İnsanın Yaratılışı, Mükellefiyeti Ve Ölüm Sonrasında Yeniden Dirilişi
İyiler, Onların Amelleri Ve Mükâfatları
Peygamber (S.A.V.)Efendimize Yapılan İlahî Direktifler
Mekkî bir suredir. Bazıları bunun Medenî bir sure olduğu
hususunda icma edildiğini nakletmişlerdir. 31
ayettir. Ölüm sonrası dirilişten, insanın yaratılışından, onun hayır ve şerre
sevk edilişinden bahseden ayetleri kapsamak-: tadır. Sonra da iyi ve kötü
kimselerin akıbetini açıklamakta, ayrıca iyi kimselerin amelleri İle
mükafatlarını hatırlatmaktadır. [1]
Rahman ve rahim olan
Allah’ın adıyla.
1- İnsan
üzerine dehirden öyle bir zaman geçti ki o vakit
insan henüz anılmaya değer bir şey değildi.
2- Biz
insanı katışık bir nufteden yaratmışızdır; onu
deneriz; bu yüzden , onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.
3- Şüphesiz
ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.
4- Doğrusu,
inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem
hazırladık. [2]
Az veya çok bir zaman
parçası.Sınırsız ve uzun bir zaman dilimi.Meşic
kelimesinin çoğulu olup karışık şeyler demektir. Azıcık su. Ona yol gösterdik.Onu
imtihan ederiz. Ayaklara vurulan zincirler ve bukağılar. Hazırladık.Ellere
vurulan zincirler ve kelepçeler. [3]
İnsanın üzerinden,
henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir zaman geçmedi
mi? Cenab-ı Allah insanların bunu ikrar edeceklerini
ve şöyle diyeceklerini bilmiştir: Evet, insanın üzerinden böyle bir zaman
geçmiştir. Kendilerine denilecektir ki: İnsanı yoktan var eden bir zatın, onu
yok olduktan sonra yeniden diriltmesi nasıl imkânsız olur?! insanoğlu insan olması
bakımından, kendisi içinde yok iken yer kürrenin
üzerinden ancak Allah'ın bileceği bir uzun zaman geçmiştir. Yoktan var edilen
bir insan nasıl yaratılmıştır? Bunu cevaplayıp tekid
ederek Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: Doğrusu biz onu
karışık bir sudan yarattık.
Ey Allah'ım Sen ne
yücesin, ki şöyle buyuruyorsun: Biz insanı karışıklıkla nitelenen bir nutfeden yarattık. O nutfenin
içinde hayır ve şer güdüleri gizli idi. Onda insanın değişik sıfatlan mevcut
idi. Onda birbirine zıt yönelimler vardı. Şayet Rabbin dileseydİ
bütün insanları aynı düzende, aynı yöntemde, aynı yolda yaratırdı. Hepsini
hayra veya hepsini şerre yöneltirdi. Rab-binin rahmet ettikleri dışındakiler
hep muhtelif olmakta devam edeceklerdir. Bi ki Rabbİn işte bu ihtilaf için onları yarattı, bununla da
Kainat imar edildi, dünya ve ahiret oluştu. Rabbimiz
bizi spermadan yarattı ki onda karışık şeyler vardır. Bizi imtihan etmek için
yarattı. Bizi, mükellef kıldığı yasalar konusunda denemeyi istediği varlıklar
olarak Cenab-ı Allah, bizleri karışık nitelikler ve
güdüler içeren bir spermadan yaratmıştır. İşte bu sebeple Allah, insanları,
gören ve İşiten varlıklar haline getirmiştir. Bu imtihan iradesinin bir
neticesi olarak Cenab-ı Allah bizlerde akıl ve idrak
halk etmiştir ki, akıllarımızla doğru yolu ayirdedebilelim.
Aklın doğru yolu ayırdetmesini sağlayan
vasıtalarının en başında görme ve işitme duyularımız gelmektedir. Ama hayır ve
şerri idrak etmek İçin akıl tek başına yeterli olur mu? Hayır... İşte bu
sebeple Cenab-ı Allah buyurmuş ki: Biz insana umumî
yolu gösterdik. Ona delillik yaptık. Ona hayır ve şerrin yollarını şeriatler ve peygamberler vasıtasıyla gösterdik. Tabi
bundan önce ona akıl ve düşünce de vermiştik.
Noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah insanı yarattı. Onda hayır ve şer güdüleri ile
birbirine zıt değişik yönelimler var etti. Bunun ardı sıra da ona, kitaplarla
peygamberler vasıtasıyla hayır ve şerrin yollarını gösterdi. Evet biz ona
yollan gösterdik. O ya şükreden olur ya nankörlük yapan-olur. Hayır yollarına giderek Rabbinin
nimetlerine karşı şükredip Cenneti hak eder veya Rabbinin nimetlerine karşı
nankörlük ederek bu nimetlerin hakkını vermeyip küfreder, hakkı yalanlayıp
kötü amel işler, böylece de Cehennemi hak eder.
Şükredenlerle
nankörlük eden gruplar için ahİrette hazırlanmış olan
şeyler, işte bunlardır. Bizler kâfirler için Cehennemde ayaklarına vurulacak
zincirlerle bukağılar, ellerine vurulacak kayıtlarla boyunlarına vurulacak
laleler hazırladık. İçine girecekleri çılgın alevli ateş hazırladık. Orası ne
kötü bir kalış yeridir! [4]
5- Şüphesiz
iyiler kafur katılmış bir tastan içerler.
6- Su ancak
Allah'ın kullarının taşıra taşıra içebileceği bir
pınardır.
7- Onlar
verdikleri sözleri yerine getirirler, fenalığı yaygın olan bir günden
korkarlar.
8- Onlar
içleri çektiği halde, yiyeceği yoksulla Öksüze ve esire yedirir-ler.
9-10-
"Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bîr karşılık ve teşekkür
beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbİmizden korkarız" derler.
11- Allah da
onları bu yüzden o günün fenalığından korur; onların yüzüne parlaklık ve neş'e verir.
12-
Sabırlarının karşılığı, cennet ve oradaki ipeklerdir.
13- Orada
tahtlara yaslanırlar; orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler.
14- Meyve
ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması
kolaylaştırılmıştır.
15-
Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kaseler dolaştırılır.
16-
Billurları gümüş gibi parlaktır, onları ölçüp ölçüp
dağıtırlar.
17- Orada,
zencefil karışık bir tasla.içirilirler.
18- O pınara
"Sekebil", (tatlı su) denir.
19-
Yanlarında ölümsüz gençler dolaşır; onları göndüğünde
saçılmış birer inci sanırsın.
. .
20- Oranın
neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün.
21- Üzerlerinde
ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır; gümüş bileziklerle
süslenmişlerdir; Rableri onlara tertemiz içecekler içirir.
22-
"İşte bu sizin İşlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre
değer" denir. [5]
Ber kelimesinin çoğulu olup doğruluk, takva ve ihlası şahsında bulunduran kimse demektir.Karışımı.
Kupa.Güzel kokusu olan bir esans.Fışkırttikça
fışkırtırlar.Salgın ve yaygın. Adaklar. Kimsesiz, öksüz. Düşkün, Tutsak. Çok
karanlık.Asık suratlı.Güzellik ve sevinç.Onlara verdi.
Sırtlarını dayayarak
oturmuş vaziyette, Erîke kelimesinin çoğulu olup koltuk
ve kanepeler demektir. Boyun eğdirildi.Kavurucu soğuk. Devşİrilmeleri
yakın meyve salkımları. Yemek tabakları ve kaplan. Şişeler.
Kupalar. Güzel kokulu
bîr bitki ki, adına zencefil derler.înce ipekten yapılmış giysiler. Kalın
ipekten dokunmuş elbise, Kendilerine zînetler ve hulyeler takıldı. Kirlerden ve pisliklerden arınmış içki. [6]
Bu, Kur'an'ın üslubudur. Korkuttuktan sonra imrendirir.
Kâfirlerden ve onların akıbetlerinden söz ettikten sonra mü'minlerden
ve onların akıbetlerinden bahseder ki aradaki fark apaçık bir şekilde ortaya
çıksın ve bu farkta insanları daha çok imana çağırsın ve hakkı yalanlamaktan
onları uzaklaştır-sın.
Şüphesiz iyi kimseler
nimetler içindedirler. Nimet cennetlerindedirler. Orada kâfur kokusuyla
karışık bir içki içerler. Bu, suyu hiç tükenmeyen, akıp gitmekte olan bir
pınardan alınan bir içkidir. Bu pınarı, onlar diledikleri ta^ rafa götürürler.
Bu pınar, Allah'ın mü'mîn kullarının emrinde olacak,
onların diledikleri yöne akıp gidecektir.
Adamın biri çıkıpta şöyle bir soru ortaya atabilir: Bu'kimseler
bu kadar büyük bir ikramı neden dolayı hak ettiler. Ve bu nimetleri hangi
amellerimin karşılığında elde ettiler? Bu soruya verilecek karşılık şudur:
Onlar adaklarım yerine getirirlerdi. Hesap gününden korkarlardı. Kötülüğü
sağlam ve yaygın olan kıyametten ürkerlerdi. Onlar yüce ahlâklı ve erdemli
kimseler idiler. Oruç, namaz, sadaka gibi adaklarım Allah'a yaklaşmak gayesiyle
yerine getirirlerdi ki bu da onların imanlarının kuvvetliliğine ve hayırda
bilenmişliklerine delil teşkil eder. Bir kimse adağım yerine getirirse
yükümlülükten kurtulmuş olur. Bunun yamsıra şer'an kendisine teklif edilen vecîbeleri edâ ederse tabiiki bu onun için daha önemlidir. Hatta şer'î
mükellefiyetlerini öncelikle yerine getirmesi gerekir. İşte iyi kimselerin ilk
hasletleri bu olmalıdır. îkincî hasletleri yani özellikleri ise onların
hesaptan korkmalarıdır. Bu korku onları salim amel işlemeye çağırır. Kötülükleri
ve fuhşîyyatı terk etmeye teşvik eder. Akıllı kimselerin
korkmaları gereken gün kıyamet günüdür. Çünkü onun şerri ve kötülüğü kafirler
aleyhinde her tarafa yayılacaktır. MÜ'min ve iyilik
erbabı kimselerin üçüncü özellikleri ise onların faziletli ahlaka sarılmaları
ve tutunmalarıdır. Faal bir cömertlikle süslenmiş olmalarıdır. Muhtaçlara
yemek yedirmek, onların şiarıdır. Tecrübe ile sabittir ki, Allah yolunda
muhtaçlara yemek yedirmek ve infakta bulunmak, kişinin imanının sadakatına bir delildir. Bu gibi kuvvetli yakîne sahip kimseler muhtaçlara yardım ellerini uzatırlar.
Bu cümleler içerisinde
geçen muhtaç kelimesinden maksat; kanaatkar, düşkün veya mahrum olan yetim veya
boynu bükük esirdir. İşte gerçek fazilet erbabı olan mü'minler,
kendileri şiddetle ihtiyat; içinde olmalarına rağmen bu düşkünlerle yetimlere
seve seve yiyecek veriri sr.
Rivayete göre Hz. Ali ile zevcesi Fatıma (R.Anha), Resulullah'ın torunları
Hasan ile Hüseyin'in şifa bulmaları halinde üç gün oruç tutacaklarına dair
Allah'a adakta bulundular. Allah, onların bu ciğerparelerine şifâ ihsan etti.
Onlar da üç gün müddetle oruç tuttular. Yanlarında sadece iftarlarına yetecek
miktarda yiyecekleri vardı. İlk günü, güneş batarken bir kimse gelip
kendilerinden yiyecek dilendi. Bu iftarlıklarını, kendileri muhtaç oldukları
halde o düşküne verdiler. Aç olarak gecelediler. İkinci gün yine akşamleyin bir
yetim kendilerine gelip yemek dilendi, yine kendileri o iftarlığa şiddetle
muhtaç oldukları halde bu yileceklerini o yetime
verdiler. Yine aç gecelediler. Üçüncü günün akşamında esirin biri gelerek
kendilerinden yiyecek dilendi. Yine kendilerinin o yiyeceğe fazlasıyla
ihtiyacı oldukları halde iftarlıklarını esire verdiler. Böylece üç gün peşpeşe yiyeceksiz olarak oruç tuttular. Bunun üzerine
Cebrail yukarıdaki ayet-i kerimeleri Peygamber (S.A.V.) efendimize indirdi.
Sonra da şöyle dedi: Ya Muhammed al bu ayetleri!
Allah, sana ve ehl-i beytine mübarek etsin.
İşte her türlü
şaibeden arınmış, sağlam iman böyle olur. Onun sevgisi İçin muhtaçlara yiyecek
verir ve lisanı kal ile değil de lisanı hal ile şöyle derler: Biz,
karşılaşacakları manzaraların korkunçluğundan ötürü yüzlerin asılacağı bir
günün azabından korkarız. O gün; kullar için çok tehlikeli, müthiş manzaralı,
korkunç ve asık suratlı olup aşırı derecede karanlıktır.
Cenab-ı Allah cömert mü'minleri
işte böyle mükafatlandırarak O günün şerrinden koruyacak, asık çehrelilİğin, karanlığın, şiddetin bedeli olarak onlara
güzellik, sevinç ve sürür verecektir. Onlara, altlarından ırmaklar akan,
yemişleri devamlı bulunan, sürekli gölgelik olan bir cennet bahşedecektir. Müminlerin
akıbeti işte böyle olacaktır. Onlara Cennet verecek ve ipekli elbiseler
giydirecektik Onları huzur ve sükun içinde koltuklara karşılıklı kurulu olarak
oturtacaktır.. Onlar bu Cennetlerde yakıcı bir güneş görmeyecek, dondurucu bir
soğukta hissetmeyeceklerdir. Onlar ıhman bir İklim içinde yaşayacak, yumuşak
bir hava tensffüs edecek, kendilerine hüzün verecek
şeyleri hissetmeyeceklerdir. Bu Cennetin koyu gölgesi o mü'minlerin
üzerine inecek, meyveleri de kolayca devşirilebiiecek,
kendilerine çok yakm olduğu için zahmetsizce
koparabileceklerdir. Ey Allah'ım sen ne yücesin! Onlar bu cennetlerde ikram
göreceklerdir. Etraflarında hizmetçiler dolaşacaklardır. Gençler, gümüş kaplar
içinde onlara yemek sunacaklar, gümüş kupalarla onlara şarap sunacaklardır.
Şarap kupaları billur gibi net şeffaf, gümüş gibi beyaz ve parlak olacaktır. Bu
kaplar tam kendilerine göre takdir edilmiş olup ne küçüktür ki taleplerini
karşılamasın, ne büyüktür ki ihtiyaçlarından fazla olmasın. Bunlara Cennette
bazen kâfur kokusu ile karışık bir şarap sunulur. Bazen de zencefille karışık
bir şarap sunulur. Bu şarapları hiçbir zaman kurumayan bir pınardan
alınmaktadır. Eller kolayca bu pınarlara uzanır. Cennetlerde, etraflarında
dolaşan hizmetçileri olacaktır. Bu genç hizmetçiler gençliklerinin baharında
olup son derece parlak ve güzel yüzlü olacaklardır. Size geldiklerinde ve
sizden dönüp gittiklerinde onları son derece şeffaf, dar, nazîf,
güzel, saçılmış bir inci gibi görürsünüz. Allah'tan dileriz ki bize de
göstersin bu nimetleri. Ey mü'min kardeşim. O
cennette bir nimet görecek olursan, onun kadrini takdir edemez, künhünü
kavrayamaz, mahiyetini bilemezsin. Orada öyle büyük bir mülk göreceksin ki o
mülkün önünde kisralarla kayserlerin mülkleri cılız
kalır.
Cennet hakkında
yapılan bu tasvir sadece takribi ve tahmini bir tasvirdir. Onun hakiki
nimetlerini, yaratıcısından başka hiç kimse bilemez. O müminler cennette iken
üzerlerine ipekten ince ve yeşil atlastan giysiler geçirilir. Kalın ipekten ve
atlastan elbiseler giyerler. Altından ve gümüşten bileziklerle diğer zinetleri takınırlar. Rabbin onlara, vasfım kimsenin
bilemeyeceği, temiz ve berrak bir şarap içirecektir.
Ey salih
amel işleyip şükreden kullar, bu ikramlar, amelinizin karşılığı olarak size
sunulacaktır. Çalışmanıza karşılık verilmiştir! [7]
23- Ey
Muhammedi Kur'an'i sana indiren Şüphesiz Biziz.
24- Rabbinin
hükmüne kadar sabret; onların günah işliyen ve
inkarcı olanlarına uyma.
25- Rabbinin
adını sabah akşam an.
26-
Geceleyin O'na secde et; O'nu geceleri uzun uzun
teşbih et.
27- Doğrusu
insanlar, çabuk elde edilen dünya nimetlerini severler de ağırlığı çekilmez
günü arkalarında bırakırlar,
28- Onları
yaratan, mafsallarını pekiştiren B'ziz; dilersek
onları benzerleri ile değiştİriveririz.
29- bu
sadece bir öğüttür; dileyen, Rabbine giden yolu tutar.
30- Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Doğrusu Allah, bilendir, Hakim'dir.
31-
Dilediğine rahmet eder. Zalimlere, işte onlara, can yakıcı bir azab hazırlamıştır. [8]
Küfürde ileri giden
veya nankörlük yapan. Çok günah işleyen. Gündüzün evveli ile sonu.Terk ediyorlar.
Dünya. Bağlarını kuvvetle bağladık. Eklemlerini sağlam olarak birbiri ile irtibatlandırdık. Ağır ve' şiddetli.Öğüt ve ibret.[9]
Bu surede İnsana
yaratılışı hatırlatılmakta, sonra da şeriatle
mükellef kılmışı anlatılmakta, bundan sonra da kıyamet gününde mü'minler ile yalan-layıcıların
halleri açıklanarak ona öğüt verilmektedir. Buna rağmen müşrikler eski
hallerini devam ettirdiler. Şu halde bu surenin, kendisine bu noktada faideli olacak bir direktif ile Peygambere hitapta
bulunulmasıyla nihayete erdirilmesi elbetteki daha iyi olurdu ve Öyle de oldu. [10]
Ey Muhammed! Muhakkak
biziz, biz ki sana Kur'an'ı parça parça
indirdik. Bu Kur'an hak bir kitap olup içinde şek ve
şüphe yoktur. Sana, ancak buna tabi olmak düşer. Bize de, mü'minlere
yardımcı olmak, kâfirleri kimsesiz, rezil ve rüsvay
halde bırakmak yaraşır. Bütün işler Allah'ın elindedir. O-dur kî, Kur'an'ı sana sağlam bir kitap olarak indirmiştir. O Kur'an'a aşla batıl girmez. Hal böyle olunca ey Muhammed,
Rabbinin hükmüne sabret. O-riun hükmü adilanedir.
Rabbin, seninle o müşriklerin arasında ayırıcı hükmünü
verecektir. Sana ancak sabretmek yaraşır. Utbe bin Rebia gibi çok günah işleyen nankörlere itaat etmekten
sakın!
Utbe bin Rebia, Peygamber
Efendimize tarizde bulunarak dinini terk etmesini söyler, buna karşılıkta
kızlarından biri ile onu evlendireceğini vade-derdi. Ebu
Cehl ile Velid bin Mugîre gibi cahiliyette pek ileri
giden ve küfürde cesur olan kafirlerle nankörlere İtaat etme, Ey Muhammed!
Rivayete göre Velid bin Mugîre Peygamber
(S.A.V.) efendimize şöyle dermiş: Sen bu işten vazgeç. Ben seni memnun edecek
kadar servete boğarım.
İşte bu sebeple Cenab-ı Allah, Peygamber efendimize şöyle emir buyurmuştu:
Sabret. Neticede Cenab-ı Allah yerine getireceği ve
infaz edeceği bir hükmü verecektir. Sen onlardan günahkâr, kafir, nankör
olanlara itaat etme.
Bu musibetlere ve
meşakkatlere karşı koymak ancak güçlü iman silahına sarılmakla mümkün olur. O
silah da sabah akşam Allah'ı zikretmektir. Bu, sığınılacak en muhkem kaledir.
Evet bu silah, geceleyin Allah'ın huzuruna kapanıp secde etmek, uzun uzadıya
O'na teşbihte bulunmaktır.
Ey Muhammed! Şu
kafirleri Allah'a bırak. Onların yaratıcıları onları en iyi bilendir. Onların
iç yüzlerini bilmektedir. Onlar, şu çabuk geçecek
olan dünyayı seviyorlar. Dünyanın ve onun aldatıcı, fani nimetlerinin arkasına
gizleniyorlar. Ama şiddetli bir günü, korkunç kıyameti unutuyorlar. O günde
emzikli kadınlar çocuklarından vazgeçecekler. Gebe kadınlar çocuklarını düşüreceklerdir.
İşte onları biziz yaratan. Onlann yaratılışlarını
biziz sağlam kılan. Analarının rahimlerinde onlara biziz şekil veren! Dilersek onlann yerlerine başkalarını koyarız. Rabbin herşeye kaadirdir.
Bu bunlar için büyük
bir tehdittir. Ey Muhammed! Bu ve benzeri sureler, hatırlatma ve öğüttür.
Dileyen öğüt alıp Rabbine doğru yol alır ve o yol vasıtasıyla ahirette mutluluğa kavuşur. Dileyen de öğüt almaz, sapıklık
yoluna koyulur. Günah, fasıklık ve isyan batağına
düşer. Böyleleri için, içinde ebedî kalmak üzere
Cehennem ateşi vardır. Nefsini arındıran kurtuluşa erer; kirletip günahla
örten de, ziyana düşer.
Bu, şerefli
Peygamberimizin gönlünü sükunete kavuşturup tatmin edecek bir ifade tarzıdır.
Dileyen Rabbine doğru
giden bir yol alır. Çünkü bütün yollar kulun önünde açılmıştır: "Ona iki
tepe (iki hedef: Hayır ve şer yolunu) gösterdik!'[11] Ama
yine de bilin ki bütün bunlara rağmen emir Allah'ın elindedir. Allah dilemedikçe
siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Kulun cüz'î iradesi
vardır. Bu iradesi dolayısıyla o ameline karşılık mükâfat veya ceza görer. İlahî meşîet ve irade
ancak Allah'a aittir. Şüphesiz Allah, yaratıklarını bilendir. İşlerini hikmetle
ve yerli yerince yapandır.
'Bu sure, iki grubun
akıbetini açıklamakla nihayete eriyor. Bu gruplardan birini Cenab-ı Allah kendi rahmetine, Cennetine ve rızasına dahil
eder. Diğer grup olan zalimlere gelince Cenab-ı Allah
onlar için pek acıklı bir azap hazırlamıştır. [12]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/403.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/403-404.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/404.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/404-405.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/405-406.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/407.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/407-409.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/409-410.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/410.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/410.
[11] Beled sûresi: 10.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/411-412.