Mekke
80
40
Mushaftakİ
sıralamada yetmiş sekizinci, iniş sırasına göre sekseninci sûredir. Meâric
sûresinden sonra, Nâzİât sûresinden önce Mekke'de inmiştir. [1]
Adı
Sûre adını, birinci âyette
geçen ve "haber" anlamına gelen "nebe'" kelimesinden
almıştır. Bazı kaynaklarda sûrenin başındaki soru cümlesi olan "Amme
ye-tesâelûn" ile de anılmıştır. [2]
Bunların
dışında "Amme, Tesâül, Mu'sırat" adlarıyla da anılmaktadır. [3]
Konusu
Sûrede
ağırlıklı olarak kıyamet, öldükten sonra dirilme, hesap, ceza ve mükâfat
konulan ele alınmış, Allah'ın varlık ve kudretini gösteren deliller ile melekler
konusuna da yer verilmiştir. [4]
Meali
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1.
Birbirlerine neyi soruyorlar? 2-3. Hakkında ayrılığa düştükleri büyük haberi
mi? 4. Hayır! İleride bilecekler! 5. Hayır hayır! Yakında bilecekler! 6-7. Biz,
yeryüzünü bir döşek, dağları da yeri tutan kazıklar yapmadık mı? 8.Sizi çifter
çifter yarattık. 9. Uykunuzu sakinleşip dinlenme vesilesi kıldık. 10. Geceyi
uyku için örtü yaptık. 11. Gündüzü de çalışıp kazanmak için fırsat kıldık. 12.
Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık. 13. Orada ısı ve aydınlık saçan bir lamba
yarattık. 14-16. Size tohumlar, bitkiler, sarmaş dolaş olmuş bağlar bahçeler
yetiştirmemiz için yoğun bulutlardan oluk gibi boşalan sular indirdik. 17. Şüphesiz
ayırım günü vakit olarak belirlenmiştir. 18. Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük
Allah'a gelirsiniz; 19. Gökyüzü açılır da orada pek çok kapılar oluşur. 20.
Dağlar yürütülür, serap haline gelir. 21-22. Şüphesiz, azgınlar için barınak
olan cehennem pusuda beklemektedir; 23-25. Orada kaynar su ve yanan vücut
akıntısı dışında bir serinletici, bir içecek tatmaksızın yıllar ve yıllar boyu
kalırlar. 26. (Yaptıklarına) uygun bir karşılık! 27. Doğrusu onlar hesaba
çekileceklerini beklemiyorlardı. 28. Âyetlerimizi yalanladıkça yalanlıyorlardı.
29. Oysa biz her şeyi kayıt altına almıştık. 30. Tadın artık! Bundan sonra size
arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır. [5]
Tefsiri
1-5. Nebe', "önemli haber" demektir. Burada ise
"kıyamet haberi" anlamında kullanılmıştır. Kıyamet gününde evrendeki
mevcut kozmik düzenin bozulması, Allah'tan başka var olan her şeyin yok olması,
öldükten sonra yeniden dirilme, hesaba çekilme vb. önemli olaylar meydana
geleceği için onunla ilgili habere "büyük haber" denilmiştir.
"Haberden maksat kıyamet olayları değil onu bildiren
Kur'an'dır
veya Hz. Muhammed'in peygamberliğidir" diyenler de vardır. [6]Tefsirlerde
anlatıldığına göre Hz. Peygamber müşriklere Allah'ın birliğinden ve öldükten
sonra dirilmenin gerçekleşeceğinden bahsedip de onlara Kur'an âyetlerini
okuyunca "Muhamnıed ne getirdi? Neler anlatıyor?" diye birbirlerine
sormaya başlamışlar, bunun üzerine bu âyetler inmiştir. [7]
6-11. İnsanlığın yaşamasına uygun bir duruma getirilmiş olan
yer küresi, üstünde insanların oturup kalkmasına, yatıp uyumasına elverişli
olan döşeğe benze-tilİrken dağlar da bu döşeği yerinde ve dengede tutmak için
çakılmış kazıklara benzetilmiştir. Çünkü dağlar yer yuvarlağının uzay
boşluğundaki dengesini sağlamaktadır. Nitekim başka âyet-i kerimelerde
insanları sarsmasın diye yeryüzüne sabit dağların yerleştirildiği
bildirilmiştir. [8] Dağların, içinde madenlerin bulunması,
suların birikmesi, üstünde çeşitli bitki ve ormanların oluşması vb.
sayılamayacak kadar çok faydalan vardır. Allah Teâlâ, yaratıp dağlarla
dengesini sağladığı bu yeryüzünde insanların huzur ve sükûn içerisinde mutlu
bir şekilde yaşamaları ve nesillerini devam ettirmeleri için onları erkekli
dişili çift çift yaratmıştır; 8. âyet bunu ifade eder. [9]
"Dinlenme"
vesilesi diye çevirdiğimiz "sübât" kelimesi sözlük mânaları yanında
mecaz olarak "ölüm" anlamında da kullanılmaktadır. Uyku bir dereceye
kadar hareket ve faaliyeti kestiği için ölüme benzetilerek ona da sübât
denmiştir. [10]
12-16. "Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık"
mealindeki 12. âyet bazı farklılıklarla Kur'an'da birkaç defa geçmiş, oralarda
gereken açıklama yapılmıştır. [11]Kubbemsi
gökleri, alev alev yanarak dünyayı aydınlatan güneşi, bolca yağmur indirerek
yeryüzünde birçok nimetin yetişmesine ve hayatın devam etmesine vesile olan
bulutlan yaratan Yüce kudret, bu evreni yok edip mahiyeti ve sistemiyle yeni bir âlem kurmaya elbette kadirdir;
İşte o ahiret âlemidir. [12]
17-20. "Ayınm günü"nden maksat hakkın bâtıldan,
haklının haksızdan, müminin inkarcıdan ayırt edileceği ve dünyada yapılanların
karşılığının verileceği büyük hesap günüdür. Cenâb-ı Allah'ın belirlediği ve
yalnız kendisinin bildiği kıyametin zamanı geldiğinde insanlar ve diğer bütün
canlılar bir araya gelecek ve Yüce Allah onlann arasında hükmünü verecek,
böylece dünyada işlenmiş bütün haksızlıklar karşılığını bulacak, kusursuz
adalet gerçekleşecektir. İşte o güne "ayınm günü" veya "hüküm
günü" denmesinin sebebi budur. [13]
Bu
âyet "Şüphesiz buluşma günümüz ayırım günü olacaktır" şeklinde de anlaşılabilir.
O gün Sûr'a üflenince insanlar kabirlerinden kalkıp bölük bölük mahşer yerinde
toplanacaklardır. [14]
21-28. Sûrenin başından buraya kadar Yüce Allah'ın kudretini
gösteren deliller sıralanarak yeniden dirilmenin gerçekleşeceği açıkça ortaya
konduktan sonra inkarcıların âhiretteki durumları ele alınmıştır. Mülk
sûresinin 8. âyetinde canlı bir varlık gibi tasvir edilerek neredeyse
öfkesinden çatlayacak duruma geleceği bildirilen cehennem, burada da pusuda
düşmanı gözetleyen bir savaşçı gibi tasvir edilmektedir.
23.
âyetteki "ahkab" kelimesi "belirsiz uzun süre" anlamına
gelen "hukub"un çoğuludur. Bu kelimenin cehennem azabının süresiyle
ilgili olması, İslâm âlimleri arasında önemli bir görüş ayrılığının ortaya
çıkmasında etkili olmuştur. İlk dönemlerden itibaren, aralarında Hz. Ömer, Hz.
Ali ve Abdullah b. Abbas ile İbn Teymiyye gibi önde gelen sünnîlerin de
bulunduğu bazı âlimler ve İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi bir
kısım mutasavvıflar, diğer bazı âyetler yanında[15]
özellikle "Orada yıllar ve yıllar boyu kalırlar" mealindeki konumuz
olan 23. âyete, ayrıca Allah'ın rahmetinin her şeyi kuşattığını [16] rahmetinin azabına üstün geldiğini, azabını
geçtiğini [17] bildiren âyet ve
hadislere dayanarak cehennemin ve / veya cehennem azabının, uzun asırlar İfade
eden bir sürenin ardından sona ereceğini yahut içindekilerin azaptan
etkilenmeyecek hale geleceklerini düşünmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin büyük
çoğunluğu İse diğer bazı deliller yanında, Kur'ân-ı Kerîm'in ilgili birçok
yerinde sık sık ebedîlik anlamı içeren "hulûd" ve "ebed"
kavramlarının kullanılmasına ve daha başka delillere dayanarak, inkarcılar ve
müşrikler için cehennem azabının sonsuzluğunu savunmuşlardır. [18]
29-30. Ağırlıklı yoruma göre 29. âyette kayıt altına alındığı
bildirilen "her şey" İle insanların sorumluluğu gerektiren İnanç ve
amelleri, İyilik ve.kötülükleri; bunların kaydedildiği "kitap" ile de
amel defteri veya Levh-i mahfuz kastedilmiştir. Âyet, insanların dünyada
yaptıklarından hiçbir şeyin Allah'a gizli kalmayacağını, yaptıkları her şeyden
hesaba çekileceklerini gösterir. Hesaplan görüldükten sonra İnkarcılara
"Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak
azaptır" diye hitap edilir. Hz. Peygamber'in, Kur'an'da en ağır hitabın bu
âyet ol-duğunu söylediği rivayet edilmiştir. [19] Zira
onların derileri yandıkça yenilenmek suretiyle[20] cehennemin
ateşi hafifledikçe de ateş arttırılarak azaplarının devam edeceği[21] haber verilmiştir. [22]
Meali
31. İtaatsizlikten sakınmış olanlar için artık
murada erme zamanıdır. 32. Bahçeler, üzüm bağlan; 33. Gencecik yaşıt kızlar;
34. İçki dolu kadehler. 35. Orada ne boş bir söz ne de yalan işitirler. 36.
Bunlar rabbinin bol bol lütfettiği karşılıktır, bağıştır. 37.0, göklerin,
yerin ve ikisi arasında bulunanların rabbidir. O, Rahmân'dır. İnsanlar O'nun
huzurunda konuşmaya yetkili olamayacaklar; 38. Ruh ve meleklerin saf saf olup
durduğu o gün, Rahman'in izin verdiklerinden başkaları konuşamayacaklar;
konuşan da doğruyu söyleyecek. 39. İşte bu, kesin olarak gelecek gündür. O
halde kim dilerse rabbine varan bir yol tutsun. 40. Biz insanın önceden yapıp
ettiklerine bakacağı, inkarcının da, "Keşke toprak olsaydım!"
diyerek dövüneceği gün gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı sizi uyardık. [23]
Tefsiri
31-36. Yeri geldikçe belirtildiği, özellikle bir kudsî
hadiste de ifade buyunıl-duğu üzere, 31. âyette "müttakîler" şeklinde
anılan itaatkâr müminler için âhiret-te hazırlanan nimetler, lütuf ve ikramlar
"gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşer aklının tam
olarak tasavvur edemeyeceği türdendir"[24]
Çünkü bütünüyle âhiret gayb alanıdır; gay-bı da Allah'tan başkası bilemez. [25]Bununla
birlikte, Allah Teâlâ, kullarının uhrevî nimetlere dair yaklaşık bir fikir
edinmelerini sağlamak ve onlarda bir arzu uyandırmak için, birçok âyette
olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsilî bir anlatımla bu
dünyada en çok ihtiyaç duydukları, arzuladıkları, sevdikleri maddî-bedensel
nazlardan örnekler vermiştir. Bu anlatımda Kur'an'ın ilk muhataplarının
beklentilerinin dikkate alındığı da söylenebilir, keza bu anlatımdan, âhirette
cennete girmeyi hak eden her bir insana, dünyadaki ameline zihnî ve ruhî
kemaline, mutluluk anlayışına ve beklentisine göre neleri istiyor ve bekliyorsa
onların verileceği sonucunu çıkarmak da mümkündür. [26]
"Bunlar
rabbinin bol bol lütfettiği karşılıktır, bağıştır" diye tercüme ettiğimiz
36. âyete "Bunlar rabbinden, amellerine göre hesap ve takdir edilmiş bolca
mükâfatlardır" şeklinde de mâna verilmiştir. [27]
Burada kapalı bir şekilde ifade edilmiş olan amellerin karşılığının, başka
âyetlerde Allah'ın lütfü olarak on katı. [28] 700
katı [29] (hatta
hesapsız[30] bir şekilde kat kat
verileceği bildirilmiştir. 26. âyette azgınlara verilecek cezanın dünyada
yaptıklarına uygun bir karşılık olduğu bildirilmişti. Burada da müminlerin
yaptıklarına karşılık olarak verilecek ödülün Allah'ın bolca lütfü ve bağışı
olduğu belirtilmektedir. 36. âyette müminlere âhirette verilecek nimetlerin niceliğini
bildiren "hisâben" kelimesi, "çok, bol bol, yeter deyinceye
kadar" şeklinde yorumlandığı gibi "yeterli, kâfi miktarda, amellerin
miktarına göre, hak edişe göre" şeklinde de açıklanmıştır. Ancak mealde
biz, kısmen birbirinden farklı olan bu iki yorumdan ilkini tercih ettik. Çünkü
ödülün, amellere göre kat kat fazlasıyla, hatta hesapsız verileceğini bildiren
âyetler de vardır. [31] ve bu âyetlerde âhirette
ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allah'ın razı olduğu kullarına, Ölçüye
ve hesaba sığmaz lütuflan olarak verileceği belirtilmektedir. [32]
37-38. Burada Allah Teâlâ'nm, müminlerin de müşriklerin de
rabbi olduğuna bir ima vardır. Çünkü Yüce Allah yerlerin, göklerin ve
evrendeki her şeyin rab-bidir. O, Rahman isminin bir tecellisi olarak bütün
insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lütfettiği halde, müşrikler
cehalet ve nankörlüklerinin sonucu olarak Allah'ı bırakıp başka varlıklara
tapmışlar, onların kendilerini Allah'a yaklaştıracağını[33] ve
O'nun huzurunda kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia etmişlerdir. [34]
Böylece Allah'ın Rahman isminin gereği olan rahmetten de kendi iradeleriyle
kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış
olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar dahi kendilerine ne konuşma izni
verilecek ne de özür dileme izni[35] Çünkü
o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yaptıklarının
karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece
Allah'ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve
bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı
ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah'ın iradesine uygun
bir hayat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir.
Müfessirler
38. âyette zikredilen ruh hakkında
farklı yorumlarda bulunmuşlardır; "meleklerden büyük bir melek, Cebrail,
meleklerin ileri gelenleri" diyenler bulunduğu gibi, Allah'ın melek
olmayan ordularından bir ordu, Âdem oğullan, Âdem oğullarının ruhları veya
Kur'an olduğunu söyleyenler de vardır. [36] Ruh
ve melekler, Allah'a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiçbir kimse
hakkında şefaat edemeyeceklerdir. [37]
Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyecekler; çünkü orada
hiçbir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır. [38]
39-40. Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak
insanların, Allah'a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları
hatırlatılmıştır. 40. âyette insanların uyarıldığı bildirilen "yakın
azap"tan maksat âhiret azabıdır. "Gelecek olan her şey yakındır"
anlayışına göre âhiret azabına da "yakın azap" denilmiştir. Ayrıca
her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun ömrü kadar olduğu
söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı da bitmiştir.
Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da hayattaki
ameline göre bir tür ödüllendirme veya cezalandırılma sürecine gireceği
bildirilmektedir. Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir
anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması
arasındaki "berzah" denilen dönemin "zaman" dışı veya
farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık âhiretin
uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda
âhiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey
değildir. Bu sebeple sûrenin bu son âyetinde yüce rab-bimiz, 37 ve 38.
âyetlerde geçen Rahman İsminin bir tecellisi olarak, kullarına rahmet
sıfatıyla hitap etmekte; "yakın bir azap" konusunda onları vaktinde
uyarmaktadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayınız, O bir
gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O'na doğru giden bir yol tutmanız İçin
muhtaç olduğunuz fırsat ve Özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta
zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyiniz; hayat
kısa, şu halde âhiret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda
göreceğiniz şey, bu dünyadayken oraya gönderdikleriniz, yanı kendi imanınız ve
amelinİzdir. O gün, İnançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri
dehşetli bir gün olacaktır. [39]
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr.
Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş,
Kur’an Yolu:V/459.
[2] Zemahşerî, IV, 206; Buhârî,
"Tefsîr", 78
[3] bk. İbn Âşûr, XXX, 5
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/460.
[6] Ateş, X, 286; krş. Sâd 38/67
[7] Şevkânî, V, 419-420
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/460-461.
[8] mesela bk. Nahl 16/15; Mürselât
77/27
[9] krş. Rûm 30/21; Necm 53/45
[10] Ze-tnahşerî, IV, 207; Şevkânî, V,
421
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461.
[11] meselâ bk. Bakara 2/29; Mülk 67/3
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/461.
[13] Kurtubî, XIX, 173
[14] Sûr hakkında bilgi İçin bk. En'âm
6/73; Hakka 69/13
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461-462.
[15] meselâ En'âm 6/128; Hûd
11/106-108
[16] A'râf 7/156
[17] BuhâriV'Tevhîd", 15,55;
Müslim, "Tevbe", 14-16
[18] Bu konuyla ilgili tartışmalar ve
ileri sürülen deliller hakkında geniş bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz,
"Azap", Dİ A, IV, 305-309; Bekir Topaloğlu, "Cehennem",
Vn, 231-232
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/462.
[19] Kurtubî, XIX, 182
[20] Nisa 4/56
[21] İsrâ 17/97
[22] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/462-463.
[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/463.
[24] Buhârî, "Tevhîd", 35;
Müslim, "İman", 312
[25] bk. Bakara 2/3
[26] bk. Fussilet 41/30-33
[27] İbn Âşûr, XXX, 47-48
[28] En'ârn 6/160
[29] Bakara 2/261
[30] Zümer 39/10
[31] Bakara 2/261; Zümer
39/10; Gâfir 40/40
[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/463-464.
[33] bk. Zümer 39/3
[34] Yûnus 10/18
[35] krş. Mürselât 77/36
[36] bk. Râzî, XXXI, 24; Şevkânî, V,
428
[37] krş. Yûnus 10/3
[38] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/464-465.
[39] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/465.