediyorduk)} tabiri kesin büiyorduk, yakinen biliyorduk demektir. Cinlerin dinledikleri hüda'dan maksat Kur-an'dır. «Ona iman ettik, Allah'a iman ettik. Muhammed'i peygam­berlik noktasında tasdik ettik» demek istiyorlardı. Zira Rasûl-ü Ekrem hem insanlara hem de cinlere gönderilmiştir.

Hasan der ki: «Rasûlullah insanlara da cinlere de peygamber olarak gönderilmiştir. Cinlerden, bedevilerden ve kadınlardan peygamber gönderilmemiştir.» Zira. Cenab-ı Hak: «Biz senden Ön­ce şehirler halkına, kendilerine vahyettiğimiz adamlar dışında, başkasını elçi olarak göndermedik» buyurmuştur. (Yusuf: 109)

«Biz Kur'an't işittiğimizde ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse o, azaltmadan ve çoğaltmadan korkmasın», yani onun se­vapları azaltılmaz, günahlarına da ilaveler yapılmaz. Dolayısıyla böyle yapmaktan da korkmaz.

Bu cinlerin sözüdür. Cenab-ı Hak onların imanlarının kuv. vetinden, İslâmlannın doğruluğundan ötürü bunu hikâye etmek­tedir. [5]

 

Meal

 

14- «Yine doğrusu bizden müslüman olanlar vardır. Bizden zulmedenler de vardır. Artık kim müslüman olur ise işte onlar doğruyu arayanlardır».

15- «Zulmedenlere gelince, onlar da cehenneme odun olmuş­lardır».

16/17- Onlar (insanlar ve cinler) doğru yolda gitseydiler bu konuda kendilerini denememiz için onlara muhakkak bol su içi­rirdik. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse (Allah) onu çetin bir azaba uğratır.

18- Şüphesiz ki mescidler Allah'ındır.  Öyle ise  (oralarda) Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın!

19- Allah'ın kulu,   (Muhammed)   O'na ibadet etmek üzere kalkınca (etrafındakiler)  üzerine üşüşüp neredeyse keçe gibi bir­birlerine geçeceklerdi.

20 - (Ey Rasûlüm!)  De ki: «Ben ancak Allah'a ibadet edi­yorum ve Rabbime hiç kimseyi ortak da koşamam».

21- De ki: «Haberiniz olsun, ben size kendiliğimden ne bir zarar ne de bir iyilik yapabilirim».

22- (Ey Rasûlüm) De ki: «Hiç kimse beni Allah'a karşı sa­vunamaz. Ben ondan başka bir sığınak da bulamam».

23- «Benim yaptığım yalnızca Allah katından olanı  (onun gönderdiklerini)  tebliğ etmektir. Allah'a   ve   peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz kalınacak bir cehennem ateşi var­dır».

24- Sonunda onlar kendilerine   va'dedileni   gördükleri za­man, yardımcı olmak yönünden kim daha zayıf mı ş ve sayı bakı­mından da kim daha azmış, Öğrenmiş olacaklardır.

25- (Ey Rasûlümî) De ki: «Size söz verilen azap yakın mı yoksa Rabbim onu vadeli mi kılacak, ben bilmem».

26- Gaybı bilen ancak O'dur. Gaybının üzerine hiç kimseyi muttali kılmaz.

27- Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, onun önünden ve ardından gözcüler salar.

28- (Şunun için) ki Peygamberlerin, Rablerinin gönderdik­lerini tebliğ ettiklerini bilsin. Allah onların nezdinde olup bitenle­ri (ilmiyle) kuşatmıştır. Her şeyi de bir bir saymıştır. [6]

 

Dîrayet Ve Rtvayet Tefsiri

 

(14-28)   «Yine doğrusu bizden müslüman,.,» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Kasitun» çoğuldur .Tekili kaşiftir ve zalim demektir. Çünkü haktan ayrılmış kişi zalimdir. Aynı madde mezid olarak kullanı­lırsa (Muksitun denilirse) o zaman «adalet yapanlara demek olur. Yani bâtıldan hakka dönenler.

«Kasate» zulmetti, «Aksate» adalette bulundu mânâsındadır. Kim müslüman olursa, onlar hidayeti (Hak yolu) bulmuşlardır. Haktan ve imandan kayan kâfirlere gelince onlar cehennem için odundurlar. Kıyamet Günti'nde cehennemin tutuşturulmasmda kullanılacaklardır. Bu ayetin zahirine sarılarak cinlerin müminle­ri için sevap yoktur diyenler çıkmıştır. Çünkü Cenab-ı Hak «Cin­lerden kimler müslüman olmuşsa onlar doğru yolu bulmuştur» diyor. Yani Kur'an sevabı değil sevabın zikrini zikrediyor. Cenab-ı Hak facirlere ceza verip, adillere mükâfat vermezse bu O'nun ada­letine sığmaz. Öyleyse burada sebep zikredilmiş ve müsebbeb ira­de edilmiştir. [7]

 

Cinlerin Azap Görmeleri

 

Eğer: «Cinler ateşle nasıl asap göreceklerdir? Oysa onlar ateş­ten yaratılmışlardır» diye sorulursa şöyle cevap verilir:

Cinler her ne kadar ateşten yaratılmışlarsa da o heyetten baş­ka bir heyete naklolunmuşlar, başka bir maklûk olmuşlardır. Böy­le olmasa bile Allah ateşe ateşle azap edebilirdi.

tbn Becer, «Cin Suresi'nde «inne» olarak gelen sözler Kur*, an'ı dinleyen cinlerin kelâmı olarak hikâye edilmiştir» diyor. Ya­ni onlar kavimlerine dönerek elçilik yaptılar, onları Allah'ın aza-bıyla korkuttular. Hangi kelâmda «enne» varsa o Rasûlullah'a vah-yedilen kısımdandır.

Cenab-ı Hak bu ayette «Bol su ile onları sulandıracağım» di­yor. Çünkü su maişetin ve genişliğin temelini teşkil eder. Arap­lar arasında az olduğu için her şeyden makbul görülüyordu.

«Bu ayet insanlar hakkkmda gelmiştir. Çünkü yağmurdan an­cak insanlar yararlanır» demek ayetin ruhuna daha uygundur. Zi­ra onlara yedi seneden beri yağmur gelmemişti.

Bazıları «Burada bütün mahlukat kastedilmektedir» diyor. Yani cin olsun, insan olsun, hak yolunda, iman yolunda yürürler ve itaatkâr müminler olurlarsa onları bu hususta denemek için kendilerine bol su (geniş nzık) vereceğiz. Bakalım bu nimetlere karşı nasıl şükredeceklerdir?

Hz. Ömer bu ayetin tefsirinde «Nerede su varsa orada mal vardır. Nerede mal varsa orada fitne vardır» diyor.

«Rabbinin zikri» ifadesinden maksat Kur'an'dır. (İbn Zeyd) Kur'an'dan yüz çevirmenin iki şekli vardır: Biri, Kur'an'ı kabul etmemektir. Eğer ayet kâfirler hakkında nazil olmuşsa böyledir. İkincisi, Kur'an'ı kabul eder, fakat amel etmez. Bu da ayet mümin­ler hakkında nazil olduğu takdirde böyedir. Veya Rabbinin nimet­lerine şükrünü yapmazsa demektir.

«Sa'd» kelimesi şiddet ve zorluk demektir. Yani şiddetli bir azabı ona tatbik edeceğiz! [8]

 

Mescid Ne İçindîr ?

 

«Mescidler Allah'a mahsustur» ayetinin mânâsı insanlar tara­fından ibadet için bina edilen mabedlerdir. Hasan Basri «Mescid kelimesiyle her bölge kastedilmiştir. Çünkü yeryüzü tamamen Ra-sût'ü Ekrem ve ümmetine mescid kılınmıştır. Nerede bulunursa­nız namazı kılın, nerede namaz kılarsanız orası mescid olur» de­miştir.

Sahih'te «Yeryüzü bana mescid ve abdeste kullanılmak üzere bir araç kılındı» buyurulmuştur.

Said bin Müseyyeb, «Mescidlerden maksat, kulun üzerinde secde ettiği azalarıdır» der. Ayaklar, dizler, eller ve yüz gibi. Bu azalarla sadece Allah'a secde et, başkasına etme.

Bazıları «Mesacid'den maksat namazlardır» der. Yani secde­ler Allah'ındır! İbn Abbas «Mesacid kelimesinden maksat, kıble olan Mekke'dir, Kabe'dir» diyor. Mekke'ye mesacid denilmesi her­kesin oraya doğru dönerek secde etmesindendir. Fakat bu görüş­lerin içinde en açık olanı birincisidir. Bu, İbn Abbas'tan da riva­yet edilmiştir.

Mescidlerin Allah'a izafesi teşrif ve tekrim kabilindendir. Ra-sûl-ü Ekrem «Bu mescidimde bir namaz, başka mescidlerde kılı­nan bin namazdan daha hayırlıdır. Ancak Mescid-i Haram müstes­nadır» buyurur.

Mescidler Allah'ındır. Orada ancak Allah zikredilir, anılır. Fa­kat mescidlerde mal taksimatı da yapılabilir. Fakirler gelip alsınlar diye sadakalar konulur. Borçluyu kadı mescide hapsedebilir. Esir oraya bağlanabilir. Uyku orada caizdir. Hastanın orada otur­ması caizdir. Mescid komşusunun mescide girmesi için bir kapı açması caizdir. Bâtıl olmamak şartıyla şiir söylemek caizdir. Bun­ların hepsi Rasûlullah zamanında yapılmıştır.

«Allah'la beraber   başka bir   kimseyi   çağırmayın»   cümlesi müşrikleri kınamak için gelen bir cümledir. Çünkü onlar Mescidi t   Haram'da Allah'tan başkasını da çağırırlardı.

Mücahid der ki: «Yahudi ve hıristiyanlar mabedlerine girdik­ti   terinde Allah'a şirk koşarlar. Bunun üzerine Allah, peygamber ve müminlere mescidlere girdiklerinde sadece Allah'a yalvarmalarını emretti.»

Bazıları   «Ayetin mânâsı   mescidleri sadece zikr için edinin.

Orada şakalaşmayın, ticaret yapmayın, oturma odası kılmayın, ge­çit şekline getirmeyin. Orada Allah'tan başkasının nasibi olmasın» demiştir. Zira Buhari'de «Kim kaybolan bir malını mescidde söy­ler de onu temine çalışırsa ona, «Allah o malı sana geri vermesin» diye bedduada bulunun» denilmiştir. Çünkü mescidler bu işi yap­mak için bina edilmemişlerdir.

Mescidler hususunda Tevbe ve Nur Surelerinde geniş bilgi vardır. Oralara müracaat edilebilir.

19. ayette bahsi geçen Abdullah (Allah'ın kulu)ndan maksat Easûl-ü Ekrem'dir. Bu çağrı Batnı Nahle denilen yerde olmuştur. Burası Mekke ile Taif arasındadır. Buraya Batnı Nahle denilir. Rasûl-ü Ekrem, daha önce geçtiği gibi orada Kur'an okumuş, cu­ma namazı kıldırmıştır. [9]

 

Dua İbadettir

 

«Onu çağırır», yani ona kulluk yapar!

«Libeden» kelimesi keçe demektir. Yani ibadet etmek üzere kalktığında etrafındakiler ona karşı nerede ise keçeleşeceklerdi. Zübeyr bin Avvam, «Bunlar cinlerdi. Rasûlullah'tan Kur'an dinle-diklerinde neredeyse birbirlerinin üzerine çıkacaklardı» diyor. Ya-çok izdiham yapmışlardı. Bu Kur'an'ı dinleme arzularından ileri geliyordu.

Burd, Mekhul'den şöyle rivayet ediyor: «Cinler bu gecede Ra-sûlullah'a biat ettiler. Yetmişbin kişiydiler, Hz. Peygamber'le yap­tıkları biat merasimi tam fecr doğuncaya kadar devam etti».

İbn Abbas, «Bu cinlerin sözüdür. Onlar kavimlerine döndük­lerinde Rasûlullah'a itaat eden sahabilerin durumunu haber ver-diler. Peygamberin rüku ve secdede onlara imam olduğunu söyle, diler» der.

Hasan, Katade ve İbn Zeyd derler ki: «Allah'ın kulu Muham-med davet yaparken insanlar ve cinler o işin üzerinde keçeleştU ter ki onu söndürsünler. Fakat ona yardım etmekten ve nurunu tamamlamaktan başka şeyler yapmadı.»

Taberi, «Ayetin mânâsı şudur: Araplar RasûUü Ekrem'in etra­fında dönüp toplanıyorlardı. Hz. Peygamberin getirdiği nuru sön­dürmek hususunda birbirlerine yardımcı oluyorlardı» diyor.

20. ayetin sebebi nüzulü şudur: Kureyş kafirleri RasûMİ Ek­rem'e: «Sen korkunç bir şey getirdin, bütün insanlar sana düşman oldu. Sen bu fikirden vazgeç, biz seni koruruz» dediklerinde bu­yurdu ki: «Size zarar veya hayr vermeye benim gücüm yetmez, SUze küfür veya hidayet vermeye de gücüm yetmez. Benim vazifem ancak tebliğdir».

Bazıları «Zarardan maksat azapr reşaddan maksat da nimet­tir» demişlerdir. Bir kısım da «Zarardan maksat Ölüm, reşaddan maksat da hayattır» derler.

22. ayetteki «Len Yucîranî» fiili benden defetmez, uzaklaştır-maz, beni korumaz demektir. Yani hiç kimse «beni korun desem dahi beni Allah'ın azabından koruyamaz. Rasûlullah'ın böyle söy­lemesi şu noktadan ileri geliyor: Onlar daha önce de söylediğimiz gibi, «Bizi davet ettiğin dini bırak, biz seni koururuz» demiş­lerdi.

«Multehad» kelimesi sığınak demektir. Katade'den bu şekilde rivayet edildiği gibi «yardımcı», «mevla», mânâsına geldiği de ri­vayet edilmiştir. Süddi, «Koruyucu yer demektir» diyor. El-Kelbi «Yerdeki tünel demektir» der. Bütün bu yorumların mânâsı bir­dir.

«Ancak Allah'tan gelen belağ ve risaleler müstesnadır». Çünkü onda emniyet ve kurtuluş vardır. (Hasan). Katade «Ancak Allah' tan bir belağa sahibim» diyor. Yani Allah'ın tevfıkıyla bunu elde etmişimdir. Küfür veya iman, benim yetkimde değildir. Yani ben size ancak Allah'tan tebliğ yapabilirim. Bu benim gücüm dahilin­dedir. Yoksa sizin için ne zarar ne de reşad gelir elimden. Ancak bana «tebliğ et» dediği risaleleri tebliğ ederim. Veya ancak Allah'­tan gelen tebligatı yapmak, risaletiyle amel etmek elimden gelir. Başkasına emrettiğimi kendime de tatbik ediyorum! Kim Allah ve Rasûlü'ne tevhid ve ibadette isyan ederse kesinlikle cehennem ateşi onun içindir. «Halîdine» kelimesi çoğul olarak getirildi. Çün­kü «men» edatının mânâsı çoğuldur .Yani bu işi yapan herkes için cehennemde ebedi kalmak vardır. «Ebeden» tabiri burada isyanın şirk olduğuna delildir. Bazıları «Şirk'ten başka isyanlar demektir buradan demiştir.

«Halidine fîha ebeden» tabirinin mânâsı şudur: ancak ben af­federsem veya onlara bir şefaat yetişirse veya dünyadan iman üze­re çıkmış olurlarsa mesele değişir. Bu husus Nisa Suresi'nde özel bir şekilde açıklanmıştır.

24.  ayette «Onlara va'dedilen»6.en maksat, ahiret veya dünya azabıdır. Bedir'de öldürülmeleridir.

25.  ayette va'dedilenden maksat Kıyamet'in kopmasıdır veya dünya azabıdır. Bu azabın geleceği vakit veya Kıyamet'in kopma­sı ancak Allah tarafından bilinir. O gaybtır, ben o hususta hiçbir şey bilmem. Meğer ki Allah bana bildirmiş olsun! [10]

 

Gaybı Ancak Allah Bilir

 

«Emeden» kelimesi bir gaye, bir sonuç, bir ecel demektir. «Alım'ulGayb» tabiri Rabbin sıfatıdır. O gaybına kimseyi mutta­li kılmaz. Ancak razı olduğu peygamber müstesna.

Gayb, daha önce de belirtildiği gibi kullardan gayb olan de­mektir. Bunun tafsili Bakara Suresi'nin başında geçmektedir. Ra­zı olduğu bir peygamberden başkasını gaybına muttali kılmaz. Çünkü peygamberler mucizelerle teyid edilmişlerdir. O mucizeler­den biri de bazı gayb emirlerini haber vermeleridir.

îbn Cübeyr, «Ancak razı olduğu peygamber müstesnadır» cüm­lesi için «Peygamberden maksat Cebrail'dir» demişse de bu yorum­da uzaklık vardır. En uygunu birinci yorumdur. Yani gaybına pey­gamber olarak seçtiği kimseden   başkasını muttali kılmaz.   Ama peygamberlerden gaybına dilediğini muttali kılar ki bu onun pey­gamberliğine delil olsun.

Müneccim olanlar; yani yıldızlarla hüküm veren, taşlarla bu­nun benzerini yapanlar, fal kitaplarına bakan ve kuş uçurtan kim­seler Allah'ın razı olduğu peygamberlerden değildir. Allah onları dilediği gayba muttali kılmamıştır. Aksine böyle bir kimse Cenab-ı Hak'kı inkâr eden, Allah adına iftira düzen, tahmin ve yalanla bir­takım iftiraları Allah'a isnad eden kimsedir.

Hz. Ali, bir defasında ordusuna şöyle demiştir: «Ey iTisanktr! Sakın yıldızların ilmini öğrenmeyin. Ancak kara ve deniz karanlık­larında seyir gösteren kısmım öğrenin. Kesinlikle müneccim sihir­baz gibidir, sihirbaz da kâfir gibidir. Kâfir ise ateştedir».

îbn Abbas ve İbn Zeyd «Rasad kelimesi hafaza melekleri de­mektir. Onlar peygamberi önünden ve arkasından gelecek cin ve şeytanlardan korurlardı» demişlerdir.

Katade ve Mukatil'e göre 28. ayetin başındaki «Ya'leme» fiili­nin faili Hz. Muhammed'dir. Yani Hz. Muhammed bilsin ki ken­disinden önceki peygamberler, kendisi mesajı tebliğ ettiği gibi me­sajı tebliğ etmişlerdir. Fiilin başındaki Lam, mukadder bir fiile bağlanmaktadır. Yani biz ona vahyi koruduğumuzu haber verdik ki kendisinden önceki peygamberlerin de hak ve sıdkla tebliğ et­tiklerini bilsin.

Bazı kimseler ifadeyi «Hz. Muhammed bilsin H, Cebrail ve beraberindeki melekler ona Rabbinin risaletini tebliğ etmişlerdir» şeklinde yorumlamışlardır. (İbn Cübeyr). Zira tbn Cübeyr der ki: «Vahy her geldiğinde Cebrail'le beraber dört koruyucu melek var­dı».

Bazıları «Ayetin başındaki fiilin faili peygamberlerdir» demiştir. Yani peygamberler bilsinler ki melekler Rablerinin  mesajım onlara tebliğ etmişlerdir.

îbn Kuteybe «Ya'leme'nin faili cinlerdir» diyor. Yani cinler bilsinler ki peygamberler kendilerine inen v^hyi tebliğ etmişler­dir.

Mücahid, «Ya'leme'nin faili peygamberi yalanlayan kimseler­dir» demiştir. Yani peygamberleri yalanlayan kimse, peygam­berlerin Rablerinden aldıkları mesajı tebliğ ettiklerini bilsin diye.

Zeccac, «Ya'leme'nin faili Allah'tır» diyor. Yani Allah bilsin ki peygamberi, kendisinden aldığı mesajı tebliğ etmişlerdir. Tıpkı şu ayette olduğu &toi:«Yoksa içinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz» (Al-i İmran: 142). Yani Cenabı Hak gayben bildiği gibi müşahette ile de bilsin diye. Onların katında olanı ihata etti. Yani Cenab-ı Hak' kın ilmi peygamberlerin ve meleklerin katında olanı kapsadı. [11]

CİN SURESİ'NİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/289.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/290-291.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/291-295.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/295-297.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/297-301.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/303.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/304.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/304-306.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/306-307.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/308-310.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/310-312.