MÜRSELÂT SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Meal 4

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 4


MÜRSELÂT SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Hayr için gönderilenlere,

2- Hemen (itaat etmekte rüzgâr gibi) savurdukça savu­ranlara,

3- (Hakikat tohumlarını) yaydıkça yayanlara,

4- (Hakkı, bâtıldan) ayırdıkça ayıranlara,

5/6- (Hakkı kabul etmeyenleri) temizlemek (ve yürekleri hakka açılanlara) ihtarlarda bulunmak üzere telkin edenlere and-olsun ki,              

7- Va'dolunduğunuz şeyler mutlaka olacaktır.

8- Yıldızlar (m ışığı) söndüğü,

9- Gökyüzü varıldığı,

10- Dağlar ufalanıp savrulduğu,

11- Peygamberler dahi belli bir vakitte getirildikleri zaman,

12- Hangi güne bırakılmıştı bu işler?

13- Fasıl (ayırma-hüküm) gününe,

14- (Ey Rasûlüm!) Fasıl Günü'nü sana ne bildirdi?

15- (Bunları)  yalanlayanların o gün vay haline!

16- Biz öncekileri helak etmedik mi?

17- o gün, yalanlayanların vay haline!

18- İşte biz suçlulara böyle yaparız.

19- O gün, yalanlayanların vay haline! [1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-19)   «Hayr için gönderilenlere..,» Bu Ayetlerin Tefsiri

Meleke Dönemi'nde nazil olmuştur. 50 ayettir. Buhari, Müslim, Neseî ve îbn Merduveyh îbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyorlar: «Rasûlullah ile beraber Mina Mağara'sında bulunuyorduk. O za­man Hz. Peygamber'e Murselat Suresi indi. Peygamber bu sureyi okuyor, ben de onu Peygamber'in ağzından ezberliyordum. Hz. Peygamber daha yeni okumuştu ki bu esnada bizim yanımıza bir yılan geldi. Râsûl-ü Ekrem «onu öldürün» dedi. Onu Öldürmek için harekete geçtikse de o bizi geçerek deliğine girdi. RasûUü Ek­rem: «Siz onun şerrinden emin olduğunuz gibi o da sizin şerriniz­den emin oldu» buyurdu».

îbn Abbas, Katade ve Mukatil'e göre bu surede 48. ayet Mede-nî'dir. Fakat îbn Mesüd'un rivayet ettiği hadisin zahirinden anla­şıldığına göre bütün sure istisnasız Mekkî'dir. Hakim ve îbn Mer-duveyh'in îbn Abas'tan naklettikleri rivayet de, bu surenin tama­mının Mekki olduğu hususunda açık bir delildir.

Surenin ayetleri 50'dir ve bunda ihtilaf yoktur. Kelimeleri 180, harfleri 816'dır.

Cumhur'a göre «eLMürselat» rüzgârlar demektir. Mesruk'a gö­re emri bilmarufu, nehyi anil münkeri, haberi ve vahyi getiren me­lekler demektir. Bazı müfessirlere göre ise «Lailaheillallah» ile be­raber gönderilen peygamberler demektir. (İbn Abbas)

îbn Abbas ve İbn Mesud «Rüzgârlardır» demiştir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Biz rüzgârları gönderdik» buyuru­yor. Yine başka bir ayette «Allah o zatı kibriyadır ki rüzgârı gön­derdi» buyurmuştur.

«Urfen» kelimesinin mânası peşpeşe gelir, yani birbirine ekli olarak gelirler, demektir. Tıpkı atın yelesi gibi. Yani peşpeşe gön­derilen, esen rüzgârlara yemin ederim! Bazılarına göre Mürselat' tan maksat melekler veya melekler ile peygamberlerdir. Bazıları­na göre ise bulutlardır. Çünkü bulutlarda hem nimet hem de azap vardır. Ne ile ve kime gönderilmişlerse onları kapsarlar. Bazıları «Vaz u nasîhatlar demektir» derken, bazıları da «Kalplerde cari olup gidenler» mânâsını vermişlerdir. Diğerleri ise «Akılla bilinen' lerdir» der.

«Asifetaten maksat rüzgârlardır. (Mehdevi). îbn Mesud, «Şid­detli esen ve tahribat yapan rüzgârlardır» diyor. Zira «Avasıf» ke­limesi «asf» kökünden alınmadır. Bu da ziraatın yapraklan, dökün­tüleri demektir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Sizin üze­rinize bir kaşif gönderir» buyuruyor. Bazılarına göre «Astfatntan maksat rüzgârları sevku idare eden meleklerdir. Bazıları «Kâfir. lerin ruhunu sıkıp götüren melektir» demiştir.

«Naşirat»tan maksat, bulutlan sevkedip idare eden melekler­dir. Onlar bulutlan yayarlar. îbn Mesud ve Mücahid'e göre, «No-şiraUtan maksat, rüzgârlardır. Allah onları rahmetinin öncüsü olarak gönderir. Yani yağmura öncülük ederler veya onlan yağmuru dağıtmak göreviyle gönderir. (Ebu Salih).

Bazıları «Burada yağmurlar kastedilmiştir. Çünkü yağmur­lar bitkileri yayarlar, bitirirler» demiştir. Süddi'den gelen bir riva­yete göre Naşirat'tan maksat meleklerdir. Allah'ın kitaplarını ya­yarlar. Yani insanlann amel defterlerini yayarlar. Dahhak, İbn Ab-bas'tan şunu rivayet ediyor: «Neşredilen amel defterleriyle adem-oğullarının amelleri kastedilmiştir.»

«Farikat»ta,n maksat meleklerdir. Hak ile bâtılı ayırdetmek-le gelirler. (îbn Abbas, Mücahid, Dahhak, Ebu Salih)

Dahhak, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Meleklerin ru ztklardan, ecellerden yaydıkları kastedilmektedir».

îbn Ebi Nuceym, Mücahid'den «Farikat'tan maksat rüzgârlar' dır. Çünkü onlar bulutlan ayırır ve yokederler» şeklinde rivayet etmiştir.

Said, Katade'den şöyle rivayet ediyor: «Farikat'tan maksat Furkan; yani Kur'an'dır. Allah orada hak ile bâtılı, helâl ile hara­mı ayırd etmiştir». (Hasan ibn Keysan).

Bazılan «Farikat'tan maksat peygamberlerdir. Allah'ın emret-tikleriyle yasakladığını ayırırlar» demiştir. Bazılan «Yağmur yağ­dıran bulutlardır» demişlerdir.

«Zikri üka edenler»den icmaen melekler kastedilmektedir. Ya­ni Allah'ın kitaplannı peygambere götürürler. (Mehdevi)

Bazılan «Zikri ilka edenler»den maksat Cebrail'dir, demişler­dir.

Hazin, hülasa olarak şunları söylüyor:

1- Bu kelimelerin hepsinden maksat rüzgârlardır.

2- Kelimelerin hepsinden maksat Allah'ın gönderdiği me­leklerdir.

3- Bu kelimelerin hepsinden maksat  Kur'an'm ayetleridir. Bu takdirde «Ve'l-Mürselatı Urfen» ifadesinin mânâsı «İniş bakı* mmdan birbirini takip eden ve Muhammed'e inen Kur'an ayetleri. ne andolsun ki,» şeklinde olur.

4- Bu beş kelimeden maksat aynı şey değildir. 1,2,3. ayetler­den maksat rüzgârlardır. 4 ve 5. ayetlerden maksat da meleklerdir. Melekler ile rüzgârlar arasındaki münasebet şudur: Melekler ru­hani varlıklardır. Lâtif oldukları için hareketleri süratli olduğun­dan rüzgârlara benzetilmişlerdir. Böylece ikisinin arasında uyum sağlanmıştır.

Beyzavi «Allah meleklerden bir grup ile yemin etti» veya «Kur'an ayetlerimle yemin etti» veya «Bedenlere gönderilen kâmil nefislerle yemin eki» veya «Azapla veya rahmette gönderilen rüz­gârlarla yemin etti» demek suretiyle bu beş kelimenin bütün bu mânâlara gelebileceği ihtimalini ortaya koymaktadır.

«Üsren ev nuzren» kelimeleri mastardır. Ve terkibte hal dü­şerler. «Uzren» kelimesi sildi, mahvetti mânâsına gelen «azere» kelimesinin mastarıdır «Nuzren» kelimesi de korkutan mânâsına gelen «enzere» kelimesinin maştandır. Veya uzren kelimesi maze­ret mânâsına gelen «azinrin çoğuludur. «Nuzren» kelimesi de kor-kutmak mânâsına gelen «nezır»in çoğuludur. Özür dilemek, mazurTefsirciler bu beş kelime hakkında birkaç vecih zikretmişler­dir:

kılmak ve kabahatini silmek demektir. Nuzur ise korkutmak ve sakındırmak demektir. «Zikren» kelimesinin bedelidirler veya me. fuldurlar. Yani bu zikir, tevbe etmek suretiyle Allah'tan özür talep eden, Allah'ın rahmet eserlerini yağmurda gördüklerinde af tale­binde bulunan kimseler için bir mazerettir veya Allah'ı inkâr eden ve görülen hadisatı yıldızlara atfeden kimseler için bir uyarmadır.

'':- «Size va'dedilen mutlaka olacaktır» cümlesi kasemin cevabı­dır. Yani Kıyamet meselesi kesinlikle olacaktır ve sizin başınızda kopacaktır.

«Tumiset» fiili sönmüş, ışığı gitmiş demektir. «Furicet» fiili açılmış, parçalanmış demektir. Dahhak, İbn Abbas'tan «Durulmak için açılmış demektir» yorumunu nakletnıiştir.

«Nusifet» fiili süratle yerinden koparılmış, tamamen berhava olmuş demektir. İbn Abbas ve Kelbi «Dağların nesj olunması, yerle bir olması hak ile yeksan olması demektir» demişlerdir. Mü-berred «Nusifet'in mânâsı yerinden koparıldı, kaldırıldı» demektir, der.

«Ukkıtet» fiili belli vakitte toplandı, bir araya getirildi demek­tir. Yani onlara belli bir vakit tayin edildi, aralarında ve ümmet­lerin arasındaki davayı hallu fasl etmek için bir zaman belirtildi. Nitekim Cenab-i Hak başka bir ayette «Hatırlat o günü ki Cenab-ı Hak peygamberleri bir araya getirdi» denilmektedir.

Bazıları «Bu Ur araya getirilmek Kıyamet Günü'nde değil dün­yada olacaktır» demişlerse de birinci yorum daha güzeldir. Çünkü şüpheler ancak Kıyamet Günü'nde zail olurlar. Ayetin mânâsı, Kıyamet Günü onlara vakit kılındı demektir! Bazı müfessirlere gÖ-re «Ukkitet» fiili va'dedüdiler, tecil edildiler demektir!

«Ücdlet» fiili tehir edildi demektir. Bu ayet o günün tazimidir. Yani buradaki istifham tazim içindir. Pasl günü için tehir edildi demektir. Said, Katade'den şöyle rivayet eder: İnsanlar ara­sında amellerinden ötürü fasl yapılır, kimi cennete kimi cehenne­me gönderilir! Bir Hadisi Şerifte «İnsanlar Kıyamet Günü'nde fıaşredildikleri zaman başlarının üzerinde güneş olduğu halde, gözleri donakalmış göklere bakarlar ve aralarındaki hükmü bek. lerler» denilmektedir.

«Veyl» kelimesi azap ve Allah ile Rasûlü'nü, kitaplarını, haşr gününü yalanlayanlar için rezalet demektir. Esas mânâsı helak demektir. Mastardır. Üstün okunup mukadder bir fiilin mefulu ol­ması gerekirdi. Fakat mübteda kılınmış; yani fiil cümlesi yerine, isim cümlesi getirilmiştir. Bu helakin sabit ve daimi olduğunu ifade etmek içindir.

«Yevmeizin» kelimesi «veyl»in zarfıdır. Yani helak o gün de­vamlı onlar için vaki olur. Bu cümle bu surede yalanlayanlar için her ayetin sonunda tekrar edilmiştir. Çünkü azap yalanlayanlar arasında, yalanlamaları nisbetinde taksim edilir. Bir şeyi yalan­layan her kişi için bir azap vardır. Bu azap başka bir şeyi yalan­lamasından meydana gelen azabın gayrisidir.

Numan bin Beşir «Veyl kelimesi cehennemde bir vadinin odu dır. Orada azabın çeşitleri vardır» demiştir.

îbn Abbas şöyle diyor: «Cehennem söndüğü zaman onun ateş­lerinden alınır, tekrar ateşlerin üzerine atılır. Böylece cehennemin bir kısmı diğerini yakar, birbirlerini yerler».

Yine Rasûlullah'tî*ı gelen bir hadiste: «Cehennem bana göste­rildi. Orada veyl'den daha büyük bir vadi bulamadım» buyurul-muştur.

Rivayetlere göre «veyl», cehennemliklerin yaralarından, yanıklarıhdan akan irin, su ve pisliklerin toplandığı bir merkezdir. Ya­ni küfür, şirk ehlinin yaralarından akan irinler orada bir araya gelir. İşte Allah'ın ayetlerini yalanlayan bu kimseler orada azap görürler;. Oradan daha kirli, daha pis kokulu, daha acıverici, daha karanlık -hiçbir nokta yoktur cehennemde.

«Evvelin», Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar gelip geçen ümmetlerdir. Yani bu ümmetlerin kâfirlerini helak etmedik mi? Ahirin sonradan gelenlerdir. Yani daha öncekileri helak ettiğimiz gibi, onları da helak edeceğiz demektir.

«Mücrimler» ile maksat Kureyş müşrikleri olabileceği gibi yeryüzündeki bütün müşrik ve kâfirler de olabilir. Allah'ın müşrik- leri helak etmesi ya kılıçla veya semavi bir felaketle olur. [2]

 

Meal

 

20- Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?

21/22 — Sonra onu belli bir süreye kadar (savunması) sağ­lam bir karargâha yerleştirdik.

23- İşte biz buna güç yetirmişizdir. Biz ne mükemmel güç yetirenleriz!

24- O gün, yalanlayanların vay haline!

25/26- Yeryüzünü, dirileri de ölüleri de kendine çekip top­layacak yerler yapmadık mı?

27- Orada kocaman dağlar vücuda getirmedik mi? Size tat­lı sular içirmedik mi?

28- O gün, yalanlayanların vay haline!

29- Haydi, yalan saydığınıza (azaba) doğru yürüyün!

30- Üç kola ayrılmış gölgeye gidin,

31- Onda gölgelik olmaz, sizi alevlerden de korumaz.

32- O bir (kızıl) saray gibi kıvılcımlar saçar.

33- Her kıvılcımı sanki sapsarı bir deve gibidir.

34- O gün, yalanlayanların vay haline!

35- Bu, o gündür ki onlar söz söyleyemezler.

36- Onlara izin verilmez ki özür dilesinler.

37- O gün, yalanlayanların vay haline!

38- O gün, ayrılma ve karar verme günüdür. Sizi de önce gelenleri de topladık.

39- Bana karşı bir hileniz varsa hemen yapın.

40- O gün, yalanlayanların vay haline!

41- Kuşkusuz ki  muttaki ler   (takva sahipleri)   gölgelikler­de ve pınar başlarında bulunurlar.

42- Diledikleri meyveleri bulurlar.

43- (Kendilerine) «Dünyada yapmış olduğunuz iyilikler sa­yesinde şimdi afiyetle yeyin, için»  (denir).

44- İyilik edenleri biz böylece mükâfatlandırırız.

45- O gün, yalanlayanların vay haline!

46- (Ey yalanlayanlar) yeyin! Azıcık safa sürün. Siz suçlu­larsınız.

47- O gün, yalanlayanların vay haline!

48- Onlara «rükû edin» denildiği zaman rükû etmezlerdi.

49- O gün, yal ani ayan 1 an n vay haline!

50- Acaba ondan (Kur'an'dan) sonra artık onlar hangi söze inanacaklar? [3]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(20-50)   «Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?..» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Adi su»âan maksat menidir. Bunun tafsilatı daha önce geç­mişti. Bu ayeti celile ceninin sadece erkek suyundan olduğunu iddia eden kimseler için bir temel teşkil etmektedir.

«Koruyucu merkez»den maksat, ana rahmidir. «Belli miktara kadar» cümlesi üzerinde Mücahid «Ona suret verilinceye kadar de­mektir!» diyor. Bazılarına göre «Doğum anına kadar» demektir.

22. ayetteki «Kaderna» fiili hem tahfif hem de şedde ile okun-muştur. Yani bazı kıraatlarda «Kadderna» şeklinde okunmuştur. Mânâsı biz insanların şaki ve said olanlarını takdir ettik. Takdir edenlerin en güzeliyiz. (Bunu İbn Mesud, Rasûl-ü Ekrem'den riva­yet etmiştir).

Bazılarına gö ^e ayetin mânası, onları kısa ve uzun boylu şe­killerde takdir ettik demektir. îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre «kaderna»   burada mülk edindik demektir. (Mehdevi).  «Su tefsir tahfif kıraatına daha fazla benzer bir   tefsirdir»   dedikten sonra Kurtubi, bu tefsirin sıhhatli oluşuna neden olarak da şunu • gösteriyor:

îkrime muhaffef okuyan zattır ve şöyle der: «Bu ayetin mânâ­sı, biz onu mülk edindik ve mülk edinenlerin en güzeliyiz, demek­tir.» Böylece «Kadderna» ve «Kaderna» arasında mugayeret hasıl olmuş olur. Yani biz onun doğum zamanını, meninin ana rahmin­deki durumlarını takdir buyurduk.

«Kifaten» kelimesi bir araya getirici, toplayıcı demektir. Yer­yüzü üstünde dirileri toplar, içerisine almak suretiyle de Ölüleri kapsar. Bu ayet ölü bir insanın defnedilmesinin ve üstünün top­rakla örtülmesinin vacib olduğunu ifade etmektedir. İnsanların ti-raş suretiyle düşen kıllarını, kesilen tırnaklarını ve bedeninden sı­yırmak suretiyle alman her nesnesinin defnedilmesini de ifade edi­yor bu ayet. Rasûl-ü Ekrem'in «Tırnaklarınızı kısaltın. Tırnakları­nızı da yere gömün» hadisi buna delâlet etmektedir.

Sabi bir cenazeye katıldı. Kabristana baktığında «İşte bunlar ölülerin kifatlarıdır» dedi, sonra evlere baktı «Bunlar da dirilerin kifatlandır» dedi, Bu sözleriyle kifat'ın mezar veya ev gibi insan­ları barındıran, kapsayan nesne olduğunu ifade etmiştir.

Halil, «Tekfit» bir şeyin sırtını yere, karnını yukarıya yahut karnını yere sırtını yukarıya çevirmek demeTctir» demiştir. Yani onlar yeryüzünün üzerinde tasarruf ederler ve sonra Ölmek sure­tiyle orada gömülürler!

«Revasi» kelimesinden maksat dağlardır. Esasında bu kelime sabit olan nesneler için kullanılır. «Şamihat» kelimesinden maksat ta yüksek dağlardır. Yani biz yeryüzünde sabit, sarsılmaz, yüksek dağlar kıldık.

«Fırat» tatlı su demektir. O hem içilir hem de onunla ekinler sulanır. Yani biz sizin için dağlan yarattık. Tatlı suyu indirdik.

29. ayetin başında emir kâfirleredir. Yani ey kafirler! Yalan­ladığınız ateş azabına girin. İşte gözünüzle gördünüz, o vardır!

«Zili» kelimesi duman demektir. Üç şubeli olması ise yüksel­dikten sonra üçe ayrılmış olmasındandır. Yüksek duman daimi bir şekilde böyledir. Yükselir, sonra üçe ayrılır ve dağılır. O göl­gelik de insanı güneşin hararetinden koruyan gölge gibi değildic ve cehennemden gelen alevleri defetmez.

«Leheb» kelimesi ateşin kırmızı, san, yeşil şeklinde yükselen alevleri demektir. Bazıîanna göre «Üç şubenden maksat «Deri» «Zuhum» ve «Rustin» denilen cehennem içkileridir. (Dahhak)

Bazılan «Ateşte evvela leheb denilen, durum varolur. Sonra sıçrayan kıvılcımlar, sonra da duman oluşur. Bunlar üç haldirler. Ateş yandığı ve şiddetlendiği zaman bunlar meydana gelir» demiş­lerdir.

«Seremden maksat ateşten uçan kıvılcımlardır. «Kasr» ise bil­diğimiz gibi yüksek bir binadır. Ammenin okuyuşunda «kasr» şek­linde okunmuştur. Yani büyüklük bakımından o kıvılcımlar kale­ler ve şehirler kadardır. (îbn Abbas, İbn Mesud). Bu kelime aslın­da tekildir ve çokluk manasınadır. Çünkü kendisinden cins kaste­dilmektedir. Buharı, İbn Abbas'tan Şöyle rivayet ediyor: «Biz kı­şın yakmak üzere odunları üç veya daha az zira' boyunda toplar ve buna kasr derdik».

Said bin Cübeyr ve Dahhak «Kasr, ağaçların kütükleridir» de­mişlerdir. Büyük hurma ağaçlan, kesildikleri zaman bunlara kasr denilir. Bazıları «Boynudur» demişlerdir. îbn Abbas, Mücahid, Hu-meyd ve Sülemi ayeti «Ke'LKaseri» şeklinde okumuşlardır. Yani o hurma ağaçlannin boyunları. Çünkü kasere boyun demektir. Cemi kaser gelir. Katade «Develerin boyunları demektir» diyor. Bazıla­rına göre «Kasr» dağ demektir! Ateşin sağa sola sıçrayan kıvılcım-lan, miktarları bakımından kasra benzetilmiştir. Sonra rengi sa­rımtırak develere benzetilmiştir. Sarımtırak develerden maksat siyah develerdir. Araplar siyah develere sufur derler. Yani onlann siyahlığına, sanmtrak bir şey katıldığı için böyle deniliyor. Fakat Tirmizi «Bu zayıftır» der. Bu söz lugatta muhaldir. Çünkü bir maddeye az bir şey katılıp o şeyin tamamı, katkıda bulunan az maddeye nisbet edilmez. Lugatta böyle bir şey bahise konusu de­ğildir.

îbn Abbas «Cimaletun Sûfr'den maksat gemilerin halatları­dır» diyor.

Buhari ibareyi «Cumalat» şeklinde okuyordu. Mücahid ve Hu-meyd de aynı şekilde okumuştur. «Cumalat» iri yan gemi halat-lan demektir. Bazılan «Sıçrayan kıvılcımlar develere benzetilmiş­tir. Çünkü develer süratle yürürler» demişlerdir. Veya develerin peşpese gitikleri gibi bu kıvılcımlar da peşpeşe çıkarlar. Bu ayet, kışın yakmak Üzere odun ve kömürün kıştan önce tedarik edinil­mesinin caiz olduğunu belirtir. Çünkü onlar her ne kadar yiyecek maddesi değilse de insanların maslahatlarından sayılırlar. İnsan­ların yoksul taraflarını zengin eden noktalardır. Bu da ihtiyaçtan önceki zamanda ona bakmayı gerektirir. Böylece en ucuz ve bol zamanda alınmış olur.

Onlara: «Bugün mahlûklar arasında hükmedilen bir gündür» denilir. Böylece hak bâtıldan ayırdedilmiş olur. «Sizi ve öncekileri biraraya getireceğiz» ifadesi hakkında İbn Abbas, «Hz. Muham-med'i yalanlayanlarla ondan önceki peygamberleri yalanlayanları Cenab-ı Hak bir araya getirecektir» demiştir. (Bunu ibn Abbas'tan Dahhak rivayet etmiştir).

«Keydsden maksat helâktan kurtuluş yolu, hilesi demektir. Yani sizin eğer bir kurtuluş çareniz varsa beni durdurmak husu­sunda bunu yapın. Fakat bunu bulamazsınız. Veya eğer savaşa ik­tidarınız, kudretiniz varsa benimle savasın. (Dahhak, îbn Abbas)

Yani Cenab-i Hak şunu söylüyor: Siz dünyada Hz. Muhammed ile harbediyordunuz. Dolayısıyla bana da harp açmış oluyordu­nuz. İşte bugün benimle harbedin bakalım, hodri meydan! Bazı­ları da «Siz dünyada günah işliyordunuz. İşte bugün onu işlemek­ten acizsiniz .Hatta kendinizi müdafaa etmekten de acizsiniz» di­yorlar. Bazılarına göre bu söz Basûlullah'a aiddir. Hz. Hud'un şu sözüne benzer: «Hepiniz birden bana karşı mühlet kullanın ve ba­na mühlet de vermeyin».

«Zildi» (gölgeler) ile maksat ağaçların, kasrlann gölgeleridir. Oenab-ı Hak «Onlar ve eşleri gölgelikler içinde, tahtlar üzerinde yaşarlar» buyuruyor.

«Yeştehune» fiili temenni ederler mânasını ifade ediyor. Yani arzuladıkları meyveler onlar için vardır. Onlara 'yeyin, için' deni­lir! İşte biz böylece iyilik yapanları sevap sahibi kılıyoruz. Yani Hz. Muhammed'i tasdik etmek hususunda bu dünyadaki amelleri bakımından ihsan edenleri böylece sevaba garkederiz.

46. ayet ahireti yalanlayanlar için tehdid içermektedir. Helak onlar içindir, suçlular olarak yeyin, azıcık sefa sürün. Mücrimler­den maksat kafirlerdir veya ahirette zarar veren bir fiili irtikab eden kimselerdir. Meselâ şirk ve günahları irtikab eden kimseler­dir.

«Onlara rükua varın, denildiği zaman rükua varamazlar», ya­ni» namaz kılın, denildiği zaman namaz kılmazlar! (Mücahid). Mu-kattt, «Bu ayet Sakif kabilesi hakkında nazil oldu. Onlar namaz kılmaya karşı çıkıyorlardı. Bu ayet onlar hakkında nazil oldu» c yor.

Zikredildiğine göre, İkindi namazından sonra rüku yapılım diyen alimlerden biri olan İmam Malik bir gün ikindi namazında sonra Mescid-i Seadete girer, namaz kılmadan (rdku ve secde ya] madan) oturur. Çünkü kerahet vaktiydi. Bir çocuk İmam Malik'< «Ey ihtiyar, kalk namaz kıl» dedi. Bunun üzerine İmam Mali kalktı, rükua vardı ve çocuğa «Niçin bunu bana emrediyorsun? diye de sormadı.

Bu hususta kendisine «Bu senin mezhebine aykırıdır. Niçi böyle yaptın?» diye sorulduğunda: «Ben, «Onlara, 'rükua varın' di nildiğinde rükua varmazlar» ayetinin kapsamına girmekten korh tum» diye cevap verdi.

îbn Abbas, «Bu söz dünyada değildir. Onlara ahirette söylene çektir. Onlar secde etmeye davet edilecekler, fakat buna güçler yetmeyecektir» derken, Katade «Bu söz dünyadadır» demiştir.

Onlar dünyadaki halleri açıkça bilinsin diye secde etmeye da vet olunurlar. Kim dünyada Allah için secde yapıyor idiyse secd* etmek ona kolay gelir. Kim başkasının görmesi için secde ediyor sa onun sıçtı tek kemik haline dönüşür, secde edemez hale gelir Bazıları da «Ayetin mânası, onlara hakka baş eğin denildiği zaman onlar hakka başeğmezler demektir» demişlerdir. Bu hem namaz hem de başka konularda genel bir mânâ. ifade etmektedir.

«Ondan sonra hangi söze iman edersiniz?» cümlesine gelince bunun mânâsı şudur: Eğer muciz olan Kur'an'a, peygamberliğin doğruluğuna delâlet eden Kur'an'a iman ve onu tasdik etmezseniz acaba hangi şeyi tasdik edeceksiniz?

«Helak o gün yalanlayanlar için olsun»   cümlesi tekrar edilmistir. Çünkü uyan ve tehdidin tekrar edilme gereği vardır. Ba­zıları «Bu cümle tekrar edilmemiştir. Çünkü bu cümlenin her bir-i sinden ayrı bir mânâ kastedilmektedir» demişlerdir. Sanki Cenab-ı Hak bir şeyi zikrettikten sonra bu şeyi yalanlayanlar helak olsun demektedir. Sonra başka bir şeyi zikrediyor, bu şeyi yalanlayan helak olsun diyor. Sonra başka bir şeyi yalanlayana bu söz söy­leniyor. Böylece sonuna kadar tekrar edilen bu söz aslında tekrar olmayıp ayn ayn mânâları ifade etmiş oluyor.

Alusi'ye göre «rüku edin» ifadesinin mânası Allah'a itaat edin. Korkun, tevazu gösterin. Onun vahyini kabul edin, peygamberine ve dinine tâbi olmak suretiyle bu işi yapın demektir. Onlar da korkmazlar, bunu kabul etmezler ve küfürlerinde ısrar gösterir­ler!

Bazıları «Bu ayet emrin vücut ifade ettiğini ve kâfirlerin de fıkhı meselelerle mükellef ve muhatab bulunduğunu açıJçça orta­ya koymaktadır» demişlerdir. [4]

MÜRSELÂT SUKESİ'NÎN SONU

 

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/410-411.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/411-417.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/419-420.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/420-426.