Yirmi sekiz âyettir.
Mekke'de nazil olmuştur.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allanın adıyla.
1-2- Ey
Muhammcd, de ki: "Bana şu vahycdildi: Cinlerden bir topluluk (Kur'an
okumamı) dinlemiş ve şöyle demişler: "Gerçekten biz, hayrete düşüren ve
hidayeti gösteren bir Kür'an işittik ve ona iman ettik. Artık rabbimiz olan
Allaha hiçbir kimseyi ortak koşmayaeağız.
Ey Muhammecl, de
ki:"Alkıh bana şöye vahyetti: "Cinlerden bir topluluk Kur'anı
dinlemiş ve kavimlerine döndüklerinde onlara: "Biz gerçekten hayret
edilecek bir Kur'an işittik. O Kur'an, kendisine uyarılan hakka davet ediyor ve
onlara doğru yolu gösteriyor. Bu sebeple biz ona iman ettik. Rabbimize hiçbir
kimseyi oıtak koşmayacağız."
Abdullah b. Abbas bu
âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Resulullah cinleri ne görmüş ne de
Kur'anı onlara bilerek okumuştur." Abdullah b. Abbas böyle söylemiş ve
şunları nakletmiştir:
Verka diyor
ki:"Zevbea" diye adlandirlana cin'in topluluğu, onunla birlikte
Mekke'ye, Resulullah (s.a.v.)e geldiler. Resulullahın Kur'an okumasını işittiler.
Sonra ayrılıp gittiler. İşte şu âyet-i kerime bunu izah etmektedir: "Ey
Mu-hammed, bir zaman Kur'anı dinleyecek bir cin taifesini sana yöneltmiştik.
Kur'anın okunuşunda hazır bulununca birbirlerine "Susun dinleyin"
dediler. Okuma bitince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler."[2] W
Mekke'ye gelen bu
cinlerin sayısı dokuz idi. İçlerinde Zevbea da bulunuyordu. Dehhak da:
"Ey Muhammed de ki: Bana şu vahyedildi. Cinlerden bir topluluk Kur'an
okumamı dinlemiş ve şöyle demişler..." âyetinin, "Ey Muhammed, bir
zurnan Kur'anı dinleyecek bir cin taifesini sana yöneltmiştik.." âyetine
işaret ettiğini söylemiş ve şöyle demiştir: "İsa ile Muhammed'in arasında
gökler konulmamıştı. Allah teala Muhammed (s.a.v.)i gönderince dünya göğü korunma
altına alındı. Şeytanlar alevlerle kovuldu. Bunun üzerine İblis şöyle dedi:
"Yeryüzünde yeni bir şey meydana geldi." Sonra cinlere emretti ve
yeryüzünü tarayıp meydana gelen o şeyin haberini kendisine getirmelerini
istedi. Cinlerden gönderdiği ilk topluluk, Yemen'deki Nusaybin cinleri idi.
Bunlar cinlerin en şereflileri ve efendileriydi. İblis bunları Tihame'ye ve
onun çevresinde bulunan Yemen diyarına gönderdi. O topluluk Uevam edip Mekke'ye
iki günlük mesafede bulunan "Nahle" vadisine geldiler. Orada
Resulullahı sabah namazını kılarken buldular. Onun Kur'an okuduğunu işittiler.
Yanına varınca birbirlerine "Susun" dediler. Resulullah bunları ne
gördü ne de hissetti. Ta ki Allah teala Resu-lullaha: "Ey Muhammed, de ki:
Bana şu vahyedildi. Cinlerden bir topluluk Kur'an okumamı dinlemiş ve şöyle
demişler.." âyetini indirdi.
Cinlerle ilgili daha
geniş bilgi için Ahkaf suresinin yirmi dokuzuncu âyetinin izahına bakılabilir.[3]
3- Doğrusu
rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, ne eş edinmiştir ne de çocuk.
Ayet-i kerimede
geçen ve "Yücelik" diye
tercüme edilen "Ced" kelimesi müfessirler tarafından çeşitli
şekillerde izah edilmiştir:
Abdullah b. Abbas,
Südtli, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre "Ced" kelimesinin manası
"Emir, saltanat ve kudret" demektir. Buna göre âyetin manası şöyledir:
"Cinler dediler ki: Rabbîmizin emri, saltanatı ve kudreti her şeyin
üstündedir, yücedir."
İkrime, Mücahid ve
Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre "Ced" kelimesinden
maksat, "Azamet ve celal" demektir. Bu izaha göre âyetinmanası
şöyledir: "Rabbimizin büyüklüğü ve celali pek yücedir." Meal bu
görüşe göre hazırlanmıştır.
Hasan-ı Basri'ye göre
"Ced" kelimesinden maksat, "Zenginlik" Müca-hid'e göre ise
"Zikir" demektir. Bu izahlara göre âyetin manası: "Rabbimizin
zenginliği veya zikri pek yücedir." demektir.
Ebu Cafer buradaki
"Ced" kelimesinin "Dede" manasına geldiğini ve bu sözün,
cinlerin cahillerinin sözü olduğunu söylemişse de bu görüş reddedilmiştir.
Taberi buradaki
"Ced" kelimesinin, azamet, kudret ve saltanat manasına geldiğini
söylemenin daha doğru olacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir: Ced
kelimesi Arapça'da iki manada kullanılmaktadır. Bunlardan biri, babanın babası
veya annenin babası demek olan "Dede" manasınadır. Âyette cinlerin,
ced kelimesini "Dede" anlamında kullandıkları düşünülemez. Zira onlar
âyetin devamında "O ne eş edinmiştir ne de çocuk." demektedirler.
Bunu diyen cinlerin, "Rabbimizin dedesi", tabirini kullanarak şirk
koşmaları düşünülemez.
Ced kelimesinin ikinci
manası ise, pay ve nasip demektir. İşte cinler bu kelimeyi bu manada
kullanmışlardır. Cinler bu sözleriyle şunları kasdetmişler-dir:
"Rabbimizin mülk, saltanat, kudret ve azamette olan payı pek yücedir.
Artık onun ne eşi olabilir ne de çocuğu. Zira eş edinme, şehvani arzulan giderme
acziyetinin bir neticesidir. Rabbimiz ise böyle bir acizlikten beridir,
münezzehtir."[4]
4- Doğrusu
bizim beyinsizimiz, Allah hakkında gerçek dışı şeyler söylüyormuş.[5]
5- Halbuki
biz, insanların ve cinlerin, Allah hakkında yalan söyleyeceklerini
sanmıyorduk.
Kur'anı dinleyen
cinler, sözlerine devamla şöyle demişlerdir: "Doğrusu bizim içimizdeki
beyinsiz İblis, Allaha karşı haksız sözler söylüyormuş. Doğrusu bizler insanın
ve cinlerin Allaha karşı yalan bir şey söyleyeceklerini hiç
zannetmiyorduk."
Cinler, Kur'anı
işitmezden önce kâfir ve müşriklerin, İblisin telkiniyle Allah hakkında
söylediklerinin doğru olduğunu sanıyorlarmış. Fakat Kur'am dinleyince onların
yalancı olduklarını anlamış ve Allaha karşı böyle bir cür'ette bulunmalarına
hayret ederek bu sözleri .söylemiş ve İblise "Beyinsiz" demişlerdir.[6]
6-
Gerçekten, insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sanırlardı da o
cinlerin cür'ct ve azgınlıklarını artırırlardı.
*Kur'anı dinleyen
cinler, sözlerine devamla şöyle demişlerdir: "İnsanlardan bir kısım
erkekler, yolculuk yaparlarken konakladıkları yerlerde cinlere sığınırlar ve
böylece cinleri kendilerine karşı cesaretlendirirlerdi.
Abdullah b. Abbas,
Hasan-i Basri, İbrahim en-Nehai, Mücahid, Katade, Rebi' b. Enes ve İbn-i Zeyd
bu âyeti izah ederlerken şöyle demişlerdir: Cahiliye döneminde insanlardan
herhangi bir kişi yolculuğu esnasında belli bir vadide konaklayınca cinleri
kasdederek: "Ben bu vadinin azizine (en güçlü zatına) sığınırım."
diyorlardı. Böylece insanlar cinlerden cesaretlerini artırıyorlar cinlerde bunu
söyleyen insanların günahlarını artınyorlardı.
Âyet-i kerimede
zikredilen ve "Cür'et ve azgınlık" diye tercüme edilen kelimesi
çeşitli manalarda yorumlanmış ve buna sebep olanın, in-saniar mı yoksa cinler
mi olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Abdullah b. Abbas ve
Katade'ye göre ( u>j ) kelimesinin manası "Günah"tır. İbrahim
en-Nehai ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre de ( iâj ) kelimesinin
manası "Cür'et, cesaret" demektir. Mücahid'e göre bu kelimenin manası
"Korkmak"tır. Buna göre Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre âyetin
manası şöyledir: "İnsanlar, cinlerin azizlerine sığınarak onların daha
fazla günah işlemelerine sebep olmuşlardır. Zira cinler, insanların bu sığınmasıyla
şimararak. Allanın haram kıldığı şeyleri daha fazla işlemeye girişmişlerdir
Taberi bu izah tarzını tercih etmiştir.
İbrahim en-Nehai ve
Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin manası şöyledir:
"insanlar, cinlerin ulularına sığınarak aslında kendilerinden çekinen
cinlerin cesaretlerini artırırlar. Böylece cinler insanları korkutmaya ve
sindirmeye girişirler."
Mücahid'e göre ise
âyetin manası şöyledir: Kâfirler cinlere sığınarak azgınlıklarını daha da
artırırlar. Allahı bırakıp cinlere sığındıkları için daha fazla günaha
girerler.
Rebi' b. Enes ve İbn-i
Zeyd'e göre ise, insanlar cinlere sığınarak cinlerin kendilerini korkutmalarım
daha da artırırlar.[7]
7- Onlar da
sizin gibi, Allanın, hiçbir kimseyi Peygamber olarak göndermeyeceğini
zannetmişlerdi.
Taberi bu âyeti şu
şekilde izah etmiştir: Cinler birbirlerine şöyle demişlerdi: Gerçek şu ki
sizin, Allanın herhangi bir kimseyi peygamber göndermeyeceğini zannettiğiniz
gibi o insanlar da öyle zannetmişlerdir.
Bazı müfessirler bu
âyet-i kerimeyi, cinlerin sözünden saymayıp Allah tealanın, kullarına hitabı
sayarak şöyle izah emişlerdir "Ey insanlar, sizin zannettiğiniz gibi o
cinler de Allanın herhangi bir kimseyi Peygmaber olarak gön-dermeyeceğini
zannetmişlerdir. Veya: Ey cinler, sizin zannettiğiniz gibi insanlar da Allanın,
herhangi bir kimseyi peygamber olarak göndermeyeceğini zannetmişlerdir."[8]
8- Gerçekten
biz göğü yokladık. Orayı kuvvetli bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş
bulduk.[9]
9- Doğrusu
biz daha önce gökte olup bitenlerin işitilcccğİ bir yerde oturuyorduk. Fakat
şimdi kim dinlemek.isterse, kendisini gözetleyen bir ateş parçasıyla
karşılaşıyor.[10]
10- Gerçekten bilmiyoruz, ycryüzündckilcre bir
kötülük mü istendi, yoksa rablcri onların iyiliğini mi murat etti?
Cinler sözlerine
devamla şöyle demişlerdir: Biz göklere tırmanıp oralara başvurduk. Onların
sağlam bekçilerle yani meleklerle ve akıp giden ateşlerle, yani şeytanları
takibeden yıldızlarla dolu olarak bulduk. Gerçek şu ki biz cinler topluluğu,
daha önce gökte neler olup bittiğini işitmek için orada belli yerlere oturur
bilgi almaya çalışırdık. Fakat şu anda kim dinlemeye kalkışacak olursa
kendisini gözetleyen bir ateşle karşı karşıya kalmış olur. Doğrusu bizler bilmiyoruz
ki, gökteki haberlerin dinlenilmesinin yasaklanmasiyla Allah, yeryüzü sakinlerine
bir kötülük mü dilemiş oluyor yoksa rableri onları hakka iletmeyi mi diliyor?
Onlara bir peygamber göndererek onları irşad mı etmek istiyor?
Daha önce de İzah
edildiği gibi Hz. Muhammed, peygamber olarak gönderilmeden önce şeytanlar ve
cinler göklere tırmanarak orada meleklerin konuşmalarından bazı şeyler alarak
yeryüzüne getinneye çalışırlarmış. Allah teala Hz. Muhammed (s.a.v.)i
gönderdikten sonra şeytanların ve cinlerin göğe çıkma yollarını kapatmış ve
onların, konuşmaları çalmalarına engel olmuştur. İşte bu âyetlerde cinler bu
hususlardan bahsetmektedirler.
İbn-i Zeyd diyor ki:
"Cinler göğü yoklayıp bu durumu tesbit edince İblise gitmiş ve ona: Bizim
gökten bir şeyler işitmemize ne engel olabilir?" diye sormuşlar. İblis de
onlara: "Gök ancak iki şeyden dolayı korunmaya alınır. Ya Allahın
yeryüzüne aniden indirmeyi istediği bir azaptan dolayı veya göndereceği irşad
eden ve düzelten bir peygamberden dolayı." demiştir. İbn-i Zeyd bunu zikrettikten
sonra: "İşte Allah tealamn: "Gerçekten bilmiyoruz, yeryüzündekilere
bir kötülük mü istendi yoksa rableri onların iyiliğini mi murad etti?"
âyeti bunu beyan etmektedir." demiştir.[11]
11- Şüphesiz, biz cinlerden, iyi olanlar da var
daha aşağı mertebede olanlar da. Hepimiz ayrı yollar tutmuştuk.[12]
12- Gerçekten
biz, yeryüzünde Allahı âciz bırakamayacağımıza ve hiçbir zaman Allahın
hakimiyetinden kurtulup kaçamayacağımıza kanaat getirdik.[13]
13- Doğrusu
biz Kur'anı işitince ona İman ettik. Rabbinc iman eden, ne sevabının
noksaniaştırılacağtndan ne de haksızlığa uğratılacağından korkar.[14]
14- Şüphesiz
biz de müslümanlar da vardır, haktan ayrılan zalimler de vardır. Müslüman
olanlar doğru yolu arayıp bulmuşlardır.[15]
15- Haktan
ayrılan zalimlere gelince, onlar cehennemin yakıt» olmuşlardır.
Şüphesiz ki biz
cinlerden Allaha itaat eden müslüman salih kullar olduğu gibi yine bizden salih
olmayanlar da vardır. Biz, çeşitli meyil ve arzularda olan guruplardık. Yani bir
kısmımız müslüman diğerlerimiz ise kâfirdi. Doğrusu bizler bildik ki Allahın
bize bir kötülük dilemesi halinde biz onu yeryüzünde âciz bırakamayız. Bizi
yakalamak istediğinde elinden kaçıp kurtularak onu âciz düşüremeyiz. Nerede
olursak olalım Allah bizim üzerimizde mutlak kudret sahibidir. Doğrusu biz,
kendine iman edenleri doğru yola ileten Kur'anı işitince onu tasdik ettik. Ve
onun, Allah tarafından okluğunu kabul ettik. Kim rabbine iman ederse o kimse ne
sevaplarının eksiltileceğinden korkar ne de başkalarının günahlarının
kendisine yükletilerek haksızlık yapılacağından korkar. Şüphesiz ki içimizden
Allaha itaat ederek ona boyun eğip müslüman olanlar da vardır. Hak yoldan
ayrılan zalimler de vardır. Kim müslüman olup Allaha itaat ederek ona boyun
eğecek olursa işle onlar, dinleri hususunda doğru yolu arayıp bulmuşlardır.
İslamdan uzak kalan zalimler ise cehennemin yakıtıdırlar. Cehennem onlarla
tutuşturulacaktır."
Cinlerin
konuşmaları burada sona ermiş bundan
sonra gelen âyetlerde ise Allah teala şöyle buyurmuştur:[16]
16- (Eğer
insanlar ve cinler) doğru yolda devam ctscydİlcr mutlaka onlara bol su
verirdik. (Rızıklandınrdık.)
Bu âyet-i kerime iki
şekilde izah edilmiştir:
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Katade ve Said b. Cübeyr bu âyeti, mealde zikredildiği şekilde izah
etmişlerdir. Bunlara göre âyetin manası şöyledir: "Eğer hak yoldan ayrılan
zalimler, doğru yolda bulunmuş olsalardı biz onları bol sularla sulardık ve
onları güzel nzıklarla nzıklandırırdık. Böylece onları, verdiğimiz rızıklarla
imtihan ederdik. Onlar, ezeli ilmimizde bildiğimiz akıbetlerine varırlardı.
Kur'an-ı Kerimde, izah
edilen bu manada bir çok âyetler bulunmaktadır. "Eğer onlar Tevrati,
İncili, ve rableri tarafından kendilerine indirileni tatbik et-seydiler
üstlerinden ve ayaklarının altından nzıklandınldıklan nimetleri yerlerdi.
Onlardan bir kısmı mutedil bir ümmettir. Birçoklarının yaptıkları da ne kötü
şeydir."[17] "Eğer o
memleketlerin halkı iman edip Allahtan korksalardi yerden ve gökten onlara
bereket kapılan açardık. Fakat onlar yalanladılar. Bunun üzerine biz de onları
yaptıklarından dolayı azabımızla yakaladık."[18]
Ebu Miclez ise bu
âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Eğer bu haktan ayrılan zalimler,
sapıklıklarında devam edecek olurlarsa onlara mühlet vermek için bol sular
verir ve çok nzıklarla nzıklandınnz."
Kur'an-ı Kerimde, izah
edüen bu manada da âyetler vardır: "Allah, içinizden iman edip salih amel
işleyenlere vaadetmişti ki mutlaka kendilerinden öncekileri mirasçı kıldığı
gibi kendilerini de yeryüzünde mirasçı kılacak, kendileri için razı olup
seçtiği dinlerini iyice yerleştirecek ve kendilerini korkularından sonra emniyete
kavuşturacaktır. Onlar bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar.
Artık bundan sonra kim inkar ederse işte onlar, fasıkların ta
kendileridir." "Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve peygambere
itaat edin ki merhamet edilesiniz."[19]
"Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara herşeyin kapısını
açtık. Nihayet kendilerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onlan
azabımızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına
döndüler."[20]
17- Böylece
onları bununla imtihan edelim. Kim rabbinîn zikrinden yüz çevirirse rabbi onu,
gittikçe artan bir azaba uğratır.
Böylece onlara bol
nimetler veririz ki onlan imtihan edelim. Kim, rabbi-nin zikri olan Kur'andan
yüzçevirir ve onu dinlemezse rabbi onu, çetin bir azaba uğratır.
Âyette, rablerinin
zikrinden yüz çevirinlere verileceği beyan edelin aza: in sıfatını beyan eden
ve "Gittikçe artan" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas
tarafından "Yukan doğru tırmandıran çetin bir azap" olarak izah
edilmiştir. Abdullah b. Abbas bunun, cehennemde bir dağ olduğunu ve cehennemlik
olan kişinin bu dağa yukan tırmanmak zorunda kaldığım söylemiştir.
Mücahid ise bu
kelimeden maksadın çetin bir azap olduğunu, Katade de bunun, "Hiç rahat
vermeyen bir azap" olduğunu, İbn-i Zeyd ise günahkarın üze-ine yağan bir
azap olduğunu söylemiştir.[21]
18- Şüphesiz
mescitler Allaha mahsustur. O halde orada Allah ile beraber bir başkasını
anmayın.
Ey Muhammed de ki:
"Bana vahyolundu ki mescitler Allaha aittir. Oralarda Allahtan başka
hiçbir kimseye ibadet etmeyin. Oralarda ona ortak koşmayın. Sadece Atlahı
birleyin ve samimi olarak ona ibadet edin."
Katade diyor ki:
"Yahudi ve Hristiyanlar Havra ve kiliselerine girdiklerinde Ali aha ortak
koşuyorlardı. Bunun üzerine Allah, Peygamberi Muham-med'e, camilerde sadece
Allaha kulluk edilmesini ve onun birlenmesini emretti.
Said b. Cübeyr diyor
ki: "Cinler Resulullaha dediler ki: "Biz mescide nasıl gireceğiz?
Senden uzağız. Seninle birlikte nasıl namaz kılacağız?" İşte bunun
üzerine: "Şüphesiz mescitler Allaha mahsustur. O halde orada Allah ile
beraber bir başkasını anmayın." âyeti nazil oldu. Yani cinlerin, insanlara
karışmadan namaz kılmaları emredilmiş oldu.
Katade buradaki
"Mescitler" ifadesinden maksadın, bütün mescitler olduğunu
söylemiştir.[22]
19- Alkilim
kulu Muhammcd, namaza kalkıp Allaha ibadet ettiği zaman, cinler ü/crinc
üşüşüyor, neredeyse keçe gibi birbirlerine giriyorlardı.
Bu âyet-i kerime
farklı şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas ve Dehhak'tan nakledilen
bir görüşe göre bu âyetin manası şöyledir: "Ey Muham-med, de ki:
"Bana vahyokınanlardan biri de şudur ki: Allah m kulu Muham-med.Kur'anı
okuyarak Allaha davet ettiğinde cinler Kur'anı dinleme arzusuyla birbirlerinin
üzerine üşüştüler. Neredeyse Muhammed'in üzerine düşeceklerdi.-"
Said b. Cübeyr ve
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen ikinci bir görüşe göre ise bu âyetteki
ifadeler cinlerin sözleridir. Zira cinler, Resulullahın, sahabile-rine namaz
kıldırdığım görünce onların bu hallerine şaşmışlar ve bunu kavimlerine
anlatmışlardır." Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Allahın kulu
olan Muhammed, kalkıp namaz kıldırınca çevresinde bulunanlar ona uydular. Onlar
neredeyse Muhammed'in üzerine düşüp keçeleşeceklerdi."
Katade, İbn-i Zeyd ve
Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Allah
tealanın, kâfirlerin, Hz. Muhammed'e nasıl karşı çıktıklarını haber veren bir
âyetidir ve manası şöyledir: "insanlar ve cinler, Allahın kulu Muhammed,
onları, "Lailahe İllallah'a " davet edince bu daveti söndürmek için
yek vücut oldular. Hepsi birden Muhammed'in karşısına dikildiler.
Taberi bu son görüşü
tercih etmiş ve gerekçe olarak da şunları zikivtuıiş-tir: Bundan önce
zikredilen âyet, cinlerin sözü değil Allah tealanın beyanıdır. Bu âyeti"
de bir önceki gibi saymak uygundur.
Aynea bundan önceki
âyettef insaniann mescitlerde sadece Allaha kulluk etmeleri, ona ortak
koşmamaları emredilmektedir. Bu âyetin de Resulullaha tabi olanların çokluğunu
beyan eder şekilde değil de insanların, onun davasına karşı çıkmakta ittifak
ettiklerini beyan eder şekilde yorumlamak, Allaha ortak koşma-mayı emreden
önceki âyete daha uygun düşer.[23]
20- Ey Muhammed de ki: "Ben sadece rabbimc
ibadet eder ve ona hiçbir şeyi ortak koşmam."[24]
21- De ki:
"Ben size ne zarar verebilirim ne de fayda."[25]
22- De ki:
"Kimse beni Allahın azabından kurtaramaz. Ondan başka sığınacak yer de
bulamam."
Ey Muhammed, senin
getirdiğin öğütleri reddeden müşriklere de ki: "Ben, rabbime ibadet
ederim. Hiçbir kimseyi ona ortak koşmam." Yine de ki: "Ben size, ne
dininiz ne de dünyanız hakkında bir zarar verme gücüne sahibim. Ben sizi kemale
de erdiremem. Bunlar, herşeyin mülkü elinde olan Allaha attir." Yine de
ki: "Allah benim için bir şey dilediği zaman beni onun elinden hiçbir
kimse kurtaramaz. Ona karşı bana hiçbir kimse yardım edemez. Ben de Allah-tan
başka sığınacak hiçbir sığınak bulamam."[26]
23- Ben
ancak Allanın emirlerini tebliğ etmeye ve peygamberiiklc ilgili hususları
bildirmeye kadirim. Kim, Allah ve peygamberine karşı gelirse ona, içinde ebedi
kalacağı cehennem ateşi vardır.
Ey Muhammed, Arap
müşriklerine de ki: "Ben size ne bir zarar verebilirim ne de sizi
olgunluğa erdirebilirim. Ben size, ancak bana Allah tarafından verileni tebliğ
eder ve onun peygamberliğini bildiririm. Kim, allanın emir ve yasaklarına uymayarak
ona karşı gelir peygamberini de yalanlayarak ona isyan edecek olursa şüphesiz
ki onun için cehennem ateşi vardır. O, cehennem ateşine girecek ve orada ebedi
olarak kalacaktır.[27]
24-
Kendilerine vaadolunan azabı görünce, kimin yardımcısının daha güçsüz ve
sayısını daha az olduğunu öğreneceklerdir.
Müşrikler, kendilerine
vaadedilen azabı ve kıyametin kopmasını bizzat gözleriyle görünce kimin
yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.
Yardımcıları daha zayıf ve daha az olanlar, Allahı birleyen müminler mi yoksa
ona ortak koşan müşrikler mi olacaklardır?[28]
25- Ey
Muhammed de ki: "Size vaadolunan azap yakın mıdır? Yoksa rabbinı ona uzun
bir müddet mi tayin etmiştir bilemem?"
Ey Muhammed,
kavminden, Allaha ortak koşan müşriklere de ki: "Rab-binizin size
vaadettiği azap ve kıyametin kopması yakın mıdır? Yoksa rabbim onun için uzun
bir süre mi tayin emiştir bilemem. Rabbim gaybı bilendir. O, bildiği gaybı
hiçbir kimseye göstermez.[29]
26- O, gaybı
bilendir. Kimseye gaybını göstermez.[30]
27- Ancak
Peygamber olarak seçtiği kimse bunun dışındadır. Çünkü Allah, seçtiği
peygamberin ününe ve ardına gözctlcyici koyar.
Allah, sadece
kendisinin bildiği gaybla ilgili ilmini, yaratıklarından hiçbir kimseye
gösîermez.Ancak seçtiği peygamberleri hariç. Allah bunları seçtiği gibi gaybla
ilgili bazı bilgileri bunlara vahiy yoluyla bildirir, nitekim Muham-med'e,
içinde gaybla ilgili haberler bulunan Kur'anı vermiştir. O bize, kıyamette'' ne
olacağını bildirmektedir. Zira Allah, seçtiği peygamberin Önüne ve arkasına,r
onu koruyan melekler gönderir. Böylece peygamberine vahiy ile bildirdiği gaybı,
şeytanlar ve cinler çalamazlar ve cinler, bu gayb haberlerini getiren meleklerin
şekline giremezler.
Dehhak bu âyeti izah
ederken diyor ki: "Allah teala Hz. Muhammed'e bir melekle vahiy
gönderdiğinde o melekle birlikte başka melekler de gönderirdi ki, onu, önünden
arkasından korusunlar da şeytan bu meleğin şekline gimıe-sin.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Allah teala Hz Muhammed'e vahiy gönderirken onu önünden ve
arkasından koruyan melekler de gönderirdi ki ona gönderilen meleğin vahiy
getiren bir melek olduğunu anlamış olsun. Böylece Peygamber, bu meleklerin,
rablerinin tebliğ ettiği peygamberlikle ilgili vahiyleri getirdiklerini bilmiş
olsun.[31]
28- Bu,
elçilerin, rablerinin emirlerini tebliğ ettiklerini onun bilmesi içindir. Allah
onların ne yaptıkların bütün incelikleriyle kuşatır. O, hcrşcyı bir bir
saymıştır.
Bu âyet-i kerime
çeşitli şeklilerde izah edilmiştir.
Said b. Cübeyr ve
Ma'mer, Katade'nin bu âyeti şu şekilde izah ettiğini söylemişlerdir:
"Allah, gönderdiği elçilerini önünden ve arkasından koruyan melekler
gönderir ki Muhammet!, kendinden önceki Peygamberlerin de rablerinin
emirlerini tebliğ ettiklerini, onların da melekler tarafından korunmuş olduklarım
bilmiş olsun."
Mücahid ise bu âyeti
şu şekilde izah etmiştir: "Allah, gönderdiği elçinin önünden ve arkasından
onu koruyan melekler gönderir ki Peygamberi yalanlayan müşrikler bu
peygamberler, rablerinin emirlerini tebliğ ettiklerini biimiş olsunlar.
Said b. Cübeyr
Abdullah b. Abbas'ın bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah ettiğini söylemiştir:
"Allah, gönderdiği elçisini, Önünden ve arkasındankoruyan melekler
gönderir ki Muhammed, meleklerin, rablerinin emirlerini tebliğ ettiklerini
bilmiş olsun."
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Cebrail (a.s.) hiçbir vahiy getinnemiştir ki onunla birlikte
dört muhafız melek bulunmuş olmasın."
Taberi ise birinci
görüşü tercih etmiştir.[32]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
H
[2] Ahkaf Suresi, 46/29
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/443-444.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/444-445.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/445.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/4465.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/446-447.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/447.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/448.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/448.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/448.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/449.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/449.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/449.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/449.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/449-450.
[17] Maide Suresi, 5/66
[18] A'raf Suresi, 796
[19] Müminim Suresi, 23/55-56
[20] En'am Suresi, 6/44
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/450-451.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/451.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/451-452.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/452-453.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/453.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/453.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/453.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/454.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/454.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/454.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/455.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/455.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/455-456.