İNSAN SURESİ 2

 


İNSAN SURESİ

 

İnsan Suresi, otuz bir âyettir ve Medine'de nazil olmuştur.

Bu  mübarek surenin fazileti hakkında Ebu Hureyre (r.a.) tarafından şu hadis rivayet edilmektedir:

Ebu Hureyre (r.a.) Resulullah (s.a.v.)in, Cuma günü sabah akşam nama­zında secde suresini ve insan (Dehr) suresini okuduğunu rivayet etmiştir.[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla.

 

1- Gerçekten insanın üzerinden üylc bir zaman geçti ki o vakit insan anılan bir şey değildi.

Âyet-i kerimede zikredilen "İnsan" Katade'ye göre Hz. Âdem'dir. Kata-de bu hususta diyor ki: "Allahın yarattığı en son varlık Hz. Adem'dir."

İnsanın üzerinden geçtiği beyan edilen zamanın ne kadar bir süre olduğu hakkında iki görüş zikredilmektedir. Bazılarına göre bu zaman kırk yıldır. Bun­lara göre Hz. Âdem çamurdan, insan şeklinde yaratıldıktan sonra kendisine ruh üfleninceye kadar kırk yıl geçmiştir. Bu sebeple âyette insanın üzerinden belli bir varlık olmadığı zikredilmiştir.

Diğer bir kısım âlimlere göre ise insanın üzerinden geçtiği zikredilen bu zamanın sınırları belli değildir. Bu itibarla insana ruh üflenmeden veya yaratıl­madan önce "Üzerinden su kadar zaman geçti" demek doğru değildir.[2]

 

2- Şüphesiz ki biz insanı karışık bir damla sudan yarattık. Biz onu imtihan ederiz. Biz onu işiten ve gören bir şekilde var ettik.

Âyet-i kerimede, meninin karışık bir damla su olduğu ifade edilmekte­dir. Karışık olmaktan maksat, İkrime, Abdullah b. Abbas, Rebi b. Enes, Hasan-i Basri ve Mücahid'e göre, erkek ve kadının menilerinin birbirlerine karışmaları1 dır. Taberi de bu görüşü tercih etmişiir.

Abdullah b. Abbas, İkrime ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe gö­re "Karışık bir damla su" ifadesinden maksat, insanın yaratılışındaki çeşitli aşa­malardır. İnsan, ana rahminde bir damla su iken pıhtılaşmış kan haline gelir. Sonra bir çiğnem ete dönüşür, daha sonra kemikler oluşur. Sonra Allah o ke­mikleri ete bürür. Daha sonra da bambaşka bir yaratık haline getirir.

Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilen başka bi görüşe göre "Ka­nşık bir damla su"dan maksat, renkleri değişik olan menilerin birbirine karışma­sıdır. Erkeğin menisi beyaz ve kırmızımsı iken kadının menisi kırmızı ve yeşi­limsidir.

Diğer bir görüşe göre "Karışık bir damla su" ifadesinden maksat, insanın aslı olan meninin çeşitli maddeleri ihtiva etmesidir.[3]

 

3- Doğrusu biz ona hidayet yolunu gösterdik. Ya şükreder veya nan­körlük eder.

Doğrusu biz, insana, cennete giden yolu gösterdik ve tanıttık. O, ya şükredicidir yahut nankördür.

Mücahid bu âyeti şöyle izah etmiştir: Biz, insana cennetlik ve cehen­nemlik olma yolunu göstermişizdir. O, ya cennetlik olur veya cehennemlik."

Katade ise şöyle izah etmiştir: Biz insana, gideceği yolu göstermişizdir. O, ya nimetlere karşı şükreden veya nankörlük edendir.'[4]

 

4- Doğrusu biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alev alev ya­nan bir cehennem hazırladık.

Doğrusu biz, nimetlerimize karşı nankörlük eden ve emirlerimize karşı gelenler için cehennemde bağlanacakları zincirler, elleri boyunlarına raptedile­cek halkalar ve üzerleri ne-al ev alev yanacak olan ateşler hazırladık.[5]

 

5- Şüphesiz iyilikte bulunanlar (cennette) kâfur katılmış bir kadeh­ten içerler.

Şüphesiz ki rablerinin emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak takvaya eren müminler âhirette, içine kâfur kokusuna benzeyen maddeler katıl­mış bir kaseden su içeceklerdir.

Bir kısım âlimler, âyette zikredilen "Kâfûr'un, cennette bir pınar olduğu­nu söylemişlerdir.[6]

 

6- Bu, Allanın kullarının içecekleri ve istedikleri yerden fışkırtacak­ları bir pınardır.

Cennetliklerin kaselerine konacak olan kâfur kokulu meşrubat, Allanın, cennete koyduğu kullarının içecekleri bir pınardır. Onlar o pınarı diledikleri yerde ve diledikleri şekilde artabileceklerdir.

Mücahid, âyette geçen "İstedikleri yerden fışkırtacaklar" ifadesini, "Di­ledikleri yöne çevirebilecekler, diledikleri yere götürecekler." şeklinde izah etmiş, Süfyan es-Sevri ise "Onu diledikleri yerde kullanabileceklerdir." şeklinde izah etmiştir.[7]

 

7- O takva sahibi müminler, adaklarını yerine getirirler, şerri yaygın olan bir günden korkarlar.

Takva sahibi müminler, Allaha itaat hususunda yaptıkları, namaz kılma, zekat verme ve Hac yapma gibi adaklarını yerine getirirler ve onlar, adaklannı yerine getirmemek hususunda, şerri her tarafı kuşatan günde, Allahın kendileri­ne azap edeceğinden korkarlar.

Kişi, sevap işleme hususunda yapmış olduğu adağı yerine getirmekle yükümlü olduğu halde, günah işleme hususunda yaptığı adağı yerine getirme­mekle mükelleftir.

Bu hususta Resutullah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim, Allaha itaat edeceğine dair bir adak yapacak olursa Allaha itaat et­sin. Kim de Allaha isyan hususunda bir adak yapacak olursa Allaha isyan etme­sin."[8]

 

8- Onlar, yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde onu yoksula, yeti­me ve esire yedirirler.

Takva sahibi o müminler, yemek yemeye iştahları olduğu halde o yemeği kendileri yemeyip ihtiyaç sahibi yoksullara, babası ölmüş yetimlere, esirlere ve mahkumlara yedirirler.

Âyette zikredilen "Esirler"den maksat, Katade, İkrime ve Hasan-i Bas-ri'ye göre müşrik olan esirlerdir.Zira bu âyetin nazil olduğu sıradaki esirler, müşriklerden alınan esirlerdi.

Mücahid ve Said b. Cübeyr'e göre ise bu âyette zikredilen "Esirler"den maksat, müminlerin mahkumlarıdır. Taberi, esir kelimesinin bu iki sınıfı da kapsayacağını söylemenin daha doğru olacağını ifade etmiştir. Zira bu ifadeyi be'fli bir sınıfa tahsis etmeyi gösteren bir delil yoktur.[9]

 

9- Ve şöyle derler: "Biz sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz. Siz­den ne bîr karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.

Mücahid ve Said b. Cübeyr diyorlar ki: "Takva sahipleri, kendilerine ik­ramda bulundukları kişilere bu sözleri bizzat söylemezler. Fakat Allah teala on­ların kalblerinde. olanı bildiği için onları bu gibi sözlerle över ki bu tür amellere devam etsinler.[10]

 

10- Çünkü biz, asık suratlı ve katı bir günde rabbimizin azabından korkarız.

O takva sahibi müminler sözlerine şöyle devam ederler: "Biz, sizden bir karşılık beklemek veya bir teşekkür ümid ederek yemek yedirmeyiz. Biz sizlere, dehşetinden dolayı yüzlerin asık olacağı bir günde rabbimizin bizi güvene ka­vuşturmasını dileyerek sizlere yemek yediriyoruz.

Âyet-i kerimede, kıyamet gününün, asık suratlı ve dehşetli olduğu zikre­dilmiştir. Kıyamet gününün bu sıfatlan çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Ali b. Ebi Talha'mn, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğine göre "Asık suratlı" diye tercüme edilen "Abusen" kelimesinden maksat, "Sıkıntıh" demek ve "Katı" diye tercüme edilen "Kamtariran" kelimesinden maksat da "Uzun" demektir. Bu izaha göre kıyamet günü, sıkıntılı ve uzun bir gün olarak sıfatlandınlmıştır.

İbn-i Zeyd'e göre ise kelimesinden maksat, "Şerli", kelimesinden maksat ise "Şiddetli" demektir. Buna göre kıyamet günü "Şerli ve şiddetli bir gün" olarak sıfatlandırılmıştır.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat, "Yüzünü ekşiten", kelimesinden maksat ise "Kaşları çatan, alnı kırıştıran gün" demektir.

İkrime'ye ve onun Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre onlar bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: Kıyamet gününde kâfir suratını ekşitir. Öyle ki iki gözünün arasından katran gibi bir ter akar. İşte bu terin adıdır. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Takva sahibi müminler der­ler ki: "Şüphesiz ki bizler, kâfirlerin yüzlerini ekşiterek, alınlarından katran gibi ter döktükleri kıyamet gününde rabbimizin bizi cezalandırmasından korkarız."

Katade diyor ki: "Kıyamet gününün dehşetinden dolayı o gün yüzler ek­şitilecek ve kaşlar çatılacaktır."[11]

 

11- Allah da onları o günün şiddetinden korur. Yüzlerine güzellik ve­rir, kalblerini sevinçle doldurur,

Allah da, dünyada iken, onu razı edecek ameller yaptıklarından dolayı bu takva sahibi insanları o şiddetli kıyamet gününün şerrinden korur. Yüzlerine parlaklık, kalblerine sevinç verir."[12]

 

12- Onların sabırlarının mükafaatı cennet ve ipekten elbiselerdir.

Takva sahibi müminlerin, dünyada iken Allah itaatte sabretmelerinin ve onu razı edecek amellere tahammül etmelerinin karşılığı olarak Allah onları cennete koymakla ve onlara orada ipekten elbise giydirmekle mükafaatlandırmıştır.[13]

 

13- Onlar cennette koltuklara yaslanırlar. Orada ne güneşin sıcaklı­ğını ne de soğuğun şiddetini görürler.

Takva sahibi müminler, cennette koltuklara yaslanırlar. Onlar cennette ne kendilerine eziyet verecek bir güneş sıcaklığı ne de kendilerini üşütecek bir so­ğukluk göreceklerdir. Âyette geçen "Zemherir" kelimesinden maksat,

"Şiddetli soğuk" demektir. Allah teala, cennetlikleri hem güneşin sıcağından hem de kışın soğuğundan koruyacak olan gerçek selamet yurdu olan cennette huzur içinde yaşatacaktır.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde cehennemin soğuğunun "Zem­herir" adını taşıdığını beyan etmiş ve buyurmuştur ki:

"Cehennem ateşi rabbine şikayetçi olarak "Ey rabbim, kendi kendimi ye­dim." demiştir. Bunun üzerine Allah ona iki kere nefes alma izni vermiştir. Bir nefesi kışta diğeri yazdadır. İşte bu sizlerin hissettiğiniz en şiddetli sıcak ve yine sizlerin hissettiğiniz en şiddetli zemherir soğuğudur."[14]

 

14- Cennetin ağaçlarının gölgesi onların üzerine düşmüş ve meyvele­rinin koparılması kolaylaştırılmıştır.

Mücahid diyor ki: "Cennetlik olan kimse cennetteki ağaçtan meyveyi koparmak için ayağa kalktığında ağaç onun ulaşacağı bir yere kadar yükselir. Yatacak olursa yine onun ulaşacağı bir yere kadar eğilir. İşte meyvelerin toplan­masının kolaylaştınlmasından maksat budur.

Katade ise diyor ki: "Cennetliklerin, ağaçlara uzattıkları ellerine ne uzak­lık ne de diken engel olacaktır."[15]

 

15- Çevrelerinde gümüşten billur kaplar ve kupalar dolaştırılır.

Cennetliklerin yemek yedikleri ve su içtikleri kaplar billur gibi şeffaf gümüştendir. Bunların dünyada benzeri yoktur. Çünkü bu dünyada gümüşten olan ve aynı zaman şeffaf olan bir madde yoktur.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Cennette hiçbir şey yoktur ki onun benzeri size dünyada verilmiş olmasın. Ancak gümüşten olan şeffaf kristaller müstesna­dır."

Abdullah b. Abbas, Mücahit! ve Hasan-ı Basri, bu âyet-i kerimeyi izah ederlerken âyetin, cennetteki kap ve bardakların, gümüş gibi beyaz, cam gibi şeffaf olduklarını beyan ettiğini söylemişlerdir.[16]

 

16- Onların billurları gümüştendir. Takdim edenler, cennet halkına göre ayarlamışlardır.

O bardak ve kapların, billur gibi şeffaf olan maddeleri gümüştendir. On­ların içinde yiyecek ve içecek getirenler, onlan yiyecek ve içecek olan kişilerin ihtiyacı kadar ayarlarlar. Getirdikleri ne fazla olur ne de eksik.

Hasan-ı Basri, Said b. Ctibeyr, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd, âyette zikredilen "Takdim edenler, cennet halkına göre ayarlamışlardır." cümlesini, "Takdim edenler, cennetliklerin içecekleri kadar-meşrubat ayarlarlar. Getirdik­leri meşrubat ne artar ne de eksik olur." şeklinde izah etmişlerdir.

Abdullah b. Abbas ise bu ifadeyi: "Kupalar, hizmetçilerin ve hizmet edi­lenlerin ellerinin büyüklüğüne göre ayarlanmıştır." şeklinde izah etmiştir.[17]

 

17- Cennette müminlcrc,zenccfil katılmış kadehler sunulur.

Katade ve Mücahid, cennetliklerin içecekleri meşrubata zencefil karıştı­rılarak içirileceğini söylemişler diğer bir kısım âlimler ise âyette zikredilen zen­cefilin cennette özel bir ırmağın adı olduğunu, o ırmağın suyunun meşrubatlara katılacağını söylemişlerdir. Bu görüş de Katade'den nakledilmiştir.[18]

 

18- O, cennette, "Selsebil" denilen bir kaynaktır.

Takva sahibi müminlerin içtikleri, içine zencefil katılmış olan meşrubat, cennette, selsebil diye adlandırılan bir pınardan çıkar.

Katade, "Sels'ebil" kelimesinin, "Akıcı" anlamına gelen "Selaset" kötün­den türediğini ve pınarın bir sıfatı olduğunu ve bundan maksadın da, suyu ko­layca akan ve boğazdan kolayca geçen ve cennetliklerin diledikleri yere akan bir pınar olduğunu söylemişlerdir.

Mücahid ise, pınarın hızlı akışından dolayı ona "SeJsebil" adının verildi­ğini söylemiştir.

İkrime ise "Selsebil" kelimesinin, cennette bulunan bir ırmağın adı oldu­ğunu söylemiştir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi, suyun tatlılığı ve insanın boğazından kolayca geçmesidir.

Taberi diyor ki: "Doğru olan görüş, selsebil kelimesinin, pınarın sıfatı ol­duğunu söyleyen görüştür. Pınarın selsebil diye vasıflandınlmasının sebebi ise insanın boğazından kolayca geçmesi, akarken de kolayca akması ve cennet ehli­nin emirine âmâde olmasıdır.[19]

 

19- O müminlerin çevrelerinde, cennette ebedi kalacak gençler dola­şır. Onları görsen, saçılmış birer inci sanırsın.

Ayette geçen ve "Ebedi kalmak" diye tercüme edilen "Muhalledûn" kelimesi Katade tarafından "Ölmeyecekler" şeklinde izah edilmiş, diğer bazı âlimler tarafından ise "Gençlikleri değişmeyecek" şeklinde izah edilmiştir. Diğer bir kısım âlimler de bu ifadeden maksadın "Kollan bilezikli" demek olduğunu başka bir kısım âlimler ise "Kulakları küpeli" demek olduğunu söylemişlerdir.

Cennetliklere hizmet eden bu gençler tenlerinin beyazlığı ve sayılarının çokluğu yönünden çevreye saçılan incilere benzetilmişlerdir.

Abdullah b. Amr diyor ki: "Cennetliklerden hiçbir kimse yoktur ki onun için bin "öilman" hizmet görmüş olmasın. Bunlardanher biri diğerinden ayrı bir vazife yapacaktır."[20]

 

20- Cennetin neresine bakarsan bak, bol nimet ve büyük bir mülk görürsün.

Ey Muhammed, sen o cennetin neresine bakacak olursan orada cennetlik­lere verilmiş bol nimetler ve büyük bir mülk görürsün.

*Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, cennetliklere verilen yerin genişliğini belirterek şöyle buyurmuştur:

"Cennetliklerin en aşağı mertebede olanı, mülküne iki bin yıllık bir mesa­feden bakar. Onun en uzak yerini, en yakın yerini gördüğü gibi görür."[21]

Mücahid ve Süfyan es-Sevri, bu âyette zikredilen "Büyük mülk"ten mak­sadın, meleklerin, cennetliklerin selamlamaları ve onlardan izin istemeleri oldu­ğunu söylemişlerdir.[22]

 

21- Cennet halkının üzerinde ince yeşil ipekten ve kalın atlastan elbi­seler vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rablcri onlara tertemiz içecekler ikram eder.    ^

Takva sahibi müminlerin üzerinde iç elbiseleri olarak ince yeşil ipek, dış elbiseleri olarak da parlak kalın atlas vardır. Onlar, gümüşten bileziklerle süslenecekler, rableri onlara tertemiz meşrubatlar bahşedecektir. Öyle ki, onla­rın içtikleri bu meşrubatlar, idrara ve necasete dönüşmeyecek, vücutlarından misk gibi kokan ter olarak atılacaktır.

Ebu Kılabe diyor ki: "Cennetlikler, diledikleri kadar yeyip içtikten sonra tertemiz meşrubatlar isteyecek ve onu içeceklerdir. Bununla karınları temizlene­cektir. Öyle ki onların yedikleri ve içtikleri, tere ve misk gibi kokan havaya dö­nüşecektir. Bu nedenle karınları devamlı çekik olacaktır."

Mücahid, burada zikredilen temiz meşrubattan maksadın, Allah tealanın, cennetliklere lütfedeceğini beyan ettiği meşrubatlar olduğunu söylemiştir.

Âyette geçen ve "Tertemiz içecekler" diye tercüme edilen "Şeraben Tahuran" kelimesinden maksadın, suyu cennette akan bir nehir olduğu, günah işleyenlerin o nehirde yıkanarak benek benek hale gelen tenlerinin onunla temizleneceği rivayet edilmiştir.[23]

 

22- Şüphesiz bütün bu nimetler, dünyadaki çalışmalarınızın mükafa* atıdır. Çalışmalarınız makbul sayılmıştır" denir.

Takva sahibi müminlere âhirette şöyle denecektir. "Size verilen bu ik­ramlar, dünyada iken işlediğiniz salih amellerin karşılığıdır. Zira sizin dünyada­ki gayretleriniz rabbiniz tarafından makbul görülmüş ve bu yüzden mükafaat-landınîmıştır.

Katade diyor ki: "Allah onların günahlannı affetti ve yaptıkları iyiliklere karşı da teşekkürde bulundu."[24]

 

23- Ey Muhammcd, şüphesiz ki Kur'anı sana biz İndirdik biz.[25]

 

24- Rabbinin hükmüne sabret. İnsanların günahkarlarına veya nan­kör olanlarına uyma.

Ey Muhammed, seni imtihan etmek için sana Kur'anı biz indirdik biz. O halde sen, rabbinin farzlarını yerine getinnek ve peygamberliğini tebliğ etmek hususundaki imtihanına karşı sabret. Kavminin müşriklerinden günah işleyene veya rabbinin nimetlerine karşı nankörlük edene itaat etme.

Katade diyor ki: "Ebu Cehil "Vallahi şayet Muhammed'in namaz kıldı­ğını görecek olursam ayağımı boynuna basacağım." dedi. Bunun üzerine Allah teala: "İnsanların günahkarlarına veya nankör olanlarına uyma" âyetini indirdi.[26]

 

25- Sabah akşam rabbinin adını an.

Ey Muhammed, sabah namazında, öğle ve ikindi namazında rabbinin is­mini an.

İbn-i Zeyd, sabah kelimesinden maksadın, "Sabah namazı", "Akşam" diye tercüme edilen kelimesinden maksadın da öğle namazı olduğunu söylemiştir.[27]

 

26- Gecenin bor bölümünde ona secde et ve gece uzun zaman onu teşbih et.

İbn-i Zeyd diyor ki: "Geceleyin namaz kılmak ve Allahı uzun uzun teş­bih etmek, önceleri Resulullaha farz kılınmıştı. Müzzemmil suresinde de Resu-lullahın, gecenin yarısında veya yansından biraz azında yahut daha fazlasında namaz kılması farz kılınmıştı. Daha sonra Allah teala, Müzzemmil suresinin son âyetiyle bu farzı Resulullahtan ve diğer insanlardan kaldırdı ve bu namazları nafile ibadet kıldı ve şöyle buyurdu: "Ey Muhammed, gecenin bir bölümünde, sadece sana mahsus nafile namazı kıl."[28]

 

27- Doğrusu şu kâfirler, çabuk elde edileni (dünya varlığım) severler. Ve şiddeti ağır olan günü arkalarına atarlar.

Doğrusu, Allaha ortak koşan bu müşrikler, dünyayı severler. Onda ebedi kalmayı isterler ve onun zinetlerine hayran olurlar. Allahm azabının gerçekleşe­ceği zor bir gün olan kıyameti arkalarına atarlar. Onun için herhangi bir amel iş­lemezler.[29]

 

28- Onları yaratıp, yaratılışlarını sağlam yapan biziz. Dilersek onları helak eder, yerlerine başkalarını getiririz.

Âyette zikredilen ve "Yaratılışları" diye tercüme edilen "Esrehum" ifadesi, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Katade tarafından bu şekil­de izah edilmiştir.

İbn-i Zeyd ise, Ebu Hureyre'nin bu ifadeyi "Eklemler" diye izah ettiğini, kendisinin ise bunu "Kuvvet" anlamında yorumladığını söylemiştir.

Aillah teala bu âyet-i kerimede, emrine karşı gelenleri tehdit etmekte ve onları dilediği zaman imha edip yerlerine itaatkâr yaratıklar getireceğini beyan etmektedir.[30]

 

29- Bu bir öğüttür. Dileyen, rabbine giden yolu tutar.

Şüphesiz ki bu süre, düşünüp Öğüt almak isteyen kimse için bir hatırlatma ve öğüttür. Ey insanlar, kim dilerse, rabbinin emirlerini tutup yasaklarından ka­çınarak onun rızasına götüren yola girmiş olur ve bu Kur'andan öğüt alır.[31]

 

30- Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ey insanlar, şüphesiz ki rabbiniz, ona giden yolu tutmanızı dilemedikçe sizler o yolu tutmayı isteyemezsiniz. Zira karar vermek size değil ancak Allaha aittir. Şüphesiz ki Allah herşeyi bilendir. Kimlerin hidayete layık olup kimlerin olmadığını çok iyi bilir ve yaptıklarında hikmet sahibidir.[32]

 

31- O, dilediğini rahmetine koyar. Zalimlere de can yakıcı bir azap hazırlamıştır.

O, sizden dilediğini rahmetine koyar da Ölmeden tevbe eder. Allah da onun tevbesini kabul eder ve onu âhirette cennetine koyar. İnkarcıhklarıyla Öle­rek kendi kendilerine zulmedenlere ise can yakıcı bir azap hazırlamıştır.[33]

 



[1] Buhari, K.el-Cuma, bab: 10 / Müslim, K.el-Cuma, bab: 65, 66, Hadis no: 880

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/513.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/513-514.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/514.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/514-515.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/515.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/515.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/515-516.

[8] Buhari, K.el-Eyman, bab: 28

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/516.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/516-517.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/517.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/517-518.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/518.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/518.

[14] Buhari, K. Mevakıt es- Salah, bab:9

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/519.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/519.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/520.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/520.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/521.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/521.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/521-522.

[21] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.13

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/522.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/523.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/523-524.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/524.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/524.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/524-525.

[28] İsra Suresi. 17/79

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/525.

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/525.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/526.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/526.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/526.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/527.