İnsan Suresi, otuz bir
âyettir ve Medine'de nazil olmuştur.
Bu mübarek surenin fazileti hakkında Ebu Hureyre
(r.a.) tarafından şu hadis rivayet edilmektedir:
Ebu Hureyre (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)in, Cuma günü sabah akşam namazında secde suresini ve insan
(Dehr) suresini okuduğunu rivayet etmiştir.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla.
1- Gerçekten
insanın üzerinden üylc bir zaman geçti ki o vakit insan anılan bir şey değildi.
Âyet-i kerimede
zikredilen "İnsan" Katade'ye göre Hz. Âdem'dir. Kata-de bu hususta
diyor ki: "Allahın yarattığı en son varlık Hz. Adem'dir."
İnsanın üzerinden
geçtiği beyan edilen zamanın ne kadar bir süre olduğu hakkında iki görüş
zikredilmektedir. Bazılarına göre bu zaman kırk yıldır. Bunlara göre Hz. Âdem
çamurdan, insan şeklinde yaratıldıktan sonra kendisine ruh üfleninceye kadar
kırk yıl geçmiştir. Bu sebeple âyette insanın üzerinden belli bir varlık olmadığı
zikredilmiştir.
Diğer bir kısım
âlimlere göre ise insanın üzerinden geçtiği zikredilen bu zamanın sınırları
belli değildir. Bu itibarla insana ruh üflenmeden veya yaratılmadan önce
"Üzerinden su kadar zaman geçti" demek doğru değildir.[2]
2- Şüphesiz
ki biz insanı karışık bir damla sudan yarattık. Biz onu imtihan ederiz. Biz onu
işiten ve gören bir şekilde var ettik.
Âyet-i kerimede,
meninin karışık bir damla su olduğu ifade edilmektedir. Karışık olmaktan
maksat, İkrime, Abdullah b. Abbas, Rebi b. Enes, Hasan-i Basri ve Mücahid'e
göre, erkek ve kadının menilerinin birbirlerine karışmaları1 dır. Taberi de bu
görüşü tercih etmişiir.
Abdullah b. Abbas,
İkrime ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre "Karışık bir damla
su" ifadesinden maksat, insanın yaratılışındaki çeşitli aşamalardır.
İnsan, ana rahminde bir damla su iken pıhtılaşmış kan haline gelir. Sonra bir
çiğnem ete dönüşür, daha sonra kemikler oluşur. Sonra Allah o kemikleri ete
bürür. Daha sonra da bambaşka bir yaratık haline getirir.
Abdullah b. Abbas ve
Mücahid'den nakledilen başka bi görüşe göre "Kanşık bir damla su"dan
maksat, renkleri değişik olan menilerin birbirine karışmasıdır. Erkeğin menisi
beyaz ve kırmızımsı iken kadının menisi kırmızı ve yeşilimsidir.
Diğer bir görüşe göre
"Karışık bir damla su" ifadesinden maksat, insanın aslı olan meninin
çeşitli maddeleri ihtiva etmesidir.[3]
3- Doğrusu
biz ona hidayet yolunu gösterdik. Ya şükreder veya nankörlük eder.
Doğrusu biz, insana,
cennete giden yolu gösterdik ve tanıttık. O, ya şükredicidir yahut nankördür.
Mücahid bu âyeti şöyle
izah etmiştir: Biz, insana cennetlik ve cehennemlik olma yolunu
göstermişizdir. O, ya cennetlik olur veya cehennemlik."
Katade ise şöyle izah
etmiştir: Biz insana, gideceği yolu göstermişizdir. O, ya nimetlere karşı
şükreden veya nankörlük edendir.'[4]
4- Doğrusu
biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alev alev yanan bir cehennem
hazırladık.
Doğrusu biz,
nimetlerimize karşı nankörlük eden ve emirlerimize karşı gelenler için
cehennemde bağlanacakları zincirler, elleri boyunlarına raptedilecek halkalar
ve üzerleri ne-al ev alev yanacak olan ateşler hazırladık.[5]
5- Şüphesiz
iyilikte bulunanlar (cennette) kâfur katılmış bir kadehten içerler.
Şüphesiz ki rablerinin
emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak takvaya eren müminler
âhirette, içine kâfur kokusuna benzeyen maddeler katılmış bir kaseden su
içeceklerdir.
Bir kısım âlimler,
âyette zikredilen "Kâfûr'un, cennette bir pınar olduğunu söylemişlerdir.[6]
6- Bu,
Allanın kullarının içecekleri ve istedikleri yerden fışkırtacakları bir
pınardır.
Cennetliklerin
kaselerine konacak olan kâfur kokulu meşrubat, Allanın, cennete koyduğu
kullarının içecekleri bir pınardır. Onlar o pınarı diledikleri yerde ve
diledikleri şekilde artabileceklerdir.
Mücahid, âyette geçen
"İstedikleri yerden fışkırtacaklar" ifadesini, "Diledikleri
yöne çevirebilecekler, diledikleri yere götürecekler." şeklinde izah
etmiş, Süfyan es-Sevri ise "Onu diledikleri yerde
kullanabileceklerdir." şeklinde izah etmiştir.[7]
7- O takva
sahibi müminler, adaklarını yerine getirirler, şerri yaygın olan bir günden
korkarlar.
Takva sahibi müminler,
Allaha itaat hususunda yaptıkları, namaz kılma, zekat verme ve Hac yapma gibi
adaklarını yerine getirirler ve onlar, adaklannı yerine getirmemek hususunda,
şerri her tarafı kuşatan günde, Allahın kendilerine azap edeceğinden
korkarlar.
Kişi, sevap işleme
hususunda yapmış olduğu adağı yerine getirmekle yükümlü olduğu halde, günah
işleme hususunda yaptığı adağı yerine getirmemekle mükelleftir.
Bu hususta Resutullah
(s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim, Allaha
itaat edeceğine dair bir adak yapacak olursa Allaha itaat etsin. Kim de Allaha
isyan hususunda bir adak yapacak olursa Allaha isyan etmesin."[8]
8- Onlar,
yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde onu yoksula, yetime ve esire
yedirirler.
Takva sahibi o
müminler, yemek yemeye iştahları olduğu halde o yemeği kendileri yemeyip
ihtiyaç sahibi yoksullara, babası ölmüş yetimlere, esirlere ve mahkumlara
yedirirler.
Âyette zikredilen
"Esirler"den maksat, Katade, İkrime ve Hasan-i Bas-ri'ye göre müşrik
olan esirlerdir.Zira bu âyetin nazil olduğu sıradaki esirler, müşriklerden
alınan esirlerdi.
Mücahid ve Said b.
Cübeyr'e göre ise bu âyette zikredilen "Esirler"den maksat,
müminlerin mahkumlarıdır. Taberi, esir kelimesinin bu iki sınıfı da
kapsayacağını söylemenin daha doğru olacağını ifade etmiştir. Zira bu ifadeyi
be'fli bir sınıfa tahsis etmeyi gösteren bir delil yoktur.[9]
9- Ve şöyle
derler: "Biz sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bîr
karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.
Mücahid ve Said b.
Cübeyr diyorlar ki: "Takva sahipleri, kendilerine ikramda bulundukları
kişilere bu sözleri bizzat söylemezler. Fakat Allah teala onların kalblerinde.
olanı bildiği için onları bu gibi sözlerle över ki bu tür amellere devam
etsinler.[10]
10- Çünkü
biz, asık suratlı ve katı bir günde rabbimizin azabından korkarız.
O takva sahibi
müminler sözlerine şöyle devam ederler: "Biz, sizden bir karşılık beklemek
veya bir teşekkür ümid ederek yemek yedirmeyiz. Biz sizlere, dehşetinden dolayı
yüzlerin asık olacağı bir günde rabbimizin bizi güvene kavuşturmasını
dileyerek sizlere yemek yediriyoruz.
Âyet-i kerimede,
kıyamet gününün, asık suratlı ve dehşetli olduğu zikredilmiştir. Kıyamet
gününün bu sıfatlan çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Ali b. Ebi Talha'mn,
Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğine göre "Asık suratlı" diye tercüme
edilen "Abusen" kelimesinden maksat, "Sıkıntıh" demek ve
"Katı" diye tercüme edilen "Kamtariran" kelimesinden maksat
da "Uzun" demektir. Bu izaha göre kıyamet günü, sıkıntılı ve uzun bir
gün olarak sıfatlandınlmıştır.
İbn-i Zeyd'e göre ise
kelimesinden maksat, "Şerli", kelimesinden maksat ise "Şiddetli" demektir.
Buna göre kıyamet günü "Şerli ve şiddetli bir gün" olarak sıfatlandırılmıştır.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat, "Yüzünü
ekşiten", kelimesinden maksat ise "Kaşları çatan, alnı kırıştıran gün" demektir.
İkrime'ye ve onun
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre onlar bu âyeti şöyle
izah etmişlerdir: Kıyamet gününde kâfir suratını ekşitir. Öyle ki iki gözünün
arasından katran gibi bir ter akar. İşte bu terin adıdır. Bu izaha göre âyetin
manası şöyledir: "Takva sahibi müminler derler ki: "Şüphesiz ki
bizler, kâfirlerin yüzlerini ekşiterek, alınlarından katran gibi ter döktükleri
kıyamet gününde rabbimizin bizi cezalandırmasından korkarız."
Katade diyor ki:
"Kıyamet gününün dehşetinden dolayı o gün yüzler ekşitilecek ve kaşlar
çatılacaktır."[11]
11- Allah da onları o günün şiddetinden korur. Yüzlerine güzellik verir,
kalblerini sevinçle doldurur,
Allah da, dünyada
iken, onu razı edecek ameller yaptıklarından dolayı bu takva sahibi insanları o
şiddetli kıyamet gününün şerrinden korur. Yüzlerine parlaklık, kalblerine
sevinç verir."[12]
12- Onların
sabırlarının mükafaatı cennet ve ipekten elbiselerdir.
Takva sahibi
müminlerin, dünyada iken Allah itaatte sabretmelerinin ve onu razı edecek
amellere tahammül etmelerinin karşılığı olarak Allah onları cennete koymakla ve
onlara orada ipekten elbise giydirmekle mükafaatlandırmıştır.[13]
13- Onlar
cennette koltuklara yaslanırlar. Orada ne güneşin sıcaklığını ne de soğuğun
şiddetini görürler.
Takva sahibi müminler,
cennette koltuklara yaslanırlar. Onlar cennette ne kendilerine eziyet verecek
bir güneş sıcaklığı ne de kendilerini üşütecek bir soğukluk göreceklerdir.
Âyette geçen "Zemherir"
kelimesinden maksat,
"Şiddetli
soğuk" demektir. Allah teala, cennetlikleri hem güneşin sıcağından hem de
kışın soğuğundan koruyacak olan gerçek selamet yurdu olan cennette huzur içinde
yaşatacaktır.
Peygamber efendimiz
bir hadis-i şerifinde cehennemin soğuğunun "Zemherir" adını
taşıdığını beyan etmiş ve buyurmuştur ki:
"Cehennem ateşi
rabbine şikayetçi olarak "Ey rabbim, kendi kendimi yedim." demiştir.
Bunun üzerine Allah ona iki kere nefes alma izni vermiştir. Bir nefesi kışta
diğeri yazdadır. İşte bu sizlerin hissettiğiniz en şiddetli sıcak ve yine
sizlerin hissettiğiniz en şiddetli zemherir soğuğudur."[14]
14- Cennetin
ağaçlarının gölgesi onların üzerine düşmüş ve meyvelerinin koparılması
kolaylaştırılmıştır.
Mücahid diyor ki:
"Cennetlik olan kimse cennetteki ağaçtan meyveyi koparmak için ayağa
kalktığında ağaç onun ulaşacağı bir yere kadar yükselir. Yatacak olursa yine
onun ulaşacağı bir yere kadar eğilir. İşte meyvelerin toplanmasının
kolaylaştınlmasından maksat budur.
Katade ise diyor ki:
"Cennetliklerin, ağaçlara uzattıkları ellerine ne uzaklık ne de diken
engel olacaktır."[15]
15-
Çevrelerinde gümüşten billur kaplar ve kupalar dolaştırılır.
Cennetliklerin yemek
yedikleri ve su içtikleri kaplar billur gibi şeffaf gümüştendir. Bunların
dünyada benzeri yoktur. Çünkü bu dünyada gümüşten olan ve aynı zaman şeffaf
olan bir madde yoktur.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Cennette hiçbir şey yoktur ki onun benzeri size dünyada
verilmiş olmasın. Ancak gümüşten olan şeffaf kristaller müstesnadır."
Abdullah b. Abbas,
Mücahit! ve Hasan-ı Basri, bu âyet-i kerimeyi izah ederlerken âyetin,
cennetteki kap ve bardakların, gümüş gibi beyaz, cam gibi şeffaf olduklarını
beyan ettiğini söylemişlerdir.[16]
16- Onların
billurları gümüştendir. Takdim edenler, cennet halkına göre ayarlamışlardır.
O bardak ve kapların,
billur gibi şeffaf olan maddeleri gümüştendir. Onların içinde yiyecek ve
içecek getirenler, onlan yiyecek ve içecek olan kişilerin ihtiyacı kadar
ayarlarlar. Getirdikleri ne fazla olur ne de eksik.
Hasan-ı Basri, Said b.
Ctibeyr, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd, âyette zikredilen "Takdim edenler,
cennet halkına göre ayarlamışlardır." cümlesini, "Takdim edenler,
cennetliklerin içecekleri kadar-meşrubat ayarlarlar. Getirdikleri meşrubat ne
artar ne de eksik olur." şeklinde izah etmişlerdir.
Abdullah b. Abbas ise
bu ifadeyi: "Kupalar, hizmetçilerin ve hizmet edilenlerin ellerinin
büyüklüğüne göre ayarlanmıştır." şeklinde izah etmiştir.[17]
17- Cennette
müminlcrc,zenccfil katılmış kadehler sunulur.
Katade ve Mücahid,
cennetliklerin içecekleri meşrubata zencefil karıştırılarak içirileceğini
söylemişler diğer bir kısım âlimler ise âyette zikredilen zencefilin cennette
özel bir ırmağın adı olduğunu, o ırmağın suyunun meşrubatlara katılacağını
söylemişlerdir. Bu görüş de Katade'den nakledilmiştir.[18]
18- O,
cennette, "Selsebil" denilen bir kaynaktır.
Takva sahibi
müminlerin içtikleri, içine zencefil katılmış olan meşrubat, cennette, selsebil
diye adlandırılan bir pınardan çıkar.
Katade,
"Sels'ebil" kelimesinin, "Akıcı" anlamına gelen
"Selaset" kötünden türediğini ve pınarın bir sıfatı olduğunu ve
bundan maksadın da, suyu kolayca akan ve boğazdan kolayca geçen ve
cennetliklerin diledikleri yere akan bir pınar olduğunu söylemişlerdir.
Mücahid ise, pınarın
hızlı akışından dolayı ona "SeJsebil" adının verildiğini
söylemiştir.
İkrime ise
"Selsebil" kelimesinin, cennette bulunan bir ırmağın adı olduğunu
söylemiştir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi, suyun tatlılığı ve insanın
boğazından kolayca geçmesidir.
Taberi diyor ki:
"Doğru olan görüş, selsebil kelimesinin, pınarın sıfatı olduğunu söyleyen
görüştür. Pınarın selsebil diye vasıflandınlmasının sebebi ise insanın
boğazından kolayca geçmesi, akarken de kolayca akması ve cennet ehlinin
emirine âmâde olmasıdır.[19]
19- O
müminlerin çevrelerinde, cennette ebedi kalacak gençler dolaşır. Onları
görsen, saçılmış birer inci sanırsın.
Ayette geçen ve
"Ebedi kalmak" diye tercüme edilen "Muhalledûn" kelimesi
Katade tarafından "Ölmeyecekler" şeklinde izah edilmiş, diğer bazı
âlimler tarafından ise "Gençlikleri değişmeyecek" şeklinde izah
edilmiştir. Diğer bir kısım âlimler de bu ifadeden maksadın "Kollan
bilezikli" demek olduğunu başka bir kısım âlimler ise "Kulakları
küpeli" demek olduğunu söylemişlerdir.
Cennetliklere hizmet
eden bu gençler tenlerinin beyazlığı ve sayılarının çokluğu yönünden çevreye
saçılan incilere benzetilmişlerdir.
Abdullah b. Amr diyor
ki: "Cennetliklerden hiçbir kimse yoktur ki onun için bin
"öilman" hizmet görmüş olmasın. Bunlardanher biri diğerinden ayrı bir
vazife yapacaktır."[20]
20- Cennetin
neresine bakarsan bak, bol nimet ve büyük bir mülk görürsün.
Ey Muhammed, sen o
cennetin neresine bakacak olursan orada cennetliklere verilmiş bol nimetler ve
büyük bir mülk görürsün.
*Peygamber efendimiz
bir hadis-i şerifinde, cennetliklere verilen yerin genişliğini belirterek şöyle
buyurmuştur:
"Cennetliklerin
en aşağı mertebede olanı, mülküne iki bin yıllık bir mesafeden bakar. Onun en
uzak yerini, en yakın yerini gördüğü gibi görür."[21]
Mücahid ve Süfyan
es-Sevri, bu âyette zikredilen "Büyük mülk"ten maksadın, meleklerin,
cennetliklerin selamlamaları ve onlardan izin istemeleri olduğunu
söylemişlerdir.[22]
21- Cennet
halkının üzerinde ince yeşil ipekten ve kalın atlastan elbiseler vardır. Gümüş
bileziklerle süslenmişlerdir. Rablcri onlara tertemiz içecekler ikram
eder. ^
Takva sahibi
müminlerin üzerinde iç elbiseleri olarak ince yeşil ipek, dış elbiseleri olarak
da parlak kalın atlas vardır. Onlar, gümüşten bileziklerle süslenecekler,
rableri onlara tertemiz meşrubatlar bahşedecektir. Öyle ki, onların içtikleri
bu meşrubatlar, idrara ve necasete dönüşmeyecek, vücutlarından misk gibi kokan
ter olarak atılacaktır.
Ebu Kılabe diyor ki:
"Cennetlikler, diledikleri kadar yeyip içtikten sonra tertemiz meşrubatlar
isteyecek ve onu içeceklerdir. Bununla karınları temizlenecektir. Öyle ki
onların yedikleri ve içtikleri, tere ve misk gibi kokan havaya dönüşecektir.
Bu nedenle karınları devamlı çekik olacaktır."
Mücahid, burada
zikredilen temiz meşrubattan maksadın, Allah tealanın, cennetliklere
lütfedeceğini beyan ettiği meşrubatlar olduğunu söylemiştir.
Âyette geçen ve
"Tertemiz içecekler" diye tercüme edilen "Şeraben Tahuran"
kelimesinden maksadın, suyu cennette akan bir nehir olduğu, günah işleyenlerin
o nehirde yıkanarak benek benek hale gelen tenlerinin onunla temizleneceği
rivayet edilmiştir.[23]
22- Şüphesiz
bütün bu nimetler, dünyadaki çalışmalarınızın mükafa* atıdır. Çalışmalarınız
makbul sayılmıştır" denir.
Takva sahibi müminlere
âhirette şöyle denecektir. "Size verilen bu ikramlar, dünyada iken işlediğiniz
salih amellerin karşılığıdır. Zira sizin dünyadaki gayretleriniz rabbiniz
tarafından makbul görülmüş ve bu yüzden mükafaat-landınîmıştır.
Katade diyor ki:
"Allah onların günahlannı affetti ve yaptıkları iyiliklere karşı da
teşekkürde bulundu."[24]
23- Ey
Muhammcd, şüphesiz ki Kur'anı sana biz İndirdik biz.[25]
24- Rabbinin
hükmüne sabret. İnsanların günahkarlarına veya nankör olanlarına uyma.
Ey Muhammed, seni
imtihan etmek için sana Kur'anı biz indirdik biz. O halde sen, rabbinin
farzlarını yerine getinnek ve peygamberliğini tebliğ etmek hususundaki
imtihanına karşı sabret. Kavminin müşriklerinden günah işleyene veya rabbinin
nimetlerine karşı nankörlük edene itaat etme.
Katade diyor ki:
"Ebu Cehil "Vallahi şayet Muhammed'in namaz kıldığını görecek olursam
ayağımı boynuna basacağım." dedi. Bunun üzerine Allah teala:
"İnsanların günahkarlarına veya nankör olanlarına uyma" âyetini
indirdi.[26]
25- Sabah
akşam rabbinin adını an.
Ey Muhammed, sabah
namazında, öğle ve ikindi namazında rabbinin ismini an.
İbn-i Zeyd, sabah
kelimesinden maksadın, "Sabah namazı", "Akşam"
diye tercüme edilen kelimesinden maksadın
da öğle namazı olduğunu
söylemiştir.[27]
26- Gecenin
bor bölümünde ona secde et ve gece uzun zaman onu teşbih et.
İbn-i Zeyd diyor ki:
"Geceleyin namaz kılmak ve Allahı uzun uzun teşbih etmek, önceleri
Resulullaha farz kılınmıştı. Müzzemmil suresinde de Resu-lullahın, gecenin
yarısında veya yansından biraz azında yahut daha fazlasında namaz kılması farz
kılınmıştı. Daha sonra Allah teala, Müzzemmil suresinin son âyetiyle bu farzı
Resulullahtan ve diğer insanlardan kaldırdı ve bu namazları nafile ibadet kıldı
ve şöyle buyurdu: "Ey Muhammed, gecenin bir bölümünde, sadece sana mahsus
nafile namazı kıl."[28]
27- Doğrusu
şu kâfirler, çabuk elde edileni (dünya varlığım) severler. Ve şiddeti ağır olan
günü arkalarına atarlar.
Doğrusu, Allaha ortak
koşan bu müşrikler, dünyayı severler. Onda ebedi kalmayı isterler ve onun
zinetlerine hayran olurlar. Allahm azabının gerçekleşeceği zor bir gün olan
kıyameti arkalarına atarlar. Onun için herhangi bir amel işlemezler.[29]
28- Onları
yaratıp, yaratılışlarını sağlam yapan biziz. Dilersek onları helak eder,
yerlerine başkalarını getiririz.
Âyette zikredilen ve
"Yaratılışları" diye tercüme edilen "Esrehum" ifadesi,
Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Katade tarafından bu şekilde izah edilmiştir.
İbn-i Zeyd ise, Ebu
Hureyre'nin bu ifadeyi "Eklemler" diye izah ettiğini, kendisinin ise
bunu "Kuvvet" anlamında yorumladığını söylemiştir.
Aillah teala bu âyet-i
kerimede, emrine karşı gelenleri tehdit etmekte ve onları dilediği zaman imha
edip yerlerine itaatkâr yaratıklar getireceğini beyan etmektedir.[30]
29- Bu bir
öğüttür. Dileyen, rabbine giden yolu tutar.
Şüphesiz ki bu süre,
düşünüp Öğüt almak isteyen kimse için bir hatırlatma ve öğüttür. Ey insanlar,
kim dilerse, rabbinin emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak onun rızasına
götüren yola girmiş olur ve bu Kur'andan öğüt alır.[31]
30- Allah
dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
Ey insanlar, şüphesiz
ki rabbiniz, ona giden yolu tutmanızı dilemedikçe sizler o yolu tutmayı
isteyemezsiniz. Zira karar vermek size değil ancak Allaha aittir. Şüphesiz ki
Allah herşeyi bilendir. Kimlerin hidayete layık olup kimlerin olmadığını çok iyi
bilir ve yaptıklarında hikmet sahibidir.[32]
31- O,
dilediğini rahmetine koyar. Zalimlere de can yakıcı bir azap hazırlamıştır.
O, sizden dilediğini
rahmetine koyar da Ölmeden tevbe eder. Allah da onun tevbesini kabul eder ve
onu âhirette cennetine koyar. İnkarcıhklarıyla Ölerek kendi kendilerine
zulmedenlere ise can yakıcı bir azap hazırlamıştır.[33]
[1] Buhari, K.el-Cuma, bab: 10 / Müslim, K.el-Cuma, bab:
65, 66, Hadis no: 880
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/513.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/513-514.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/514.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/514-515.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/515.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/515.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/515-516.
[8] Buhari, K.el-Eyman, bab: 28
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/516.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/516-517.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/517.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/517-518.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/518.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/518.
[14] Buhari, K. Mevakıt es- Salah, bab:9
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/519.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/519.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/520.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/520.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/521.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/521.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/521-522.
[21] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.13
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/522.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/523.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/523-524.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/524.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/524.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/524-525.
[28] İsra Suresi. 17/79
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/525.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/525.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/526.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/526.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/526.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/527.