Kıyamet suresi kırk
âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allanın adıyla.
1- Kıyamet
gününe yemin ederim.
Said b. Cübeyr, bu
âyeti, mealde zikredildiği şekilde izah etmiştir.
Ebubekr b. Ayyaş ile
bir kısım Küfe âlimleri ise bu âyeti "Hayır, kıyamet gününe yemin olsun
ki." şeklinde izah etmişler ve daha önce geçmiş olan bir sözün reddedilip
ve yemin edilmesi halinde bu şekilde yemin edileceğini söylemişlerdir. Bu izaha
göre âyetin/nanası şöyledir: "Hayır, durum, müşriklerin, cenneti ve
cehennemi inkar etmeleri gibi değildir. Kıyamet gününe yemin olsun ki onlar
tekrar diriltileceklerdir"[2]
2- Kendini
kınayan nefse yemin ederim ki (mutlaka diriltileceksiniz.)
Said b. Cübeyr ve
Katade bu âyette de yemin bulunduğunu söylemişlerdir. Taberi de bu görüşü
tercih etmiş ve âyetin üslubunun buna müsait oduğunu söylemiştir. Meal de bu
görüşe göre hazırlanmıştır.
Hasun-ı Basri ise bu
âyette yemin bulunmadığım, âyetin manasının, "Ben, kendini kınayan nefse
yemin etmem." demek olduğunu söylemiştir.
Âyette geçen ve
"Kendini kınayan" diye tercüme edilen "Levvame" kelimesi
çeşitli sekilerde izah edilmiştir.
Said b. Cübeyr ve
İkrime'ye göre bunun manası, "Sahibini, hayır işlediğinde de şer
işlediğinde de kınayan" demektir. Buna göre âyetin manası: "Kaçırdığı
şeylerden dolayı pişman olan ve kendisini kınayan nefse yemin olsun ki."
demektir.
Katade'ye göre ise bu
kelimenin manası "Günah işleyen." demektir. Buna görede âyetin manası
"Günah işleyen nefse yemin ederim ki." demektir.
Abdullah b. Abbas'a
göre de: Bu kelimenin manası "Kınanmış olan" demektir. Buna göre de
âyetin manası "Kınanmış olan nefse yemin ederim ki." demektir.
Taberi, bütün bu
görüşlerin birbirlerine yakın görüşler olduklarını, ancak "Sahibini hayır
işlediğinde de şer işlediğinde de kınayan ve kaçırdığına pişman olan"
şeklinde izah etmenin âyetin zahirine daha muvafık olduğunu söylemiştir.[3]
3-
İnsanoğlu, kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi zannediyor?
İnsanoğlu, öldükten
sonra çürüyüp dağılan kemiklerini, kıyamette kendisini dirilttiğimizde bir
araya getiremeyeceğimizi mi zannediyor? BöyJe zannetmesin. Zira biz kıyamette
dirilttiğimiz insanların bütün kemiklerini bir araya getirmeye kadiriz ve bunu
yapacağız.[4]
4- Hayır,
biz onun parmak uçlarını bile yeniden yaratmaya kadiriz.
AbdulIah b. Abbas,
İkrime, Hasan-ı Basri, Mücahid, Katade ve Dehhak bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Hayır,
durum insanoğlunun zannettiği gibi değildir. Biz onun kemiklerini bir araya
getirip dirilteceğiz. Bizonun parmaklarını da birleştirerek deve ve at gibi
tek tırnaklı yapmaya kadiriz. Yani biz insanın parmaklarını, dünyada iken bu
hayvanlar gibi yapabilirdik. Fakat Öyle yapmadık. Parmaklarım aynk ve
birbirinden farklı yaptık ki onlarla her türlü işi yapabilsin. Dünyada iken
insanın parmaklarını böyle yaratan Allah, öldükten sonra da onun kemiklerini
bir araya getirerek tekrar diriltmeye kadirdir.
Bu âyet-i kerimenin,
mealde de işaret edildiği gibi insanoğlunun parmak izlerinin âhirette de aynen
var edileceğini ifade ettiğini söylemek mümkündür.[5]
5- Daha
doğrusu insan devamlı suç işlemek ister.
Daha doğrusu insan,
rabbinin, Öldükten sonra kemiklerini bir araya getirip.kendisini dirilteceğini
öğrenmek istemez. Fakat o, Allaha isyana devam etmek ister. Yaptıkları
günahlardan tevbe etme yerine "İlerde tevbe ederim." diyerek
kendisini oyalar.
MüfessirIer bu âyet-i
kerimeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Katade, Hasan-ı Basri, Süddi, İkrime ve Said b. Cübeyr, çok az bir
takım farklarla bu âyeti şu şekillerde izah etmişlerdir. "İnsan günah
işlemeye, burnunun doğrultusunda koşar. Yaptıklarından vazgeçmez. İlerde tevbe
ederim." ümidiyle kendisini oyalar."
Dehhak ise şöyle izah
etmiştir:"Daha doğrusu insan, dünya malını talep etmekte devamlı ileri
gitmek ister. Ölümü hiç hatırlamaz."
Ali b. Ebi Talha'nın,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine ve İbn-i Zeyd'e göre ise âyetin manası
şöyledir: "Daha doğrusu kâfir insan, önünde bulunan kıyamet gününü ve
hesaba çekilmeyi yalanlamak ister."
Bazı âlimler de bu
âyeti "Daha doğrusu-insan, kıyametten önce gelecek olan hakkı inkar etmek
ister." şeklinde izah etmişlerdir.[6]
6-
"Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sorar.
Devamlı olarak isyana
doğru koşan insan, ilerde tevbe edeceğini hesaba katarak "Kıyamet ne zaman
kopacaktır?" diye sorar.
Hz. Ömer (r.a.) diyor
ki: "Kim, kıyametin ne zaman kopacağını soracak olursa bu sureyi
okusun."[7]
7- Gözlerin
kamaştığı.[8]
8- Ayın
tutulduğu.[9]
9- Güneşin
ve ayın bir araya getirildiği zaman.[10]
10- İşte o
gün insan, "Kaçacak yer neresi?" der.
Âyette geçen
"Gözlerin kamaştığı" ifadesi, "Gözlerin dehşetten belerdi-ği ve
Ölüm anında açık kaldığı zaman." şeklinde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas ve
Mücahid, bu halin, kişinin Ölümü halinde gerçekleşeceğini söylemişlerdir.
Âyette geçen
"Ayın tutulduğu zaman" ifadesinden maksat, ayın ışığının
kaybolmasidır. "Güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman"
ifadesinden maksat, Mücahid'e göre bunların kıyamet gününde dürülmeleridir.
İbn-i Zeyd'e göre ise ikisinin birleştirilerek yeryüzüne atılmalarıdır.
Ata b. Yesar diyor ki:
"Bunlar, kıyamet gününde birleştirilerek denize atılacaklar ve deniz,
Allahın büyük bir ateşi haline gelecektir.
Taberi bu ifadeden
maksadın, güneşle ayın, ışıklarını kaybetmede eşit olacaklarını beyan etmek
olduğunu söylemiştir.[11]
11- Hayır,
hayır, sığınacak yer yoktur.
Hayır, hayır, orada
kaçana fayda sağlayacak bir kaçış söz konusu değildir. Orada, kendisine
sığınılacak herhangi bir kule, dağ ve müstahkem mevki gibi bir yer de yoktur.
Âyette geçen ve
"Sığınacak yer" diye tercüme edilen "Vezer"
kelimesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir:
Abdullah b. Abbas, bu
kelimenin manasının "Kule" ve sığınak" olduğunu söylemiştir.
Mutarrif ve Hasan-ı
Basri de bu kelimenin "Dağ" manasına geldiğini söylemişler Mücahid,
"Sığınak ve dağ" Katade "Dağ", "Sığınacak yer,
kurtarıcı mekan" manasına geldiğini, Said b. Cübeyr ve Katade "Dağ ve
kule" manasına geldiğini İbn-i Zeyd ise "İçinde kaybolunacak her
yer" manasına geldiğini söylemişlerdir.
Görüldüğü gibi,
görüşler birbirlerine yakındır. Bu itibarla "Sığınılacak yer"
şeklinde izah etmek isabetlidir.[12]
12- O gün
herkesin varıp duracağı yer ancak rabbinin huzurudur.
Katade, bu âyeti,
mealde zikredildiği şekilde izah etmiş, İbn-i Zeyd ise bu âyeti "O gün
yerleştirme işi rabbine aittir. O, cennetlikleri cennete, cehennemlikleri de
cehenneme yerleştirecektir." şeklinde izah etmiştir.[13]
13- O gün
insana, yaptığı ve yapmadığı herşey haber verilir. Güneş ve ayın birleştirilip
dürüldükleri o gün insana» yaptığı veya yapmayıp ertelediği şeyler bi ki
irilecektir.
Âyette zikredilen ve
"Yaptığı ve yapmadığı" diye tercüme edilen "Bima Kaddeme Ve
Ahhare" ifadesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas ve
Abdullah b. Mes'ud'a göre bu ifadeden maksat, şudur: İnsanoğluna, dünyada iken
yaptığı hayır ve şer amelleri bildirileceği gibi, ölümünden sonra işlenmesine
sebep olduğu hayır ve şer ameller de kendisine bildirilecektir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Kıyamet gününde
insana, hem yaptğı günahlar ve hem de erteleyip yapmadığı vazifeler haber
verilecektir." demektir.
Mücahid'e göre ise bu
ifadeden maksat, kıyamet gününde, insana, en önce yaptığı ameli de en son
yaptığı ameli de" haber verilecektir." demektir.
Katade'ye göre bu
ifadeden maksat, "Kıyamet gününde insana, yaptığı itaatler ve yapmadığı
dini vecibeler haber verilecektir." demektir.
İbn-i Zeyd'e göre ise
âyetin inanası "Kıyamet gününde insana, hem yaptığı hayır ve şer amelleri
haber verilecek hem de yapmadığı vazifeleri haber verilecektir."
şeklindedir.
Taberi, doğru olan
görüşün, kıyamet gününde insana, hayatmdayken yaptığı hayır ve serlerin haber
verileceği ve ölümünden sonra da işlenmesine vesile olduğu halde, bunlardan
işlenen veya işlenmeyen hayır ve serlerden sorulacağı görüşüdür. Zira âyetin
umum ifadesi bunu bu şekilde izah etmeyi gerektirmektedir.[14]
14-15- Daha
doğrusu insan, özürlerini ortaya koysa bile, kendi yaptığına şahittir.
Ayet-i kerimede geçen
"İnsan, kendi yaptığına şahittir." ifadesi Abdullah b. Abbas
tarafından, "Doğrusu insan, ne yaptığını bilmektedir ve yaptıklarına
bizzat kendisi şahittir." şeklinde izah edilmiştir.
AH b. Ebu Talha'nın,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise bu ifadenin izahı
şöyledir: Daha doğrusu insanın aleyhine bizzat kendisi şahitlik edecektir.
Yani, insanın, kulak, göz, el-ayak gibi organları onun ne yaptığına dair,
aleyhinde şahitlik edeceklerdir.
Katade bu âyeti izah
ederken şöyle diyor: Bakarsın ki insan, diğer insanların kusurlarını ve
günahlarını görür fakat kendi günahlarından gafildir.
İbn-i Zeyd, bu âyeti
"Daha doğrusu insan, bizzat kendi aleyhine kendisi şahittir."
şeklinde izah ettikten sonra âyeti okumuştur: "O gün insana "Kitabım
oku. Bu gün hesap gönne bakımından sen kendine yetersin." denilir."[15]
Âyet-i kerimede
"İnsan özürlerini ortaya koysa da" ifadesi zikredilmektedir.
Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid, İkrime ve İbn-i Zeyd bu âyeti şöyle
izah etmişlerdir: Daha doğrusu insan, işlediği günahlara karşı bir kısım
Özürler ileri sürerek haksız yere kendisini savunmaya kalkışsa da o, bizzat
kendi aleyhine şahitlik yapacaktır." Abdullah b. Abbas bu âyeti bu şekilde
izah ettikten sonra şu âyetleri okumuştur: "O gün zalimlere, mazeretleri
hiçbir fayda sağlamayacaktır."[16]
"...Bu kâfirler (âhirette gerçekleri görünce) boyun eğip "Biz hiçbir
günah işlemedik" derler.."[17]
(Allaha ortak koşanlar) "Rabbimiz olan Allaha yemin olsun ki biz ona ortak
koşanlardan değildik." demekten başka çareleri kalmaz."[18]
Zürare b, Evfa,
Abdullah b. Abbas'ın, bu ayet-i kerimeyi şu şekilde izah ettiğini söylemiştir:
"Daha doğrusu, insanın aleyhine, bizzat kendi nefsinde şahit vardır. Bu
insan kendisini günahsız göstermeye çalışsa bile."
Süddi ise bu âyeti
şöyle izah etmiştir: Daha doğrusu insan, kendi yaptıklarına şahittir velev ki
yaptıklarının önüne perde çekse, üzerine kapılar kilitlese de..." Hasan-ı
Basri diyor ki: "Özürler beyan etse de kabul edilmeyecektir."[19]
16- Ey
Muhammcd, (Cebrail sana Kur'anı okurken) Onu acele almak için Ccbraillc
beraber dilini oynatma.
Abdullah b. Abbas,
Said b. Cübeyr, Şa'bî, İbn-i Zeyd ve Dehhak'a göre, Allah tealanm Resulullaha,
Cebrai! Kur'am kendisine okurken acele etmemesini emretmesinin sebebi şudur:
Cebrail (a.s.) Resulullah (s.a.v.)e Kur'andan bir şey getirdiğinde, Resulullah,
Kur'anı çok sevdiğinden, Cebrail ile birlikte dilini hareket ettirir, Kur'anı
acele olarak ezberlemek isterdi. Bunun üzerine bu âyet indi ve Kur'anı alırken
acele etmemesi, zira Kur'anı Allahın ona mutlaka ezberleteceği bildirildi.
Abdullah b. Abbas
diyor ki:
"Resulullaha
vahiy geldiğinde onu ezberlemek maksadıyla dilini hareket ettirirdi. Bunun
üzerine Allah teala "Onu, acele alasın diye dilini Cebrail ile birlikte hareket
ettirme." âyetini indirdi.[20]
Abdullah b. Abbas bu
âyeti izah ederken diğer bir rivayette de şöyle diyor:
"Cebrail,
Resulullaha vahiy indirdiğinde Resulullah, Cebrail'in okuma-sıyla birlikte
dilini ve dudaklarını hareket ettirirdi. Bu ona zor gelirdi. Öyle ki, onun bu
hareketi, görenler tarafından farkedilirdi. Bunun üzerine Allah teala, kıyamet
süresindeki: "Ey Muhammed (Cebrail sana Kur'anı okurken) onu acele almak
için Cebrail ile beraber dilini oynatma." "Onu (senin göğsünde) bir
araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir." "Biz onu
okuttuğumuz zaman (indirdiğimiz zaman) sen onun okuyuşunu takibet."
"Onu dinle" "Sonra onu açıklamak şüphesiz bizim işimizdir. Yani,
Kur'anı senin dilinle açıklamak bizim işimizdir." âyetleri indi ve artık
ondan sonra Cebrail Resulullaha geldiğinde başını eğer ve onu dinlerdi. Cebrail
gidince de, Allah tealanın, ona vaadettiği gibi vahyedileni okurdu.[21] Taberi
bu izah tarzını tercih etmiştir.
Mücahid ve Katade'ye
göre Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre, Allah tealanın,
Resulullaha, Cebrail Kur'anı okurken onu acele almak için dilini oynatmamasını
emretmesinin sebebi şudur: Resulullah, Cebrail kendisine Kur'an okurken onu
unuturum korkusuyla Cebrail ile birlikte dilini hareket ettirir ve Kur'anı
acele ezberlemek isterdi. Allaha teala, Kur'anı onun kalbinde yerleştireceğini
ve unutturmayacağını beyan ederek Resulullahın, acele etmemesini bildirmiştir.[22]
17- Onu bir
araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir.
Ey Muhammet!, Kur'am
senin zihninde toplamak, onu senin kalbinde yerleştirmek ve ondan sonra onu
sana okutmak bizim işimizdir.
Abdullah b. Abbas ve
Dehhak bu âyeti bu şekilde izah ederlerken Kata-de bunu şöyle izah etmiştir:
"Ey Muhammed, Kur'anı senin kalbinde toplamak ve onu sana sevdinnek bizim
işimizdir."[23]
18- Biz onu,
Ccbrailc okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu lakibet.
Bu âyeti kerime,
farklı şekillerde izah edilmiştir. Said b. Cübeyr'in Abdullah b. Abas'tan
rivayetine göre o, bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Biz o Kur'anı sana
indirdiğimiz zaman sen onun okunmasını dinle."
Ali b. Ebi Talha'nın,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine ve Katade ile Dehhak'a göre bu âyetin manası
şöyledir: "Kur'an sana okunduğunda sen ondaki hükümlere uy. Onunla amel
et." Taberi bu görüşü tercih etmiştir.[24]
19- Sonra
onu açıklamak şüphesiz bizim işimizdir.
Katade bu ayeti
"Sonra Kur'anın, helalini, haramını, emirlerini ve yasaklanın beyan etmek
bize aittir." şeklinde izah etmiş, Abdullah b. Abbas ise "Ey
Muhammed, Kur'anı senin lisanınla insanlara açıklamak size aittir."
şeklinde izah etmiştir.[25]
20-21-
Hayır, hayır, ey insanlar, siz, çabuk elde edilen dünya varlığını seversiniz
de âhireti bırakırsınız.
Ey insanlar, durum,
sizin söylediğiniz gibi değildir. Sizin, Öldükten sonra dirilmeyeeeğinizi ve
yaptığınız amellerin karşılığını görmeyeceğinizi söylemenizin sebebi, kolayca
elde ettiğiniz geçici dünyayı ve onun lezzetlerini sevme-nizdir. Sizler, gelip
geçici olan dünyaya iman ediyor, ebedi olan âhireti yalanlıyorsunuz.
Katade diyor ki:
"İnsanların çoğu, âcil olanı ve kolayca elde edileni seçmişlerdir. Ancak
Allahın, merhamet edip koruduğu kimseler hariç."[26]
22- O gün,
öyle yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar.
Hasan-t Basri, Mücahid
ve îbn-i Zeyd bu âyeti, "Kıyamet gününde öyle yüzler vardır ki, onlar
sevinçlerinden ve nimetlere eriştiklerinden dolayı hoşnut ve güzeldirler."
şeklinde izah etmişlerdir.
Mücahid'den nakledilen
diğer bir görüşe göre de âyet şöyle izah edilmiştir: "Kıyamet gününde
Öyle yüzler vardır ki onlar, sevinç içindedirler.[27]
23- Rablerine
bakarlar.
İkrime ve Hasan-ı
Basri, bu ayet-i kerimeyi, "Kıyamet gününde öyle yüzler vardır ki, onlar,
kendilerini yaratan Allaha bakacaklardır." şeklinde izah etmişler, Taberi
ele, hadis-i şeritler zikrederek bu görüşü tercih etmiştir.
Abdullah b. Ömer,
Resulullahın bu hususta şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Cennetliklerin
en aşağı derecesinde olan bir insan, bahçelerine, hanımlarına, hizmetçilerine
ve oturacağı koltuklara bin yıllık bir mesafeden bakacaktır. (Yani bin yılda
gidilebilecek kadar bir sahaya sahib olacaktır) Cenneti iki erin, Allah katında
en üstünü ise her gün sabah akşam, Allanın yüzüne bakacaklardır."
Resululah sonra: "O gün öyle yüzler vardır ki pınl pml parlarlar.
Rablerine bakarlar." âyetlerini okudu.[28]
Allah tealanm, kıyamet
gününde görüleceği hususunda sahabiler, tabiiler ve selef-i salihîn ittifak
etmişler, sadece, daha sonra izah edileceği üzere Müca-hid bu âyeti başka bir
şekilde izah etmiştir. Allah tealanm görüleceği hususunda Ebu Said
el-Hudri'den, Ebu Hureyre'den, Cabir b. Abdullah'tan, Ebu Musa el-Eş'ari'den,
Bııhari ve Müslim'de, Süheyb-i Rumi'den, Cabir b. Abdullah'tan Sa-hih-i
Müslim'de, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'tan, Tirmizi ve Ahmed b. Hanbel'in
müsnedinde hadisler rivayet edilmiş ve kıyamette Allah tealanm görüleceği,
mütevatir hadislerle sabit olmuştur.
Ebu Hureyre (r.a.)
diyor ki:
"Bir kısım
insanlar: "Ey Allanın Resulü, biz kıyamet gününde rabbimizi görecek
miyiz?" dediler. ResuluIIah da "Siz, ayın on dördünde ve altında
bulutların bulunmadığı bir anda ayın görülmesini tartışır mısınız?"
buyurdu. Onlar, "Hayır, Ey Allahın Resulü," dediler. ResuluIIah:
"Altında bulutların bulunmadığı bir anda güneşin görülmesi hususunu
tartışır mısınız?" buyurdu. "Hayır" dediler. ResuluIIah:
"İşte siz, rabbinizi böylece göreceksiniz." Buyurdu.[29]
Ebu Said el-Hudri
diyor ki:
"Resululkıh sağ
iken bir kısım insanlar ona: "Ey Allahın Resulü, biz kıyamet gününde
rabbimizi görecek miyiz?" dediler. ResuluIIah: "Evet (göreceksiniz)
Siz öğle vaktinde, gökte bulutların olmadığı aydınlık bir anda, güneşin görülmesinde
sıkıntı çeker, birbirinizle tartışır mısınız?" buyurdu. Onlar:
"Hayır." dediler. ResuluIIah: "Sizler, ayın on dördünde, gökte
bulutların bulunmadığı aydınlık bir anda ayı gönnekte sıkıntı çeker,
birbirinizle tartışır mısınız?" buyurdu. Onlar: "Hayır."
dediler. ResuluIIah: "Sizler kıyamet günüde, Aziz ve CelİI olan Allahı
görmekte ancak bu haldeki güneş ve ayı görmekteki sıkıntı ve tartışmanız kadar
bir sıkıntı çekecek ve tartışmada bulunacaksınız." buyurdu.[30]
Cerir b. Abdullah
diyor ki:
"Biz Resuluilahm
yanında oturuyorduk. O ayın ondördünde aya baktı ve şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki sizler, bu ayı gördüğünüz gibi rabbinizi göreceksiniz ve onu
gönnekte, kalabalıktan dolayı sıkıntı çekmeyeceksiniz."[31]
Ebu Musa el-Eş'ari
(r.a.) Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"İki cennet
gümüştendir. Kaplan ve içlerinde bulunan herşeyleriyle. İki cennet de
altındandır. Kaplan ve içlerinde bulunan herşeyleriyle. İnsanların, At!n
cennetlerinde rablerine bakmaları ile kendileri urasmda, sadece rablerinin
yüzündeki azamet perdesi bulunacaktır."[32]
Süheyb-i Rumi,
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cennetlikler
cennete girdikleri zaman, Allah tebareke ve teala onlara "Bir şey istiyor
musunuz onu size fazladan vereyim?" der. Onlar da: "Sen bizim
yüzümüzü ak etmedin mi? Bizi cennete koyup cehennem ateşinden kurtarmadın
mı?" derler. Allah perdeyi kaldırır, cennetliklere, aziz ve celil olan
rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiş olur."[33]
Cabir b. Abdullah
diyor ki:
"Kıyamet gününde
insanlar, putlanyla ve tapmış oldukları şeylerle çağırılırlar. Bunlar sırayla
çağırılırlar. Sonra bize rabbimiz gelir ve buyurur ki: "Kimi
bekliyorsunuz?" Derler ki: "Rabbimizi bekliyoruz." Allah:
"Rabbiniz benim" der. Onlarda "Seni görelim." derler. Allah
onlara gülerek görünür."[34](!3)
Mücahid'den nakledilen
diğer bir görüşe göre bu âyet-i celile şu şekilde izah edilmiştir: "O gün
yüzler pınl pınl parlamaktadır ve rablerinden sevap verilmesini
beklemektedirler." Ebu Salih de bu âyeti bu şekilde izah etmiştir.
Taberi birinci görüşün
daha doğru olduğunu söylemiş ve sahih hadislerin buna delil olduğunu
bildirmiştir.[35]
24-25- O
gün, belini kıracak azabın geleceğini bilen asık çehreler de vardır.
Kıyamet gününde
renkleri değişip siyahlaşmiş asık yüzler de vardır. Onlar, bel kemiklerini
kıracak olan cehennem azabının kendilerine geleceğini idrak etmiş olacaklardır.[36]
26- Hayır,
hayır, can boğaza geldiği zaman,[37]
27-
"Tedavi edecek kim var?" denildiği zaman,
Hayır durum,
müşriklerin, Allaha ortak koşmaları ve isyanlarından dolayı
cezalandırılmayacaklarını sanmaları gibi değildir. Onlardan birinin canı, ölümü
anında gelip boğazına dayanınca aile efradı: "Bunu iyileştirecek doktor
veya büyücü kim vardır??" diye sızlanınca onlar orada neyin ne olduğunu
bileceklerdir.
Âyet-i kerimede geçen
ve: "Tedavi edecek kim var?" şeklinde tercüme edilen ( «iG^ )
"MenRak" ifadesi, İkrime, Ebu Kılabe, Dehhak, Kata-de ve İbn-i Zeyd
tarafından: "Tedavi edecek hangi doktor veya büyücü var?" şeklinde
izah edilmiştir.
Ebul Cevza ve Abdullah
b. Abbas tarafından ise: "Ölüm gelip boğaza dayanınca melekler:
"Bunun ruhunu kim alıp yukan çıkaracaktır? Rahmet melekleri mi yoksa azap
melekleri mi?" diye soracaklardır." şeklinde izah etmişlerdir. Meal
birinci görüşe göre hazırlanmıştır.[38]
28- Can
veren kimse, dünyadan ayrılma olduğunu anladığı zaman,
Can veren kimse, malından,
ailesinden, çocuklarından ve bütün dünyadan ayrıldığını idrak ettiği zaman,
varılacak yer, Allanın huzurudur.[39]
29-
Bacakları birbirine dolaştığı zaman.[40]
30- Evet,
işte o gün, sevkediliş ancak rabbinin huzurunadır.
Âyette geçen,
"Bacaklar birbirine dolaştığı zaman" ifadesi müfessirler tarafından
çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Müeahid, Katade, Hosan-ı Basri, Dehhak, Atiyye ve İbn-i Zeyd'e göre bu ifadeden
maksat, dünyanın dehşetinin, âhiretin dehşetine karışmasıdır. Yani, can veren
kişi, dünyada veda ederken bir taraftan onun sıkıntısını çeker diğer tarafta
âhirete ilk adımını atarak orada olacak şeylerden dolayı büyük bir sıkıntı
hisseder. Böylece dünyada olan bir ayağı ile âhirete attığı diğer ayağı
birbirine dolaşmış olur.
Hasan-ı Basri ise, iki
bacağın birbirine dolaşmasından maksadın, ölünün, kefenlenirken bacaklarının
sarılması olduğunu söylemiştir.
Âmir eş-Şa'bî, Ebu
Malik, Hasan-ı Basri ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre, Ölenin
bacaklarının birbirine dolaşmasından maksat, kişinin, ölümü anında gücünü
kaybederek bacaklarının birbirine fiilen dolaşmasıdır.
Ebu Malik ve Süddi'den
nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, ölenin bacaklarının ölümü
anında kuruması ve sertleşmesidir.
Ebu İsa'ya göre bu
ifadeden maksat, ölen kişinin işlerinin birbirine karışmasıdır.
Mücahid'e göre bu
ifadeden maksat, ölenin felaketlerinin birbirine karışmasıdır.
Taberi, ölenin,
dünyadaki sıkıntıları ile âhiretteki sıkıntılarının birbirine karıştığını
söyleyen görüşü tercih etmiştir. Buna delil olarak da: "Evet, işte o gün
sevkediliş ancak rabbinin huzurunadır." âyetini göstermiştir.[41]
31- İnkarcı
insan ne iman etti ne de namaz kıldı.[42]
32- Bilakis
yalanladı, yüz çevirdi.[43]
33- Sonra
çalım atarak ailesine gitti.
İnkarcı insan, Allanın
kitabına inanmadı. Bilakis o, Allahın kitabını yalanladı ve Allaha itaatten
yüzçevirdi. Sonra da o, böbürlenerek yürüyüp ailesine gitti.
Mücahid, Katade ve
İbn-i Zeyd'e göre bu âyetlerde anlatılan kâfirlerden maksat, Ebu Cehİl'dir.
Bundan sonra gelen âyetler de onu tehdit etmektedir.[44]
34- Gerektir
sana bela gerek.[45]
35- Yine
gerektir bela sana gerek.
Katade diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) Ebu Cehil'i yakaladı elinden tuttu ve ona:
"Gerektir sana bela gerek. Yine gerektir sana bela gerek." buyurdu.
Ebu Cehil: "Ey Muhammed, ne sen ne de rabbin bana bir şey yapabilirsiniz.
Zira ben Mekke'nin iki dağı arasında en güçlü kimseyim." dedi. Bedir
savaşı başladığında yine müslümanlara üstten baktı ve "Artık bu günden
sora Allaha kulluk edilmeyecektir." dedi. Allah da onun boynunu vurdurdu.
Ve onu en kötü bir şekilde öldürttü.
Musa b. Ebi Aişe diyor
ki: "Ben, Said b. Cübeyr'e dedim ki: "Resulullah bunları Ebu Cehil'e
kendiliğinden mi söyledi yoksa Allah teala ona emretti de onun için mi
söyledi?" Said dedi ki: "O kendiliğinden söyledi. Daha sonra Allah
teala bu âyetleri indirerek şöyle buyurdu: "Gerektir sana bela gerek.
Sonra yine gerektir sana bela gerek."[46]
36- İnsan,
başıboş bırakılacağını mı sanıyor?
Bu kâfir insan,
kendisine herhangi bir emir ve yasak konmayacağını ve herhangi bir ibadeti
yapmakla yükümlü kılınmayacağım ve başıboş salıverileceğini mi sanıyor?[47]
37- O, rahme
dökülen meniden bir damlacık su değil miydi?[48]
38- Sonra o damla bir kan pıhtısı olmuş, derken
Allah onu yaratıp güzel bir şekîe koymuş,[49]
39- Ondan
erkek ve dişi iki cins yaratmıştır.[50]
40- Bütün
bunları yapan Allah, ölüleri tekrar diriltmeye kadir değil midir?
Allanın, kendisini
öldürdükten sonra tekrar diriltileceğim inkar eden kâfir, i!k yaratılışını bir
hatırlasın. O, başlangıçta ana rahmine dökülen bir damla meni değil miydi?
Daha sonra Allan onu, azalan düzgün bir beşer haline ge-tirmedi mi? Allah ona
eş vermedi mi? Erkek ve kız çocuklar bahşetmedi mi? Bütün bunları yaratan
Allah, hiç yoktan var ettiği insanı, öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir
değil midir?
Resulullah (s.a.v.) bu
âyet-i kerimeyi okuyunca: "Seni teşbih ederiz. Evet, kadirsin." dedi.[51]
Ebu Hureyre (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor.
"Sizden kim,
"Vettîni Vezzeytuni" suresini okurda, "AIHah, hükmedenlerin en
güzel hüküm vereni değil midir?" şeklindeki son âyetine erişecek olursa,
"Evet öyledir. Ben ele buna dair şahitlerdenim." desin. Kim de "
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/493.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/493.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/493-494.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/494.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/494-495.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/495.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/496.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/496.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/496.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/496.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/496.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/497.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/497.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/497-498.
[15] Nisa Suresi, 4/14
[16] Mümin Suresi, 40/52
[17] Nahl Suresi, 1 fi/28
[18] En'am Suresi, 6/23
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/498-499.
[20] Buharı, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 75, bab: 1
[21] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 75, bab:1
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/500-501.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/501-502.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/502.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/502.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/503.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/503.
[28] Tirmizi, K. Tefsir el-Kuran, Sure: 75, bab: 2, Hadis
no: 3330
[29] Buhari, K. d-Ezan, bab: 129, K. er-Rikak,bab: 52/
Müslim, K.el-İman ,bab: 299, Hadis no: 182
[30] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 4, bab: 8 / Müslim,
K. el-İmam, bab: 302,1 Hadis no: 183
[31] Buharı, K. et-Tevhid, bab: 24 / Müslim, K.el-Mesacid,
bab: 211, Hadis no: 633
[32] Buhari. K. et-Tevhid. bab: 24/ Müslim, K.el-İmam, bab:
296, Hadis no: 180
[33] Müslim, K.el-İmam, bab: 297, Hadis no: 181
[34] Müslim, K.el-iman, bab: 316, Hadis no: 191
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/503-507.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/507-508.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/508.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/508.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/508.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/509.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/509.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/510.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/510.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/510.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/510.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/510.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/511.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/511.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/511.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/511.
[51] Bkz. Ebu Davud, K. es-Salah, bab: 150, Hadis no: 884
[52] Ebu Davud, K. es-Salah, bab: 151, Hadis no: 887
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/511-512.