Mekke'de inmiştir. 56
ayettir.
Müddessir sûresi Mekke'de inmiştir. Bu da bundan önce geçen Müz-zemmil sûresi gibi, Yüce
Peygamberin (s.a.v.) şahsiyetinin bazı yönlerini anlatır. Onun içindir ki buna Müddessir sûresi denilmiştir.
Bu mübarek sûre,
Peygamber (s.a.v)'e davet yükünü omuzlamasını, tebliğ görevini cehd ve gayretle yerine getirmesini, kâfirleri uyarma ve
Allah onunla düşmanları arasında hükmedinceye kadar sabretmesini emrederek
başlar: "Ey bürünüp sarınan! Kalk ve uyar. Sadece Rabbini büyük tanı.
Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terket. Yaptığın
iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbin için sabret."
Sonra bu sûre o
suçluları uyarır ve onları şiddetli, zor bir günle tehdit eder. Bu öyle bir
gündür ki, o gün onlar için rahat yoktur. Çünkü o günde korkunç ve şiddetli
şeyler vardır: "O sûr'a üfürüldüğü zaman var ya,
o gün zorlu bir gündür. Kâfirler için kolay değildir."
İnsanı titretip
dehşete düşüren bu açıklamadan sonra sûre, o bedbaht kâfir Velîd
b. Muğîre'den bahseder. Velîd
Kur'an'ı dinlemiş ve Allah kelâmı olduğunu
anlamıştı. Fakat liderlik yoluna ve başkanlık sevdası uğruna, Kur'an'm, insanın bildiği sihir kabilinden bir şey olduğunu
iddia etti: "Tek olarak yaratıp kendisine geniş servet ve gözü önünde
duran oğullar verdiğim, kendisi için önüne nimetleri serdikçe serdiğim o
kimseyi Bana bırak. Üstelik o (nimetlerini) daha da artırmanın hırsı içindedir.
Asla! Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı, alabildiğine inatçıdır. Ben onu sarp
bir yokuşa sardıracağım. Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti. Canı çıkasıca, nasıl da ölçtü, biçti..... Onu cehenneme
sokacağım."
Daha sonra bu sûre,
Yüce Allah'ın kâfirleri tehdit ettiği cehennemden, onun sert bekçilerinden,
cehennem ehline azap etmekle görevlendirilen zebanilerden, onların sayısından
ve bu saymm özellikle zikredilmesin-deki hikmetten
bahseder: "Sen biliyor musun, sakar nedir? Ne acır, ne bırakır. Deriyi
kavurur. Üzerinde ondokuz vardır. Biz cehennemin
işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Sayılarını, inkarcılar
için sadece bir imtihan yaptık..."
Sûre, cehennemin,
büyük belalardan biri olduğuna dair, aya ve ışığına; sabaha ve aydınlığına
yemin eder: "Hayır! Aya andolsun. Dönüp ,giden
geceye andolsun.
Ağarmakta olan sabaha yemin olsun ki, cehennem, insanlık için, sizden ileri
gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için bir
uyarıcı olarak gerçekten büyük belalardan biridir"
Daha sonra sûre,
kâfirlerin cehenneme girmelerinin sebebi hakkında, mü'minlerle
kâfirler arasında geçen ikili konuşmayı anlatır, "Ancak defteri sağ
tararlarından verilenler başka. Onlar cennetler içindedir. Günahkârların
durumunu birbirlerine sorarlar. Onlara, "Sizi bu yakıcı ateşe sokan
nedir?" derler. Onlar şöyle cevap verir: "Biz namaz kılmıyorduk,
yoksulu doyurmuyorduk. (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk"
Sûre, müşriklerin imandan yüz
çevirme sebebini açıklayarak sona erer: "Hayır! Aslında onlar âhiretten korkmuyorlar. Hayır! Bu, gerçek bir ikazdır.
Dileyen onu düşünüp öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemezse onlar öğüt alamazlar.
Korkulmaya değer olan tek O'dur. Bağışlamak da ancak O'na yaraşır." [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Ey
bürünüp sarınan!
2. Kalk, ve
uyar.
3. Sadece
Rabbini büyük tanı.
4. Elbiseni
tertemiz tut.
5. Kötü
şeyleri terket.
6. Yaptığın
iyiliği çok görerek başa kakma.
7. Rabbin
için sabret.
8. O sûr'a
üfürüldüğü zaman var ya,
9. İşte o
gün zor bir gündür.
10. Kâfirler
için kolay değildir.
11, 12, 13, 14.
Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar
verdiğim, kendisi için (nimetleri önüne) serdikçe serdiğim o kimseyi Bana
bırak.
15. Üstelik
o daha da artırmamı şiddetle istiyor.
16. Asla!
Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır.
17. Ben onu
sarp bir yokuşa sardıracağım.
18. Şüphesiz
ki o, düşündü taşındı, ölçtü, biçti.
19. Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti!
20. Sonra,
canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü
biçtiyse!
21, 22, 23, 24, 25. Sonra baktı, Sonra kaşlarını çattı suratını astı. En sonunda,
kibirlenip yüz çevirdi, "olsa olsa nakledilen
bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir" dedi.
26. Ben onu
cehenneme sokacağım.
27. Sen
biliyor musun cehennem nedir?
28. Hem
bırakmaz, hem vazgeçmez o.
29. İnsanlara
uzaktan görünür.
30. Üzerinde
ondokuz (muhafız melek) vardır.
31. Biz
cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların
sayısını da inkarcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böylelikle,
kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, îman edenlerin îmanı
artsın; hem kendilerine kitap verilenler hem mü'minler
şüpheye düşmesinler, kalble-rinde hastalık bulunanlar
ve kâfirler de "Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?" desinler,
İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola
eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Cehennem insanlık
için ancak bir öğüttür.
32. Hayır,
hayır. Aya andolsun,
33. Dönüp
gitmekte olan geceye andolsun,
34. Ağarmakta
olan sabaha andolsun ki,
35, 36, 37.
O (cehennem), insanlık için, sizden ileri gitmek ya
da geri kalmak isteyen kimseler için bir uyarıcı olarak gerçekten büyük
belalardan biridir.
38. Her
nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;
39. Ancak,
(hesap defteri) sağ yanından verilenler başka:
40, 41, 42.
Onlar cennetler içindedir. Birbirlerine günahkarların durumlarını
sorarlar. Onlara "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" derler.
43. Onlar
şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik
44. Yoksulu
doyurmuyorduk,
45. (Bâtıla)
dalanlarla birlikte dalıyorduk,
46. Ceza
gününü de yalan sayıyorduk,
47. Sonunda
bize ölüm geldi çattı."
48. Artık
şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
49, 50, 51. Böyle
iken bunlara ne oluyor ki, adetâ arslandan ürküp
kaçan yaban eşekleri gibi öğütten yüz çeviriyorlar?
52. Daha
doğrusu onlardan her biri, kendisine, açılmış sahîfeler
verilmesini istiyor.
53. Yok!
Aslında onlar âhiretten korkmuyorlar.
54. Hayır!
Bu, gerçekten bir ikazdır!
55. Dileyen
onu (düşünür) öğüt alır.
56.
Bununla beraber, Allah
dilemeksizin onlar öğüt
alamazlar. Kendisinden sakınılmaya değer olan O-dur. Bağışlamak ta O'na yaraşır.
Müddessir, elbisesine bürünen, "disâr
giydi" demektir. Di-sâr ise, bedenle teması olan elbisenin üstüne giyilen
kıyafettir. "Ensâr, iç elbise; diğer insanlar
ise onun üstüne giyilen elbisedir."[2]
Nâkûr, içine üfürülecek olan Sûr'dur. Arap dilinde yû ses manasınadır.
Sûr'dan, insanların korkudan öleceği korkunç bir ses çıktığı için ona "nâkûr" denilmiştir. Kaşlarını çattı.
Yüzü ekşidi ve rengi
değişti. Leys şöyle der: Bir kimse kaşlarını
çattığında denir.
Kaşlarım çatarken
dişlerini de gösterirse denir.
İşe Önem verip o
konuda derin derin düşünürse denir.
Bu düşünce ile
birlikte kızarsa. denir.[3]
Aydınlandı, açıldı.
Küber; büyük bela, ceza ve musibetler demektir. Şâir şöyle
der:
Ey Muallâ'nın
oğlu! Büyük musibetlerden biri indi. O, zamanın büyük musibeti ve musibetin
şiddetlisidir.[4]
Kasvere, aslan demektir. Ezmek ve üstün gelmek mânâsındaki
kökündendir. Aslan, diğer yırtıcı hayvanlardan kuvvetli ve galip olduğu için,
ona bu ad verilmiştir. Bir görüşe göre, kasvere,
avcılık eden avcı grubudur. Ezherî der ki: Bu
kelime, okçular için kullanılan topluluk ismidir. Kendi cinsinden tekili
yoktur. Lebîd şöyle der:
Biz kulübümüzde bir
kere çağırdığımızda, avcılık eden okçu yiğitler bize
gelir.[5]
Rivayete göre.
"Cehennemde ondokuz Melek görevlidir"
mealindeki âyet inince Ebû Cehil Kureyşlilere
dedi ki: Anneniz sizi kaybetsin (Hay ölesiccler!). Ebû Kebşe'nin oğlu, yani Muhammed
bizi cehennemle tehdit edip korkutuyor ve cehennemin bekçilerinin ondokuz tane olduğunu haber veriyor.
Oysa siz büyük bir
topluluksunuz. Sizden her on kişi, onlardan birini yakalamaktan âciz mi? Bunun
üzerine Ebu'1-Esed el-Cumahî,
"Ben sizin için onlardan onyedisine yeterim. Siz
de benim için onların ikisine yetin" dedi. Bu olay üzerine Yüce Allah:
"Biz cehennem işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirdik. Sayılarını
da, inkarcılar için sadece bir imtihan yaptık" mealindeki âyeti indirdi.[6]
1. Ey,
dinlenmek ve uyumak isteyerek elbisesine bürünen! [7]
2. Yatağından
azimli ve kararlı bir şekilde kalk. İman etmedikleri takdirde insanları,
Allah'ın azabından sakındır. Peygamber (s.a.v.)'e yakınlık göstermek ve yumuşak
davranmak için, "elbisesine bürünen!" diye hitap edildi. Nitekim, bir
önceki sûrede de aynı maksatla "elbisesine bürünen!" diye hitap
edilmişti. Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v.)
Hirâ mağarasında ibadet ediyordu. Cebrail (a.s.) ona,
"Yaratan Rabbinin adıyla oku."[8] ile başlıyan âyetleri indirdi. Bu âyetler, Peygamber'e (s.a.v.)
ilk inen Kur'an âyetleri idi. Rasulullah
(s.a.v) kalbi titreyerek eve döndü ve Hz. Hatice'ye
(r. anhâ): "Beni örtün, beni örtün" dedi.
Bunun üzerin,[9] "ile başlıyan âyetler indi. Sonra bir müddet vahy
kesildi. Rasulullah (s.a.v) buna üzüldü. Daha sonra
bir ara yürürken gökten bir ses işitti. Başını kaldırdı. Bir de ne görsün, Hirâ mağarasında ona gelmiş olan Melek gökle yer arasında
bir kürsüde oturuyor. Onu görünce kendisini korku ve dehşet sardı. Evine
gelerek, "Beni örtün, beni örtün" dedi.[10] Bunun
üzerine Yüce Allah, âyetlerini indirdi. Kurtubî
şöyle der: Bu nidada, Yüce Allah'tan sevgili kuluna yumuşak bir hitap vardır.
Çünkü Yüce Allah Peygamberine "Ey Muhammed!" demeyip o andaki sıfatıyle seslendi ki Rabbinden bir yumuşaklık hissetsin.
Peygamber (s.a.v.)'in Hendek Savaşında Huzeyfe b.
el-Yemân'a "Kalk ey uykucu!" diye hitap
etmesi de bunun benzeridir.[11]
3. Rabbini
yücelt. Sadece O'nu büyük tanı ve noksan sıfatlardan uzak tut. Sadece O'nun
ulu ve büyük olduğunu söyle. Zira Allah'tan daha büyük hiç kimse yoktur. Alûsî şöyle der: Sadece Rabbini tekbir et. Tekbir,
inanarak ve dille söyleyerek. Yüce Allah'ı büyüklük ve ululukla nitelemektir.[12]
Peygamber (s.a.v)'in kâfirlere aldırış etmemesi için onu uyarmak maksadıyla, bu
cümle "korkut" emrinden sonra zikredildi. Çünkü mahlûkâ-tın
perçemleri Allah'ın elindedir. Dolayısıyle Hz. Peygamber (a.s.)'in mahlûkâtdan
birine aldırış elmesi ve Allah'tan başkasından
korkması yakışmaz. Çünkü her büyük, Yüce Allah'ın azameti ve büyüklüğü altında
ezilmiştir. [13]
4. Elbiseni,
pisliklerden ve kirlerden temizle. Çünkü mü1-min
temizdir, paktır. Pis şey taşımak ona yakışmaz. İbn Zeyd şöyle der: Müşrikler temizlenmezlerdi. Onun için Yüce
Allah, Peygamberine temizlenmesini ve elbisesini temizlemesini emretti.[14] İbn Abbâs ta şöyle der: Yüce Allah,
elbiseyi kalpten kinaye olarak zikretti. Yanı, "kalbini günah ve
isyanlardan temizle" buyurdu. İbn Abbâs, Gıylân'm şu sözünü şahit
getirdi:
Allah'a hamdolsun, ben, hiç günahkâr elbisesi giymedim. Hainliğe de
büriinmem.[15]
Araplar, herhangi bir
kimsenin ayıplardan ve kötü sıfatlardan temiz olduğunu anlatmak istediklerinde,
"Filanın elbisesi temizdir" derler. Bir kimse kötü ahlâk taşıyorsa
ona da Filanın elbisesi pistir" derler. Fahreddin
Râzî şöyle der: Bu kinayenin güzel oluşunun sebebi
şudur: Elbise, insandan ayrılmayan bir şey gibidir. Dolayısıyle,
Araplar elbiseyi, insandan kinaye yaptılar ve Şeref, elbisesinin; iffet de
eteğinin içindedir" dediler.[16]
5. Putlara
ibadetten uzak dur, yaklaşma. İbn Zeyd
şöyle der: Rücz, putperestlerin tapmış olduğu ilahlardır.
Yüce Allah Rasulullah (s.a.v)'a, onlardan uzak
durmasını, onlara gelmemesini ve yaklaşmamasını emretti.[17] Fahreddin Râzî de şöyle der: Rücz, recs gibi, kötü pisliğin
adıdır. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Pislikten,
putlardan sakın"[18]
buyurmuştur. Yüce Allah'ın âyeti, bütün güzel ahlâkı kapsayan bir sözdür. Sanki
Peygamber (a.s.)'e şöyle denilmiştir: Kabalıktan, beyinsizlikten ve çirkin olan
her şeyden uzak dur. O müşriklerin ahlâkı ile ahlâklanma.
Burada "uzak dur" emrinden maksat, "uzak durmaya devam et"
demektir. Nitekim müslüman, "Bizi doğru yola
ilet"[19] der. Bu, müslümanım, doğru yolda olmadığı mânâsına gelmez. Aksine
bu, "Bizi doğru yolda sabit kıl" demektir.[20]
6. İnsanlara
yaptığın iyiliği, çok görerek yapma. Çünkü cömert kişi, verdiği çok da olsa onu
az görür.[21] Fakir olmaktan korkmayan
kimse nasıl verirse, sen de öyle ver. İbn Abbâs şöyle der: Daha üstününü bekleyerek iyilik
yapma.[22] Yani, sana daha çoğu
verilsin diye bir şey verme. Karşılık bekleyerek vermenin yasaklanmasındaki
hikmet, bağışın, iffet ve kemâlden dolayı, karşılık beklemeden olmasıdır. Zira
Peygamber (a.s.) en üstün edep ve en yüce ahlâk ile memurdur. [23]
7. Rabbİnin rızası uğruna, kavminin eziyetlerine sabret.
Bundan sonra Yüce Allah, kıyametin korkunç ve şiddetli hallerini haber verdi: [24]
8. Öldükten
sonra dirilme ve haşr için Sûr'a üfürüldü-ğünde... Yüce Allah, işin korkunçluğunu ve şiddetini
açıklamak için, üfürmeyi "nakr", Sûr'u da
"nâkûr" ile ifade etti. Çünkü Arap dilinde nakr, "ses" mânâsına gelir. Ses şiddetlendiğinde korkutucu olur. Yüce
Allah sanki şöyle der: Onların eziyetlerine sabret. Önlerinde, yaptıkları
eziyetin akibetini, görecekleri senin de sabrının karşılığını alacağın korkunç bir gün vardır. Bunun
içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [25]
9. O gün şiddetli
ve korkunç bir gündür. O gün korku artar ve bu iş onlara zor olur. O günün
korkunçluğu ve kötülüğünün şiddetinin aşırı olduğunu bildirmek için, uzağı
gösteren djj* ism-i işareti
kullanılmıştır.[26]
10. O gün
kâfirler için zor bir gündür, kolay değildir. Çünkü onlar zorlu bir hesaba
çekilecekler, yüzleri kararacak, gözleri korkudan gömgök oldukları halde
hasredilecekler ve herkesin önünde rezil olacaklardır. Sâvî
der ki: Bu âyet gösteriyor ki, o gün, mü'minler için
kolaydır. Çünkü Yüce Allah, onun zorluğunun kâfirlere ait olduğu kaydını koydu.
Bu âyette kâfirler için daha fazla tehdit ve gazap; mü'minler
için de müjde ve teselli vardır.[27]
Bundan sonra Yüce
Allah, o bedbaht kâfir Velîd b. Muğîre'nin
kıssasını ve Kur'an hakkındaki âdi sözlerini
anlatmak üzere şöyle buyurdu: [28]
11. Ey
Peygamber! Annesinin karnında tek olarak yarattığım o bedbahtı Bana bırak. O zaman onun ne malı
vardı, ne çocuğu; ne gücü vardı, ne de kuvveti. Sonra Beni inkâr ederek
âyetlerimi yalanladı. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet Velîd
b. Muğîre hakkında inmişti. O, Kureyş'in
ileri "gelenlerindendi. Bunun içindir ki Velid,
"Biricik" ve "Kureyş'in gülü"
diye lakaplanmıştı. Allah ona, dünya nimeti olarak
bol mal ve çocuk verdi. Onu rızka boğdu. Malı, fışkıran nehir gibi oldu. Velîd'in Tâifte bir bahçesi vardı
ki, yaz-kış meyvesi hiç kesilmezdi. Buna rağmen o, Allah'ın nimetine karşı
nankörlük etti ve inkârla karşılık verdi. O nimetlere Allah'ın, âyetlerini
İnkâr ve iftira ile mukabele etti. İşte onun hakkında âyeti indi. Bu, tehdit
çok tesirli bir üsluptur. Nitekim Kalem sûresinde geçen, "Alabildiğine
yemin eden, aşağılık... kimseye itaat etme... Biz yakında onun burnuna damga
vuracağız'[29] mealindeki âyetler de
onun hakkında inmişti.[30] Velîd, Rasulullah (s.a.v.)'a
eziyet edip tuzak kuran kişi idi. Çünkü Kureyş'in
ileri gelenleri Rasulullah (s.a.v.)'ı susturaraayıp onu susturacak ve davetinin nurunu söndürecek
çareleri bulmakta zorluk çekince Velîd'e baş
vurdular. O da, Peygambere "sihirbaz" lakabını takmalarını ve
kölelerine ve çocuklarına Mekke'de ona bu şekilde seslenmelerini emretmelerini
tavsiye etti. Onlar da, "Muhammed sihirbazdır" demeye başladılar. Rasulullah (s.a.v) buna çok üzüldü. Bunun üzerine, Velîd'i korkutma ve tehdit ihtiva eden âyetler indi ki bu,
onun kibrini kırmada daha tesirli olsun.
Bundan sonra yüce
Allah şöyle buyurdu: [31]
12. Deve,
at, koyun ve güzel güzel bağlardan ona bolca mal
verdim. Beyzâvî şöyle der: kelimesinden maksat,
"çok ve bol" demektir. Velîd ziraatçılık,
hayvancılık ve ticaretle uğraşırdı.[32] İbn Abbâs şöyle der: Velîd'in malı Mekke'den Taife kadar uzanırdı. Mukâtil de şöyle der: Yaz kış ürünü kesilmeyen bir bağı
vardı.[33]
13. Ona,
kendisiyle birlikte beldesinde yaşayan oğullar verdik. Oğullan toplantı
yerlerinde ve meclislerde onunla birlikte bulunurlardı. Onlarla yalnızlığını
giderir ve onlardan ayrılıp ta hasret çekmezdi. Tefsirciler şöyle der: Velîd'in on oğlu vardı. Ne seferde ne hazarda ondan
ayrılmazlardı. Onlarla yalnızlığını giderir ve sayelerinde güçlü ve kuvvetli
olurdu. Onlardan üçü yani Hâlid, Hişâm
ve Velîd müslüman oldular.[34]
Yüce Allah nimet
alâmetlerinden olan mal ve çocukları zikrettikten sonra tekrar dönerek, ona
lütfettiği dünya nimetlerini genel olarak zikretti: [35]
14. Onun
önüne dünyayı serdim. Hayatın yükümlülüklerini ona koîaylaştırdım.
Onu makam, izzet ve liderliğe mazhar kıldım. Böylece Kureyş içerisinde güçlü, kuvvetli ve kendisine itaat edilen
bir lider oldu. [36]
15. Bütün bu
bol nimetten sonra, kâfir olduğu halde, malını ve çocuklarını artırmamı
istiyor. Fahreddin Râzî
şöyle der: Buradaki lafzı, inkâr ve hayret içindir. Nitekim arkadaşına şöyle
dersin: Seni evimde misafir ettim. Sana yemek verdim. İkramda bulundum. Sonra
da sen bana sövüyorsun"[37] Yani
bütün bu ikram ve ihsana rağmen nankörlük ve inkâr etti. Velîd,
bu ihsandan dolayı Rabbine şükredeceği ve bu ihsana karşılık iman ve itaat
edeceği yerde, bunun tam tersini yaptı ve buna nankörlük ve inkâr ile karşılık
verdi. [38]
16. edatı
men ve vazgeçirme ifade eder. Yani, o günahkâr kâfir, bu bozuk arzusundan
vazgeçsin. Bundan sonra Yüce Allah bunun sebebini şöyle açıkladı. Çünkü o,
hakka karşı inatçı; Allah'ın âyetlerini inkâr edici ve Peygamberini yal ani
ayıcıdır. Hal böyle olunca, o inatçı bedbaht nasıl daha fazlasını ister?! [39]
17. Onu, güç
yetirilemeyen zor bir azaba mecbur edip süreceğim. Dağa doğru çıkan kisenin kuvveti zayıf düştüğü gibi, bu azaptan dolayı da
onun gücü zayıflayacaktır. Kurtubî şöyle'der: üzerinde yükselmek güç olan düz kaya demektir.
Bunun üzerine doğru yükselen şahıs, en üstüne çıktığı zaman cehenneme
yuvarlanır. Duracağı yere varıncaya kadar bin sene aşağı iner.[40] Hadiste
şöyle buyrulmuştur: Saûd,
ateşten bir dağdır. Kâfir ona yetmiş sene tırmanır. Sonra da yetmiş sene aşağı
yuvarlanır. Bu ebedî olarak devam eder.[41]
18. Şüphesiz
o, Peygamberin ve Kur1 an'in durumunu düşündü. Keskin
zekasını işletti ve fikir yürüttü. Sonra kendi kendine sözler hazırladı. Kur'an hakkında ne söyleyecekti? Onu nasıl tenkit edecekti?
Yüce Allah ona beddua
ederek şöyle buyurdu: [42]
19. Allah
onun canını alsın ve kendi kendine hazırladığı o ahmakça sözden dolayı onu
rezil etsin. Çünkü O, Kur'an için, "o bir sihirdir";
Peygamber (s.a.v.) hakkında da "O bir sihirbazdır" dedi. Bu âyette Velîd ile bir nevi alay vardır. Zira o, takdir edilmesi
doğru olmayan şeyi takdir etti. Akıllı kimsenin söylemesi doğru olmayan şeyi
söyledi. Ebû Hayyân şöyle der: Araplar bir işi büyük görüp hayret
ettiklerinde "ai!1 Allah onun canını alsın"
derler. Onların bundan maksadı şudur: O şey, kendisine haset edilecek ve haset
edenlerin, onun yok olması için beddua edeceği bir seviyeye ulaşmıştır,
Âyetindeki soru, "takdiri ne acayip ne gariptir" manasına gelir. Bu,
Arapların şu sözüne benzer: Bu ne adamdır! Yani, ne büyük adamdır![43]
20. Onu daha
fazla yermek, durumunun çirkinliğini belirtmek ve onunla son derece alay etmek
için Yüce Allah bu ibareyi tekrarladı. Yüce Allah sanki şöyle buyurdu: Allah
canını alsın! Ne parlak düşüncesi var! Sağlam görüşü ne de güzel![44]
Çünkü O, Kur'an hakkında, "O, söylenegelen bir
sihirdir" dedi. Tefsirciler şöyle der: Peygamber (s.a.s.) namaz kılıp Kur'an okurken Velîd ona uğradı.
Okuduğu Kur'an'ı dinledi ve ondan etkilendi. Sonra
yürüyerek kavminin yani Mahzumoğullarının meclisine
geldi. Dedi ki: "Vallahi az önce Muhammed'den öyle bir söz dinledim ki, o,
ne bir insan sözüdür, ne de bir cin sözüdür. Vallahi onda bir tatlılık var.
Onda bir güzellik var. Gerçekten onun üstü meyve verici, altı bereketlidir. O
mutlaka üstün olur, ona üstün gelinemez" Daha Sonra Velîd
dönüp evine gitti. Bunun üzerine Kureyş: "Vallahi
Velîd dinden çıktı. Bütün Ku-reyşliler de mutlaka dinlerinden çıkacak, dedi. Ebû Cehil : "Onu bana bırakın" dedi ve üzgün bir
halde gidip Velîd'in yanına oturdu. Velîd: "Ey kardeşimin oğlu! Seni niçin üzgün
görüyorum?" diye sordu.Ebû Cehil: "Nasıl
üzülmem. İşte Kureyş, senin için mal topluyor ki
yaşlılığında sana yardım etsinler. Ve iddia ediyorlar ki, sen onun yemek
artığını alman ve malına nail olman için Muhammed'in sözünü beğenip dininden
dönmüşsün!! "Bunu duyan Velîd kızarak: "Kureyş bilmiyor mu ki, benim malım ve oğlum, onların
hepsinden çoktur. Muhammed ve Ashabı karınlarını doyurmuş mu ki, fazla
yemekleri olsun" dedi. Daha sonra Ebû Cehil ile
birlikte kalkıp kavminin meclisine geldi ve onlarla arasında şöyle bir konuşma
geçti.
Velîd: "Muhammed'in deli olduğunu iddia ediyorsunuz.
Delilik ettiğini gördünüz mü?"
Kavmi: Hayır.
- Kâhin olduğunu iddia ediyorsunuz. Kâhinlik
ettiğini hiç gördünüz mü?
- Hayır.
- Şâir olduğunu iddia ediyorsunuz. Şiir
söylediğini hiç gördünüz mü?
- Hayır.
- Yalancı olduğunu iddia ediyorsunuz. Yalan
söylediğini hiç yakaladınız mı?
- Hayır.
Bunun üzerine Kureyşliler Velîd'e: "O
nedir?" diye sordular. Velîd
kendi kendine düşündü
ve sonra: "O, sihirbazdan başka bir şey değildir. Onu görmüyor musunuz ki,
kişiyi ailesinden ve çocuklarından ayırıyor. Bu söylediği,
nakledilegelen sihirden başka bir şey değildir."
dedi. İşte diye başlayan âyetlerde anlatılan budur.[45]
Bırakalım Velid düşünsün ve takdir etsin. Biz,
bundan sonra olanlara dönelim. [46]
21. Kur'an'ın durumunu düşünerek tekrar fikir yürüttü. [47]
22. Sonra,
söylediklerinden sıkılarak yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı Yapacağı bir iş
hususunda düşünen ve önem veren kimse gibi iyice yüzünü ekşitti ve kaşlarını
çattı. İbn Cüzeyy şöyle
der: Büsûr, yüzü ekşitmektir. Bu, ubus'tan
daha fazla yüz ekşitme mânâsı ifade eder.[48]
23. Sonra
imandan yüz çevirdi. Kibirlenip hak ve hidayete uymadı. [49]
24. Dedi ki:
Muhammed'in söylediği, sihirbazlardan nakledip rivayet ettiği bir sihirden
başka bir şey değildir. [50]
25. O, Allah
kelamı değildir. O, insan sözünden başkası değildir. Muhammed onunla kalpleri
aldatıyor. Sihir nasıl büyülenen kimseyi etkilerse, o da kalpleri etkiliyor. Alûsî şöyle der: Bu, birinci cümlenin te'kidi
gibidir. Çünkü her ikisinden de maksat, onun Kur'an
veya Allah kelâmı olmadığını söylemektir. Bunun içindir ki, ilk cümleye atıf
edatı ile atfedilmedi. Velîd'in davranışlarını ve bu
âdi sözü çıkarmasının anlatılmasında onunla alay ve onun haktan uzak olduğuna
bir işaret vardır. Velîd'in davranışlarının
araştırılmasından anlaşılıyor ki o, bu sözleri, meselenin gerçeğini bilmediği
için değil, inat olsun diye ve Câhiliyye gururu ile
söylemiştir.[51] Kur'an'ı
övdüğünü ve Arapların Peygambere nisbet ettiği
şairlik, kâhinlik ve deliliğin hepsini reddettiğini görmüyor musun?! [52]
26. Onu,
ateşinde yanacağı ve azabını tadacağı cehennemesokacağım. [53]
27. Bu soru
korkutma ve tehdit ifade eder. Yani, Sakarin ne olduğunu sana bildiren nedir? [54]
28. O,
içindeki hiçbir şeye acımaz, yok eder. Kâfirlerder
hiçbirini bırakmaz, mutlaka yakar. İbn Abbâs şöyle der: Kan, kemik ve etten hiçbirini bırakmaz.
Yeniden yaratıldıklarında, öncekinden daha şiddeti bir şekilde tekrar
yakılırlar. Ebediyyen bu böyle devam eder.[55]
49. O
müşriklere ne oluyor da Kur'an'dan, âyetlerinden ve
onun içinde bulunan le'sirli, nasihat ve
irşatlarından yüz çeviriyorlar!? [56]
50. Sanki o kâfirler, ürküp kaçan vahşi
eşeklerdir. [57]
51. Şiddetli
korkudan dolayı aslandan kaçan eşekler gibidirler. Ebû
Hayyân şöyle der: Yüce Allah onları yermek ve
ayıplamak mak-sadiyle, kaçan
eşeklere benzetti.[58] İbn Abbâs da şöyle der: Vahşi
eşekler aslanı gördüklerinde kaçarlar. İşte bunun gibi, o müşrikler de Muhammed
(a.s.)'i gördüklerinde, eşeğin aslandan
kaçtığı gibi ondan kaçarlar. İbn Abbâs daha sonra, "Kasvera, aslan mânâsına gelir" demiştir.[59]
52. Bilakis,
o kâfirlerden herbiri, Muhammed (a.s.)'e indirildiği
gibi, Allah'tan kendisine bir kitap inmesini ister. Rasullere
ve nebilere geldiği gibi, kendisine vahy gelmesini
bekler. Âyetten maksat, onların aşırı derecede sapıklığa daldığını
açıklamaktır. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: Onların yüz çevirmelerini,
ahmaklıklarını, İyilik ve mutluluklarına vesile olan
şeylerden, vahşi hayvanların kaçtığı gibi kaçmalarını
anlatmamı bırak da daha garip ve enteresan olanı dinle. O da, müşriklerden her
birinin, kendisine vahiy gelen bir peygamber olmayı istemeleridir. O
bedbahtların peygamber mertebelerine ulaşmaları ne uzak!
Daha sonra Yüce Allah
şöyle buyurdu: [60]
53. Hayır,
onlar bu nevi isteklerden vaz geçsinler. Bilakis
gerçek şu ki, onlar, öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı tasdik etmeyen; nimete
ve azaba inanmayan bir kavimdir. İşte onları bozan ve Kur'an'ın
öğütlerinden yüz çevirmelerine sebep olan budur. [61]
54. Yüce
Allah sözü ile onları tekrar sakındırdı. Sonra da, "Bu Kur'an,
tesirli bir öğüttür. Mutlu olmalarını istedikleri takdirde, öğüt almaları için
yeterlidir." [62]
55. Kim
dilerse, ondakilerden öğüt alır ve hidayetinden yararlanır. [63]
56. Allah
onların hidâyete ermelerini dilemedikçe ondan öğüt alamazlar. O dilerse öğüt ve
nasihat alırlar. Bu âyette Peygamber (a.s.) teselli edilmekte ve mübarek kalbi,
onu rahatsız eden, kafirlerin yüz çevirmeleri ve yalanlamalarından rahata
kavuşturulmaktadır. O Yüce Allah, azabının şiddetinden sakınılmaya layıktır.
Keremi ve rahmetinin genişliğinden dolayı günahları bağışlamak O'na yaraşır. Alûsî şöyle der: Azabından sakınılmaya ve itaat edilmeye
lâyıktır. Kendisine inanan ve itaat eden
kimseleri bağışlamaya da lâyıktır.[64]
Enes'ten (r.a.) rivayet edilen bir hadise göre, Rasulullah
(s.a.v) âyetini okudu ve şöyle dedi: "Rabbiniz buyurdu ki; Ben, kendisinden
sakınılmaya layığım. Kim Benden sakınırsa, Ben'imle beraber başka ilâh
edinmesin. Ben onu bağışlamaya da layığım."[65]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. kolay
kelimeleri arasında tıbâk vardır. Aynı zamanda bu
iki lafız arasında cinâs-ı iştikak da vardır.
2. "Dönüp
gitmekte olan geceye andolsun" ile "
Ağarmakta olan sabaha andolsun" âyetleri
arasında mukabele vardır.
3. "Canı
çıkasıca, nasıl ölçtü biçti. Sonra canı çıkasıca, nasıl ölçtü biçti!" âyetlerinde cümle
tekrarlanarak itnâb yapılmıştır. Maksat, daha fazla
kınama ve yermedir.
4. Üflendi
ile sûr kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak vardır.
5.
"Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Kötü şeyleri bırak"
âyetlerinde hasr ifade etmek için
Öne alınmıştır.
6. Dalâlete
düşürür ile hidâyete erdirir ve öne
geçer ile geri kalır arasında tıbâk vardır.
7. Onlara ne
oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?!" âyetinde, soru yoluyla kınama ve
azarlama üslûbu kullanılmıştır.
8. Âdeta
onlar, aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibidirler" âyetinde teşbîh-i
temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh
bir kaç şeyden alınmıştır.
9. "Günahkârlar
hakkında birbirlerine sorarlar. Sizi cehenneme sokan nedir?" âyetinde cümlelerin bir kısmı hazfedilerek
îcâz yapılmıştır. "Onlara, cehenneme sizi sokan nedir? diyerek"
takdirindedir. Muhatapların .anlayışına güvenilerek hazf edilmiştir.
10. "Cehennemin
ne olduğunu, sana ne bildirdi?" sorusu, işin korkunçluğunu ve büyüklüğünü
ifade etmek içindir.
11. "Biz
kıyamet gününü yalanlıyorduk" âyeti, umumdan sonra husûsî olarak
zikredilmiştir. "Kıyameti yalanlama", "bâtıla dalanlarla
birlikte batıla dalma" işinin içinde olmasına rağmen, Yüce
Allah bu günahın büyüklüğünü açıklamak
için özel olarak ayrıca zikretti.
12. gibi
âyet sonlarında seci' murassa' vardır. Aynı şekilde ve benzeri âyet sonlarında seci1 murassa
vardır.
Allah'ın yardımı ile "Müddessir Sûresi"nin tefsiri bitti. [66]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/113-114.
[2] Ruhârî, Megâzî,
56; Müslim, Zekât, 139
[3] Tefsîr-i kebir, 30/201
[4] Kurtubî. 19/83
[5] Bahr, 8/369
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/118.
[6] Tefsîr-i kebîr; 30/203; Hâzin, 4/177
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/119.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/119.
[8] Alak sûresi, 96/1
[9] Müzzemmil sûresi, 73/1
[10] Bu rivayeti Taberî, Câbir b. Abdullah'tan yapmıştır. Bkz,
Taberî, 29/90
[11] Kurtubî, 19/60
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/119.
[12] Rûhu'l-meânî,
29/116
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/120.
[14] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/568
[15] Taberî, 29/91. ibn Cerîr birinci görüşü tercih
etmiş ve "en açık olan budur" demiştir.
[16] Tefsîr-i kebîr, 30/192
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/120.
[17] Taberî, 29/93
[18] Hacc sûresi, 22/30
[19] Fatiha sûresi, 1/6
[20] Tcfsîr-i kebîr, 30/193
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/120-121.
[21] Teshil, 4/160
[22] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/568
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[26] Ebussuûd, 5/205
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[27] Sâvî, 4/265
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[29] Kalem sûresi, 68/10-16
[30] Velîd b. Muğîre'nİn
kıssası hakkında yazdıklarımız için, bkz, bu tefsir, Nûn sûresi ilgili âyetleri
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121-122.
[32] Beyzâvî, 2/492
[33] Tefsîr-i kebîr, 30/198
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/122.
[34] Bazı tefsirciler Zemahşerî'ye
uyarak, müslüman olanların Hâlid,
Umâre ve Hişâm olduğunu
söylerler. Doğru olan "Velid"dir. Umâre kâfir olarak ölmüştür. Bkz.
Sihâb Haşiyesi, 8/ 274
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/122-123.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[37] Tefsîr-i kebîr, 30/199'
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[40] Kurtubî, 19/82
[41] Tirmîzî, Tefsîr-i Kur'an, 71; İbn Hanbel, 3/75
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[43] Bahr, 8/374
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/123-124.
[44] Bu, Zemahşerî'nin de dediği
gibi, onun için alay ve eğlence yoluyla söylenmiş bir övgüdür. Yani, onun
söyledikleri son derece âdi ve bozuk şeylerdir.
[45] Kurtubî, 19/73; Hâzin,
4/176; Tefsîr-i kebîr, 30/201, Aynca bkz, İbn-i Hişâm'm
Sîret'i.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/124-125.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[48] Teshîl, 4/161
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[51] Rûhu'l-meânî,
29/124
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[55] Tefsîr-i kebîr, 30/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[58] Bahr, 8/380
[59] Tefsir-i Kebir, 30/212
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[64] Alûsî, 29/135
[65] Tirmizi, Tefsir-i Kur’an, 71
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/130-131.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/131-132.