CİN SÛRESİ

 

72

 

İndiği Yer

 

Mekke

 

İniş Sırası

 

40

 

Âyet sayısı

 

28

 

Nüzulü

 

Mushaftaki sıralamada yetmiş ikinci, iniş sırasına göre kırkıncı sûredir. A'râf sûresinden sonra, Yâsîn sûresinden önce Mekke'de inmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen rivayete göre bir gün Hz. Peygamber asha­bından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle denilen yer­de ashabına sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur'an'a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi İnmiştir[1]

 

Adı

 

Sûre adını, birinci âyette geçen ve "cinler" anlamına gelen "cinn" kelimesin­den almıştır. Sûre ilk kelimeleri olan "Kul ûhiye ileyye"[2]  ve­ya kısaca "Kul ûhiye" İsimleriyle de anılmıştır. [3] 

 

Konusu

 

Sûrenin ana konusu cinler ve bunlara ait özel durumlardır. Sûrede bir cin top­luluğunun Hz. Peygamber'den Kur'an dinlediği ve ona iman ettiği, inanç bakımın­dan cinlerin de müminler ve kâfirler olarak ikiye ayrıldığı bildirilmekte ve cinler­le ilgili olarak insan idrakini aşan bilgiler verilmektedir. Aynca sûrede Allah Te-âlâ'nın varlığı, birliği, büyüklüğü, evrendeki hükümranlığı ve Allah'tan başkasına ibadet edilmemesinin gereği üzerinde durulmuş, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeye iman gibi İslâm'ın bazı inanç esasları ele alınmıştır. Gayb bilgisinin Al­lah'a mahsus olduğu, bu bilgileri ancak kendisinin razı olduğu kimselere bildire­ceği ve Allah'ın ilminin kuşatıcılığı ifade edilerek sûre sona ermiştir.[4]

 

Meali

 

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. De ki: Cinlerden bir top­luluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle söyledikleri bana vahyolundu: "Biz, doğru yolu gösteren hârika bir okuma dinledik ve ona iman ettik. Artık kesinlikle rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız. 3, Rabbimizin şanı çok yücedir; O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk. 4. Doğrusu aramızdaki beyinsiz Allah hak­kında asılsız şeyler söylüyormuş. 5. Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah hak­kında asla yalan söylemeyeceklerini sanırdık. 6. İnsanlardan bazı adamlar cinlerden bazı kişilere sığınırlardı, onlar da bunların taşkınlıklarım arttırır­lardı. 7. Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltme­yeceğini sanırlardı. 8. Hakikaten biz (cinler) göğü yokladık, onu güçlü muha-fızlar ve alev toplarıyla doldurulmuş bulduk. 9. Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse kendisini gözetleyen bîr alev topuyla karşılaşıyor. 10. Bilmi­yoruz, yeryüzündekiler hakkında bir kötülük mü murat edildi yoksa Rableri onlar için bir iyilik mi diledi? 11. Doğrusu içimizde iyiler var, ama aramızda başka türlü olanlar da var; farklı yollar izledik. 12. Sonunda anladık ki yer­yüzünde Allah'ın iradesini asla engelleyemeyiz; kaçmakla da O'nun elinden kurtulamayız. 13. Ve biz doğru yol rehberini dinler dinlemez ona iman ettik; rabbine iman eden kimse artık ne ziyana ne de haksızlığa uğramaktan kor­kar. 14. Aramızda ilâhî emirlere boyun eğenler var, ama hak yoldan sapan­larımız da var. Boyun eğenler doğru yolu hedeflemişlerdir. 15. Hak yoldan sapanlar ise cehennemin yakıtı olmuşlardır," [5]

 

Tefsiri

 

1-3. Cin, sözlükte "örtmek, örtünmek, gizli kalmak" anlamındaki "cenne" fi­ilinden İsim olup "gizli, görünmeyen varlıklar" mânasına gelir, tekili "cinnî"dir. Terim olarak cin, ateşten yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irade sa­hibi, ilâhî emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifade eder. Cİn kelimesi gerek Kur'ân'da (22 yerde) gerekse diğer İs-lâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir akıllı / şuurlu varlık türü­nün adı olarak kullanılmıştır.

İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri katedebilir, in­sanlar onları görmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dair yanlış inancı Kur'an kesinlikle reddeder. [6]  Göktekiineleklerin konuşma­larından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez. [7]  Kur'an bazı cinlerin Hz. Süleyman'ın emrine girerek ordusunda hizmet gördükle­rini ve insanlarla beraber çalıştıklarını bildirmektedir. [8]

Cin telâkkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde mevcut­tur. Eski Asurlular ve Bâbilliler'de kötü ruh ve cinlere inanılırdı. Sâmî kökenli ka­vimlerde cinlerin değişik sınıfları bulunduğu kabul edilirdi. Eski Mısır'da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi sürüngenlere benzetilirdi. Eski Yunanlılar'da da-inıon adı verilen insanüstü varlıklar bulunduğu kabul edilir, bunlar İyi ve kötü ola­rak ikiye ayrılırdı. Eski Romalılar'da da insanlara zarar verebilen kötü ruhlar te­lâkkisi mevcuttu. Çinliler cinlerin her yerde bulunduğu, iyilerinin ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlar. Hintliler'de de iyi ve kötü cin telâkkisi mevcut­tur. İran kültüründe cin telakkisi Zerdüşt öncesinden gelir. Eski Türkler'de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler Şaman tarafından hasta beden­lerden uzaklaştırılırdı.

İsrail kültüründe, daha çok İran'ın düalist sisteminin tesiriyle kötü ruh ve cin anlayışı belirginleşmişti. Yahudiler cinlerin çöllerde ve harabelerde yaşadığına inanırlardı. Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve felaket veren, kan emen cinlerden söz edilir. [9] Hıristiyan kültüründe cin telakkisi daha çok Yahudilik etkisinde gelişmiştir. Yeni Ahid, cinleri putpe­restlerin tanrıları[10]  bedensel ve ruhsal hasta­lıkların kaynağı[11]  olarak gösterir. Bilhassa XII. Yüzyıl­dan itibaren cin telakkisi hıristiyan sanatının önemli bir teması haline germiştir. Avrupa'da ve daha sonra Amerika'da cadı ve büyücülük büyük ilgi görmüştür.

İslâm'dan önce Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, onlar adına kurban keserlerdi. Cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine inanırlar; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı  [12] Câhiliye Araplan'nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melek­leri Allah'ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. [13] Kur'ân-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allah'a kul­luk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir. [14]  Onlara da pey­gamber gönderilmiş, içlerinden iman edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuş­tur. [15]Hz. Peygamber ilâhî emirleri cinlere de tebliğ etmiştir. [16]

Yukarıda "Nüzulü" başlığında belirtildiği üzere cinlerden bir grup, Hz. Pey-gamber'den Kur'an dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren ve üstün ni­telikleri nedeniyle kendilerini hayran bırakan Kur'an'a inandıklarını, artık rableri-ne hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi topluluklarına açıklayarak onları da uyarmaya çalışmışlardır. Âyetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber o esnada Kur'an dinleyen cinleri görmemiş, fakat onların Kur'an dinledikleri kendisine va­hiy yoluyla bildirilmiştir; ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir. [17] Cinlerin Kur'an'i dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber'den defalarca Kur'an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden ibret ve örnek almalarını sağlamaktır. [18]

3. âyette "rabbimİzİn şanı" diye çevirdiğimiz tamlamadaki "ced" kelimesi sözlükte "büyüklük, ululuk, zenginlik, güç, asıl" anlamlarına gelmektedir. Burada Allah'ın şanının yüce olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade eder. Âye­tin devamında "O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk" mealindeki cümle de bu yo­rumu desteklemektedir. Cinlerin bu sözleri onların, müşriklerin "Melekler Al­lah'ın kızlarıdır" şeklindeki inançlarından haberdar olduklarını ve bu bâtıl İnancı reddettiklerini gösterir. [19]

 

4-5. Mücâhid'e göre cinlere Allah hakkında asılsız şeyler söyleyerek onları Allah'tan başkasına tapmaya davet eden "beyinsiznden maksat îblis'tir[20] İblis Allah'a eş, ortak ve çocuk isnadında bulunur, cinler de ona ina­nırlardı; ama Kur'an'ı dinleyip bilinçlendikten sonra artık ona inanmaktan vazgeç­mişlerdir. [21]

 

6. Rivayete göre Câhiliye döneminde bir kimse geceleyin ıssız bir vadide bu­lunup da başına bir şey gelmesinden korktuğunda "Kötülerin şerrinden bu vadinin efendisine sığınırım" diyerek cinlerin şerrinden onların efendisine sığınırdı. İşte "Onların taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki cümle bu cinlerin kendilerine sı­ğınılmasından dolayı kibirlenip azgınlaştıklannı anlatmaktadır. [22]

Kur'an'ı Kerîm'de, Hz. Süleyman'la ilgili anlatılanlar dışında, cinlerin insan­larla ilişki kurduğuna, insanlar üzerinde etkili olduğuna, cinci, büyücü gibi bazı ki­şilerin cinlerin etkisini önlediklerine dair hiçbir bilgi yoktur. Bazı âlimler, faiz yi­yenlerin kıyamet gününde mezarlarından şeytan çarpmış gibi kalkacağını bildiren âyete[23] dayanarak cinlerin insanları etkileyeceğini ileri sürmüşlerse de bunun temsilî bir anlatım olduğu açıktır. Cinlerin etkisini önlemek İçin Felâk ve Nâs sûrelerini okumayı tavsiye eden bazı hadisler. [24] dolayısıyla da cinlerin insanlar üzerin­de etkili olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Ancak bu tür hadislerin, aslın­da fizyolojik sebeplerden kaynaklanan bazı hastalıklar veya bunalımlar için psiko­lojik bakımdan bir yatıştırma ve terapi amacı taşıdığı düşünülebilir.

Bazı müfessirler,"... onların taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki cümleyi "Cinler insanların taşkınlıklarını arttınrlardı" şeklinde de yorumlamışlardır. İbn Âşûr'a göre müşriklerden bir topluluk, cinlerin kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için onlara ibadet ederlerdi, bu durum cinlere tapanların günah ve sap­kınlığını arttırırdı. [25]

 

7. İnsanlardan âhireti inkâr edenler olduğu gibi cinlerin de Kur'an dinleme­den önce âhireti inkâr ettikleri, öldükten sonra tekrar dirilme olacağına inanmadık- lan anlaşılmaktadır. Zİra İblis onlara da menfi telkinlerde bulunmaktadır. "Al­lah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı" diye çevirdiğimiz kısım "Al­lah'ın hiç kimseyi göndermeyeceğini sanırlardı" şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde insanların da cinler gibi Allah'ın hiçbir peygamber göndermeyeceğine inandıklarını söylemiş olurlar. [26]

 

8-10. Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler öteden beri göklerde dolaşır, ora­daki melek vb. varlıkların konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı. [27] 9. âyetin "Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabi-lecek yerlerinde otururduk" mealindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Pey­gamber gönderildikten ve Kur'an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri dinlemesine İzin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. âyette verilen bilgiye gö­re cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. âyetin son cümlesine göre de cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlar­dan bilgi kapmaya çalışanlara gözetleme yerlerinden alev toplan atılarak gökleri dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzul sebebini anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah'ın meleklere evrenin yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz. Peygamber'in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin yasaklandığını, bunun nedenini araştırırlarken Nah-le denilen yerde Hz. Peygamber'le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber al­malarını engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını haber vermektedir. [28]

Elmalüı, Hz. Peygamber'i göklere, getirdiği âyet ve mucizeleri de alev top­larına benzeterek bu âyetleri tevil etmekte, Kurân-ı Kerîm karşısında insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu ve artık eskisi gibi gayp-tan dem vuramayacaklarını anladıklarını söylemektedir. [29]

Bazı müfessîrler 10. âyeti şöyle yorumlamışlardır: "Gönderilen peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa isyan edecekler de onlan helak mi edecek bilmiyoruz" [30]Bu âyetten cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18. âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna, Allah'ın dilemesi dışında hiçbir gü­cün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kul­lanmak maksadıyla vahyî bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev top­larıyla engellendiğine işaret edilmiştir. [31]

 

11. Cinlerin, Kur'an'ı tanımadan önce de iyilerinin ve kötülerinin olduğu be- lirtİlmektedir. "Farklı yollar izledik" mealindeki cümle cinlerin de insanlar gibi çe­şitli fırka ve mezheplere ayrıldığım gösterir. [32]

 

12-13. Cinler, Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyince evrendeki her şeyin Allah'ın kud­retinde olduğunu, onun iyileri Ödüllendirip kötüleri cezalandıracağını,kimsenin Al­lah'a güç yetiremeyeceğini ve O'nun elinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadı­ğını Kur'an'dan öğrenip anlamışlar; kendileri iman ettikten sonra diğerlerini de in­karcılıktan ve Allah'a ortak koşmaktan sakınmaya çağırmışlardır. 13. âyette Al­lah'ın kullarına karşı adaletle muamele edeceği cinlerin ağzından dile getirilmekte­dir. Bu da Allah'ın iyilikleri ödüllendirme, kötülükleri cezalandırma konusundaki kusursuz adaletinin mutlakfığına yani insanlarla sınırlı olmayıp irade sınavına tâbi tutulan bütün varlıkları kapsadığına yapılan bir vurgu olarak değerlendirilmelidir. [33]

 

14-15. "Haksızlığa sapanlar"dan maksat inanç ve amelde doğruluktan, ada­letten sapanlardır. Bunlar, özellikle Allah'a ortak koşmakla hem hakikat çizgisin­den saptıkları hem de böylece kendilerine haksızlık ettikleri için âyette "zalimler" anlamına gelen "kasitûn" sıfatıyla nitelendirilmişlerdir. [34] Ni-tekîm bir âyet-i kerîmede şirk büyük bir haksızlık (zulüm) olarak nitelenmiştir. [35]

 

Meali

 

16-17. (Ey Peygamber! Şunu da söyle;) Yine bana vahyolundu ki, eğer hak yolda dosdoğru yürürlerse kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere boğa­rız; kim de rabbini anmaktan yüz çevirirse Allah onu gitgide artan bir azaba uğratır. 18. Mescitler yalnız Allah'ındır. O halde Allah'ın yanma katarak hiç­bir kimseye yalvarmayın. 19. Allah'ın kulu O'na ibadet etmek üzere kalktı­ğında üstüne çıkarcasına etrafına üşüşüyorlar. 20-21. De ki: "Ben kendisine hiç kimseyi ortak koşmaksızm yalnız rabbime yakarır kulluk ederim." De ki: "•Doğrusu ben size ne zarar verme ne de doğrunun ölçütünü zihninize yerleş­tirme gücüne sahibim." 22-23. Şunu da söyle: "Şüphe yok ki Allah'ın gönder­diklerini tebliğ etmedikçe beni de Allah'a karşı kimse koruyamaz; O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam." Artık kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse bilsin ki, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi onu beklemektedir. 24. Sonunda tehdit edildikleri azabı gördükleri zaman kimin yardımcılarının daha güçsüz ve sayıca daha az olduğunu anlayacaklar." 25. De ki: "Tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır yoksa rabbini onun için uzun bir süre mi koyar bilemem." 26. Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz; 27-28. Ancak elçi ola­rak seçtikleri başka. Allah, onların her türlü durumlarını ilmiyle kuşattığı ve her şeyin sayışım belirlediği halde, rablerinin mesajlarını tebliğ ettiklerini or­taya çıkarmak için elçilerin önlerinden ve arkalarından gözcüler gönderir. [36]

 

Tefsiri

 

16-17. Müfessirler bu âyetlerin cinlerin sözü değil, sûrenin birinci âyetinin başında yer alan "De ki..." buyruğu ile bağlantılı olduğunu kabul ederler. [37] Buna göre mâna şöyle olur: "Ey Peygamber! Mu­hataplarına, sana vahyolunan yukarıdaki bilgileri duyurduğun gibi şu gerçeklerin vahyolunduğunu da duyur: Eğer onlar teslimiyet gösterip hak yolda dosdoğru yü­rürlerse biz de kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere boğarız..." Burada, doğru yolda gidenlere bolca nimetler nasip edileceği, ama bu lütuflann daima bir fitne yani sınav ve deneme amacı da taşıdığı belirtilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de, inancı doğru, yaşayışı düzgün olanların nimetlerle, güzel bir hayatla ödüllendirile­ceği[38]  fakat bu lütuflann aynı zamanda bir sınav riski taşıdığı[39] başka yer­lerde de bildirilmiştir. 16. âyete şöyle de mâna verilir: Eğer onlar, içinde bulun­dukları inkarcılığa devam ederlerse istİdrac olarak onların nzıklannı çoğaltırız, so­nunda zenginliklerine ve güçlerine güvenerek fitneye düşer, büsbütün sapkınlaşır-larsa onlan hem dünyada hem de âhirette cezalandırırız [40]  Bu mânayı destekleyen baş­ka âyetler de vardır. [41] 17. âyette de Allah'ı anmaktan yüz çevirenlerin çetin bir azaba atılacakları ifade buyurulmuştur. [42]

 

18. Mescid, müslümanlaniı namaz kılmalarına ayrılmış mekânı ifade eder. [43] Bu âyet de sûrenin birinci âyetinde geçen "bir cin topluluğu­nun (Kur'an'ı) dinlediği" mealindeki cümlecikle bağlantılı olup ibadet yerlerinin
Allah'a mahsus olduğunu, İnsanların Allah'tan başkasına ibadet etmemeleri ge­rektiğinin Hz. Peygamber'e vahyedildiğini bildirmektedir. Müfessirler, buradaki "mesâcid" kelimesine bunun dışında şu anlamları da vermişlerdir:

a) Mescitlerden maksat Mescid-i Haram'dır. Âyet Kabe'ye putları yerleştirip onlara tapan müşrikleri uyarmakta ve yaptıklarının yanlış olduğuna işaret etmektedir. [44]

b) Namaz ve ibadet yalnız camilere hasredilmiş olmadığından bura­da bütün yeryüzü kastedilmiştir,

c) Secdede yere temas eden uzuvlar yani eller, ayaklar, dizler ve alın kastedilmiş, Allah'ın verdiği bu organlarla O'ndan başkası­na secde edilmemesi emredilmiştir. Bazı müfessirlerce, secdenin namazın bir rük­nü olduğu göz önüne alınarak bu kelime "namaz" anlamıyla da açıklanmıştır. [45]

 

19. "Allah'ın kulu"ndan maksat Hz. Peygamber'dir. Allah Teâlâ Resulünü onurlandırmak için onu yüce zâtına İzafe ederek anmıştır. Âyette Hz. Peygamber Nahle denilen yerde ashabına namaz kıldırırken emlerin ondan Kur'an dinlemek için neredeyse birbirlerini çiğneyecek şekilde etrafını kuşattıkları ifade edilmekte­dir. "Üstüne çıkarcasına" diye tercüme ettiğimiz "libed" kelimesinin farklı kıraat­lerine göre âyete şöyle de mâna verilmiştir: "Peygamber Allah'a kulluk etmeye ve O'na çağırmaya başlayınca cinler ve insanlar onun getirdiği dini yok etmek İçin birbirlerini destekliyorlardı, ancak Allah onlara fırsat vermedi." Taberî bu anlamı tercih etmiştir. [46] 

 

20-23. Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber'e, tebliğ ettiği tevhid dini yüzün­den insanların düşmanlığını kazandığını, eğer bu davadan vazgeçerse kendisini düşmanlarına karşı koruyacaklarını söylüyorlardı[47]  Bu âyet­ler onlara cevap olarak inmiş ve böylece Hz. Peygamber'in Allah'tan başkasına kulluk etmesinin söz konusu olamayacağı, onun kendisine verilen ilâhî emir ve mesajları tebliğ etme görevini yerine getirmekten başka gayesinin bulunmadığı ifade edilmiştir. [48]

 

24. Hz. Peygamber'e ve müslümanlara yardım edip onları dünyada zafere, âhirette de kurtuluşa erdireceğini, inkarcıları ise cezalandıracağını bildiren âyetler geldikçe müşrikler onlarla alay edip bu işin ne zaman ve bu zayıf müminlerle na- sil olacağını soruyorlardı. İşte âyet onların bu sorularına cevap vermektedir. [49]

 

25. Müminlere vaad edilen zaferin veya inkarcılara verilecek cezanın ve kı­yamet olayının ne zaman gerçekleşeceği konusu gayb bilgilerinden olduğu için Allah bildirmedikçe peygamberin de onu bilmesi mümkün değildir. Sûrenin başın­dan beri işlenen konularda ağırlıklı olarak cinlerin gaybt bilmedikleri ya açıkça ve­ya işaret yoluyla ifade edilmiştir. [50]

 

26-28. Gaybı yalnızca Allah'ın bildiği, bu konuda O'nun hoşnut olup seçtiği elçinin dışında -cinler dahil- hiç kimseye bilgi vermediği ifade buyurulmuştur. Al­lah'ın hoşnut olup seçtiği elçiden maksat peygamberler, onlara bildirdiği gayb bil­gileri ise ilâhî vahiyler ve haberlerdir ki bunlar da onların peygamber olduğunu gösterir. Meselâ Hz. Peygamber'e kıyamet gününde ve âhirette meydana gelecek olaylar vb. birçok gayb haberini içeren Kur'an vahyedilmiştir. Şevkânî'nin eserin­de, Kur'an ve vahiy dışında da Hz. Peygamber'e fıten ve benzeri bazı gayb bilgi­lerinin verildiği zikredilmiş ve âyetin bunlara da işareti söz konusu edilmiştir. [51]

İlâhî vahyin korunması, ona şeytan sözünün karışmaması ve peygamberlerin Allah'ın mesajlarını tebliğ edip etmediklerinin tam olarak ortaya çıkması için Al­lah Teâlâ, elçisinin önünde ve arkasında koruyucu / gözetleyici melekler görevlen­dirmiş[52]çevrelerini bunlarla donatmış ve tahkim etmiş­tir. Allah bunu, vahyi koruyamadığından değil, hikmeti gereği yapmaktadır; zira Allah'ın her şeye gücü yeter; O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. [53]  Allah'ın peygamberlerini kıyamet ve âhiret halleri gibi ba­zı gayb konularından haberdar etmesinin bir amacı da mucize mahiyetindeki bu bilgilerle onların nübüvvetini kanıtlamaktır. Bu âyetler, astroloji yoluyla olağanüs­tü bilgilere ulaştıklarını söyleyenleri de yalanlamaktadır. Zemahşerî gibi Mu'tezi-le âlimleri bu âyetlere dayanarak kerametin imkânsızlığını, keramet olduğu söyle­nenlerin asılsız olduğunu savunmuşlardır. [54] Ancak Râzî, burada özellikle âhiretle ilgili gaybî bilgilerden söz edildiğini belirterek Mu'tezile'nin âyetten bu anlamı çıkarmasını dayanaksız bulmuştur. [55]



[1] Buhârî,"Tefsîr",72

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396.

[2] Buhârî, "Tefsir", 72

[3] İbn Âşûr, XXIX, 5

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396-397.

[6] bk. Sebe' 34/14

[7] bk. Hicr 15/18

[8] bk. Sebe' 34/12-13

[9] II. Samuel, 1/9; Süleyman'ın Meselleri, 30/15

[10] meselâ bk. Resullerin İşleri, 17/18

[11] Matta, 12/28; Luka, 11/20

[12] bk. İbn Âşûr, VII, 405

[13] bk. En'âm 6/100

[14] Zâriyât 51/56

[15] En'âm 6/130

[16] Ahkaf 46/29; cinlerin İnsanlarla ilişki kurup kuramayacağı konusunda bk. Nâs 114/6; cinler hakkında bilgi için bk. M. Süreyya Şahin - Ahmet Saim Kılavuz, "Cin", DİA, VIII, 5-10, ayrıca bk. En'âm 6/100; Hicr 15/27; Kehf 18/50

[17] bilgi için bk. Ahkaf 46/29

[18] Şevkânî, V, 350

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/397-399.

[20] bk. Kur-tubî, XIX, 9

[21] Taberî, XIX, 68

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/399.

[22] Ebussuûd, IX, 43; Şevkânî.V, 351-352

[23] Bakara 2/275

[24] meselâ &k. Tirmizî, "Tıb", 16; Nesâî, "İstiâze", 37; İbn Mâce, "Tıb", 33

[25] XIX, 225

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/399.

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/399-400.

[27] bk. Şevkânî, V, 352-353

[28] Buhârî, "Tefsir", 72; ayrıca bk. Hicr 15/17-18; Sâffât 37/7-10; Mülk 67/5

[29] VIII, 5404

[30] Taberî, XIX, 70

[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/400.

[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/400-401.

[33] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/401.

[34] İbn Âşûr, XXIX, 236

[35] Lokman 31/13

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/401.

[36] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/402.

[37] Zemah-şerîJV, 170; Şevkânî, V, 355

[38] meselâ bk. Nahl 16/97; Nûh 71/10-12

[39] meselâ bk. Enfâl 8/28; Tâhâ 20/131; Zümer 39/49

[40] Taberî, XXIX, 72; Şev- kânî, V, 356; istidrac kavramı için bk. A'râf 7/182

[41] meselâ bk. En'âm, 6/44

[42] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/402-403.

[43] bk. Bakara 2/114

[44] İbn Âşûr, XXIX, 240

[45] Şevkânî, V, 356

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403.

[46] XXIX, 75; Şevkânî, V, 356-357

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403.

[47] bk. Şevkânî, V, 357

[48] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403.

[49] İbn Âşûr, XXIX, 245

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403-404.

[50] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/404.

[51] bk, Taberî, XXIX, 76-77; Şevkânî, 358-359

[52] bk. İbn Âşûr, XXIX, 250

[53] gayb hakkında bil­gi için bk. Bakara 2/2

[54] bk. V, 172-173

[55] XXX, 168-170

 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/404.