Elbisenin Temiz Tutulmasından Maksat
Arslandan Kaçan Merkeplere Benzetilen Kimlerdir?
Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 56 ayettir.
îbn Atiye «Bu sure icmalen Mekki'dir» diyor. Tahrir'de Muka-til, «Ancak otuzuncu ayet müstesnadır» diyorsa da Mukatil'in bu görüşü zayıftır.
Ayet adedi Irak ve Medine'nin ilk sayımına göre 56'dır. Şam sayımına ve Medine'nin ikinci sayımına göre ise 55'dir. Kelimeleri 255, harfleri llll'dir.
Ümmi el-Ezdi, tabiin ulemasından olan Cabir bin Zeyd'den şöyle rivayet ediyor: «Müddessir Suresi Müzzemmil Suresi'nin ar-kasında inmiştir».
îbn Dureys'in İbn Abb&s'tan gelen rivayeti de böyledir. Müd-desir Suresi'ni Müzzemmil'den sonra Kur'an'a koymaları da bundandır. Fakat zahire bakılırsa bu görüş zayıftır. [1]
Ahmed, Buhari, Müslim ve Tirmizi, Yahya bin Ebi Kesir'den şöyle rivayet etmişlerdir: Ebu Seleme bin Abdurrahman'dan Kur1 an'ın ilk inen kısmını sordum, bana «Müddessir Suresi'dir», dedi. Ben de: «İlk inen surenin Alak Suresi olduğunu söylüyorlar» deyince, Ebu Seleme: «Ben, Cabir bin Abdullah'tan bu durumu
sordum ve senin şu anda bana söylediklerini de kendisine söyle, dim» dedi. Cabir: «Hayır, bu yanlıştır. Ben sana sadece RasûluU lah'tan dinlediğimi söylüyorum» dedi ve Easulullah'tan şunu riva-yet etti: «Hira'da komşuluk yapıyordum. Orada bir zaman için duruyordum. Zamanım bittikten sonra dağdan indim. Bana ses-lenildi. Sağıma baktım bir şey görmedim. Soluma baktım, önüme baktım görmedim. Arkama baktım görmedim. Başımı kaldırıp göğe baktığımda, Hira'da bana gelen Cebrail'i, yer ile gök arasında bir kiirsi üzerinde oturmuş olarak gördüm. Korkudan dizüstü düştüm ve evime döndüm. «Beni örtün, beni örtün» dedim. O zaman Cenab'i Hak Müddessir Suresi'ni yedinci ayete kadar indirdi».
- Başka bir rivayette şöyle buyurulmuştur:
«Evime, aileme döndüm. Beni örtün, beni örtün, beni örtün dedim. O zaman (Müddessir Suresi'nden) birinci ayetten yedinci ayete kadar olan kısım indi».
Bu kıssanın zahiri, Müddessir Suresi'nin, Alak Suresi'nden önce indiğine delâlet ediyor. Oysa Müslim, Buhari ve başka ha-dis kolleksiyonlannda Hz. Aişe'den gelen rivayete göre Alak Suresi Kur'an'in ilk inen kısmıdır. Ümmetin ekserisi bu kanaattedir. Hatta bazıları «sahih ancak budur» demişlerdir. Fakat iki haberin de sahih olması sebebiyle cevap vermek durumunda kalmışlardır.
îmam Suyuti, Itkan'da şu beş cevabı nakletmektedir:
1- Cabir hadisinde bir surenin tamamının inişi sorulmuştur, îşte Müddessir Suresi tam bir sure olarak Alak'tan önce inmiştir. Yani henüz Alak Suresi'nin inişi tamamlanmazdan Önce bu sure tamamen inmiştir. İlk inen Alak'm başlangıç ayetleridir. Yoksa surenin tamamı Müddessir'den önce değildir.
2- Cabir «Bu evvelâ inmiştir» demekle özel bir ön inmeyi kastetmektedir. Yani vahy bir zaman inkıtaa uğradıktan sonra ilk inen Müddessir Suresi'dir, yoksa mutlak olarak ilk inen sure değildir.
3- Bu önce inmekten maksat, inzar, korkutma emrini önceden getirmektir. Bazıları nübüvvet hakkında ilk inen Alak'tır, ri-salet hakkında ilk inen de Müddessir Suresi'dir, demişlerdir.
4- Bazıları bir sebepten Ötürü Önce inen Müddessir Suresi'dir, çünkü Rasûl-ü Ekrem, Cebrail'i görmüş, korkudan dizüstü düşmüş, evine gelmiştir. Sebepsiz inen de Alak Suresi'dir.
5 - Cabir, Müdessir'in önce indiğini içtihad! olarak Öne sürmüştür. Rivayet değildir. Binaenaleyh Hz. Aişe'den rivayet olarak gelen ve önce inenin Alak Suresi olduğunu bildiren rivayet daha tercih edüir. [2]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Ey (örtülerine) bürünüp örtünen (Rasûlüm)!
2- Artık kalk ve korkut.
3- Rabbinin şanını yücelt.
4- Elbiseni temizle.
5- (Azaba götürecek) kötülükleri terket.
6 - İyiliği fazlasıyla istemek için verme.
7- Rabbinin yolunda sebat göster.
8- Çünkü Sur'a üfürüldüğü gün,
9- Kâfirler için çok çetin bir gündür.
10- Kâfirler için kolay değildir.
11- (Ey Rasûlüm!) beni tek olarakyarattığım şu adamla, başbaşa bırak;
12- Ki ona geniş servetler verdim.
13- Gözü önünde duran çocuklar bahşettim.
14- Her yolu kendisi için açtım.
15- Kendisi hâlâ (nimetler) artırmamı ister.
16- Hayır! (Kesinlikle bu olmayacaktır). Çünkü o bizim ayetlerimize karşı alabildiğine inatçı kesildi.
17 - Yakında onu dimdik bir yokuşa tırmandıracağım. [3]
(1-17) «Ey (Örtülerine) bürünüp, Örtünenv.» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Müddessir» kelimesi «Müzzemmit» gibi, elbisesine bürünmüş, elbisesiyle kendini kapatmış, örtmüş demektir.
Mukatil, «Bu surenin çoğu Velid bin Muğire hakkında nazil olmuştur» diyor.
«Emir» (korkut) emrinin mânâsı, Mekkelileri korkut, onları azaptan sakındır, eğer mtislüman olmazlarsa kendilerine azap geleceğini söyle, şeklindedir. Veya kalk da onlara peygamberliğini ilan et. Çünkü bu, peygamberliğin başlangıcıdır. Veya onları Al-lah'ın birliğine davet et.
Ferra «Kalk, namaz kü, demektir ve bu ayet namazı emreden ayettir» demiştir. [4]
«Rabbini tekbir et»; yani seyyidini, malikini, işlerini ıslah edeni vasıf bakımından yücelt. O her şeyden, eş ve çocuk edinmekten yüce ve münezzehtir!
Hadiste zikredilen bir rivayete göre ashab, Feygamber'e: «Namaz neyle açılır?» diye sordular. Bunun üzerine «Rabbini tekbir et», vasfını tazim et, yani «Allahu Ekber de» ayeti nazil oldu.
Îbn'ul-Arabi şöyle demiştir: «Bu, tabir her ne kadar genel olarak namaz tekbirini içerisine alıyorsa da burada Cenab-ı Hak', km mutlak olarak vasıf bakımından büyütülmesi, takdis ve tenzih edilmesi kastediliyor.» Yani Allah'ı her şeyden yüce kılmayı emrediyor. Ondan başka dost edinme. Ondan başkasına tapma. Ondan başkasına herhangi bir güç olduğu kanaatine varma. Ondan başkasına nimet geleceğini zannetme.
Rivayete göre Ebu Süfyan, Uhud gününde «Hübel yüceldi» dedi. Rasûl-ü Ekrem de «Ona söyleyin: Allah daha yücedir, daha ce-lildir» dedi. İşte bu lâfız şeriat örfünde ibadetlerin başında tekbir olarak kullanılır. İster namaz ve ezanda veya isterse zikirde olsun. Allah her şeyden yücedir!
Tefsirde şöyle deniliyor: «Bu ayet indiği zaman Hz. Peygamber ayağa kalkıp Allahu Ekber dedi. Hz. Haticede de Allahu Ekber dedi ve anladı ki Allah'tan vahy geldi». (Kuşeyri) [5]
«Elbiseni temizle» ayetindeki elbise şu şekilde tefsir edilmiştir: Elbiseden maksat ameldir veya maksat kalptir veya nefistir, veya cisimdir veya aile efradıdır veya halktır, veya dindir veya bilinen elbisedir. Eğer amel kastedilirse ayetin tevili şöyledir: Amelini ıslah eyle. (İbn Zeyd ve Mücahid) Mansur, Ebu Bezin'den şöyle rivayet ediyor: «Bu ayetin mânâsı amelini ıslah eyle demektir. Zira kişinin ameli kötü olursa, falan adamın elbisesi kötüdür, derler. Yani elbise (sevb) tabiri Arapça'da amel yerine kullanılır. Ameli güzel ise «Falanın elbisesi tahirdir» derler. (Süddi)
«Nefsini temizle», yani nefsini günahlardan temizle. Aile efradının temizlenmesi, hatalardan dönülmesi, vaaz ve edep vermek suretiyle temizlenmesi demektir. Araplar «aile»ye de elbise diyorlardı. Nitekim Cenab-i Hak, «Onlar —yani kadınlarınız-- sizin Iİ-basmtzdırt siz de onların libasısınız» buyurmuştur.
«Ahlâkını temizle». İnsanın ahlâkı ahvalini tamamen kapsar. Tıpkı elbisenin bedeni kapsadığı gibi.
«Din»e de elbise denilmiştir. Çünkü Sahihi Buhari ve Müs-linVde zikredildiğine göre Rasûl-ü Ekrem şöyle buyurmuştur: «Rüyada insanları gördüm. Sırtlarında elbiseler vardı. Kiminin elbisesi memelerine yetişiyordu. Kimi daha kısaydı. Ömer bin Hattab'ı gördüm, onun sırtında bir izar vardı, yerlerde sürünüyor, du» dedi. Sahabiler: «Ey Allah'ın Rasûlü, rüyayı nasıl tevil ekin?» dediler. «Din ile tevil ettim» buyurdu.
îşte burada da görüldüğü gibi «elbise» din mânâsına gelebilir.
îbn Sirin'e göre elbisenin temizlenmesi necasetinin su ile yi. kanması demektir.
Necasetten (görülen maddi pisliklerden) taharet ve ayetle emrolunmuştur. Elbisenin temiz olmasının farz oluşunu bazı fa-kihler bu ayetten istihraç etmişlerdir. (El-Mehdevi) îmam Şafii «Namazda elbisenin tahir olması vaciptir» görü-şunu buradan alır.
«Rucz»üan maksat putlardır. Onları terket. Başka bir ayette Cenab-ı Hak «putlardan olan rucz'dan sakının» buyurmuştur. İbn Abbas, «Günahlardır» diyor. Yani günahlardan kaçının. îbrahim Nehai «Ruez günahtır» diyor. Katade «Rucz, Kabe'nin yanındaki İs'af ve Naile isimli iki puttur» diyor. Bazıları ise «Azap» demektir diyor. Yani azabı gerektiren amelden sakının demek oluyor. [6]
«Verdiğini çok bularak başa kakma» ayetinde onbire yakın tevil vardır:
1- peygamberliğin ağırlıklarını yüklenmenden ötürü Allah'a karşı minnet etme.
2- Bir şeyi, kendisinden daha fazlasını beklemek Ümidiyle verme. (îbn Abbas, îkrime, Katade). Dahhak, Bu, Rasûlullah için haram olan bir şeydir. Çünkü O edep sahiplerinin en şereflisiydi, ahlakın en yücesiyle memurdu. Fakat ümmeti için bu mubahtır» diyor.
3- Hayırdan bol vermekte zayıflık gösterme. (MÜcahid)
4- Amelini gözönünde büyütme. Çok hayr veriyorsun diye böyle şey yapma. (Mücahid). Çünkü o malı sana veren Cenab-ı Hak'tır. Senin hayrdan istemen Allah'ın sana karşı olan bir nimeti ilahisidir. Zira Cenab-ı Hak senin için ibadete götüren bir yol kılmıştır.
5- Amelinden ötürü Allah'a karşı minnet etme. Onu çok sayarak böyle yapma. (Hasan Basri)
6- Peygamberlikle, Kur'an'la insanlara karşı minnet etme.
7- Riya için malını verme. (Kurezi)
8- Bir şey verirsen Rabbin için ver. (İbn Zeyd bin Eşlem).
9- «Ben dua ettim, kabul olunmadı» deme.
10- Bir taati işlediğinde sevabını talep etme. Fakat sabrey-le ki Cenab-ı Hak ona karşı sana sevap versin.
11- Halka gösteriş için hayr yapma.
Bu tevillerin en açığı İbn Abbas'ın görüşüdür. O da şudur: «Daha fazlasını almak için verme».
«Rabbin için sabret», yani onun farzlarını, ibadetini yerine getirirken sabır göster. Veya onun yolunda uğradığın eziyete sabır göster. (Mücahid) Rabbin için sabret! Çünkü sen büyük bir yük yüklenmişsin. Şu anda senin karşında Araplar, Acemler hepsi savaşçı olarak bulunuyor. O halde Allah için sabret. Veya kaza ve kaderin tecellisi karşısında sabır göster. Belaya karşı sabret. Çünkü Cenab-ı Hak seçtiği kimseleri bela ile imtihan eder. Veya Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirirken sabır göster. Veya aile efradından ve vatanından Allah için kovulduğun zaman sabır göster.
«Zernî» fiili, beni bırak demektir ve bu kelime tehdid olarak kullanılır. Yani biricik umduğu malı, çocuğu olmadığı halde, yarattığım, sonra kendisine verdiklerimi verdiğim kimse ile beni başbaşa bırak, hakkından ben geleyim! Bu kimse, müfessirlere göre, Velid bin Muğire'dir. Her ne kadar herkese böyle bir lutufta bulunmuşsa da bunun özellikle zikredilmesinin mânâsı nankörlük yapıp, Rasûlullah'a eziyet vermesinden dolayıdır. Bu kişi kavmi içinde el-Vahid diye anılmaktaydı. İbn Abbas, Velid, «Ben va-hid oğlu vahidim, Araplar içinde benim bir benzerim yok. Muğire, adlı babamın da bir benzeri yoktur» diyordu. İşte Cenab-ı Hak «Beni, yarattığım ve vahid olduğunu iddia eden kişiyle başbaşa bırak» demek istiyor. Yoksa Cenab-ı Hak onu vahid olduğu hususunda tasdik ediyor değildir.
Bazılarına göre «Vahid» kelimesi Rabbe racidir. Yani beni sadece beraberimde kimse olmaksızın bırak, ondan intikam almak veya her intikam sahibinden intikam almak için ben kâfiyim! Veya tek başıma yarattığım, yaratmakta kimsenin bana ortak olmadığı kişiyle beni başbaşa bırak. Ben onu helak edeceğim. He-lâk etmek için de bir yardımcıya ihtiyacım yoktur!
Bazıları «Vahid babası bilinmeyen kişi demektir» demişlerdir. Kalem Suresi'nde Velid'in buna dahil olduğunu, yani soy ve sopu-nun belli olmadığını zikretmiştik. [7]
Memdudu mardan maksat Mekke ile Taif arasında otlamakta olan Velid'in develeridir. Aynı zamanda bu maldan evleri nimetler, bostanlar, köle ve cariyeler de kastedilmektedir. (İbn Abbas)
Mücahid «Memdud mal bin dinardım diyor. Said bin Ctibeyr ve îbn Abbas da böyle demiştir. Katade «Altı bin dinardır» diyor. Süfyan ve Katade «Dörtbin dinardır» diyorlar. Sevri «Bir milyon dinardır» diyor. Mukatil, «Velid'in bostanı vardı. Daima, yaz kış meyve verirdi» demiştir.
«Benine şuhûdâ» gözönünde olanlardır. Velid'in Mücahid ve Katade'ye göre on, başka bir rivayete göre 12 oğlu vardı. (Süddi veDahhak).
Dahhak'ın diğer bir rivayetinde yedi oğlu Mekke'de, beş oğlu da Taif'te dünyaya gelmiştir. Said bin Ciibeyr «Onüç oğlu vardı» diyor. Mukatil «Yedi taneydi, hepsi de erkekti. Üçü müs-lüman olmuştu. Hz. Halid, Hişam ve V.elid bin Velid» diyor. Mukatil der ki: «Bu ayet nazil olduktan sonra Velid'in mallan dur-madan eksildi. Çocukları eksildi, ta ki helak oluncaya kadar».
«Maişette onun için yaydık ta yaydık»; yani onu memleketinde mutmain kıldık. Refah içerisine kıldık ki herkes onun reyine başvurur. «Temhid» Araplar nezdinde kolaylaştırılmış, hazırlanmış demektir. Beşik demek olan «mehd»de buradan gelir.
Bazıları «Ayetin mânâsı, Yemen'den Şam'a kadar olan geniş bir saha açtık onun için, demektir» demişlerdir.
Kella'nın mânâsı nimetlere karşı nankörlük yaptığı için, artık onun malı artmayacak demektir. Çocukları çoğalmayacaktır..
Velid, «Eğer Muhamed doğru ise ben ancak cennet için yaratılmışım» diyordu. Cenab-ı Hak onun sözünü reddederek, onu yalanlayarak «Kella» kelimesini indirdi. Yani ben ona daha fazla-sini vermem. Böylece Velid'in mallan ve çocukları durmadan ek-siliyordu, ta ki helak oluncaya kadar. [8]
«O, ayetlerimize karşı aniddi», yani Peygambere karşı muan-nidlik yapardı. Onun emrine muhalefet ederdi. Hak sözlerini reddederdi. «ürhiku» fiili teklif etmek, mükellef kılmaktır. İbn Abbas «Onu sıkıştıracağım» şeklinde ayeti yorumlamıştır. Yani onu ateşe zorlayacağım demektir.
aSaud» kelimesi ateşten yapılmış bir dağdır. Kişi o dağın tepesine çıkmak için yetmiş senelik bir zaman harcar. Sonra düşüp cehennemin dibine gider. Sonra aynı işlem yemden başlar ve düşer. Bu, daimi bir şekilde böyledir. (Bunu Said el-Hudri, Rasûlul-lah'tan rivayet etmiş, Tirmizi de bu hadis için gariptir, demiş-
tir). [9]
18- Çünkü o düşündf, ölçtü-biçti.
19- Kahrolası, nasıl ûlçtü-biçti!
20 - Sonra kahrolası, nasıl ölçtü-biçti!
21- Sonra baktı.
22- Sonra kaşlarını çattı ve suratını astı.
23- Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı.
24- Sonunda, «Bu (Kur'an) yalnızca aktarılarak öğrenilen bir sihirdir» dedi.
25- «Bu bir beşer sözünden başka bir şey değildir».
26- Onu sakara (çılgın ateşe) sokacağım.
27- O sakar'ın ne olduğunu sana bildiren nedir?
28- O sakar ne kor ne de bırakır.
29- İnsana delicesine susamıştır.
30- Onun üzerinde ondokuz (melek) vardır.
31- Biz cehennem ashabını (içine bakanları) ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını kâfirler için imtihan eyledik ki kendilerine kitap verilenler yakın getirsinler, müminlerin imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler ve kalpleri hasta olanlarla, kâfirler «Allah bu misal ile ne murad etti?» desinler. Böylece Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola iletir. Allah'ın ordularını ancak kendisi bilir. Bu ise, insanlar için bir Öğüttür.
32 - Hayır! Andolsun ay'a!
33- Dönüp gittiği zaman geceye,
34- Ağardığı zaman sabaha,
35- Şüphesiz ki o (cehennem) büyük (felaket) lerden biridir.
36- İnsanlar için bir uyarıcıdır.
37- Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.
38- Her nefis kazandığına karşılık olmak üzere bir rehinedir.
39- Ancak sağın adamları müstesna!
40- Onlar cennetlerdedirler. Sorarlar;
41- Mücrimlerden!
42- «Sizi Sakar'a (dehşetli/alevli cehenneme) sokan nedir?»
43- Mücrimler şöyle cevap verirler: «Biz namaz kılanlardan değildik».
44- «Fakire yedirmezdik».
45- «Batıla dalanlarla beraber dalıyorduk».
46- «Hesap Günü'nü de yalan sayardık».
47- «Nihayet bize ölüm gelip çattı».[10]
(18-47) «Çünkü o düşündü, ölçtü-biçû...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«O düşündü, Ölçtil-biçti» ifadesinin mânâsı şudur: Velid, Ra-sûlullah ve Kur'an hakkında düşündü ve nefsinde ona karşı bir kelâm hazırladı. Bunun nedeni, Velid'in «HA, MİM. Kitabın indirilmesi ve güçlü ve bilgin olan Allah katındandır. Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası şiddetli, lütfü, bol olandır. O'ndan .. başka mabud yoktur. Dönüş ancak O'nadır» (Mümin: 1-4) ayetlerini dinlemesinden sonra «Allah'a yemin ederim Muhammed'den öyle bir kelâm işittim ki, bu kelâm insanların ve cinlerin kelamı değildir. O kelâmın üzerinde bir güzellik vardır. Onun üst kısmı meyvelidir, alt kısmı ise kapsayıcıdır. Kesinlikle o yücelir, galip gelir. Ona hiçbir şey galip gelmez. Bunu beşer söyleyemez» demesidir. Kureyş bunun üzerine «Velid İslâm'a girdi. Andolsun, bütün Kureyş'in girmesine de sebep ola* çaktır» dediler. Velid'e «Kureyş'in reyhanesi» deniliyordu. Ebu Cehil, Kureyş'e «Bensizi bu badireden kurtaracağım» dedi ve üzüntülü olarak Veidl'e gitti. Velid ona sordu: «Seni niçin üzüntülü görüyorum?» Ebu Cehil: «Ben nasıll üzülmeyeyim. Kureyşliler senin için bir nafaka toplamışlar, yaşın ilerlediği için sana yardım edecekler. İddia ediyorlar ki sen Muhammed'in kelâmını süslendirmşisin. Sen İbn Ebi Kebşe'nin ve İbn Ebi Kuhafe'nin (Basûlullah ile Ebubekir kastedilmektedir) yanına gidip, onların yemeklerinin kalıntısını yiyormuşsun?» dedi. Bunun üzerine Velid öfkelendi, gururlandı:
«Ben mi Muhammed'in arkadaşının artıklarına muhtaç oldum? Siz benim ne kadar malım olduğunu bilmiyor musunuz? Lat ve Uzza'ya yemin ederim,, benim böyle bir şeye ihtiyacım yoktur. Lâkin siz, «Mukammed Mecnundur» diyorsunuz. Acaba boğulduğunu veya boğduğunu gördünüz mü?» dedi. Kureyş: «Hayır, Allah'a yemin ederiz ki görmedik» dedi. Velid: «Siz onun şair olduğunu iddia ediyorsunuz. Onun hiçbir zaman şiir okuduğunu gördünüz mü?» diye sordu. Kureyşliler: «Hayır, Allah'a yemin ederiz, görmedik» dediler. Velid: «Onun yalancı olduğunu söylüyorsunuz. Onun hiç yalan söylediğini duydunuz mu?» dedi. Kureyşliler: «Hayır, Allah'a yemin ederiz ki duymadık» dediler. Velid: «Onun kâhin olduğunu söylüyorsunuz. Acaba hiç kâhinlik yaptığını gördünüz mü? Biz kâhinlerin seçili kelamlarını, sağa sola kıvırmalarını gördük. Acaba Muhammed'i bu halde gördünüz mü hiç?» dedi. Kureyşliler: «Hayır, Allah'a yemin ederiz, görmedik» dediler.
Rasûl-ü Ekrem'e, çok doğru olduğundan dolayı, Kureyş, «sa-dtk» ve «eiuin» ismini vermişti. Kureyşliler Velid'e «O halde Mu-hammed nedir?» diye sordular. Velid, nefsinde düşündü, sonra baktı, sonra yüzünü buruşturdu: «O ancak bir sahirdir, görmez misiniz, o, kişiyle zevcesini, baba ile evladını, efendi ile kölelerinin arasını açıyor» dedi ve bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Ayet metnindeki «Kutile» lanetlendi demektir. «O lanetlendi, ne takdir etti?» Sonra lanetlendi, nasıl bunu takdir etti? Sonra baktı, neyle hakkı reddedecektir? Sonra, kaslarını çattı. Sonra yüzünü astı. Yani Hz. Muhammed'e sahir dedikten sonra, müslü-manlann yanından geçerken, onlar tarafından îslâm'a davet edildiğinde bu hadiseler başından geçti. Veya Basûlullah bizzat onu İmana davet ederken bunlar oldu.
«Yu'seru» fiili başkasından rivayet edilir, başkasından alınır demektir. «Sihir» ise aldatmadır; yani başkasından alınan bir aldatmacadır.
Bazılarına göre sihir, Hak suretinde bâtılı ortaya koymalı tır!
«Bu ancak bir beşerin sözüdür» dediler.
Süddi, «Bu beşerden maksatları Beni Hadfamİ Kabilesinin Ebu'lYusr Seyyar isimli kalesidir .Bu köle RasûLü Ekrem'e çok geliyordu. RasûL-ii Ekrem için, bunları ondan öğrenmiştir,» dediler. Veya Babil ehlinden yahut Müseyleme'den Öğrendiğini söylemişlerdir. Yahut da «Hazremli Kabilesinden kâhin Adiy'den öğrenmiştir» diyorlardı. Veya «Kendisinden önce peygamberlik iddiasında bulunanlardan Öğrenmiştir ki onlar gibi devam ediyor» diyorlardı.
Ebu Said Ed-Derir «Ayetin mânâsı: «Bu ancak sihirdir. Baş* kasından buna intikal etmiş bir mirastır, dermektir» diyor.
İbn Abbas «Sekar, cehennemin altıncı tabakasıdır» diyor. Ebu Hureyre, Rasûl-u Ekrem'den şöyle rivayet ediyor: Hz. Musa, Ce-nab-ı Hak'tan şunu sordu: «Ey Rabbim! Senin kullarından hangisi en fakirdir?» Cenab-ı Hak cevap olarak: «Sekara giden» buyurdu.
28. ve 29. ayetlerin mânâsı: Cehennem onların ne etlerini, ne kemiklerini, ne de kanlarını bırakır, hepsini yakar. Cehennem beşerin beti benzini bozandır.
Bazıları «Lew, çokça susamak demektir» der. Yani cehennem ehlini çokça susatır.
«Beşer» kelimesi iki mânâ taşır. Cehennemliklerden olan insanlar mânâsına gelir. (Bunu Ahfeş ve müfessirlerin çoğu söylemiştir).
İkincisi: Beşer, beşeretin çoğuludur, beşaret de insan derisi demektir. İnsan mânâsına gelen beşerin çoğulu ise ebşardır. [11]
«Onun üzerinde ondokuz vardır».
Bu ayet hakkında şunlar söylenilmiştir:
Ateşi idare eden 19 melektir. Ateşte olanlara musallat kılınan, yani cehennem gardiyanlığı yapanlar ondokuz melektir'. Veya ondokuz sınıftır, yahut da ondokuz saftır.
El-Vahidi, müfessirlerden şöyle rivayet ediyor:
«Cehennem bekçileri (zebanileri) ondokuz kişidir. Malik onlardan biridir, beraberinde onsekiz kişi vardır. Gözleri şimşek, dişleri boynuz gibidir. Dudakları ayaklarına değecek şekilde sar-kiktir, ağızlarından ateş çıkmaktadır. İki omuzları arası bir senelik mesafesidir. Birisinin eline Rebia ve Mudar kabilelerinin sayısınca insan binebilir. Şefkat onlardan kaldırılmıştır. Birisi yet-mişbin kişiyi tutar, cehennemin istediği noktasına atar». (Yetmiş-bin çokluktan kinaye olabilir).
El-Kerhi «Ondokuz olmalarının nedeni şudur; Ondokuz sayısı insani nefsin fesada gitmesinin sebeplerine denktir. İnsanın nefsini fesada götürenler, insanî, tabii kuvvelerdir. Ve insani kuvveler Î2'dir. Beşi zahirdeki, beşi de batındaki duyulardır. Şehvet ve gazap, Tabii kuvveler de yedidir: Cezbedid kuvvet, tutucu kuvvet, hebyedid, defedid kuvvetler, gıda kuvveti, gelişme kuvveti ve doğurgan kuvvet. Bunların mecmuu ondokuzdur» demiştir.
Kerhi'nin bu görüşüne Hasan Sıddık Han itiraz ediyor ve şöy-
le diyor: «Bu ayetin tefsiri bu değildir. Belki bu 19 sayısındaki hikmet Allah'ın ilmine izafe edilmiştir; yani onun özelliğidir».
Razi, «Bu adedin tahsisi Allah'a ait olan bir özellikten de ileri gelebilir» diyor. Yine Razî diyor ki: «Madem ki afetlerin doğuş noktası bu ondokuz kuvvettir, o halde cehennem zebanilerinin sayısı da bu kadardır. Her biri bir kuvvete tekabül eder. Yani hayvani kuvveden gelen mesuliyetleri biri, şehvetten gelen mesuliyetleri başkası, gazaptan gelen mesuliyetleri başkası, cazibeden, ma-şikeden, adimeden, daifadan, gaziyeden, namiyeden her felâketin karşısında bir melek vardır.»
19 sayısı için tarih boyunca zaman zaman birtakım noktalara işaret edilmiştir. Bizim zamanımızda da 19 sayısıyla iştigal eden, her şeyi ona göre ölçen-biçen, hatta Kur'an'ın surelerini ona vurup- -hâşâ- ona uymadığından dolayı, bazı ayetler için bunlar fazladır diyen Allah'tan korkmaz, hissi hareket'eden, 1400 seneden beri Allah'ın dinini tatbik eden, yorumlayan insanları cehaletle itham eden birtakım kimseler türemiştir.
19 rakamı huruficilik (sayicilık) yapan kişiler tarafından ortaya atılmıştır. Yani temeli ehli sünnet ve'1-cemaat olmayanlar tarafından ileri sürülmüştür. Mesela Bahailer bunu her sahada değişmez miyar, terazi olarak kullanırlar. Bizim devrimizde kendisi Mısırlı, fakat ABD.de yaşayan Reşad Halife isimli biri, Türki-yemizdeki ve îslâm alemindeki talebeleri veya aldatmış olduğu kimseler bu rakkamlarla Kur'an ve sünnete ölçü getirmekte ve uluorta söz söyleyerek, Allah'ın Kitabı'na Rasûlullah'ın sünnetine ters birtakım ölçüler ortaya atmaktadırlar. Bu hususta birçok insan araştırma yapmaktadır. Ben de (1988 tarihinde) bu hususta bir çalışma yapıyorum. Henüz bitirmiş değilim. Sadece bu sahaya tahsis edilen bir eser, inşaallah ileride verilecektir, Tevfik Allah'tandır.
Alusi de fesadın sebeplerini 19 rakamına çıkarıp «Bundan dolayı da zebaniler 19 olmuştur» dedikten sonra şunları ekler: «Bu felsefe üzerine bina edilmiş bir görüş olmakla beraber kemâl yönünden tamam değildir. Felsefe kitaplarına vakıf olan bir kişiye bu durum gizli kalmaz».
Hülasa alimlerin çoğu bunun hikmetinin kesinlikle bilinmeyen konulardan olduğunu söylüyor. Müteşabih bir ayettir. Ona iman eder, ilmini Allah'a havale ederiz derler. Zira bu konuda yapılan açıklamaların hiçbirine güven yoktur. Nitekim azıcık düşünen bir kimse bunun farkına .varır.
Ayetteki «ha» zamiri ise ya sakar'a gönderilir veya bütün ateşe gönderilir.
«Fitne»den maksat beladır. Yani onların sayılarını bela kıldık, îbn Abbas'tan gelen rivayet şöyledir: «Fitne'den makseat dalalettir. Yani onları kâfir olanlar için dalâlet kıldık, Ebu Cehil ve arkadaşlarına azap kıldık.. Çünkü onların kâfirliklerinin sebebi azaplarının sebebi sayılmıştır».
Ehli Kitap'dan maksat yahudi ve hiristiyanlardir. Ancak Ehli kitapdan Abdullah İbn Selam, gibi iman edenler kastedilmiş olabilir.
«Kalplerindeki hastahk»t&n maksat, göğüslerindeki şek, şüphe ve Medine ehlinden olan münafıkların münafıklığıdır.
«Kâfirlernden maksat yahudi ve hıristiyanlardır. Onlar «Allah bu zebanilerin adedini belirtmekle neyi kastediyor?» diyorlardı.
Hüseyin bin Fadl «Bu sure Mekki'dir, Mekke'de nifak yoktu. O halde bu suredeki hastalık tabiri ihtilâftan kinayedir. Kâfirlerd& Arapların müşrikleridir» demiştir. Fakat birinci görüş müfes-sirlerin çoğu tarafından paylaşılmış bir yorumdur. Hastalıktan şek ve şüpheler kastedildiği mümkündür. Çünkü Mekkelilerin çoğu şüphedeydiler. [12]
«Rabbinin ordularım ancak o bilir», yani cehennemliklere*azap etmek için yaratılmış olan hazene meleklerinin sayısını ancak Allah bilir. Bu, Ebu Cehil'in, «Muhammed'in ondokuzddn başka askeri yok mudur?» dediği zaman inen bir ayettir.
«O ancak beşer için bir hatırlatmadır» ayetindeki «o» zamiri ya ateşe racidir; yani ateş beşer için bir mevizedir, bir ibrettir veya «o» zamiri dünyadaki ateşe racidir; yani dünya ateşi ahiretteki ateşi hatırlatan nesnedir.
Zeccac, «O zamiri ondokuz saytsvna racidir. Yani bu sayı beşer için ancak Hatırlamadır, Allah'ın kudretinin kemalini ha-fırlasınlar ve Allah'ın yardımcılara muhtaç olmadığını bilsinler. Böyle anlaşılırsa, «o» zamiri ordulara da raci olabilir: Yani Rabbinin orduları beşer için ancak bir hatırlatmadır. Delil ve hüccettirler!»
«Kuber»âen maksat felaketler ve korkunç hadiselerdir. Mü-katil «Bu, cehennem isimlerinden bir isimdir» diyor.
Hasan Basri ve îbn Keysan «Onlar halis müslümanlardır.
«Ashabı Yemimûn tefsirinde ihtilaf vardır. îbn Abbas «Meleklerdir» diyor. Hz. Ali «Müslümanların küçük yaşta Ölen çocuklarıdır» diyor. Dahhak «Onlar, Allah'ın kendilerine en güzel nimetleri verdiği kimselerdir» der. îbn Cüreyc, «Her nefis amelinden Ötürü hesaba çekilir. Ancak Ashabı Yemin hariçtir, onlar da cennet ehlidir, onlar hesaba çekilmezler» demiştir.
Hiçbir şeye rehin olarak kalmamışlardır. Çünkü kendilerine dü~ şen 'her şeyi yerine getirmişlerdir» diyor.
Bazıları «Ashabı yeminden maksat kitapları sağ ellerine ve-menlerdir» derken, bazıları da onların «müslümanlar» olduğunu \ söylemiştir. Bazıları da «Hakkın sahipleridir. Onlar, ehli imandır-ı lor» derler.
«Mücrimleraden maksat müşrikler, «Sekar»d&n maksat da cehennemdir. Yani cennet ehlinden bir kişi cehennem ehlinden bir kişinin ismini anarak «Ey falan, seni cehenneme gönderen nedir?» diye sorar. Onlar «Biz namaz kılmaz, sadaka vermez ve bâtıla dalanlarla beraber bâtıla dalardık.» derler.
îbn Zeyd, «Hz. Muhammed hakkında bâtıl görüşe dalanlarla
beraber dalıyorduk demektir» diyor Onlar Rasûl-ti Ekrem'e, «kâhin, mecnun, şair, sihirbaz» diyorlardı.
SÜddi: «Biz yalanlayanlarla beraber yalanlıyorduk mânâsını ifade eder» demiştir.
«Yakln» kelimesi ölüm demektir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Sana yakın gelinceye kadar Rabbine kulluk yap» bu-vurmuştur. [13]
48- Artık şefaatçılann şefaati onlara yarar sağlamaz.
49- Hal böyle iken onlara ne oluyor ki nasihatten yüz çevirip duruyorlar?
50/51- Sanki kükreyen arslandan kaçan vahşi eşekler gibidirler.
52- Hayır! Onlardan herbiri kendisine açılmış sahifeler gelmesini istiyorlar!
53- Yok, yok! Onlar ahiretten korkmazlar.
54- Kuşkusuz ki o (kitab) bir hatırlatmadır.
55 - Dileyen ondan öğüt alır.
56- (Bununla beraber) Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O kendisinden korkulmaya daha layıktır ve bağışlamaya daha ehildir. [14]
(48-56) «Artık şefaatçıların şefaati...»Bu Ayetlerin Tefsiri
«Ancak onlar için şefaatçıların şefaati fayda vermez».
Bu ayet şefaatin günahkârlar için sıhhatli olduğuna delildir. Çünkü ehli tevhidden bir grup günahlarından dolayı azap görecekler, sonra da onlara şefaat edilecektir. Cenab-i Hak da tevhid ve şefaat sayesinde onlara merhamet edecek ve ateşten çıkarılacaklardır. Kafirler için ise asla şefaatçi yoktur.
Abdullah bin Mesud şöyle buyuruyor: «Peygamberimiz şefaat eden dört kişiden biridir, Onlar Cebrail, sonra İbrahim, sonra Musa (veya İsa) sonra sizin peygamberinizdir. Sonra melekler, sonra peygamberler, sonra sıddıklar, sonra şehitler».[15]
«Humur» himar'ın çoğuludur, merkep demektir. Onlar (kâfirler) Hz. Feygamber'den kaçışlarında- sanki yabani eşekler gibidirler. Nitekim İbn Abbas, «Humuru Mustanfire»den maksat yaban eşekleridir» demiştir.
«Kasvere» kelimesi afslan demektir. Kahr mânâsına gelen «kasr» kökünden gelir. Bunu, İbn Cerir ve Abdullah bin Humeyd, Ebu Hureyre'den rivayet etmişlerdir. İbn'ul-Munzir, İbn Abbas1 tan da böyle rivayet etmiştir. Ancak Arapça'da aslana esed, Hat?eşçe'de kasvere denilir. Bu, Habeşçe'den nakledilmiş ve Arapça-laştmlmıştır.
Bu kelime hangi mânâya gelirse gelsin, Cenab-ı Hak, kâfirle. ri Kur'an'ı kabul etmeyişlerinde, Kur'an'daki vazu nasihatlara kulak venneyişlerinde vahşi merkeplere benzetmiştir. Çoğu merkepler kendilerini korkutan bir şey hissettiler mi dağ, taş, tepe demeden kendilerini atıp kaçarlar. Bu onlar için zahiri bilgiyi yermek ve hallerinin çirkinliğini açık bir şekilde belirtmektir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Onların temsilleri merkep temsiline benzer. Merkep gibi kitaplar yüklenir.» buyurmuştur. Cenab-ı Hak bu,ayetle onların ne kadar az akıllı olduklarına işaret etmektedir.
«Onlardan, her birisi açık kitaplar isterler». Nitekim Ebu Cehil ve Kureyş'ten bir grup: «Ey Muhammed, bize Rabbulalemin'-den kitaplar getir. O kitaplarda şu yazılı olsun: Kesinlikle ben, Alemlerin Rabbi olarak size Muhammed'i gönderdim» dediler.
îbn Abbas: «Onlar eğer Muhammed doğru ise sabahladığımız. da herkesin yanibaşında bir sahife bulunsun, orada beraeti yazıtsın, ateşten emindir bu, denilsin» dediler, diyor.
«Kella», yani böyle olmayacaktır! Hayır, onlar ahiretten korkmuyorlar. Yani onların temennilerini yerine getirmeyeceğim; çünkü onlar ahiretten korkmuyorlar, dünyaya aldanmışlardır.
56. ayet açıkça belirtiyor ki kulların fiilleri bizzat veya bilvasıta Allah'ın dilemesi iledir. Aynı zamanda bu ayet Mutezile için bir reddiyedir. Onlar «Meşiet cebri bir meşiettir, zoraki bir meşiettir» diyorlar. Bu ise, yerinde değildir.
«O, ehli takvadır», yani azabından korunulması, çekinilmesi gereken bir Zatı Kibriyadır. «O mağfiret ehlidir», yani kendisine iman edeni, itaat edeni affetmeye layık bir zattır. [16]
MÜDDESSİR SURESİ'NÎN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/340.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/340-342.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/343-344.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/344.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/344-345.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/345-347.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/347-349.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/349-350.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/350-351.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/353.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/354-357.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/357-360.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/360-361.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/362.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/363.
[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/363-364.