Kür'an Allah'ın Himayesindedir
Rasûllvllah İle Ebu Cehl'tn Münakaşası
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Hayır! (Gerçek, kâfirlerin dediği gibi değildir) Kıyamet gününe an d ol sunî
2- Hayır! Kendini kınayıp duran nefse andolsun ki,
3- İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız mı sanıyor?
4- Evet, biz onun parmak uçlarını bile derleyip iade etmeye güç yetirenleriz.
5- Fakat insan önündekini (kıyameti) yalanlamak istiyor!
6- «Kıyamet günü ne zamandır?» diye sorup duruyor! 7/10 — İşte göz kamaştığı, ay tutulduğu ve ay ile güneş birleştiği vakit, insan «Nerede o kaçacak yer?» der.
11- Hayır! (O gün) hiçbir sığınak yoktur.
13- (Ey insan!) O gün sen Rabbinin huzuruna varıp durursun.
13- O gün insan önce ve sonra yaptıklarından haberdar edilir.
14- İnsan kendi nefsi üzerine bir şahiddir.
15- İsterse Özürlerini sayıp döksün.
16- (Ey Rasûlüm!) Onu (Kur'an'ı) acele ederek (tekrarlamak için) dilini (Cebrail ile birlikte) hareket ettirme!
17- Muhakkak ki onu toplamak ve okutmak bize aittir.
18- Bunun için biz onu okurken onun okunuşuna uy!
19 - Sonra onu açıklamak bize aittir. [1]
(1-19> «Hayır! (Gerçek kâfirlerin dediği gibi değildir)...»Bu Ayetlerin Tefsiri
Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 40 ayettir.
Bu sureye aynı zamanda «La üksimu Suresi» denilmektedir, k-İttifakla Mekki'dir. Ayetleri Küfe sayımına göre 40, başka sayım-lara göre 39'dur. İhtilaf 16. ayetteki «Li ta'ceîe Uhi» cümlesinde- Iİ dir. Kelime adedi 199, harfleri ise 652'dir.
Birinci ayetin başındaki «la» harfi olumsuzluk mânâsını ifade m eden bir harftir. Mânâ değil de suret bakımından kasem fiilinin Üzerine girmesi Arapça'da çok yaygındır. Araplar kelâmlarında, şiirlerinde mânâyı etkilemeksizin sureten bunu getirirler.
Zemahşeri'nin kelamından özet olarak şu anlaşılır: «Bu «laharfi sözün ortasında gelirse o zaman zaiddir. Kasemi tekid için gelmiştir. Kelâmın başında gelirse, bu ayette ve Beled Suresi'nde olduğu gibi, o saman zaid değildir, nefiy içindir. Zira zaid olmast ancak sözün ortasında olur..,» (Keşşaf)
Kurtubi'ye göre «La» burada sıladır, yani zaiddir. Surenin başında gelmesi caizdir; çünkü Kur'an'ın bir kısmı diğerine bitişiktir. Kur'an tek kelâm hükmündedir. Bunun için bazen bir şey bir surede zikredilir, cevabı ikinci surede gelir. Mesela Cenab-ı Hak Hicr Suresi'nde «Onlar dediler ki, ey üzerine zikir inen kişi! Kesinlikle sen mecnunsun». Bunun cevabı Kalem Suresi'nde «Sen Rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin» şeklinde verilmiştir. Kelâmın mânâsı şudur: «Kıyamet Günü'ne kasem ederim ki...» (îbn Abbas, îbn Cübeyr, Ebu Ubeyde)
Ebulleys Semerkandi «Müfessirlerin icmaıyla «La Uksimu»nun mânâsı üksimu'dur; yani Lâ zaiddir» diyor. Fakat La'nın tefsirinde değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bazıları «La kelamda zaiddir, süs için getirilmiştir. Arapça'da La, çokça zaid gelir» demişlerdir. Meselâ Cenab-ı Hak başka bir ayette «Secde etmemekten seni me-neden nedir?» diyor. Oysa bunun mânası «secde etmekten» dir.
Bazıları «La, onların kelâmının reddi içindir» demiştir. Haşn inkâr ettikleri için onlara, mesele sizin söylediğiniz, iddia ettiğiniz gibi değildir, sizin iddianız merduttur, denilmiştir. Ondan sonra kasem başlıyor ve devam ediyor. Bu, Ferra'nın görüşüdür.
Nahivcilerin çoğu da Ferra gibi «La, sıladır, zaiddir» derler. Fakat önce bir nefye başlayıp sonra La'yı sıla kılmak caiz değildir. Zira eğer durum böyle olursa içinde cahd (inkâr) olan bir haberle cahd olmayan bir haberi ayırdetmek mümkün olmaz. Fakat Kur'an cenneti, cehennemi inkâr edenlerin reddini dile getirdi. Bundan sonra onların reddiyesinde kasem etmeyi getirdi. Bu tıpkı «Hayır, Allah'a yemin ederim, bunu işlemem» demeleri gibidir.
öyleyse «La» geçen bir kelâmın reddidir. Tıpkı «La vallahi kıya. met haktır» demen gibidir. Yani sanki sen kıyameti inkâr eden bir kavmi yalanlıyorsun. Bu takdirde La'nın faydası kasemin reddinin tekididir.
Ferra, «Bu ciheti
bilmeyen bir kimse
Nefs-i Levvame daima kendisini kınayan müminin nefsidir. Meselâ kişi «Ben falan şeyi kastetmedim» der ve daima nefsini kınar, (îbn Abbas, Mücahid, Hasan).
Hasan Basri «O (Nefsi Levvame), müminin nefsidir. Zira mümin daima nefsini kınar. Ben konuşmamda şunu irade etmedim: İçimdeki kuruntulardan şunu irade etmedim, der durur. Facir ise nefsini hesaba çekmez» demiştir.
Mücahid, «Nefsi Levvame geçmişini kınayan ve pişman olan nefistir» diyor. Meselâ bir şer için nefsini kınar: «Bunu geçmişte niçin yaptım?» der. Hayr için de kınar: «Niçin ondan daha fazlasını yapmadım?» der.
Bazıları «Levm sahibi bir nefisdir» demiştir. Bazıları da «Baş-kasını kınadığı noktada nefsini kınıyor demektir» demiştir. İşte Levvame bu yorumlara göre Laime, kınayıcı manâsını ifade eder ve bu övülür bir sıfattır.
Bazıları «Levvame kınayıcı değil de kınanmış mânâsım ifade edem diyorlar. O zaman zem sıfatı olur. Mukatü «Kâfirin nefsidir, daima kâfir nefsini kınıyor. Ahirette Allah konusunda kendisinden dünyada sadır olanlardan ötürü hasret çekiyor» demiştir.
Pena «İster iyilik yapan, isterse kötülük yapan nefis olsun, kınayan her nefis kendini kınar» diyor. îyilik yapan nefis, niçin da-ha fazlasını yapmadığını, kötülük yapan da niçin daha az kötülük yapmadığını, nefsini dizginlemediğini söyler.
Perra'ya göre ayetin mânâsı şudur; Kıyamet Günü'ne kasem ederim, nefsi levvameye kasem ederim. Kemikler bir araya getirilecek ve insan yeni bir yaradılışla iade edilecek ve haşre gönderilecektir.
Ferra'ya göre «İnsan sanıyor mu?» diye başlayan cümle kasemin cevabıdır. Nuhas, «Kasemin cevabı mahfuzdur» der. Yani Kıyamet Günü'ne nefsi levvameye kasem ederim ki siz haşre gönderileceksiniz! Bu cevabın mahzuf olmasına da «İnsan bizim kendisinin kemiklerini biraraya toplayamayacağımızı mı sanıyor?» cümlesini delil getiriyor. Burada insan'dan maksat, kâfir ve haşn yalanlayan kişidir.
«Kemik»ten maksat, insanın bütünüdür. Çünkü kemikler yaradılışın kalıplandır. [3]
«Benan» Araplar nezdinde parmaklar demektir. Tekili «Bena-nenöir. Parmak veya parmak uçları mânâsına gelen Benan'ı zikretmekle diğer azaları tasfiye ederek, yaratmaya kadir olduğuna dikkat çekiyor. Parmak ve parmak uçları kemiklerin en küçükleridir. Bunun için Cenab-ı Hak onları zikrediyor. Çünkü kemiğin en küçüğünü yaratıp eksiksiz yerine getirmeye gücü yeten Allah, cisimleri yaratıp haşre gönderme gücüne de sahiptir.
Said Havva, El-Esas adlı tefsirinde ayeti şöyle yorumluyor: «Evet, onu derlemeye kadiriz. Parmaklarını tesfiye etmeye, dünyada olduğu gibi, eksiksiz yapmaya kadiriz. Oysa parmaklarda çok ince terkib vardır. Buna kadir olduğumuza göre niçin diğer kemikleri iade etmeye kadir olmayalım?
«Benan», parmak ucu demektir. Bazı kimseler bu ayetten ötürü Kur'an'a iman etmişlerdir. Çünkü Kur'an burada niçin ay. rı ayrı izlere sahip olan parmak uçlarını zikrediyor. Hatta insan ların nüfusu birçok milyarı aşsa dahi birinin parmak ucu diğe-rine benzemez» [4]
Evet, insan parmaklarının yaradılışında diğer mahlûkata üstünlüğü tecelli etmektedir. Zira her insana ait parmak uçlarının başka hiçbir kimseye benzemediği nazarı itibara alınırsa ayeti kerimedeki derin mânâ kendiliğinden tecelli eder. On dört asırdan beri bu ayetle parmak izlerine işaret eden Kur'an elbette muciz-dir. Zira parmak uçlarının bilgisi gayet yakın bir tarihte keşfedilmiştir. Oysa Kur'an bu hakikate 1400 sene Önce işaret etmekte, dikkatleri buna çekmeye çalışmaktadır.
«Haytr, insan önündekini yalanlamayı kastediyor»
İbn Abbas'a göre «İnsan»Ğnn maksat kâfirdir. Önündeki haş-ri, hesabı inkâr ediyor. Ve istihza yoluyla «Kıyamet ne zaman kopacaktır?» diye soruyor. Yani Kıyameti yalanlamakla durmuyor, önündeki bütün hakikateleri de yalanlıyor.
«Emamehu» kelimesinin sondaki «Hu» zamiri ya insana veya Kıyamet'e racidir. İnsan kendi önündekini yalanlamak istiyor veya Kıyamet'in önündeki alâmetleri inkâr ediyor. Zira «Yefcuru» fiili haktan kaymak mânâsını ifade eden fücur kökünden gelir.
«Berika» fiili korkudan donakalmak veya hayrete düşmek demektir. Yani insan gözünü bir noktaya diker, bakar. Göz, hareket edeni görmez.
Mücahid «Bu ölüm anında olur» derken, Hasan Basri «Bu, Kıyamet Günü'ndedir» buyurmuştur. [5]
«Haşefe» fiili ışığı gitmiş, karanlık olmuş demektir. Veya kaybolmuş mânâsını ifade eder. Ay'ın husufundan maksat ise, tutulmasıdır.
Ebu Hatim bin îdris, «Ay tamamen tutulursa, buna husuf tabir edilir, kısmen tutulursa küsuf denir» diyor. Güneş ile ayın toplanması ile ikisinin de ışığının sönme zamanı anlatılmaktadır. Zira Kıyamet'te ne güneşin ne de ayın ışığı vardır.
«Kaçacak yer neresi?», yani Allah'tan haya ederek kaçıp sığınacak bir yer varmıdir? Veya cehennem korkusundan kaçacak yer neresidir? Bu söz, kişiden muhtemelen iki sebeple sadır olmaktadır. Kâfir Kıyamet Günü özellikle bunu söyler. Mümin ise söylemez. Çünkü o, Eabbinin müjdesine güvenmektedir. İkincisi, bu söz hem kâfirin hem de müminin olabilir. Kıyamet koptuğu zaman söylerler. Çünkü müşahede ettiği dehşetten ne söyledikleri bilinmez.
«Vezer» kaçıp sığınılan yer (sığmak) demektir. İbn Mesud, «Sığınacak kale yoktur demektir» diyor. Hasan Basri de «Dağ yoktur» der. İbn Abbas, «Sığınacak nokta yoktur», İbn Cübeyr, «Kurtuluş yok, mani olacak bir nesne yoktur» demiştir. Fakat bütün bu mânâlar aynı şeyi ifade etmektedir. Zira «Vezer» lügat-ta sığınılan kale, dağ ve benzerleri mânâlarına gelir. Süddi'ye göre insanlar korktukları zaman dağlara sığınırlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak «Artık Kıyamet'te sığınak yoktur. Benim azabımdan sizi koruyacak hiçbir yer yoktur» demiştir.
İbn Abbas'a göre «Bâsire» kelimesi şahit demektir. İnsanın kendi nefsinin aleyhinde şahitliği ise azalarının aleyhinde şahitlik etmesidir. Yani eller, ayaklar, gözler sahibi aleyhinde şehadet ederler. Nitekim Cenab-ı Hak «Hatırlat o günü ki onların aleyhinde, dilleri, elleri, ayakları islediklerine şahitlik ederler» buyurmuştur.
Bazılarına göre basiret hafaza melekleridir. «Meazir» kelimesi Zeccac'a göre perdeler demektir. Yani insan perdelerini üzerine salıverirse dahi, kendisini gizlese bile onun azaları aleyhinde şahitlik yaparlar. «Measir»in tekili mi'zar'dir. Yani amelini gizlemeye çalışırsa da nefsi onun aleyhinde şahitlik eder veya perdeler altına girip, «ben böyle yapmadım» dese de yine nefsi onun aleyhinde şahitlik eder.
Bu ayet kısaca şu hükümleri getirir: Kişinin aleyhindeki ik-ran kabul edilir. Kişinin başkası aleyhindeki ikrarına gelince, bu bir tek insanın şehadetiyle sabit olmaz. İkrar ancak mükellef bir İnsandan gelirse sıhhatli olur. İkrardan sonra mazeret ileri sü-rülürse kabul edilmez. Fakat hadlerde tevbe eden bir kimsenin ifc-rannın kabul edilip edilmeyeceği konusunda ihtilâf vardır. İmam Şafii ve Ebu Hanife'nin dahil olduğu büyük bir grup «olur» de. mistir. Malik «Kabul edilmez» demiştir. Ancak tevbesine sıhhatli bir delil gösterirse olur. Fakat en sahihi rücuu mutlaka caizdir. Nitekim Buhari ve Müslim'de yer alan Maiz hadisi buna delâlet eder. [6]
Tirmizi ve Ebu Davud bu olayın sonunu şöyle nakleder: «Kişi taşları yedikten sonra korktu ve var kuvvetiyle kaçtı. Bir kişi bir devenin çene kemiğiyle onun başına vurdu. Ondan sonra da ölünceye kadar onu taşladı». Rasûl-ü Ekrem bilahare hadiseye muttali olduğu zaman: «Niçin onu bırakmadınız?» buyurdu.
Ebu Davud ve Nesei «Rasulullah'ın böyle söylemesi hadiseyi tahkik etmek içindir. Yoksa haddi kaldırmak için değildir» demişlerdir. Rasûlullah'm Maiz'e birçok sual sorması onun tevbesine yol açmak içindi ve kesinlikle tevbenin kabul edilebileceğini ifade etmekti.
«Onu tekrarlamak için dilini depretme» ayeti hakkında Tirmizi, Said bin CÜbeyr ve îbn Abbas'tan şöyle bir rivayet nakletmektedir:
«Rasûlullah'a Kur'an indiği zaman onu hıfzetmek için dilini kıpırdatıyordu. Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi. Bundan sonra Ra-sûLü Ekrem dudaklarını kıpırdatmıyordu». Süfyan hadiseyi anlatmak için dudaklarını kıpırdattı. Tirmizi «Bu hadis hasen sahihtir» demiştir.
İbn Subeyr, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: «Rasûl-ü Ekrem tertilde zahmetli bir şekilde karşılaşıyor ve dudaklarını kıpırdatıyordu.» İbn Abbas «Rasûlullah'ın dudaklarını kıpırdattığı gibi ben de kıpırdatacağım» demiştir. Said b. Cübeyr de; «Ben de İbn. Abbas'ın kıpırdattığı gibi dudaklarımı kıpırdatacağım» demiş ve dudaklarını kıpırdatmıştir. [7]
«Onu toplamak ve okumak bizim üzerimisedir»; yani senin göğsünde onu cemetmek, sonra sana okuma imkânı vermek bize düşer, bu bizim himayemizdedir. Biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşuna tâbi ol. Yani sükût et, onu dinle, onu okumak bize aittir. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem, Cebrail geldiğinde dinler ve Cebrail gittikten sonra da onun okuduğu gibi okurdu. (Bu-hari).
«Sonra onu açıklamak bize düşer»; yani Kur'andaki hadleri, helali, haramı açıklamak bize düşer. (Katade).
Bazıları da «Bu ayet Kur'an'daki va'di, vaidi ve ikisinin tahkiklerini açıklamanın Allah'a ait olduğunu bildirmektedir» demişlerdir. [8]
20- Hayır, hayır! (Ey insanlar!) Siz çarçabuk geçen bir dünyayı seviyorsunuz.
21- Ahireti bırakıyorsunuz!
22- O gün bazı yüzler pinl pırıl parlar.
23- Ve Rabbine bakar-
24- (Bazı) yüzler de kapkaradır.
25- Bel kemiklerini kıracak bir felakete uğrayacağını bilir.
26 - Hayır- Hayır! Ne zaman can, köprücük kemiklerine varır.
27- Ve «Bir hekim yok mu?» denir.
28- Dünyadan ayrılmak zamanının yaklaştığını anlar.
29- Bacakları birbirine dolaşır.
30- O gün Allah'a gidilecek gündür.
31- O (peygamberi) tasdik etmemiş ve namaz da kılma-mıştır.
32- Fakat yalan saymış ve yüz çevirmişti.
33- Sonra sallana sallana yürüyerek taraftarlarının yanına ilerlemişti.
34- Yazık sana yazık!
35- Bir daha yazık sana yazık!
36- Acaba insan başıboş bırakılacak mı sanıyor?
37- Kendisi dökülen meniden bir nutfe değil miydi?
38- Sonra kan pıhtısı oldu. Derken onu yarattı ve ona şekil verdi.
39- Ondan erkek ve dişi çiftler çıkardı.
40- (Onları yapan Allah) ölüleri tekrar diriltmeye kadir değil midir? [9]
(20-40) «Hayır, haytr! (Ey insanlar!) siz...» Bu Ayetlerin Tefsiri
20. ayetin başındaki «Keüa» kelimesi tbn Abbas'm yorumuna göre; «Hayır, Ebu Cehil Kur'an'tn açıklamasına inanmayacaktır» demektir. Başka bir müfessire göre Mekke müşrikleri namaz kıl. mayacaklar, zekât vermeyecekler demektir!
«El-Acüe»den maksat dünyadır. Bu dünyadaki hayattır.
«Tezervne» fiili «bırakırsınız» manâsını ifade eder. Yani ahireti ve ahiret için amel etmeyi bırakırsınız.
Bazıları «Ahiretten maksat cennettir» demişlerdir. «Nadiretun» kelimesi güzellik, nimet mânâsına gelen «nedret» kökünden alınmıştır. «Naziretun» kelimesi ise nazar kökünden alınmıştır. Yani o gün müslümanların yüzleri pırıl pırıl parlar, güzel ve yumuşaktır. Hz. Peygamberin «Benim sözümü dinleyip de ezberleyen bir kimseyi Cenab-% Hak nadir eylesin» sözü onu par-lak yüzlü, zengin kılsın demektir.
O gün yüzler pınl pırıl parlamakta ve Rablerine bakmaktadırlar. Cumhur ulema «Naziretun» kelimesini böyle tefsir etmiştir. [10]
îbn Ömer, «Cennet ehlinin en şereflisi, sabah akşam Allah'ın yüzüne bakamdır» dedikten sonra bu ayeti okumuştur.
Hasan Basri «Onların yüzleri pırıl pırıl parladı, nurlandı ve Rablerine baktılar» diyor. Bazıları da «Nazar burada bakış değil, Allah'tan gelen sevabı beklemektir» demiştir.
îkrime «Rabbin emrini beklemektir» diyor. Delil olarak «Göz ler onu idrak etmez, o gözleri idrak eder» ayetini göstermişlerdir. Fakat bu yorum zayıftır. Hatta bu yorum ayetin zahirine ters düşmektedir.
Tirmizi'nin İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre Allah'ın Ra-SÛİÜ şöyle buyurmuştur: «Cennet ehlinin mertebe yönünden en düşük olanı cennet bahçelerine, hanımlarına, hizmetçilerine, tahtlarına bakıp, onu bin senelik bir mesafe kadar geniş bulan kimsedir. Allah katında en şereflileri ise sabah akşam Rablerinin yüzüne bakanlardır». Rasûlullah bunları söyledikten sonra bu ayeti okumuştur. (Tirmizi, bu hadisin «Garib» olduğunu söylemiştir).
Mücahid'in «Bu, Allah'dan sevab beklemek manasınadır. Yok.
sa, Allah'ın mahlûkatından hiç kimse onu görmez» şeklindeki tevili için Sa'lebi «zoraki bir tevildir» demiştir. Zira Araplar «na~ zar» ile «intizarı» kastettiklerinde «Nazartuhum» (onları bekledim) derler. Mesela Cenab-ı Hak bir ayette «Onlar ancak kıyameti beklerler» ayetinde «Hel yenzurune illa's-Saat» şeklinde bir ifade kullanmıştır.
«Nazar» kelimesinden tefekkür kasetedildiğinde «onda tefek, kür ettim» mânâsına gelen «Nazartu» fiili kullanılır. Nazar «ila» ile kullanıldığı takdirde gözle görmek mânâsına gelir.
Ezheri'ye göre Mücahid'in «Onlar Rablerinden gelecek sevabı beklerler» şeklindeki yorumu yanlıştır. Zira «nazar» kelimesi, «ila» harfi çeri ile beraber kullanıldığında bekleme mânâsına değil, gözle bakma mânâsına gelir.
«Gözler onu idrak etmez, o gözleri idrak edem şeklindeki ayete gelince, bu dünyada böyledir. Ahirette değil!
«Bâsire» kelimesi çirkinleşmiş, nuru giderilmiş, asık demektir. Yani kâfirlerin yüzleri kıyamet gününde böyle olacaktır. Süd-di «Basire'nin manası bozulmuş demektir» diyor. Fakat iki yorumun mânâsı da birdir.
«Fakire» kelimesi felaket, korkunç bir durum demektir. Araplar «Fakire onu fakretti» derler. Yani onun bel kemiğini kırdı. Ka-tade «Fakire şer demektir» derken, Süddi «helak» mânâsında olduğunu söylemiştir, tbn Abbas ve İbn Zeyd, «ateşe girmek demektir» demişlerdir. Bütün bu mânâlar birbirlerine yakındırlar. Bunun esası, burun üzerine vurulan nişandır. Bir demir kızdırılır, onunla veya ateşle kemiğe kadar dayanacak şekilde dağlanır. (Es-mai)
«Kella» kelimesi red ve zecr harfidir. Yani kâfirin kıyamet gününe iman etmesi uzak bir ihtimaldir!
«Belagat» fiilinin faili nefis veya ruhtur. «et-Terakiye» kelimesi ölümle pençeleşme hali yerine kullanılır. Maksat ölümün geldiği anda halin şiddetini anlatmaktır.
«Rak» kelimesinin ne demek olduğunda ihtilaf vardır. Bazıları «Rukye kelimesinden alınmadır» demişlerdir. Bu, îbn Abbas, İkrime ve başka müfessirlerden gelmiştir. Semmak'm îkrime'den rivayet ettiğine göre bu kelime şifa verecek kişi demektir.
Meymun bin Mehran, İbn Abbas'tan: «Acaba onu şifaya kavuşturacak bir doktor yok mudur?» şeklinde bir yorum naklet-miştir. Bu tabir ümitsizlik ve uzak ihtimalleri ifade etmek için kullanılmıştır. Yani onu Ölümden kurtaracak ve şifaya kavuşturacak kim olabilir ki?
Bazıları «Bu sözü melekulmevt denilen Hz. -Azrail söylüyor» demiştir. Yani bu nefsi kurtaran kim? Bunun nedeni de kâfir olan bir nefse yaklaşmaktan meleğin tiksinmesidir. Bunun üzerine melekulmevt: «Ey filan! Onun ruhunu götürün» der.
«Zanne» fiili yakin ve kesin demektir. Yani insan kesin olarak bunun firak olduğunu; yani dünyadan, ehlinden, maldan, ço. cuktan ayrılmak olduğunu bilir. Bu idrak meleği gördüğü zaman olur.
«Bacak bacağa dolaşır»6axı maksat, şiddet şiddete eklenir demektir. Yani dünya şiddeti ahiretin şiddetine eklenir! (İbn Abbas, Hasan Sasri)
Sabi, «İnsanın bacakları ölüm anında üzüntünün şiddetinden birbirlerine dolaşır» derken, Katade, ayeti «Kişinin ölümle pençeleşirken ayaklarını birbirine vurduğunu görmedin mi?» şeklinde yorumlamıştır.
Nuhas «Birinci yorum daha kuvvetlidir» demiştir.
Araplar «Sak» (baldır) kelimesini ancak şiddet ve büyük dehşet anlarında kullanırlar: Dünya sak üzere kaim olmuştur, harb sak üzere kaim olmuştur, dedikleri gibi.
«Mesak» kelimesi merci; yani dönüş yeri demektir. «Mesak» kelimesi saka-yesûku babından gelen bir mastardır.
«O tasdik etmedi, namaz kümadt»; yani Ebu Cehil, ne Peygamberi tasdik etti, ne de namaz kıldı. Bazıları «Surenin başında bahsi geçen insan ne tasdik etti, ne de namaz kûdı demektir» demişlerdir. Birinci yorum İbn Abbas'a aittir. Yani risaleti tasdik etmedi, Rabbine yalvarmadı, Peygamber'e salavat getirmedi!
Katade, «Allah'ın kitabını tasdik etmedi, Allah için namaz ktU madı demektir» diyor.
«Lakin Kur'an'ı yalanladı ve imândan uzaklaştı» «Yetemetta» fiili gururla yürümek, sallanarak, azametle gitmek demektir. Mü-cahid «Bu fiilin faili Ebu Cehil'dir» demiştir.
34. ve 35. ayetler tehdidden sonra tehdid, korkutmadan sonra korkutmadır. Yanı bu dört tehdid, dört şeye karşı getirilmişlerdir. Nitekim rivayete göre ayet Rabbini bilmeyen Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur.
1- O peygamberliği tasdik etmedi,
2- O namaz kılmadı,
3- Lâkin o peygamberliği yalanladı,
4- O sırtını çevirip gitti, yani Allah Rasûlü'nü tasdik etmedi, Allah'ın huzuruna durup namaz da kılmadı. Fakat Allah'ın Ra-sûlü'nü yalanladı. Allah'ın huzurunda namaz kılmaktan da yüz çe-virdi. Bu bakımdan tasdikin terki bir, tekzib edilmesi iki, namazın terki üç, Allah'ın huzurundan yüz çevirmek de dördüncü haslettir. Böylece dört tehdid bu dört hasletin terkedilmesi karşılığında getirilmiştir.
«Kişi sonra ehline doğru sallana, saltana, gururlu gururlu gitti» ibaresinin beşinci bir haslet olduğu öne sürülerek itiraz edilemez; çünkü bu durum Kur'an'ı tekzip etmezden Önce de onun haliydi. [11]
Bazıları «RasûLü Ekrem bir gün mescidden çıkarken Ebu Cehil mescidin Beni Mahzun Kabilesi'ne açılan kapısında onunla karşılaştı. Hz. Peygamber, Ebu Cehil'in elinden tutup: «Yazıklar olsun sana, yazıklar» dedi. Ebu Cehil, Rasûİ-ü Ekrem'e «Sen beni tehdid mi ediyorsun? Allah'a yemin ederim, ben bu vadideki insanların en aziziyim» dedi. îşte o zaman Rasûl-ü Ekrem'in üzerine, Ebu Cehil'e dediği gibi, o tehdid kelimesi indi» derler.
(Bazı müfessirler «Evla'mn mânâsı veyl; yani sana azap olsun demektir» demişlerdir. Bazılarına göre ayetin mânâsı; «Sen bu azaba en müstahak ve en uygunsun» demektir! Esmai şunları söyledi: «Evla» kelimesi Arapçada helake yaklaşan demektir. Yani sen kesinlikle helake yaklaştın! Bazıları «Evlanın esas temeli veyU dir, bu da yakınlık mânâsını ifade eder» demişlerdir.
36. ayetin mânâsı şöyledir: însan mânâsız, kendisine emir ve yasak yapılmamış bir şekilde bırakılacağım mı sanıyor? (îbn Zeyd,Mücahid). Veya çobansiz kalacağını mı sanıyor? Veya kabrinde terkedilip hiçbir zaman haşre gönderilmeyeceğini mi sanıyor?
37. ayetin mânâsı ise şöyledir: O rahme dökülen bir damla sudan, yaratılmış değil midir? «Yunma» fiili dökülür mânâsına gelir. Bunun için de meniye bu isim verilmiştir. «Nutfe» kelimesi su damlası demektir. Yani insan babasının belinde, anasının da göğüs kemiklerinde bulunan bir damla su değil midir? Ana rahmine dökülen bu su alaka olduktan yani meni olduktan sonra kan pıhtısı haline gelir.
Ayetin metnindeki «Halaka» fiili takdir buyurdu demektir. «Sevva» fiili tasfiye etti, kemâle erdirdi demektir. İnsandan (veya meniden) iki sınıf yarattı: Erkek ile kadın. (Bu ayetin tafsilatı Nisa ve Şura Sureleri'nde geçmişti).
Bu mahlûkatı bir damla sudan yaratan Allah ölüleri diriltmeye kadir değil midir? Yani bu cisimler, çürüdükten sonra Allah tarafından haşre gönderilmek suretiyle tekrar iade edilecektir.
îmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, İbn*ul-Munzir, îbn Mer-duveyh, Beyhaki ve Hakim'in Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri bir hadiste Basûlullah şöyle buyurmuştur: «Sizden kim ki Tin Su-resi'ni sonuna kadar okursa, «Allah hakimlerin en hakimi değil midir?» mânâsını ifade eden ayeti tamamladıktan sonra «Evet öyledir, ben de bunun üzerine şahitlik edenlerdenim» desin. Kim Kıyamet Suresi'ni okursa, «Bunlara kadir olan Allah ölüleri diriltmeye de kadir değil midir?» cümlesini okuduktan sonra «Bela» (Evet) desin. Kim Mürselat Suresi'ni sonuna kadar okur toes «Ondan sonra hangi söze inanacaklar?» cümlesine gelirse O, «Amenna billah» (Biz Allah'a iman ettik) desin».[12]
KIYAMKT SURESİ'NÎN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/366-367.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/367-369.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/369-370.
[4] Said Havva el-Esas fi't-Tefsir, cilt; U, sayı: 6264
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/370-372.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/372-373.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/374.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/374-375.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/376-377.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/377-378.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/378-382.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/382-383.