Bu sure-i celile elli
altı âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.
Âlimlerin çoğunluğunun
aksine, Cabir b. Abdullah'a göre, Kur'an-ı Ke-rim'in ilk'inen suresi bu
suredir.
Cabir b. Abdullah
diyor ki:
"Ben,
Resululİahin, vahyin kesildiğini anlattığını işittim. Resulullah konuşmasında
şöyle buyurdu; "Ben bir gün yürürken gökten bir ses işittim. Başımı yukarı
kaldırdım baktım. Bir de ne göreyim, Hırada bana gelen melek yerle gök arasında
bir kürsü üzerinde oturuyor. Ben ondan çok korktuirn, yere kapandım. Geri
geldim ve "Beni örtün, beni örtün." dedim. Üzerimi Örttüler. Bunun
üzerine Allah teala "Ey sarınıp bürünen Peygamber, kalk insanları uyar,
rabbini yücelt, elbiselerini temizle, azaba götürecek şeylerden sakın."
âyetlerini indirdi. Sonra vahiy kızıştı bir daha kesilmedi."[1]
Yahya b. Ebi kesir
diyor ki: "Ben, Ebu Seleme b. Abdurrahman'dun, Kukanın ilk inen
âyetlerinin hangisi olduğunu sordum. O da Müddesir suresi olduğunu söyledi.
Dedim ki: suresinin imliğini söylüyorlar." Ebu Seleme dedi ki: "Ben
bunu, Cabir b. Abdullah'tan sordum ve ona, aynen senin bana söylediğin şeyleri
söyledim. Cabir dedi ki: "Ben sana ancak Resulullahın söylediğini
anlatıyorum. Re-sulullah buyurdu ki: "Ben Hira'yı mekan edinmiştim. Orada
ikamet etmeye son verince aşağı indim. Bana seslenildi. Sağıma baktım bir şey
göremedim. Soluma baktım bir şey göremedim. Sonra başımı yukarı kıldırıp göğe
doğru baktım. Orada acaip bir şey gördüm. (Diğer bir rivayette, bana gelen, o
meleği, gökle yer arasındaki tahtta oturuyor gördüm) Hatice'ye geldim
"Beni örtün, üzerime soğuk su dökün." dedim. Beni sardılar. Üzerime
soğuk su döktüler." Bunun üzerine "Ey sarınıp bürünen Peygamber,
kalk insanları uyar, rabbini yücelt." âyetleri nazil oldu.
Âlimlerin çoğunluğu
ise Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadise dayanarak, Kur'anın ilk inen
âyetlerinin Alak suresinin baş tarafındaki âyetler olduğunu söylemişlerdir:
Hz. Aişe (r.anh.)
diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.)e vahyin ilk başlangıcı, uykuda gördüğü sadık rüyalar olmuştu.
Resulullah hiçbir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık bir şekilde ortaya
çıkmış olmasın. Resulullah Hira'ya giderdi. Orada tek başına kalır, belli
gecelerde rabbine ibadet ederdi. Bunun için oraya giderken azık alır giderdi.
Sonra tekrar Hatice'nin yanına dönüp aynı maksatla azık alıp giderdi. Nihayet
o, Hira mağarasındayken ona hak olan vahiy geldi. Orada Resulullaha melek geldi
ve ona: "Oku." dedi. Resulullah (s.a.v.) "Ben okuma
bilmem." dedi.
Resuluüah diyor ki:
"O zaman melek beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni
bıraktı. Yine bana "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem."
dedim. İkinci defa, beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı
ve yine "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem." dedim.
Üçüncü defa beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı ve
bana "Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku, rabbin kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem
sahibidir.[2] dedi.
Resulullah, bu
âyetlerle birlikte, korkudan dolayı etleri titreyerek dönüp geleli. Hatice'nin
yanma girdi ve ona "Beni örtün, beni örtün, beni örtün." dedi.
Resulullahın korkusu geçince "Ey Hatice, bana ne oluyor?" dedi ve
durumu ona anlattı ve "Ben kendimden korkuyorummm."dedi. Hatice
"Hayır, müjde sana, Allaha yemin olsun ki, Allah seni asla yalnız
bırakmaz. Zira sen, akrabana iyi davranıyor, doğruyu konuşuyor, âcizlerin
yükünü taşıyor, misafire ikram ediyor ve haktan gelen âfetlere karşı yardımda
bulunuyorsun." dedi. Sonra Hatice, Resuİullahı alıp babasının öz kardeşi,
amcası Nevfel'in oğlu olan Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdüluzza b. Kusay'a
götürdü.. Varaka cahiliye döneminde Hristiyan olmuş bir kimseydi. Arapça okur
yazardı. İndiden AHahin dilediği kadarını yazardı. O sırada gözleri görmeyen
yaşlı bir kimseydi. Hatice ona "Amcam oğlu, kardeşinin oğlunu dinle."
dedi. Varaka, Resulullaha "Kardeşimin oğlu. ne görüyorsun?" dedi.
Resulullah ona, gördüklerini anlatı. Varaka "Senin bu gördüğün, Musa'ya
indirilen vahiy meleğidir. Keşke ben senin, ümmetini (tüne) davet edeceğin
günlerde genç bir kimse olsaydım. Kavmin seni yurdundan çıkarırken hayatta
olsaydım." dedi.
Resulullah:
"Onlar beni yurdumdan çıkaracaklar mı?" dedi. Varaka "Evet,
senin bu getirdiğin dava ile hiçbir kimse gelmemiştir ki ona düşmanlık yapılmış
olmasın. Şayet ben, senin günlerine yetişecek olursam, sana büyük bir güçle
yardım ederdim." dedi. Bundan sonra çok geçmeden Varaka vefat etti.
Bu sırada vahiy bir
müddet kesildi. Zühri diyor ki: "Bize ulaştığına göre Resulullah, vahyin
kesilmesinden dolayı öyle üzüldü ki, bir kaç kere gidip kendisini yüksek
dağların başından aşağı almak istedi. Resulullah, kendisini aşağı atmak için
her dağa çıktığında Cebrail ona görünüyor ve ona "Şüphesiz ki sen,
gerçekten Allanın Peygamberisin." diyordu. Bunun üzerine Resulullah
sakinleşiyor, heyecanı yatışıyor ve dönüp geri geliyordu. Vahyin kesilmesi
uzayınca Resulullah aynı şeyi yapmak için gidiyordu. Dağın tam tepesine
ulaşınca, yine Cebrail onu görünüyor ve ona aynı şeyleri söylüyordu."[3]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla.
1- Ey
sarınıp bürünen Peygamber,
Abdullah b. Abbas ve
Katade, bu âyet-i kerimeyi 'Ey elbisesine bürünüp uyuyan Peygamber."
şeklinde izah etmişler, İkrime ise: "Ey Peygamberlik yükünü üstlenip ona
bürünen peygamber." seklinde izah etmiştir.[4]
2- Kalk,
(insanları) uyar.[5]
3- Rabbini
yücelt.
Ey Peygamber, yatmayı
bırak. Kalk Alloha ortak koşan kavmini, Aİlahın azabı ve daha önceki kâfirlerin
uğradıkları akıbetle uyar. Ey Muhamrned.rabbi-ne kulluk ederek ve ihtiyaçlarını
sadece ondan isteyerek onu yücelt.[6]
4-
Elbiselerini temizle.
Abdullah b. Abbas,
fkrime, Katade, Dehhak ve İbrahim en-Nehai'ye göre bu âyette
zİkredilen"Elbiselerinİ temizle" ifadesinden maksat,
"Elbiselerini, günah işleme ve ihanette bulunma manevi kirlerinden
temizle." demektir. Katade diyor ki: "Araplar, ahdini bozan adama
"elbisesi kirli." verdiği sözü yerine getirene ise "Elbisesi temiz."
derler.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen başka bir görüşe göre "Elbiselerini temizle" ifadesinden
maksat, "Güzel ameller işle, davanışlannı düzelt." demektir.
Muhammed b. Şîrîn ve
İbn-i Zeyd'e göre ise "Elbiselerini temizle" ifadesinden maksat
"Elbiselerini su ile yıka ve onian necasetten arındır." demektir.
Taberi bu son görüşün
tercihe şayan olduğunu söylemiş ancak "Mânevi kirlerden ann."
şeklindeki görüşün, Selefin çoğunluğunun görüşü olduğunu bildirmiştir.[7]
5- Azaba
götürecek şeylerden sakın.
Bu âyet-i kerimede
zikredilen kelimesini harfini Ötreli okuyanlar, bundan maksadın putlar olduğunu
ve âyetin manasının "Sen, putlara ibadet etmekten ve onlara hizmette
bulunmaktan kaçın." demek olduğunu söylemişlerdir.
Abdullah b. Abbas.
Mücahid, İkrime, Katade,Zühri ve İbn-i Zeyd, âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.
harfini esre ile okuyanlar ise bu kelimeden maksatlın "Günah işleme"
olduğunu buna göre âyetin manasının "Sen, seni azaba götürecek günahlım
işlemekten kaçın." demek olduğunu söylemişlerdir. İbrahim en-Nehai ve
Dehhak bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.[8]
6- Yaptığın
iyiliği çok görerek başa kakma.
Bu âyet-i kerime,
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Damre b. Habib, ebu el-Ahves, İkrime, İbrahim en-Nehai, Dehhak, Katade, Tavus
ve Mücahid bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Muhammed, sen daha
fazlasını sana versinler diye hediye verme." yani, verdiğin şeyden daha
büyük bir karşılık bekleme Dehhak diyor ki; "Verdiğin hediye karşılığımla
daha fazla bir şey almak faiz gbi gözükse de helâldir. Ancak bu, özellikle
Resulullaha yasaklanmıştır.
Hasan-ı Basri ve Rebi1
b. enes ise âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Yapmış olduğun amelinden
dolayı rabbine karşı sitemde bulunma ve amelini gözünde büyütme. Zira, amelin,
rabbinin sana verdiği nimetler karşısında çok büyük bir şeydir. Taberi bu
görüşü tercih etmiş ve bundan önceki âyetlerin, Resulullaha, Allaha ciddi bir
şekilde yalvarmasını ve gördüğü eziyetlere karşı sabretmesini emrettiklerini,
bu âyetin de o âyetlerle uyumlu bir şekilde yorumlanmasının doğru olacağını
söylemiştir.
Mücahid ise bu âyeti
şu şekilde izah etmiştir: Ey Muhammed, sen çokça hayır işlemekten gevşeme, sıkı
dur."
İbn-i Zeyd ise bu
âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Ey Muhammed, sen peygamberliğini
insanların başına kakarak ondan dolayı insanlardan ücret alıp malını
çoğaltmaya kalkma.[9]
7- Rabbinin
rızası için sabret.
Mücahid ve İbn-i Zeyd
bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Muhammed, sen, davetin karşılığında
çekeceğin sıkıntılara, rabbinin nzası için sabret."
İbrahim en-Nehai ise
şöyle izah etmiştir: "Verdiğin şeylerden dolayı karşılık bekleme. Onların
karşılığında rabbine sabret, fedakarlıkta bulun."[10]
8- Sur'a
üfürüldüğü gün.[11]
9- İşte o
gün, çok zor bir gündür.[12]
10- Hele
kâfirler için hiç de kolay değildir.
Zühri, âyette
zikredilen ve "Sur" diye tercüme edilen "Nakur" kelimesinin,
borazan şeklinde bir şey olduğunu söylemiştir.
Ebu Said el-Hudri
diyor ki:
"ResuiuIIah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben nasıl rahat ederim ki sur sahibi suru ağzına
almış, alnını yere eğmiş ve kulağını dinlemeye vermiş sur'a üfleme emrini
beklemektedir." Bunun üzerine sahabiler: "Ey Allahm Resulü, bize neyi
emredersin?" dediler. Resulullah da onlara: "Allah bize yeter. O ne
güzel vekildir. Biz, Alİaha tevekkül ettik." deyin.[13] buyurmuştur.
Allah teala bu
âyetlerde kıyamet gününün çetin bir gün olduğunu beyan etmiştir.[14]
11- Beni şu
adamla başbaşa bırak. Ben onu (annesinin karnında) tek başına yarattım.
Ey Muhammet!,
annesinin kamında hiçbir şey olmadığı halde tek başına yarattığım o insanı bana
bırak. Onun hesabını ben göreceğim ve ona, layık olduğu cezayı vereceğim.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Katade, İbn-Î Zeyd ve Dehhak'tan nakledildiğine göre bu âyette ve
bundan sonraki âyetlerde sıfatlan zikredilen bu kişiden maksat, Velid b. Muğire
el-Mahzumi'dir.[15]
12-13- Sonra
ona bol servet ve yanından ayrılmayan oğullar verdim.
Mücahid ve Said b.
Cübeyr'e göre ona verilen bu servet bin dinarmış. Süfyan es-Sevri'ye göre bu
servet dört bin dinarmış. Numan b. Salim'e göre onu malı, sahib olduğu araziden
ibaretmiş. Ata b. Ebi Rebah'ın, Hz. Ömer'den rivayet ettiğine göre, Veli b.
Muğire'ye verilen mal, her ay devam eden geliridir. Velid'in yanından
ayrılmayan oğullarının sayısı Mücahid'e göre on'dur.[16]
14- Ona
büyük imkanlar sağladım[17]
15- Sonra
(verdiğim nimetleri) daha da artırmamı büyük bir hırsla ister.
Ben onun yaşantısını
geniş kıldım. Buna rağmen o doymadı. Yine de kentlisine verdiğim mal ve evlat
gibi nimetleri daha da artırmamı, aç gözlülükle istiyordu.[18]
16- Hayır,
çünkü o, âyetlerimize karşı aşırı inatçıdır.
Hayır, hayır, onun
ümit ettiği şeyler gerçekleşmeyecektir. Zira o, bizim delilimiz olan
kitaplarımızı ve Peygamberlerimizi inkar etmekte inatçıydı.[19]
17- Onu
mutlaka sarp bir yokuşa sardıracağım.
Ben onu hiç rahat
bulamayacağı çetin bir azaba uğratacağım.
Ebu Said el-Hudri
Resulullahın, bu âyette zikredilen ve "Sarp yokuş" diye tercüme
edilen kelimesi hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Saud, ateşten
bir dağdır. Kâfir yetmiş yıl ona tırmanır, sonra onunla beraber uçar.Ve o
kâfir devamlı olarak böyle yapar.[20]
18- Çünkü o,
düşündü, ölçtü biçti.[21]
19-
Kahrolası nasıl da ölçtü biçti?[22]
20- Yine
kahrolsun, nasıl da ölçtü biçti.[23]
21- Sonra
baktı.[24]
22- Sonra
yüzünü ekşitip kaşlarını çattı.[25]
23-24- En
sonunda sırt çevirdi. Büyüklük tasladı ve "Bu eskilerden kalan bir
sihirden başka bir şey değildir.[26]
25- Bu
sadece bîr insan sözüdür." dedi.
Annesinin kamında tek
başına yarattığım bu insan, Muhammed'e indirilen Kur'an hakkında düşündü. Onun
hakkında ne söyleyeceğini Ölçtü biçti. Lanete uğrayası, Kur'an hakkında ne
söyleyeceğini nasıl da ölçtü biçti. Sonra lanete uğrayası, bunu nasıl ölçüp
biçti. Sonra bu meseleye baktı. Sonra kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti. AH aha
iman etmekten ve onun indirdiğini tasdik etmekten yüz çevirdi. Hakkı ikrar
etmeye karşı böbürlendi, Kur'an hakkında "Bu, başkalarından alınmış bir
sihirdir. Başka bir şey değildir. Bu Kur'an sadece insan sözüdür. Bu Allanın
kelam» değildir." dedi.
Müfessirler, bu
âyetlerin Velİd b. Muğire'yi tasvir ettiklerini söylemişlerdir. Bu hususta
İkrime diyor ki: "Velid b. Muğire, Resuluilaha geldi. Resului-lah ona
Kur'an okudu. Veüd Resuluilaha karşı yumuşar gibi oldu. Bu durum Ebu Cehiİ'e
intikal etti. Bunun üzerine Ebu Cehil Velid b. Muğire'ye "Ey amcam,
kavmin sana yardım topluyor." dedi. Velid: "Niçin?" diye sordu.
Ebu Cehil "Sana vermeleri için. Çünkü sen, Muhammed'e giderek onda
bulunan şeylere tenezzül etmişsin." dedi. Velid: "Kureyş de biliyor
ki, ben onların içinde çok malı olan biriyim." diye cevap verdi. Ebu
Cehil: "O halde Muhammet] aleyhinde bir şey şöyle ki kavmin, onun
söylediklerine karşı çıktığını ve onu sevmediğini bilsinler." dedi. Veüd:
"Ben onun hakkında ne söyleyeyim. Vallahi içinizde şiirleri, recezleri,
kasideleri ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi onun
söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. Vallahi onun söylediğinin bir
tatlılığı var. Onun söylediği, kendisinin dışında olanları yıkıyor. Vallahi o
yükselir, hiçbir şey onun üstüne çıkamaz." diye cevap verdi- Ebu Cehil:
"Vallahi kavmin, onun hakkında bir şey söylemedikçe senden razı
olmazlar." dedi. Velid "Bırak beni onun hakkında biraz
düşüneyim." diye cevap verdi. Düşündükten sonra ise, "Onun
söyledikleri başkasından alınan bir şiirdir." dedi. İşte bunun üzerine
"Beni şu adamla başbaşa bırak." âyetinden, "Onun üzerinde on
dokuz melek vardır." âyetine kadar olan kısım nazil oldu.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Velid b. Muğire, Ebubekir b. Ebi Ku-hafe'nin yanına gitti. Ona
Kur'andan sordu. Ebubekir ona Kur'an okuyunca Velid onun yanından çıkıp
Kureyşin yanına gitti. Ve onlara şöyle dedi: "İbn-i hbi Kebşe'nin
(Muhammed'in) söylediklerine şaşılır. Vallahi o ne şiirdir ne de sihir. Ne de
delilikten kaynaklanan saçmalık. Şüphesiz ki onun söylediği, Allah kelamıdır."
Bunları işiten Kureyşliler aralarında toplandılar ve "Vallahi şuyet Velid
dinini değiştirecek olursa bütün Kureyşliler dinlerini değiştirirler."
dediler. Ebu Cehil bu meseleyi işitince "Vallahi ben ona yeterim. Bu
meseleyi bana bırakın." dedi. Gidip Velid'in yanına vardı ve ona:
"Kavmin sana sadaka topladı görmüyor musun?" dedi. Velid: "Ben
onların mal ve evladı en çok olanı değil miyim?" diye cevap verdi. Ebu
Cehil: "Senin, İbn-i Ebi Kuhafe'ye (Ebubekir'e), onun yemeğinden faydalanmak
için gidip geldiğini söylüyorlar." dedi. Velid: "Benim kabilem bunu
mu söyledi? Onlar artık diğer Kusay oğullan hakkında da bir şeyler söylemekten
geri durmazlar. Ben artık ne Ebubekir'e, ne Ömer'e ne de İbn-i Ebi Kebşe'ye
yaklaşırım. İbn-i Ebi Kebşe'nin sözleri başkalanndan alınan sihirli sözlerden
başka bir şey değildir." dedi. Bunun üzerine Allah teala: "Beni şu
adamla başbaşa bırak.." âyetinden "O, insan derisini yakıp kavurarak
simsiyah eder." âyetine kadar olan âyetler nazil oldu.[27]
26- Ben onu
mutlaka "Sakar" denilen cehenneme sokacağım.[28]
27- Sen
"Sakar"ın ne olduğunu nereden bileceksin?[29]
28- O, ne
bir şey geri bırakır ne de yakmaktan vazgeçer.[30]
29- O, insan
derisini yakıp kavurarak simsiyah eder.[31]
30- Onun
üzerinde on dokuz zebani vardır.
Allah teala, bu âyet-i
kerimelerde, yukarı sıfatları zikredilen insanları,, herşeyi yakıp yok etlen
"Sakar" cehennemine koyacağını, cehennemin, onların derilerini
yakarak değiştireceğini ve cehennemde on dokuz meleğin vazifelendi-rikliğini
beyan etmektedir.
Cabir b. Abdullah
diyor ki:
"Yahudilerden bir
kısım insanlar, Resulullahın sahabilerine gelerek: "Sizin, Peygamberiniz,
cehennemin zebanilerinin kaç tane olduğunu biliyor mu?" diye somdular.
Sahabiler: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimizesorulur." dediler. Bunun
üzerine bir adam ResuluIIaha gelerek: "Ey Muhammed, bugün senin
sa-habilerin mağlup edildi." dedi. Resulullah "Ne ile mağlup
edildiler?" diye sordu. Adam: "Yahudiler onlara "Sizin
Peygamberiniz, cehennem zebanilerinin sayısını biliyor mu?" diye sordular."
dedi. Resulullah: "Onlar ne cevap verdiler?" diye sordu. Adam:
"Bilmiyoruz. Onu Peygamberimize soralım." dediler." diye cevap
verdi. Resulullah: "İnsanlara bilmedikleri bir şey sorulur onlar da
"Biz bunu bilmiyoruz. Peygamberimize soralım." derlerse mağlup mu
olurlar? Halbuki kendileri Peygmaberlerine,"Sen bize Allahı açıkça
göster." şeklinde isteklerde bile bulunmuşlardır. "O, Allah
düşmanları bana gelsinler ben onlara cennetin toprağının ne olduğunu
soracağım. Aslında onun toprağı, un şeklinde ince bir topraktır." dedi.
Yahudiler ResuluIIaha
geldiler ve "ey Ebel Kasım, cehennemin zebanileri kaç tanedir?" diye
sordular. Resulullah, pamıaklarının önce on'unun birden daha sonra da dokuzunu
göstererek, "Şu ve şu kadardır." dedi. Yahudiler: "Evet" dediler.
Bunun üzerine Resulullah onlara "Cennetin toprağı nedir?" diye sordu.
Yahudiler biraz sustular, sonra: "ey Ebel Kasım o, ekmektir."
dediler. Resulullah onlara: "Elemek undandır." dedi.[32] ^
Yani, cehennemin toprağı ekmek değil, un şeklinde ince topraktır." demek
istedi.[33]
31- Biz,
cehennem zebanilerini sadece meleklerden yaptık. Biz, onların sayılarını kâfirler
için bir imtihan vesilesi kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi
edinsinler. Müminler imanlarını kuvvetlendirsinler. Kitap ehli ve müminler
şüpheye düşmesinler. Kalblcrİnde hastalık olanlar ve kâfirler de "Allah bu
misalle ne demek istedi?" desinler. Bu misalle Allah, dilediğini sapıtır
ve dilediğini hidayete erdirir. Rabbinin ordularını kendinden başka kimse
bilemez. Bu, insanoğluna bir hatırlatmadır.
Ayet-i kerimede
"Biz, cehennem zebanilerini sadece meleklerden
yap-tık."buyurulmaktadir. Bu âyetin nüzul sebebi hakkında Abdullah b Abbas
diyor ki: "Ebu Cehil, "Cehennemin üzerinde on dokuz zebani
vardır." âyet-i kerime-, siyle bu âyeti işitince Kureyşlilere şöyle
demiştir: "Vay anneleri kendilerini kaybedesi Kureyşliler. Ben, İbn-i Ebi
Kebşe'nin (Muhammed'in) cehennem zebanilerinin sayısının on dokuz olduğunu
haber verdiğini işitiyorum. Sizlerse çok sayıdasınız. Sizden on kişi,
zebanilerden birine güç yetirmekten âciz misiniz?" Bunun üzerine Allah
teala,Resululaha, Ebu Cehil'e gitmesini, Mekke'nin "Bat-ha" denilen
vadisinde elinden tutarak ona şöyle demesini vahyetti: "Gerektir sana
bela gerek." (Kahrolasın) Sonra yine gerektir .sana bela gerek;"
(Belaya uğra-yasın)"[34]
Resulullah Ebu Cehil'e
bunu yapınca Ebu Cehil şöyle dedi: "Vallahi sen de rabbin de birşey
yapamazsınız." Fakat Allah onu, Bedir gününde rezil etti.
Ayet-i kerimenin
devamında: "Biz, onların sayılarım kâfirler için bir imtihan vesilesi
kıldık.." buyurulmaktadir. Bu âyet, Ebu Cehil ve Ebul Eşeddîn gibi
kâfirlerin, bu melekleri yalanlamaları ve arkadaşlarına "Ben onlara
yeterim" şeklinde sözler söylemeleri dolayısıyla, fitneye düştüklerini
beyan etmektedir.
Âyette
"Kendilerini kitap verilenler, kesin bilgi edinsinler."
buyurulmak-tadır. Cehennem zebanilerinin sayısının on dokuz olduğu, Tevrat ve
încilde de zikredildiğinden, Kur'an-i Kerim'de de aynı sayı zikredilince kitap
ehli olan Yahudi ve Hristiyanlar, Kur'anın ve Hz. Muhammed'in hak olduklarını
kesin olarak Öğrenmiş olurlar.
Âyet-i kerimede yine:
"Rabbinin ordularını kendinden başka kimse bilemez.."
buyurulmaküıdır. Allah tealanm ordusu, Ebu Cehil'in sandığı kadar sadece
cehennemin üzerindeki on dokuz zebaniden ibaret değildir. Kaldı ki bu zebanilerin
her biri çok büyük ve çok güçlüdürler.
Resuluîhıh (s.a.v.)
yedi kat gökte bulunan "Beytül Ma'muru" anlatırken oraya girip çıkan
melekler hakkında şöyle buyurmuştur:
"Her gün orada
yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan bir çıkan bir daha oraya dönmez. Oraya son
girişleri olur."[35]
Âyet-i kerimenin
sonunda "Bu, insanoğluna bi hatırlatmadır." Duyurulmaktadır. Yani,
"Sakar" adındaki cehennem, insanoğluna bir hatırlatma olarak
zikredilmiştir.[36]
32-36-
Hayır, hayır (Sakar onların düşündükleri gibi değildir) ay'a, geçip giden
geceye ve ağaran sabaha yemin olsun ki "Sakar" insanları uyaran en
büyük hadiselerden biridir.[37]
37- Evet o,
sizden ileri giden veya geri kalanlar için bir uyarıdır.
Hayır, hayır,
müşrikler, cehennem zebanilerine galip gelecek değillerdir. Ay'a, karanlığı
çekilip giden geceye, aydınlatan sabaha yemin olsun ki, cehennem en büyük
olaylardan biridir. O cehennem, insanoğlunu uyarmaktadır. Evet o, sizden Allaha
itaatte ileri gitmek isteyenler için veya Allaha isyandan geri kalmak
isteyenler için bir uyarı aracıdır.
Âyette zikredilen
"Uyarıcı" sıfatı, Hasan-ı Basri'ye göre cehenneme, Ebu Rezin'e göre,
Allah teaiaya, İbn-i Zeyd'e göre ise Resulullaha aittir. Meal birinci görüşe
göre hazırlanmıştır.[38]
38- Herkes
kazandığına karşılık bir rehindir.[39]
39- Ancak
amel defteri sağından verilenler bunun dışındadır.[40]
40-41-42- Onlar
cennetlerdedirler. Onlar suçlulara sorarlar: "Sizi "Sakar"
cehennemine sürükleyen nedir?"
Emir ve yasaklarla
mükellef olan herkes, dünyada işlediği günahının karşılığında cehennemde rehin
olarak tutulacaktır. Ancak amel defterleri sağdan verilenler müstesnadır.
Bunlar cehennemde rehin tutulmayacak, cennetlerin içine konulacaklardır. Zira,
Allah onların kusurlarını affedecektir. Onlar, cehennemde olan günahkarlara;
"Sizi, "Sakar" cehennemine sokan sebep nedir?" diye
soracaklardır.
Âyette zikredilen ve "Amel
defteri sağdan verilenler." şeklinde tercüme edilen "Ashab-ı
Yemin"den maksat, Hz. Ali'ye göre rnüslümanlann çocukları, Abdullah b.
Abbas'a göre ise melekler olduğu rivayet edilmiştir. Zira, daha sonraki âyette
"Ashab-ı Yemin"in günahkarlara "Sizi cehenneme sokan
nedir?" diye sordukları zikredilmektedir. Bu da bu soruyu soranların,
çocuklar ve melekler gibi günah işlemeyen kimseler olduklarını göstermektedir.
Çünkü, mükellef olan ve günah işlemeye müsait olan insanların suçlulara bu
soruyu sormaları beklenemez.
Zira onlar da insanı cehenneme sokan sebebin, günah işlemek olduğunu
bilmektedirler.[41]
43- Suçlular
şöyle cevap verirler: "Biz, namaz kılanlardan değildik.[42]
44- Yoksullara
bir şey yedirmezdik.[43]
45- Batıla
dalanlarla beraber biz de dalardık.[44]
46- Ceza
gününü yalanlardık.[45]
47- Ölüm
gelip çatıncaya kadar bu halde devam ettik."
Suçlular, kendilerine,
"Sizi cehenneme sokan sebep nedir?" diye soran "Ashab-ı
Yemin'e" şu cevabı vereceklerdir: "Biz, dünyada iken, Allah için namaz
kılanlardan değildik. Biz, Aliahın bize verdiği nimetlere karşı cimri davranarak
yoksulları doyurmazdik. Batıl şeylere dalanlarla birlikte biz de dalardık.
Bizler, ceza ve hesabın bulunacağı âhiret gününü yalanlardık. Sevap veya cezanın
verileceğine inanmazdık. Nihayet bize, kesin haberi veren Ölüm geldi.[46]
48- Bu
suçlulara şefaat edenlerin şefaati fayda vermez.
Allanın, bir kısım
günahkârlar için şefaat etmelerine izin verdiği bu gibi günahkarlara şefaatleri
fayda yenileyecektir.
Bu âyet-i kerimeden,
Allah tealanın, yaratıklarından bir kısmına, diğerlerine şefaat etmeleri için
izin vereceği hükmü çıkarılmaktadır.
Peygamber efendimiz,
bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:
"Peygamberler,
melek ve müminler şefaatçi olacaklardır. Cebbar olan Allah, "Benim
şefaatim kaldı." diyecektir, Cehhennem ateşinden bir avuç alacak onunla,
yanıp kararmış olan kavimleri cehennemden çıkaracak, onlar, cennetin başında
bulunan ve kemlisine "Hayat suyu" denilen nehire atılacaklar ve
onların vücutları, sel yataklarında biten dere otu gibi bitecektir..."[47]
Peygamber efendimiz
diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:
"Sonra Allah
teala, rahmetiyle dilediğini cehennem ateşinden kurtaracak sonra meleklere, Peygamberlere
ve şehitlere şefaat etmeleri için izin verilecek onlar da şefaatçi olup
cehennemden insanları çıkaracaklar, tekrar şefaatçi olup-tekrar çıkaracaklar
tekrar şefaatçi olup tekrar çıkaracaklardır.[48]
Peygamber efendimiz,
diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden bir
kişinin şefaati île Temim oğullarından daha fazla insan cennete
girecektir." Denildi ki: "Ey Allanın Resulü, o kimse senin dışında
bir kimse mi olacaktır?" Resuhıllah: "Evet, benim dışımda bir kimse
olacaktır."[49] buyurdu.
Ebuddeida Resulullah
(s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Şehit,
ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir."[50]
Peygamber efendimiz,
başka bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştun "Her Peygambere bir hak verilmiştir. Hepsi de onu
dünyada kullanmakta acele etmiştir.Ben ise bu hakkımı, ümmetime şefaat için
geri bıraktım. Ümmetimden öyle adam vardır ki, insanlardan büyük bir kitleye
şefaatçi olur da onlar cennete girerler.Öyle kimse vardır ki bir kabile için
şefaatçi olur. Öyle kimse de vardır ki, akrabalarına şefaatçi olur. Öyle kimse
vardır ki üç kişiye, iki kişiye, bir kişiye şefaatçi olur."[51]
Abdullah "Sizi
sakar cehennemine sürükleyen nedir?" "Suçlular şöyle cevap verirler:
"Biz namaz kılanlardan değildik." "Yoksullara bir şey yedirmezdik.
Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık." "Ceza gününü
yalanlardık." âyetlerini okuduktan sonra elinin dört parmağını avucuna
doğru kapatmış "Siz, zikredilen şu dört şeyi yapanlarda herhangi bir hayır
görüyor musunuz? Dikkat edin, cehennemde bu dört şeyi işleyenler dışında kimse
bırakılmayacaktır." demiştir.[52]
49- Hal
böyleyken bunlara ne oluyor da öğütten yüzçcviriyorlar?
Durum böyle iken bu
müşriklere ne oluyor da Kur'andan yüzçeviriyorlar. Ondan öğüt ve ibret
almıyorlar?[53]
50-51-
Arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçışıyorlar.
Âyette geçen ve
"Aralan" diye tercüme ediien (kelimesi çeşitli şekillerde izah
edilmiştir.
Abdullah b. Abbas, Ebu
Musa el-Eş/ari, Mücahid, İkrime ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bundan
maksat, "Okçular" demektir.
Said b. Cübeyr ve
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesi
"Avcılar" anlamına gelmektedir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen bir başka görüşe göre ise kelimesinden maksat, "erkekler
topluluğu", başka bir görüşe göre ise "Erkeklerin çıkardığı
ses"tir.
Ebu Hureyre, İbn-i
Zeyd'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre ise kelimesi
"Aralan" anlamına gelmektedir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır.[54]
52- Daha
doğrusu her biri kendilerine apaçık sahifeler verilmesini istiyor.
Müşriklerin Kur'andan
yüzçevirmeleri, onun, Allah katından geldiğini bilmemelerinden değil herbirinin
ayrı ayrı kendisine kitap indirilmesini istemeleri ndendir.
Katade diyor ki:
"İnsanlardan bazıları: "Ey Muhammed, eğer sana uymamızı istiyorsan
falan ve filanlara, sana uymamızı emreden özel bir kitap getir." dediler.[55]
53- Hayır,
hayır, doğrusu onlar âhireften korkmuyorlar.
Hayır, hayır onlara
apaçık sahifeler verildiğinde peygamberleri tasdik edecek değillerdir. Çünkü
onlar, öldükten sonra âhirette diriltilip hesaba çekileceklerinden
korkmuyorlar. İşte onları, Kur'andan yüz çevirten asıl sebep budur.[56]
54- Hayır,
hayır, yüzçcvirdiklcri bu Kur'an, gerçekten bir öğüttür.[57]
55- Dileyen
öğüt alır.[58]
56- Ondan
ancak Allah diterse öğüt alırlar. Allah, kendinden korkulmaya ve affetmeye
daha layıktır.
Hayır, müşriklerin
dediği gibi Kur'an, başkalarından alınan bir büyü veya bir beşer sözü değildir.
Fakat o, Allah tarafından, yaratıklarına bir hatırlatmadır. Ancak kullarından
kime bu Kur'anla öğüt verecek olursa o kul, Kur'andan öğüt alır. Allah
dilemedikçe Kur'an kendilerine hatırlatılan hiçbir kimse ondan öğüt alamaz.
Zira Allahtan başka kimsenin buna gücü yetmez. Allah, cezalandırmasından
korkulmaya ve tevbe edenleri affetmeye daha layıktır.
Enes b. Malik,
Resulullah (s.a.v.)in "Allah, kendisinden korkulmaya ve affetmeye daha
layıktır." âyeti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Aziz ve Celi!
olan Allah buyurdu ki: "Ben, kendisinden korkulmaya daha layık olanım.
Kim benden korkar da benimle birlikte başka bir ilah edinmeyecek olursa onu
affetmeye de ben layıkımdır."[59]
[1] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, hah: 5
[2] Alak Suresi, 96/1-5
[3] Bubarı, K. el-Ta’bir, bab: 1
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/471-473.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/475.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/475.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/475.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/475-476.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/476.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/476-477.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/477.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/477.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/477.
[13] Ahmed b.HanhEl,
Müsned. C.3, S.73 / Tirmizi, K. Tefsir ol-Kur'an, Sure: 39, Hadis no: 3243
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/477-478.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/478.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/479.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/479.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/479.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/479.
[20] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, Hadis no: 3326
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/479-480.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/480.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/480.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/480.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/480.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/480.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/480.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/480-481.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/482.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/482.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/482.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/482.
[32] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur’an, Sure: 74, Hadis no: 3327
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/482-483.
[34] Kıyamet Suresi, 75/34-35
[35] Buhari, K. Bed’ül Halk, bab: 6/ Müslim, K. el-İman,
bab:264, Hadis no:164
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/484-485.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/485-486.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/486.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/486.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/486.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/486-487.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/487.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/487.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/487.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/487.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/487.
[47] Buhari, K. et-Tevhid, bab: 24
[48] Ahmed b. Hanhel, Müsned, c.5, S.43
[49] Ebu Davut, K. el-Cihad, bab: 26, Madis no: 2522
[50] Ebu-Davud, K. el-Cihad, bab: 26, Hadis no: 2522
[51] Ahmed b. Hanbel, Müsnud, C..1, S.20
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/487-489.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/490.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/490.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/490-491.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/491.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/491.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/491.
[59] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, Hadis no: 3328
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/491-492.