MÜDDESSİR SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Nakr Ve Nâkûr Kelimeleri 3

Sihir Meselesi 5

Dalâlet Ve Hidayet 6

"Onların Kalplerinde Hastalık Vardır" İfadesi Üzerine. 8

Melekler. 8

"Ehl-İ Kitab" Kavramı 10

Ashâbu'l-Yemin Ve Ashâbu'ş-Şimâl 12

Araplara Göre Şefaat İnancı 12

Allah'ın Dilemesi 14

Kâfirlerin Peygamber'den Mucize İstemeleri Ve Kur'an'ın Verdiği Cevaplar  14


MÜDDESSİR SURESİ

 

Kurandaki Sırası         : 5

Nüzul Sıram                : 74

Ayet Sayısı                  : 56

İndiği Dönem              : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûrede açık ve aşikar olarak davet ve uyarı görevini yerine getirmesi Peygamber'e emredilmiş, izlemesi gerekli metod ortaya konulmuş, kafirler kıyamet günü ile ikaz edil­miş; Peygamber ve Kur'an'a alay, inkar, ardını dönme ve tehdit gibi tavırlarla yaklaşanlar ayıplanmış, insanın yaptığından sorumlu olduğu vurgulanmıştır. Bundan başka ilk kez bu sûrede "melâike" ve "Ehlu'l-Kitâb" lafızları zikredilmiştir. İlk ayetlerinin yalnız başına nazil olması ve bunların nüzulünün erken döneme tesadüf etmesinden Ötürü, Müddessir'in dördüncü süre olarak tertip edilmiş olma ihtimali vardır. Zira bu ayetleri izleyen ayetler, Peygamberin risaletinden epeyce bir zamanın geçmesinden sonra meydana gelmiş ola­bilecek bazı sahne ve tavırları ihtiva etmektedir. Bunun yanında süredeki ayetlerin üslup ve insicamı bunların tek bir defada veya ard arda nazil olduğu; ilk ayetlerin Peygamber'i destekleme farzında İndiği görüşünü doğrulamaktadır. Bu takdirde sûrenin dördüncü sı­raya yerleştirilmesi doğru değildir. [1]

 

Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

1- Ey örtüsüne bürünen[2]

2- Kalk ve uyar.

3- Rabbini tekbir et.

4- Elbiseni temizle.

5- Pislikten [3]kaçın.

6 -Verdigini çok bularak başa kakma[4].

7- Rabbin için sabret.

 

Buradaki ayetlerin lafızlarında vezin ve kafiyeyi muhafaza için takdim ve tehirlerin bulunduğu görülmektedir ki, bunların takdiri şöyledir:

Yaptığını çok görme ve başa kakma, Yaptığın[5] işi karşılığında çok şey bekleyerek yapma. Rabbinin hükmüne sabret.

Rivayetler bu ayetlerin, Peygamber (s)'e Hira mağarasında ilk vahyin gelmesinden kısa bir müddet sonra nazil olduğunu belin inektedir. Peygamber'den naklen, vahyin ke­silmesini anlatan Câbir b. Abdillah el Ensâri hadisinde geçtiğine göre Rasûlullah (s) şöyle buyurmuştur: "Ben yolumda [6]yürüyorken gökyüzünden bir nida işittim ve başımı yukarı kaldırdım. Birden bire (karşımda) Hira mağarasında bana gelen meleğin gök ve yeryüzü arasında bir kürsü/taht üzerinde oturduğunu gördüm. Ondan korkarak irkildim.

Ailemin yanma döndüm ve "beni örtünüz, beni örtünüz" 'Zemmilûnî' (Başka bir rivaye­te göre 'dessirûnî ) dedim. Onlar da beni örttüler. Bilâhare Allah, " eyyuhc'1-müd-dessir"den "Pislikten kaçın" ayetine kadar olan bölümü inzal buyurdu. Bundan sonra vahiyler birbiri ardınca gelmeye devam etti[7]." Sûrenin toplu olarak nazil olan ilk, ikinci, üçüncü veya dördüncü sûre olduğunu belirten rivayetler de varda[8]. Müteakip ayetler, bazı inkarcı kafirlerin söz ve tavırlarına yer verdiğinden ötürü bu ayetlerin ancak Kur'an'dan bazı bölümlerin nüzulünden ve Peygamber (s)'in risalel yolunda belli bir mesafe kaydetmesinden sonra nazil olmuş bulunması gerekir. Bu yüzden ilk ayetlerin erken dönemde indiğini belirten rivayet sebebiyle sûre bu şekilde tertip edilmiştir.

Ayetler, insanların uyarılmaları, davet edilmeleri ve iemiz-pak bir görünüş, hoş-talh bir dil ve tevazu ile ortaya çıkması konularında Peygamber (s)'e yönelik emirleri ihtiva etmiştir. Bu hal Müddesir'in ilk ayetlerinin, Alak'ın ilk ayetlerinin nüzulünden sonra topluca inmiş olduğunu belirten rivayeti destekleyebilir. Bizim esas aldığımı/: Mushaf bu sûrenin MüzzemmiFdcn sonra nazil olduğunu belirtmiş ve nüzul yönünden dördün­cü sıraya yerleştirmiştir. Bu yüzden biz de bu sıralamayı ihlal etmedik. Gerçi önceki ayetlerin içeriği ve nazmı ile müteakip ayetlerin içeriği ve nazmı sûreyi oluşturan ayet­lerin birbirinden kopuk olmadığını göstermektedir. Bu takdirde önceki ve sonraki ayet­ler, içerisinde davetin ilke ve hedeflerini belirten bazı Kuran bölümlerinin inişinden sonra, Peygamber (s)'i destekleme amacıyla birlikle veya peşpeşe nazil olmuş olmakta­dır. Bu duruma göre ise; sûrenin dördüncü sûre olarak sıralanışı doğru gözükmemekte­dir.

Her halükârda ayetlerin üslup ve içeriği, (sûrede) İslâm'a davette Allah'ın Peygam­ber (s)'e gösterdiği metod, insanlarla ilişkiye geçme ve onları çağırma, kuvvetli deliller­le ikaz etme gibi hususların Allah'ın bildirdiği bu metod, eşsiz ve yüce bir özelliğe sa­hiptir. Allah bütün her şeyden, kendi dışındaki bütün değersiz ve küçük şeylerden yüce­dir. O'ndan başka unsurları Rabb edinerek yüceltmek yakışıksız bir iştir. Sadece O'nu tazim etmek gerekir. Görevde sabır ve sebal etmek, onu başarmayı sağlayan iki faktör-1 dür. Allah'a ve güzel ahlâka davet eden kimsenin, başa kakma, bir bedel ve karşılık bekleme gibi olumsuz vasıllar olmaksızın, kendilerini Allah'a adamaya, güzel ahlâka ve hayır işlemeye çağırdığı kimseler için çok iyi bir örnek ve temiz, her tür fuhşiyât, günah ve çirkinliklerden, hoş olmayan görüntüden uzak olması gerekmektedir.

Peygamber'in hayalını (es-Sîre en-Ncbeviyyc) ve O'nun (hayatına dair) en doğru tabloları ihtiva eden Kur'an ayetlerini inceleyen kimse Peygamber (s)'in bu metodu la-kip ettiğini görecektir. Bu metod; O'nun çağrısında başarılı olması, ilk iman eden arka­daşlarının kendisini destekleme ve çevresinde toplanmada son derece samimi olmaları, iman etmeyenlerin kendisine saygı duymaları ve O'nu takdir etmeleri; bunun yanında O'nun ahlâki meziyetlerini inkar etmemelerini sağlayan en güçlü etken olmuştur.

Görüldüğü gibi, bu metod Peygamber (s) için çizilmiş ise; (de) onun ihtiva ettiği (mesaj), ümmet içerisinde önderlik, yönlendirme, irşad ve ıslah fonksiyonlarını üstlenen her ıslah, davet ve mevki sahibi için de geçerlidir.

Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinin giriş kısımlarındaki benzerlik ve uyum dikkat çekicidir. İlk bölümde Peygamber (s)'in büyük görev için hazırlanması ikinci bölümde de insanları davet edip uyarması emredildiği zaman (uyması gerekli) metod anlatılmıştır.

Dahası, okuyucu dikkatle bakacak olursa; ilk iki sûrenin giriş bölümlerinde de bir benzerlik ve uyum olduğunu görecektir. [9]

 

8- Sûra üflendiği zaman,[10]

9- İşte o gün, çetin bir gündür.

10-Kafirler için kolay değildir.

 

Ayetlerde, insanların kıyamet gününde diğer hayat için haşrolunacakları zaman ka­firlerin karşılaşacakları zor ve çetin tavıra işaret vardır.

Görüldüğü gibi, bu ayetler uyarma ve tehdit tarzındadır. Ayetlerin başladığı "fe" harfi, "takibiyye" [11]harfidir.

Sanki bu ayetler, destekleme ve tatmin amacıyla Allah'ın Peygamber (s)'e sabrı em­retmesini takip etmekte onu pekiştirmektedir. Pcygamber'e düşen; asaletini inkar eden­lerin tavırlarına sabretmesidir.

Öyle ki ahiret gününde bunların hesapları çok çetin olacaktır. Bu (durum), sûrenin ayetlerinin birbiriyle nazım, konu ve nüzul yönünden bağlantılı olduğu yönünde bizim ortaya attığımız görüşün doğruluğunu ortaya koymaktadır. [12]

 

Nakr Ve Nâkûr Kelimeleri

 

Nâkûr'a üflemek, kıyamet ve haşr günü için bir ilandır. Bunun (bir) benzeri sûra üf-lemektir ki, diğer ayetlerde bu (ifade) geçmiştir. Mesela;

"Sûra üflenmiş, göklerde ve yerde olanlar bayılmışlar ancak Allah'in dilediği sar­sılmamıştır. Sonra ona bir daha üflenmişîir, birden onlar ayağa kalkmış, bakıyorlar-dır." (Zümer 39/68)

Önemli bir iş için toplamayı istediklerinde insanlar davula vurmak, boruya üflemek veya sesi yükselten aletleri kullanmak gibi işlere alışkın olduklarından, Kur'an ayetle -rindeki bu ifadeler görüldüğü gibi benzetme ve (zihinlerde) yaklaştırma için gelmiştir. Zira, Allah ahiret günü için insanların hasrını dilediği zaman, bu tür işlerden müstağni­dir.

Çağrı araçlarının çeşitli olduğu görülmektedir. Burada Nâkûr, başka ayetlerde sûr -ki bunun benzerleri de tekrar edilmiştir- başka bir ayette ise "nidâ"dır. Mesela:

"Dinle o gün münâdîyakın bir yerden nida eder" (Kaf 50/41).

Başka ayetlerde "zecre" veya "sayha" şekillerinde geçmiştir.

"O sadece korkunç bir sesten (sayha) ibarettir: Hemen onlar baktyorlardır." (Sâffât 37/19)

"O gün, o çağrıyı (sayha) gerçek olarak duyarlar. İşte bu (dirilip) çıkış günüdür." (Kâf 50/42)

"Sadece-jek bir haykırış (sayha) olur, hemen onların hepsi huzurumuza getirilirler. (Yasin 36/53)

Bu ifade çeşitliliği yukanda belirttiğimiz görüşümüzü desteklemektedir. [13]

 

11-  Benimle şu adamı yalnız bırak ki, ben onu tek olarak yarattım[14].

12- Ona uzun boylu mal verdim,

13- Ve göz önünde oğullar[15].

14- Onu iyi bir şekilde yerleştirdim![16]'

15-  Hâlâ, daha da arttırmama göz dikiyor.

16-  Hayır, çünkü o bizim ayetlerimize karşı bir inatçı ke­sildi.

17- O'nu dimdik bir yokuşa sardıracağım[17]'.

 

Ayetlerin anlamları gayet açıktır. Lider, zengin takımı ve çoluk-çocuk çokluğu ve mekan tutmak nedeniyle gurura kapılmış kişilerden birisine ait bir tablo anlatılmaktadır. Bu adam Allah'ın yanında bundan daha fazlasını bulmayı arzu etmektedir. Bu onun için mümkün değildir. Çünkü O, Allah'ın kendisini bolca nimetlcdirmcsine rağmen Allah'ın ayetlerine inatçı kesilmiştir. Bu kişi Allah'ın yanında ancak zorluk ve meşakkat bula­caktır. Ayetlerin (kendisiyle) başlamış olduğu (zernî) "Beni bırak'" ifadesi, ayetlerin Peygamber (s)'i destekleme tarzında nazil olduğunu göstermektedir. "'Bu inatçı inkarcı­yı Allah'a bırak; O, bu adamı cezalandırmak için yeterlidir" mânâsındadır. Bu ayetin el-Velîd b. el-Muğîra hakkında indiği rivayet edilmiştir[18] Rivayete göre bu adam[19] "Eğer Muhammed anlattıklarında doğru ise Cennet ancak benim ve benim gibiler için yaratıldı" demiş; bu yüzden, ayetler korkutucu ve Allah'ın nimetlerini kendisi üzerinde artması, ahirette de devam etmesi hakkındaki O'nun emeli­ni yalanlayacak şekilde nazil olmuştur.

Bu ayetler, daha önceki sûreler, içerisinde dikkat çektiğimiz işaretleri teyid etmekte­dir. Şöyle ki Peygamber (s) risaletin başlangıcından itibaren Kureyş'in lider ve aristok­rat kesiminin engelleme ve inatçı tutumları ile karşı karşıya kalmıştı. Bu seri tavır daha erken vakitten beri Peygamber ile bu adamlar arasında başlamış, sonra devam elmişti ki, durum Peygamber'in risalet görevi yolunda Kureyg'in çeşitli sınıf ve lider takımıyla ilişkiyi devam ettirdiğini ve kendisiyle onlar arasındaki ilişkiyi lamamen kesmediğini ispatlıyor. Ayrıca bu durum daha önce belirttiğimiz görüşümüzü desteklemektedir. Ayetlerde çok uzun boyutlu bir telkin vardır. Zira Allah'ın kendisine bolca nimet verip kuvvetlendirdiği/güç sahibi kıldığı, zenginleşürdği, makam ve mevkiini yükselttiği kim­senin Öncelikle O'nun ihsanını itiraf etmesi ve Allah'ın, kendisine ve kullarına yönelik olarak emrettiği vazifelerini yerine getirmesi gereklidir. [20]

 

18-Zira O, düşündü, ölçtü biçti[21].

19-  Kahrolası[22] nasıl da ölçtü biçti.

20- Yine kahrolası nasıl ölçtü, biçti.

21- Sonra baktı,

22- Sonra surat astı[23]' ve kaşını çattı.

23- Sonra arkasını döndü ve böbürlendi.

24- "Bu rivayet edilip öğretilen[24] bir sihirden başka bir şey değildir."

25- "Bu sadece insan sözüdür" dedi.

 

Bu ayetler, Önceki ayetlerde değinilen inatçı kafirin tavrını anlatmaktadır. Bu adam Peygamber (s)'İ Kur'an okurken işittiği zaman kendi kendisine düşündü ve (vahyin) kaynağını bildiği sonucuna vardı. Allah onu kahretsin, evet kahretsin!

Sonra bu adam hiç beklemeden Peygamber'e suratını astı ve ekşitti. Sonra kibirlenip hafife alarak ve "bu (Kur'an) sihirbazların bilinen/tanınan şiir ve söz 1 erindendir ve an­cak insan kelamıdır" diyerek arkasını döndü.

Açıkça görüldüğü üzere ayetler daha önce geçen sözün akışıyla irtibatlıdır ve onun bir devamıdır. Bunların üslûbu kınama, korkutma ve anlatım tarzındadır. Neredeyse okuyucunun inatçı kafirin tavrını açık bir nümûne olarak (önünde) görebileceği şekilde; (ayetlerin) anlatım biçimi çok güçlüdür. Müfessirlerİn rivayet ettiğine göre buradaki ayetlerin anlattığı tavır; daha Önce ele aldığınız ayetlerin akışı İçerisinde, belirtilen sö­zün kendisinden nakledildiği el-Velîd b. el-Mugîra'nın tavrının aynısıdır. Taberî'nin bu ayetlerin izahı hakkında rivayet ettiğine göre el-Velîd b. el-Muğîra, Kureyş liderlerine, "Bu gece sizin için bu adamı sınayacağım" demiş, sonra Peygamber'e gelmiş, O'nu na­maz kılıp Kur'an okurken görmüş, sonuçta geri dömüş; O'na (Kureyşliler) Peygamber'i sormuşlar, O'da: "Kalpleri tutan tatlı, taze ve verimli bir söz işittim" demiş; Onlar "Bu şiirdir' demişler. Velîd "Hayır, Vallahi o şiir değildir, ve şiiri benden daha fazla bilen bir kimse de yoktur" demiş. Onlar "O (Muhammed) bir kâhindir" demişler, O "Hayır, vallahi O bir kâhin değildir. Ben kehânet hakkında da bilgi sahibiyim" demiş; Onlar, "Bu Muhammed'in yazmış/elde etmiş olduğu Öncekilerin sihridir" demişler; O da "Bil­miyorum, herhalde sihir olmalı" diye sözünü bağlamış.

İbn Kesir, bu ayetlerin tefsiri ile ilgili olarak bir başka rivayet daha nakletmiştir ki, burada Öncekine göre farklılıklar vardır. Fakat bu rivayet öz olarak daha Önceki rivayet­le birleşmektedir.

Durum ne olursa olsun, ayetlerde daha sonra çok kez tekrar edilen başka bir tablo vardır. Ki bu; O'nun nübüvvet/risalet davası ve Allah'ın vahyi ile ilişkisi hakkında Pey­gamber (s)'e direkt olarak yöneltilen itirazlardır. Kalem sûresinde anlatıldığı üzere O'-na "mecnûn" ve O'nun okuduklarına da "öncekilern efsane/mitolojileri" denilmiştir. Burada ise (Kur'an hakkında) "insan sözüdür" denilmiş ve O'nun sihirbazlar ve sihrin türlerinden birisi olduğu söylenilmiştir. Kur'an Önceki iddiayı kuvvetli bir biçimde red­dettiği gibi bu sözü de kuvvetli bir şekilde reddetmiştir, Ayet bir müddet sonra yüce da­vetin hedeflerinden birini açıklamış ve ris al et/davete inkarcı ve düşmanca tavır göste­renlere karşı kınayıcı bir hamle ile hiicûm etmiştir. Bu şekilde gösterilen düşmanlık ve mücadele tavrına uygun cevap verilmekte ve Peygamber Allah'ın yardımı ve vahyi ile desteklenmektedir. Hak hakim olup batıl zail oluncaya dek, buradaki her iki durum de­vam etmiş; sergilenen tavıra uygun olarak tavır takınılmıştır.

(Ayetlerde konu edilen) kafirin "O, ancak öğretilen bir sihirdir" ve "O, ancak beşer kelâmıdır" şeklindeki sözleri Kur'an'la ilgilidir. Daha önce geçen üç sûrede sadece mü­nakaşa ve inkar tavırları ile bunların sahiplerine hücumlar anlatılmıştır. Makûl olan bu sözlerin, davetin ilke ve prensiplerinin konu edildiği başka Kur'an pasajlarında geçmiş olmasıdır. Müzzemmil sûresi tefsirinde açıkladığımız üzere, her ne kadar (Kur'an keli­mesi) Mushafın bütün muhtevası için hususi bir ad olmuşsa da, burada kastedilen Kur'an'ın lafzıdır. Bu yüzden söz konusu ayetlerin, "Bu Kur'an"dan bazı bölümlerin nü­zulünden sonra inmiş olması gerekir.

Sözkonusu sûrelerin ilk bölümlerinin, diğer bölümlerinden ayrı olarak sırf Peygam­ber (s)'i teyid, destekleme ve hazırlama için erken dönemlerde nazil olduğunu belirten rivayetler doğru olsa da Müddesir ve bundan önceki üç sûrenin nüzul sırasının doğrulu­ğundan şüphe etmekteyiz. Alak sûresinin girişi bunlar gibi değildir. Çünkü diğerlerinin ilk bölümleri hakkındaki rivayetler dediğimiz gibi, tartışma götürür biçimdedir. [25]

 

Sihir Meselesi

 

Sihir kelimesinin (ilk kez) geçmesi ve kafirlerin sihri Peygamber (s)'e nispet etmele­ri nedeniyle deriz ki; Kur'an kafirlerin sözünü birçok kez tekrar etmiştir. Başka ayetler­de Peygamber (s)'i sihirbazlık ve sihirlenmiş olmakla vasıflandırmaları anlatılmıştır. Mesela;

"İçlerinden bir adama :'İnsanları uyar ve insanlara, Rableri katında kendileri için bir doğruluk kademesi bulunduğunu müjdele.'.' diye vahyetmemiz, insanlara tuhaf mı geldi? Kafirler," Bu apaçık bir büyüdür" dediler." (Yunus 10/2)

"Yahut kendisine bir hazine atılmalı yada kendisinin ürününden yiyeceği bir bahçe­si olmalı değil mi? Ve zalimler: 'Siz başka değil, sadece büyülenmiş bir adama uyuyor­sunuz' dediler" (Furkân 2518)

Ayrıca Kur'an'da Peygamber'in risaletinin dışında sihrin zikredildiği bazı ayetler de vardır.

"Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurdukları söz/ere uydu­lar. Oysa Süleyman küfre girmemişti. Fakat o şeytanlar küfre gittiler, insanlara büyü. öğretiyorlardı." (Bakara 2/102)

Risalet konusu ile ilgili olanlar, özellikle ölümden sora diriliş ve bunun inkar edil­mesi hakkında kafirlerin tartışmacı tutumları anlatılırken varid olmuştur. Öyle ki bu do­ğal olarak sihrin Peygamber'in çevresinde ve yaşadığı dönemde bilinmekte olduğunu ifade etmektedir. Muhtemelen -kesin olduğunu söylemesek de- Peygamber'in çevresi ve yaşadığı dönemde; insanların arzu ve isteklerini yerine getirmek hususunda kendile­rine müracaat edegeldiklcri sihirbazlar vardı.[26]

Kur'an ayetleri, Araplar nazarında sihir kavramının, sihirbazların ellerinde meydana gelen olağanüstü halleri/işleri ifade etmiş olabilir ki; insanlar o işlerin tesiriyle olağan hallerde görülmeyecek şeyleri görürler, işitirler, hissederler; yine olağan hallerde olma­yan işler meydana gelirdi. Aynı şekilde ayetler, Araplar'dan bazılarının sihir ve sihir iş­lerinin çoğunun gerçek olaylar olduğunu zannettiklerini ifade etmiş olabilir.

Aşağıdaki ayetlerde bu hususa İşaret edilmiştir.

"Eğer sana kağıt üzerine yazılı bir kitab indirmiş olsaydık da onu elleriyle tut sal ar -, yine inkar edenler, "Bu, apaçık bi'- büyüden başka bir şey değildir!" derler­di." (Enam 6/7}

"Sen 'öldükten sonra diriltileceksiniz!' desen, inkar edenler, mutlaka 'Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir' derler" (Hud 11/7)

"Onlara gökten bir kapı açsak da oraya çıkacak olsalardı: 'Her halde gözlerimiz döndürüldü, biz büyülenmiş bir topluluğuz' derlerdi." (Hicr 15114-15)

"Onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine hayret ettiler de o kafirler dediler ki:

Bu, yalancı bir sihirbazdır. Tanrıları bir tek tanrı yaptı? Bu, cidden tuhaf bir şeydir." (Sad 38/4-5)

Görülen o ki, bu anlayışlardan ötürü Araplar Peygamberi; alışkın ve fikir sahib ol­madıkları, olağan olarak görülmesi ve idraki mümkün olamayacak ve imkansız olduğu­nu zannettikleri şeyleri söylerken ve ortaya koyarken görmüşlerdi. Peygamber'i sinir­lenmiş olmakla itham etmeleri, O'nıın söylediği, haber verdiği ve iddia ettiği şeylerde sihrin etkisi altında kaldığını iddia etmeleri anlamına gelmektedir.

İster Araplar'ın sözlerinden zikrettikleri ve onların anlayışlarına işaret ettiklerinde olsun, isterse kıssaların akışı içerisinde ve yahul başka bîr nedenle olsun, Kur'an ayetle­rinde (meydana gelmiş) olayın anlatımı çerçevesinde sihre değinilmiş, sihrin gerçek ve doğru bir şey olduğunu anlatma tarzında konu ele alınmamıştır. [27]

 

26- O'nu "sekar[28]' a yaslayacağım.

27- Sekar'ın ne olduğunu nereden bileceksin!

28-  Komaz, bırakmaz[29]'.

29-  Durmadan derileri'[30]' kavurur[31].

30- Üzerinde ondokuz vardır.

31-Biz cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onla­rın sayısını da inkar edenler için bir imtihan[32]' kıldık ki, kendilerine kitab verilmiş olanlar iyice inansın, inananların da imanı artsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de "Allah bu misalle ne demek İstedi?" desinler. Böylece Al­lah, dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu insanlara bir uyarıdır."

 

Buradaki ayetler daha önce geçen ayetlerin bir devamı olup şu hususları içermiştir:

1- Bahsi geçen inatçı kafirin; ne bırakacak ne de vazgeçecek olan; derileri yakıcı şiddetli (cehennem) ateşine yaslanacağı hususunda ilahi bir uyan ile anlatılmış;

2- Cehennemin üzerinde Allah'ın meleklerinden on dokuz (bekçinin) bulunduğu ha­ber verilmiş;

3-  Sayının (ondokuz) ile sınırlanmasının nedeni belirtilmiştir. Şöyle ki, bu sayı ka­firler için bir fitne (imtihan) ve şaşkınlığa düşmelerini sağlayıcı bir elken olarak, nebevi davetin sıhhati ve doğruluğu konusunda kitap sahipleri (Ehl-i Kitab)ın İman/bilgi sahibi olmalarını sağlayıcı bir araç ve müminlerin imanlarının artması için bir sebep olarak zikredilmiştir.

Cehennemin anlatılış üslûbunda insanların nefislerinde irkilmeye ve korkuya neden olan ve (hakka) dönüşe yönelten bir kuvvet vardır ki, (zaten) burada amaçlanan da bu­nun gerçekleşmesdir . Diğer birçok ayette, "inatçı kafirin" seri bir biçimde uyarılması­nın hedeflenmesine ilave olarak; başka gayeler İçin yer alan ifadeler de bulunmaktadır.[33]

Ayetlerin içeriklerinin gösterdiğine göre kafirler ve yüreklerinde hastalık olanlar, cehennemi bekleyen meleklerin sayılarının zikredilmesini hafife alarak alayla karşıla­mışlardı.

Bu sayının sadece, Peygamberin çevresinde bulunan dört gurup insan için ilahi im­tihan kabilinden zikredildiğînin anlatılmasıyla onlara cevap verilmiştir. Söz konusu gu­ruplar; mü'minler, Ehl-i Kitab, inkarcılar ve hasta yüreklilerdir.

Ehl-i kitaba gelince; onların, Allah'ın, kendilerine yüklediği görevleri yerine getiren melekleri olduğunu; cehennemin işlerini üstlenmek için onlardan bu kadar bir sayının yeterli olmasının Allah'ın kudret sınırını aşmadığını bilip, bu adamların yanlarında bulimanlarla uyuşan Muhammedi risaletin doğruluğuna kanaat getirecekleri varsayılmıştır. Mü'minler ise; aslında Pcygamber'e ve O'nun Allah'la ilişkisine inanmakta; kendi­lerine gelen ilahi haberi tasdik ve teslim ile almakta böylece de iman ve yakin sahibi olarak kemale ermekteydiler. Şüpheci ve alaycı tavır takınanlar sadece kafirler ve hasta yüreklilerdir ki, bunların tavırları en zayıf olanıdır. Çünkü bu herhangi bir bilgi, niyet, akide, ve imandan kaynaklanmamıştır. Oysa önceki iki gurubun tavırları belirtilen nite­likleri taşıdığından daha güçlüdür. [34]

 

 

Dalâlet Ve Hidayet

 

"İşte böylece Allah dilediğini saptırır ve dilediğini hidayete ulaştırır" cümlesinin üslûbu ile 31. ayetin tamamının üslup ve içeriği; bunların her ikisinde de, Peygamber (s)'in desteklenmesi, mü'minlerin yüceltilmesi, akibette olacakların kesinliği hususunda Ehl-i Kitab'tn şahit getirilmesi, kafirler ve kalbinde hastalık olanların ikaz edilmesi ve ayıplanmasının konu edildiğini, bundan başka ilahi imtihanın sonuçlarının anlatılması gayesiyle bunlara yer verildiğini göstermektedir.

(Delâlet ve hidayet hakkındaki) cümle de; Allah'ın insanları imtihan etmesi, niyeti iyi olan ve Allah'ın kalbini aydınlattığı kimseleri hidayete, katı kalpli, niyeti ve hedefi kötü olanları dalalete sevkettiği anlatılmış; yoksa insanların hidayet ve dalaletlerinin bizzat ezelden beri takdir edildiği veya insanların hidayet ve dalaletlerinin, kendilerinin hiçbir seçeneği olmayacak biçimde, kesin ilahi bir takdir olduğu bahis konusu edilmiş­tir. Ayetlerde genel olarak bu görüşün doğru olduğuna dair kuvvetli ipuçları olduğu gi­bi; içerisinde "Sizden ahiret için amel işleyip gayret etmeyi veya bu işlerden geri dur­mayı dileyenler için"... ifadesinin geçtiği müteakip ayetlerde direkt olarak konu ile ilgili ipucu da bulunmaktadır. Bakara ve Ra'd sûrelerinde bu cümleye yakın ayetler vardır ki, bunların içerisinde yukarıdaki görüşü doğrulayan izahlar yer almaktadır. İşaret edilen ayetler Bakara sûresinin şu ayetleridir:

"(Allah) onunla bir çoğunu saptırır ve yine onunla bir çoğunu yola getirir. Onunla sadece /asıkları saptırır. Onlar ki, söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yapar/ar; işte ziyana uğrayanlar onlardır." (Bakara, 2/26-27) Ra'd süresindeki ayetler ise şunlardır:

"inkar edenler: 'O'na Rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?' diyorlar. De ki: 'Allah, dilediğini saptırır. Yöneleni de kendisine iletir.' Onlar inanmışlardır ve kalpleri, Allah'ı anmakla yatışır; iyi bilin ki ancak Allah'ı anmakla kalpler yatışır. İşte mutluluk ve güzel gelecek, o inanıp güzel işler yapanlarındır." (Ra'd 13/27-29)Öyle ki bu ayetler, Allah'ın kendilerine hidayet ettiği kimselerin güzel gidişat ve doğru yönelim sahipleri oldukları; kendilerini dalâlete uğrattığı kimselerin ise fasık. Al-İah'a karşı asi, yeryüzünde fesad çıkaran, Allah'a verdikleri sözleri bozan, Allah'ın ku­rulmasını emrettiği ilişkiyi kesen kimseler olduklarına dair açıklamaları ihtiva etmekte­dir. "Allah, inananları, dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle teshil eder. Allah, zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar." (ibrahim. 14127)

Zümer sûresinde de bu bağlamda önem arzeden ayetler butum aktadır: "De ki: Ey kendilerine karşı aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayıcı ve merhametlidir. Size azab gelip çatmadan Rabbinize dönün, O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, söz azab gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun. Kişinin "Allah'a karşı aşırı gitmemden ölürü yazıklar olsun bana; gerçekten de ben, alaya alanlardandım" diyeceği günden sakının. Veya, "Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan olurdum diyeceği, yahut azabı gör­düğünde: Keşke benim için bir kez daha dönüş olsaydı da, güzel hareke! edenlerden ol­saydım! diyeceği günden sakının. "Evet, sana ayetlerim geldi de. sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve nankörlerden oldun!" (Zümer, 39/53-59)

Buradaki ayetler, cehennem azabının kuşatmasından önce; kendilerine zulmeden Al­lah'ın kullarını, "Eğer, Allah bizi doğnı yola iielseydi, biz de takva sahiplerinden olur­duk" dememeleri için; Allah'a yönelmeye ve kendilerine indirilen en güzel mesaja tabi olmaya davet etmektedir. Kaybettikleri fırsatlar için dövünmemeleri ve doğru yola ulaş­maları için onlara Allah'ın ayetleri gelmiş fakat onlar yalanlamışlar, böbürlenmişler (is-tikbar), inkar etmişler ve nihayet azabı hak etmişlerdir. Özellikle İLAilah dilediğini hida­yete, dilediğini delalete iletir" ifadesini ve bu ifadenin geçtiği ayeti açıklamaya önem vermiş bulunmaktayız. Çünkü bu ve Kur'an'da mevcut benzer ifadeler, insanın hidaj'ct ve dalâlet, seçme yeteneği ve seçîiğindcn .sorumlu olması hakkında delil getirilirken, iradeleri, seçmeleri (fiili) yapıp etmelerinin herhangi bir fonksiyonu olmayacak şekilde. Allah'ın bizzat insanların hidayet ve dalaletini kesin bir biçimde takdir etmiş olduğunu vehmetmelerinden ötürü; bu ve buna benzer ifadeler, araştırmacılara problemli gelmek­tedir.

Bu durum özellikle metin açısından sözkonusu olmakladır. Ayetin kelamî bir tartış­ma konusu yapılması hususuna gelince; deriz ki; Bu gibi ayetleri inceleyen bir araştır­macı, bunların genel olarak, münakaşa ve cedele dalmaksızın, birtakım gayeleri hedef­lediğini; çünkü bu ayetlerin, destekleme, tesbit, niteleme, yakınlaştırma ve tescili gibi amaçlar taşıdığını ve bunun etrafında münakaşa çıkarmanın yersiz olduğunu görecektir. Herhangi bir münakaşaya girmek, Kur'an'ın hedefleri, Peygamber gönderilmesinin hik­meti, insanların uyanlıp müjdeîenmasinin hikmeti ile bağdaşmamaktadır Hakikat şudur ki, Kur'an müjdeleme, öğüt verme ve davet çerçevesinden, özellikle bu hedeflere ve hikmete ters biçimde, cedcl ve münakaşa çerçevesine İntikai etmemektedir.

Öle yandan Abdulhamid el-Hatîh cl-Mekkî'yi daha yeni neşretmiş okluğu Tefsir ul-Ilaiîb adlı tefsir kitabında "Allah dilediğine hidayet eder. dilediğini saptırır" cümlesini, cümle içerisinde geçen "dilemek"' fiilini ıtinsan"a nisbet ederek yorumladığını görmek­teyiz. Yani (bu yoruma göre ayetin anlamı) Allah. küfr ve günah İle kendine dalaleti di­leyen kimseyi sapıtır; iman ve salih amel ile kendisi için hidayeti dileyen kimseye ise hidayet verir (demektir). Müfessir bu yorumuyla dileme, seçme kabiliyetinin insanda bulunduğunu, insanların yaptıkları, seçtikleri eylemlerinde ve ahlâklarında bir müdahc-lesi olmaksızın. Allah'ın insanları .saptırmak ve hidayete ulaştırmaktan münezzeh oldu­ğunu kasdetrniştir.

Onun bakış açısıyla, biraz önce açıklamış olduğumuz bizim bakış açımı/ aynı nokta­da buluşuyorlarsa da, biz yine de bu mü'ressirin yorumunda /.orunlu olmayan bir zorla­ma ve tuhaflık olduğunu görmekleyiz. Çünkü içerisinde "men ycsff ibaresi bulunma­yan, özellikle hidayet ve dalâletin Allah'a riispei edildiği ayetler vardır ki. biraz Önce zikrettiğimiz Bakara 26. ayef ve şu ayetler buna Örnektir.

"Allah kime hidayet dilerse o. hidayete kavuşmuş (mühtcdi)dir. Kimi de dalalete yö­neltirse iste onlar hüsrana uğrayanların tâ kendileridir." (Araf 7/1 78)

"Onların, Allah'tan başka kendilerine yordun edecek dostları yoktur. Allah kimi sa­pıklıkta bırakırsa artık onun için bir yol yoktur." (Şûra 42/46)

Yeri gelmişken; belirtilmesi ve dikkat çekilmesi gerekli hususlardan birisi de sudur: Bu gibi ayetlerde; mutlak olarak gelen ve insanın kesbi. tercihi, dönüşü, dirilişi ve ceza­landırılması ile bağlantılı meselelerden bir çoğu. başka ayetlerde mukayyeti ve izahlı olarak gelmemekledir. Böylece (genel) mutlak oluştan kaynaklanan bu vehim ve karı­şıklık ortadan kalkmakta, Kur'an'ın anlatımları arasındaki tam uyum kendini göstermek­tedir. Bu bir yana Kur'an'da yer alan bazı anlatımlar ve muhkem ilkeler vardır ki. bunlar ayetlerin metni, akısı ve siyakı içerisinde problemli veya çelişkili olarak görülen husus­larda esas alınması gerekli kesin delil mesabesindedir, birtakım Kuran ayetleri etrafında (arlısına çıkaran veya zahirinde problemler veya çelişkiler görerek şaşkınlığa düşenlerin çoğu hu durumun farkında değildir. Hakikaten gerekli olan Kur'an'ın bütününü dikkate almaktır. Konular, lafızlar, terkipler ve anlamlar ile siyak ve prensiplerin bir çoğunda Kur'an'ın bir bölümü, diğer bölümleri tefsir çimektedir. Mutlak olusu, üslûbu, siyak ve ibaresi sebebiyle içerisinde problem görülen ayetlerin tefsirinde mukayyet olan veya da­ha açık seçik üslup ve siyaktan yahut kesin söz olan muhkem ilkelerden yararlanılır. Bu takdirde de Kur'an metinleri etrafındaki ihtilaf ve tartışma sebeplerinden bir çoğu yok olmakladır. Bu meseleyi ileriki konular içeriside daha geniş bir hiçimde ele alacağız. [35]

 

"Onların Kalplerinde Hastalık Vardır" İfadesi Üzerine

 

31. ayetteki "Kalplerinde hastalık olanlar ve kafirlerin demesi için..." cümlesi. Pcygamber (s)'e inal. inkar ve şüphe ile yaklaşmakla olanların, kalplerinde hastalık olanlar ve kafirler olmak üzere iki gurup olduğunu ifade etmektedir.

Bu yüzden iki gurup arasında fark olması gerekir Bazı müfessirlcr; burada Peygam­ber (s) ve ashabı Medine'ye hicret ettikten sonra ortaya çıkan münafıklara işaret edildi­ğini söylemişlerdir[36]. Bize öyle geliyor ki. bu göriiMe açıkça zorlama vardır. Çünkü ayetler Mekki'dir ve Mekke'de meydana gelen tulum ve tabloları anlatmakladır. Mekkî olan Kur'an ayetleri, Mekke'de bulunan iki gurubuı tavırlarını anlatmıştır. Bunlardan birisi Peygamber (s)'in davasını bütün şiddetiyle inkar eden herhangi bir yumuşaklık ve inat, kibir, engelleme ve eziyet tavırlarını sergileyen gurup; diğeri ise nefislerinin derin­liklerinde Peygamber (s)'in bildirdiklerini, doğruluğunu ve Pcyeamber'in yüce ahlâkını ve üstün aklını kabullenerek bu gidilene olmayan; sadece kendilerini zayıf mazeretlerle ikna eden, tereddüt ve şüphe içerisindeki veya insanlardan yahut da onların şerlerinden korkan guruptur. Şu ayetler bu hususu anlatmakladır.

"Eğer kendilerine hır mucize gelirse, ona mutlaka inanacak/arına (dair) olanca güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: 'Mucize/er ancak Allah'ın yanındadır'. Hem bi­lir misiniz o gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar." (En'am 6!109)

"Dediler kt: Biz seninle beraber doğru yola gelirsek, yurdumuzdan atılırız." Biz on­lara kendi katımızdan bir nz/k olarak, her sevin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güven­li, dokunulmaz bir mekan vermedik mi? Fakat çokları bilmezler."(Kasas 28157)

Bu ikisinin dışındaki kişilere ileride yeri geldiğinde değineceğiz. Görülen o ki: bi­rinci gurup ayetin "kafir" diye nitelediği. İkinci guruptaki ayetin "hasta kalpli" olarak açıkladığı kişilerdir. Burada Mekke'deki tablolardan birisi bulunmaktadır. [37]

 

Melekler

 

"Melâike" (melekler) kelimesinin ilk kez geçmesinden dolayı diyoruz ki; Bu keli­me Kur'an'da birçok yerde, çeşitli konu ve bağlamlar içerisinde tekrar edilmiştir. Mii-fcssirlerin çoğunluğu bu kelimenin "risalet" anlamına gelen "ulûke" kelimesinden tü­remiş olduğu ve "melâike" kelimesinin de elçiler anlamına geldiği görüşündedirler.

Fatır süresindeki bir ayet bu görüsü doğrulamaktadır,

"Gökleri ve yeri yoktan yar eden; melekleri ikişer, üçer. dörder kanatlı elciler ya­pan Allah'a hamdolsuıı. O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah. herşe\i yapa­bilendir." {Fatır 35! 11

"Melekleri kutlarından dilediğine emrinden olan ruh ile indirir: 'Benden başka tan­rı yoktur, benden korkun!' diye uyarın!" (Nahi 1612}

Bu ayet gibi başka ayetler de ayni durumu destekler mahiyettedir. Bazı araştırmacılar bu kelimenin aslının İbranice olduğunu Öne sürüp, lalız ve anlamıyla Arap diline gir­diğini söylemektedirler. Bu göüşle ilgili olarak şu söylenilebilir: İbranice ve Arapça ay­nı kökten gelmektedir. İsim, fiil ve mastarlar bakımından iki dil arasında çok geniş bo­yutlu bir ortaklık bulunmaktadır.

Arapça'da bu kelimeye kok olabilecek bir şey bulunmadığı takdirde kelimenin aslen İbranice olup Arapça'ya girmiş olması zaruri bir durum değildir.

Arapça'da 'gönderdi' (ersele) anlamına gelen "eleke" kelimesinin kökü bulunduğu müddetçe bu kelime için böyle bir şey sozkonusu olamaz[38]'.

Özellikle bu kökü veya bir kelimenin ail olduğu başka herhangi bir kökün iki efil ara­sında müşterek olması imkan dahilindedir.

İbranice'ye nispet etmenin bazı araştırmacıların hoşuna gittiği birçok kelime için de aynı şey söylenebilir.

Arapça'ya sonradan girdiği iddia edilen "Şeytan" kelimesi bu türdendir. Şuna dikkat çekmek istiyoruz ki, biz Kur'an Arapçasuıda diğer dillerden intikal ede­rek Arapçalaşmış birçok kelimenin olduğunu inkar etmek arzusunda değiliz.

Ne var ki, bu iş Kur'an'ın inişinden Önce olmuş ve Arap dilinde bulunan bu tür keli­meler yeni bir form alıp kullanım ile bu dilin bir parçası haline gelmiştir.

Her halükârda; "melâike" kelimesi ve O'nun tekilinin (melek) Kur'an'ın inişinden önce Arap dilinde kullanılmakla olduğu ve bu dilin içerisinden bir kelime sayılıp Arap­lar tarafından anlamının bu şekilde bilindiği şüphe götürmez bir gerçektir. Bu kesinliğin delili, İslam'dan Önce Arapların melekleri ilâhlar ve şefaatçiler edinmeleri ve Allah'ın kızları olduklarına inanmalarıdır.Birçok ayet bu durumu anlatmıştır:"Şimdi sor on/ara: Rabhine kızlar, onlara da erkekler mi'.' Yoksa biz melekleri onla­rın gözlen Önünde, dişi mi yarattık," (Saffat 37/149-150)

"(Allah'ın) kullarından, kendisine bir parça tasarladılar. İnsan, gerçeklen apaçık hr nankördür. Yoksa (Allah) yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi seç­ti. Rahman'a benzer olarak ileri sürdüğü (kız çocuğu) onlardan birine müjdelendiği za-ynan onun yüzü simsiyah kesilir, öfkesinden yutkunup durur. Süs içinde yetiştirilip mü­cadelede açık olmayanı mı? Rahman'm kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların ya-\ratılişlarına mı şahit oldular7 Şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir. Ve dedi-Uer ki: 'Rahman dikseydi, biz onlara Sapmazdık'. Onlar sadece yalan söylüyorlar". (Zuhruf 43/15-20)Kur'an birçok ayette kafirlerin melekler hakkındaki sözlerini anlatmıştır:

"Ona bir melek indirilmeli değil miydi?" dediler. Eğer bir melek indirse\dik. İs bitirilmiş olurdu, artık kendilerine hiç göz açtırılmaidı." (En'am 6/8)

"Dediler ki: Ey kendisine zikir indirilmiş olan; sen mutlaka (inlenmişsin! Eğer doğ-rulardansan, bize melekleri getirsene!". (Hicr 15/6-7)

Allah'la ilişki kuran latif-gizli varlıkların var olduğu, Araplar'dan başka bazı top­lumların ve özellikle Arap yarımadası ve civarında; (yaşamakta) olan Ehl-i KitalVm inanmakta olduğu bir husus idi. Bu inanç sonradan Arapların arasına gizlice sızdı ve "melâike" kelimesi bunun için Özel bir ad haline geldi. Bilâhere (kelimenin anlamı) ayetlerin ortaya koyduğu yönde gelişme kaydetti.

Kur'an bu durumu teyid etmektedir. Şöyle ki; melekler hakkındaki pasajlar onların Allah'la ilişki halinde olduğunu, Allah'ın emrilcrini Ncbîve Rasûîlcre tebliğ, cennet ve cehenneme ait görevlen üstlenmek, mü'minleri ve kafirleri hak etmelerine gör buralar­da karşılamak, hak edenlere dünyada Rabbanî azabı İndirmek, insanların amellerini say­mak, Allah'ın arşını yüklenmek, O'nü hamd ve teşbih etmek, Allah'ın emrettiği bütün görevleri, hiç birisine isyan etmeden yerine getirmek gibi çeşitli hizmetleri yerine geti­ren varlıklar olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte onların mahiyeilerinc dair Kur'an'da açık bir bilgi yoktur. Kur'an'da meleklerin nitelikleri hakkındaki anlatılanla­rın tamamı onların veya onlardan bazılarının ikişer, üçer ve dörder kanallı olduklarıdır. ei-Taberânî'nin naklettiği bir hadise göre; Peygamber (s), semanın ufkunu kaplamış halde Allah'ın meleğini görmüştür. Birçok hadis Peygamber (s)'in. kendisine vahiy in­dirirken Allah'ın meleğini veya Cebrail'i gördüğünü ve insanlar arasında iken onunla konuştuğunu fakat meleği ondan başkasının görmediğini ifade etmektedir. Mesela Aişc (r)'den rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir: "Bana Rasûlullah (s): "Ey Ai.se, bu Cebrail sana selam ediyor" dedi. Ben de, Allah'ın selam ve rahmeti onun (da) Üzerine olsun" dedim. (Aişe ilave ederek) "O (Peygamber) bizim görmediklerimizi görüyordu" dedi."

Durum ne olursa olsun; Meleklerin varlığı ve Allah'a hizmete amade.olmaları Kur'an'ın açıkça bildirmesiyle sabittir ve buna iman etmek birçok ayette geçtiği üzere Kur'an nassıyla farzdır. Bakara süresindeki şu ayet bunu belirtmektedir: "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah'a, âhire/ gününe, me­leklere, Kitaba ve peygamberlere inanan (kişinin iyiliğidir)" (Bakara 21177)

Evrenin kuvvet ve kanunlarından bir çoğunu idrakten aciz olan akıllarımız idrak cl-mese bile; tabii ki, meleklerin varlığı, Allah'ın kudret çerçevesinin dışına çıkan bir du­rum değildir.

Bundan başka; meleklerin mahiyetleri hakkında nakledilen: Kur'an'da bir bilgi yok­tur ve bu konuda Peygamber (s)'dcn nakledilen sahih bir hadis de bulunmamakladır. Bu yüzden meleklerin durumları ile ilgili olarak Kur'an'ın veya sahih sünnetin verilerinin sınırında durmak gerekmektedir. Onların mahiyetleri veya yerine getirdikleri ğörevlcrini niteliği ya da sûret ve ^ekii itibariyle ne hakle oldukları hakkında tahmin ve ihtimal­leri Kur'an ile sahih hadise dayanmayan açıklamaları esas almak caiz değildir. Zaten bu tulumun herhangi bir faydası ve olumlu bir sonucu da yoktur. Meleklerin suretleri ile il­gili olarak Kur'an'in bazı açıklamaları ihtiva etmesinin hikmeti bir bakıma Arapların /i-hinlerindcki düşünceyle ve meleklerin lanrılaştmlması, onardan şefaat talep edilmesi, Allah'ın kızları ve yakınları olduklarına ilişkin inançlarıyla bağlantılıdır ki. bu hususa bir kısmını daha önce belirttiğimiz birçok Kur'an ayeti işaret etmiştir. Bu ayetlerde me­leklerin sadece Allah'ın kulları ve ö'nun emirlerini yerine getirip O'nu hamd ve teshili eden hizmetçileri oklukları, Allah'ın ibadet ve boyun eğilmeye kıyık yegane varlık oklu­ğu, fayda ve zarar verme kudretine sahip olanın Allah olduğu; kim Allah'tan başkasına döner ve Otıun kul ve hizmetçilerine kutluk eder de onlardan lavda ve zarar geleceğini umar/düşünürse, onun dalaletin en şiddetlisi ve akıl ile mantığın gerekli gördüğü esas­tan sapma içerisinde olduğu anlatılmak istenmiştir.

Şu ayetler bu hususla ilgili kuvvetli ipuçları vermekledir;

"Rahman çocuk edindi" dediler. O (böyle şeylerden) \üeeinıiinczzeluir. Aksine (O melekler} değerli kullardır. Ondan önce söz söylemezler ve onlar. O'mm emriyle hare­ke! ederler. Onların önlerinde ve arkalarında ne varsa (Allah) bilir. O'uu/ı razı oldu­ğundan başkasına şefaat edemezler ve onlar. O'nun korkusundan titrerler. Onlardan her kim: "Ben O'ndan başka bir tanrıyım.1" derse onu cehennemle cezalandırırız. İliz zalimleri böyle cezalandırırız." (Enbiya 21126-29)

"O gün onların hepsini mahşerde toplar sonra meleklere: "Bunlar mı size tapıyor­lardı" deriz. (Melekler) derler ki: "Sen yücesin, bizim vekilimiz onlar değiU sensin. Ha­yır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çokları onlara inanıyordu". (Sehc' 34/40-4/)

"(Rabhîn), onları ve Allah'tan başka taptıklarını topladığı gün. der ki: "Bu kulları­mı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar'.'" Derler ki: Senin şanın yüce­dir, senden başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve bahalarını nimet xerip yaşattın. Sonunda anmayı unuttular ve helaki bak eden bir toplum oldulaı " fk'ıır-kan 25/17-18)

"Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de (Allah'a) yaklaştırılmış melekler. Kim 0 ne kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki: O. onların hepsini kendi hu­zurunda toplamayacaktır." (Nisa 41172)

Açıkça görüldüğü gibi: burada Kur'an'ın çağrısı ve l\/. Peygamber'm rİsalçli des­teklenmekledir.

Durum ne olursa olsun Kur'an farklı birçok konu ve bağlam içerisinde meleklerle il­gili haber vermekle ve onlardan bahsetmektedir. Kur'an. Melekler konusundaki onların dinî inançlarından kal-ı nazar etmekle birlikle. Kur'an'ın anlattığına yakın bir biçimde: (Arapların) var olduklarını ve niteliklerini itiraf (kabul) ettikleri bazı kuvvetlerden ve yaratılmışlardan bahsetmektedir.

İşte bu öğüt ve ibret vermeyi, aynı zamanda ilkeleri desteklemeyi hedefleyerek, in sanlara bildikleri ve kabul enikleri şeylerle hitap etmesi yönünden Kuran üsiûbundak mühim bir noktadır.

Zira (bazı) iş ve olaylar hakkında konuşmak ancak dinleyicilerin bilgilerinden kay naklamp bunlarla uyumlu olduğu takdirde etkiii olabilir[39] '-

Müfessirler eserlerinde, meleklerle iigiii olarak Kur'an'ın belirttiklerine ek olarak si ver ve tarih alimlerine, sahabe ve tabiine nispet edilen bazı açıklamalara yer vermişler dir. Bununla birlikte bu açıklamalarda çok gereksizlikler vardır; lüzumsuz ve hattı uzak durulması İcap eden. ga'ybî İzah ve açıklamalara girilmesi söz konusudur. Burnu herhangi bir yararı yoktur.

Bu husus, farklı açılardan onlardan söz çimenin Peygamber (s)'in çevresinde yaygıı bir durum olduğunu göstermektedir ki, hu bizim dediklerimize uygun düşmekle v'c ön kırı desteklemektedir. Hu arada Ahd-i Kadîm (Tevrat) ve İncil'in bölümlerinin hirçol konu içerisinde melekleri Allah'ın peygamberlere gönderdiği elçileri ve onun emirlerin verine getiren hizmetçileri niteliği ile zikretmiş olduğuna dikkai çekmek isliyoruz.

Hem Allah nezdindeki yerlerinin yüceltilmesi hem de dünya ve ahîreüe alakalı ola rak yerine getirdikleri büyük görevlerle ilgili olsun: Kûr'an'da meleklerin zikredilin) okluğu üslup, bu kitaplardan büyük bir farklılıkla ayrılmaktadır.

Bu durum. Kur'an'ın özelliklerındendir ve belki de bir yönden Peygamber (s)' çevresi ve yaşadığı dönemin ahvaliyle bağlantılıdır. [40]

 

 

"EhlKitab" Kavramı

 

"Ehl-i Kitab" ifadesi ilk kez geçtiği için burada diyoruz ki: birçok Kuran ayetimi açıkladığı gibi. bu kelime ile yahudi ve hrisiiyanlar kastedilmekledir. Mesela:

"Kitab sahiplerinin çoğu. gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra, sırf içlerinde ki kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Allah, her yv. gücü yetendir."

"Namazı kılın zekatı verin; kendiniz için yapıp gönderdiğiniz her hayrı. Allah m \'d mnda bulursunuz. Allah yaptıklarınızı görür.

"Yahudi ve hristivan olandan başkası cennete girmeyecek dediler. Bu, onların kıı runtıısııdur. De ki: "Doğru iseniz delilinizi getirin."

"Hayır, kim muhsin olarak özünü Allah'a teslim ederse, onun mükafatın, Rahhİni, kalındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."

"Yahudi/er: Hristiyankır bir temel üzerinde değiller, dediler. Hrisiiyanlar da: Yahu diler bir temel üzerinde değiller, dedi/er. Oysa hepsi kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedik/eri gibi demişlerdi. Artık Allah, ayrılığa düştükleri şey hakkında kı­yamet günü aralarında hüküm verecektir." (Bakara 2/109-113)

Ehl-i Kitab kavramı Kur'an'da birçok yerde, çeşitli üsluplarla ve birçok konu içeri­sinde; farklı bağlamlarda tekrar edilmiştir. Bunların bazıları hristiyan ve yahudüerden bir gurubun Mekke'de bulunduğu izlenimini vermektedir.

Birçok ayette; Muhammedi çağrının doğruluğu, Kur'ani davetin temelleri, bu davet ve önceki kitaplı dinlerin doğmuş olduğu kaynağın birliği hakkında onların tanıklığına başvurulmuştur. Onların tanıklığına başvurulması, onların şehadetlerinin beklenilmekle olan bir durum olduğunu göstermektedir. Dahası birçok Mckkî ayetle onların şahid ol­dukları, tasdik ve iman ettiklerini ifade eden pasajlar vardır. Mesela;

"Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz {Kur an'a) inanırlar. Onlara Kıır'an okunduğu zaman: O'na inandık, o Rabhimizden gelen gerçektir. Zaten biz ondan Önce de müşlümem idik, derler." (Kasas 28/52-53)

"De ki: Siz ister ona inanın ister inanmayın. O, daha önce kendilerine bilgi verilen­lere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar, Rabhinnzin şanı yücedir, gerçekten Rabbimizin sözü mutlaka yerine, getirilir! derler. Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve Kıır'an onların derin saygısını arttırır." (İsra 17/107-109)

"De ki: Hiç düşündünüz mü, Eğer bu (Kur'an) Allah katından olduğu halde siz onu ianımamışsanız; İsrailoğıılîarı'ndan bir şahid de bunun benzerini (Tevrat'ta) görüp inandığı halde siz büyüklük tasladıysanız? Şüphesiz Allah, zalim bir toplumu doğru yola iletmez." (Ahkaf 46110)

"Allah size Kitab'ı açıklamış olarak indirmişken, ben ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdik/erimiz O'nun gerçekten Rabbin tarafından indiril­miş olduğunu bilirler; onun için hiç kuşkulananlardan olma." (En'anı 61114)

"Kendilerine kitap verdiklerimiz sana indirilenden (ötürü) sevinirler. Fakat bazı gu­ruplar onun bir kısmını inkar ederler. De ki: "Bana yalnız Allah'a kulluk etmem ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi. Ben, O'na davet ederim, dönüşüm de O'nadir". (Ra'd 13/36}

Kur'an, yahudilerin kitaplarını sadece "Tevrat" ismi ile ifade etmiştir. Yahudilerin ellerinde, bugün yaygın olan Ahd-i Kadîm'in bölümlerinden bazı bölümlerin bulundu­ğunu gösteren ayetler vardır ki, bu (durum) Tevral isminin onların ellerinde bulunan Ahd-i Kadim bölümlerini ifade için kullamldığını göstermektedir. Hristiyanların kitap­larına gelince, Kur'an bunları tekil kipi ile bir (kitap)'tan daha fazla olmasına ve İncil adının onların ellerinde bulunanlar için bir (özel) İsim olmasına engel değildir. Kur'an'da Peygamber (s)'in vasıflarının yahudi ve hristiyanların ellerinde yaygın olan Tevrat ve İncil'de zikredilmiş olduğunu belirten bir ayet vardır ki. bu Araf sûresi 157. ayettir:

"Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o Peygamber'e uyarlar." [41]

Kur'an'daki ayetler, yahudilerin çoğunluğunun Medine'de bulunduğu Mekke'de bu­lunan Ehl-i Kitab'ın çoğunluğunu ise hristiyanların teşkil ettiği ve bunların komşu ülke­lerden gelen ve Arap olmayan topluluklar olduğu izlenimini vermektedir. Genellikle ayetlerin üslûbu Ehl-i Kitab'a yumuşakça ve sevgiyle yaklaşmaktadır.[42]

Ehl-i Kitab'ın ve özellikle yahudilerin Muhammedi davete karşı takındıkları tavırla­rın değişikliği sebebiyle bu üslûbun Kur'an'ın Medenî bölümünde değiştiği ortaya çık­maktadır. [43]

 

32- Hayır, andolsun aya,

33- Dönüpt"[44] gitmekte (olan) geceye,

34- Ağaran'[45] sabaha

35- Ki o (cehennem) büyük olaylardan biridir[46].

36- İnsanlar İçin uyarıcıdır.

37- Sizden ileri gitme veya geri kalmayı dileyen kimseler için.

 

Bu ayetler önceki ayetlerin tekrarıdır. Bunların içerisinde tehdit vardır. Sona erip döndüğünde aya; belirginleştiğinde ise sabaha yemin edilmiştir. Yeminin konusu; kafir­lerin korkutulduğu "Sckar"ın bir vehim olmayıp gerçek ve Allah'ın büyük delillerin­den/ayetlerinden biri olduğu, işlerinde açık bîr delil üzerinde bulunarak, dileyenin Al­lah'a imana ve davete uymaya yöneiip kurtuluşa ermeyi, dileyenin de böyle yapmayıp helak olmayı tercih etmeleri için bütün insanlara yönelik bir uyarıcı olmasının vurgulan-maşıdır.

Önceki ayetler uhrevî hayatın ve kafirlerin karşılaşacağı azap ve cehennemin gerçek olduğunu îekid ettikten sonra buradaki son ayel. insanların temyiz ve seçme kabiliyetleri­ne sahip bulunduklarını, Peygamber'in görevinin ancak uyarı ve tebliğ olduğunu anlat­mıştır. Burada da daha Önceki ayetler hakkında .söylediklerimiz tekid edilmiş olmakladır. [47]

 

38-  Her can kazandığıyla (Allah katında) rehin alınmıştır'[48].

39- Yalnız sağın adamları'[49]' (doğruyu bulmuş olanlar) hariç.

40-  Onlar cennetler içinde soruyorlar,

41- Suçluların durumunu:

42- "Sîzi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?"'[50] diye.

43- (Onlar da) dediler ki: "Biz namaz kılanlardan olmadık".

44- "Yoksula da yedirmezdik".

45- "Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık"'[51].

46- "Ceza gününü'[52]' yalanlardık".

47-  "İşte böyle iken ölüm[53] bize gelip çatlı".

 

Aynı şekilde buradaki ayetler de öncekilerin devamıdır. Özellikle birinci ayet daha önceki ayetin bir tamamlayıcısı ve her insanın, yaptığından; hidayet tarafına yönelmek veya bunu bırakmaktan sorumlu tutulacağının anlatımı ile onun bir devamıdır, ikinci ayet istidrâk (istisna) üslubu ile "Ashâbu'I-Yemîn"e ahirette cennetlerin bahşedileceğini ortaya koymuştur. Bu istisnadan ölürü Taberî ve ondan başka bazı müfessirler birinci ayetin masiyet işleyen ve inkar edenleri kastettiği şeklinde yorumlamışlardır: İkinci ve müteakip ayetler "Ashâbu'l-Yemîn" ile "mücrimler" arasında varsayılan (mukadder) bir diyalogu anlatmıştır. Birinci gumptakiler diğerlerine, kendilerini cehennem ehli arasına neyin sevkeltiği hakkında ilginç ve sevinç içerisinde olarak bir soru yöneltmişler, onlar da bunun sebebinin, kendilerinin Allah'a kulluk etmemeleri. Ona yönelerek namaz kıl­mamaları, miskinleri doyurmamaları; buna ilave olarak batıla dalanlarla birlikle batma­ları; hayatları sonra erip, yaptıklarının ne gibi sonuçlar doğurduğu gerçeği ile başbaşa kalana ve (nihayet) kendilerine hatırlatılan fakat kabul etmedikleri azab onların üzerin­de gerçekleşene kadar; hesap ve ceza gününü yalanlamaları olduğunu, ifade ederek ce­vap vermişlerdir. [54]

 

Ashâbu'l-Yemin Ve Ashâbu'ş-Şimâl

 

'-Ashabın-Ycmm71 mecazî bir ifadedir. Araplar sağ tarafı uğurlu sayıyorlar ve onu mübarek kabul ediyorar; sol tarafı ise uğursuz sayıp kötü kabul ediyorlardı. Başka ayet­ler de kıyamet günü insanlara yapıp etliklerini (belirten) kitapların verileceğini anlat­mıştır. (Buna göre) kurtulmuşlara (kitapları) sağ tarafından, hüsrana uğrayanlara ise sol taraflarından verilecektir. Nitekim bu durum Hakka sûresi 19-34 ayetlerde söyle geç­mektedir:

"Kitabı sağ tarafından verilen: 'Alın kitabım, okuyun- Ben hesabımla karşılaşacağı­nı, sezmiştim, zaten' der. Anık o, memnun edici br haya! içindedir. Devşirilmoi kolay yüksek bir bahçede... Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için! Ki­tabı sol tarafından verilen ise; 'Keşke bana kitabım veri/meşeydi! Şu hesabım, hiç h,i-memiş olsaydım! Keşke (ölüm) işimi bitirmiş olsaydı, malım bana hiçbir yarar sağlamadi, gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti' der. Tutun onu, bağlayın onu. Sonra ce­henneme sallayın onu! Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu! Çünkü o Allah'a inanmıyordu. Yoksulu doyurmaya önayak olmuyordu." (Hakka 69/19-34)

Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi; bu Ashâbu'l-Yemîn ifadesi ile kıyamci günü iman ve salİh amelleriyle kurtulanların kastedildiği anlaşılmakladır.

Her halükârda "Ashâbu'l-Yemîn" ve "Ashâbu'ş-Şimâl" ifadeleri karşılıklı olarak; zihinlerinde bulunanı yakınlaştırma, benzetme. Örneklendirme ve tesir etme için; Kur'an'ı dinleyen Arapların zihinlerinde yerleşmiş olan anlayışlardan, onların kavramla­rından ve konuşma üsluplarından iktibas edilmiştir.

Ahiret Günü, Kurtuluşa Eren ve Hüsrana Uğrayanlar Arasındaki Diyalog Ahirel günü, ulaşacakları makamlarına varınca, kurtuluşa erenler ve hüsrana uğra­yanlar arasında olacağı söylenilen diyaloglar tekrar tekrar anlatılmıştır. Ayrıca kafirlerin itirafları, pişmanlıkları ve yazıklanmaları tekrar edilmiştir. Mesela:

"Cennet halkı, ateş halkına seslendi: "Rahhinıizin bize va'dettiğini biz gerçek bul­duk. Siz de. Rabbinizin size va'dettiğini gerçek bu/dunuz mu? " (Onlar da) "evet" dedi­ler ve aralarından bir münâdî (müezzin) "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırdı. Onlar ki, Allah'ın yolundan men'edip onu eğriltmek isterler, ahireti de inkar ederlerdi." (Araf 7/44-45)

Görülen o ki, bunların anlatılmasında; uyarma, kınama ve düşünüp olumsuzlukların­dan vazgeçmeye dek, kafirlerin benliklerinde korku meydana getirmek gibi amaçlar he­deflenmiştir. [55]

 

48) Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.

 

Bu ayet de daha önceki ayetlerin devamı olup, kıyamet günü günahkâr/suçluya şefa­atçilerin yarar sağlamayacağını; davranışlarından dolayı müslchak oklukları korkunç mekana varacaklarını anlatmaktadır.

Görüldüğü üzere ayet, kişiye imanı ve amel-i salibinin fayda vereceği gerçeğine ka­firlerin dikkatini çekmiş; onları sapıklıktan vazgeçmeye ve şefaatçilerin şefaatlerine mcyletmemeye yöneltmiştir, [56]

 

Araplara Göre Şefaat İnancı

 

Birçok Kur'an ayeti, Arapların şefaat hakkındaki inançlarım ve şefaat meselesini; onların büyük çoğunluğunun tabi olduğu şefaat inancının şirk inancına yaklaştığını göstererek anlatmıştır. Çok sayıda Kur'an ayetinin de belirttiği gibi onlar Allah'ın en büyük ilah olduğunu itiraf etmekteydiler. Mesela:

"De ki: 'Biliyorsunuz dünya ve içinde bulunanlar kimindir? 'Allah'ındır' diyecek­ler. O hakle düşünmüyor musunuz? 'Yedi göğün Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir' de. Bunlar Allah'ındır diyecekler. 'O halde korunmuyor musunuz?' de. 'Allah'a aittir diyecekler. 'O halde, nasıl büyüleniyorsunuz' de". (Müminim 23/84-89)

"Onlara, 'Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok üstün, çok bilen (Allah)yarattı." (Zuhruf 43/9)

"Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Fakat (Allah) onları salimen karaya çıkarınca hemen ortak koşarlar". (Ankebut 29/65)

(Cahiliye Arapları Allah'a) inanmakla birlikte, birçok ayetin de gösterdiği gibi; Al­lah nezdinde şefaat etmelerini istemek kasdiyla; İbadet, yönelim ve duada O'na başka varlıkları şirk koşuyorlardı. Mesela:

"Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de yarar veremeyen şeylere, tapıyor/ar ve: Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizde! diyorlar. De ki: Allah'ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? O, onların koştukları ortaklar­dan uzak ve yücedir." (Yunus 10/18)

"İyi bil ki, halis din yalnız Allah' indir. O'ndaıı başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" diyenler: şüphesiz ki Allah, onlar ara­sında, ayrılığa düştükleri şeyde hüküm verecektir. Allah; yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez." (Zümer 39/3)

Tercih edilen görüşe göre; şu an konumuzu teşkil eden ayetin anlamı; (şefaat inancının) kötülenmesi ve buna inananların dalalet ve hüsranda olduklarının vurgu­lanması ile bağlantılıdır. Çok sayıdaki ayette bu husus tekrar edilmiştir. Mesela:

"Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar, hiç bir şeve malik olmayan, düşünmeyen şeyler o/salar da mı? De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü onundur. Sonra O'no döndürüleceksiniz." (Zümer 39/43-44)

"Ondan başka ya/vardıkları şeyler, şefaate sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik eden/er bunun dışındadır." (Zuhruf 43/86)

Daha önce açıkladığımız üzere söz konusu ayetlerin çoğu Arapların, inandıkları ve Allah'a ortak koştukları şefaatçilerin ilk etapta; -Allah'ın kızları olmaları ve onun huzu­runda bulunmalarını kabul etmeleri itibariyle-"melckler" olduğunu göstermekledir. Bu belki de, zihinlerinde Allah'ı, dünyanın kralları, oğul ve saltanat sahipleriyle mukayese etmelerinden kaynaklanmaktadır. Öyle ki, bu kimselerin çaba ve çıkarları, bunlar ile ih­tiyaç sahipleri arasında engel olmuş, onlar da bu kimselere ulaştıracak aracıların zorun­lu olduğu kanaatine varmışlardır. (Ayetler) Arapların, Allah'a ve O'nun büyüklüğüne i-man etmelerine rağmen, hiç bir şaibe ve karmaşaya yer vermeyen İslamdaki eşsiz tev-hid İnancının ne anlama geldiğini göstermektedir.

Durum ne olursa olsun burdadafci aycl ve konumuzla ilgili diğer ayetlerde şefaatçile­rin şefaatine dayanmanın sapıklık olduğuna dair, geniş boyutlu bir uyan vardır. Öyle ki. kişi iman edip salih amel işleyenlerden olmaz ise bu şefaatçilerin Allah yanındaki mer­tebeleri ne kadar yüce olursa olsun. Allah'ın rızasını gözeten; ona iman edip takva eden­ler müstesna; şefaat etmeleri imkansızdır. Burada engelleyici ve yoneltici bir durum var­dır. [57]

 

49-50-51- Böyle iken onlara ne oluyor ki, adeta yırtıcı hayvandan"[58] ürküp'[59]kaçan yaban eşekleri'-[60] gibi (hâlâ) öğütten'[61] yüz çeviriyorlar?

 

Buradaki ayetler daha öncekilerin devamı ve tamamlayıcısıdır. Zira, kafirleri ayıplı makta, Peygambcr'in çağrısına sırtlarını dönmeleri ve vahşi eşeklerin kendilerine göl nen yırtıcı hayvandan kaçmaları gibi çağrıdan kaçmalarının nedenini sorgulamakla1 dır. [62]

 

52)  Hayır, onlardan her kişi kendisine açılan sabiteler ve­rilmesini istiyor,

53)  Hayır, dahası onlar aşiretten korkmuyorlar.

54) Hayır, O (KUf'an) bîr ikazdır.

55) Dileyen onu düşünür, oğul alır.

56) Allah dilemedikçe, onlar öğüt alamazlar. Takva ve mağfiret ehli O'dur.

 

Bu ayetler de kendinden öncekilerin devamı olup istisna ve kınama üslûbu ile aynı konuyu takip etmiştir. Birinci ayet gösteriyor ki. kafirler, iddia ve çağrısının doğru ol­duğuna delil olması için kendilerine yazılı sayfalar indirilmesini isteyerek Peygamber (s)'e meydan okumuşlardı. Ayrıca bu ayetin, kafirlerin aşın inatlarından Ötürü, kınama tarzında olması da muhtemeldir.

Kafirler iman edip Peygamberi tasdik etmek için kendilerinden herbirinc gökyü­zünden öze! bir kitap indirilmesini istiyorlardı1[63]. Bazı müfessirlerin rivayet etliğine göre müşrikler Peygamber (s)'c "Sana tabi olmamızı istiyorsan, içerisinde tabi olmamızın emrcdildiği, filan ve Ulan şahıslara Özel birer kitap gelir1 demişlerdi[64].

Diğer bazı müfessirlerin naklettiğine göre ise; kafirler Peygambere "Bizden herbiri-mizin yanı başında senin Allah'ın elçisi olduğuna dair ve içerisinde sana tabi olmamızın cmredildiği (Allah) katından gönderilmiş bir kitap oksun"" demişlerdir. İsra süresindeki ayetlerden biri onların bu tulumlarını şöyle anlatmaktadır:

"(Dediler ki:) 'Yahut altından bir evin olmalı, ya da göğe {■ikmalisin. Sen bize, oku­yacağımız bir kitap da indirmedikçe senin göğe çıktığına da inanmayız'/ De ki: 'Rahhi-min şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan değil miyim?" (İsra 17/93)

İkinci ayet onların tavırları ile alakaiı olarak vakıayı, daveti kabul etmemelerinin ne­denini, zecr (engelleme) ve istidrak (istisna) üslûbu ile ortaya koymuştur. Bu da, onların ahiretten korkmaları ve onu inkar etmeleridir. Burada ayetin Peygamber (s)"i rahatlat­ma/teselli tarzında olduğu görülmektedir.

Üçüncü ve dördüncü ayetler; hatırlatma, insanlara tebliğ cime: sonra, kabul etme ko­nusunda onları kendi tercih ve iradeleri ile haşhaşa bırakma gibi hususları kapsayan Peygambcr'in görevinin anlatımı biçiminde; kafirlerin meydan okumaları ve aşırı inal­larına verilen bir cevabı içermekledir. Beşinci ayetle ise Öğüt alma ve daveti kabul etme hususunda insanların dilemelerinin Allah'ın dilemesi ile bağlantılı olduğu anlatılmıştır ki; Allah takva ve saygı duyulmaya daha layık; af ve mağfirete ise kadir olandır. [65]

 

Allah'ın Dilemesi

 

"Allah dilemedikçe (onlar da) dileyemezler; ancak Allah'ın dilediğini dileyebilirler"(İlk etapta) İnsanların dilemelerinin Allah'ın dilemesine bağlı olduğunun belirtildiği beşinci ayet ile insanların mutlak irade sahibi olduklarının anlatıldığı (37.) aycl arasında bir çelişki veya tahdit görülmekledir. Bazı alim ve müfessirler; buradaki ifade, insanlann ancak Allah'ın kendilerinde yaratmış olduğu irade kuvvetiyle dileyebileceklerinin anlatımı tarzındadır. Eğer böyle olmasaydı insanlar irade sahibi olamazlardı, demişler­dir. Diğer alimler ise; insanların iradesinin Allah'ın iradesine bağlı ve Allah'ın iradesi­nin onların iradelerinin önüne geçmiş olmasından, zahirdeki mutlak anlamın kastedildi­ği (buna göre de) insanların ancak Allah'ın dilediği şeyleri dileyebileceklerini, söyle­mişlerdir.

Bu ayet ile insanlarda mutlak olarak tercih ve irade kaabiÜyelinin olduğunu ortaya koyan diğer ayetler arasında çelişki/zıtlık görüldüğünden ötürü bu gibi ayetler; çeşitli kelâmı ekollere mensup alimler arasında tartışma konusu olmuştur,

Bize öyle geliyor ki, birinci görüş insanlarda irade ve tercih etme kabiliyetinin anla­tımı ile uygunluk arzetmektedir ki, bu durum daha önce geçen ayetlerde ve bunların dı­şındaki birçok ayette yer almıştır. Aynı zamanda bu (görüş), insanlarda irade yeteneği­nin olduğunu direkt olarak ortaya koyan ayetten sonraki ayetin ruhuna da uygundur. Yi­ne bu, Peygamberlerin gönderilmesi ve ahiret gününün hikmefine de uygundur ki, bu günde insanlar Allah'ın kendilerine bahşetmiş olduğu bu irade, tercih etme ve fiiliyata geçirme kuvvetiyle işlemiş oldukları amellerinin karşılıklarını göreceklerdir. Buradaki ayetler ile eylemleri ve düşünmeyi insana nispet eden Kur'an'daki ayetlerin büyük bir bölümü neredeyse bu görüşün kesin doğru olduğunu ortaya koyan delillerdendir. Buna ilaveten bizim düşüncemize göre (ilgili) ayet ile; yüz çevirme, inat ve düşmanlık gibi in­karcıların gösterdiği (olumsuz) tavırlara üzülmemesi için Peygamber'in teselli edilmesi amaçlanmıştır. Bu husus Kur'an'daki birçok yerde tekrar edilmiştir. Mesela;

"Kötü işi, kendisine süslendirilip de onu güze! gören kimse, (kötülüğü) hiç istemeyen kimseye benzer mi? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini yola iletir. Bun­dan dolayı kendini onlar için helak etme. Allah onların ne yaptıklarını biliyor." (Fatır 35/8)

"Sen sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. O, yo­la gelecekleri daha iyi bilir." (Kasas 28/56)

"Eğer onların yüzçevirmcsi sana ağır geldiyse, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki, onlara bir mucize getiresin! Al­lah dikseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahil­lerden olma!" (En'am 6/35)

"Ancak dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndürülecekler." (En'am 6/36)

Görülen o ki, ayetler hidayet ve (daveti) kabulü, (eylemlerin) sahiplerine nispet etmiştir. Bu durum bizim yorumumuzun doğruluğunu gösteren bir delil olabilir. [66]

 

Kâfirlerin Peygamber'den Mucize İstemeleri Ve Kur'an'ın Verdiği Cevaplar

 

Kafirlerin meydan okumaları ve mucize taleplerini gösteren birçok tablo Kur'an'da tekrar edilmiştir. 52. ayet bu tür ayetlerdendir ve eğer müfessirlerin rivayetleri sahihse -ki sahih olmalarına engel bir durum da yoktur- bu meydan okuma hareketlerinin ilkini teşkil etmektedir.

Çünkü (bu ayetteki) tablo daha önce de belirttiğimiz gibi başka bir Kur'an nassı ile teyid edilmiştir.Bu durum, kafirlerin kendilerine Peygamber (s)'in risaletinin doğru olduğunun teyid edildiği ve O'na tabi olmanın emredildiği kitapların indirilmesini istemeleri dolayısıyla olmuştur. Müteakip ayetler ise onlan reddetmiş ve bu olumsuz tavırlarının aslında ahi-retten korkmamalarından kaynaklandığım, Peygamber'in risaleti ve O'nun kendilerine okuduğu Kur'an'ın bir öğüt olup, dileyenin öğüt alarak hidayete ulaşabileceğini açıkla­mış fakat onların (isteklerini) yerine getirmemiştir.

Kur'an kafirlerin göstermiş oldukları her meydan okuma eyleminde ve onların her olağanüstü delil taleplerinde öz olarak tıpkı bu ayetlerde olduğu gibi onları cevaplayıp reddetmiştir.

İfade ve üsluplar farklı olsa da; ayetler kişinin, davetin doğruluğu, kendisinin evren­deki gücü, kainattaki eşsiz deliller, sonsuz hikmet ve ince tabiat kanunlarının farkına varması, üstün ahlâka ve fazilete yönelip günah, azgınlık ve çirkinliklerden engelleyen Özelliğini görmesi için; kafirlerin meydan okuma isteklerine uyulmadan; düşünülmesi için akıllara, yönelmeleri için kalplere hitap edilmek suretiyle; Peygamber'in çağrısının tek bir Allah'a çağrı ve O'na ibadet; O'nun dışındakilerini bir tarafa atmak ve salih amel işlemek; küfür, şirk, günah ve çirkinliklerden uzaklaşmak olduğu; bu özellikleri taşıyan çağrının bazı olağanüstü desteklere muhtaç olmayıp ancak tefekkür, izan, iyi ni­yet, temiz kalp ile hak, hayır ve hidayete yönelip, inat ve husûmetten uzak durmak ol­duğunu; bazen açıkça bazen de üstü kapalı olarak açıklamıştır.

Nitekim şu ayetler bunu göstermektedir:

"O'na bir melek indirilmeli değil miydi?" dediler. Eğer bir melek indirseydik, is bi­tirilmiş olurdu, artık kendilerine hiç göz açtırılmazdı."

"Eğer O'nu melek yapsaydık, yine bir adam (insan) yapardık ve onları yine düştük­leri kuşkuya düşürürdük."

"Senden önce de peygamberlerle alay edilmişti. Fakat onlarla alay edenleri, alay ettikleri gerçek kuşatıverdi." (En'am 6/8-10)

"Eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına olanca güçleri ile Allah'a yemin ettiler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Hem bilir misiniz o, gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar."

"Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları gibi (sonra inan­mazlar) ve bırakırız onlan, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar."

"Biz unlara melekleri ındirscvdik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi topla­yıp karşılarına getirseydİk, Allah dilemedikten sonra vinç inanmazlardı. Faka: (okları bilmezler." (En'am 109-11 I)

"İnkar edenler diyorlar ki: Ona Rabhinden bîr avet indirilmeli değil miydi? "Sen. ancak bir uyarıcısın; her toplumun bir yol göstericisi vardır." (Ra'tl i 3/7)

"Ve iste biz O'nu. Arapça bir hüküm (kik/p) olarak indirdik. Eğer sana gelen hu ilimden sonra onların arzularına uyarsan. Artık seni A/lalı'tan kurtaracak ne bir veli ne de korııvucıı olmaz." (Ra'd 13/37)

"Dediler ki: Yerden bize bir göze fıskırtmadtkça sana inanmayız! Yahu! senin hurma ve üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı, ara/arından ırmaklar fışkırtma/ısın. Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin. yahut Allah'ı ve melekleri kar­şımıza getirmelisin. Yalıtıl altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. (Yine del sen bizim üzerimize, okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin göğe çıkmana da inanma­yız! De ki: Rabbimin şanı yücedir. Ben. sadece elçi bir insan değil miyim'.' Zaten kendi­lerine hidayet geldiği zaman insanları doğru yola gelmekten alıkoyan şey hep: "Allah, bir insanı elçi mi gönderdi?" demeleridir. De ki: "Eğer yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsaydı elbette onlara gökten bir meleği elçi gönderirdik." De ki: "Benimle si­zin aranızda şahit o/arak Allah yeter. O, kullanın haber alır, görür. "Allah kime hida­yet ederse, işte doğru yolu bulan odur. Kimi de sapıklıkta bırakırsa artık onlar için on­dan başka veliler bulamazsın. Kıyamet günü onları, yüzü ko\un, kör. dilsiz ve sağır hır halde süreriz. Varacakları yer cehennemdir. Ateş dindikee, onlara çılgın alevi arttırı­rız." (İsra 17/90-97)

"Kendilerine okunan kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi ini? Şüphesiz inanan bir toplum için barda bir rahmet vardır. De ki: "Bizimle sizin aranızda şahıd olarak Al­lah yeler. O. göklerde ve yerde olanları bilir. Batıla inanıp Allah'a karşı nankörlük edenler, işte ziyana uğrayanlar onlardır." (Ankchııl 29/5 1-52)

Kafirlerin meydan okumalarına verilen bu güçlü cevaplar Peygamber'in çağrısının olağanüstü desteklere (mucizeler) muhtaç olmadığı; niyetleri iyi, vicdanları temiz olan­lar, hak ve hakikatle yönelimleri doğru olan kimselerin iman etmiş okluklarının anlatımı tarzındadır. Burada; onların hakka dönüp (Peygamber'in çağrısını) kabul etmeye yönel­tiri yeterli hususlar vardır. Niyetleri çirkin olan. hak ve hakikate meyilleri olmayanlaı ne kadar açık delil ve mucize görseler de iman etmeyeceklerdir, Eğer herhangi ıir aye-lin olması gerekiyorsa önada onlara okunan ve onların islediklerine tamamen yeterli olan Kuran vardır. İşte hu şekilde Kur'anî-Muhammedi çağrı daha öncekilerden a\ Tı­rnakladır. Şöyle ki İslam, kafirlerin mucize isteklerini verine getirmek için olağanüstü olaylar üzerine bina edilmeyip, akla ve kalbe hitap etmek: kainatla var olan eşsizlik, ni­zam ve büyüklüğe dikkat çekmek, bu davetin içinde yer alan hak. hayır, iyilik, iyiliği emredip kötülükten nehyclmc, güzel/hoş şeylerin helal kılınıp açık ve gizli günahların haram kılınışı, dayanışma ve yardımlaşmaya teşvik, istila ve yağmanın yasaklanması, insanları hak ve sorumluluklar karşısında eşit ve birbirine destek olmaları; hak, adalet, özgürlük, güzellik ve iyiliğin hakim olduğu, bir insani toplumun oluşturulması gibi için­de barındırdığı prensipler üzerine kurulmuştur.

Bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz: Bizim Kur'an ayetlerinden ilham alarak anlattıklarımız, kafirlerin Peygamber (s)'e meydan okumaları ve onların Allah'la bağ­lantısı olduğunu destekeyen mucize ve olağanüstü şeyler getirmesini istemelerini red­detme biçimindedir. Yeri geldiğinde üzerinde duracağımı/ birçok Kur'an ayetinin gös­terdiği ve sağlam senetli birçok hadiste yer aldığı üzere: çoğu kez; özelde kendisi ve ge­nel olarak da tüm müslümanlar İçin yüce Allah'ın Peygamber (s) elinde çeşitli suretler­de birtakım mucizeleri göstermiş olduğunu inkar etmiyoruz. Bunlar Peygamber (s)"in gece yolculuğu (İsra), kendisine vahiy inmesi. Allah'ın meleğini görmesi, ruhanî-rabba­ni sahneleri ve Allah'ın büyük delillerini müşahade etmesi (gibi mucizelerdir.) Nitekim bundan önceki sûrenin ayetlerinde bu konuya değinilmiştir.

Böyle söylerken: Kamer sûresinin ilk ayetinde anlatılan, kafirlerin meydan oku­ma/mucize istemeleri üzerine ayın yarılması olayının fiili olarak meydana gelmiş oldu­ğu hakkında kuvvetli senetleri olan hadislerin varlığını da bilmekleyiz. Şu kadar var ki. yeri geldiğinde bunların üzerinde durulması daha uygun olur.

53. ayet. ahiret konusu ve kafirlerin tavırlarının nedenleri hakkında kuvvetli bir tel­kini içermiştir. Şöyle ki, ahirele inanmayan (kişi) çeşitli alanlarda, hak ve hayra dikkat etmez; dünyada yaptıklarının karşılığını ve cezasını düşünmediği takdirde zâiî ve vicda­nî bir atılını ile bu sahalara atılmaz, akıbetinden kurtulacağını bilirse günah ve çirkin iş­lerden uzak durmaz. İşle böylece bu ayet. ahiret gününe iman çimenin insanların yaşan­tısında ne kadar etkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu, daha önceki bir bağlamda bizim açıkladığımız, görüşe uygun düşmekle ve onu desteklemektedir. "Onlardan her biri ken­dilerine açılmış sahifeler verilmesini islerler" ayetinde ise Kur'an dinleyicilerinde okur­yazar olanların sayısının büyük çapla olduğunun ve onların sayfalar yani bir kağıi veya yumuşak ince deri üzerine yazdıkları, katlayıp yaydıkları hususunda bir delil vardır. Bu durum: Arap kültürünün zayıflığı ve çerçevesnin darlığı şeklinde zihinlerde var olan ka naatlcrin yanlış olduğunu göstermektedir,[67] [68]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/85.

[2] cl-Müddcssir Örtünen; yani elbise ve örtüsüne bürünen.

[3] er-Rucz Fuhş, günah ve putlar1.

[4] ve lâ Memnun testeksir Karşılık olarak daha fazlasını elde etmek kasdıyla (sadaka vs.) verme. Yaptığın iyiliği çok görüp başa kak­ma, gibi anlamlara geldiği söylenilmiştir2.

[5] Bkz: Taberi Tefsiri.

[6] A.g.e.

[7] Ayetlerin tefsiri hk. bkz: Taberî Tefsiri.

[8] Bkz. Âiûsî Tefsiri, Taberî Tarihi, 11/50-52 (istikâme matbaası basımı).

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/86-88.

[10] en-Nâkûr İnsanları çağırmak ve uyarmak (dikkatlerini) çekmek amacıyla özel ses çıkartmak için üzerine vurulan veya içerisine üflenilen alet. Bu, sûr (boru) veya boynuzdur,

[11] Tefsiri için bkz. Taberî Tefsiri.

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/88.

[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/89.

[14] Halaktu vahiden Her türlü güç, mal ve evladı olmadığı halde yarattım.

[15] Benine şuhûden Kendisine yardım etmek ve işlerini çevir­mek için emrine âmâdc evlatlar.

[16] Mehhedtü lehûj Onu yerleştirdim.

[17] Se urhikuhû saûde O'nun peşine sıkıntılar salacağım, demektir. Çünkü zorluk genellikle tırmanırken meydana gelmektedir.

[18] Bkz: Taberî, Âlûsî ve Zemahşerî tefsirleri.

[19] Bkz: Keşşaf Tefsiri.

[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/90.

[21] İnnehû fekkera ve kaddera Sonucu düşündü, düşün­dükten sonra hesap etti, demektir.

[22] Kutİlc Allah onu kahretsin mânâsında, bedduadır.

[23] Besera Asık surat ile karşıladı.

[24] Yuser Bilinen, Öğrenilmiş.

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/91-92.

[26] AsrıTn-Nebî kitabtmızın III. (Düşünce Hayatı) bölümünden s. 293 vd. sihir ve kahinlik konusunu okuyunuz.

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/93-94.

[28] Sekar Ateş, cehennem.

[29] La tubkî ve lâ tezer Onların bütün vücutlarını yakar, bunlardan geriye hiç bir şey bırakmaz9.

[30] el Beşer 29. ayette 'Vücut derileri", 31. ayette "insan" mânâsın-dadır.

[31] Levvâha Yakıcı, kavurucu.

[32] Fitne Deneme, sınama, imtihan.

[33] Bkz:Taberî Tefsiri.

[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/95-96.

[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/96-98.

[36] Bkz: Zemahşerı Tefsiri, 1/190 vd.

[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/98-99.

[38] Bkz: Zemahşerî, Esâsu'I-Belâğa.

[39] Bkz: el- Kur'anu'l-Mecîd kitabımız, s.185-189.

[40] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/99-103.

[41] Araf Sûresi'nin tefsiri sırasında, inşaallah bu konuyu açıklayacağız.

[42] Asru'n-Nebî kitabımız s.95'te Hicaz'da "Yabancı Topluluklar" konusunu; Sîratu'r-Rasûl kitabımızda da hristiyanlar ve yahudiler bölümlerini okuyunuz.

[43] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/103-105.

[44] Edbera Arkasını döndü.

[45] Esfera Belirginleşti, ortaya çıktı.

[46] İhda'l-kiber Allah'ın büyük delillerinden birisi. Tercih edilen görüşe göre burada kastedilen "Sekar"dir.

[47] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/105-106.

[48] Küllü nefsin biıuâ kesebet rehine Her kişi yaptığından sorumlu ve ondan ipotekli (nıürtehin)dir.

[49] Ashaba'I-Yemhı Kıyamet günü, kurlu İm usları anlatan bir Kur'anî ifadedir.

[50] sele kekimi fi sekar "Sizi cehennemde yer alanlar içerisine kim yöneltti1' demektir.

[51] el-Havd Bir şeyde derine dalmak. Burada herhangi bir bilgiye dayanmaksızın ve haksız olarak (günaha) düşmek ve sürçmek veya batıla dalmak kastedilmiştir.

[52] Yevmu'd-Dİn Din, burada "karşılık verme/ceza" anlamına gel­mektedir. Bu, hesap yani kıyamet gününün kastedildiği bir Kur'anî ifadedir.

[53] el-Yakın Ölüm ve hayatın son bulması mânâsındadır.

[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/107.

[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/107-108.

[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/108.

[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/108-110.

[58] Kasvcraj Yırtıcı hayvanların adlarından biridir.

[59] Müstenfira Kaçmakta olan, mânâsmdadır.

[60] Hıımıır Eşek kelimesinin çoauludur. Bu çoğul kalıbının sadece vahşi eşekler için olduğu söylenilmiştir.

[61] Tezkira Peygamberin çağrısı anlamındadır.

[62] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/110.

[63] Bkz: Taberî ve İbn Kesir tefsirleri. Bu iki tefsirde her iki yorumu da destekleyen ifadeler bulunmakladır.

[64] Bkz: Taberî Tefsiri.

[65] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/111.

[66] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/111-112.

[67] Yine bkz: Asru'n-Nebi kitabımız s.205 vd.

[68] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/113-115.