Medine'de inmiştir, 31
âyettir.
İnşân (Dehr) sûresi, Medine'de İnen sûrelerden olup âhiretle ilgili meseleleri ele alır. Özellikle itaatkâr,
takva sahibi mü'minlerin ebedîlik ve Naîm cennetlerindeki ikamet yurdunda elde edecekleri
nimetlerden bahseder. Sûrenin havası, işaretleri, üslubu ve çeşitli
konularıyla hemen hemen Mekke'de inen sûrelerin
havasının aynıdır.
Bu mübarek sûre,
Allah'ın, insanı çeşitli merhalelerde yaratması ve yükümlü kılındığı çeşitli
ibadetleri yapması için onu elverişli bir şekilde var etmesindeki gücünü
açıklayarak başlar. Şöyleki Allah'ın, onun için göz,
kulak ve diğer duyu organlarını yarattığını bildirir: "İnsanın üzerinden
henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi
mi? Gerçekten biz insanı katışık bir nutfeden
yaratmışızdır. Onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık."
Sonra sûre, Yüce
Allah'ın âhirette cennet ehli için hazırlamış olduğu
nimetlerden bahseder: "İtaatkârlar ise kâfur katılmış bir kadehten
içerler. Bu, Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir
pınardır."
Daha sonra sûre
bahtiyar kimselerin niteliklerini oldukça geniş anlatır. Onları, sözlerini
yerine getiren, Allah rızası için fukarayı besleyen ve Allah'ın azabından
korkan kimseler olarak niteler ve yüzlerin buruştuğu o günde onları o acı
günden emin kıldığını alatır: "O kullar,
verdikleri sözü yerine getirirler; fenalığı oldukça yaygın olan bir günden
korkarlar. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime ve
esire yedirir-ler. Biz size, Allah rızası için yemek
yediriyoruz; dolayısıyla, sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür
bekliyoruz."
Sûre, mü'minlerin vasıflarını anlattıktan sonra, Allah katında
onlar için hazırlanmış olan ikamet yurdundaki sevap ve ikramı över.
"Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri lütfeder. Orada
koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de
dondurucu soğuk. Gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca kopanlabilen
meyveleri istifadelerine sunulur."
Sûre, cennet ehlinin
yemeleri, içmeleri, giymeleri ve akşam sabah onları ziyaret eden hizmetçileri
gibi nimetlerini arka arkaya anlatır: "Yanlarında gümüş kaplar ve billur
kâselerle, gümüş beyazlığında şeffaf kupalarla dolaşılır ki (onların iştahları) ölçüşünce
tayin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden (şarap) içirilir ki
karışımında zencefil vardır. Orada adına Selsebîl
denilen bir pınardandır. Onların etrafında Öyle ölümsüz genç dolaşır ki, onları
gördüğünde etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın."
Bu mübarek, sûre, Kur'ân-ı Kerîm'in düşünen bir kalbi veya onun nuruyla
aydınlanan isabetli fikri olan kimse için bir öğüt olduğunu açıklayarak sona
erer. "Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.
Sizler ancak Rabbinizin dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah
bilendir, hikmet sahibidir. O, dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere
gelince, Allah, onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır." [1]
Bismillahirrahmanirrahim.
1. İnsanın
üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?
2. Gerçekten
biz insanı katışık bir nutfeden ya-ratmışızdır. Onu imtihan edelim diye. Kendisini işitir ve
görür kıldık.
3. Şüphesiz
biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.
4. Doğrusu
biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.
5. İyiler
ise, kâfur katılmış bir kadehten içerler.
6. Bu,
Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.
7. O kullar,
verdikleri sözü yerine getirirler; fenalığı oldukça yaygın olan bir günden
korkarlar.
8. Onlar,
kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
9. "Biz
size Allah rızası için yemek yediriyoruz; dolayısıyla, sizden ne bir karşılık,
ne de bir teşekkür bekliyoruz.
10. Biz,
sert ve belâlı bir günde
Rabbimizden korkarız." (derler).
11. İşte bu
yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık,
(gönüllerine) sevinç verir.
12. Sabretmelerine
karşılık onlar cenneti ve ipekleri lütfeder.
13. Orada
koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de
dondurucu soğuk.
14.
(Cennet ağaçlarının) gölgeleri,
üzerlerine sarkar; kolayca koparılabüen
meyveleri istifadelerine sunulur.
15, 16.
Yanlarında, gümüş kaplar ve billur kâselerle, gümüşî beyazlıkta (billur gibi)
şeffaf kupalarla dolaşılır; (cennet sakileri bunlara dolduracakları cennet
şarabını, cennetteki insanların iştihâları) ölçüşünce
ta'yin ve takdir ederler.
17. Onlara
orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır.
18. (Bu
şarap) orada bir pınardandır ki adına Sel-sebîl denir.
19. O
insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde
kendilerini, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
20. Ne yana
bakarsan bak, nîmet ve ulu bir saltanat görürsün.
21. Üzerlerinde
yeşil renkli ince ve kalın elbiseler vardır gümüş bilezikler takınmışlardır.
Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.
22. (Onlara
şöyle denir:) "Bu,
sizin için bir mükâfaattır.
Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur."
23.
(Resûl'üm!) Biz, (evet) Kur'ân'ı sana peyderpey biz
indirdik.
24. Artık Rabbinin hükmüne sabret; onlardan hiçbir günahkâra, yahut hiçbir
nanköre boyun eğme.
25. Sabah
akşam Rabbinin ismini yâdet.
26. Gecenin
bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bölümünde ise O'nu teşbih et.
27. Şu
insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü ihmal ediyorlar.
28. Onları
biz yarattık; mafsallarını sımsıkı bağladık. Dilediğimizde yerlerine
benzerlerini getiririz.
29. Şüphesiz
ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.
30. Sizler ancak
Rabbinizin dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah alimdir,
hakimdir.
31. O,
dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere, gelince, Allah, onlar için elem
verici bir azap hazırlamıştır.
Emşâc Karışık mânâsına gelen ve kelimelerinin çoğulu olup
karışık şeyler demektir. Bunlar, kalıp bakımından ve kelimelerine benzerler.
Bir şey başkasıyla karıştığında ona "karışık" denir lafız ve mânâ
bakımından " karışık" kelimesine benzer.
Müstatîr, son derecede yaygın demektir. Bir şey yayıldığında
Kamtarîr, belâsı uzun süren çok zor gün.[2]
Ahfeş bu kelimeyi şöyle açıklar: En zor ve belâsı en uzun
gün1. Dâniye, yakın manasınadır.
Yaklaştırılmış, emre
hazır kılınmış, demektir. Selsebîl, son derecede akıcı tadı ve berraklığı dolayısıyla
gırtlaktan kolayca akan lezzetli içki.
Sündüs, ince ipek
elbise.
İstebrak, Kaim ipek elbise. Buna "dibâk"
da denir. Esr, aslında bağlamak ve raptetmek
demektir. Daha sonra ya ratılış
mânâsında kullanılmıştır. "Güzel yarattı ve sağlam meydana getirdi"
mânâsına denir. Şâir Ahtal şöyle der:
Yaratılışı sert,
yedmesi kolay, kibirli sandığın her attan...[3]
1. İnsan
yokluk âleminde iken üzerinden uzun zaman geçti ki onun ne varlığı vardı ne de
adı geçmişti. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, insanın,
zayıflığı ve basitliği sebebiyle anılacak bir şey değilken onu yarattığını
haber veriyor. Tefsirciler şöyle der: "geldi" manasınadır. Nitekim
sen, "falanın yaptığını gördün mü" dersin. Oysa onun gördüğünü
biliyorsun. Aynı şekilde "sana ikram ettim mi, sana nasihat ettim
mi?" dersin. Senin bundan maksadın ona ikram ve nasihat ettiğini itiraf
ettirmektir. Burada insandan maksat cinstir. Zamandan maksat da anne karnında
kaldığı süredir.[4] Âyetten maksat, insana
meydana geldiği şeyin aslını hatırlatmaktır. Çünkü o, dikkate alınmayacak
derecede basit ve terkedilmiş bir şeydi. Yok olduğu dönemde babasının sulbünde
bir hücre ve onu yaratmak isteyen Allah'dan
başkasının bilemediği adî bir su idi. Üzerinden belli bir zaman geçti ki o
zaman o, yer küresi üzerinde yoktu. Sonra Allah onu yarattı, daha önce hiç
kimsenin tanımadığı, terkedilmiş ve tanınmayan bir şey iken Allah onu güzel
bir şekilde yarattı...
Yüce Allah, insanın
üzerinden, kendisinin mevcut olmadığı bir zamanın geçtiğini
açıkladıktan sonra ona varlık nimetini nasıl cömertçe lütfettiğini açıklamaya
başladı ve akıl ve duyu organları nimetini verdikten sonra şer'î
yükümlülüklerle onu imtihan etti: [5]
2. Şüphesiz
biz, kudretimizle o insanı hakîr bir damla sudan yarattık. O su, erkeğin
sulbünden akıp gelen ve kadının menisi (dişilik yumurtacığı) ile birleşen
menidir. İşte o iki sudan bu harikulade mahluk meydana gelir. İbn Abbâs şöyle der: Karışımlar
demektir. Erkeğin menisi ile kadının menisi bir araya gelip de birbirine
karıştığında bu adı alır. Bundan sonra bu karışım, tavırdan, tav ıra ve halden
hale geçer"[6] İnsanı bu şekilde yarattık
ki onu ilahî emirler ve şer'î yükümlülüklerle imtihan edelim de şükür mü edecek
yoksa nankörlük mü edecek görelim!? Yaşayışında dosdoğru mu olacak, yoksa doğru
yoldan sapacak mı? bilelim, Bunun için insanı akıllı ve iyiyi kötüden ayıracak özellikte yarattık; onu görür ve işitir kıldık ki,
inen âyetleri işitsin ve hikmet sahibi yaratıcının varlığını gösteren kevnî delilleri görsün. Fah-reddin
Râzî şöyle der: Yüce Allah, insana, kendisiyle
imtihan edilebilecek şeyleri yani görme ve işitme özelliğini verdi. Bu ikisi
anlamak ve iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaktan
kinayedir. Nitekim Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in, babasına şöyle dediğini beyan
eder. "Babacığım, işitmeyen ve
görmeyen şeye niçin taparsın?!"[7]
Âyette geçen kelimelerinden bazen, bilinen iki duyu organı yani kulak ve göz
kastedilir. Bunlar duyu organlarının en önemlisi ve en şereflisi olduğu için
Yüce Allah bunları özellikle zikretti.[8]
3. Şüphesiz
biz, Peygamberler göndererek ve kitaplar indirerek, insana iyilik ve kötülüğü,
hidâyet ve sapıklığı açıklayıp tanıttık.
9. Biz size
sadece Allah rızasını istediğimiz ve sevabını dilediğimiz için iyilik ediyoruz.
Bu iyilikten dolayı sizden ne bir miikâfaat istiyoruz,
ne de övgü ve sena bekliyoruz, derler. Mücâhid şöyle
der: Vallahi onlar bunu dilleriyle söylemediler, fakat Allah, bunu onların
kalbinden biliyordu. Bu sebeple onları övdü ki özenen buna özensin![9]
10. Biz bunu
sadece Allah'ın, bizi, şiddetli günün korkusundan koruması ümidiyle yapıyoruz.
İşlerinin kötülüğü ve şiddetli korkunçluğundan dolayı o gün yüzler buruşur. O
gün çetin ve zor bir gündür.[10]
11. Allah
onları korur ve o günün şerrini ve sıkıntısını onlardan savar. Onların
yüzlerine parlaklık ve kalplerine sevinç verdi, Kelimesinin nekre (belirsiz)
olarak getirilmesi sevincin büyüklüğünü ifade eder. [11]
12. İtaatin
acılığına sabr etmeleri ve mal hususunda ihtiyaç
sahiplerini kendilerine tercih etmeleri sebebiyle Allah onlara geniş bir
cennet verecek ve ipek elbiseler giydirecektir. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Orada giyecekleri
ipektir"[12] Bu âyette îcâz olup i'cazın bütün yönlerini kapsamaktadır. Şöyleki
Yüce Allah " cennet" kelimesiyle itaatkârların ikram yurdunda
yararlanacağı her şeye işaret etmiştir. Bunlar, her türlü meyveler, hoşa giden
yiyecek ve içeceklerdir. Çünkü içinde rahatı sağlayacak her türlü sebep
bulunmadıkça oraya cennet denmez. Nitekim Yüce Allah meâlen
şöyle buyurmuştur: "Orada canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her
şey vardır"[13] Yüce Allah "İpek"
kelimesiyle de yararlanacakları elbise ve zînet
eşyalarına işaret etti ki Araplarca bunların en değerlisi ve en pahalısı
ipektir. Yüce Allah, onlar için yiyecek, içecek ve giyecek türlerini bir araya topladı ki bu
da insanların akıllarının erebileceği en son noktadır.
Yüce Allah mü'minlerin yiyecek ve giyeceklerini anlattıktan sonra
onların nimetlerini ve meskenlerini tanıtmak üzere şöyle buyurdu: [14]
13. Takva
sahibi mü'minler, cennette, kıymetli kumaş ve örtülerle
süslenmiş koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Tefsir-ciler
der ki: dteljî , kelimesinin çoğuludur. Erîke, üzerine kıymetli kumaştan örtüler serilip
yanlarından aşağı sarkıtılarak süslenen karyoladır. Bu, nimet ve refah içinde
yaşayanların en iyi durumunu ifade ettiği için, Yüce Allah onların özellikle bu hallerini zikretti,
Orada ne bir sıcak görürler, ne de soğuk. Çünkü cennetin havası ıhman olup ne
sıcak olur ne de soğuk. Onların gördükleri ancak, Arş tarafından hafif hafif esen ve nefeslere canlılık veren rüzgârlardır. [15]
14. Cennet
ağaçlarının gölgeleri, itaatkâr mü'minlere yakındır.
Bu ağaçların meyveleri onlara yaklaştırılmıştır. Onları kolayca alabilirler. İbn Abbâs der ki: Mü'min bu ağaçların meyvelerinden almak istediği zaman
ağaç ona doğru sarkar ve ağaçtan dilediğini alır.[16]
Yüce Allah, takva
sahibi mü'minlerin yiyeceklerini, giyeceklerini ve
oturacakları yerleri anlattıktan sonra, içeceklerini anlatmak üzere şöyle
buyurdu: [17]
15. Bunların
etrafında, dünyada refah ve bolluk içerisinde yaşayanların âdetine uygun
olarak, içinde yiyecek ve içecek bulunan gümüş kaplarla hizmetçiler dolaşır.
Her biri ihtiyacını alır. Bu kaplar, bazısı gümüş bazısı altın olan
tepsilerdir. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Altın
tepsi ve kadehlerle etraflarında dolaşılır"[18]
buyurmuştur. Fahreddin Râzî
şöyle der: Bu iki âyet arasında zıtlık yoktur. Bazan
gümüş kaplardan, bazan da altın kaplardan içerler.[19] Cam
gibi parlak, ince, billur kadehlerle etraflarında dolaşılır. Ebû Hayyân şöyle der:
Âyetteki kelimesinin mânâsı şudur: Allah
o kadehleri kendi gücüyle vücuda getirmiştir. Bu, O enteresan ve gümüş beyazlık
ve parlaklığı ile billur şeffaflık ve duruluğunu kapsayan yaratılışın
büyüklüğünü gösterir.[20]
16. O
kadehler, hem cam gibi parlak hem de gümüş güzelliğindedir. İbn
Abbâs der ki: Dünyada, cennette olan şeylerin sadece
isimleri vardır. Yani cennettekiler daha üstün ve değerlidir. Dünyadaki gümüşlerden bir gümüş alsan, sonra
onu, sinek kanadı gibi oluncaya kadar kalıba döksen, öbür tarafındaki su
görülmez. Fakat cennetteki kadehler, gümüş beyazlığında ve billur duruluğundadrr.[21]
Sakiler bunları, cennet ehlinin ihtiyaçları miktarına göre tayin ve takdir
ederler. İhtiyaçtan ne fazla olur, ne de az olur. Bu durum, daha çok lezzet
verici ve iştah açıcıdır. İbn Abbâs
der ki: Onları ihtiyaç duyulduğu kadar getirirler. Hiçbir şey artırmazlar ve
ondan sonra hiçbir şey de istemezler.[22]
17. Cennette
iyi kullara, Zencebîl karışımı bir şarap, kâsesinden içirilir. Araplar,
güzel kokusundan dolayı, zencebîl karıştırılan
içecekten hoşlanırlar. Kurtubî der ki: Son derece hoş
ve yumuşak olduğuna inandıkları için, âhiret
nimetlerine heves ettiler.[23] Katâde de şöyle der: Zencebîl,
cennette bir pınarın ismidir ki, ondan sadece Allah'a yakın kullar içer. Diğer
cennet ehli için, bu, diğer şeylere karıştırılarak verilir.[24]
18. O iyi
kullar cennette, kolayca yudumlandığı ve boğazdan rahat geçtiği
için "Selsebîl" adı verilen bir pınardan
içerler. Tefsirciler der ki: Selsebîl; tatlı sudur.
Tatlılığından ve duruluğundan dolayı kolayca boğazdan geçer. Bu içki, Zencebîl tadında olduğu için, Yüce Allah onu "Selsebîl" diye niteledi. Fakat bunda zencebîl yakıcılığı yoktur. Onu içenler zencebîl
tadını hisseder ama acılığım hissetmezler. Böylece, rahatça yudumlanan selsebîl içkisi kalır.
Bundan sonra Yüce
Allah, cennet ehlinin hizmetçilerini anlatarak şöyle buyurdu: [25]
19. O
itaatkâr iyi kulların etrafında, Allah'ın, müminlere hizmet için yarattığı genç
hizmetçiler dolaşır." Daima körpe ve zarif olun" demektir. Kurtubî şöyle der: Muhalledûn,
daime genç, taze, parlak ve güzel kalan, ihtiyarlamayan ve değişmeyen demektir.
Bu hizmetçiler zaman geçmesine rağmen hep aynı yaşta
kalırlar.[26] Onları cennette, cennet ehline hizmet için
dağılmış olarak gördüğün vakit, güzellikleri, renklerin hoşluğu ve yüzlerinin
parlaklığından dolayı onları saçılmış inci gibi hayal edersin. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu, çok
enteresan bir teşbihtir. Çünkü inci, saçılmış olduğu zaman, birinin ışık ve
parıltısı diğerine vurduğu için, göze daha güzel görünür. Böylece daha parlak
ve eşsiz olur.[27]
20. Orada,
cennetteki bu beraberlik ve neşe görüntülerine baktığın zaman, anlatılamayacak
kadar büyük bir nimet ve sonsuz derecede geniş ve ulu bir saltanat görürsün.
Nitekim hadis-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:
"Salih kullarım için, hiçbir insanın aklından geçmeyen şeyler hazırladım"[28] îbn Kesîr şöyle der: Sahih hadiste şöyle buyrulmuştur: "Cennet ehlinden en düşük derecede olan,
dünya ve dünyanın on katı kadar nimete sahiptir" Yüce Allah'ın, cennette
en düşük dereceye sahip olana lütuf ve ihsanı bu olunca, Allah katında daha
yüksek makama sahip olanı bir düşün![29]
Bundan sonra Yüce
Allah, cennetteki bu iyi kulların sahip oldukları nimeti daha çok anlatmak
üzere şöyle buyurdu: [30]
21.
Üzerlerinde yeşil, türlü süslerle süslenmiş, ince ve kalın ipekten giyisiler vardır. Cennette onların giyisileri
ipektir. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Orada
giyecekleri ipektir"[31]
buyurmuştur. Tefsirciler şöyle der: Sündüs, ince ipek; istebrak,
kalın ipektir. İşte, cennette iyi kulların giyecekleri budur. Yüce Allah,
Onların birçok elbisesi olduğuna, fakat bunların üstünde ipek elbiseler
bulunduğuna ve böylece ipek elbiselerin hepsinden üstün olduğuna dikkat çekmek
için "onların üzerlerinde..." buyurdu. Süs ve zînet
için gümüş bilezikler takınmışlardır. Bunun kesinlikle vuku bulacağına işaret
etmek için Yüce Allah, bunu geçmiş zaman fiili ile ifade etti. Sâvî şöyle der: Eğer denilirse ki: Yüce Allah, burada
"Gümüş bilezikler takınmışlardır", Kehf
sûresinde "Orada altın bileziklerle bezenecekler"[32] Fâtır sûresinde de, "Orada altın bileziklerle bezenir
ve incilerle süslenirler"[33]
buyurmuştur. Bu nasıl olur? Bu soruya şöyle cevap veririz: Onlar isteklerine
göre bazan sadece altın, bazan
sadece gümüş bazan da sadece inci takınırlar.
Birisinin bileğinde altın, gümüş ve inci bileziklerin birlikte bulunması da
mümkündür.[34] Bütün bu nimetlerden ayrı
olarak Rableri onlara, dünyadaki içkiler gibi pis olmayan, ellerin kirletmediği
tertemiz bir içki içirir. Taberî şöyle der: O
itaatkâr iyi kullara, tertemiz içki içirilir. Onun temiz olduğunu gösteren
özelliklerden biri de pis sidik haline dönüşmemesidir. Aksine bu, onların
bedenlerinden misk sızıntısı gibi bir ter halinde çıkar. Rivayete göre cennet
ehlinden olan bir erkeğe, düny adak ilerden yüz
erkeğin şehvet ve iştahı verilir. Yiyince, tertemiz içki içirilir. Bu içki,
onun derisinden çıkan bir ter haline dönüşür. Keskin kokulu miskten daha güzel
bir kokusu vardır.[35]
22. Mü'minler cennete girip ondaki nimetleri gördükten sonra
onlara şöyle denir: Bu, dünyadaki iyi
amellerinizin karşılığıdır. Ameliniz kabul edilmiş, yaptıklarınızdan
razı olunmuştur. Size karşılık olarak, teşekkür ve övgü ile birlikte,
yaptıklarınızdan daha güzeli verilmiştir.
Önceki âyetlerde, Yüce
Allah'ın kâfirler için zincir ve bukağılar, mü'minler
için ise, üzerine yaslanacakları koltuklar hazırladığı anlatıldı. Ayrıca mü'minlerin üzerinde, ince ve kalın ipekten giyisiler ve bileklerinde gümüş bilezikler olduğu, yanlarında, saçılmış inciler
gibi, daima aynı yaşta kalan hizmetçiler bulunduğu ve bunların, o iyi kulların
etrafında gümüş tepsiler ve tertemiz kadehlerle dolaştığı ve bu kadehlerin zencebîl ve kâfurla karışık içkilerle dolu olduğu
anlatıldı. Bütün bunlar, Kur'ân'm, iyilerle kötülerin
durumlarını beraber anlatma metoduna göre, teşvik ve sakındırma için
anlatılmıştır.
Bu açık ve parlak
ifadelere rağmen, müşrikler bu âyetlere engelleme ve yüz çevirme ile karşılık
veriyor, Kur'ân ve Hz.
Peygamber (a.s.) ile alay ediyorlardı. Hz. Peygamber
(a.s.) inatçıların bu tutumlarından elem duyuyor ve çok üzülüyordu. Bunun
üzerine onun azmini kuvvetlendirmek ve teselli ederek mübarek kalplerinden
keder ve üzüntü izlerini hafifletmek üzere şu âyetler indi: [36]
23. Bu Kur'ân'ı sana peyderpey biz indirdik. Onu indirdik ki,
içinde bulunan vaad ve tehdit, teşvik ve sakındırma
ile onlara öğüt veresin. Üzülme, mahzun olma, canını sıkma. Bu Kur'ân hak ve onun vadettiği
şeyler doğrudur. [37]
24. Ey
Peygamber! Artık sabret ve Rabbinin hüküm ve kazasını bekle. Rabbin onlardan
kesinlikle intikam alacak ve hemen veya mühlet vererek, eninde sonunda onları
yok etmek suretiyle senin gözünü aydın edecektir. O günahkârlardan, şehevî
arzularına boyun eğerek onların içine
dalan ve büyük günahlar içinde boğulan hiçbir günahkâra itaat etme. Aşırı
derecede küfür ve sapıklık içinde bulunan ve bundan vaz
geçmeyen kâfire de uyma. Kipi, mübalağa ifade eden kiplerdendir.
Küfür ve inkârda aşırı giden demektir. Tefsirciler der ki: Bu âyet, Utbe-b. Râbia ile Velid b. Muğîre hakkında inmiştdir. Bu ikisi Hz. Peygamber
(a.s.)'e şöyle demişlerdi: Eğer kadın ve mal peşinde isen bu işten vaz geç. Bu konuda biz
senin ihtiyaçlarını
gideririz. Utbe: "Kızımı
sana nikâhlar ve mehirsiz gönderirim"
dedi. Velid de, "Sen razı oluncaya kadar,
istediğin malı sana veririm" dedi. Bunun üzerine bu âyet indi.[38] En
güzeli, âyeti genel mânâda düşünmektir. Çünkü bu âyetin lafzı genel olup her fâsık ve kâfiri kapsar. [39]
25. Gündüzün
evvelinde ve sonunda, sabah-akşam Rabbin için namaz kıl ve ona çokça ibadet ve
itaat et. [40]
26. Gecenin
bir kısmında Rabbine münâcaata dalıp gece ibadeti
yaparak O'nun İçin namaz kıl. Gece karanlı- ğında,
insanlar uyurken, sen Rabbin için uykusuz kalarak geceyi çokça ibadetle geçir.
Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur:
"Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir fazlalık olmak üzere namaz
kıl. Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndermesi umulur".[41]
Maksat, Hz. Peygamber (a.s.)'in, her zaman, gece
gündüz, sabah akşam kalbi ve lisanı ile Allah'ı anması veO'na
ibadet etmesi ve böylece düşmanlarına karşı koymak için kuvvetlenmesİdİr.
Yüce Allah, değerli
Peygamberini teselli ettikten sonra, suçlu kâfirlerin hallerini açıklamaya
dönerek şöyle buyurdu: [42]
27. O
müşrikler dünyayı âhirete tercih ederek, dünyanın
geçici lezzetlerine dalarlar. Önlerindeki zor ve çok korkunç, çok dehşetli
olaylarla dolu bir günü yani kıyamet gününü bırakırlar, ihmal ederler. [43]
28. Onları
gücümüzle, yoktan biz yarattık ve eklemlerini sinir ve damarlarla iyice
bağladık ki, güçlü kuvvetli olsunlar. Dilersek onlan
yok eder, yerlerine, Allah'a daha çok ibadet ve itaat eden, onlardan daha
hayırlılarını getiririz. Âyette tehdit ve korkutma vardır. [44]
29. Taşıdıkları
ince mânâlar ve hoş lafızlarla bu âyet-i kerimeler bir öğüt ve hatırlatmadır.
Akıllı olan onlardan öğüt alır; cahil ise onlardan uzak durur. Onlardan
yararlanmak, ibret almak ve mutluluğa götüren yola girmek isteyen, Kur'ân âyetlerinden ibret alsın, onun nuru ve ışığı ile
aydınlansın; itaat ve rızasını talep etmek suretiyle, Rabbine götüren yolu
tutsun. Mutluluk sebepleri ve kurtuluşa giden yollar, kolaylaştırılmış ve
hazırlanmıştır. [45]
30, 31. Siz
herhangi bir şeyi ancak Rabbinizin dilemesi ve takdiri sayesinde
dileyebilirsiniz. Yüce Allah'ın izni ve iradesi olmadıkça, itaat ve istikamet
gibi, herhangi bir şey hasıl olmaz. İbn Kesîr şöyle
der: Yani, Yüce Allah'ın dilemesi olmadan hiç kimse ne kendisini hidayete
erdirebilir, ne iman ettirebilir, ne de kendisi için herhangi bir yarar elde
edebilir.[46] Kuşkusuz Allah,
yarattıklarının hallerini bilici, idare ve yaratmasında hikmet sahibidir.
Hidayete hak kazananı bilir ve hidayete ermeyi ona kolaylaştırır. Sapıklığa
düşmeyi hak edeni de bilir, ona da sapıklığa götüren sebepleri kolaylaştırır.
Üstün hikmet ve ezici delil onundur.
Dilemesi ve hikmetine göre, istediği kulunu cennetine sokar ve ondan razı olur.
Bu kullar, O'na inananlardır. Zâlim müşriklere gelince, Yüce Allah onlar için,
cehennemde elem verici şiddetli bir azap hazırlamıştır.
Yüce Allah bu mübarek
sûreyi, takva sahibi mü'minlerle suçlu kâfirlerin
akıbetlerini açıklayarak sona erdirdi. [47]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1.
"şükredici" ile "nankör"
"sabah" ile "akşam" ve "güneş" ile "dondurucu
soğuk" arasında tıbak vardır.
2. "Doğrusu
biz, kâfirler için zincirler hazırladık" âyetinde "leffü neşri müşevveş" vardır. Çünkü Yüce Allah önceki
âyette önce "şükreden"i daha sonra
"inkar eden nankör"ü zikretti. Sonra bu âyette, birincisini değil de
ikincisini tekrar zikretti. Bunda tertipsiz bir "leffû
neşir" sanatı vardır.
3. "Çok
asık çehreli bir gün" terkibinde mecâz-ı aklî vardır. "Asık çehreli olma"nın
"gün"e isnat edilmesi, bir şeyin, zamanına isnat edilmesi
kabilindendir. Bu, "O'nun günü oruçludur" sözüne benzer. Birinci
terkip, "Çehrelerin asık olacağı gün", manasınadır. İkinci terkip
işe, "O, gündüzlerini oruçlu geçirir" demektir.
4. "Onları
korudu" ile " onlara verdi" sözleri arasında "cinas-ı
nakıs" vardır.
5. "yedirirler"
ile "yemek" arasında, cinas-ı iştikak vardır.
6. "severler"
ile " terkederler" arasında~tıbak vardır.
7. "Bu,
sizin için bir mükâfaattır" âyetinde hazif yoluyla i'câz vardır.
Takdiri şöyledir: Onlara, Bu sizin için
bir mükâfaattır denir.
8. "Onları
gördüğünde, kendilerini, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın"
âyetinde, çok güzel parlak bir teşbîh vardır. "Saçılıp dağılmış inciler
gibi sanırsın" demektir.
9. "Çarçabuk
geçen dünyayı seviyorlar da, önlerindeki çetin bir günü bırakıyorlar"
âyetinde güzel bir mukabele vardır. Yüce
Allah "sevme"ye
mukabil "terketme"yi; "fânî"ye mukabil "bakî"
olanı zikretmiştir.
10. "Saçılmış
inci", Tertemiz bir içki",
"Gayretiniz karşılığını bulmuştur" ve "Hiçbir günahkâr, yahut
hiç bir nankâr" v.b. âyet sonlarında "sec'i murassa" vardır. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardımı
ile "İnsan Sûresi"nin tefsiri bitti.
[48]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/151-152.
[2] Kurtubî, 19/133.
[3] Kıırtubî, 19/149.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/156.
[4] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/580.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/156-157.
[6] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/580.
[7] Meryem sûresi, 19/42.
[8] Razi Tefsir-i Kebşr, 30/237
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/157.
[9] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/582.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/160.
[10] Taberî şöyle der: şiddetli
demektir. Şiddetli ve zor güne denir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/160.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/160.
[12] Hacc sûresi, 22/23
[13] Zuhruf sûresi, 43/71
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/160.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/160-161.
[16] Kurtubî, 19/137
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/161.
[18] Zuhruf sûresi, 43/71
[19] Tefsîr-i Kebîr, 30/249
[20] Bahr, 8/398
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/161.
[21] ÂIûsî, 29/159
[22] Alusi, 29/160
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/161.
[23] Kurtubî, 19/140
[24] Bahr. 8/398
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/161-162.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/162.
[26] Kurtubî, 19/141
[27] Tefsîr-i kebîr, 30/251
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/162.
[28] Buhâri, Tevhîd,
35; Bed'ul halk, 8; Müslim, Cennet, 2;4..
[29] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/584
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/162-163.
[31] Hacc sûresi, 22/23
[32] Kehf sûresi, 18/31
[33] Fâtır sûresi, 35/33
[34] Sâvî Haşiyesi, 4/278
[35] Taberi, 29/137
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/163.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/163-164.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/164.
[38] Te.fsîr-i
Kıırîııhî
1Q/147- Sâvî Hâ-!İve.si. 4/278
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/164.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/164.
[41] Isrâ sûresi, 17/79
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/164-165.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/165.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/165.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/165.
[46] Muhtasar-ı tbn Kesîr, 3/585
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/165.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/166.