MÜZZEMMİL SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Gecenin Naşîesî 4

Kur'an'ın Lafızleri Değiştirilir Mi?. 4

Korkunç Gün Kıyamettir 6

Meal 6

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 6

Kur'andan Kolay Olandan Maksat 7


MÜZZEMMİL SÜRESİ

 

Meal

 

 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Ey (elbiselerine) bürünen (Rasûlüm)!

2- Az bir kısmı hariç olmak üzere geceleyin kalk.

3- (Gecenin) yansı kadar veya ondan biraz eksilt.

4- Yahut üzerine biraz ilave et ve Kur'an'ı da belli bir dü­zen içinde oku.

5- Hakikaten biz sana ağır bir söz vahyediyoruz.

6- Gerçek şu ki, gece neş'esi   (ibadeti)   tesir bakımından daha güçlü, okumak bakımından daha sağlamdır.

7- Doğrusu sana gündüz uzun bir meşguliyet vardır.

8- Hem Rabbinin ismini an ve her şeyden kesilerek ona ihlas ile ibadet et.

9- O doğunun da batının da Rabbidir. Ondan başka bir ilah yoktur. O halde yalnızca O'nu vekil tut.

10- Onların dediklerine karşı sabır göster. Ve onlardan gü­zel bir ayrılış ile ayni.

11- (Ey Rasûlüm!) İnkâr eden o refah sahiplerini bana bı­rak ve onlara biraz mühlet ver.

12- Zira bizim yanımızda bukağılar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır.

13- Bir de boğaza takılıp kalan bir yiyecek. Aynca acıklı bir azap da vardır.

14- Hatırlat o günü ki yer ve dağlar sarsılacaktır. Ve bü­tün dağlar erimiş bir kum yığınına dönecektir.

15- Şüphesiz ki biz Firavun a bir peygamber gönderdiğimiz gibi üzerinize şahid olmak üzere size de bir peygamber gönderdik.

16- Fakat Firavun,  peygambere  karşı geldi.  Biz de  Fira-vun'u pek sert bir yakalayışla yakaladık.

17- Eğer küfre sapacak olursanız, çocukları ak saçlı yapan o günden nasıl sakınacaksınız?

18- O günün şiddetiyle gök paramparçadır.  Allah'ın va'di mutlaka yerine gelmiştir.

19- Kuşkusuz ki bu (ayetler)  bir hatırlatmadır. Artık iste­yen Rabbine giden bir yol tutar. [1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-19)  «Ey (elbiselerine) bürünen (Rasûlüm)!..»Bu Ayetlerin Tefsiri

Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 20 ayettir.

Bu sure, Hasan, tkrime, Ata ve Cabir'in görüşüne göre tama­mıyla Mekkî'dir. İbn Abbas ve Katade 8. ve 9. ayetlerin müstesna olduğunu söylemişlerdir ki bunu el-Maverdi zikreder. El-Bahr'da cumhur'dan rivayet edildiğine göre sure Mekkî'dir, ancak 20 ayet müstesandır. Celaleddin Suyuti, El-Bahr'a şu şekilde itiraz etmek­tedir:

Bu istisna edilen Hakim'in Hz. Aişe'den rivayet ettiği şu ha­disle reddedilir: Yirminci ayetten surenin sonuna kadar olan kı­sım, surenin başlangıcından bir sene sonra indi. Bu da İslâm'ın başlangıcında gece ibadeti farz edildiği zamandır. Tabii bu da beş vakit namaz farz olmazdan önceydi.

Bu surenin ayetleri Medinelilerin son sayımına göre 18, Basra sayımına göre 19, diğer sayımlara göre ise 20'dir.

Kelimeleri 285, harf adedi 838'dir.

«ELmüezzemmil» kelimesi iki mânâya gelir. Biri yüklenen, diğeri de elbisesine bürünen demektir. Buradaki hitap Rasûl-ü Ek­rem'edir. Bu hususta üç görüş vardır:

1- Ey peygamberliğe bürünen,   ey   peygamberlik   yükünü yüklenen veya kendisine peygamberlik yükü yükletilen. (İkrime).

2- Ey Kur'an'a bürünen. (İbn Abbas).

3- Ey elbisesine bürünen (Katade).

Nehai, «Cendb-ı Peygamber saçaklı bir kaftan içinde yatıyor­du, ona bürünmüştü» der.

Katade, «Peygamber namaz için elbiselerine bürünmüştü ve hazırlık yapmıştı. O zaman 'ey elbisesine bürünen' hitabı ona gel­di» der. Yani ey ibadete hazırlanmış kişi!  [2]

Bazı kimselere göre, Rasûlullah'ın kulağına müşriklerin bir sözü ulaşmıştı. Bu, Peygamber'e ağır geldi. Elbiselerine büründü, bunun üzerine «Ey Müzzemmil, Ey Müdessir» hitapları geldi. Bazı­larına göre bu olay vahyin başlangıcında olmuştur. Cebrail'in sö­zünü dinledikten sonra Hz. Peygamber ona baktı ve bedenine bir sarsıntı anz oldu. Böylece ailesi Hz. Hatice'nin yanına geldi ve beni örtün, beni örtün dedi. (İbn Abbas)

Hukema'ya göre Cenab-i Hak peygamberliğin başlangıcında ey müzzemmil, ey müddessir, demiştir. Çünkü o anda henüz peygam­berlikle ilgili herhangi bir tebliğ yoktu. Yani tebliğ yapmamıştı ki ey Nebi, ey Rasûl diye kendisine hitap edilsin!

İbn Arabi «Bu hitabın tevilinde ihtilaf vardır» diyor. Bazıla­rı !Bu hitap hakikidir. Gerçekten Rasûl-ü Ekrem elbisesine bürün­müştü veya battaniyesine sarilmıştı. Yani ey müddessir, kalk, Al­lah'ın emrini tebliğ et, denilmiştin» diyor. (İbrahim ve Katade).

Bazılarına göre ise bu hitap mecazidir. Sanki, ey Peygamber­liğe bürünen, diye hitabedilmiştir. (İkrime)

Süheyli. «eLMüzzemmil» Rasûlullah'ın isimlerinden biri değil­dir. Bazı kimselerin iddia ettikleri gibi peygamber bununla da ta­nınmamıştır. Müzzemmil bir ismi faildir. Peygamberin o andaki haletinden müştaktır diyor. Yani Rasûl-ü Ekrem o anda, bu hitap geldiğinde, elbisesine bürünmüştü veya battaniyesine sarılmıştı. Bu sebeple «Ey elbisesine bürünmüş» şeklinde hitap gelmiştir. Pey-gamber'e bu isimle hitap edilmesinde iki fayda vardır.

A) Bu bir iltifattır. Zira Araplar bir kişinin, bir muhatabın iltifatım kastettiklerinde, onu kınamayı terketmek istediklerinde onu o an üzerinde bulunduğu hal üzerine bir isim vererek çağırır­lardı. Nitekim Rasûl-ü Ekrem bir gün Hz. Fatıma ile Hz. Ali'ye uğ­radığında onlan uyurlarken   görür ve yanlarında da toprak var­dır. Bunun üzerine «Ey Eba Turab, kalk» der. Yani Rasûl-ü Ek­rem, Hz. Ali'ye ben böyle demekle seni kınamıyorum ve sana ilti­fat ediyorum, demek istemiştir. Hz. Hüzeyfe*ye fle «Ey uykucu! Kalk» demiştir. O anda Huzeyfe uyuyordu. Bu da ona bir latife olsun diye ve kınanma kastedilmediğini bildirmek için söylenmiş­tir. O halde Cenab-ı Hak'km Rasûl-ü Ekrem'e «Ey elbisesine bürü­nen ,kalk» hitabında ünsiyet ve lütufkârlık vardır. Böylece Ce­nab-ı Hak hitabın başında Rasûlü'ne kızgın olmadığını bildirmiş oluyordu.

B) Elbisesine bürünmüş olanların ve bütün gecesini uyku ile geçirenlerin dikkatini gece ibadetine çekmektir.   Kalk   emrinden maksat burada namaz kıl demektir. Namaz kıl sözünü bu şekilde tabir etmek mecazidir, fakat çokça kullanıldığı için artık örf ol­muştur.

«Leyi» gece demektir. Hududu güneşin batışından fecrin do­ğuşuna kadardır. Rasûl-ü Ekrem'in gece ibadetinin farz mı yok-sa mendub mu olduğu hususunda ihtilâf vardır. Deliller bu iba­detin farz olduğunu takrir etmektedir. Zira mendub olsaydı gece­nin bir kısmına teşvik edip diğer kısmı bırakmak bahis konusu olmazdı. Çünkü onun ibadet etmesi bir vakte mahsus değildir. Ay­rıca bu Hz. Aişe'den ve başka muhaddislerden gelmiştir. Acaba gece ibadeti farz ise sadece peygambere mi yoksa hem kendisine, hem kendisinden önce gelen peygamberlere ve hem de ümmetine mi farzdır? Burada da üç görüş vardır:

1 - Hitap sadece Peygamber'edir.

2- İbn Abbas'ın ifade ettiği gibi gece ibadeti Peygamber'e de ondan önceki peygamberlere de farzdır.

3- Hz. Aişe ve İbn Abbas'tan gelen haberlerde bildirildiği

gibi nafiledir. Sahih-i Müslim'de Zürare bin Evfa'dan rivayet edi-liyor ki, Sa'd b. Hişam b. Amr, Allah yolunda gazveye gitmek ister.

Ben Hz. Aişe'ye: «Rasûlullah'ın gece ibadetinden bana haber

verir misiniz?» dedim. O da: Sen muzemw.il Suresi'ni okuyor mu­sun?» dedi. Ben de «Evet, okuyorum» deyince Hz. Aişe: «Cenab-ı Hak bu surenin başlangıcında gece ibadetini farz laldı. Rasûl-ü Ekrem ile ashabı bir sene gece ibadetine devam ettiler. Cenab-ı Hak bu surenin son kısmını 12 ay gökte beklektikten sonra indir. di. Böylece de hafiflik geldi. O zaman gecenin ibadeti farziyetten nafileye dönüştü» der.

Veki ve Ya'la, îbn Abbas tankıyla   şöyle rivayet   ediyorlar:

«Müzzemmil Suresi'nin başlangıcı indiği zaman sahabiler Rama­zan ayındaki ibadetlerine benzer bir şekilde kalkıp ibadet ediyor­lardı. Ta ki surenin son ayetleri gelinceye kadar. Surenin başlan­gıcı ile sonu arasında bir sene kadar bir zaman vardı!»

Said bin Cübeyr, «Peygamber ve askab gece ibadetini on sene sürdürdüler. On sene sonra bu surenin son kısmı geldi ve böylece Cenab-ı Hak kullarının yükünü azalttı» diyor. Yani Cenab-ı Hak bu ayette, gecenin az bir kısmı hariç, diğerini ibadetle geçirin di­yor. Çünkü bir kısmı hariç, bütün geceyi ibadetle geçirmek müm­kün değildir. Bir kısmı istisna edilmeli ki beden istirahat etsin. Bir şeyin azı onun yansından azı demektir.

Vehb bin Munebbih diyor ki: «Bir şeyin azı, onda birinden ve-ya altıda birinden as olanıdır».

Gecenin yarısı veya yarıdan azını ibadetle* geçirin. Böylece halk gece ibadetine ayakları şişinceye kadar devam ettiler, sonra bu hüküm Cenab-ı Hak'kın bu surenin sonunda gelen şu ayetiyle kaldırıldı: «Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, ya­rısında ve üçte birinde kalkıp namaz kıldığını biliyor,..», yani Hz. Peygamber üç şey arasında muhayyer kılındı: Gecenin yarısını ve­ya yarısından azını veya yarısından fazlasını ibadetle geçirmek. Sanki kelâmın takdimi şöyledir: Geceleyin kalk, ancak yarısın­da kalk. Veya yandan daha azında veya yandan daha fazlasında...

Gece ibadetini nesheden ayetin hangisi olduğu konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir. îbn Abbas ve Aişe validemize göre bu surenin 20. ayetidir. Bazılan «Sadece bu ayetin içindeki «Bildi ki siz bunu sayamazsınız» cümlesidir» demişlerdir. Yine İbn Abbas' tan ikinci bir rivayete göre «Bildi ki sizden hastalar olacaktır» cümlesidir.

Aişe validemiz, İmam Şafii, Mukatil, İbn Keysan «Bu ayetler beş vakit namazla neshedümişlerdir»   diyor. Bazılan da   «Bunu nesheden, Kur'an'dan kolay geleni okuyun» cümlesidir, diyorlar.

Ebu Abdurrahman Şulemi diyor ki: Müzzemmil Suresi'nin baş tarafı indikten sonra sahabiler, ayakları şişinceye kadar iba­det ettiler. Sonra Cenab-ı Hak «İmkânınız olduğu kadar okuyun» ayetini indirdi ve onu neshetti. Bu bir farzdır, bir farzı neshetmiş-tir.

Aişe validemiz «Peygamber bir hasır seriyordu. Geceleyin onun üzerinde namaz kılardı. Halk bunu işitti ve bir araya geldiler, Ra-sül-ü Ekrem onları böyle toplu halde görünce hoşuna gitmedi. Ge­ce ibadetinin onlara farz kılınmasından korktu. Eve, öfkelenmiş, bir halde girdi. Onlar Peygamber'in kendilerinden haberdar olma­sı için öksürmeye başladılar. Rasûl-ü Ekrem sonra çıkarak: Ey insanlar! Amellerinizden gücünüz yettiği kadarını yapın. Çünkü Cenaba Hak sevap vermekten usanmaz, fakat siz amelden usanır­sınız. Amellerin en hayırlısı devamlısıdır velev ki az da olsa» dedi. îşte o zaman «Ya eyyuhel müzzemmil» ayetleri indi ve gece ibadeti onlara farz oldu. Hatta onlardan bazıları direğe bir ip bağ­lıyor ,gece uykuya dalmasın diye ibadete devam ediyordu. Bu du­rum sekiz ay devam etti. Ondan sonra Allah merhamet etti ve yir­minci ayet indi. Cenab-ı Hak böylece farzı geri aldı, gece ibadetini onlardan kaldırdı. Ancak kimin gücü ne kadar yeterse onu yapa­bilir.

Buna rağmen gece namazı Peygamber'e farz olarak kaldı. Bu' ibadetin Peygamber için de neshedilip-edilmediği hususunda iki görüş vardır:

A)  O ölünceye kadar bu farz devam etti.

B) Ümmetinden neshedildiği gibi Rasûl-ü Ekrem'den de nes-hedildi.

Farz oluşu ile neshedlidiği arasında ne kadar zaman geçtiği hususunda iki görüş vardır:

1- Ümmete farz olduğu müddet bir sene idi. Hz. Aişe 16 aydı diyor.

2- On sene idi. Böylece Cenab-ı Hak onu neshetti.

«TertiU güzel, muntazam, yeknesak yapmak demektir. «Kur'-an'ı tertille oku», yani, Kur'an okurken acele etme, onu yavaş oku! Mânâlarını düşünerek oku. Dahhak «Yani onu harf harf oku de­mektir» diyor. Mücahide Kur'an okumakta insanların Allah katın-da en sevimlileri Kur'an'ı en fazla akıl edenlerdir» demiştir. Ha­san şöyle rivayet ediyor: Rasûl-ü Ekrem bir kişinin yanın­dan geçti. O zat bir ayet okuyor ve ağlıyordu. Rasûl-ü Ekrem: Siz Allah'ın sözüne kulak vermiyorsunuz. Allah «Kur'an'ı tertil ile okuyun» diyor. İşte tertil budur, buyurur. Yani okuyacaksınız, an­layacaksınız, ağlayacaksınız, yani düşüneceksiniz.

Enes'in rivayetine göre Hz, Peygamber Kur'an okurken sesi­ni uzatırdı.

«Ağır sözsâen maksat, gecenin farz olan ibadetidir. Yani gece ibadetini farz kılmak suretiyle senin sırtına ağır bir yük yüklen­miş oluruz. Çünkü gece uyku içindir. Gecenin çoğunu ibadetle ge­çir diye emrolunan kişi ancak zorlukla bunu yapabilir. Nefisle, şeytanla mücadele etmekle bunu başarabilir. Bu da kullar için ağır bir yüktür.

Bazı müfessirlere göre ayetin mânâsı şudur: Biz sana Kur'an'ı vahyedeceğiz. O ağır bir sözdür. Onunla amel etmek ağırdır.

Kafcade «Allah'a yemin ederim onun farzları ve hududtlan ve cezaları ağırdır» demiştir.

Süddi «Ağtr'm mânâsı kerimdir» dedi. Perra ise «Ağırdan maksat çok güzel işlenmiştir. Çünkü Rabbinizin kelâmıdır» diyor.

Bazıları «Ağırdan maksat Kur'an'dır» diyor. Nitekim bir ha­berde Rasûlullah'a devesinin sırtında vahy geldiğinde deve göğ­sünü yere yapıştırır vany bitinceye kadar da hareketten tamamen kesilir.

Îbn'ul-Arabi «Bu tevil bütün tevillerden daha uygundur. Çün­kü hakikattir» demiştir. [3]

 

Gecenin Naşîesî

 

Gecenin naşie'sinden maksat vakitler ve saatleridir. Çünkü gecenin vakitleri peyderpey gelir.

Bazıları «Gecenin naşie'si kıyamıdır, yani ibadetle geçirilmesi­dir» demişlerdir. Buna binaen bu kelime Hatie ve Kazibe kelime­leri gibi mastardır.

Alimler, «Naşiet'uLLeyl» ibaresinden neyin kastedildiği husu­sunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Ömer, Enes bin Malik, «Akşam ile yatsı arasındaki zamandır» demişlerdir. Hz. Hüseyin'in oğlu Hz. Zeynelabidin akşam ile yatsı arasında namaz kılar ve «Bu, gece­nin naşiesidir» derdi. Ata ve İkrime «gecenin başlangıcı demektir» dediler. İbn Abbas, Mücahid, «Tüm gecedir. Çünkü o gündüzden sonra peydah olur» demişlerdir. İmam Malik de bu görüşü seçmiş­tir. Îbn'ul-Arabi «Kur'an'm lâfzından anlaşılan da budur» diyor.

Aişe validemiz, îbn Abbas ve Mücahid «Gecenin naşiesi uykusundan sonra geceleyin kalkıp ibadet etmektir» diyor. Uykudan evvel geceyi ibadetle geçiren bir kimse gecenin naşiesinde kalk­mış sayılmaz. Yeman ve İbn Keysan «Gecenin sonunda ibadete kalkmaktır» dediler. îbn Abbas «Sahabilerin namazı gecenin baş-langıcındaydı. Çünkü insan uyuduktan sonra ne zaman uyanaca­ğını bilmez» demiştir. Cevheri'de «Gecenin naşiesi ilk saatleridir» diye kaydedilmiştir. Gecenin naşiesi ağırlık bakımından daha şe-diddir. Yani gece yapılan ibadetler insana daha ağır gelir!

Bazıları «Vat'an» kelimesinin muvataat kökünden geldiğini ve kalp ile göğüs, kalp ile kulak, kalp ile dil arasındaki uyumluluk hususunda daha elverişlidir. Çünkü sesler tamamen kesilir, hare­ketler tamamen durur. (Mücahid ve İbn Ebi Müleyke).

Gecenin naşiesi okumak yönünden daha verimlidir. Yani gün­düzleri okumaktan daha doğru olur. Çünkü sesler tamamıyla ke­silmiş, dünya sakinleşmiş, musalllinin kalbini teşviş edecek bir şey kalmamıştır. İkrime «Akvemu Kilen» cümlesinin tefsirinde «Gece ibadeti neşet ve ihlas bakımından daha tamam, bereket bakımın­dan daha fazladır», der. [4]

 

Kur'an'ın Lafızleri Değiştirilir Mi?

 

Zeyd İbn Eşlem ise «Kur'an'ı anlamak hususunda daha uy­gundur» der. Ameş'ten gelen bir rivayette Enes bin Malik, «Akva-mu Kilen» yerine «Esvebu Kilen» şeklinde okudu. Kendisine «es-vebu» değil, «akvemu» olduğu söylenince «Akvemu, Esvemu ve eh-yehu kelimelerinin hepsinin de mânâları birdir» dedi.

Ebubekir Enbari «Sapıklardan bazılarına göre Kur'an'ın bir kelimesi yerine mânâca uygun olan bir kelime getirmek, eğer mâ­nâ olarak muhalefet yoksa ve Allah'ın kastettiğinin tersine değilse hata değildir» demiştir. Bu kimseler Enes'ten gelen bu rivayeti delil göstermişlerdir. Fakat bu görüş tasvib edilecek bir görüş de ğildir. Bunu kim söylerse söylesin hiç bir değeri yoktur. Çünkü Kur'an, başka lâfızlarla ve fakat aynı mânâda kelimelerle okun-duğu takdirde (meselâ el-hamdu lillahi yerine eş-şükrü lilbari oku. nursa) mânâ değişir ve Kur'an'ın bütün lâfızları iptal olur. Bu şekilde okuyan bir kimse Allah'a iftira etmiş, Rasûlullah adına ya­lan söylemiş olur.

İbn Mesud'un «Kur'an yedi harf üzerine nazil oldu» sözünde buna dair herhangi bir delil yoktur. Çünkü İbn Mesud'un bu sözü, herhangi birinizin «helumme, teal» gibi aynı mânâda lâfızlar kul­lanmasına delâlet eder. Çünkü bu hadis sahih senetlerle Rasûlul-lah'tan lâfızları değişik, fakat mânâları bir olarak gelen kıraatlara işaret etmektedir. Rasûlullah'ın, Ashabı Kiram'm, Tabiinin oku­madığı bir şekildeki okuyuş, Kur'an'a yeni kelimeler eklemek de­mektir. Bunu yapan kimse hak'tan bâtıla kayar, doğru yoldan çık­mış olur.

İbn Mesud'un «Kur'an yedi harf üzerine nazil oldu» sözünde buna dair herhangi bir delil yoktur. Çünkü. îbn Mesud'un bu sözü, herhangi birinizin «helumme, teal», gibi aym mânâda lâfızlar kul­lanmasına delâlet eder. Çünkü bu hadis sahih senetlerle Rasûlul-lah'tan lâfızları değişik, fakat mânâları bir olarak gelen kıraatla­ra işaret etmektedir. Rasûlullah'ın, Ashabı Kiram'm, Tabiinin oku­madığı bir şekildeki okuyuş, Kur'an'a yeni kelimeler eklemek de­mektir. Bunu yapan kimse hak'tan bâtıla kayar, doğru yoldan çık­mış olur.

Ebubekir, «Onların bu sapıklık için delil kıldıkları hadis, eh­li ilmin birbirinden sıhhatli bir şekilde rivayet edilmemiştir. Zira o, Ameş'in Enes'ten rivayetine bina edilmiştir. Bu rivayet ise, mut taşıl değil, maktu'dur. Ancak A'meş'in, Enes'i gördüğünü, fakat Enes'ten hadis rivayet etmediğini kabul eden bir kimse bu rivaye­te sarılır» demiştir.  

Yasaklanan tebettul ise hıristiyanlann nikâhı terketmek, ki­liseye sığınmak hususundaki adetlerini seçmektir. Fakat zaman fasid oldu mu müslüman bir kişinin en hayırlı malı, sulak yer­lerin kenarlarında otlatılan koyunlarıdır. însan böylece dinini şüp. heden kurtarmış olur.

.«Allah'ı vekil edin», yani işlerini Allah'a havale et. Veya O'nu sana va'dettiğinin kefili kıl!

«Onların sözlerine sabret», yani eziyetlerine, küfürlerine, alay­larına sabır göster, sözleri seni itidalden çıkarmasın ve bu seni onları imana davet etmekten alıkoymasın!

«Onları güzelce terket», yani onlar sana ne derlerse desinler sen karşılık verme. Onların karşılıklarıyla kalbini meşgul etme. Çünkü onların sözlerine karşılık verirsen o zaman Allah'a daveti terketmen gerekir.

Bu ayetler savaş emrini getiren ayetler inmezden önceki bir durumu belirtiyorlar. Savaş emrini getiren ayetlerden sonra Ra-sûlullah'a onlarla savaşma ve onları Öldürme emri verilmiştir. Böylece savaş ayeti kendisinden önce gelmiş ve mütarekeyi em­reden ayetlerin tamamım neshetmiştir. (Katade).

Ebu Derda, «Biz bazı kimselerin yüzüne gülümsüyorduk. Fa­kat kalbimiz onlardan buğ,zeder ve onlara lanet ederdi» dedi.

«Beni o yalanlayanlarla başbaşa bırak», yani benim onları ce­zalandırmama razı ol! Bu ayet Kureyş'in ileri gelenleri hakkında nazil olmuştur. Zira Mekke'nin ileri gelenleri Rasûl-ü Ekrem'le istihza ediyorlardı.

Mukatil «Bu ayet Bedir Günü'nde müşrik ordusuna yemek ve. ren kişiler hakkında nazil olmuştur» der. Onlar on kişiydiler.

Yahya bin Selam «Onlar Beni Muğire kabilesidir» der. Said bin Cübeyr ise onların on iki kişi olduğunu söyler.

«Nimetin sahipleri» zenginler, müreffeh yaşayanlar, dünya lez­zetlerinin üstesinden gelenlerdir.

«Onlara az bir zaman mühlet ver». Aişe- validemiz «Bu ayetin inmesinden az bir müddet sonra Bedir hadisesi vuku buldu» demiştir.

Bazılarına göre, «Onlara az bir müddet ver» sözü dünya müd­detine göre zaman ver demektir!

«Enkâl» bağ ve kayıtlardır. Hasan ve Mücahid'den rivayet edildiğine göre bu kelimenin tekili Nikil'dir. Kayıt, bukağı ve ke­lepçe gibi insanı hareketten alıkoyan bir nesnedir.

«Hatırlat o günü ki yer ve dağlar sarsılır» ayetinin mânâsı, ye­rin üzerindeki dağlarla beraber sallanmasıdır. İşte o günde Ce-nab-ı Hak onlara kayıtlar vurur, kendilerim azaba duçar eder.

Bazı müfessirlere göre, «Yevme» kelimesi «Beni o yalancılarla başbaşa bırak» cümlesindeki «Zerni» fiiline bağlıdır. Yani yerin ve dağların sarsıldığı günde benimle yalanlayanları başbaşa bırak, ben onlardan intikam alırım.

«Kesîb» toplanan kum tepeleri demektir. «Mehin» ise insanın ayakları altından kayan demektir. (Dahhak)

Kelbi'ye göre mehin, ayakla çiğnenen toz demektir. İbn Ab-bas, «Mehin akan, dağılan nesne veya kum demektir» demiştir.

Müşriklere gönderilen peygamber'de nmaksat Hz. Mu-hammed'dir. Cenab-1 Hak   onu   önce  Kureyş'e  peygamber   olarak gönderdi. Aynen Hz. Musa'yı da Firavun kavmine peygamber olarak göndermişti. Firavun da o gönderilen peygambere karşı geldi, onu yalanladı, ona iman etmedi.

Mukatil, «Cendb-ı Hak Musa ile Firavun'u zikrediyor. Çünkü Mekke ehli de kendi aralarında doğup büyüyen Hz. Muhammed'i hafife aldılar. Nitekim Firavun da besleyip büyüttüğü Hz. Musa'yı hafife almıştı. Çocukluk devresini aralarında geçirmişti. Hatta O'na «Sen çocuk iken seni biz beslemedik mi?» diye sormuştur.» diyor.

El-Mehdevi «Rasûl kelimesi, daha önce nekre geçtiği için ikin-ci kez marife getirilmiştir.» diyor. Bundan dolayı kitapların ve mektupların başında «Selamunaleyküm» tabiri nekre olarak yazı­lır. Sonunda da marife olarak «Esselamualeykum» yazılır. Yani daha önceki selam sizin üzerinize olsun!

«Vebîl» ağır ve şedid demektir. Vebil bir vuruş, bir azap, şid­detli bir vuruş, şiddetli bir azap demektir. (İbn Abbas ve Müca-hid). [5]

 

Korkunç Gün Kıyamettir

 

«Çocukları ihtiyarlatan gün»den maksat Kıyamet Günii'dür. Yani siz kâfir olursanız? Hangi namazla, hangi oruçla onları bu azaptan kurtaracaksınız?

Katade «Allah'a yemin ederim, Allah'ı inkâr eden bir kimse, hiçbir şeyle kendisini bu günden koruyamaz» demiştir.

«Vildan» kelimesi çocuklar demektir. Süddi «Zinadan olan ço­cuklar demektir» diyor. Bazıları müşriklerin çocuklan olduğunu söylemiştir. Fakat genel bir anlam ifade etmesi daha doğrudur.

Bazıları «Bu, o günün şiddeti için bir darbı meseldir, temsil­dir, mecazdır. Çünkü Kıyamet Günü'nde çocuklar olmaz ki ihtiyar olsunlar. Asıl mânâ şudur: «O günün heybeti öyle bir haldedir ki eğer o günde bir çocuk olsa kesinlikle o günün heybetinden, kor. kuşundan simsiyah saçı bembeyaz kesilirdi».

Bazıları «Bu sûra üfürüldüğü, kıyametin kopacağı andır» di­yorlar. Yani sûra Ölüm üfürülüşü yapılmadan önceki zamandır.

«Munfetirun» kelimesi şiddetinden Ötürü paramparça olur de­mektir. Yani o günde onun dehşetinden ötürü gök paramparça olur.

Yerine gelecek va'd ile maksat, kıyamet, hesap ve cezadır. Bu va'd yerine gelecektir, bunda kuşku yoktur. Mukatil «Bu va'dden maksat islâm'ın bütün dinlere galip getirilmesidir. Bu da olacak­tır» diyor. «İşte bu bir hatırlatmadır» sözünden makseat ya sadece bu sure veya vazu nasihat getiren ayetler veya Kur'an'm bütün ayetleridir. Zira Kur'an tek sure gibidir.

Dileyen Eabbinin rızasına ve rahmetine götüren bir yol tutar. Yani böyle bir niyette olan kimse rağbette bulunsun. Zira imkân vardır, hüccetler ve deliller apaçık ortaya serilmiştir.

Bazı kimseler «Bu, kılıç ayetiyle neshedilmiştir» demişlerse de, Sa'lebi mensuh olmamasının daha evla olduğunu söylemiştir. [6]

 

Meal

 

20- (Ey Rasûlüm!) Doğrusu Rabbin biliyor ki sen gecenin üçte ikisinden biraz eksik ve yansında ve üçte birinde kalkıyor (ibadet ediyorsun). Seninle beraber olanlardan bir zümre de. Ge­ceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin onu takdir edemeyeceği­nizi bildi de size ruhsat verdi. Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah içinizden hasta olacak, Allah'ın fazlından (nzık) aramak üzere yeryüzünde dolaşacak, Allah'ın yolunda savaşacak kimseler olacağını bilmektedir. Öyle ise ondan (Kur'an'dan) kola­yınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kıün, zekâtı verin ve Al­lah'a güzel bir borç verin. Hayr olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan mağfiret dileyin. Kuşkusuz ki Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir! [7]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(20)   «(Ey Rasûlüm!» Doğrusu Rabbin...» Bu Ayetin Tefsiri

Surenin 20. ayeti ikinci, üçüncü ve dördüncü ayetlerin tefsiri olmakla birlikte, aynı zamanda gece ibadetinin farziyetini nesne­den ayettir. Ayet metnindeki «Tekumu», namaz kılıyorsun mânâ­sını ifade eder. «Edna» en az demektir. Ayetin mânâsı, «Gecenin üçte ikisinden daha az, yansından daha az, üçte birinden daha az namaz kılıyorsun» şeklindedir. Kıraat alimlerinden İbn Kesir ve Kûfeliler «Nısfıhı» yerine, «Nıffehu», «Sulusihi» yerine «Sulusehu» şeklinde okumuşlardır. O vakit bu lâfızlar «Edna» kelimesinin üzerine atfolunur. Ayetin takdiri şudur: Sen gecenin üçte ikisin­den daha az namaz kılıyorsun, gecenin yarısı ve üçte biri kadar da namaz kılıyorsun!

Perra «Bu, doğruya daha yakın bir yorumdur» demiştir. Zira Cenab-ı Hak önce üçte ikisinden daha azı, sonra azdan daha azı değil, azın tâ kendisini zikretmiştir.

Bu kıraata binaen muhtemel ki onlar gecenin üçte birini, ya­nsını ibadetle geçiliyorlardı. Çünkü bu onlara hafif geliyordu. Bazen de artinyorlardı. Artırmada mahzura isabet etmek vardır. Gecenin üçte ikisi ise onlara gayet ağır geliyordu. Ona varamıyor-lardı. Ondan eksik yapıyorlardı. Muhtemelen bu yüzden onlar, Ön­ce gecenin yansını ibadetle geçirmekle emrolunmuşlardır.   Sonra daha fazla veya eksik yapmak hususunda kendilerine ruhsat ve­rilmiştir. Onlar artırma yaptıkları zaman üçte ikisine varan bir noktaya kadar varırlardı, yanda ise üçte bire kadar inerlerdi. Muhtemel ki onlar için yansı takdir edildi ve üçte bire kadar ek­siltme, üçte ikiye kadar artırma ruhsatı verildi. Bunu onlardan bazısı yapar, bazılan da terkederdi. Sonunda nesholundu.

((Allah'ın takdir ettiği gece ve gündüz»den maksat, gecenin ve gündüzün hakiki olarak miktarlannı Allah bilir demektir. Siz ise araştırmak ve var kuvvetinizle çalışmakla bunu büebilirsiniz. Ve sizin bu çalışmanız bazen hatalı da olur. Biliyor ki siz bunu saya­mazsınız ve onlann hakikatini bilmeye gücünüz yetmez. Veya bil­di ki siz gece ibadetine güç yetiremeyeceksiniz. Fakat birinci yo­rum daha sıhhatlidir. Zira gece ibadeti bütün gece için hiçbir za­man farz olmamıştır.

«Tevbearûn esas mânâsı dönüştür. Ayetin mânâsı, Allah sizin için ağırdan hafife dönüş yaptı, çetinden kolaya döndü demektir. Onlar araştırmak suretiyle vakitleri hıfzetmekle emrolundular. Cenab-ı Hak bu araştırmayı onlardan tehir etti. Bazıları «Allah gece ve gündüzü takdir eder», yani onlan mukadder olarak yara­tır, demiştir. İbn'ul-Arabi, «Yaratmanın takdiri ile herhangi bir hüküm bağlı değildir. Ancak Cenab.ı Hak teklif vazifelerinden di­lediğini oraya bağlar» diyor. [8]

 

Kur'andan Kolay Olandan Maksat

 

«O halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun» ifadesi ile. ilgili olarak iki görüş vardır: 1 — Burada okumanın (kıraatin) kendi­si kastedilmektedir. Yani geceleyin kıldığınız namazda size hafif geleni okuyun. Hafif gelenden maksat, Süddi'ye göre, «yüz ayet» tir. Hasan'a göre, «bir gecede yüz ayet okuyan bir kimseden Kur'. an davacı olmaz». KâT>, «Bir gecede yüz ayet okuyan bir kimse ibadet edenlerden yazılır» diyor. Said «Elli ayettir» demiştir. Kurtu-bi, «Kâb'm görüşü daha doğrudur. Çünkü Rasûlü Ekrem «Kim on ayetle gece namazını geçiştirirse o gafillerden yazılmaz, yüz ayet­le geçiştirirse ibadet edenlerden yazılır. Bin ayetle .geçiştirirse batmanlarla Allah yolunda mal sarfedenlerden veya batmanlarla Allah'tan ecir alanlardan yazılır» buyurmuştur. (Hadisi Ebu Da-vud rivayet etmiştir).

2- İkinci görüşe göre, «Kur'an'dan kolay geleni okuyun» ifadesinden maksat, müyesser olduğu kadar namaz kılın demektir. Namaza Kur'an denilmiştir. Tıpkı «Kur'an-elFecr=Fecir Kur'an't» ayetinde olduğu gibi. Zira ayette geçen «Kur'an»dzn maksat fecir namazı, sabah namazıdır.

İbn'ul-Arabi «Bu en sıhhatlisidir. Çünkü Cenab-ı Hak namaz­dan haber vermektedir, söz ona gider» demiştir. Bence de en sıh­hatlisi hitabı zahire hamletmektir. îkinci söz mecazdır. Bir şeyi amellerinden bazılarının isimleriyle isimlendirmektir! [9]

Aynca bu ayet, mücahidler ile helâl malı, nefsine, çoluk ço­cuğuna infak etmek, ihsan da bulunmak, sadaka vermek için ka­zanan kimselerin derecelerini eşit kılıyor. Bu, mal kazanmanın ci­hadın yerine geçtiğine delildir. Çünkü mal kazanmak Allah yolun­daki cihadla beraber onu toplamak demektir!

Tavus, «Dullara ve fakirlere yedirmek için çalışan bir kimse Allah yolunda cihad eden kimse gibidir» diyor.

Kısacası gece ibadetinin farz olmadığı sabit olmuştur ve Ce­nab-ı Hak'ın «Kur'an'dan müyesser olanı okuyun» ayeti zahirine hamledilir. Yani namazda kolayınıza giden kısmı okuyun. Namaz­da ne kadar okunacağı hususunda alimler ihtilaf etmiştir. Îmam Malik ve İmam Şafii'ye göre Fatiha Suresi'ni okumalıdır. Onu oku­madan başka ayetleri okursa olmaz. Onun ayetlerinin bir kısmını okur, gerisini bırakırsa yine olmaz. Ebu Hanife'ye göre ise Kur'-an'dan bir tek ayet okursa olur. Ebu Hanife'den gelen diğer bir rivayete göre üç ayet okumak gerekir. Çünkü en küçük sure üç ayettir.

Bazılarına göre «Kur'an'dan müyesser olanı oku» emri na­mazın dışındaki Kur'an okumadır! Maverdi, «Buna binaen bu emir mutlaktır. Onu Kur'an okumak vaciptir oeya mustehaktır mânâsına hamletmek gerekir» diyor. Ekseri ulema böyle demiştir. Zira eğer kişinin üzerine Kur'an okuması vacip ise ezberlemesi de vacip olur. İkinci görüşe göre bu vücûba hamledilir. Yani Kur'an okumak vaciptir. Böylece kişi Kur'an'ı okumak suretiyle onun muciz olduğuna vakıf olur, ondaki tevhid delillerini bilir, peygam­berlerin peygamberliğini bilir. Kişi Kur'an'ı okuyup da onun mu­ciz olduğunu bildikten, tevhid delillerini öğrendikten sonra onu ezberlemesi mutlaka gerekli değildir. Zira Kur'an'ı ezberlemek vacib değil, müstehabtır.

«Kur'an'ı okuyun» emrinin Kur'an'dan ne kadar okunması ge­rektiği hususunda beş görüş vardır:

1- Bütün Kur'an.   Çünkü o kullar için   kolaylaştırılmıştır. (Dahhak).

2- Kur'an'ın üçte biri. (Cüveybir).

3- îkiyüz ayet. (Süddi)

4- Yüz ayet (İbn Abbas)

5- En kısa sure kadar üç ayet. (Ebu Halid el-Kinani).

«Namazı ikame edin» cümlesinden maksat farz namazlarıdır. Yani beş vakit namazı vaktinde ikame edin!

«Zekâtı veriniz», yani mallarda vacib olan zekâtı verin. (îk-rime ve Katade)

Haris eL-Hukli «Buradaki zekâttan maksat fıtır sadakasıdtr. Zira malların zekâtı daha sonra vacip olmuştur» diyor.

Bazıları «Zekâtı vermek sözüyle her türlü hayr kastedilmekte­dir» demiştir. İbn Abbas «Allah'a itaat etmek, muhlis olarak O'na bağlanmak kastedilmiştir» diyor.

«Karz-t hasen» Allah rızası için helâl maldan verilen sadaka­dır. Hadid Suresi'nde tafsilatı geçmişti.

Zeyd bin Eşlem «Karzı hasenden maksat, aile efradına verilen nafakadır» derken, Hz. Ömer, «Allah yolunda infaktır» demiştir.

«Siz nefisleriniz için ne gibi bir hayr yaparsanız onu Allah katında görürsünüz» ayetinin tefsiri Bakara Suresi'nde geçmişti.

Ebu Hüreyre «Ecr yönünden en büyüğü cennettir. Muhtemel ki burada karzı hasen kastedilsin. Çünkü Cenab-ı Hak bire karşı­lık on veriyor» diyor.

«Allah'tan günahlarınızın affedilmesini isteyin. Çünkü Cenab-t ıHak tevbeden önce olan günahları affeder, tevbeden sonraki gü­nahlar için de merhamet sahibidir». (Said bin Cübeyr) [10]

MÜZZEMMtL SUEESİ'NlN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/315-316.

[2] Alusi, Ruh'ul-Meani, cilt: 29, sh: 101, yd

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/316-323.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/323-324.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/324-326.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/330-331.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/332.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/333-334.

[9] Kurtubi, c: 19, s: 54

 

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/334-337.