NEBE' SÛRESİ

 

78

 

İndiği Yer :

 

Mekke

 

İniş Sırası :

 

80

 

Âyet sayısı :

 

40

 

Nüzulü

 

Mushaftakİ sıralamada yetmiş sekizinci, iniş sırasına göre sekseninci sûredir. Meâric sûresinden sonra, Nâzİât sûresinden önce Mekke'de inmiştir. [1]

 

Adı

 

Sûre adını, birinci âyette geçen ve "haber" anlamına gelen "nebe'" kelime­sinden almıştır. Bazı kaynaklarda sûrenin başındaki soru cümlesi olan "Amme ye-tesâelûn" ile de anılmıştır. [2]

Bunların dı­şında "Amme, Tesâül, Mu'sırat" adlarıyla da anılmaktadır. [3]

 

Konusu

 

 

Sûrede ağırlıklı olarak kıyamet, öldükten sonra dirilme, hesap, ceza ve mü­kâfat konulan ele alınmış, Allah'ın varlık ve kudretini gösteren deliller ile melek­ler konusuna da yer verilmiştir. [4]

 

Meali

 

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Birbirlerine neyi soruyor­lar? 2-3. Hakkında ayrılığa düştükleri büyük haberi mi? 4. Hayır! İleride bilecekler! 5. Hayır hayır! Yakında bilecekler! 6-7. Biz, yeryüzünü bir dö­şek, dağları da yeri tutan kazıklar yapmadık mı? 8.Sizi çifter çifter yarattık. 9. Uykunuzu sakinleşip dinlenme vesilesi kıldık. 10. Geceyi uyku için örtü yaptık. 11. Gündüzü de çalışıp kazanmak için fırsat kıldık. 12. Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık. 13. Orada ısı ve aydınlık saçan bir lamba yarat­tık. 14-16. Size tohumlar, bitkiler, sarmaş dolaş olmuş bağlar bahçeler yetiş­tirmemiz için yoğun bulutlardan oluk gibi boşalan sular indirdik. 17. Şüp­hesiz ayırım günü vakit olarak belirlenmiştir. 18. Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz; 19. Gökyüzü açılır da orada pek çok kapılar oluşur. 20. Dağlar yürütülür, serap haline gelir. 21-22. Şüphesiz, azgınlar için barı­nak olan cehennem pusuda beklemektedir; 23-25. Orada kaynar su ve ya­nan vücut akıntısı dışında bir serinletici, bir içecek tatmaksızın yıllar ve yıl­lar boyu kalırlar. 26. (Yaptıklarına) uygun bir karşılık! 27. Doğrusu onlar he­saba çekileceklerini beklemiyorlardı. 28. Âyetlerimizi yalanladıkça yalanlı­yorlardı. 29. Oysa biz her şeyi kayıt altına almıştık. 30. Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır. [5]

 

Tefsiri

 

1-5. Nebe', "önemli haber" demektir. Burada ise "kıyamet haberi" anlamın­da kullanılmıştır. Kıyamet gününde evrendeki mevcut kozmik düzenin bozulması, Allah'tan başka var olan her şeyin yok olması, öldükten sonra yeniden dirilme, he­saba çekilme vb. önemli olaylar meydana geleceği için onunla ilgili habere "bü­yük haber" denilmiştir. "Haberden maksat kıyamet olayları değil onu bildiren

Kur'an'dır veya Hz. Muhammed'in peygamberliğidir" diyenler de vardır. [6]Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Peygamber müşriklere Al­lah'ın birliğinden ve öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğinden bahsedip de onlara Kur'an âyetlerini okuyunca "Muhamnıed ne getirdi? Neler anlatıyor?" di­ye birbirlerine sormaya başlamışlar, bunun üzerine bu âyetler inmiştir. [7]

 

6-11. İnsanlığın yaşamasına uygun bir duruma getirilmiş olan yer küresi, üs­tünde insanların oturup kalkmasına, yatıp uyumasına elverişli olan döşeğe benze-tilİrken dağlar da bu döşeği yerinde ve dengede tutmak için çakılmış kazıklara benzetilmiştir. Çünkü dağlar yer yuvarlağının uzay boşluğundaki dengesini sağla­maktadır. Nitekim başka âyet-i kerimelerde insanları sarsmasın diye yeryüzüne sa­bit dağların yerleştirildiği bildirilmiştir. [8]  Dağların, içinde madenlerin bulunması, suların birikmesi, üstünde çeşitli bitki ve ormanların oluşması vb. sayılamayacak kadar çok faydalan vardır. Allah Teâlâ, yaratıp dağlarla dengesini sağladığı bu yeryüzünde insanların huzur ve sükûn içe­risinde mutlu bir şekilde yaşamaları ve nesillerini devam ettirmeleri için onları er­kekli dişili çift çift yaratmıştır; 8. âyet bunu ifade eder. [9]

"Dinlenme" vesilesi diye çevirdiğimiz "sübât" kelimesi sözlük mânaları ya­nında mecaz olarak "ölüm" anlamında da kullanılmaktadır. Uyku bir dereceye ka­dar hareket ve faaliyeti kestiği için ölüme benzetilerek ona da sübât denmiştir. [10]

 

12-16. "Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık" mealindeki 12. âyet bazı farklılıklarla Kur'an'da birkaç defa geçmiş, oralarda gereken açıklama yapılmıştır. [11]Kubbemsi gökleri, alev alev yanarak dünya­yı aydınlatan güneşi, bolca yağmur indirerek yeryüzünde birçok nimetin yetişme­sine ve hayatın devam etmesine vesile olan bulutlan yaratan Yüce kudret, bu ev­reni yok edip mahiyeti ve sistemiyle yeni bir âlem kurmaya elbette kadirdir; İşte o ahiret âlemidir. [12]

 

17-20. "Ayınm günü"nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, mü­minin inkarcıdan ayırt edileceği ve dünyada yapılanların karşılığının verileceği büyük hesap günüdür. Cenâb-ı Allah'ın belirlediği ve yalnız kendisinin bildiği kı­yametin zamanı geldiğinde insanlar ve diğer bütün canlılar bir araya gelecek ve Yüce Allah onlann arasında hükmünü verecek, böylece dünyada işlenmiş bütün haksızlıklar karşılığını bulacak, kusursuz adalet gerçekleşecektir. İşte o güne "ayı­nm günü" veya "hüküm günü" denmesinin sebebi budur. [13]

Bu âyet "Şüphesiz buluşma günümüz ayırım günü olacaktır" şeklinde de an­laşılabilir. O gün Sûr'a üflenince insanlar kabirlerinden kalkıp bölük bölük mah­şer yerinde toplanacaklardır. [14]

 

21-28. Sûrenin başından buraya kadar Yüce Allah'ın kudretini gösteren de­liller sıralanarak yeniden dirilmenin gerçekleşeceği açıkça ortaya konduktan son­ra inkarcıların âhiretteki durumları ele alınmıştır. Mülk sûresinin 8. âyetinde can­lı bir varlık gibi tasvir edilerek neredeyse öfkesinden çatlayacak duruma geleceği bildirilen cehennem, burada da pusuda düşmanı gözetleyen bir savaşçı gibi tasvir edilmektedir.

23. âyetteki "ahkab" kelimesi "belirsiz uzun süre" anlamına gelen "hukub"un çoğuludur. Bu kelimenin cehennem azabının süresiyle ilgili olması, İslâm âlimle­ri arasında önemli bir görüş ayrılığının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İlk dö­nemlerden itibaren, aralarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas ile İbn Teymiyye gibi önde gelen sünnîlerin de bulunduğu bazı âlimler ve İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi bir kısım mutasavvıflar, diğer bazı âyetler yanın­da[15] özellikle "Orada yıllar ve yıllar boyu kalırlar" mealindeki konumuz olan 23. âyete, ayrıca Allah'ın rahmetinin her şeyi kuşattığını [16]  rahmetinin azabına üstün geldiğini, azabını geçtiğini [17] bildiren âyet ve hadislere da­yanarak cehennemin ve / veya cehennem azabının, uzun asırlar İfade eden bir sü­renin ardından sona ereceğini yahut içindekilerin azaptan etkilenmeyecek hale ge­leceklerini düşünmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin büyük çoğunluğu İse diğer ba­zı deliller yanında, Kur'ân-ı Kerîm'in ilgili birçok yerinde sık sık ebedîlik anlamı içeren "hulûd" ve "ebed" kavramlarının kullanılmasına ve daha başka delillere da­yanarak, inkarcılar ve müşrikler için cehennem azabının sonsuzluğunu savunmuş­lardır. [18]

 

29-30. Ağırlıklı yoruma göre 29. âyette kayıt altına alındığı bildirilen "her şey" İle insanların sorumluluğu gerektiren İnanç ve amelleri, İyilik ve.kötülükleri; bunların kaydedildiği "kitap" ile de amel defteri veya Levh-i mahfuz kastedilmiş­tir. Âyet, insanların dünyada yaptıklarından hiçbir şeyin Allah'a gizli kalmayaca­ğını, yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerini gösterir. Hesaplan görüldükten sonra İnkarcılara "Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır" diye hitap edilir. Hz. Peygamber'in, Kur'an'da en ağır hitabın bu âyet ol-duğunu söylediği rivayet edilmiştir. [19] Zira onların derileri yan­dıkça yenilenmek suretiyle[20] cehennemin ateşi hafifledikçe de ateş art­tırılarak azaplarının devam edeceği[21]  haber verilmiştir. [22]

 

Meali

 

31. İtaatsizlikten sakınmış olanlar için artık murada erme zamanıdır. 32. Bahçeler, üzüm bağlan; 33. Gencecik yaşıt kızlar; 34. İçki dolu kadehler. 35. Orada ne boş bir söz ne de yalan işitirler. 36. Bunlar rabbinin bol bol lüt­fettiği karşılıktır, bağıştır. 37.0, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanla­rın rabbidir. O, Rahmân'dır. İnsanlar O'nun huzurunda konuşmaya yetkili olamayacaklar; 38. Ruh ve meleklerin saf saf olup durduğu o gün, Rah­man'in izin verdiklerinden başkaları konuşamayacaklar; konuşan da doğru­yu söyleyecek. 39. İşte bu, kesin olarak gelecek gündür. O halde kim dilerse rabbine varan bir yol tutsun. 40. Biz insanın önceden yapıp ettiklerine baka­cağı, inkarcının da, "Keşke toprak olsaydım!" diyerek dövüneceği gün ger­çekleşecek olan yakın bir azaba karşı sizi uyardık. [23]

 

Tefsiri

 

31-36. Yeri geldikçe belirtildiği, özellikle bir kudsî hadiste de ifade buyunıl-duğu üzere, 31. âyette "müttakîler" şeklinde anılan itaatkâr müminler için âhiret-te hazırlanan nimetler, lütuf ve ikramlar "gözlerin görmediği, kulakların işitmedi­ği ve hiçbir beşer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir"[24] Çünkü bütünüyle âhiret gayb alanıdır; gay-bı da Allah'tan başkası bilemez. [25]Bununla birlikte, Allah Teâlâ, kullarının uhrevî nimetlere dair yaklaşık bir fikir edinmelerini sağlamak ve onlar­da bir arzu uyandırmak için, birçok âyette olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsilî bir anlatımla bu dünyada en çok ihtiyaç duydukları, arzuladık­ları, sevdikleri maddî-bedensel nazlardan örnekler vermiştir. Bu anlatımda Kur'an'ın ilk muhataplarının beklentilerinin dikkate alındığı da söylenebilir, keza bu anlatımdan, âhirette cennete girmeyi hak eden her bir insana, dünyadaki ame­line zihnî ve ruhî kemaline, mutluluk anlayışına ve beklentisine göre neleri istiyor ve bekliyorsa onların verileceği sonucunu çıkarmak da mümkündür. [26]

"Bunlar rabbinin bol bol lütfettiği karşılıktır, bağıştır" diye tercüme ettiğimiz 36. âyete "Bunlar rabbinden, amellerine göre hesap ve takdir edilmiş bolca mükâ­fatlardır" şeklinde de mâna verilmiştir. [27] Burada kapalı bir şekilde ifade edilmiş olan amellerin karşılığının, başka âyetlerde Allah'ın lütfü olarak on katı. [28] 700 katı [29] (hatta hesapsız[30] bir şekilde kat kat verileceği bildirilmiştir. 26. âyette azgınlara verilecek ce­zanın dünyada yaptıklarına uygun bir karşılık olduğu bildirilmişti. Burada da mü­minlerin yaptıklarına karşılık olarak verilecek ödülün Allah'ın bolca lütfü ve ba­ğışı olduğu belirtilmektedir. 36. âyette müminlere âhirette verilecek nimetlerin ni­celiğini bildiren "hisâben" kelimesi, "çok, bol bol, yeter deyinceye kadar" şeklin­de yorumlandığı gibi "yeterli, kâfi miktarda, amellerin miktarına göre, hak edişe göre" şeklinde de açıklanmıştır. Ancak mealde biz, kısmen birbirinden farklı olan bu iki yorumdan ilkini tercih ettik. Çünkü ödülün, amellere göre kat kat fazlasıy­la, hatta hesapsız verileceğini bildiren âyetler de vardır. [31] ve bu âyetlerde âhirette ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allah'ın razı olduğu kullarına, Ölçüye ve hesaba sığmaz lütuflan olarak verileceği belirtilmektedir. [32]

 

37-38. Burada Allah Teâlâ'nm, müminlerin de müşriklerin de rabbi olduğu­na bir ima vardır. Çünkü Yüce Allah yerlerin, göklerin ve evrendeki her şeyin rab-bidir. O, Rahman isminin bir tecellisi olarak bütün insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lütfettiği halde, müşrikler cehalet ve nankörlüklerinin sonu­cu olarak Allah'ı bırakıp başka varlıklara tapmışlar, onların kendilerini Allah'a yaklaştıracağını[33] ve O'nun huzurunda kendileri için şefaatçi ola­caklarını iddia etmişlerdir. [34] Böylece Allah'ın Rahman isminin gere­ği olan rahmetten de kendi iradeleriyle kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar da­hi kendilerine ne konuşma izni verilecek ne de özür dileme izni[35] Çünkü o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yap­tıklarının karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece Allah'ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah'ın iradesine uygun bir ha­yat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir.

Müfessirler 38. âyette zikredilen ruh hakkında farklı yorumlarda bulunmuş­lardır; "meleklerden büyük bir melek, Cebrail, meleklerin ileri gelenleri" diyenler bulunduğu gibi, Allah'ın melek olmayan ordularından bir ordu, Âdem oğullan, Âdem oğullarının ruhları veya Kur'an olduğunu söyleyenler de vardır. [36] Ruh ve melekler, Allah'a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiçbir kimse hakkında şefaat edemeyeceklerdir. [37] Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyecekler; çünkü orada hiçbir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır. [38]

 

39-40. Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak insanların, Allah'a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları hatırlatılmıştır. 40. âyette insanların uyarıldığı bildirilen "yakın azap"tan maksat âhiret azabıdır. "Gelecek olan her şey yakındır" anlayışına göre âhiret azabına da "yakın azap" de­nilmiştir. Ayrıca her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun öm­rü kadar olduğu söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı da bitmiştir. Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da ha­yattaki ameline göre bir tür ödüllendirme veya cezalandırılma sürecine gireceği bildirilmektedir. Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması arasındaki "berzah" denilen dönemin "zaman" dışı veya farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık âhiretin uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda âhiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey değildir. Bu sebeple sûrenin bu son âyetinde yüce rab-bimiz, 37 ve 38. âyetlerde geçen Rahman İsminin bir tecellisi olarak, kullarına rah­met sıfatıyla hitap etmekte; "yakın bir azap" konusunda onları vaktinde uyarmak­tadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayınız, O bir gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O'na doğru giden bir yol tutmanız İçin muhtaç ol­duğunuz fırsat ve Özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyiniz; hayat kısa, şu halde âhi­ret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünya­dayken oraya gönderdikleriniz, yanı kendi imanınız ve amelinİzdir. O gün, İnanç­sızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır. [39]



[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.

[2] Zemahşerî, IV, 206; Buhârî, "Tefsîr", 78

[3] bk. İbn Âşûr, XXX, 5

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/460.

[6] Ateş, X, 286; krş. Sâd 38/67

[7] Şevkânî, V, 419-420

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/460-461.

[8] mesela bk. Nahl 16/15; Mürselât 77/27

[9] krş. Rûm 30/21; Necm 53/45

[10] Ze-tnahşerî, IV, 207; Şevkânî, V, 421

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461.

[11] meselâ bk. Bakara 2/29; Mülk 67/3

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461.

[13] Kurtubî, XIX, 173

[14] Sûr hakkında bilgi İçin bk. En'âm 6/73; Hakka 69/13

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461-462.

[15] meselâ En'âm 6/128; Hûd 11/106-108

[16] A'râf 7/156

[17] BuhâriV'Tevhîd", 15,55; Müslim, "Tevbe", 14-16

[18] Bu konuyla ilgili tartışmalar ve ileri sürülen deliller hakkında geniş bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, "Azap", Dİ A, IV, 305-309; Bekir Topaloğlu, "Cehen­nem", Vn, 231-232

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/462.

[19] Kurtubî, XIX, 182

[20] Nisa 4/56

[21] İsrâ 17/97

[22] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/462-463.

[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/463.

[24] Buhârî, "Tevhîd", 35; Müslim, "İman", 312

[25] bk. Bakara 2/3

[26] bk. Fussilet 41/30-33

[27] İbn Âşûr, XXX, 47-48

[28] En'ârn 6/160

[29] Bakara 2/261

[30] Zümer 39/10

[31] Bakara 2/261; Zümer 39/10; Gâfir 40/40

[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/463-464.

[33] bk. Zümer 39/3

[34] Yûnus 10/18

[35] krş. Mürselât 77/36

[36] bk. Râzî, XXXI, 24; Şevkânî, V, 428

[37] krş. Yûnus 10/3

[38] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/464-465.

[39] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/465.