"Onların Kalplerinde Hastalık Vardır" İfadesi Üzerine
Ashâbu'l-Yemin Ve Ashâbu'ş-Şimâl
Kâfirlerin Peygamber'den Mucize İstemeleri Ve Kur'an'ın Verdiği Cevaplar
Kurandaki Sırası : 5
Nüzul Sıram : 74
Ayet Sayısı : 56
İndiği Dönem : Mekke
Bu
sûrede açık ve aşikar olarak davet ve uyarı görevini yerine getirmesi
Peygamber'e emredilmiş, izlemesi gerekli metod ortaya
konulmuş, kafirler kıyamet günü ile ikaz edilmiş; Peygamber ve Kur'an'a alay, inkar, ardını dönme ve tehdit gibi
tavırlarla yaklaşanlar ayıplanmış, insanın yaptığından sorumlu olduğu
vurgulanmıştır. Bundan başka ilk kez bu sûrede "melâike" ve "Ehlu'l-Kitâb" lafızları
zikredilmiştir. İlk ayetlerinin yalnız başına nazil olması ve bunların nüzulünün
erken döneme tesadüf etmesinden Ötürü, Müddessir'in
dördüncü süre olarak tertip edilmiş olma ihtimali vardır. Zira bu ayetleri
izleyen ayetler, Peygamberin risaletinden epeyce bir
zamanın geçmesinden sonra meydana gelmiş olabilecek
bazı sahne ve tavırları ihtiva etmektedir. Bunun yanında süredeki ayetlerin
üslup ve insicamı bunların tek bir defada veya ard
arda nazil olduğu; ilk ayetlerin Peygamber'i destekleme farzında İndiği
görüşünü doğrulamaktadır. Bu takdirde sûrenin dördüncü sıraya yerleştirilmesi
doğru değildir. [1]
Rahman ve Rahim
Allah’ın Adıyla
1- Ey
örtüsüne bürünen[2]
2- Kalk ve
uyar.
3- Rabbini
tekbir et.
4- Elbiseni
temizle.
5- Pislikten
[3]kaçın.
6 -Verdigini
çok bularak başa kakma[4].
7- Rabbin
için sabret.
Buradaki ayetlerin
lafızlarında vezin ve kafiyeyi muhafaza için takdim ve tehirlerin bulunduğu
görülmektedir ki, bunların takdiri şöyledir:
Yaptığını çok görme ve
başa kakma, Yaptığın[5] işi
karşılığında çok şey bekleyerek yapma. Rabbinin hükmüne sabret.
Rivayetler bu
ayetlerin, Peygamber (s)'e Hira mağarasında ilk
vahyin gelmesinden kısa bir müddet sonra nazil olduğunu belin inektedir.
Peygamber'den naklen, vahyin kesilmesini anlatan Câbir
b. Abdillah el Ensâri
hadisinde geçtiğine göre Rasûlullah
(s) şöyle buyurmuştur: "Ben yolumda [6]yürüyorken
gökyüzünden bir nida işittim ve başımı yukarı kaldırdım. Birden bire (karşımda)
Hira mağarasında bana gelen meleğin gök ve yeryüzü
arasında bir kürsü/taht üzerinde oturduğunu gördüm. Ondan korkarak irkildim.
Ailemin yanma döndüm
ve "beni örtünüz, beni örtünüz" 'Zemmilûnî'
(Başka bir rivayete göre 'dessirûnî ) dedim. Onlar
da beni örttüler. Bilâhare Allah, "Yâ eyyuhc'1-müd-dessir"den
"Pislikten kaçın" ayetine kadar olan bölümü inzal buyurdu. Bundan
sonra vahiyler birbiri ardınca gelmeye devam etti[7]."
Sûrenin toplu olarak nazil olan ilk, ikinci, üçüncü veya dördüncü sûre olduğunu
belirten rivayetler de varda[8].
Müteakip ayetler, bazı inkarcı kafirlerin söz ve tavırlarına yer verdiğinden
ötürü bu ayetlerin ancak Kur'an'dan bazı bölümlerin
nüzulünden ve Peygamber (s)'in risalel yolunda belli
bir mesafe kaydetmesinden sonra nazil olmuş bulunması gerekir. Bu yüzden ilk
ayetlerin erken dönemde indiğini belirten rivayet sebebiyle sûre bu şekilde
tertip edilmiştir.
Ayetler, insanların
uyarılmaları, davet edilmeleri ve iemiz-pak bir
görünüş, hoş-talh bir dil ve tevazu ile ortaya
çıkması konularında Peygamber (s)'e yönelik emirleri ihtiva etmiştir. Bu hal Müddesir'in ilk ayetlerinin, Alak'ın
ilk ayetlerinin nüzulünden sonra topluca inmiş olduğunu belirten rivayeti destekleyebilir.
Bizim esas aldığımı/: Mushaf bu sûrenin MüzzemmiFdcn
sonra nazil olduğunu belirtmiş ve nüzul yönünden dördüncü sıraya
yerleştirmiştir. Bu yüzden biz de bu sıralamayı ihlal etmedik. Gerçi önceki
ayetlerin içeriği ve nazmı ile müteakip ayetlerin içeriği ve nazmı sûreyi
oluşturan ayetlerin birbirinden kopuk olmadığını göstermektedir. Bu takdirde
önceki ve sonraki ayetler, içerisinde davetin ilke ve hedeflerini belirten
bazı Kuran bölümlerinin inişinden sonra, Peygamber (s)'i destekleme amacıyla
birlikle veya peşpeşe nazil olmuş olmaktadır. Bu
duruma göre ise; sûrenin dördüncü sûre olarak sıralanışı doğru gözükmemektedir.
Her halükârda
ayetlerin üslup ve içeriği, (sûrede) İslâm'a davette Allah'ın Peygamber (s)'e
gösterdiği metod, insanlarla ilişkiye geçme ve onları çağırma, kuvvetli delillerle ikaz etme
gibi hususların Allah'ın bildirdiği bu metod, eşsiz
ve yüce bir özelliğe sahiptir. Allah bütün her şeyden, kendi dışındaki bütün
değersiz ve küçük şeylerden yücedir. O'ndan başka unsurları Rabb edinerek yüceltmek yakışıksız bir iştir. Sadece O'nu
tazim etmek gerekir. Görevde sabır ve sebal etmek,
onu başarmayı sağlayan iki faktör-1 dür. Allah'a ve güzel ahlâka davet eden
kimsenin, başa kakma, bir bedel ve karşılık bekleme gibi olumsuz vasıllar
olmaksızın, kendilerini Allah'a adamaya, güzel ahlâka ve hayır işlemeye
çağırdığı kimseler için çok iyi bir örnek ve temiz, her tür fuhşiyât,
günah ve çirkinliklerden, hoş olmayan görüntüden uzak olması gerekmektedir.
Peygamber'in hayalını
(es-Sîre en-Ncbeviyyc) ve
O'nun (hayatına dair) en doğru tabloları ihtiva eden Kur'an
ayetlerini inceleyen kimse Peygamber (s)'in bu metodu la-kip ettiğini
görecektir. Bu metod; O'nun çağrısında başarılı
olması, ilk iman eden arkadaşlarının kendisini destekleme ve çevresinde
toplanmada son derece samimi olmaları, iman etmeyenlerin kendisine saygı
duymaları ve O'nu takdir etmeleri; bunun yanında O'nun ahlâki meziyetlerini
inkar etmemelerini sağlayan en güçlü etken olmuştur.
Görüldüğü gibi, bu metod Peygamber (s) için çizilmiş ise; (de) onun ihtiva
ettiği (mesaj), ümmet içerisinde önderlik, yönlendirme, irşad
ve ıslah fonksiyonlarını üstlenen her ıslah, davet ve mevki sahibi için de
geçerlidir.
Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinin
giriş kısımlarındaki benzerlik ve uyum dikkat çekicidir. İlk bölümde Peygamber
(s)'in büyük görev için hazırlanması ikinci bölümde de insanları davet edip
uyarması emredildiği zaman (uyması gerekli) metod
anlatılmıştır.
Dahası,
okuyucu dikkatle bakacak olursa; ilk iki sûrenin giriş bölümlerinde de bir
benzerlik ve uyum olduğunu görecektir. [9]
8- Sûra
üflendiği zaman,[10]
9- İşte o
gün, çetin bir gündür.
10-Kafirler
için kolay değildir.
Ayetlerde, insanların
kıyamet gününde diğer hayat için haşrolunacakları
zaman kafirlerin karşılaşacakları zor ve çetin tavıra
işaret vardır.
Görüldüğü gibi, bu
ayetler uyarma ve tehdit tarzındadır. Ayetlerin başladığı "fe" harfi, "takibiyye"
[11]harfidir.
Sanki bu ayetler,
destekleme ve tatmin amacıyla Allah'ın Peygamber (s)'e sabrı emretmesini takip
etmekte onu pekiştirmektedir. Pcygamber'e düşen;
asaletini inkar edenlerin tavırlarına sabretmesidir.
Öyle
ki ahiret gününde bunların hesapları çok çetin
olacaktır. Bu (durum), sûrenin ayetlerinin birbiriyle nazım, konu ve nüzul
yönünden bağlantılı olduğu yönünde bizim ortaya attığımız görüşün doğruluğunu
ortaya koymaktadır. [12]
Nâkûr'a üflemek, kıyamet ve haşr
günü için bir ilandır. Bunun (bir) benzeri sûra üf-lemektir ki, diğer ayetlerde bu (ifade) geçmiştir. Mesela;
"Sûra üflenmiş,
göklerde ve yerde olanlar bayılmışlar ancak Allah'in
dilediği sarsılmamıştır. Sonra ona bir daha üflenmişîir,
birden onlar ayağa kalkmış, bakıyorlar-dır." (Zümer
39/68)
Önemli bir iş için
toplamayı istediklerinde insanlar davula vurmak, boruya üflemek veya sesi
yükselten aletleri kullanmak gibi işlere alışkın olduklarından, Kur'an ayetle -rindeki bu
ifadeler görüldüğü gibi benzetme ve (zihinlerde) yaklaştırma için gelmiştir.
Zira, Allah ahiret günü için insanların hasrını
dilediği zaman, bu tür işlerden müstağnidir.
Çağrı araçlarının
çeşitli olduğu görülmektedir. Burada Nâkûr, başka
ayetlerde sûr -ki bunun benzerleri de tekrar edilmiştir- başka bir ayette ise
"nidâ"dır. Mesela:
"Dinle o gün münâdîyakın bir yerden nida eder" (Kaf
50/41).
Başka ayetlerde
"zecre" veya "sayha" şekillerinde geçmiştir.
"O sadece korkunç
bir sesten (sayha) ibarettir: Hemen onlar baktyorlardır."
(Sâffât 37/19)
"O gün, o çağrıyı
(sayha) gerçek olarak duyarlar. İşte bu (dirilip) çıkış günüdür." (Kâf 50/42)
"Sadece-jek bir haykırış (sayha) olur, hemen onların hepsi
huzurumuza getirilirler. (Yasin 36/53)
Bu
ifade çeşitliliği yukanda belirttiğimiz görüşümüzü
desteklemektedir. [13]
11- Benimle şu adamı yalnız bırak ki, ben onu tek
olarak yarattım[14].
12- Ona uzun
boylu mal verdim,
13- Ve göz
önünde oğullar[15].
14- Onu iyi
bir şekilde yerleştirdim![16]'
15- Hâlâ, daha da arttırmama göz dikiyor.
16- Hayır, çünkü o bizim ayetlerimize karşı bir
inatçı kesildi.
17- O'nu
dimdik bir yokuşa sardıracağım[17]'.
Ayetlerin anlamları
gayet açıktır. Lider, zengin takımı ve çoluk-çocuk çokluğu ve mekan tutmak
nedeniyle gurura kapılmış kişilerden birisine ait bir tablo anlatılmaktadır. Bu
adam Allah'ın yanında bundan daha fazlasını bulmayı arzu etmektedir. Bu onun
için mümkün değildir. Çünkü O, Allah'ın kendisini bolca nimetlcdirmcsine
rağmen Allah'ın ayetlerine inatçı kesilmiştir. Bu kişi Allah'ın yanında ancak
zorluk ve meşakkat bulacaktır. Ayetlerin (kendisiyle) başlamış olduğu (zernî) "Beni bırak'" ifadesi, ayetlerin Peygamber
(s)'i destekleme tarzında nazil olduğunu göstermektedir. "'Bu inatçı
inkarcıyı Allah'a bırak; O, bu adamı cezalandırmak için yeterlidir"
mânâsındadır. Bu ayetin el-Velîd b. el-Muğîra hakkında indiği rivayet edilmiştir[18]
Rivayete göre bu adam[19]
"Eğer Muhammed anlattıklarında doğru ise Cennet ancak benim ve benim
gibiler için yaratıldı" demiş; bu yüzden, ayetler korkutucu ve Allah'ın
nimetlerini kendisi üzerinde artması, ahirette de
devam etmesi hakkındaki O'nun emelini yalanlayacak şekilde nazil olmuştur.
Bu
ayetler, daha önceki sûreler, içerisinde dikkat çektiğimiz işaretleri teyid etmektedir. Şöyle ki Peygamber (s) risaletin başlangıcından itibaren Kureyş'in
lider ve aristokrat kesiminin engelleme ve inatçı tutumları ile karşı karşıya
kalmıştı. Bu seri tavır daha erken vakitten beri Peygamber ile bu adamlar
arasında başlamış, sonra devam elmişti ki, durum
Peygamber'in risalet görevi yolunda Kureyg'in çeşitli sınıf ve lider takımıyla ilişkiyi devam
ettirdiğini ve kendisiyle onlar arasındaki ilişkiyi lamamen
kesmediğini ispatlıyor. Ayrıca bu durum daha önce belirttiğimiz görüşümüzü
desteklemektedir. Ayetlerde çok uzun boyutlu bir telkin vardır. Zira Allah'ın
kendisine bolca nimet verip kuvvetlendirdiği/güç sahibi kıldığı, zenginleşürdği, makam ve mevkiini yükselttiği kimsenin
Öncelikle O'nun ihsanını itiraf etmesi ve Allah'ın, kendisine ve kullarına
yönelik olarak emrettiği vazifelerini yerine getirmesi gereklidir. [20]
18-Zira O,
düşündü, ölçtü biçti[21].
19- Kahrolası[22]
nasıl da ölçtü biçti.
20- Yine
kahrolası nasıl ölçtü, biçti.
21- Sonra
baktı,
22- Sonra
surat astı[23]' ve kaşını çattı.
23- Sonra
arkasını döndü ve böbürlendi.
24- "Bu
rivayet edilip öğretilen[24] bir
sihirden başka bir şey değildir."
25- "Bu
sadece insan sözüdür" dedi.
Bu ayetler, Önceki
ayetlerde değinilen inatçı kafirin tavrını anlatmaktadır. Bu adam Peygamber
(s)'İ Kur'an okurken işittiği zaman kendi kendisine
düşündü ve (vahyin) kaynağını bildiği sonucuna vardı. Allah onu kahretsin, evet
kahretsin!
Sonra bu adam hiç
beklemeden Peygamber'e suratını astı ve ekşitti. Sonra kibirlenip hafife alarak
ve "bu (Kur'an) sihirbazların bilinen/tanınan
şiir ve söz 1 erindendir ve ancak insan kelamıdır" diyerek arkasını
döndü.
Açıkça görüldüğü üzere
ayetler daha önce geçen sözün akışıyla irtibatlıdır ve onun bir devamıdır.
Bunların üslûbu kınama, korkutma ve anlatım tarzındadır. Neredeyse okuyucunun
inatçı kafirin tavrını açık bir nümûne olarak
(önünde) görebileceği şekilde; (ayetlerin) anlatım biçimi çok güçlüdür. Müfessirlerİn rivayet ettiğine göre buradaki ayetlerin
anlattığı tavır; daha Önce ele aldığınız ayetlerin akışı İçerisinde, belirtilen
sözün kendisinden nakledildiği el-Velîd b. el-Mugîra'nın tavrının aynısıdır. Taberî'nin
bu ayetlerin izahı hakkında rivayet ettiğine göre el-Velîd
b. el-Muğîra, Kureyş
liderlerine, "Bu gece sizin için bu adamı sınayacağım" demiş, sonra
Peygamber'e gelmiş, O'nu namaz kılıp Kur'an okurken
görmüş, sonuçta geri dömüş; O'na (Kureyşliler)
Peygamber'i sormuşlar, O'da: "Kalpleri tutan tatlı, taze ve verimli bir
söz işittim" demiş; Onlar "Bu şiirdir' demişler. Velîd
"Hayır, Vallahi o şiir değildir, ve şiiri benden daha fazla bilen bir
kimse de yoktur" demiş. Onlar "O (Muhammed) bir kâhindir"
demişler, O "Hayır, vallahi O bir kâhin değildir. Ben kehânet hakkında da
bilgi sahibiyim" demiş; Onlar, "Bu Muhammed'in yazmış/elde etmiş
olduğu Öncekilerin sihridir" demişler; O da "Bilmiyorum, herhalde
sihir olmalı" diye sözünü bağlamış.
İbn Kesir, bu ayetlerin tefsiri ile ilgili olarak bir
başka rivayet daha nakletmiştir ki, burada Öncekine göre farklılıklar vardır.
Fakat bu rivayet öz olarak daha Önceki rivayetle birleşmektedir.
Durum ne olursa olsun,
ayetlerde daha sonra çok kez tekrar edilen başka bir tablo vardır. Ki bu; O'nun
nübüvvet/risalet davası ve Allah'ın vahyi ile
ilişkisi hakkında Peygamber (s)'e direkt olarak yöneltilen itirazlardır. Kalem
sûresinde anlatıldığı üzere O'-na "mecnûn"
ve O'nun okuduklarına da "öncekilern
efsane/mitolojileri" denilmiştir. Burada ise (Kur'an
hakkında) "insan sözüdür" denilmiş ve O'nun sihirbazlar ve sihrin
türlerinden birisi olduğu söylenilmiştir. Kur'an
Önceki iddiayı kuvvetli bir biçimde reddettiği gibi bu sözü de kuvvetli bir
şekilde reddetmiştir, Ayet bir müddet sonra yüce davetin hedeflerinden birini
açıklamış ve ris al et/davete inkarcı ve düşmanca
tavır gösterenlere karşı kınayıcı bir hamle ile hiicûm
etmiştir. Bu şekilde gösterilen düşmanlık ve mücadele tavrına uygun cevap
verilmekte ve Peygamber Allah'ın yardımı ve vahyi ile desteklenmektedir. Hak
hakim olup batıl zail oluncaya dek, buradaki her iki durum devam etmiş;
sergilenen tavıra uygun olarak tavır takınılmıştır.
(Ayetlerde konu
edilen) kafirin "O, ancak öğretilen bir sihirdir" ve "O, ancak
beşer kelâmıdır" şeklindeki sözleri Kur'an'la
ilgilidir. Daha önce geçen üç sûrede sadece münakaşa ve inkar tavırları ile
bunların sahiplerine hücumlar anlatılmıştır. Makûl olan bu sözlerin, davetin
ilke ve prensiplerinin konu edildiği başka Kur'an
pasajlarında geçmiş olmasıdır. Müzzemmil sûresi
tefsirinde açıkladığımız üzere, her ne kadar (Kur'an
kelimesi) Mushafın bütün muhtevası için hususi bir
ad olmuşsa da, burada kastedilen Kur'an'ın lafzıdır.
Bu yüzden söz konusu ayetlerin, "Bu Kur'an"dan
bazı bölümlerin nüzulünden sonra inmiş olması gerekir.
Sözkonusu
sûrelerin ilk bölümlerinin, diğer bölümlerinden ayrı olarak sırf Peygamber (s)'i
teyid, destekleme ve hazırlama için erken dönemlerde
nazil olduğunu belirten rivayetler doğru olsa da Müddesir
ve bundan önceki üç sûrenin nüzul sırasının doğruluğundan şüphe etmekteyiz. Alak sûresinin girişi bunlar gibi değildir. Çünkü
diğerlerinin ilk bölümleri hakkındaki rivayetler dediğimiz gibi, tartışma
götürür biçimdedir. [25]
Sihir kelimesinin (ilk
kez) geçmesi ve kafirlerin sihri Peygamber (s)'e
nispet etmeleri nedeniyle deriz ki; Kur'an
kafirlerin sözünü birçok kez tekrar etmiştir. Başka ayetlerde Peygamber (s)'i
sihirbazlık ve sihirlenmiş olmakla vasıflandırmaları
anlatılmıştır. Mesela;
"İçlerinden bir
adama :'İnsanları uyar ve insanlara, Rableri katında kendileri için bir
doğruluk kademesi bulunduğunu müjdele.'.' diye vahyetmemiz,
insanlara tuhaf mı geldi? Kafirler," Bu apaçık bir büyüdür"
dediler." (Yunus 10/2)
"Yahut kendisine
bir hazine atılmalı yada kendisinin ürününden yiyeceği bir bahçesi olmalı
değil mi? Ve zalimler: 'Siz başka değil, sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz'
dediler" (Furkân 2518)
Ayrıca Kur'an'da Peygamber'in risaletinin
dışında sihrin zikredildiği bazı ayetler de vardır.
"Süleyman'ın
hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurdukları söz/ere uydular. Oysa
Süleyman küfre girmemişti. Fakat o şeytanlar küfre gittiler, insanlara büyü.
öğretiyorlardı." (Bakara 2/102)
Risalet konusu ile ilgili olanlar, özellikle ölümden sora
diriliş ve bunun inkar edilmesi hakkında kafirlerin tartışmacı tutumları
anlatılırken varid olmuştur. Öyle ki bu doğal olarak
sihrin Peygamber'in çevresinde ve yaşadığı dönemde bilinmekte olduğunu ifade
etmektedir. Muhtemelen -kesin olduğunu söylemesek de- Peygamber'in çevresi ve
yaşadığı dönemde; insanların arzu ve isteklerini yerine getirmek hususunda
kendilerine müracaat edegeldiklcri sihirbazlar
vardı.[26]
Kur'an ayetleri, Araplar nazarında sihir kavramının,
sihirbazların ellerinde meydana gelen olağanüstü halleri/işleri ifade etmiş
olabilir ki; insanlar o işlerin tesiriyle olağan hallerde görülmeyecek şeyleri
görürler, işitirler, hissederler; yine olağan hallerde olmayan işler meydana
gelirdi. Aynı şekilde ayetler, Araplar'dan
bazılarının sihir ve sihir işlerinin çoğunun gerçek olaylar olduğunu
zannettiklerini ifade etmiş olabilir.
Aşağıdaki ayetlerde bu
hususa İşaret edilmiştir.
"Eğer sana kağıt
üzerine yazılı bir kitab indirmiş olsaydık da onu
elleriyle tut sal ar -dı, yine inkar edenler,
"Bu, apaçık bi'- büyüden başka bir şey
değildir!" derlerdi." (Enam 6/7}
"Sen 'öldükten
sonra diriltileceksiniz!' desen, inkar edenler, mutlaka 'Bu apaçık bir büyüden
başka bir şey değildir' derler" (Hud 11/7)
"Onlara gökten
bir kapı açsak da oraya çıkacak olsalardı: 'Her halde gözlerimiz döndürüldü,
biz büyülenmiş bir topluluğuz' derlerdi." (Hicr
15114-15)
"Onlara
kendilerinden bir uyarıcı gelmesine hayret ettiler de o kafirler dediler ki:
Bu, yalancı bir
sihirbazdır. Tanrıları bir tek tanrı yaptı? Bu, cidden tuhaf bir şeydir."
(Sad 38/4-5)
Görülen o ki, bu
anlayışlardan ötürü Araplar Peygamberi; alışkın ve fikir sahib
olmadıkları, olağan olarak görülmesi ve idraki mümkün olamayacak ve imkansız
olduğunu zannettikleri şeyleri söylerken ve ortaya koyarken görmüşlerdi.
Peygamber'i sinirlenmiş olmakla itham etmeleri, O'nıın
söylediği, haber verdiği ve iddia ettiği şeylerde sihrin etkisi altında
kaldığını iddia etmeleri anlamına gelmektedir.
İster
Araplar'ın sözlerinden zikrettikleri ve onların
anlayışlarına işaret ettiklerinde olsun, isterse kıssaların akışı içerisinde ve
yahul başka bîr nedenle olsun, Kur'an
ayetlerinde (meydana gelmiş) olayın anlatımı çerçevesinde sihre değinilmiş,
sihrin gerçek ve doğru bir şey olduğunu anlatma tarzında konu ele alınmamıştır. [27]
26- O'nu
"sekar[28]' a
yaslayacağım.
27- Sekar'ın ne olduğunu nereden bileceksin!
28- Komaz, bırakmaz[29]'.
29- Durmadan derileri'[30]' kavurur[31].
30- Üzerinde
ondokuz vardır.
31-Biz
cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler
için bir imtihan[32]' kıldık ki, kendilerine kitab verilmiş olanlar iyice inansın, inananların da imanı
artsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde
hastalık bulunanlar ve kafirler de "Allah bu misalle ne demek
İstedi?" desinler. Böylece Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru
yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu insanlara bir uyarıdır."
Buradaki ayetler daha
önce geçen ayetlerin bir devamı olup şu hususları içermiştir:
1- Bahsi
geçen inatçı kafirin; ne bırakacak ne de vazgeçecek olan; derileri yakıcı
şiddetli (cehennem) ateşine yaslanacağı hususunda ilahi bir uyan ile
anlatılmış;
2-
Cehennemin üzerinde Allah'ın meleklerinden on dokuz (bekçinin) bulunduğu haber
verilmiş;
3- Sayının (ondokuz)
ile sınırlanmasının nedeni belirtilmiştir. Şöyle ki, bu sayı kafirler için bir
fitne (imtihan) ve şaşkınlığa düşmelerini sağlayıcı bir elken olarak, nebevi
davetin sıhhati ve doğruluğu konusunda kitap sahipleri (Ehl-i
Kitab)ın İman/bilgi sahibi
olmalarını sağlayıcı bir araç ve müminlerin imanlarının artması için bir sebep
olarak zikredilmiştir.
Cehennemin anlatılış
üslûbunda insanların nefislerinde irkilmeye ve korkuya neden olan ve (hakka)
dönüşe yönelten bir kuvvet vardır ki, (zaten) burada amaçlanan da bunun gerçekleşmesdir . Diğer birçok ayette, "inatçı
kafirin" seri bir biçimde uyarılmasının hedeflenmesine ilave olarak;
başka gayeler İçin yer alan ifadeler de bulunmaktadır.[33]
Ayetlerin
içeriklerinin gösterdiğine göre kafirler ve yüreklerinde hastalık olanlar,
cehennemi bekleyen meleklerin sayılarının zikredilmesini hafife alarak alayla
karşılamışlardı.
Bu sayının sadece,
Peygamberin çevresinde bulunan dört gurup insan için ilahi imtihan kabilinden
zikredildiğînin anlatılmasıyla onlara cevap verilmiştir. Söz konusu guruplar; mü'minler, Ehl-i Kitab, inkarcılar ve hasta yüreklilerdir.
Ehl-i
kitaba gelince; onların, Allah'ın, kendilerine yüklediği görevleri yerine
getiren melekleri olduğunu; cehennemin işlerini üstlenmek için onlardan bu
kadar bir sayının yeterli olmasının Allah'ın kudret sınırını aşmadığını bilip,
bu adamların yanlarında bulimanlarla uyuşan Muhammedi
risaletin doğruluğuna kanaat getirecekleri
varsayılmıştır. Mü'minler ise; aslında Pcygamber'e ve O'nun Allah'la ilişkisine inanmakta; kendilerine
gelen ilahi haberi tasdik ve teslim ile almakta böylece de iman ve yakin sahibi olarak kemale ermekteydiler. Şüpheci ve alaycı
tavır takınanlar sadece kafirler ve hasta yüreklilerdir ki, bunların tavırları
en zayıf olanıdır. Çünkü bu herhangi bir bilgi, niyet, akide, ve imandan
kaynaklanmamıştır. Oysa önceki iki gurubun tavırları belirtilen nitelikleri
taşıdığından daha güçlüdür. [34]
"İşte böylece
Allah dilediğini saptırır ve dilediğini hidayete ulaştırır" cümlesinin
üslûbu ile 31. ayetin tamamının üslup ve içeriği; bunların her ikisinde de,
Peygamber (s)'in desteklenmesi, mü'minlerin
yüceltilmesi, akibette olacakların kesinliği
hususunda Ehl-i Kitab'tn
şahit getirilmesi, kafirler ve kalbinde hastalık olanların ikaz edilmesi ve
ayıplanmasının konu edildiğini, bundan başka ilahi imtihanın sonuçlarının
anlatılması gayesiyle bunlara yer verildiğini göstermektedir.
(Delâlet ve hidayet
hakkındaki) cümle de; Allah'ın insanları imtihan etmesi, niyeti iyi olan ve
Allah'ın kalbini aydınlattığı kimseleri hidayete, katı kalpli, niyeti ve hedefi
kötü olanları dalalete sevkettiği anlatılmış; yoksa
insanların hidayet ve dalaletlerinin bizzat ezelden beri takdir edildiği veya
insanların hidayet ve dalaletlerinin, kendilerinin hiçbir seçeneği olmayacak
biçimde, kesin ilahi bir takdir olduğu bahis konusu edilmiştir. Ayetlerde
genel olarak bu görüşün doğru olduğuna dair kuvvetli ipuçları olduğu gibi;
içerisinde "Sizden ahiret için amel işleyip
gayret etmeyi veya bu işlerden geri durmayı dileyenler için"...
ifadesinin geçtiği müteakip ayetlerde direkt olarak
konu ile ilgili ipucu da bulunmaktadır. Bakara ve Ra'd
sûrelerinde bu cümleye yakın ayetler vardır ki, bunların içerisinde yukarıdaki
görüşü doğrulayan izahlar yer almaktadır. İşaret edilen ayetler Bakara
sûresinin şu ayetleridir:
"(Allah) onunla
bir çoğunu saptırır ve yine onunla bir çoğunu yola getirir. Onunla sadece
/asıkları saptırır. Onlar ki, söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri
sözü bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde
bozgunculuk yapar/ar; işte ziyana uğrayanlar onlardır." (Bakara, 2/26-27) Ra'd süresindeki ayetler ise şunlardır:
"inkar edenler:
'O'na Rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?' diyorlar. De ki: 'Allah,
dilediğini saptırır. Yöneleni de kendisine iletir.' Onlar inanmışlardır ve
kalpleri, Allah'ı anmakla yatışır; iyi bilin ki ancak Allah'ı anmakla kalpler
yatışır. İşte mutluluk ve güzel gelecek, o inanıp güzel işler
yapanlarındır." (Ra'd 13/27-29)Öyle ki bu
ayetler, Allah'ın kendilerine hidayet ettiği kimselerin güzel gidişat ve doğru
yönelim sahipleri oldukları; kendilerini dalâlete uğrattığı kimselerin ise fasık. Al-İah'a karşı asi,
yeryüzünde fesad çıkaran, Allah'a verdikleri sözleri
bozan, Allah'ın kurulmasını emrettiği ilişkiyi kesen kimseler olduklarına dair
açıklamaları ihtiva etmektedir. "Allah, inananları, dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle teshil eder. Allah, zalimleri de
saptırır ve Allah dilediğini yapar." (ibrahim. 14127)
Zümer sûresinde de bu bağlamda önem arzeden
ayetler butum aktadır: "De ki: Ey kendilerine
karşı aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah
bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayıcı ve merhametlidir. Size azab gelip çatmadan Rabbinize dönün, O'na teslim olun.
Sonra size yardım edilmez. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, söz azab gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en
güzeline uyun. Kişinin "Allah'a karşı aşırı gitmemden ölürü yazıklar olsun
bana; gerçekten de ben, alaya alanlardandım" diyeceği günden sakının.
Veya, "Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan olurdum diyeceği,
yahut azabı gördüğünde: Keşke benim için bir kez daha dönüş olsaydı da, güzel
hareke! edenlerden olsaydım! diyeceği günden sakının. "Evet, sana
ayetlerim geldi de. sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve nankörlerden
oldun!" (Zümer, 39/53-59)
Buradaki ayetler,
cehennem azabının kuşatmasından önce; kendilerine zulmeden Allah'ın kullarını,
"Eğer, Allah bizi doğnı yola iielseydi,
biz de takva sahiplerinden olurduk" dememeleri için; Allah'a yönelmeye ve
kendilerine indirilen en güzel mesaja tabi olmaya davet etmektedir.
Kaybettikleri fırsatlar için dövünmemeleri ve doğru yola ulaşmaları için
onlara Allah'ın ayetleri gelmiş fakat onlar yalanlamışlar, böbürlenmişler (is-tikbar), inkar etmişler ve nihayet azabı hak etmişlerdir.
Özellikle İLAilah dilediğini hidayete, dilediğini
delalete iletir" ifadesini ve bu ifadenin geçtiği
ayeti açıklamaya önem vermiş bulunmaktayız. Çünkü bu ve Kur'an'da
mevcut benzer ifadeler, insanın hidaj'ct ve dalâlet,
seçme yeteneği ve seçîiğindcn .sorumlu olması
hakkında delil getirilirken, iradeleri, seçmeleri (fiili) yapıp etmelerinin
herhangi bir fonksiyonu olmayacak şekilde. Allah'ın bizzat insanların hidayet
ve dalaletini kesin bir biçimde takdir etmiş olduğunu vehmetmelerinden ötürü;
bu ve buna benzer ifadeler, araştırmacılara problemli gelmektedir.
Bu durum özellikle metin
açısından sözkonusu olmakladır. Ayetin kelamî bir tartışma konusu yapılması hususuna gelince;
deriz ki; Bu gibi ayetleri inceleyen bir araştırmacı, bunların genel olarak,
münakaşa ve cedele dalmaksızın, birtakım gayeleri
hedeflediğini; çünkü bu ayetlerin, destekleme, tesbit,
niteleme, yakınlaştırma ve tescili gibi amaçlar taşıdığını ve bunun etrafında
münakaşa çıkarmanın yersiz olduğunu görecektir. Herhangi bir münakaşaya girmek,
Kur'an'ın hedefleri, Peygamber gönderilmesinin hikmeti,
insanların uyanlıp müjdeîenmasinin
hikmeti ile bağdaşmamaktadır Hakikat şudur ki, Kur'an
müjdeleme, öğüt verme ve davet çerçevesinden, özellikle bu hedeflere ve hikmete
ters biçimde, cedcl ve münakaşa çerçevesine İntikai etmemektedir.
Öle yandan Abdulhamid el-Hatîh cl-Mekkî'yi daha yeni neşretmiş
okluğu Tefsir ul-Ilaiîb
adlı tefsir kitabında "Allah dilediğine hidayet eder. dilediğini
saptırır" cümlesini, cümle içerisinde geçen "dilemek"' fiilini ıtinsan"a nisbet ederek
yorumladığını görmekteyiz. Yani (bu yoruma göre ayetin anlamı) Allah. küfr ve günah İle kendine dalaleti dileyen kimseyi
sapıtır; iman ve salih amel ile kendisi için hidayeti
dileyen kimseye ise hidayet verir (demektir). Müfessir bu yorumuyla dileme,
seçme kabiliyetinin insanda bulunduğunu, insanların yaptıkları, seçtikleri
eylemlerinde ve ahlâklarında bir müdahc-lesi olmaksızın. Allah'ın insanları .saptırmak ve hidayete
ulaştırmaktan münezzeh olduğunu kasdetrniştir.
Onun bakış açısıyla,
biraz önce açıklamış olduğumuz bizim bakış açımı/ aynı noktada buluşuyorlarsa
da, biz yine de bu mü'ressirin yorumunda /.orunlu
olmayan bir zorlama ve tuhaflık olduğunu görmekleyiz. Çünkü içerisinde
"men ycsff ibaresi bulunmayan, özellikle
hidayet ve dalâletin Allah'a riispei edildiği ayetler
vardır ki. biraz Önce zikrettiğimiz Bakara 26. ayef
ve şu ayetler buna Örnektir.
"Allah kime
hidayet dilerse o. hidayete kavuşmuş (mühtcdi)dir. Kimi de dalalete yöneltirse iste onlar hüsrana
uğrayanların tâ kendileridir." (Araf 7/1 78)
"Onların,
Allah'tan başka kendilerine yordun edecek dostları yoktur. Allah kimi sapıklıkta
bırakırsa artık onun için bir yol yoktur." (Şûra 42/46)
Yeri
gelmişken; belirtilmesi ve dikkat çekilmesi gerekli hususlardan birisi de
sudur: Bu gibi ayetlerde; mutlak olarak gelen ve insanın kesbi.
tercihi, dönüşü, dirilişi ve cezalandırılması ile bağlantılı meselelerden bir
çoğu. başka ayetlerde mukayyeti ve izahlı olarak gelmemekledir. Böylece (genel)
mutlak oluştan kaynaklanan bu vehim ve karışıklık ortadan kalkmakta, Kur'an'ın anlatımları arasındaki tam uyum kendini göstermektedir.
Bu bir yana Kur'an'da yer alan bazı anlatımlar ve
muhkem ilkeler vardır ki. bunlar ayetlerin metni, akısı ve siyakı içerisinde
problemli veya çelişkili olarak görülen hususlarda esas alınması gerekli kesin
delil mesabesindedir, birtakım Kuran ayetleri etrafında (arlısına çıkaran veya
zahirinde problemler veya çelişkiler görerek şaşkınlığa düşenlerin çoğu hu
durumun farkında değildir. Hakikaten gerekli olan Kur'an'ın
bütününü dikkate almaktır. Konular, lafızlar, terkipler ve anlamlar ile siyak
ve prensiplerin bir çoğunda Kur'an'ın bir bölümü,
diğer bölümleri tefsir çimektedir. Mutlak olusu, üslûbu, siyak ve ibaresi
sebebiyle içerisinde problem görülen ayetlerin tefsirinde mukayyet olan veya daha
açık seçik üslup ve siyaktan yahut kesin söz olan muhkem ilkelerden
yararlanılır. Bu takdirde de Kur'an metinleri
etrafındaki ihtilaf ve tartışma sebeplerinden bir çoğu yok olmakladır. Bu
meseleyi ileriki konular içeriside daha geniş bir
hiçimde ele alacağız. [35]
31. ayetteki
"Kalplerinde hastalık olanlar ve kafirlerin demesi için..." cümlesi. Pcygamber (s)'e inal. inkar ve şüphe ile yaklaşmakla
olanların, kalplerinde hastalık olanlar ve kafirler olmak üzere iki gurup
olduğunu ifade etmektedir.
Bu yüzden iki gurup
arasında fark olması gerekir Bazı müfessirlcr; burada
Peygamber (s) ve ashabı Medine'ye hicret ettikten sonra ortaya çıkan
münafıklara işaret edildiğini söylemişlerdir[36].
Bize öyle geliyor ki. bu göriiMe açıkça zorlama vardır.
Çünkü ayetler Mekki'dir ve Mekke'de meydana gelen
tulum ve tabloları anlatmakladır. Mekkî olan Kur'an ayetleri, Mekke'de bulunan iki gurubuı
tavırlarını anlatmıştır. Bunlardan birisi Peygamber (s)'in davasını bütün
şiddetiyle inkar eden herhangi bir yumuşaklık ve inat, kibir, engelleme ve
eziyet tavırlarını sergileyen gurup; diğeri ise nefislerinin derinliklerinde
Peygamber (s)'in bildirdiklerini, doğruluğunu ve Pcyeamber'in
yüce ahlâkını ve üstün aklını kabullenerek bu gidilene olmayan; sadece kendilerini
zayıf mazeretlerle ikna eden, tereddüt ve şüphe içerisindeki veya insanlardan
yahut da onların şerlerinden korkan guruptur. Şu ayetler bu hususu
anlatmakladır.
"Eğer kendilerine
hır mucize gelirse, ona mutlaka inanacak/arına (dair) olanca güçleriyle Allah'a
yemin ettiler. De ki: 'Mucize/er ancak Allah'ın yanındadır'. Hem bilir misiniz
o gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar." (En'am
6!109)
"Dediler kt: Biz seninle beraber doğru yola gelirsek, yurdumuzdan
atılırız." Biz onlara kendi katımızdan bir nz/k
olarak, her sevin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir
mekan vermedik mi? Fakat çokları bilmezler."(Kasas
28157)
Bu
ikisinin dışındaki kişilere ileride yeri geldiğinde değineceğiz. Görülen o ki:
birinci gurup ayetin "kafir" diye nitelediği. İkinci guruptaki
ayetin "hasta kalpli" olarak açıkladığı kişilerdir. Burada Mekke'deki
tablolardan birisi bulunmaktadır. [37]
"Melâike"
(melekler) kelimesinin ilk kez geçmesinden dolayı
diyoruz ki; Bu kelime Kur'an'da birçok yerde, çeşitli
konu ve bağlamlar içerisinde tekrar edilmiştir. Mii-fcssirlerin çoğunluğu bu kelimenin "risalet" anlamına gelen "ulûke"
kelimesinden türemiş olduğu ve "melâike" kelimesinin de elçiler
anlamına geldiği görüşündedirler.
Fatır süresindeki bir ayet bu görüsü doğrulamaktadır,
"Gökleri ve yeri
yoktan yar eden; melekleri ikişer, üçer. dörder kanatlı elciler yapan Allah'a hamdolsuıı. O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz
Allah. herşe\i yapabilendir." {Fatır 35! 11
"Melekleri
kutlarından dilediğine emrinden olan ruh ile indirir: 'Benden başka tanrı
yoktur, benden korkun!' diye uyarın!" (Nahi
1612}
Bu ayet gibi başka
ayetler de ayni durumu destekler mahiyettedir. Bazı araştırmacılar bu kelimenin
aslının İbranice olduğunu Öne sürüp, lalız ve
anlamıyla Arap diline girdiğini söylemektedirler. Bu göüşle
ilgili olarak şu söylenilebilir: İbranice ve Arapça
aynı kökten gelmektedir. İsim, fiil ve mastarlar bakımından iki dil arasında
çok geniş boyutlu bir ortaklık bulunmaktadır.
Arapça'da bu kelimeye
kok olabilecek bir şey bulunmadığı takdirde kelimenin aslen İbranice
olup Arapça'ya girmiş olması zaruri bir durum değildir.
Arapça'da 'gönderdi'
(ersele) anlamına gelen "eleke" kelimesinin
kökü bulunduğu müddetçe bu kelime için böyle bir şey sozkonusu
olamaz[38]'.
Özellikle bu kökü veya
bir kelimenin ail olduğu başka herhangi bir kökün iki
efil arasında müşterek olması imkan dahilindedir.
İbranice'ye nispet etmenin bazı araştırmacıların hoşuna gittiği
birçok kelime için de aynı şey söylenebilir.
Arapça'ya sonradan
girdiği iddia edilen "Şeytan" kelimesi bu türdendir. Şuna dikkat
çekmek istiyoruz ki, biz Kur'an Arapçasuıda
diğer dillerden intikal ederek Arapçalaşmış birçok kelimenin olduğunu inkar
etmek arzusunda değiliz.
Ne var ki, bu iş Kur'an'ın inişinden Önce olmuş ve Arap dilinde bulunan bu
tür kelimeler yeni bir form alıp kullanım ile bu dilin bir parçası haline
gelmiştir.
Her halükârda;
"melâike" kelimesi ve O'nun tekilinin (melek) Kur'an'ın
inişinden önce Arap dilinde kullanılmakla olduğu ve bu dilin içerisinden bir
kelime sayılıp Araplar tarafından anlamının bu şekilde bilindiği şüphe
götürmez bir gerçektir. Bu kesinliğin delili, İslam'dan Önce Arapların
melekleri ilâhlar ve şefaatçiler edinmeleri ve Allah'ın kızları olduklarına
inanmalarıdır.Birçok ayet bu durumu anlatmıştır:"Şimdi sor on/ara: Rabhine kızlar, onlara da erkekler mi'.' Yoksa biz
melekleri onların gözlen Önünde, dişi mi yarattık," (Saffat
37/149-150)
"(Allah'ın)
kullarından, kendisine bir parça tasarladılar. İnsan, gerçeklen apaçık hr nankördür. Yoksa (Allah) yarattıklarından kızları
kendisine aldı da oğulları size mi seçti. Rahman'a benzer olarak ileri sürdüğü
(kız çocuğu) onlardan birine müjdelendiği za-ynan onun yüzü simsiyah kesilir, öfkesinden yutkunup durur.
Süs içinde yetiştirilip mücadelede açık olmayanı mı? Rahman'm
kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların ya-\ratılişlarına mı şahit oldular7 Şahitlikleri yazılacak ve
sorguya çekileceklerdir. Ve dedi-Uer ki: 'Rahman
dikseydi, biz onlara Sapmazdık'. Onlar sadece yalan söylüyorlar". (Zuhruf 43/15-20)Kur'an birçok
ayette kafirlerin melekler hakkındaki sözlerini anlatmıştır:
"Ona bir melek
indirilmeli değil miydi?" dediler. Eğer bir melek indirse\dik. İs bitirilmiş
olurdu, artık kendilerine hiç göz açtırılmaidı."
(En'am 6/8)
"Dediler ki: Ey
kendisine zikir indirilmiş olan; sen mutlaka (inlenmişsin! Eğer doğ-rulardansan, bize melekleri getirsene!". (Hicr 15/6-7)
Allah'la ilişki kuran
latif-gizli varlıkların var olduğu, Araplar'dan başka
bazı toplumların ve özellikle Arap yarımadası ve civarında; (yaşamakta) olan Ehl-i KitalVm inanmakta olduğu
bir husus idi. Bu inanç sonradan Arapların arasına gizlice sızdı ve
"melâike" kelimesi bunun için Özel bir ad haline geldi. Bilâhere (kelimenin anlamı) ayetlerin ortaya koyduğu yönde
gelişme kaydetti.
Kur'an bu durumu teyid etmektedir.
Şöyle ki; melekler hakkındaki pasajlar onların Allah'la ilişki halinde
olduğunu, Allah'ın emrilcrini Ncbîve
Rasûîlcre tebliğ, cennet ve cehenneme ait görevlen
üstlenmek, mü'minleri ve kafirleri hak etmelerine gör
buralarda karşılamak, hak edenlere dünyada Rabbanî azabı İndirmek, insanların
amellerini saymak, Allah'ın arşını yüklenmek, O'nü hamd ve teşbih etmek, Allah'ın emrettiği bütün görevleri,
hiç birisine isyan etmeden yerine getirmek gibi çeşitli hizmetleri yerine getiren
varlıklar olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte onların mahiyeilerinc dair Kur'an'da açık
bir bilgi yoktur. Kur'an'da meleklerin nitelikleri
hakkındaki anlatılanların tamamı onların veya onlardan bazılarının ikişer,
üçer ve dörder kanallı olduklarıdır. ei-Taberânî'nin naklettiği bir hadise göre; Peygamber (s),
semanın ufkunu kaplamış halde Allah'ın meleğini görmüştür. Birçok hadis
Peygamber (s)'in. kendisine vahiy indirirken Allah'ın meleğini veya Cebrail'i
gördüğünü ve insanlar arasında iken onunla konuştuğunu fakat meleği ondan
başkasının görmediğini ifade etmektedir. Mesela Aişc
(r)'den rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir: "Bana Rasûlullah (s): "Ey Ai.se, bu Cebrail sana selam ediyor" dedi. Ben de,
Allah'ın selam ve rahmeti onun (da) Üzerine olsun" dedim. (Aişe ilave ederek) "O (Peygamber) bizim
görmediklerimizi görüyordu" dedi."
Durum ne olursa olsun;
Meleklerin varlığı ve Allah'a hizmete amade.olmaları Kur'an'ın
açıkça bildirmesiyle sabittir ve buna iman etmek birçok ayette geçtiği üzere Kur'an nassıyla farzdır. Bakara süresindeki şu ayet bunu
belirtmektedir: "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik
değildir. Asıl iyilik; Allah'a, âhire/ gününe, meleklere, Kitaba ve
peygamberlere inanan (kişinin iyiliğidir)" (Bakara 21177)
Evrenin kuvvet ve
kanunlarından bir çoğunu idrakten aciz olan akıllarımız idrak cl-mese bile; tabii ki,
meleklerin varlığı, Allah'ın kudret çerçevesinin dışına çıkan bir durum
değildir.
Bundan başka;
meleklerin mahiyetleri hakkında nakledilen: Kur'an'da
bir bilgi yoktur ve bu konuda Peygamber (s)'dcn
nakledilen sahih bir hadis de bulunmamakladır. Bu yüzden meleklerin durumları
ile ilgili olarak Kur'an'ın veya sahih sünnetin
verilerinin sınırında durmak gerekmektedir. Onların mahiyetleri veya yerine
getirdikleri ğörevlcrini niteliği ya
da sûret ve ^ekii itibariyle ne hakle oldukları
hakkında tahmin ve ihtimalleri Kur'an ile sahih
hadise dayanmayan açıklamaları esas almak caiz değildir. Zaten bu tulumun
herhangi bir faydası ve olumlu bir sonucu da yoktur. Meleklerin suretleri ile
ilgili olarak Kur'an'in bazı açıklamaları ihtiva
etmesinin hikmeti bir bakıma Arapların /i-hinlerindcki
düşünceyle ve meleklerin lanrılaştmlması, onardan
şefaat talep edilmesi, Allah'ın kızları ve yakınları olduklarına ilişkin
inançlarıyla bağlantılıdır ki. bu hususa bir kısmını daha önce belirttiğimiz
birçok Kur'an ayeti işaret etmiştir. Bu ayetlerde meleklerin
sadece Allah'ın kulları ve ö'nun emirlerini yerine
getirip O'nu hamd ve teshili eden hizmetçileri
oklukları, Allah'ın ibadet ve boyun eğilmeye kıyık yegane varlık okluğu, fayda
ve zarar verme kudretine sahip olanın Allah olduğu; kim Allah'tan başkasına
döner ve Otıun kul ve hizmetçilerine kutluk eder de
onlardan lavda ve zarar geleceğini umar/düşünürse, onun dalaletin en şiddetlisi
ve akıl ile mantığın gerekli gördüğü esastan sapma içerisinde olduğu
anlatılmak istenmiştir.
Şu ayetler bu hususla
ilgili kuvvetli ipuçları vermekledir;
"Rahman çocuk
edindi" dediler. O (böyle şeylerden) \üeeinıiinczzeluir.
Aksine (O melekler} değerli kullardır. Ondan önce söz söylemezler ve onlar. O'mm emriyle hareke! ederler. Onların önlerinde ve
arkalarında ne varsa (Allah) bilir. O'uu/ı razı olduğundan
başkasına şefaat edemezler ve onlar. O'nun korkusundan titrerler. Onlardan her
kim: "Ben O'ndan başka bir tanrıyım.1" derse onu cehennemle
cezalandırırız. İliz zalimleri böyle cezalandırırız." (Enbiya 21126-29)
"O gün onların
hepsini mahşerde toplar sonra meleklere: "Bunlar mı size tapıyorlardı"
deriz. (Melekler) derler ki: "Sen yücesin, bizim vekilimiz onlar değiU sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çokları
onlara inanıyordu". (Sehc' 34/40-4/)
"(Rabhîn), onları ve Allah'tan başka taptıklarını topladığı
gün. der ki: "Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu
sapıttılar'.'" Derler ki: Senin şanın yücedir, senden başka dostlar
edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve bahalarını nimet xerip
yaşattın. Sonunda anmayı unuttular ve helaki bak eden bir toplum oldulaı " fk'ıır-kan
25/17-18)
"Ne Mesih,
Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de (Allah'a) yaklaştırılmış melekler. Kim 0 ne
kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki: O. onların hepsini kendi huzurunda
toplamayacaktır." (Nisa 41172)
Açıkça görüldüğü gibi:
burada Kur'an'ın çağrısı ve l\/. Peygamber'm
rİsalçli desteklenmekledir.
Durum ne olursa olsun Kur'an farklı birçok konu ve bağlam içerisinde meleklerle
ilgili haber vermekle ve onlardan bahsetmektedir. Kur'an.
Melekler konusundaki onların dinî inançlarından kal-ı nazar etmekle birlikle. Kur'an'ın anlattığına yakın bir biçimde: (Arapların) var
olduklarını ve niteliklerini itiraf (kabul) ettikleri bazı kuvvetlerden ve
yaratılmışlardan bahsetmektedir.
İşte bu öğüt ve ibret
vermeyi, aynı zamanda ilkeleri desteklemeyi hedefleyerek, in sanlara bildikleri
ve kabul enikleri şeylerle hitap etmesi yönünden Kuran üsiûbundak
mühim bir noktadır.
Zira (bazı) iş ve
olaylar hakkında konuşmak ancak dinleyicilerin bilgilerinden kay naklamp bunlarla uyumlu olduğu takdirde etkiii
olabilir[39] '-
Müfessirler
eserlerinde, meleklerle iigiii olarak Kur'an'ın belirttiklerine ek olarak si ver ve tarih
alimlerine, sahabe ve tabiine nispet edilen bazı açıklamalara yer vermişler dir. Bununla birlikte bu açıklamalarda çok gereksizlikler
vardır; lüzumsuz ve hattı uzak durulması İcap eden. ga'ybî
İzah ve açıklamalara girilmesi söz konusudur. Burnu herhangi bir yararı yoktur.
Bu husus, farklı açılardan
onlardan söz çimenin Peygamber (s)'in çevresinde yaygıı
bir durum olduğunu göstermektedir ki, hu bizim dediklerimize uygun düşmekle v'c ön kırı desteklemektedir. Hu arada Ahd-i
Kadîm (Tevrat) ve İncil'in bölümlerinin hirçol konu
içerisinde melekleri Allah'ın peygamberlere gönderdiği elçileri ve onun
emirlerin verine getiren hizmetçileri niteliği ile zikretmiş olduğuna dikkai çekmek isliyoruz.
Hem Allah nezdindeki yerlerinin yüceltilmesi hem de dünya ve ahîreüe alakalı ola rak yerine
getirdikleri büyük görevlerle ilgili olsun: Kûr'an'da
meleklerin zikredilin) okluğu üslup, bu kitaplardan büyük bir farklılıkla
ayrılmaktadır.
Bu
durum. Kur'an'ın özelliklerındendir
ve belki de bir yönden Peygamber (s)'iı çevresi ve
yaşadığı dönemin ahvaliyle bağlantılıdır. [40]
"Ehl-i Kitab" ifadesi ilk kez
geçtiği için burada diyoruz ki: birçok Kuran ayetimi
açıkladığı gibi. bu kelime ile yahudi ve hrisiiyanlar kastedilmekledir. Mesela:
"Kitab sahiplerinin çoğu. gerçek kendilerine besbelli
olduktan sonra, sırf içlerinde ki kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan sonra
küfre döndürmek isterler. Allah, her yv. gücü
yetendir."
"Namazı kılın
zekatı verin; kendiniz için yapıp gönderdiğiniz her hayrı. Allah m \'d mnda bulursunuz. Allah yaptıklarınızı görür.
"Yahudi ve hristivan olandan başkası cennete girmeyecek dediler. Bu,
onların kıı runtıısııdur.
De ki: "Doğru iseniz delilinizi getirin."
"Hayır, kim muhsin olarak özünü Allah'a teslim ederse, onun mükafatın, Rahhİni, kalındadır. Onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir."
"Yahudi/er: Hristiyankır bir temel üzerinde değiller, dediler. Hrisiiyanlar da: Yahu diler bir temel üzerinde değiller,
dedi/er. Oysa hepsi kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedik/eri
gibi demişlerdi. Artık Allah, ayrılığa düştükleri şey hakkında kıyamet günü
aralarında hüküm verecektir." (Bakara 2/109-113)
Ehl-i Kitab kavramı Kur'an'da birçok yerde, çeşitli üsluplarla ve birçok konu
içerisinde; farklı bağlamlarda tekrar edilmiştir. Bunların bazıları hristiyan ve yahudüerden bir
gurubun Mekke'de bulunduğu izlenimini vermektedir.
Birçok ayette;
Muhammedi çağrının doğruluğu, Kur'ani davetin
temelleri, bu davet ve önceki kitaplı dinlerin doğmuş olduğu kaynağın birliği
hakkında onların tanıklığına başvurulmuştur. Onların tanıklığına başvurulması,
onların şehadetlerinin beklenilmekle olan bir durum
olduğunu göstermektedir. Dahası birçok Mckkî ayetle
onların şahid oldukları, tasdik ve iman ettiklerini
ifade eden pasajlar vardır. Mesela;
"Bundan önce
kendilerine kitap verdiklerimiz {Kur an'a) inanırlar. Onlara Kıır'an okunduğu zaman: O'na inandık, o Rabhimizden
gelen gerçektir. Zaten biz ondan Önce de müşlümem
idik, derler." (Kasas 28/52-53)
"De ki: Siz ister
ona inanın ister inanmayın. O, daha önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu
zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar, Rabhinnzin
şanı yücedir, gerçekten Rabbimizin sözü mutlaka yerine, getirilir! derler.
Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve Kıır'an
onların derin saygısını arttırır." (İsra
17/107-109)
"De ki: Hiç
düşündünüz mü, Eğer bu (Kur'an) Allah katından olduğu
halde siz onu ianımamışsanız; İsrailoğıılîarı'ndan
bir şahid de bunun benzerini (Tevrat'ta) görüp
inandığı halde siz büyüklük tasladıysanız? Şüphesiz Allah, zalim bir toplumu
doğru yola iletmez." (Ahkaf 46110)
"Allah size Kitab'ı açıklamış olarak indirmişken, ben ondan başka bir
hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdik/erimiz O'nun gerçekten Rabbin
tarafından indirilmiş olduğunu bilirler; onun için hiç kuşkulananlardan
olma." (En'anı 61114)
"Kendilerine
kitap verdiklerimiz sana indirilenden (ötürü) sevinirler. Fakat bazı guruplar
onun bir kısmını inkar ederler. De ki: "Bana yalnız Allah'a kulluk etmem
ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi. Ben, O'na davet ederim, dönüşüm
de O'nadir". (Ra'd
13/36}
Kur'an, yahudilerin kitaplarını
sadece "Tevrat" ismi ile ifade etmiştir. Yahudilerin ellerinde, bugün
yaygın olan Ahd-i Kadîm'in bölümlerinden bazı
bölümlerin bulunduğunu gösteren ayetler vardır ki, bu (durum) Tevral isminin onların ellerinde bulunan Ahd-i Kadim bölümlerini ifade için kullamldığını
göstermektedir. Hristiyanların kitaplarına gelince, Kur'an bunları tekil kipi ile bir (kitap)'tan daha fazla
olmasına ve İncil adının onların ellerinde bulunanlar için bir (özel) İsim
olmasına engel değildir. Kur'an'da Peygamber (s)'in
vasıflarının yahudi ve hristiyanların
ellerinde yaygın olan Tevrat ve İncil'de zikredilmiş olduğunu belirten bir ayet
vardır ki. bu Araf sûresi 157. ayettir:
"Onlar ki
yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o Peygamber'e
uyarlar." [41]
Kur'an'daki ayetler, yahudilerin
çoğunluğunun Medine'de bulunduğu Mekke'de bulunan Ehl-i
Kitab'ın çoğunluğunu ise hristiyanların
teşkil ettiği ve bunların komşu ülkelerden gelen ve Arap olmayan topluluklar
olduğu izlenimini vermektedir. Genellikle ayetlerin üslûbu Ehl-i
Kitab'a yumuşakça ve sevgiyle yaklaşmaktadır.[42]
Ehl-i Kitab'ın ve özellikle yahudilerin
Muhammedi davete karşı takındıkları tavırların değişikliği sebebiyle bu
üslûbun Kur'an'ın Medenî bölümünde değiştiği ortaya
çıkmaktadır. [43]
32- Hayır, andolsun aya,
33- Dönüpt"[44]
gitmekte (olan) geceye,
34- Ağaran'[45]
sabaha
35- Ki o
(cehennem) büyük olaylardan biridir[46].
36- İnsanlar
İçin uyarıcıdır.
37- Sizden
ileri gitme veya geri kalmayı dileyen kimseler için.
Bu ayetler önceki
ayetlerin tekrarıdır. Bunların içerisinde tehdit vardır. Sona erip döndüğünde
aya; belirginleştiğinde ise sabaha yemin edilmiştir. Yeminin konusu; kafirlerin
korkutulduğu "Sckar"ın bir vehim olmayıp
gerçek ve Allah'ın büyük delillerinden/ayetlerinden biri olduğu, işlerinde
açık bîr delil üzerinde bulunarak, dileyenin Allah'a imana ve davete uymaya yöneiip kurtuluşa ermeyi, dileyenin de böyle yapmayıp helak
olmayı tercih etmeleri için bütün insanlara yönelik bir uyarıcı olmasının
vurgulan-maşıdır.
Önceki
ayetler uhrevî hayatın ve kafirlerin karşılaşacağı azap ve cehennemin gerçek
olduğunu îekid ettikten sonra buradaki son ayel. insanların temyiz ve seçme kabiliyetlerine sahip
bulunduklarını, Peygamber'in görevinin ancak uyarı ve tebliğ olduğunu anlatmıştır.
Burada da daha Önceki ayetler hakkında .söylediklerimiz tekid
edilmiş olmakladır. [47]
38- Her can kazandığıyla (Allah katında) rehin
alınmıştır'[48].
39- Yalnız
sağın adamları'[49]' (doğruyu bulmuş olanlar)
hariç.
40- Onlar cennetler içinde soruyorlar,
41-
Suçluların durumunu:
42-
"Sîzi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?"'[50]
diye.
43- (Onlar
da) dediler ki: "Biz namaz kılanlardan olmadık".
44-
"Yoksula da yedirmezdik".
45-
"Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık"'[51].
46-
"Ceza gününü'[52]'
yalanlardık".
47- "İşte böyle iken ölüm[53] bize
gelip çatlı".
Aynı
şekilde buradaki ayetler de öncekilerin devamıdır. Özellikle birinci ayet daha
önceki ayetin bir tamamlayıcısı ve her insanın, yaptığından; hidayet tarafına
yönelmek veya bunu bırakmaktan sorumlu tutulacağının anlatımı ile onun bir
devamıdır, ikinci ayet istidrâk (istisna) üslubu ile
"Ashâbu'I-Yemîn"e ahirette
cennetlerin bahşedileceğini ortaya koymuştur. Bu istisnadan ölürü Taberî ve ondan başka bazı müfessirler birinci ayetin masiyet işleyen ve inkar edenleri kastettiği şeklinde
yorumlamışlardır: İkinci ve müteakip ayetler "Ashâbu'l-Yemîn"
ile "mücrimler" arasında varsayılan (mukadder) bir diyalogu
anlatmıştır. Birinci gumptakiler diğerlerine,
kendilerini cehennem ehli arasına neyin sevkeltiği
hakkında ilginç ve sevinç içerisinde olarak bir soru yöneltmişler, onlar da
bunun sebebinin, kendilerinin Allah'a kulluk etmemeleri. Ona yönelerek namaz
kılmamaları, miskinleri doyurmamaları; buna ilave olarak batıla dalanlarla
birlikle batmaları; hayatları sonra erip, yaptıklarının ne gibi sonuçlar
doğurduğu gerçeği ile başbaşa kalana ve (nihayet)
kendilerine hatırlatılan fakat kabul etmedikleri azab
onların üzerinde gerçekleşene kadar; hesap ve ceza gününü yalanlamaları
olduğunu, ifade ederek cevap vermişlerdir. [54]
'-Ashabın-Ycmm71
mecazî bir ifadedir. Araplar sağ tarafı uğurlu sayıyorlar ve onu mübarek kabul ediyorar; sol tarafı ise uğursuz sayıp kötü kabul
ediyorlardı. Başka ayetler de kıyamet günü insanlara yapıp etliklerini
(belirten) kitapların verileceğini anlatmıştır. (Buna göre) kurtulmuşlara
(kitapları) sağ tarafından, hüsrana uğrayanlara ise sol taraflarından
verilecektir. Nitekim bu durum Hakka sûresi 19-34 ayetlerde söyle geçmektedir:
"Kitabı sağ
tarafından verilen: 'Alın kitabım, okuyun- Ben hesabımla karşılaşacağını,
sezmiştim, zaten' der. Anık o, memnun edici br haya!
içindedir. Devşirilmoi kolay yüksek bir bahçede...
Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için! Kitabı sol
tarafından verilen ise; 'Keşke bana kitabım veri/meşeydi! Şu hesabım, hiç h,i-memiş olsaydım! Keşke (ölüm) işimi bitirmiş olsaydı, malım
bana hiçbir yarar sağlamadi, gücüm (saltanatım)
benden yok olup gitti' der. Tutun onu, bağlayın onu. Sonra cehenneme sallayın
onu! Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu! Çünkü o Allah'a
inanmıyordu. Yoksulu doyurmaya önayak olmuyordu." (Hakka 69/19-34)
Yukarıdaki ayetlerden
de anlaşıldığı gibi; bu Ashâbu'l-Yemîn ifadesi ile kıyamci günü iman ve salİh
amelleriyle kurtulanların kastedildiği anlaşılmakladır.
Her halükârda "Ashâbu'l-Yemîn" ve "Ashâbu'ş-Şimâl"
ifadeleri karşılıklı olarak; zihinlerinde bulunanı yakınlaştırma, benzetme.
Örneklendirme ve tesir etme için; Kur'an'ı dinleyen
Arapların zihinlerinde yerleşmiş olan anlayışlardan, onların kavramlarından ve
konuşma üsluplarından iktibas edilmiştir.
Ahiret Günü, Kurtuluşa Eren ve Hüsrana Uğrayanlar Arasındaki
Diyalog Ahirel günü, ulaşacakları makamlarına
varınca, kurtuluşa erenler ve hüsrana uğrayanlar arasında olacağı söylenilen
diyaloglar tekrar tekrar anlatılmıştır. Ayrıca
kafirlerin itirafları, pişmanlıkları ve yazıklanmaları tekrar edilmiştir.
Mesela:
"Cennet halkı,
ateş halkına seslendi: "Rahhinıizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de. Rabbinizin size va'dettiğini gerçek bu/dunuz mu? " (Onlar da)
"evet" dediler ve aralarından bir münâdî (müezzin) "Allah'ın
laneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırdı. Onlar ki, Allah'ın yolundan men'edip onu eğriltmek isterler, ahireti
de inkar ederlerdi." (Araf 7/44-45)
Görülen
o ki, bunların anlatılmasında; uyarma, kınama ve düşünüp olumsuzluklarından
vazgeçmeye dek, kafirlerin benliklerinde korku meydana getirmek gibi amaçlar hedeflenmiştir. [55]
48) Onlara
şefaatçilerin şefaati fayda vermez.
Bu ayet de daha önceki
ayetlerin devamı olup, kıyamet günü günahkâr/suçluya şefaatçilerin yarar
sağlamayacağını; davranışlarından dolayı müslchak
oklukları korkunç mekana varacaklarını anlatmaktadır.
Görüldüğü
üzere ayet, kişiye imanı ve amel-i salibinin fayda vereceği gerçeğine kafirlerin
dikkatini çekmiş; onları sapıklıktan vazgeçmeye ve şefaatçilerin şefaatlerine mcyletmemeye yöneltmiştir,
[56]
Birçok Kur'an ayeti, Arapların şefaat hakkındaki inançlarım ve
şefaat meselesini; onların büyük çoğunluğunun tabi olduğu şefaat inancının şirk
inancına yaklaştığını göstererek anlatmıştır. Çok sayıda Kur'an
ayetinin de belirttiği gibi onlar Allah'ın en büyük ilah olduğunu itiraf
etmekteydiler. Mesela:
"De ki:
'Biliyorsunuz dünya ve içinde bulunanlar kimindir? 'Allah'ındır' diyecekler. O
hakle düşünmüyor musunuz? 'Yedi göğün Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir' de.
Bunlar Allah'ındır diyecekler. 'O halde korunmuyor musunuz?' de. 'Allah'a
aittir diyecekler. 'O halde, nasıl büyüleniyorsunuz' de". (Müminim
23/84-89)
"Onlara, 'Gökleri
ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok
üstün, çok bilen (Allah)yarattı." (Zuhruf 43/9)
"Gemiye
bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Fakat
(Allah) onları salimen karaya çıkarınca hemen ortak koşarlar". (Ankebut 29/65)
(Cahiliye
Arapları Allah'a) inanmakla birlikte, birçok ayetin de gösterdiği gibi; Allah nezdinde şefaat etmelerini istemek kasdiyla;
İbadet, yönelim ve duada O'na başka varlıkları şirk koşuyorlardı. Mesela:
"Allah'ı bırakıp
kendilerine ne zarar ne de yarar veremeyen şeylere, tapıyor/ar ve: Bunlar Allah
katında bizim şefaatçilerimizde! diyorlar. De ki: Allah'ın, göklerde ve yerde
bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? O, onların koştukları
ortaklardan uzak ve yücedir." (Yunus 10/18)
"İyi bil ki,
halis din yalnız Allah' indir. O'ndaıı başka veliler
edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye
tapıyoruz" diyenler: şüphesiz ki Allah, onlar arasında, ayrılığa
düştükleri şeyde hüküm verecektir. Allah; yalancı, nankör insanı doğru yola
iletmez." (Zümer 39/3)
Tercih edilen görüşe
göre; şu an konumuzu teşkil eden ayetin anlamı; (şefaat inancının) kötülenmesi
ve buna inananların dalalet ve hüsranda olduklarının vurgulanması ile
bağlantılıdır. Çok sayıdaki ayette bu husus tekrar edilmiştir. Mesela:
"Yoksa Allah'tan
başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar, hiç bir şeve malik olmayan,
düşünmeyen şeyler o/salar da mı? De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır.
Göklerin ve yerin mülkü onundur. Sonra O'no döndürüleceksiniz."
(Zümer 39/43-44)
"Ondan başka ya/vardıkları şeyler, şefaate sahip değillerdir. Ancak
bilerek hakka şahitlik eden/er bunun dışındadır." (Zuhruf
43/86)
Daha önce
açıkladığımız üzere söz konusu ayetlerin çoğu Arapların, inandıkları ve Allah'a
ortak koştukları şefaatçilerin ilk etapta; -Allah'ın kızları olmaları ve onun
huzurunda bulunmalarını kabul etmeleri itibariyle-"melckler"
olduğunu göstermekledir. Bu belki de, zihinlerinde Allah'ı, dünyanın kralları,
oğul ve saltanat sahipleriyle mukayese etmelerinden kaynaklanmaktadır. Öyle ki,
bu kimselerin çaba ve çıkarları, bunlar ile ihtiyaç sahipleri arasında engel
olmuş, onlar da bu kimselere ulaştıracak aracıların zorunlu olduğu kanaatine
varmışlardır. (Ayetler) Arapların, Allah'a ve O'nun büyüklüğüne i-man etmelerine rağmen, hiç bir şaibe ve karmaşaya yer
vermeyen İslamdaki eşsiz tev-hid İnancının ne anlama geldiğini göstermektedir.
Durum
ne olursa olsun burdadafci aycl
ve konumuzla ilgili diğer ayetlerde şefaatçilerin şefaatine dayanmanın sapıklık
olduğuna dair, geniş boyutlu bir uyan vardır. Öyle ki. kişi iman edip salih amel işleyenlerden olmaz ise bu şefaatçilerin Allah
yanındaki mertebeleri ne kadar yüce olursa olsun. Allah'ın rızasını gözeten;
ona iman edip takva edenler müstesna; şefaat etmeleri imkansızdır. Burada
engelleyici ve yoneltici bir durum vardır. [57]
49-50-51-
Böyle iken onlara ne oluyor ki, adeta yırtıcı hayvandan"[58]
ürküp'[59]kaçan
yaban eşekleri'-[60] gibi (hâlâ) öğütten'[61] yüz
çeviriyorlar?
Buradaki
ayetler daha öncekilerin devamı ve tamamlayıcısıdır. Zira, kafirleri ayıplı
makta, Peygambcr'in çağrısına sırtlarını dönmeleri ve
vahşi eşeklerin kendilerine göl nen yırtıcı hayvandan kaçmaları gibi çağrıdan
kaçmalarının nedenini sorgulamakla1 dır. [62]
52) Hayır, onlardan her kişi kendisine açılan
sabiteler verilmesini istiyor,
53) Hayır, dahası onlar aşiretten korkmuyorlar.
54) Hayır, O
(KUf'an) bîr ikazdır.
55) Dileyen
onu düşünür, oğul alır.
56) Allah
dilemedikçe, onlar öğüt alamazlar. Takva ve mağfiret ehli O'dur.
Bu ayetler de
kendinden öncekilerin devamı olup istisna ve kınama üslûbu ile aynı konuyu
takip etmiştir. Birinci ayet gösteriyor ki. kafirler, iddia ve çağrısının doğru
olduğuna delil olması için kendilerine yazılı sayfalar indirilmesini isteyerek
Peygamber (s)'e meydan okumuşlardı. Ayrıca bu ayetin, kafirlerin aşın
inatlarından Ötürü, kınama tarzında olması da muhtemeldir.
Kafirler iman edip
Peygamberi tasdik etmek için kendilerinden herbirinc
gökyüzünden öze! bir kitap indirilmesini istiyorlardı1[63].
Bazı müfessirlerin rivayet etliğine göre müşrikler Peygamber (s)'c "Sana
tabi olmamızı istiyorsan, içerisinde tabi olmamızın emrcdildiği,
filan ve Ulan şahıslara Özel birer kitap gelir1 demişlerdi[64].
Diğer bazı
müfessirlerin naklettiğine göre ise; kafirler Peygambere "Bizden herbiri-mizin yanı başında senin
Allah'ın elçisi olduğuna dair ve içerisinde sana tabi olmamızın cmredildiği (Allah) katından gönderilmiş bir kitap
oksun"" demişlerdir. İsra süresindeki
ayetlerden biri onların bu tulumlarını şöyle anlatmaktadır:
"(Dediler ki:)
'Yahut altından bir evin olmalı, ya da göğe
{■ikmalisin. Sen bize, okuyacağımız bir kitap da indirmedikçe senin göğe
çıktığına da inanmayız'/ De ki: 'Rahhi-min şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan değil
miyim?" (İsra 17/93)
İkinci ayet onların
tavırları ile alakaiı olarak vakıayı, daveti kabul
etmemelerinin nedenini, zecr (engelleme) ve istidrak (istisna) üslûbu ile ortaya koymuştur. Bu da,
onların ahiretten korkmaları ve onu inkar
etmeleridir. Burada ayetin Peygamber (s)"i rahatlatma/teselli tarzında
olduğu görülmektedir.
Üçüncü
ve dördüncü ayetler; hatırlatma, insanlara tebliğ cime: sonra, kabul etme konusunda
onları kendi tercih ve iradeleri ile haşhaşa bırakma gibi hususları kapsayan Peygambcr'in görevinin anlatımı biçiminde; kafirlerin
meydan okumaları ve aşırı inallarına verilen bir cevabı içermekledir. Beşinci
ayetle ise Öğüt alma ve daveti kabul etme hususunda insanların dilemelerinin
Allah'ın dilemesi ile bağlantılı olduğu anlatılmıştır ki; Allah takva ve saygı
duyulmaya daha layık; af ve mağfirete ise kadir olandır. [65]
"Allah
dilemedikçe (onlar da) dileyemezler; ancak Allah'ın dilediğini
dileyebilirler"(İlk etapta) İnsanların dilemelerinin Allah'ın dilemesine
bağlı olduğunun belirtildiği beşinci ayet ile insanların mutlak irade sahibi
olduklarının anlatıldığı (37.) aycl arasında bir
çelişki veya tahdit görülmekledir. Bazı alim ve müfessirler; buradaki ifade, insanlann ancak Allah'ın kendilerinde yaratmış olduğu irade
kuvvetiyle dileyebileceklerinin anlatımı tarzındadır. Eğer böyle olmasaydı
insanlar irade sahibi olamazlardı, demişlerdir. Diğer alimler ise; insanların
iradesinin Allah'ın iradesine bağlı ve Allah'ın iradesinin onların
iradelerinin önüne geçmiş olmasından, zahirdeki mutlak anlamın kastedildiği
(buna göre de) insanların ancak Allah'ın dilediği şeyleri dileyebileceklerini,
söylemişlerdir.
Bu ayet ile insanlarda
mutlak olarak tercih ve irade kaabiÜyelinin olduğunu
ortaya koyan diğer ayetler arasında çelişki/zıtlık görüldüğünden ötürü bu gibi
ayetler; çeşitli kelâmı ekollere mensup alimler arasında tartışma konusu
olmuştur,
Bize öyle geliyor ki,
birinci görüş insanlarda irade ve tercih etme kabiliyetinin anlatımı ile
uygunluk arzetmektedir ki, bu durum daha önce geçen
ayetlerde ve bunların dışındaki birçok ayette yer almıştır. Aynı zamanda bu
(görüş), insanlarda irade yeteneğinin olduğunu direkt olarak ortaya koyan
ayetten sonraki ayetin ruhuna da uygundur. Yine bu, Peygamberlerin
gönderilmesi ve ahiret gününün hikmefine
de uygundur ki, bu günde insanlar Allah'ın kendilerine bahşetmiş olduğu bu
irade, tercih etme ve fiiliyata geçirme kuvvetiyle işlemiş oldukları
amellerinin karşılıklarını göreceklerdir. Buradaki ayetler ile eylemleri ve
düşünmeyi insana nispet eden Kur'an'daki ayetlerin
büyük bir bölümü neredeyse bu görüşün kesin doğru olduğunu ortaya koyan
delillerdendir. Buna ilaveten bizim düşüncemize göre (ilgili) ayet ile; yüz
çevirme, inat ve düşmanlık gibi inkarcıların gösterdiği (olumsuz) tavırlara
üzülmemesi için Peygamber'in teselli edilmesi amaçlanmıştır. Bu husus Kur'an'daki birçok yerde tekrar edilmiştir. Mesela;
"Kötü işi,
kendisine süslendirilip de onu güze! gören kimse, (kötülüğü) hiç istemeyen
kimseye benzer mi? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini yola
iletir. Bundan dolayı kendini onlar için helak etme. Allah onların ne
yaptıklarını biliyor." (Fatır 35/8)
"Sen sevdiğini
doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. O, yola
gelecekleri daha iyi bilir." (Kasas 28/56)
"Eğer onların yüzçevirmcsi sana ağır geldiyse, yapabilirsen yerin içine
inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir
merdiven ara ki, onlara bir mucize getiresin! Allah dikseydi, elbette onları
hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!"
(En'am 6/35)
"Ancak
dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra
da O'na döndürülecekler." (En'am 6/36)
Görülen
o ki, ayetler hidayet ve (daveti) kabulü, (eylemlerin) sahiplerine nispet
etmiştir. Bu durum bizim yorumumuzun doğruluğunu gösteren bir delil olabilir. [66]
Kafirlerin meydan
okumaları ve mucize taleplerini gösteren birçok tablo Kur'an'da
tekrar edilmiştir. 52. ayet bu tür ayetlerdendir ve eğer müfessirlerin
rivayetleri sahihse -ki sahih olmalarına engel bir durum da yoktur- bu meydan
okuma hareketlerinin ilkini teşkil etmektedir.
Çünkü (bu ayetteki)
tablo daha önce de belirttiğimiz gibi başka bir Kur'an
nassı ile teyid
edilmiştir.Bu durum, kafirlerin kendilerine Peygamber (s)'in risaletinin doğru olduğunun teyid
edildiği ve O'na tabi olmanın emredildiği kitapların indirilmesini istemeleri
dolayısıyla olmuştur. Müteakip ayetler ise onlan
reddetmiş ve bu olumsuz tavırlarının aslında ahi-retten korkmamalarından
kaynaklandığım, Peygamber'in risaleti ve O'nun
kendilerine okuduğu Kur'an'ın bir öğüt olup,
dileyenin öğüt alarak hidayete ulaşabileceğini açıklamış fakat onların
(isteklerini) yerine getirmemiştir.
Kur'an kafirlerin göstermiş oldukları her meydan okuma
eyleminde ve onların her olağanüstü delil taleplerinde öz olarak tıpkı bu
ayetlerde olduğu gibi onları cevaplayıp reddetmiştir.
İfade ve üsluplar
farklı olsa da; ayetler kişinin, davetin doğruluğu, kendisinin evrendeki gücü,
kainattaki eşsiz deliller, sonsuz hikmet ve ince tabiat kanunlarının farkına
varması, üstün ahlâka ve fazilete yönelip günah, azgınlık ve çirkinliklerden
engelleyen Özelliğini görmesi için; kafirlerin meydan okuma isteklerine
uyulmadan; düşünülmesi için akıllara, yönelmeleri için kalplere hitap edilmek
suretiyle; Peygamber'in çağrısının tek bir Allah'a çağrı ve O'na ibadet; O'nun dışındakilerini bir tarafa atmak ve salih
amel işlemek; küfür, şirk, günah ve çirkinliklerden uzaklaşmak olduğu; bu
özellikleri taşıyan çağrının bazı olağanüstü desteklere muhtaç olmayıp ancak
tefekkür, izan, iyi niyet, temiz kalp ile hak, hayır ve hidayete yönelip, inat
ve husûmetten uzak durmak olduğunu; bazen açıkça bazen de üstü kapalı olarak
açıklamıştır.
Nitekim şu ayetler
bunu göstermektedir:
"O'na bir melek
indirilmeli değil miydi?" dediler. Eğer bir melek indirseydik, is bitirilmiş
olurdu, artık kendilerine hiç göz açtırılmazdı."
"Eğer O'nu melek
yapsaydık, yine bir adam (insan) yapardık ve onları yine düştükleri kuşkuya
düşürürdük."
"Senden önce de
peygamberlerle alay edilmişti. Fakat onlarla alay edenleri, alay ettikleri
gerçek kuşatıverdi." (En'am 6/8-10)
"Eğer kendilerine
bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına olanca güçleri ile Allah'a yemin
ettiler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Hem bilir misiniz o,
gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar."
"Gönüllerini ve
gözlerini ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları gibi (sonra inanmazlar) ve
bırakırız onlan, azgınlıkları içinde bocalayıp
dururlar."
"Biz unlara
melekleri ındirscvdik, ölüler kendileriyle konuşsaydı
ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydİk, Allah
dilemedikten sonra vinç inanmazlardı. Faka: (okları bilmezler." (En'am 109-11 I)
"İnkar edenler
diyorlar ki: Ona Rabhinden bîr avet
indirilmeli değil miydi? "Sen. ancak bir uyarıcısın; her toplumun bir yol
göstericisi vardır." (Ra'tl i 3/7)
"Ve iste biz
O'nu. Arapça bir hüküm (kik/p) olarak indirdik. Eğer sana gelen hu ilimden
sonra onların arzularına uyarsan. Artık seni A/lalı'tan
kurtaracak ne bir veli ne de korııvucıı olmaz."
(Ra'd 13/37)
"Dediler ki:
Yerden bize bir göze fıskırtmadtkça sana inanmayız!
Yahu! senin hurma ve üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı, ara/arından ırmaklar
fışkırtma/ısın. Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin.
yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yalıtıl altından bir evin
olmalı, ya da göğe çıkmalısın. (Yine del sen bizim
üzerimize, okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin göğe çıkmana da inanmayız!
De ki: Rabbimin şanı yücedir. Ben. sadece elçi bir insan değil miyim'.' Zaten
kendilerine hidayet geldiği zaman insanları doğru yola gelmekten alıkoyan şey
hep: "Allah, bir insanı elçi mi gönderdi?" demeleridir. De ki:
"Eğer yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler
olsaydı elbette onlara gökten bir meleği elçi gönderirdik." De ki:
"Benimle sizin aranızda şahit o/arak Allah yeter. O, kullanın haber alır,
görür. "Allah kime hidayet ederse, işte doğru yolu bulan odur. Kimi de
sapıklıkta bırakırsa artık onlar için ondan başka veliler bulamazsın. Kıyamet
günü onları, yüzü ko\un, kör. dilsiz ve sağır hır
halde süreriz. Varacakları yer cehennemdir. Ateş dindikee,
onlara çılgın alevi arttırırız." (İsra
17/90-97)
"Kendilerine
okunan kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi ini? Şüphesiz inanan bir toplum
için barda bir rahmet vardır. De ki: "Bizimle sizin aranızda şahıd olarak Allah yeler. O. göklerde ve yerde olanları
bilir. Batıla inanıp Allah'a karşı nankörlük edenler, işte ziyana uğrayanlar
onlardır." (Ankchııl 29/5 1-52)
Kafirlerin meydan
okumalarına verilen bu güçlü cevaplar Peygamber'in çağrısının olağanüstü
desteklere (mucizeler) muhtaç olmadığı; niyetleri iyi, vicdanları temiz olanlar,
hak ve hakikatle yönelimleri doğru olan kimselerin iman etmiş okluklarının
anlatımı tarzındadır. Burada; onların hakka dönüp (Peygamber'in çağrısını)
kabul etmeye yöneltiri yeterli hususlar vardır. Niyetleri çirkin olan. hak ve
hakikate meyilleri olmayanlaı ne kadar açık delil ve
mucize görseler de iman etmeyeceklerdir, Eğer herhangi ıir
aye-lin olması gerekiyorsa
önada onlara okunan ve onların islediklerine tamamen yeterli olan Kuran vardır.
İşte hu şekilde Kur'anî-Muhammedi çağrı daha
öncekilerden a\ Tırnakladır. Şöyle ki İslam, kafirlerin mucize isteklerini
verine getirmek için olağanüstü olaylar üzerine bina edilmeyip, akla ve kalbe
hitap etmek: kainatla var olan eşsizlik, nizam ve büyüklüğe dikkat çekmek, bu
davetin içinde yer alan hak. hayır, iyilik, iyiliği emredip kötülükten nehyclmc, güzel/hoş şeylerin helal kılınıp açık ve gizli
günahların haram kılınışı, dayanışma ve yardımlaşmaya teşvik, istila ve
yağmanın yasaklanması, insanları hak ve sorumluluklar karşısında eşit ve
birbirine destek olmaları; hak, adalet, özgürlük, güzellik ve iyiliğin hakim
olduğu, bir insani toplumun oluşturulması gibi içinde barındırdığı prensipler
üzerine kurulmuştur.
Bir hususa daha dikkat
çekmek istiyoruz: Bizim Kur'an ayetlerinden ilham
alarak anlattıklarımız, kafirlerin Peygamber (s)'e meydan okumaları ve onların
Allah'la bağlantısı olduğunu destekeyen mucize ve
olağanüstü şeyler getirmesini istemelerini reddetme biçimindedir. Yeri
geldiğinde üzerinde duracağımı/ birçok Kur'an
ayetinin gösterdiği ve sağlam senetli birçok hadiste yer aldığı üzere: çoğu
kez; özelde kendisi ve genel olarak da tüm müslümanlar
İçin yüce Allah'ın Peygamber (s) elinde çeşitli suretlerde birtakım mucizeleri
göstermiş olduğunu inkar etmiyoruz. Bunlar Peygamber (s)"in gece yolculuğu
(İsra), kendisine vahiy inmesi. Allah'ın meleğini
görmesi, ruhanî-rabbani sahneleri ve Allah'ın büyük delillerini müşahade etmesi (gibi mucizelerdir.) Nitekim bundan önceki
sûrenin ayetlerinde bu konuya değinilmiştir.
Böyle söylerken: Kamer
sûresinin ilk ayetinde anlatılan, kafirlerin meydan okuma/mucize istemeleri
üzerine ayın yarılması olayının fiili olarak meydana gelmiş olduğu hakkında
kuvvetli senetleri olan hadislerin varlığını da bilmekleyiz. Şu kadar var ki.
yeri geldiğinde bunların üzerinde durulması daha uygun olur.
53.
ayet. ahiret konusu ve kafirlerin tavırlarının
nedenleri hakkında kuvvetli bir telkini içermiştir. Şöyle ki, ahirele inanmayan (kişi) çeşitli alanlarda, hak ve hayra
dikkat etmez; dünyada yaptıklarının karşılığını ve cezasını düşünmediği
takdirde zâiî ve vicdanî bir atılını ile bu sahalara
atılmaz, akıbetinden kurtulacağını bilirse günah ve çirkin işlerden uzak
durmaz. İşle böylece bu ayet. ahiret gününe iman
çimenin insanların yaşantısında ne kadar etkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu,
daha önceki bir bağlamda bizim açıkladığımız, görüşe uygun düşmekle ve onu
desteklemektedir. "Onlardan her biri kendilerine açılmış sahifeler verilmesini islerler" ayetinde ise Kur'an dinleyicilerinde okuryazar olanların sayısının
büyük çapla olduğunun ve onların sayfalar yani bir kağıi
veya yumuşak ince deri üzerine yazdıkları, katlayıp yaydıkları hususunda bir
delil vardır. Bu durum: Arap kültürünün zayıflığı ve çerçevesnin
darlığı şeklinde zihinlerde var olan ka naatlcrin yanlış olduğunu göstermektedir,[67] [68]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/85.
[2] cl-Müddcssir
Örtünen; yani elbise ve örtüsüne bürünen.
[3] er-Rucz Fuhş,
günah ve putlar1.
[4] ve lâ Memnun testeksir
Karşılık olarak daha fazlasını elde etmek kasdıyla
(sadaka vs.) verme. Yaptığın iyiliği çok görüp başa kakma, gibi anlamlara
geldiği söylenilmiştir2.
[5] Bkz: Taberi
Tefsiri.
[6] A.g.e.
[7] Ayetlerin tefsiri hk. bkz: Taberî Tefsiri.
[8] Bkz. Âiûsî
Tefsiri, Taberî Tarihi, 11/50-52 (istikâme
matbaası basımı).
[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/86-88.
[10] en-Nâkûr İnsanları çağırmak
ve uyarmak (dikkatlerini) çekmek amacıyla özel ses çıkartmak için üzerine
vurulan veya içerisine üflenilen alet. Bu, sûr (boru) veya boynuzdur,
[11] Tefsiri için bkz. Taberî Tefsiri.
[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/88.
[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/89.
[14] Halaktu vahiden Her türlü
güç, mal ve evladı olmadığı halde yarattım.
[15] Benine şuhûden Kendisine
yardım etmek ve işlerini çevirmek için emrine âmâdc
evlatlar.
[16] Mehhedtü lehûj
Onu yerleştirdim.
[17] Se urhikuhû
saûde O'nun peşine sıkıntılar salacağım, demektir.
Çünkü zorluk genellikle tırmanırken meydana gelmektedir.
[18] Bkz: Taberî,
Âlûsî ve Zemahşerî
tefsirleri.
[19] Bkz: Keşşaf Tefsiri.
[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/90.
[21] İnnehû fekkera
ve kaddera Sonucu düşündü, düşündükten sonra hesap
etti, demektir.
[22] Kutİlc Allah onu kahretsin
mânâsında, bedduadır.
[23] Besera Asık surat ile
karşıladı.
[24] Yuser Bilinen, Öğrenilmiş.
[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/91-92.
[26] AsrıTn-Nebî kitabtmızın III. (Düşünce Hayatı) bölümünden s. 293 vd. sihir ve kahinlik konusunu okuyunuz.
[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/93-94.
[28] Sekar Ateş, cehennem.
[29] La tubkî ve lâ tezer Onların bütün vücutlarını yakar, bunlardan geriye hiç
bir şey bırakmaz9.
[30] el Beşer 29. ayette 'Vücut derileri", 31. ayette
"insan" mânâsın-dadır.
[31] Levvâha Yakıcı, kavurucu.
[32] Fitne Deneme, sınama, imtihan.
[33] Bkz:Taberî
Tefsiri.
[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/95-96.
[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/96-98.
[36] Bkz: Zemahşerı
Tefsiri, 1/190 vd.
[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/98-99.
[38] Bkz: Zemahşerî,
Esâsu'I-Belâğa.
[39] Bkz: el- Kur'anu'l-Mecîd kitabımız, s.185-189.
[40] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/99-103.
[41] Araf Sûresi'nin tefsiri sırasında, inşaallah
bu konuyu açıklayacağız.
[42] Asru'n-Nebî kitabımız
s.95'te Hicaz'da "Yabancı Topluluklar" konusunu; Sîratu'r-Rasûl kitabımızda da hristiyanlar
ve yahudiler bölümlerini okuyunuz.
[43] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/103-105.
[44] Edbera Arkasını döndü.
[45] Esfera Belirginleşti, ortaya
çıktı.
[46] İhda'l-kiber
Allah'ın büyük delillerinden birisi. Tercih edilen görüşe göre burada
kastedilen "Sekar"dir.
[47] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/105-106.
[48] Küllü nefsin biıuâ kesebet rehine Her kişi yaptığından sorumlu ve ondan
ipotekli (nıürtehin)dir.
[49] Ashaba'I-Yemhı
Kıyamet günü, kurlu İm usları anlatan bir Kur'anî
ifadedir.
[50] Mâ sele kekimi fi sekar "Sizi cehennemde yer alanlar içerisine kim
yöneltti1' demektir.
[51] el-Havd Bir şeyde derine
dalmak. Burada herhangi bir bilgiye dayanmaksızın ve haksız olarak (günaha)
düşmek ve sürçmek veya batıla dalmak kastedilmiştir.
[52] Yevmu'd-Dİn
Din, burada "karşılık verme/ceza" anlamına gelmektedir. Bu, hesap
yani kıyamet gününün kastedildiği bir Kur'anî
ifadedir.
[53] el-Yakın Ölüm ve hayatın son bulması mânâsındadır.
[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/107.
[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/107-108.
[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/108.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/108-110.
[58] Kasvcraj Yırtıcı hayvanların
adlarından biridir.
[59] Müstenfira Kaçmakta olan, mânâsmdadır.
[60] Hıımıır Eşek kelimesinin çoauludur. Bu çoğul kalıbının sadece vahşi eşekler için
olduğu söylenilmiştir.
[61] Tezkira Peygamberin çağrısı
anlamındadır.
[62] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/110.
[63] Bkz: Taberî
ve İbn Kesir tefsirleri. Bu iki tefsirde her iki
yorumu da destekleyen ifadeler bulunmakladır.
[64] Bkz: Taberî
Tefsiri.
[65] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/111.
[66] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/111-112.
[67] Yine bkz: Asru'n-Nebi kitabımız s.205 vd.
[68] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/113-115.