MÜDDESİR SÛRESİ

 

74

 

İndiği Yer :

 

Mekke

 

İniş Sırası :

 

4

 

Âyet sayısı:

 

56

 

Nüzulü

 

Mushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fatiha sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Müz-zenımîl sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır.[1]

 

Adı

 

Sûre adını, birinci âyette geçen ve "bürünüp sarınan" anlamına gelen "müd­dessir" kelimesinden almıştır.[2]

 

Konusu

 

Sûrede Hz. Peygamberin hayatından bir kesit ele alınmış, ona dini tebliğ gö­revini yerine getirmesi, inkarcıları uyarması ve bu konuda karşılaşacağı sıkıntıla­ra katlanması emredilmiştir. Kıyamet günün sıkıntılarından söz edilmiş, Kur'an'a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden müşriklerin yakıcı cehenneme sürükle­necekleri haber verilmiştir. Meleklerden ve kitap ehlinden, cehennemin görevlile­rinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca inkarcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen bir konuşmaya yer verilmiş ve inkarcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri anlatılarak sûre sona ermiştir. [3]

 

Meali

 

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Ey örtüsüne bürünen! 2. Kalk ve uyar! 3. Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir. 4. Elbiseni terte­miz tut. 5. Her türlü pislikten uzak dur. 6. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. 7. Rabbinin rızasına ermek için sabret. 8. Sûr'a üflendiği zaman; 9. İşte o gün zorlu bir gündür; 10. İnkarcılar için hiç de kolay olmayan bir gündür. 11. Tek olarak yarattığım şahsı bana bırak! 12-13. Geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim; 14. Kendisi için nimetleri serdikçe serdiğim kişiyi! 15. Hâlâ da arttırmamı umuyor. 16. Asla! Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir. 17. Ben de onu sarp bir yokuşa süre­ceğim! 18. Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. 19. Kahrolası, ne biçim ölç­tü biçti! 20. Sonra yine kahrolası ne biçim ölçtü biçti! 21. Sonra baktı. 22. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. 23. En sonunda sırtım dönüp gitti, gu­ruruna mağlup oldu. 24. "Bu, dedi, olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihir­dir. 25. Bu, bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir." 26. Ben onu se-kara (cehenneme) sokacağım. 27. Sen bilir misin sekar nedir? 28. Bitirir de bı­rakmaz; 29. İnsanları kavurur. 30. Orada on dokuz görevli vardır. 31. Biz ce­hennemin işlerine bakmakla yalnız melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkâr edenler için sadece bir imtihan vesilesi yaptık ki böylelikle kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, inananların imanı artsın; kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler; kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar da, "Allah bu misalle ne demek istemiş ola­bilir?" desinler. İşte Allah böylece dilediğini sapkınlıkta bırakır, dilediğine de doğru yolu gösterir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. İşte bu, insanlık için sadece bir öğüttür. [4]

 

Tefsiri

 

1-5. Hz. Peygamber Hira mağarasında vahiy meleğinin sesini işitip kendisi­ni de görünce korkusundan titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek "Beni ör­tün, beni örtün!" demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişler­di. Bunun ardından "Ey örtüsüne bürünen!" hitabıyla başlayan Müddessir sûresi­nin ilk beş âyeti İnmiştir. [5]Bununla birlikte "örtüsüne bü­rünen" ifadesine mecaz otarak "peygamberlik kisvesine bürünen, bu ağır görevi yüklenen" anlamlan da verilmiştir. [6]

"Kalk, uyar" emri Muhammed aleyhisselâmın, peygamber olarak tevhid di­nini ve Allah'ın mesajlarını İnsanlığa tebliğ etmekle göreviendirilişinin ilanıdır. Resûlullah efendimiz bu emri aldıktan sonra insanları tevhid dinine çağırmaya başlamış, son nefesine kadar da bu görevini sürdürmüştür. "Sadece rabbinin bü­yüklüğünü dile getir" emri, tevhid dininin en önemli unsuru olan "Allah'ın birli­ğine iman ve O'na kulluk" esasını ortaya koymaktadır. İslâm'ın bu temel ilkesinin hemen ardından gelen "Elbiseni temiz tut" emri ise Hz. Peygamber'in maddî ola­rak elbisesini necaset vb. pisliklerden temiz tutması, manevî olarak da güzel ah­lâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması anlamında yorumlanmıştır. [7] Âyetteki "siyâb" (elbise) kelimesinin mecaz olarak kullanıldığını belirten ve bu kelimeye "amel, kalp, nefis, beden, ai-le, din, ahlâk" gibi farklı mânalar veren başka müfessîrler de olmuştur. [8]  Buradaki temizlik maddî mânada alındığında "elbise" bir örnek olup genel olarak beden temizliğinin, keza ev bark, mâbed vb. özel veya ortak alanla­rın temizliğinin de bu buyruğun kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. 5. âyette "Her türlü pislikten uzak dur" diye çevirdiğimiz cümle de dış temizlikten sonra inanç ve ahlâk temizliğini, iç arınmayı vurgulamaktadır. Sonuç olarak bu iki âyette, son de­rece veciz bir üslûpla, Hz. Peygamber'e ve onun şahsında müslümanlara hem maddî hem de manevî temizlik emredilmiş olup, bu buyruğun daha ilk inen ve Hz. Peygamber'i risâlet görevine hazırlayan âyetlerde yer alması son derece anlamlı­dır. [9]

 

6-7. Müfessirler 6. âyeti farklı anlamlarda yorumlamışlardır:

a) Ey Peygam­ber! Sakın şerefli ve değerli peygamberlik vazifesinin külfet ve meşakkatini çok görme, bunlara gönül rızası ile katlan.

b) Karşılığında daha fazlasmı bekleyerek iyilik etme. Şevkânî'ye göre yüce ahlâk sahibi Peygamber'in böyle bir davranışta bulunması ona haram kılınmıştır; ancak ümmeti için mubahtır. [10]

c) Fakir fukaraya yaptığın yardımı çok görme, fakirleşmekten korkmayan kimse­lerin verdiği gibi sen de çokça ver. [11]  7. âyette Hz. Peygam­ber'in, insanlığı uyarma görevini yerine getirirken birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalacağına işaret edilmiş ve Allah'ın rızasını kazanmak için bu sıkıntılara sabret­mesi emredilmiştir. [12]

 

11-17. Müfessirler bu âyetlerin Mekkeli müşrik Velîd b. Mugîre hakkında indiğini rivayet etmişlerdir. [13] Çünkü Velîd, Kureyş'in ileri gelenlerinden olup çok sayıda oğullan vardı ve oldukça zengindi; buna rağmen Allah'ın kendisine lütfettiği nimetlere şükredecek yeTde hem Allah'a hem de Peygamber'e karşı nankörlük etmiş, İslâm'ı boğmak isteyenlere öncülük edenlerden olmuştu.

Allah Teâlâ'nın "Tek olarak yarattığım şahsı bana bırak" mealindeki buyru­ğu İki türlü yorumlanmıştır: a) Anasının karnında aciz ve tek başına bir durumda yarattığım o şahsı bana bırak, senin onunla uğraşmana gerek yok, ben onun ceza­sını veririm, b) Beni tek başıma onunla baş başa bırak; ben onun hakkından gelir ve gereken cezayı veririm. [14] Âyet, Velîd b, Mugîre hakkında inmiş olsa da amacı genel olup şu mesajı vermektedir: Nimete karşı şükretmek, ni­met sahibine minnettar olmak en yalın ahlâkî ödevlerden biri, akıl ve adalet gere­ğidir. Sıradan birinin alelade yardım ve iyiliğine bile minnettar olup teşekkür eder­ken varlığımızı, hayatımızı, sahip olduğumuz, yararlandığımız her türlü maddî ve manevî nimet ve imkânları lütfeden Allah'a minnettar olmamak, şükretmemek, ibadet ve İtaat etmemek büyük bir nankörlüktür; özellikle Allah'm varlığını ve bir­liğini tanımamaktan da öte giderek inkâr, şirk ve zulüm hareketlerine öncülük et­mek bütün nankörlüklerin ve haksızlıkların en ağın, en vahimidir. [15]

 

18-30. Rivayete göre müşrikler Hz. Peygamber'e ve tebliğ ettiği Kur'an'a karşı nasıl bir tavır takınmaları gerektiğini Velîd b. Muğîre'ye sormuşlar, o da dü­şünüp taşındıktan sonra Hz. Peygamber'in bir sihirbaz, Kur'an'm da önceki sihir­bazlardan intikal eden bir sihir, bir beşer sözü olduğunu insanlar arasında yayma­larını tavsiye etmiştir. İşte 18-25. âyetlerde Velîd b. Mugîre örneğinde Kur'an'a karşı benzer şekilde inkarcı tutum sergileyenler kınanmış; 26-30. âyetlerde ise hak ettikleri uhrevî ceza özetlenmiştir. 26. âyette geçen "sekar" kelimesi ateşin isim- lerinden olup cehennemin ağır cezalık kısımlarından birini ifade ettiği belirtilir. [16]27-28. âyetler ise sekar hakkında "hiçbir şeye acımayan, içine atılanları yakan ve insanın derisini kavuran korkunç bir yer" şeklinde detay­lar vermektedir. "İnsanları kavurur" dîye çevirdiğimiz 29. âyete "İnsanlara görü­nür" şeklinde de mâna verilmiştir. [17] Aynı âyet, "Cehennem, orayı hak eden insana kendini gösteren bir tablo, bir aynadır" şeklinde de anlaşı­labilir.

Müfessirler, 30. âyetteki "on dokuz" sayısını "cehennemde görevlendirilmiş olan on dokuz melek; meleklerden on dokuz grup; on dokuz saf; her birinin em­rinde bir grup melek bulunan on dokuz yönetici melek" şekillerinde yorumlamış­lardır. [18] Nitekim Tah-rîm sûresinin 6. âyetinde de cehennemin başında iri cüsseli, sert tabiatlı ve Al­lah'ın emirlerini hemen uygulayan meleklerin bulunduğu bildirilmiştir (Râzî, dö­nemindeki felsefî gelenekten yararlanarak buradaki on dokuz rakamını, insanın beden ve zihin güçleri olarak yorumlamıştır. [19]

 

31. Bir önceki âyet indiğinde müşrikler, alay yollu sözlerle kendilerinin ka­labalık bir topluluk olduğunu, dolayısıyla on dokuz bekçinin güç yetirip onlan ce­henneme atamayacağım söylemişlerdi. Ardından gelen bu âyetle cehennem işleri­ne bakmakla meleklerin görevlendirildiği bildirilerek onların meleklere güç yetir­melerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmiştir. Aslında inkarcıların hepsi bir araya gelse bir meleğe bile güçleri yetmez. Âyette on dokuz sayısının verilmesi sa­dece bir imtihan vesilesi olarak gösterilmiştir. "Kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensinler" şeklinde çevirdiğimiz cümle bazı Ehl-i kitap mensuplarının, bu âyetlerde verilen bilgileri Tevrat ve İncil'in ruhuna uygun bulduklarını gösterir. Çünkü müşriklerin aksine, müslümanlar gibi yahudiler ve hıristiyanlar da âhirete iman ederler.

"Kalplerinde hastalık bulunanların kimler olduğuna dair iki farklı görüş var­dır:

a) Bunlar münafıklardır; her ne kadar Mekke döneminde münafık yok idiyse de âyet İleride böyle bir grubun ortaya çıkacağını haber vermiştir. Nitekim Medi­ne döneminde önemli bir münafıklar grubu vardı,

b) "Kalplerinde hastalık bulu­nanlar" Hz. Peygamber'e iman edip etmeme hususunda tereddütte kalan müşrik­lerdir. [20] Müşriklerin "Allah bu misalle ne de­mek istemiş olabilir?" anlamındaki sorusunda geçen "misaTden maksat, cehenne­min on dokuz görevlisiyle ilgili 30. âyetteki anlatımdır. Âyetteki "mesel" kelime­si, "haber, söz, bilgi" şeklinde de yorumlanmıştır. Müşrikler bu soruyla cehenne­min on dokuz bekçisinin bulunduğunu söyleyen sözün vahiy olduğuna, yani Al- lah'm böyle bir söz söyleyeceğine inanmadıklarım anlatmak istemişlerdir. [21]  Zira onlar Kur'an'a inanmadıkları için Kur'an'ın verdiği bilgi­yi doğru sayarak bu bilgiye dayalı samimi soru sormaları da mümkün değildir.

Allah Teâlâ kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara doğru yolu gös­termiştir. O'nun irşat ve yardımlarından yararlananlar doğru yolu bularak kurtulu­şa ererler; kendi iradeleriyle Allah'ın emrine karşı geldikleri ve nefislerine uyduk­ları için Allah 'in irşat ve yardımından faydalanamayanlar da sapkınlıklarına de­vam ederek bedbaht olurlar, İşte böylece Allah dilediğini sapkınlıkta biralar, dile­diğine de doğru yolu gösterir. [22]

"Rabbin ordularından maksat genel anlamda Allah'ın iradesine teslim olup buyruklarım icra eden görünür ve görünmez varlıklar; özel olarak bu bağlamda ce­hennemdeki hizmetleri yerine getiren görevlilerdir. Âyette cehennemin bekçileri­nin sayısı konusunda Hz. Peygamber'le alay edenlere cevap verilmekte, gayb âle­minden olan meleklerin sayılarını, güçlerini ve diğer özelliklerini Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilmektedir. "Rabbinin orduları" tanılaması aynı za­manda Hz. Peygamber'in şanının yüceliğine, bu ordulardan bir kısmının onun za­feri için yardımcı olacaklarına işaret eder. Âyetin son cümlesi, cehennem bekçile­ri, onların sayıları ve diğer anlatılanların tümünün insanlara Allah'ın gücünü ha­tırlatmak ve O'na itaat etmelerini sağlamak için bir öğüt ve nasihat olduğunu ifa­de etmektedir. [23]

 

Meali

 

32. Hayır hayır (öğüt almazlar). Aya andolsun! 33. Dönüp gitmekte olan geceye; 34. Ağarmakta olan sabaha andolsun ki, 35-37.0 (cehennem), insan­lar için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için uyana bü­yük cezalardan biridir. 38. Her nefis, yaptıklarına karşılık bir rehindir; 39. Ancak haklan ve erdemin tarafında olanlar başka. 40-41. Onlar cennet­lerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar. 42. "Sizi şu ya­kıcı ateşe sokan nedir?" diye uzaktan sorarlar. 43. Onlar şöyle cevap verir­ler: "Biz namaz kılanlardan değildik; 44. Yoksulu doyurmuyorduk; 45. (Gü­naha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk, 46. Ceza gününü de asılsız sayı­yorduk, 47. Sonunda bize ölüm geldi çattı." 48. Artık şefaatçilerin şefaati on­lara fayda vermez. 49-51. Böyle iken onlara ne oluyor ki âdeta arslandan ür­küp kaçan yaban eşekleri gibi Öğütten yüz çevirip kaçıyorlar! 52. Öğüt almak bir yana onlardan her biri, kendisine, açılmış sahifeler (İlâhî vahiy) verilmesi­ni istiyor. 53. Hayır! Ashnda onlar âhiretten korkmuyorlar. 54. Asla! Ama bilsinler ki bu, gerçekten bir öğüttür, uyandır! 55. Dileyen ondan öğüt alır. 56. Ve Allah (uyguladığı kurallar gereğince) dilemeksirin onlar öğüt alamazlar. Sakınıimaya lâyık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur. [24]

 

Tefsiri

 

32-37. Yüce Allah gece karanlığında dünyayı aydınlatan Ay, aydınlanmak üzere olan gece, aydınlanıp ışığı her tarafa yayılmış olan sabah üzerine yemin ede­rek bir yandan bu tabiî-ilâhî âyetlere, kanıtlara bir yandan da 36. âyetteki uyarıcı­nın önemine dikkat çekerek inkarcıları İkaz etmiştir. 36. âyette insanlık için uya­rıcı olduğu bildirilen şeyin "cehennem, Kur'an, Peygamber" olduğu yönünde fark­lı görüşler vardır. [25] "İleri gitmek ya da geri kalmak isteyen kim­seler" diye çevirdiğimiz cümle ise "İman edip iyi işler yaparak Allah'a yaklaşmak İsteyen veya imandan ve iyi amelden geri kalıp uyanlara kulak vermeyen kimse­ler" olarak yorumlanmıştır. Nitekim Kehf sûresinin 29. âyetinde de "Dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin" buyurulmuştur. [26]

 

38-48. Bu kümedeki âyetlerde iman veya inkâr konusunda yapılan tercihin sonuçlan anlatılmakta, kişinin tercihine göre cennetteki nimetlere kavuşacağı ve­ya cehennemdeki azaba sürükleneceği bildirilmektedir. 38. âyetle her nefsin yap­tıklarına karşılık rehin olarak gösterilmesi, sorumluluğun ferdî olduğunu, her İn-sanın dünyadaki iman ve itaatine göre hesap gününde ödül veya ceza alacağım, ge­leceğinin buna bağlı olduğunu ifade eder. Kısacası insana ebedî kurtuluşu sağla­yacak olan da onu ebedî felâkete götürecek olan da benimsediği inancın doğrulu- ğu veya yanlışlığı, amellerinin ilâhî iradeye uygun veya aykırı oluşudur. İnancı bâ­tıl, ameli bozuk olanı en yakınları bile kurtaramaz; nitekim Hz. Nûh öz oğlunu, Hz. İbrahim öz babasını kurtaramamıştır. [27] "Hakkın ve erdemin tarafında olanlar" diye çevirdiğimiz "ashâbu'l-yemîn" tamlamasmdaki "ashâb" "topluluk, arkadaşlar, taraftarlar", "yemîn" ise hem "sağ taraf' hem de mecazî olarak "doğru, gerçek, güç" anlamlarında kullanılır. Bu de­yimi kısaca "sağcılar" şeklinde çevirenler bulunmakla birlikte "sağcılar" kelimesi günümüzde daha çok siyasal veya ideolojik anlamlar içeren bir terim olarak kul­lanıldığından bu çeviriyi Kur'an'ın kasdettiği anlam ve amaca uygun bulmuyoruz. Zira "ashibu'l-yemîn" Kur'an'da genellikle iman ve amelleriyle gerçeğin ve erde­min tarafında olanları ifade eder. Müfessirler bu deyimi, "âhirette amel defterleri sağ taraflarından verilenler, müminler, müslümanların çocukları, melekler, Hz. Âdem'in sağ tarafında bulunanlar, dünyada hayırlı işler yapanlar, dürüst, erdemli ve kutsanmış kimseler" gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. [28] Bize göre burada söz konusu olanlar, Al­lah'ın iradesine uygun bir inanç ve amel çizgisi benimseyip hayat boyunca bu çiz­gide sebat eden müminlerdir. Nitekim 43-47. ayetlerde sıralanan günahkârların özellikleri, bir bakıma "ashâbül-yemîn" deyimiyle ne kastedildiğine de işaret et­mektedir. Buna göre "ashâbül-yemîn" hayatlarının sonuna kadar namazlarım kı­lar, yoksulu doyurur, bâtıla dalanlardan uzak durur, ceza gününe İnanırlar. Bura­daki namaz Allah'a iman ve İtaati, yoksulu doyurma yaratılmışlara şefkat ve mer­hameti, imkânları olmayanlarla paylaşmayı; bâtıla dalanlardan uzak olma, daima hakka İnanma hak ölçülerine göre yaşama, hakkı ve haklıyı destekleme, haksızın karşısında olmayı; ceza gününe inanma ise hayatının bütün anlarında, her türlü ka­rar, tercih ve eylemlerini Allah'ın huzurunda sorguya çekilip bunların tek tek he­sabını vereceğini bilerek yaşamayı ifade eder.

"Şefaatçilerin şefaati inkarcılara fayda vermez" mealindeki cümle şefaatin varlığını göstermekte ve kıyamet gününde başkalarına şefaat edilebileceğini ima etmektedir. [29]

 

49-53. Burada yapılan benzetme, İnkarcıların Peygamber ve onun mesajı kar­şısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya koyacaktır.

Tefsirlerde anlatıldığına göre Ebû Cehil ve yandaşlarından bir grup Hz. Pey-gamber'e hitaben "Allah'tan, her birimizin adına yazılmış olup sana tâbi olmamı­zı emreden bir kitap, bir belge getirmedikçe sana iman etmeyiz" demişlerdi. 52. âyet onların bu isteklerini dile getirmektedir. [30]53. âyete göre onlann bu olumsuz tavırlarının asıl sebebi âhirete inanmamalandır. Çünkü âhirette herkes dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorgu­ya çekilecektir. Şu halde bu inanç, hayatı bütünüyle sorumluluk bilinci İçinde ge­çinmeyi gerektirir; İnkarcılar ise günah kaygısı taşımadan, sorgu sual düşünmeden nefislerinin istediği şekilde yaşamaktan vazgeçmiyorlardı. İşte âyet onlann İslâm ve Peygamber karşısındaki inkâr ve inatlarının temelinde böyle bir sorumsuzluk psikolojisinin bulunduğunu göstermektedir. [31]

 

54-56. Öğüt ve uyan olduğu belirtilen şey Kur'an âyetleridir. 55. âyette sa­mimiyet ve İyi niyetle öğüt almak, gerçeği bulmak isteyenlerin, aradıklarını Kur'an'da bulacaklan bildirilmiştir. Kuşkusuz her şey Allah'ın dilemesine, izin ve imkân vermesine bağlıdır. Âyetler uyarıcı olarak Kur'an'ın gönderildiğini ifade ettiği gibi başka kitap gönderilmeyeceğine, dünya ve âhiret mutluluğu için Kur'an'ın yeterli olduğuna da işaret etmektedir. [32]



[1] bk. İbn Âşûr, XXIX, 292

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/417.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/417.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/417.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/418-419.

[5] Buhârî, "Tefsir", 74/1-5

[6] Razî, XXX, 190; Şevkânî, V, 373; İbn Âşûr, XXIX, 294

[7] Zemahşerî, IV, 180-181

[8] bk. Şevkâ­nî, V, 374

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/419.

[10] bk. V, 374-375

[11] İbn Âşûr, XXIX, 298

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/420.

[13] Taberî, XXIX, 96; Şevkânt, V, 376

[14] bk. Şevkânî, V, 376

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/420.

[16] bk. Şevkânî, V, 377

[17] Zemahşerî, IV, 183

[18] Zemahşerî, IV, 184; Şevkânî, V, 378; İbn Âşûr, XXIX, 298

[19] XXX, 203

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/420-421.

[20] Râzî, XXX, 207; Şevkânî, V, 380

[21] İbn Âşûr, XXIX, 317

[22] bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/26

[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/421422.

[24] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423.

[25] Şevkânî, V, 382

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423.

[27] bk. Hûd 11/45-46; Tevbe 9/114

[28] Râzî, XXX, 210; İbn Âşûr, XXIX, 325; Esed, III, 1208

[29] şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48,255

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423-424.

[30] Zemahşerî, W, 188; İbn Âşûr, XXIX, 331

[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/424-425.

[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/425.