Mekke
4
56
Mushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına
göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fatiha sûresinden önce
Mekke'de inmiştir. Müz-zenımîl sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır.[1]
Sûre adını, birinci âyette geçen ve "bürünüp
sarınan" anlamına gelen "müddessir" kelimesinden almıştır.[2]
Sûrede Hz. Peygamberin hayatından bir kesit ele
alınmış, ona dini tebliğ görevini yerine getirmesi, inkarcıları uyarması ve bu
konuda karşılaşacağı sıkıntılara katlanması emredilmiştir. Kıyamet günün
sıkıntılarından söz edilmiş, Kur'an'a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden
müşriklerin yakıcı cehenneme sürüklenecekleri haber verilmiştir. Meleklerden
ve kitap ehlinden, cehennemin görevlilerinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca
inkarcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen
bir konuşmaya yer verilmiş ve inkarcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri
anlatılarak sûre sona ermiştir. [3]
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Ey örtüsüne bürünen!
2. Kalk ve uyar! 3. Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir. 4. Elbiseni tertemiz
tut. 5. Her türlü pislikten uzak dur. 6. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
7. Rabbinin rızasına ermek için sabret. 8. Sûr'a üflendiği zaman; 9. İşte o gün
zorlu bir gündür; 10. İnkarcılar için hiç de kolay olmayan bir gündür. 11. Tek
olarak yarattığım şahsı bana bırak! 12-13. Geniş bir servet ve gözü önünde
duran oğullar verdiğim; 14. Kendisi için nimetleri serdikçe serdiğim kişiyi!
15. Hâlâ da arttırmamı umuyor. 16. Asla! Çünkü o bizim âyetlerimize karşı
inatla direnmektedir. 17. Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim! 18. Çünkü o,
düşündü taşındı, ölçtü biçti. 19. Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti! 20. Sonra
yine kahrolası ne biçim ölçtü biçti! 21. Sonra baktı. 22. Sonra kaşlarını
çattı, suratını astı. 23. En sonunda sırtım dönüp gitti, gururuna mağlup oldu.
24. "Bu, dedi, olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. 25. Bu,
bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir." 26. Ben onu se-kara
(cehenneme) sokacağım. 27. Sen bilir misin sekar nedir? 28. Bitirir de bırakmaz;
29. İnsanları kavurur. 30. Orada on dokuz görevli vardır. 31. Biz cehennemin
işlerine bakmakla yalnız melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da
inkâr edenler için sadece bir imtihan vesilesi yaptık ki böylelikle kendilerine kitap verilenler kesin bilgi
edinsinler, inananların imanı artsın; kendilerine kitap verilenler ve müminler
şüpheye düşmesinler; kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar da,
"Allah bu misalle ne demek istemiş olabilir?" desinler. İşte Allah
böylece dilediğini sapkınlıkta bırakır, dilediğine de doğru yolu gösterir.
Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. İşte bu, insanlık için sadece
bir öğüttür. [4]
1-5. Hz. Peygamber Hira
mağarasında vahiy meleğinin sesini işitip kendisini de görünce korkusundan
titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek "Beni örtün, beni örtün!"
demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişlerdi. Bunun
ardından "Ey örtüsüne bürünen!" hitabıyla başlayan Müddessir sûresinin
ilk beş âyeti İnmiştir. [5]Bununla birlikte "örtüsüne bürünen"
ifadesine mecaz otarak "peygamberlik kisvesine bürünen, bu ağır görevi
yüklenen" anlamlan da verilmiştir. [6]
"Kalk, uyar" emri Muhammed aleyhisselâmın,
peygamber olarak tevhid dinini ve Allah'ın mesajlarını İnsanlığa tebliğ
etmekle göreviendirilişinin ilanıdır. Resûlullah efendimiz bu emri aldıktan
sonra insanları tevhid dinine çağırmaya başlamış, son nefesine kadar da bu
görevini sürdürmüştür. "Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir"
emri, tevhid dininin en önemli unsuru olan "Allah'ın birliğine iman ve
O'na kulluk" esasını ortaya koymaktadır. İslâm'ın bu temel ilkesinin hemen
ardından gelen "Elbiseni temiz tut" emri ise Hz. Peygamber'in maddî
olarak elbisesini necaset vb. pisliklerden temiz tutması, manevî olarak da
güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması
anlamında yorumlanmıştır. [7] Âyetteki
"siyâb" (elbise) kelimesinin mecaz olarak kullanıldığını belirten ve
bu kelimeye "amel, kalp, nefis, beden, ai-le, din, ahlâk" gibi farklı mânalar veren başka
müfessîrler de olmuştur. [8] Buradaki temizlik maddî mânada alındığında
"elbise" bir örnek olup genel olarak beden temizliğinin, keza ev
bark, mâbed vb. özel veya ortak alanların temizliğinin de bu buyruğun
kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. 5. âyette "Her türlü pislikten uzak
dur" diye çevirdiğimiz cümle de dış temizlikten sonra inanç ve ahlâk
temizliğini, iç arınmayı vurgulamaktadır. Sonuç olarak bu iki âyette, son
derece veciz bir üslûpla, Hz. Peygamber'e ve onun şahsında müslümanlara hem
maddî hem de manevî temizlik emredilmiş olup, bu buyruğun daha ilk inen ve Hz.
Peygamber'i risâlet görevine hazırlayan âyetlerde yer alması son derece anlamlıdır. [9]
6-7. Müfessirler 6. âyeti
farklı anlamlarda yorumlamışlardır:
a) Ey Peygamber! Sakın
şerefli ve değerli peygamberlik vazifesinin külfet ve meşakkatini çok görme, bunlara
gönül rızası ile katlan.
b) Karşılığında daha
fazlasmı bekleyerek iyilik etme. Şevkânî'ye göre yüce ahlâk sahibi Peygamber'in
böyle bir davranışta bulunması ona haram kılınmıştır; ancak ümmeti için
mubahtır. [10]
c) Fakir fukaraya yaptığın
yardımı çok görme, fakirleşmekten korkmayan kimselerin verdiği gibi sen de
çokça ver. [11] 7. âyette Hz. Peygamber'in, insanlığı uyarma
görevini yerine getirirken birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalacağına işaret
edilmiş ve Allah'ın rızasını kazanmak için bu sıkıntılara sabretmesi
emredilmiştir. [12]
11-17. Müfessirler bu âyetlerin
Mekkeli müşrik Velîd b. Mugîre hakkında indiğini rivayet etmişlerdir. [13] Çünkü Velîd, Kureyş'in ileri
gelenlerinden olup çok sayıda oğullan vardı ve oldukça zengindi; buna rağmen
Allah'ın kendisine lütfettiği nimetlere şükredecek yeTde hem Allah'a hem de
Peygamber'e karşı nankörlük etmiş, İslâm'ı boğmak isteyenlere öncülük
edenlerden olmuştu.
Allah Teâlâ'nın "Tek olarak yarattığım şahsı
bana bırak" mealindeki buyruğu İki türlü yorumlanmıştır: a) Anasının
karnında aciz ve tek başına bir durumda yarattığım o şahsı bana bırak, senin
onunla uğraşmana gerek yok, ben onun cezasını veririm, b) Beni tek başıma
onunla baş başa bırak; ben onun hakkından gelir ve gereken cezayı veririm. [14] Âyet, Velîd b, Mugîre
hakkında inmiş olsa da amacı genel olup şu mesajı vermektedir: Nimete karşı
şükretmek, nimet sahibine minnettar olmak en yalın ahlâkî ödevlerden biri,
akıl ve adalet gereğidir. Sıradan birinin alelade yardım ve iyiliğine bile
minnettar olup teşekkür ederken varlığımızı, hayatımızı, sahip olduğumuz,
yararlandığımız her türlü maddî ve manevî nimet ve imkânları lütfeden Allah'a
minnettar olmamak, şükretmemek, ibadet ve İtaat etmemek büyük bir nankörlüktür;
özellikle Allah'm varlığını ve birliğini tanımamaktan da öte giderek inkâr,
şirk ve zulüm hareketlerine öncülük etmek bütün nankörlüklerin ve
haksızlıkların en ağın, en vahimidir. [15]
18-30. Rivayete göre müşrikler
Hz. Peygamber'e ve tebliğ ettiği Kur'an'a karşı nasıl bir tavır takınmaları
gerektiğini Velîd b. Muğîre'ye sormuşlar, o da düşünüp taşındıktan sonra Hz. Peygamber'in
bir sihirbaz, Kur'an'm da önceki sihirbazlardan intikal eden bir sihir, bir
beşer sözü olduğunu insanlar arasında yaymalarını tavsiye etmiştir. İşte
18-25. âyetlerde Velîd b. Mugîre örneğinde Kur'an'a karşı benzer şekilde
inkarcı tutum sergileyenler kınanmış; 26-30. âyetlerde ise hak ettikleri uhrevî
ceza özetlenmiştir. 26. âyette geçen "sekar" kelimesi ateşin isim-
lerinden olup cehennemin ağır cezalık kısımlarından birini ifade ettiği
belirtilir. [16]27-28. âyetler ise sekar hakkında
"hiçbir şeye acımayan, içine atılanları yakan ve insanın derisini kavuran
korkunç bir yer" şeklinde detaylar vermektedir. "İnsanları
kavurur" dîye çevirdiğimiz 29. âyete "İnsanlara görünür"
şeklinde de mâna verilmiştir. [17]
Aynı âyet, "Cehennem, orayı hak eden insana kendini gösteren bir tablo,
bir aynadır" şeklinde de anlaşılabilir.
Müfessirler, 30. âyetteki "on dokuz"
sayısını "cehennemde görevlendirilmiş olan on dokuz melek; meleklerden on
dokuz grup; on dokuz saf; her birinin emrinde bir grup melek bulunan on dokuz
yönetici melek" şekillerinde yorumlamışlardır. [18]
Nitekim Tah-rîm sûresinin 6. âyetinde de cehennemin başında iri cüsseli, sert
tabiatlı ve Allah'ın emirlerini hemen uygulayan meleklerin bulunduğu
bildirilmiştir (Râzî, dönemindeki felsefî gelenekten yararlanarak buradaki on
dokuz rakamını, insanın beden ve zihin güçleri olarak yorumlamıştır. [19]
31. Bir önceki âyet indiğinde müşrikler, alay
yollu sözlerle kendilerinin kalabalık bir topluluk olduğunu, dolayısıyla on
dokuz bekçinin güç yetirip onlan cehenneme atamayacağım söylemişlerdi.
Ardından gelen bu âyetle cehennem işlerine bakmakla meleklerin
görevlendirildiği bildirilerek onların meleklere güç yetirmelerinin mümkün
olmadığına dikkat çekilmiştir. Aslında inkarcıların hepsi bir araya gelse bir
meleğe bile güçleri yetmez. Âyette on dokuz sayısının verilmesi sadece bir
imtihan vesilesi olarak gösterilmiştir. "Kendilerine kitap verilenler
iyiden iyiye öğrensinler" şeklinde çevirdiğimiz cümle bazı Ehl-i kitap
mensuplarının, bu âyetlerde verilen bilgileri Tevrat ve İncil'in ruhuna uygun
bulduklarını gösterir. Çünkü müşriklerin aksine, müslümanlar gibi yahudiler ve
hıristiyanlar da âhirete iman ederler.
"Kalplerinde hastalık bulunanların kimler
olduğuna dair iki farklı görüş vardır:
a) Bunlar münafıklardır; her ne kadar Mekke
döneminde münafık yok idiyse de âyet İleride böyle bir grubun ortaya çıkacağını
haber vermiştir. Nitekim Medine döneminde önemli bir münafıklar grubu vardı,
b) "Kalplerinde hastalık bulunanlar"
Hz. Peygamber'e iman edip etmeme hususunda tereddütte kalan müşriklerdir. [20]
Müşriklerin "Allah bu misalle ne demek istemiş olabilir?"
anlamındaki sorusunda geçen "misaTden maksat, cehennemin on dokuz
görevlisiyle ilgili 30. âyetteki anlatımdır. Âyetteki "mesel" kelimesi,
"haber, söz, bilgi" şeklinde de yorumlanmıştır. Müşrikler bu soruyla
cehennemin on dokuz bekçisinin bulunduğunu söyleyen sözün vahiy olduğuna, yani
Al- lah'm böyle bir söz söyleyeceğine inanmadıklarım anlatmak istemişlerdir. [21]
Zira onlar Kur'an'a inanmadıkları için
Kur'an'ın verdiği bilgiyi doğru sayarak bu bilgiye dayalı samimi soru
sormaları da mümkün değildir.
Allah Teâlâ kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla
insanlara doğru yolu göstermiştir. O'nun irşat ve yardımlarından yararlananlar
doğru yolu bularak kurtuluşa ererler; kendi iradeleriyle Allah'ın emrine karşı
geldikleri ve nefislerine uydukları için Allah 'in irşat ve yardımından
faydalanamayanlar da sapkınlıklarına devam ederek bedbaht olurlar, İşte
böylece Allah dilediğini sapkınlıkta biralar, dilediğine de doğru yolu
gösterir. [22]
"Rabbin ordularından maksat genel anlamda
Allah'ın iradesine teslim olup buyruklarım icra eden görünür ve görünmez
varlıklar; özel olarak bu bağlamda cehennemdeki hizmetleri yerine getiren
görevlilerdir. Âyette cehennemin bekçilerinin sayısı konusunda Hz.
Peygamber'le alay edenlere cevap verilmekte, gayb âleminden olan meleklerin
sayılarını, güçlerini ve diğer özelliklerini Allah'tan başka kimsenin
bilemeyeceği ifade edilmektedir. "Rabbinin orduları" tanılaması aynı
zamanda Hz. Peygamber'in şanının yüceliğine, bu ordulardan bir kısmının onun
zaferi için yardımcı olacaklarına işaret eder. Âyetin son cümlesi, cehennem
bekçileri, onların sayıları ve diğer anlatılanların tümünün insanlara Allah'ın
gücünü hatırlatmak ve O'na itaat etmelerini sağlamak için bir öğüt ve nasihat
olduğunu ifade etmektedir. [23]
32. Hayır hayır (öğüt almazlar). Aya andolsun! 33. Dönüp gitmekte olan geceye; 34.
Ağarmakta olan sabaha andolsun ki, 35-37.0 (cehennem), insanlar için, sizden ileri gitmek ya da
geri kalmak isteyen kimseler için uyana büyük cezalardan biridir. 38. Her
nefis, yaptıklarına karşılık bir rehindir; 39. Ancak haklan ve erdemin
tarafında olanlar başka. 40-41. Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında
birbirlerine sorular sorarlar. 42. "Sizi şu yakıcı ateşe sokan
nedir?" diye uzaktan sorarlar. 43. Onlar şöyle cevap verirler: "Biz
namaz kılanlardan değildik; 44. Yoksulu doyurmuyorduk; 45. (Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk, 46.
Ceza gününü de asılsız sayıyorduk, 47. Sonunda bize ölüm geldi çattı."
48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. 49-51. Böyle iken onlara
ne oluyor ki âdeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi Öğütten yüz
çevirip kaçıyorlar! 52. Öğüt almak bir yana onlardan her biri, kendisine,
açılmış sahifeler (İlâhî vahiy) verilmesini
istiyor. 53. Hayır! Ashnda onlar âhiretten korkmuyorlar. 54. Asla! Ama
bilsinler ki bu, gerçekten bir öğüttür, uyandır! 55. Dileyen ondan öğüt alır.
56. Ve Allah (uyguladığı kurallar gereğince) dilemeksirin onlar öğüt alamazlar. Sakınıimaya lâyık olan da O'dur,
mağfiret sahibi de O'dur. [24]
32-37. Yüce Allah gece karanlığında dünyayı aydınlatan Ay, aydınlanmak üzere
olan gece, aydınlanıp ışığı her tarafa yayılmış olan sabah üzerine yemin ederek
bir yandan bu tabiî-ilâhî âyetlere, kanıtlara bir yandan da 36. âyetteki
uyarıcının önemine dikkat çekerek inkarcıları İkaz etmiştir. 36. âyette
insanlık için uyarıcı olduğu bildirilen şeyin "cehennem, Kur'an, Peygamber"
olduğu yönünde farklı görüşler vardır. [25]
"İleri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler" diye çevirdiğimiz
cümle ise "İman edip iyi işler yaparak Allah'a yaklaşmak İsteyen veya
imandan ve iyi amelden geri kalıp uyanlara kulak vermeyen kimseler"
olarak yorumlanmıştır. Nitekim Kehf sûresinin 29. âyetinde de "Dileyen
iman etsin, dileyen de inkâr etsin" buyurulmuştur. [26]
38-48. Bu kümedeki âyetlerde iman veya inkâr konusunda yapılan tercihin
sonuçlan anlatılmakta, kişinin tercihine göre cennetteki nimetlere kavuşacağı
veya cehennemdeki azaba sürükleneceği bildirilmektedir. 38. âyetle her nefsin
yaptıklarına karşılık rehin olarak gösterilmesi, sorumluluğun ferdî olduğunu,
her İn-sanın dünyadaki iman ve itaatine göre hesap gününde ödül veya ceza alacağım,
geleceğinin buna bağlı olduğunu ifade eder. Kısacası insana ebedî kurtuluşu
sağlayacak olan da onu ebedî felâkete götürecek olan da benimsediği inancın
doğrulu- ğu veya yanlışlığı, amellerinin ilâhî iradeye uygun veya aykırı
oluşudur. İnancı bâtıl, ameli bozuk olanı en yakınları bile kurtaramaz;
nitekim Hz. Nûh öz oğlunu, Hz. İbrahim öz babasını kurtaramamıştır. [27]
"Hakkın ve erdemin tarafında olanlar" diye çevirdiğimiz
"ashâbu'l-yemîn" tamlamasmdaki "ashâb" "topluluk,
arkadaşlar, taraftarlar", "yemîn" ise hem "sağ taraf' hem
de mecazî olarak "doğru, gerçek, güç" anlamlarında kullanılır. Bu deyimi
kısaca "sağcılar" şeklinde çevirenler bulunmakla birlikte
"sağcılar" kelimesi günümüzde daha çok siyasal veya ideolojik
anlamlar içeren bir terim olarak kullanıldığından bu çeviriyi Kur'an'ın
kasdettiği anlam ve amaca uygun bulmuyoruz. Zira "ashibu'l-yemîn"
Kur'an'da genellikle iman ve amelleriyle gerçeğin ve erdemin tarafında
olanları ifade eder. Müfessirler bu deyimi, "âhirette amel defterleri sağ
taraflarından verilenler, müminler, müslümanların çocukları, melekler, Hz.
Âdem'in sağ tarafında bulunanlar, dünyada hayırlı işler yapanlar, dürüst,
erdemli ve kutsanmış kimseler" gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. [28]
Bize göre burada söz konusu olanlar, Allah'ın iradesine uygun bir inanç ve
amel çizgisi benimseyip hayat boyunca bu çizgide sebat eden müminlerdir.
Nitekim 43-47. ayetlerde sıralanan günahkârların özellikleri, bir bakıma
"ashâbül-yemîn" deyimiyle ne kastedildiğine de işaret etmektedir. Buna
göre "ashâbül-yemîn" hayatlarının sonuna kadar namazlarım kılar,
yoksulu doyurur, bâtıla dalanlardan uzak durur, ceza gününe İnanırlar. Buradaki
namaz Allah'a iman ve İtaati, yoksulu doyurma yaratılmışlara şefkat ve merhameti,
imkânları olmayanlarla paylaşmayı; bâtıla dalanlardan uzak olma, daima hakka
İnanma hak ölçülerine göre yaşama, hakkı ve haklıyı destekleme, haksızın
karşısında olmayı; ceza gününe inanma ise hayatının bütün anlarında, her türlü
karar, tercih ve eylemlerini Allah'ın huzurunda sorguya çekilip bunların tek
tek hesabını vereceğini bilerek yaşamayı ifade eder.
"Şefaatçilerin şefaati inkarcılara fayda
vermez" mealindeki cümle şefaatin varlığını göstermekte ve kıyamet gününde
başkalarına şefaat edilebileceğini ima etmektedir. [29]
49-53. Burada yapılan benzetme, İnkarcıların
Peygamber ve onun mesajı karşısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan
beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya
koyacaktır.
Tefsirlerde anlatıldığına göre Ebû Cehil ve yandaşlarından
bir grup Hz. Pey-gamber'e hitaben "Allah'tan, her birimizin adına yazılmış
olup sana tâbi olmamızı emreden bir kitap, bir belge getirmedikçe sana iman
etmeyiz" demişlerdi. 52. âyet onların bu isteklerini dile getirmektedir. [30]53.
âyete göre onlann bu olumsuz tavırlarının asıl sebebi âhirete inanmamalandır.
Çünkü âhirette herkes dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorguya çekilecektir.
Şu halde bu inanç, hayatı bütünüyle sorumluluk bilinci İçinde geçinmeyi
gerektirir; İnkarcılar ise günah kaygısı taşımadan, sorgu sual düşünmeden
nefislerinin istediği şekilde yaşamaktan vazgeçmiyorlardı. İşte âyet onlann
İslâm ve Peygamber karşısındaki inkâr ve inatlarının temelinde böyle bir
sorumsuzluk psikolojisinin bulunduğunu göstermektedir. [31]
54-56. Öğüt ve uyan olduğu belirtilen şey Kur'an
âyetleridir. 55. âyette samimiyet ve İyi niyetle öğüt almak, gerçeği bulmak
isteyenlerin, aradıklarını Kur'an'da bulacaklan bildirilmiştir. Kuşkusuz her
şey Allah'ın dilemesine, izin ve imkân vermesine bağlıdır. Âyetler uyarıcı
olarak Kur'an'ın gönderildiğini ifade ettiği gibi başka kitap
gönderilmeyeceğine, dünya ve âhiret mutluluğu için Kur'an'ın yeterli olduğuna
da işaret etmektedir. [32]
[1] bk. İbn Âşûr, XXIX, 292
Prof. Dr.
Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez,
Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/417.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr.
Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş,
Kur’an Yolu:V/417.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr.
Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş,
Kur’an Yolu:V/417.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr.
Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş,
Kur’an Yolu:V/418-419.
[5] Buhârî, "Tefsir", 74/1-5
[6] Razî, XXX, 190; Şevkânî, V, 373; İbn Âşûr,
XXIX, 294
[7] Zemahşerî, IV, 180-181
[8] bk. Şevkânî, V, 374
[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/419.
[10] bk. V, 374-375
[11] İbn Âşûr, XXIX, 298
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/420.
[13] Taberî, XXIX, 96; Şevkânt, V, 376
[14] bk. Şevkânî, V, 376
[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/420.
[16] bk. Şevkânî, V, 377
[17] Zemahşerî, IV, 183
[18] Zemahşerî, IV, 184; Şevkânî, V,
378; İbn Âşûr, XXIX, 298
[19] XXX, 203
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/420-421.
[20] Râzî, XXX, 207; Şevkânî, V, 380
[21] İbn Âşûr, XXIX, 317
[22] bu konuda bilgi için bk. Bakara
2/26
[23] Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/421422.
[24] Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423.
[25] Şevkânî, V, 382
[26] Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423.
[27] bk. Hûd 11/45-46; Tevbe
9/114
[28] Râzî, XXX, 210; İbn Âşûr,
XXIX, 325; Esed, III, 1208
[29] şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara
2/48,255
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423-424.
[30] Zemahşerî, W, 188; İbn Âşûr,
XXIX, 331
[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/424-425.
[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/425.