Mürselat suresi elli
âyettir. 18. âyeti Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.
Bu mübarek surenin
fazileti hakkında Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"BizıMina'da
Resulü I lalı ile beraber bir mağarada bulunurken onu Mürselat suresi
indirildi. O, onu okuyordu. Ben de sureyi onun ağzından öğreniyordum. O
surenin yaşlığı henüz onun ağzındayken bir yılan aniden üzerimize atladı. Resulullah
(s.a.v.) "Onu öldürün." buyurdu. Biz ona yöneldik yılan kaçtı.
Resulullah: "Siz onu şerrinden kurtulduğunuz gibi o da sizin şerrinizden
kurtuldu" buyurdu.[1]
Hz. Abbas'ın hanımı
Ümmii Fadl, oğlu Abdullah b. Abbas'ın Mürselat suresini okuduğunu işitince
ona:
"Yavrum bu sureyi
okumakla onu bana hatırlatmış oldun. Bu benim, Re-sulullahın, akşam namazında
okuduğunu işittiğim en son şeydir." dedi.[2]
Rahman ve Rahim olan
Allanın adıyla.
1-7- Birbiri
ardınca gönderilenlere, esip savuranlara, yaydıkça yayanlara, ayırdıkça
ayıranlara, özürc yer bırakmamak ve uyarmak için zikre getirenlere yem ip
olsun ki size vaadedilen mutlaka gerçekleşecektir.
Ayette zikredilen ve
"Birbiri ardınca gönderilenler" diye tercüme edilen ifade:
Abdullah b. Mes'ud,
Abdullah b. Abbas, Ebu Salih, Mücahid ve Katade tarafından, "Peşpeşe salıverilen ve estirilen
rüzgarlara yemin olsun ki..." şeklinde izah edilmiştir.
Mesruk'un rivayetine
göre, Abdullah b. Mes'ud ve Ebu Salih'e göre ise bu ifadeden maksat, Allahm
emir ve yasaklanyla peşpeşe gönderilen meleklere yemin olsun ki..."
demektir.
Taberi, âyet-i
kerimeyi, herhangi bir şekilde kayıtlamanın uygun olmadığını, onu genel
anlamda almanın daha uygun olacağını, bu nedenle âyette zikre-. dilen
"Peşpeşe gönderilenler"den maksadın, rüzgarlar, melekler ve peygamberler
gibi bütün gönderilenleri kaplayacağını söylemenin daha uygun olduğunu izah
etmiştir.
"Esip
savuranlar" ifadesinden maksat ise, Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah
b. Abbas, Mücahid, Ebu Salih ve Katade'ye göre, şiddetli esen rüzgarlardır.
"Yaydıkça
yayanlar" ifadesinden maksat, Abdullah b. Mes'ud, Mücahid, Ebi Salih ve
Katade'ye göre "Rüzgarlardır.
Ebu Salih'ten
nakledilen başka bir görüşe göre bu ifadeden maksat,
"Yağ-mıırlar"dır. Yine Ebu Salih'ten nakledilen bir rivayete göre bu
ifadeden maksat, "Kıyamette amel defterlerini yayan meleklerdir."
Taberi âyetin genel
ifadesine bağlı kalarak "Yayanlar"dan maksadın "Bulutlan yayan
rüzgarlar, yeryüzüne sulan yayan yağmurlar ve amel defterlerini yayan
melekler" gibi izahların hepsini kapsadığını söylemiştir,
"Ayırdıkça
ayıranlara" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas ve Ebu Salih'e göre
"Hak ile batılın arasını ayıran melekler"dir.
Katade'ye göre ise
"Hak ile batılın arasını ayıran Kur'an"dir.
Taberi âyetin,
"her hak ile batlın arasını ayıranı kapsadığını söylemiştiı.
"Zikri
getirenlerden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade ve Süfyan es-Sevri'ye göre
peygamberlere vahiy getiren meleklerdir.
"Size vaadedilen
mutlaka gerçekleşecektir." ifadesinden maksat, kıyamet gününün ve ondaki
hesap, ceza ve mükafaatlanrın mutlaka gerçekleşmesidir.[3]
8-
Yıldızların ışığı silindiği zaman,[4]
9- Gök
yarıldığı zaman,[5]
10- Dağlar
yerinden sökülüp savurulduğu zaman,[6]
11-
Peygamberlere vakitleri bildirildiği zaman
Âyet-i kerimede geçen
ve "Peygamberlere vakitleri bildirildiği zaman diye tercüme edilen
izerresulü Ukkıtet" ifadesi, Abdullah b. Abbas tarafından
"Peygamberler bir araya getirildiği zaman" veya "toplandığı
zaman" şeklinde izah edilmiştir. Mü-cahid tarafından "Peygamberlere,
ümmetlerine karşı şahitlik etmek için hazır bulunacakları vakit tayin edildiği
zaman" şeklinde izah edilmiş, İbrahim en-Ne-hai tarafından
"Peygamberlere belli bir vakit vaadedildiği zaman" şeklinde izah
edilmiş, İbn-i Zeyd tarafından ise "Peygamberlere, kıyamet gününde bir
araya gelmelerine kadar süre verildiği zaman" şeklinde izah edilmiştir.[7]
12- Bu
dehşetli hadiseler hangi güne bırakıldı?[8]
13- Hak ile
batılın ayrıldığı güne bırakıldı.[9]
14- Sen o
hak ile batılın ayrıldığı günü nereden bileceksin?[10]
15- O gün,
yalanlayanların vay haline.
Peygmaberler ve onlara
vaadedilen kıyamet günündeki hesap, azap ve mü kafa at lar hangi güne ertelendi
hiç biliyor musunuz? Bu dehşetli şeyler, allahın, yarattıklarının arasında
hüküm vereceği, haklıyı haksızdan ayıracağı bir zümreyi cennete, diğerini de
cehenneme sevkedeceği günü ayırmıştır. Ey Mu-hammed, hakkın batıldan
aymlediieceği o günün ne olduğunu sen nasıl bileceksin? O gün, yalanlayanlara,
cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı Veyl vadisi vardır.[11]
16- Biz daha
öncekileri helak etmedik mi?[12]
17- Sonra
gelenleri onların akıbetine uğratırız.[13]
18- İşte
biz, suçlulara böyle yaparız.[14]
19- O gün,
yalanlayanların vay haline.
*Nuh, Âd ve Semud
kavimleri gibi geçmiş ümmetlerden peygamberlerimi ve âyetlerimi yalanlayanları
helak etmedik mi? Onlarnı ardından gelip de inkarcılıkta onların yolunu
tutanları da onlarnı peşine takarız. Nitekim İbrahim, Lut ve Şuayb'ın
kavimlerini böyle yapmışısdır. Biz, bizi ve peygamberlerimizi yalanlayan
suçlulara da böyle yaparız. Kıyamet gününde vay o yalanlayanların haline. Onlar
için Veyl deresi vardır.[15]
20- Biz sizi
bayağı bir sudan yaratmadık mı?[16]
21-22- Biz o
bayağı suyu belli bir zamana kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?[17]
23- Onun ne
olacağını biz takdir ettik, lîiz ne güzel takdir ediciyiz.[18]
24- O gün,
yalanlayanların vay haline.
Ey insanlar, biz sizi,
basit bir damla sudan yaratmadık mı? Annenizin rahminden ayrılma vaktine katlar
sizi, sağlam bir yer olan o rahimde yerleştirmedik mi? Bunları biz takdir
ettik. Biz ne güzel takdir edenleriz. Allahın kendilerini basit bir sudan
yarattığını yalanlayanları, kıyamet gününde vay hallerine. Onlara Veyî deresi
vardır.
Dehhak "Onun ne
olacağını biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir ediciyiz." ifadesini
"Ona biz güç yetirdik. Biz ne güzel güç yetiriciyiz." şeklinde izah
etmiştir.[19]
25-26- Biz
yeryüzünü, diri ve ölüleri kapsayan bir yer yapmadık mı?[20]
27- Oraya
sabit ve yüksek dağlar dikmedik mi? Orada size tatlı sular içirmedik mi?[21]
28- O gün,
yalanlayanların vay haline.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde kendilerine verdiği çeşitli nimetlerle
insanları uyarıyor ve buyuruyor ki:
"Ey insanlar, biz yeryüzünü sizleri içine alan bir kap halinde yaratmadık
mı? O dirilerinizi de Ölülerinizi de içine alır. Biz o yeryüzünde hareket
etmeyen yüksek dağlar yaratmadık mı? Biz sizi, yeryüzünde akan tatlı sularla
sulumadık mı? Kıyamet gününde bu nimetleri yalanlayanların vay haline, onlara
Veyl deresi vardır.
"Biz yeryüzünü
diri ve ölüleri kapsayan bir yer yapmadık mı?" âyetleri, Abdullah b. Abbas
tarafından "Biz, yeryüzünü sizin için bir örtü ve bir korunma yeri
kılmadık mı? O, ölülerinizi de dirilerinizi de Örter." şeklinde izah
edilmiştir.
Mücahid ve Katade
tarafından ise "Biz yeryüzünü, dirilerinizi üzerindeki konutlarda,
ölülerinizi de içindeki toprakta bir araya getirip Örten bir örtü yapmadık
mı?" şeklinde izah edilmiştir. Mücahid diğer bir izah şeklinde de
"Biz yeryüzünü, dinlerinizin pisliklerini örten ve ölülerinizin
cesetlerini içine alan sonra da çürütüp toprak haline getiren bir vasıta yapmadık
mı?" olarak açıklamıştır.[22]
29- (Kıyamet
günü kâfirlere şöyle denir) Dünyada yalanlayıp durduğunuz şeye (cehenneme)
koşun.[23]
30- Üç kola
ayrılan (cehennemin dumanına ait) gölgeye gidin.[24]
31- O, gölge
yapmadığı gibi ateşten de koruyamaz,
Allah teala,
kendilerine yeryüzünü bir siper, oradaki dağları bir denge unsuru ve suları da
içme ve temizlenme vasıtası olarak verdiği, kullarına seslenerek bu nimetlere
karşı nankörlük edenlere diyor ki: "Kıyamet gününde size şöyle
denilecektir: "Dünyada iken yalanladığınız Allahın azabına koşun. Cehennemin
ateşinden çıkan ve üç kola ayrılan dumanın altına gidin. O, öyle bir dumandır
ki sizi sıcağa karşı gölgelendirmez ve sizi ateşten kurtarmaz.[25]
32-
Cehennem, saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar.
Bu ûyet-i kerime,
Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ebu Sahr ve Muham-med b. Ka'b tarafından, mealde
verildiği şekilde izah edilmiş Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu izaha
göre cehennemden çıkan kıvılcımlar, büyüklükte köşkler gibidir.
Katade, Dehhak ve
Hasan-ı Basri'ye ve Abdurrahman b. Âbidin İbn-i Abbas'tan naklettiğine göre bu
âyetin izahı şöyledir: Cehennem ateşi kalın ağaçlar gibi kıvılcımlar
saçar."
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Biz, uçarsın boyunda veya daha kısa yahut daha büyük ebatta
odunlar keser kış için hazırlardık. Biz bu odunları, âyette kıvılcımlara sıfat
olarak zikredilen "Kasr" kelimesiyle ifade ederdik."
Mücahid'den nakledilen
diğer bir görüşte de o, bu âyeti şöyle izah etmiştir. "Cehennem ateşi
odun yığını gibi kıvılcımlar fırlatır."[26]
33- Sanki o
kıvılcımlar sarı develer gibidir.
Bu âyet-i kerime,
Hasan-ı Basri ve Katade tarafından mealde verildiği şekilde izah edilmiş ancak
bunlar, "San deve"den maksadın "ASiyaha yakın koyu sarı
develer" oldukların zira develerin bu renkte olduklarını söylemişlerdir.
Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
Abdullah b. Abbas bu
âyeti şu şekilde izah etmiştir "Sanki o kıvılcımlar, gemilerin halatları
gibidir."
Said b. Cübeyr ve
Mücahid ise: "Sanki o kıvılcımlar köprülerin halatlan gibidir." diye
izah etmişlerdir.
Ali b. Ebi Talha'nm,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer l?ir görüşe gö-rebu âyetin manası
şöyledir: "Sanki o kıvılcımlar bakır külçeleridir."[27]
34- O gün,
yalanlayanların vay haline.
Kıyamet gününde Allahın, kâfirleri uyardığı bu
azapları yalanlayanların vay hallerine. Onlara Veyl deresi vardır.[28]
35- O gün
onlar konuşamazlar.[29]
36- Özür
dilemeleri için kendilerine izin de verilmez.[30]
37- O gün,
yalanlayanların vay haline.
Taberi diyor ki:
"Eğer biri diyecek olursa ki: "Bu âyette "O gün onlar
konuşamazlar." büyütülüyor. Diğer âyetlerde ise cehennemliklerin
"Rabbimîz bizi buradan çıkar. Eğer tekrar inkara dönecek olursak gerçekten
zalimler oluruz."[31] "Kıyamet günü kâfirler şöyle derler
"Ey rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Biz de
günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi bir kurtuluş yolu var mıdır?"[32]
.şeklinde konuşacaktan zikrediliyor. Bu nasıl izah edilir?" Ona denilir
ki: "Konuşup konuşmama, durumlara göre farklı olacaktır. Bazan
konuşturulacaklar bazan da konuşturulmayacaklardır."
Bu âyet-i kerimede de
onlann, kıyamet gününün bir bölümünde konuşamayacakları bildirilmiştir.
"O gün" kelimesinin," "Konuşamazlar" fiiline muzaaf
yapılması bunu ifade etmektedir.
Abdullah b. Abbas'tan
da "O gün onlar konuşamazlar." "O gün biz onların ağızlarını
mühürleriz de bize dilleri konuşur. Ayaklan da ne yapacaklarına şahitlik
eder."[33]"Sonra içinde
bulundukları zor durumdan dolayı "Rabbimiz olan Alla-ha yemin olsun ki
biz.ona ortak koşanlardan değildik." demekten başka çaresi kalmaz."[34]
âyet-i kerimeleri sorulmuş o da: "O gün durumlar çeşitlidir. Bazan
konuşacaklar bazan da ağızlarına mühür vurulacaktır." demiştir.[35]
38- Bugün
hak ile batılın ayırdedildiği gündür. Sizleri ve geçmiş ümmetleri bir araya
topladık.[36]
39- Eğer
kuracağınız bir tuzak varsa bana kurun.[37]
40- O gün,
yalanlayanların vay haline.
Kıyamet gününde dinlen
bu yalanlayıcılara şöyle denecektir: İşte bugün, Allanın, kullarının arasını
hak ile ayıracağı bir gündür. Bugünde sizi ve sizden önceki ümmetleri, dünyada
size vaadettiğimiz gibi bir arada topladık ve vaadimizi yerine getirdik. Eğer
bugün sizi. Allanın azabından kurtaracak bir hiyleniz varsa o hiylenizc
başvurun. Bu haberi yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl deresi vardır.[38]
41-42-
Şüphesiz ki takva sahipleri o gün gölgelerde, pınar başlarında ve canlarının
istediği meyveler arasındadırlar.[39]
43- (O gün onlara şöyle denir)
"Yaptıklarınızın karşılığı olarak
afiyetle yeyin için."[40]
44- Şüphesiz
biz, iyilikte bulunanları işte böyle mükafaatlandırırız.
Şüphesiz ki Ali ahin
emirlerini yerine getirip yasaklarından
kaçınarak ondan korkan takva sahipleri kıyamet gününde, kendilerini sıcak ve
soğuktan koruyacak gölgeler altında, ağaçlarının altından ırmaklar akan
pınarların başlarında ve arzuladıklarından yiyecekleri meyvelerin içinde
bulunacaklar ve kendilerine: "Ey insanlar, ey topluluk, ey takva
sahipleri bu meyvelerden yeyip bu pınarlardan için, afiyet olsun. Bunlar sizin
vücudunuza herhangi bir zarar vermeyecektir. Bu nimetler size, dünyada
yaptığınız ameller karşılığında verilmiştir." denilecektir. Evet. şüphesiz
ki biz, âhirette, iyilikte bulunanları işte bu şekilde mükafaatlandıracağiz.
Âhirette verilecek olan bu nimetleri yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl
deresi vardır.[41]
45- O gün,
yalanlayanların vay haline.[42]
46- (Ey kafirler) Dünyada az bir zaman yeyin ve
eğlenin bakalım. Şüphesiz siz suçlularsnız.[43]
47- O gün,
yalanlayanların vay haline.
Ey, kıyamet gününü
yalanlayan kâfirler, dünyada ömrünüzün geri kalan bölümünde az bir zaman yeyin.
ve eğlenin. Sizler, suçlularsınız. Sizden önceki suçluların akıbetine uğrayacaksınız.
Kıyamet gününde, Allahın beyan ettiği bu haberleri yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl
deresi vardır.[44]
48- Onlara:
"Rükû edin" denildiği zaman rüku etmezler.
Abdullah b. Abbas bu
âyeti: "Kıyamet gününde kâfirlere "Haydi secdeye kapanın." dendiği
zaman dünyada secde etmedikleri için orada Allanın huzurunda secde
edemezler," şeklinde izah etmiştir.
Katade ise bu âyeti,
"Dünyada iken kâfirlere "Rüku edin" dendiği zaman onlar bunu
beceremezler." şeklinde izah etmiş Mücahid ise: "Dünyada iken onlara
"Namaz kılın" elendiği zaman onlar namaz kılamazlar." şeklinde
izah etmiştir.
Taberi bu âyet-i
kerimenin, mücrimlerin. Allanın emirlerine ve yasaklarına karşı geldiklerini
ve ona itaat etmediklerini ifade ettiğini söylemenin daha uygun olacağını açıklamıştır.[45]
49- O gün,
yalanlayanların vay haline.
O gün, Allanın
peygamberlerini ve onların tebliğ ettiği emir ve yasaklan yalanlayanların vay
haline. Onlara Veyl deresi vardır.[46]
50- Onlar,
Kur'andan başka hangi söze iman edecekler?
O suçlular, Allah
tarafından gönderildiğine dair açık deliller taşıyan bu Kur'am yalanladıktan
sonra artık hangi söze iman edeceklerdir?[47]
[1] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 77, bab: 4
[2] Buhari, K.el-Ezan, bab: 98
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/529-530.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/530-531.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/532-533.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/533.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/533.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/533.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/533.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/534.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/534.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/534.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/534.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/534.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/534.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/535.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/535.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/535.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/535.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/536.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/536.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/537.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/537.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/537.
[31] Müminim Suresi, 23/107
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/537-538.
[32] Mümin Suresi, 40/11
[33] Yasin Suresi, 36/65
[34] En’am Suresi, 6/23
[35] Bkz. Buhari , K.Tefsir eI-Kur'an, Sure: 77, bab: 1
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/538.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/538.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/538.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/539.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/539.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/539.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/539.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/539.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/539-540.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/540.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/540.
[47] Bkz. Bu son ayet hakkımla zikredilen hadisler iyin
Kıyamet Suresinin sonu
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/540.